Zıplanacak içerik

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Valla şu forumda karşılıklı oturduğumda, beni, savunduğum şeyler üzerine iki kere daha ciddi ciddi sorgulamaya itecek birkaç kişiden birisidir Cyrano. Bazen yazarken mesela, o birkaç kişi aklıma geliyor ister istemez. OtoKontrol gerçekleşiyor ve bu çok iyi birşey. Çünkü ne kadar emin bir biçimde yazsanız da mesela; O kişilerin bakış açıları sizi etkiliyor... İyiyi arayış başlıyor böylelikle. İnsanın kendi düşüncelerinden şüphe etmesi çok güzel bir şey aslında. Çünkü böylelikle değişime de açık oluyorsunuz, Doğru bilgiye de... 23 Nisan haftasında Cyrano'nun bulunduğu ildeydim, tezim için. Fakat tezimi araştırırken, aniden İzmir'e dönmem gerekti. Ne yazık ki çok kalamadım. Ve üzüldüm açıkçası görüşemediğimize. Umarım bir dahaki sefere... Mouchette, Cyrano ile karşılıklı sohbet ederken, çok şey öğrenebileceğimden adım gibi eminim. Ama ben tartışma esnasında böyle bir alevlenirim yani; Tipik Karadenizli damarı devreye girer o anda...
  2. Valla ben düşüncelerini tehlikeli buluyorum. Nihal Atsız konusunda dört dörtlük uzman olduğumu kesinlikle söyleyemem elbette ki, Fakat öğrenebildiğim/anlayabildiğim kadarıyla ziyadesiyle kafatasçıdır kendileri. "Kafatası Milliyetçiliği" denilen kavram, ona ithafen çıkmıştı ya da o kendi bizzat söylemişti sanıyorum. Ancak bence asıl tuhaf olan şey Nihal Atsız'ın kendisinden ziyade, Bugün Kürtçülük ile ilgili olarak Kürtçü kimselerin Etnik-Milliyetçi yaklaşımları ile yargılanmalarını eleştirenlerin: "Bu ülkede hiç Türkçülük (Türk Etnik Milliyetçiği) yargılandı mı?" diye hesap sormalarındaki bilgisizliktir. Ancak asıl bilgisizlikleri ile Türk Ulusçuluğu ile Türk Etnik Milliyetçiliği'ni birbirine karıştırabilmelerindeki sığlıktır... İlginçtir, komiktir, sempatik bulunasıdır...
  3. Pervari'deki tecavüz olaylarını biliyoruz... İzliyoruz... Forumda birçok tartışmada her zaman dile getirdiğim şey; Doğu'nun Aşiret Kültürü'nün, Çağdaş Değerlere uyum sağlayamadığı, Kürt Sorunu denen olgunun da temellerinin bu, Ve bununla birlikte Mülkiyet Sorunu olduğudur... Buna karşın hala Mazlum Edebiyatı'na soyunan Ve hatta "Feodalizm, çağdaşlaşmaya engel değildir!" diyebilen insanlara bile rastladım; Ki sanal alemin nelere kadir olduğunu da anlamış oldum... Feodalizm ve Aşiret Kültürü, tam anlamı ile çağdaşlaşmaya engel olduğu gibi; O kültür içerisinde yetişmiş kitleler de, çağdaş normlara uyum sağlamakta güçlük çekerler. Çünkü Kapalı bir toplumsal yapısı vardır öncelikle... Bu yapının kendi hukuk kuralları ve uygulamaları vardır... Bununla birlikte kendisi gibi olanı kayırır... Çağdaş Hukuk kurallarını anlayamazlar, algılayamazlar... Bu kapalılığı ve anlayışı/algılayamayışı nedeniyle, Toplumun kabul ettiği kurallar ve yasalar yerine, Kendi alışageldiği geleneksel kuralları uygularlar... Örneğin zamanında Kürtlerin, yerleşik oldukları bölgelerden göç ettirilmelerinin en temel nedeni Türkiye'nin Asimile etmek gibi sistemli bir politika gütmesinden değil; Kan Davası geleneğinin, o toplum tarafından, çağdaş yasalara karşı katılığıyla savunulmasıdır. Ağrı Dağı İsyanlarında, 1930larda, çevre Kürt Aşiretlere saldırgan tutum izleyen aşiretlerin aileleri, Saldırıya maruz kalan Aşiretlerin kan davası gütmelerinin önüne geçmek için göç ettirilmişlerdir. Aynen Bilge Köyü Katliamı'nda gördüğümüz gibi... Aynen DTP'nin kapatılmasını protesto eden gruba ateş edenin ailesinin göç etmek zorunda kalması gibi... (örneğin: o dönemlerde, diğer aşiretlere saldırarak kan davasını tetiklemiş olan aşiretler ve aileleri göç ettirilmeseydi, Kürt Aşiretleri birbirlerine girecekler ve bugün, devleti, o dönemde o aileleri göç ettirmek zorunda kaldığı için eleştirenler, "devlet o aşiretlerin kan davalarına göz yumdu! çünkü Kürtleri birbirlerine kırdırmak istiyordu!" diyerek eleştirecekti. Ne de olsa Türkiye, onlar karşısında, yere türkürse bıyık, yukarı tükürse sakal!" Neyse... Aynen, Pervari Belediyesi'nde olanlar gibi: "Başkan İsmail Bilen: Pervari’de bir kadın yüzünden başlayan kan davasında tam 136 kişi öldürüldü. Bir başka olayda yine kadın yüzünden başlayan kan davasında 35 hane göçmek zorunda kaldı. 3 yıldır bir başka köyümüzde kan davası yüzünden hayatını kaybedenler var. Eski olayı yeniden gündeme getirerek yeni insanlar ölmemesi için çaba gösteriyoruz. Tabii ki yaşanan olay son dernece üzücü. Birbirimizin çocuklarını biliyoruz. Siirt olayının üstünü kapatmak için Pervari olayı gündeme getirildi diye düşünüyoruz.” Kafa yapısı bu... Kültür ve yarattığı algı bu... Kimileri, her toplumsal olayın tek bir suçlusu olduğu inancına kendisini kaptırmış olabilir; Fakat her toplumsal olayın, birden çok tarafı ve birden çok sorumlusu vardır... En büyük sorumlulardan birisi de, O olayların öznesi konumundaki taraflar ve onların kültürleridir, algılarıdır; Dünya algılarıdır... Mardin'de, hamile kızcağızı taşladılar! Mardin neresi? Ahmet Türk'ün memleketi... Bazı arkadaşlar, "Ahmet Türk aşiret reisi olsa bile, o kültürü sürdürmüyor artık Aşireti" demişti! Hiç de sürdürülmüyor gerçekten... Ne de olsa modernizmin, Türkiye'de özgürlükçülüğün temsilcisiler! Nasıl? Tecavüze uğrayan kızcağızları, Tecavüze uğradıkları yani zaten mağdur oldukları için taşlayarak cezalandırarak! Oldukça adil! Adıyaman'da Medine'yi canlı canlı gömdüler! Modernizmin ve Türkiye'de teşekkür edilesi özgürlükçülüğün, devrimin, sosyalizmin temsilcisi bir kitle ve kültür olarak! O kültürün değer yargıları olarak! Güldünya'da katledildi zamanında, Katledileceği, katledilmeden önce biline biline... Şanlıurfalı aile, Antalya'ya yerleştikten sonra, Kendi öz kızlarını zehirli pide yedirerek öldürmeyi tercih ettiler... Ha şu da var: "Ayşegül'ün hamile olduğunu ilk annesi Fatma öğrendi. Bize söylediği zaman çılgına döndük. Bizim törelerimiz gereği kızımız ve ilişkiye girdiği adam ölmeliydi. Ama sadece kızımı öldürebildim. Mehmet Bakır'ın işi de görülecek. Pişman değilim. Kötü bir şey yapmadım, sadece namusumu temizledim." diyor babası... Ha ama Çocuk İstismarı dediğimiz şey, öyle Siirt'e özgü de değildir; Aşiret Kültürü'ne özgü de değildir... Türkiye'nin, ne yazık ki, hemen her yerinde rastlayabilirsiniz... Fakat benim değindiğim nokta, bu olayların nerede ve nasıl gerçekleştiği değildir. Benim değindiğim nokta; Bu olgunun nasıl algılandığı ve cezalandırma ya da gizleme yöntemlerinin hangi algıda gerçekleştirildiğidir... Ayrıntılamama gerek yok: Yök'e girip, Töre cinayetleri ile ilgili tezleri de inceleyebilirsiniz Ne demek istediğimi anlamak için... Bunu "Ama o insanlar eğitimsiz" diyerek romantize de edebilirsiniz... Fakat "Töre" dediğiniz şey, öğretilmiş/öğrenilmiş davranışları içerir... Ve Batıda yaşayan ama eğitimsiz birisi ile Doğuda yaşayan eğitimsiz bir kişi arasında bu açıdan çok fark vardır. Birisi, törelerin dikte ettiği davranışlardan ayrı bir bilinç geliştirmiştir... Diğeri de törelere bağımlı bir bilinç geliştirmiştir... Bu yüzden, Ahmet Türk'e atılan yumruğa gösterilen tepkiden tutun, Gazetelerin hergün yayınladıkları haberlere kadar, Her türlü olayda karşınıza tek bir sonuç çıkar. Türkiye'de Kürt Sorunu'nun en büyük sorumlusu; Feodal Yapı ve Onun bezirganlarıdır... O sürü psikolojisini Ahmet Türk'e atılan yumruğa, PKK'nın gösterdiği tepki ile de görebilirsiniz: "Siz bize bir yumruk atarsanız, biz sizin birkaç canınızı alırız!" Töre dediğiniz şey, egemenin verdiği eğitim ile değişmez... Töre dediğiniz şey, o toplumun kendi bilinçli bireylerinin önderliğinde değişir... Her zaman böyle olmuştur... Kapalı toplumlarda insanlar, dışarıdan verilen eğitimden çok, Kendilerine yol gösteren, kendi bireylerinin söylediklerine itimat gösterirler... O yüzden burada Feodal/Aşiret İlkel Kültürlere en ufak toz kondurmayan arkadaşlar, Gerçekten bizim parçamız olan Kürt halkımız üzerinde bir sorumluluk hissediyorlar ise Öncelikle kendi olumsuz gerçekliklerini kabul etmekle ve değişmeye zorlamakla yükümlüdürler... Kürtlerinde çağdaşlaşmak en büyük haklarıdır... Hele hele Türkiye'de, Ulusun tümüne uyum sağlamaya karşı geliştirmiş bulundukları kompleksten kurtulmaları, kesinlikle gerekmektedir... Ha bunun yanında: "Ben de Türk'üm ama Kürtlerin Feodal Kültürleri, çağdaşlaşmalarına engel değildir" gibi sığ yorumlara da prim vermemelerini salık veririm...
  4. Ya Raif yapma lütfen yaa: Nasıl hazır değiliz yaa! Neredeyse son 60-70 yılımız sırf uzaylı hikayeleri ile geçiyor. Bugün karşımıza hani bildiğin bi uzaylı çıksa, kimse şaşırmaz emin ol! İnsanların çoğu, başka gezegenlerde yaşam olduğuna inanıyor. Hatta yarın karşımıza bir Na'vi çıksa, boyunlarına atlarız; Yani o kadar hazırız bu uzaylı denen şeye! "Yok efendim, biz hazır değiliz de o yüzden açıklamıyorlar!" demek biraz esnemeye benziyor. Hem kim söyledi sana bu nedenden dolayı açıklamadıklarını? Hikaye... Dediğim gibi; Belki uzayın herhangi bir köşesinde, bizim gibi zeka kazanabilmiş bir canlı türü bulunmaktadır... Ama onlar da bizim ki gökyüzüne bakıp, Bizim bu tartıştığımız konuyu tartışıyorlardır... Çünkü henüz onlarla tanışabilecek teknolojiye falan sahip değiliz... Onlar da değil... Eğer sahip olsaydık ya da onlar sahip olsalardı, Tanışırdık... Uzaylılarla iletişim kurmanın en garantili yolu, uzaya radyo sinyalleri yollamaktır. Hem daha ucuz, pratik ve güvenlidir, Hem de geri dönütü olmazsa, kaybedeceğiniz birşey olmaz. Sanırım bu deney de çoktan yapılmıştır heralde.
  5. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Dominik, kusura bakmayın ama Birisi bu forumda bir başlık açsa Ve dese ki: "Türkiye 10.000 Kızılderili'ye ve 50.000 Japon'a Soykırım Uyguladı" Direkt altına imzanızı atarsınız... Hatta şu an, bu benzetmemi bile alıp "Gerçekten de Türkiye böyle birşey yapmıştır" diyebileceğinizden bile emin gibiyim...
  6. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Ah o "Hikaye" dediğin şeyleri bir de çürütebilseniz ne de güzel olacak ya!
  7. Şey... Sanırım henüz farketmediniz ama burası Almanya değil... "Türkiye" diyorlar bu ülkeye, bilmem daha önce duydunuz mu? Coğrafi şekilleri, tarihi, toplumları, kültürleri ve inançları farklı olan Ve başka bir coğrafyada bulunan bir ülke. Mesela Türkiye'nin üç tarafı denizlerle çevrili; Almanya'nın değil! Ölüyorum bu benzetmelere ya hu! Birisi çıkar PKK'yı ETA ile karşılaştırır... Öteki çıkar Kürt Sorunu'nu herhangi bir Afrika Ülkesindeki sorunla bir tutar... Başkası Almanya'nın algını, Türkiye'ye kıyaslar... Farkında değilsiniz ama; "Ulus" dediğimiz yapı ve algı her ülkede farklı dinamikler çerçevesinde gerçekleşmiştir. Elbette temel bir omurgası vardır; Fakat mesela Balkanlardaki Ulusçuluk akımını anlatırken "Hıristiyanlık" dinini ayrı tutamazsınız; İçiçedir. Türkiye'de ise din bu açıdan daha esnektir örneğin; Dışarıda bırakılmıştır süreç içerisinde... Almanya'daki Ulusçuluk anlayışı Germen Olmaya yani bir ırktan gelmeye dayanır Ve o çerçevede şekillenmiştir. Bugün farklı bile olsa, artık o anlayış işlemiştir algılarına. O yüzden biz "Ben Türk'üm" dediğinizde, bizin ifade ettiğimiz anlamı ile bir "Türk Ulusu" anlamazlar. Etnisite anlarlar... Onlar öyle algılayabiliyor diye de, biz öyle anlamlandıracak değiliz elbette değil mi? Fransa'da farklı biçimlenmiştir Ulusal anlayış, İngiltere'de farklı, Amerika'da farklı... Bunlar birbirlerine Ulus adları ile seslendiklerinde, Kendileri nasıl biçimlendilerse, karşılarındakini de öyle algılayacaklardır elbette. Almanların "Ne mutlu Türküm diyene" denildiğinde, Bizim ifade ettiğimiz gibi anlamamaları da bu yüzdendir... Ayrıca ne alıp veremediğiniz Atatürk'ün bu söylemleri ile? "Atatürk Milliyetçiliği ve Kürtler" adlı başlıkta bu konuya değinmiştim. Bir okursanız, yararınıza olur; Bilgi edinmiş olursunuz... Ha şunu da söyleyeyim: Atatürk "Ne mutlu Türküm diyene" sözünü söylediği yıllarda, İtalya ve Almanya'da Faşizm ve Irkçılık en tepe noktasındaydı! Bunu bir düşünün isterseniz... Ve Atatürk kendisi bizzat, bu ifadenin ırkçılık ile bağdaşamayacağını dile getirmiştir. Boşuna bağdaştırmaya çalışmayın isterseniz; Sıkıcılaşıyor...
  8. Muhtemelen başka galaksilerde başka zeki canlılar, gök yüzüne bakıp şu soruyu soruyolar: "Acaba uzayda, herhangi bir gezegende bizim gibi canlılar var mı?" Ama henüz ne onlar bizimle, Ne de biz onlarla tanışabilecek teknolojiye ulaşabildik!
  9. Meclisler neden vardır; Bunu biliyorum elbette... Fakat "Çözüm" dediğiniz şeyden ne anladığınızdır önemli olan. Örneğin A Partisi için Türbanı üniversitelerde serbest bırakmak çözüm iken; B Partisi için de çözüm, Türbanı yasaklamaktır! O yüzden, "Meclisler çözüm üretilen yerlerdir" doğru önermesi üzerinden haklılık izlenimi yaratmaya çalışmayın. Çözüm dediğimiz şey, Pozitif Bilimlerde "Kesin Sonuç" ile yasalaşan kuralları tanımlıyor olabilir. Fakat Topluma indiğinizde çözüm tek değildir; Buna karşın toplumun tüm kesimlerinin en makul noktada birleşmeleri çözümü getirmektedir. Çünkü herkes, toplumun ve içerisinde bulunduğu kesimin yararına biraz esner ya da savunularını geliştirir. Şu halde aynı şeyleri yıllardır söylemek "Çözümün Parçası Olmak" demek olmaz; "Çözümsüzlüğün Nedeni Olmak" olur... Devlet onca olumsuzluğa rağmen ne yapmış: Dili yasaklamış, bir hata etmiş ama o hatadan dönüp yasağı kaldırmış... Müziği bile yasaklamış, bir hata etmiş ama o hatadan dönüp yasağı kaldırmış... Dövizi bile yasaklamış, ondan da dönmüş... Ha ama bunun yanında Kürtlerin Cumhurbaşkanı, Sanatçı, İşadamı, Öğretmen, Memur olmasını engellememiş... Yani yargıladığınız devlet bir gelişim göstermiş; göstermekte... Sizin argümanlarınız ise hala aynı: "Bu ülkede dilimiz yasaklandı!" Yasaklanmıştı! Artık değil; yeni bir argümana gereksiniminiz var... "Bu ülkede müziğimiz yasaklandı!" Yasaklanmıştı! Artık değil; artık geliştirmelisiniz savlarınızı! "Bu ülkede Kürtler öldürüldü!" Sadece Kürtler değil; herkesimden insan katledildi bu ülkede... Ölmemelerini bizde isterdik; Ama öldü... Hepsi bizdendi... Biz bunu diyoruz; Siz hala: "Yok yok, Kürtler öldürüldü!" I-ıh... Geçti artık... Ölmemelilerdi ama oldu; bizde üzüldük... Yani geliştirmelisiniz argümanlarınızı! Karşınızdaki insanlar neyi nasıl savunuyor; Kavramlara nasıl yaklaşıyorlar... Birazcık öğrenmek gayretinde olmalısınız... Ayrıca: Eğer aynı söylemlerde buluşuyor Fakat yöntemde ayrılıyor bile olsanız Savunduklarınız, sizi, PKK'nın arka bahçesi yapar... Dünyanın neresine giderseniz gidin, bu böyledir... Hocam, sen olaya hala "Türk ve Kürt" olarak bakarsan Zaten "Ayrışmanın bir parçası" konumundasın... Türkiye'de Etnik açıdan "Türk ve Kürt" diye bir ayrım yoktur... En fazla "Kürt Olan" ve "Kürt Olmayan" diyebilirsiniz... Türklük, etnik bir tanım değildir çünkü... Kürtlük, etnik bir tanımdır... Kürtlerin, yukarıda söylediğiniz, gittikleri yerlerde dışlanmalarına rağmen Yine de hala aynı yerlere gitmekte ısrar etmelerinin nedeni zaten çok açıktır. Kürtler ne olursa olsun, kendilerini bu ülkenin parçası olarak görüyorlar ya da görüyorlardı. Fakat (kusura bakmayın sizi örnekleyeceğim) Kürt Etnik Milliyetçiliği derdine düşen kuşağın, Türklüğü "Öcü" olarak algılaması Ve Ulusal Bilinçten-Bütünlükten uzak durması; Kürtlüğünü/Etnik Kökenini de bir kimlik olarak dikte etmesi, Ve toplumda böyle yer edinmeye çalışması ile Elbette ki bu kopukluk artacak ve artıyor... Başka da getirisi yoktur zaten bunun. Siz millete inatla "Ben Kürdüm" algısı ile yaklaşırken; Onların size "Ahanda bu Kürtmüş" diyerek yaklaşmaları kadar doğal birşey yoktur... Siz kendinizi onlara etnik kökeniniz ile yabancılaştırırken; Siz onları kendinize etnik kökenleri ile yabancılaştırırken; Onların da size farklı yaklaşmalarını bekleyemezsiniz... Ayrıca Kürtlerin aynı mahallelerde toplanmasını o kadar romantize etmişsiniz ki; Handiyse sanacağım ki, bütün herşeyin tek nedeni hakikaten de öyle! Yok efendim; Hiçbir mahalli kümeleşme "Aman efendim bize tepki gösteriyorlar; sizde buraya gelin, birlikte olalım!" mantığı ile işlemez... Köyden kente göçün en temel olgusu; Benzer kökene, benzer inançlara, benzer toplumsal yapılara sahip kitlelerin Bir arada mahalleler oluşturmasına dayanır. Bütün etnik unsurlar büyük şehirlere göç ettiklerinde "Kendisine Benzer" kitleler ile birlikte ikamet etmeye yönelirler. Çünkü kendilerini en iyi o biçimde rahat ve güvenilir hissederler. Yani ister Türkmenler olsun, ister Çerkezler olsun, ister Lazlar olsun; İster Aleviler olsun, ister Caferiler olsun, ister Şaffiler ya da Hanefiler olsun... Büyükşehire göç ettiklerinde, toplumun onlara terör eylemlerinden falan tepki göstermesinden değil; "Doğal Olarak" bir arada yaşamak eğilimi gösterirler. Fakat Türkiye'de Kürtler bunu çok daha katı ve kapalı bir biçimde gerçekleştirirler. Öyle ki diğer topluluklar "Kendisine Benzer" kitleleri ararken; Kürtler ise öncelikle "Kendisi Gibi Olan"ı ararlar. Çünkü kültürlerinde bu kapalılık vardır. O yüzden önceki iletimde "Karadenizliler, İçanadolulular, Egeliler" şeklinde mahalli tanımlamalar getirdim. Ve devamına dedim ki; Çerkez, Laz mahalleleri göremezsiniz... Kafkas Kültürüne sahip kitleler bir mahalle oluşturabilirler; Fakat buna Çerkez Mahallesi denilmez hiç... Çünkü aralarında Azeriler de olabilir, diğer kitleler de olabilir Kafkasya kökenli olmak yeterli gelebilmektedir; Kaynaşabilirler... Mesela "Göçmen Mahallesi" derler; Ancak "Boşnak Mahallesi", "Arnavut Mahallesi", "Makedon Mahallesi" denilmez... Veya çok istisnai örneklere rastlarsınız bunlarla ilgili... Ama öyle aralarına "Kendilerinden Olmayanı Almamak" gibi bir tavır da göremezsiniz... İstanbul-Bayrampaşa'da çok örneğine rastlarsınız mesela... Onlar için Balkan kökenli olmak yeterli gelebilmektedir; Kaynaşabilirler... "Laz Mahallesi" göremezsiniz mesela; "Karadenizliler Mahallesi" denilebilir.. Aralarında Karadenizli Çerkezler, Lazlar, Türkmenler ve hatta Gürcü; Farklı etnik kökenden insanlar bulunur... Karadenizden göçmüş olmak yeterli gelebilmektedir; Kaynaşabilirler... Fakat her gittiğiniz büyükşehirde "Kürt Mahallesi" olarak adlandırılan mahalleler bulursunuz. Doğu'dan göçmüş bir Türkmen ailesi bile, Doğu'dan göçen Kürtlerin yerleştikleri bu mahallelere yerleşmekten çekinirler... Çünkü diğerleri etnisitelerine bakmadan, benzer kaygılar ile birarada yerleşebilirken; Kürtler, sadece kendileri gibi olanlara insiyatif tanımaktadırlar Ve kimseleri barındırmamaktadırlar. Bunun da "Biz Doğudaki olaylardan tepki gördük de; o yüzden birarada tutunduk" gibi bir açıklaması yoktur. Bu tamamen kültür ile ilgilidir. O değişmesi gereken kafa yapısı ile ilgilidir... Değilse ben 28 yıldır aynı mahallede yaşıyorum Ve bir sürü Kürt Mahallesine girip çıktım; Hiçbirisinin de söylediğiniz biçimde oluştuğuna dair bir kanı edinmedim. Ha ama elbette ki etkenlerden birisidir sizin söylediğiniz algı; Fakat asıl nedeni değildir. Bu neyse; Ama iletinizde ima ettiğiniz gibi, Eğer bir arada yaşamak kaygısındaysanız sayın Biji, Sizi bizimle, bizi de sizinle bir arada tutacak ortak değerleri ön plana çıkartmaktan başka çare yok... Çünkü uyum, ancak bu biçimde gerçekleşebilir. Siz, toplumun tümüne rağmen, Etnik Kökeninizi dikte etmeye devam ederseniz, Yabancılaşmaktan ve ötekileşmekten başka bir gidişata sahip olamazsınız... Dediğim gibi; Beni yönteminiz değil, savunularınız ilgilendiriyor... PKK ile aynı söylemlere sahip olduğunuz sürece, Silah kullanmamanız o kadar önemli değildir... Zira bugün karşınızda bir Nazizm'i benimsemiş bir Alman çıksa Ve dese ki "Ben Naziyim ama Hitler'in yaptıklarını desteklemiyorum!"... Ne kadar samimi bulurdunuz? Veya bir tarikat mensubu çıksa ve dese ki; "Ben tarikatçıyım ama Fehullahçılığın yaptıklarını desteklemiyorum!"... Ne kadar samimi bulurdunuz? Sorun, yazmaktan çekinip çekinmemeniz değil; Sorun, savunduğunuz şeylerin neresinde olduğunuzun farkında olmamanızdır...
  10. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Ya hu bana şu gasp edilen haklar nelermiş bir sayar mısınız lütfen? Valla çok merak ediyorum; Kürtlerin neleri gasp edilmiş!? Ya da "Gasp"tan anladığınız nedir? Elbette ki "Türklük" çerçevesinde bütünleyecekti. Başka bir kimlik var mıydı o zaman? Ki hala da yok daha üst bir tanımlama ya da adlandırma!
  11. Biji, bak konuyu hiç sulandırmaya, demogoji yaratmaya gerek yok. Öncelikle sakin olun! İzmir'de sürekli aynı yöntemle sahneye konan şeyi söylüyorum sana ben. Ve bunları bizzat yaşayan, gören birisi olarak söylüyorum. Bilmem anlatabiliyor muyum? Şimdi senin burada bana birkaç lafı evirip çevirmen hiçbir şeyi ifade etmiyor. Eğer 21 plakalı bir araçla tur atmamı tavsiye ediyorsan; Önce İzmir'deki suç oranına ve bu suçlarda hangi kesimin daha çok yer işgal ettiğine bir bakacaksın! Eğer bu türlü bir Sosyal Tespit yapmak hevesindeyseniz, Başlayacağınız yer öncelikle, Kürtlerin topluca yaşadıkları yerler olacaktır. Önce gideceksiniz, bakacaksınız, o yerlerde Kürt Olmayanlar güvenli bir biçimde dolaşabiliyorlar mı? Sonra Kürtlerin topluca yaşamadıkları yerlerde Kürtler güvenli bir biçimde dolaşıyorlar mı? Kürtler neye göre ve nasıl, neden hep bir arada yaşayıp, İzmir'de bile Aşiret gibi dolaşıyorlar, yerleşiyorlar... Kürt Olmayanlar neden öyle yaşamıyorlar... Sosyal Tespitler, bilmem ne arabalı plakaya binip, bilmem nerede dolaşıp, Polis kimlik soruyor mu sormuyor mu diye deneyerek yapılmaz be canım kardeşim. Kimlik ile ilgili sosyolojik bir tanımlama getireceksen, Bunu gidip benim söylediğim yöntemle yapacaksın; Çünkü en kesin ve bilimsel yolu, yöntemi budur. Ben de buna prim veririm sadece... Çok basit bir örnek vereyim: Bizim üst mahallemiz Kürt Mahallesi'dir. 5 sene öncesine kadar, eğer o mahallede bir "Kürt" arkadaşımız yoksa, o mahalleye giremezdik. Girebilmemiz için "ya hu şu Kürt Ali benim arkadaşımdır!" (lakapları ve isimleri değişebilir tabi) diye bir vize vermeniz gerekiyordu, anlatabiliyor muyum? Şimdi artık alışıldık da birşey yaşamıyoruz ama hala bunun yaşandığı yerler çoklukla var. Tepecik mahallesinde, birkaç sene önce kardeşim, birkaç Kürt arkadaşı ile birlikte yürüyorlar. Karşılarına birkaç Kürt genç çıkıyor ve sadece kardeşimin telefonunu gasp ediyorlar. Diğerleri Kürt oldukları için onları salıyorlar. Ama Karadenizlilerin, İçanadoluluların, Egelilerin yaşadıkları mahallelerde bunları göremezsiniz. Hatta öyle Çerkez, Laz mahalleleri de göremezsiniz; Bölgelerine göre yerleşmişlerdir en fazla... Karşıyaka'da 21 plakalı araba ile dolaşmazdan önce ben; Kürt olmadığı besbelli olan arkadaşların, Kürt Mahallelerinden dolaşmalarını öneririm önce! Tabi ki ceplerine, karşılarına çıkacakları tatmin edecek kadar para alıp, Başka da birşey almamalarını da öneririm... Bunun yanında Karşıyaka'da ben 1 sene boyunca kuryelik yaptım; Ve tipim doğulu tipine benzememesine karşın hemen hergün kimlik sorgusuna çekilirdim. Hele Bostanlı'nın sahil kesimlerinde, kim olursanız olun, hangi plaka ile dolaşırsanız dolaşın, Dikkat çekerseniz, kimliğiniz zaten sorgulanır. İlla ki plakanızın 21 olması gerekmiyor. Ha ama elbette Doğu illerinin plakalarına karşı bir hassasiyet vardır; Onu da bir zahmet siz bir sorgulayıverin, yukarıda saydığım yöntemle... Acaba o memleket plakalarına "Ya hu bunlar Kürttürler!" diye mi güvenilmiyor; Yoksa suç unsurunu en çok barındırmış bulunan kesim olarak bilindiği için mi? Çok basit bir tespit yapabilirsiniz bu konuda: Hergün Buca Ceza Evinin önünden geçiyorum ben. Kapısında, içerideki yükümlüleri görmek için sırada bekleyenleri gelin bir tanımlayalım isterseniz. Ya da tek bir örnek vereyim; Geçen gün üç kişiyi öldüren kişi Doğulu idi ve dersime girdiğimde öğrenciler şöyle dediler konu ile ilgili olarak: "Yine mi hocam!" Bakın bu yine o kişilerin "Kürt" olmaları ile ilgili değildir aslında ama o algı yerleşiyor ne yazık ki. "Kürt" olarak doğup, bana ahlak dersi veren ve ömrüm boyunca unutamayacağım dostlarım da var... Ancak suç oranının Kürtler arasında yoğun olmasının nedeni, Köyden kente taşıdıkları o uyumsuzluktur. Yani köylerini köyde, Aşiretlerini aşirette bırakmıyorlar. Köy kültürünü, Aşiret kültürünü büyükşehire taşıyorlar. Böylelikle şehir ile ve şehre uyum sağlayabilen kesim ile aralarında uyumsuzluk yaşanıyor. Ve böylelikle de Kürtler yalnızlaşıyorlar. Şehre uyum sağlayabilen kesim onları doğal olarak benimseyemiyor ve benimseyemez zaten; Onlar da kendilerini benimsetmek derdine girmiyorlar, Uyum sağlamak derdinde olmuyorlar. Ve kendilerini ötekileştiriyorlar. Bu da yine o Feodal/Aşiret İlkel Kültürünü inatla sürdürmeye çalışmakla ilgili birşey. O yüzden yalnızlaşıp, suça itiliyorlar. Ha ama iki kuşak sonra uyum sağlamaya çalışanları oluyor; Bu sefer aileleri onları "Bozulmak" ile niteliyorlar, kimlik bunalımına düşüyor o gençlerde... Şehirli mi olacak, Aşiretin bir parçası mı? 10-12 yaşındaki Kürt çocukları, "bizim aşiret şu kadar büyük" diyerek kavgaya tutuşuyorlar büyükşehirde! Yani bana bir sosyal tespit yapmayı önermeden önce; Zaten sizin daha farkında olmadığınız sosyal tespitleri yapmış bulunduğumu gözönünde bulundurmanızı rica ederim... Neyse; Bakın ben size "Bir eylemin için provakatörlerin girip, sabote etmesi"ni söylemiyorum. Bizzat PKK sempatizanlarının, insanların ilgisini çekecek eylemleri sinsice düzenleyip, Eylem gerçekleştiği anda, olayı birden PKK Eylemine dönüştürmelerinden söz ediyorum... 1 Mayıs'ta da aynısı olacak diye çekiniyorum açıkçası. Daha önce farklı birşey yaşanmadı çünkü... Ama umarım yanlıyorum... Hele hele şu "Kürt sorunu silahla çözülemez; PKK'nın yöntemini desteklemiyorum" sözünüze de bayılıyorum. Haydi tamam, PKK'nın yöntemini desteklemiyorsunuz; Ya söylemlerini, savunularını? Söylemleriniz aynı be biladerim! Sen aynı söylemlere dayanarak burada yazışıyorsun; Onlar aynı söylemlere dayanarak kan döküyor! Ben bunu söylüyorum: AKP'yi desteklemeyen bir taikat mensubu ne ise, Seninki de bundan çok farklı görünmüyor. Farklı ve yeni bir söylem geliştirmediğiniz sürece, PKK'nın arka bahçesi konumundasınız. Yani "PKK'nın yöntemini desteklemiyorum" söylemi o kadar havada kalan bir söylem ki; Bunu sadece bizi burada hoşnut etmek ya da ortamı germemek için de pek ala söylüyor olabilirsiniz Ve bu size birşey kaybettirmez. İki kişi düşünün; Aynı şeyleri söylüyorlar ve savunuyorlar. Bir tanesi ekstradan, söylediğini kabul ettirmek için karşısındakini dövüyor! Öteki de diyor ki; "Aa ben onun yöntemini desteklemiyorum!" Ee ama sen onun arka bahçesisin! O ne olacak! İyi Polis-Kötü Polis oyunu vardır hani. Kişiyi sorguya çekerken iki polisinde tek bir amacı vardır; Kişiyi konuşturmak. Biri Kötü Polis olup, kişiyi konuşturmak için döver, Ötekisi İyi Polis olup, kişiyi konuşmaya ikna eder: "Bak onun yaptığını desteklemiyorum! ama..." der... "Konuşmalısın!" O yüzden kusura bakmayın, PKK'nın yöntemini desteklemediğinizi söylemeniz, PKK'nın söylemlerinden ve savunularından farklı ve daha çağdaş, gelişmiş bir söylem ve savunu geliştirmediğiniz sürece Benim için bir anlam ifade etmiyor...
  12. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Tebrikler Palaman; Birkaç gündür benim açmak isteyip de açmaya fırsat bulamadığım başlığı açmışsın... Gerçi belki bakış açımız farklı olabilir; Ama olsun... Konuyu bir irdeleyelim... Mustafa Kemal, bugün kimi kesimlerim cımbızlayıp alarak kullandıkları "Ne mutlu Türk'üm diyene!" ve "Damarlardaki asil kan..." tümceleri var... Hani dini konularda hep karşılaşırız ya: Bir sözü cımbızlayarak alırsınız, Ve ona istediğiniz anlamı, bire bin katarak yüklersiniz... Bu çerçevede Atatürk'ü Irkçı da yaparsınız, Faşistte... Ama bakalım gerçekte nedir, ne değildir... Sene 15-20 Ekim 1927... Mustafa Kemal Atatürk, CHP'nin ikinci kongresinden sesleniyor Ve Ulusa hesap vermek özelliğinde olan nutkunu okuyor... İşin aslı, Nutuk, gerçekten de bir önderin çıkıp da halka hesap verdiğini örnekleyen Benim bildiğim tek belgedir. Bir "Anı" kitabından daha da öte bir özellikte, Belgelerle desteklenmiş bir "Kanıt" içeriğindedir... "Diktatör" olarak nitelenmeye çalışılan bir önder, Ulusunun karşısına çıkıyor Ve değil bir diktatörün, bir sıradan önderin bile yapmayacağı biçimde Yaptıklarının hesabını veriyor! Ha ama neden böyle bir hesap verme işine girişiyor? 1925te Şeyh Sait İsyanı ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın sancılarını sürülüyor henüz; 1926da da İzmir Suikasti ve İttihat ve Terakkicilerin tasfiyesi süreci yaşanıyor. "Şeyh Sait İsyanı olmasaydı, belki de Mustafa Kemal, İttihatçılar tarafından düşürülecekti" der Feroz Ahmad... 1925te Şeyh Sait ayaklanmasının yarattığı ortam ve başarı ile bastırılması, İttihatçıların amaçlarına tuz-biber eker. Hepsi değil gerçi ama bazıları 1926da Mustafa Kemal'e, bugün bile hala tartışılan suikastı düzenlerler. Mustafa Kemal için çok önemli bir fırsattır ve devlet içerisinde kümelenmeye başlayan İttihatçıların tasfiyesi için ortam yaratır bu olay. Şimdi bazıları "Gördünüz mü bakın, Mustafa Kemal o kadar da demokratik değilmiş!" diyecektir... Tasfiye edilen kadronun, zaten nefret ettikleri İttihatçılar olduğunu hatırlatayım! Bu konuda da Mustafa Kemal'i ne İsa'ya ne Musa'ya yaranamaz duruma sokmaya çalışmayın! 1927 senesine gelindiğinde, her ne kadar Mustafa Kemal güçlü de olsa İktidarı konusunda elbette ki muhalifler bulunmaktadır. Ve bunlar, İzmir Davasından yargılanıp, siyasetten ve memurluktan men edilen kesimdir. İşte Mustafa Kemal, bu kesimin söylemleri altında kalmamak için Nutku okumuştur... Çıkmış ve topluma hesap vermiştir. Bu ruhu taşır... Nutkun sonunda Gençlere seslenir ve "Türk Gençliği" diyerek başladığı metinde hiçbir Irkçı söyleme yer vermez... Sonunda da "Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!" der... Ve hiçbir ırkçı söylemin yer almadığı Nutuk'taki tek bu sözcüğe dayanan ileri derecede zeki olan caanım yurttaşlarım Atatürk'ü "Irkçı" ilan ediverirler! Fakat aynı caanım arkadaşlarım, bu ifadeyi belki en doğru biçimde anlayarak kendi yazı dizisinde de benzer bir ifade ile kullanan Hırant Dink'e, Aynı imajı yükleyemezler! Yüklemezler! İşlerine gelmez ve hatta o söylemin, Mustafa Kemal'in söylemi ile ne kadar benzer olduğunu da sorgulayamazlar... Hatta ve hatta eminim ki, Hırant Dink'in o yazı dizisini bile okumuş olmaktan acizdirler... Hırant Dink, hiçbir ırkçı söylem barındırmayan yazı dizisinde, Ermeni Diasporası'nın Türk Karşıtlığını, "Ermeni Diasporasının kanındaki zehir" olarak tanımlar... Ve bu "Türk Karşıtlığı" ile dolmuş zehirli kanın akıtılıp, Yani "Türkten boşalacak o zehirli kan"ın yerini "Türk Düşmalığından arınmış asil bir kan" dolduracaktır... Bu tümceleri yüzünden dava edildi Hrant Dink... Bana kalırsa, Mustafa Kemal'in ifadesini en sağlam kavrayabilenlerden birisi olarak dile getirmiştir bu tümceyi... Türkiye'de Türklüğün "Bütünlük Bilinci" karşısında, Ermenistan'da Ermenilerin, Türk Düşmanlığından sıyrılmış bir "Bütünlük Bilinci"ni yaşatmasını öngörüyordu... Çok benzer birşey aslında... Hrant Dink'in bu ifadelerine bakarak, haklı olarak "Irkçı" diyemeyen insanların, Çıkıp da aynı anlamdaki ifadesine bakarak Mustafa Kemal'e "Irkçı" demeleri, Zaten ne kadar samimi ve dürüst olduklarının göstergesidir. Şu var ki; Atatürk'ü eleştirmek kaygısında olan hiç kimsenin Ne "Nutuk"a ve ne de "Medeni Bilgiler Kitabı"na dokunmaya cesaret edebildiklerini görmedim... Bu cesaretsizler karşısında, tabii ki tarihi de, bakış açısını da onlardan öğrenen caanım alternatif gençliğim Neyi neye göre eleştirdiklerini bilmeden yaşıyabiliyorlar... Örneğini gördük ya hani: 24 Nisan 1915'te Techirin başladığına inanan caanım eğitimli kardeşlerim gibi! 1927 yılında Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk'u okudu... O sıralarda İtalya'da, 1922den beri Mussolini iktidardaydı. Kurmuş olduğu Faşist Parti ile hem de... 1933te ise Adolf Hitler, Almanya'da başa geçecekti... 1930 yılı gazetelerine baktığınız, çok ilginç bir şey olarak şunu görürsünüz: Faşizm, kimi haberlerde, bugün tanıyabildiğimiz kadarı ile henüz tanınmayan, İtalya tarafından propagandası iyi yapılan, İtalya'da dönem dönem gelişmelere imza atan, Ve bu yüzden "Herhalde iyi bir yönetim tarzı" olarak ifade edilen bir yapı biçimindedir. Yani Türkiye'de Faşizm henüz yeterince tanınmıyor; Ve henüz yeni bir sistem olarak, "Belki de iyi bir sistemdir!" yargısı oluşmaya başlıyor... Bu sıralarda da Almanya'da Hitler, Mussolini'nin 1922deki hareketinden ve Faşizminden etkilenmiş durumda; Almanya'da Irkçılık ve Faşizm yükseliyor... Dolayısı ile Avrupa'da böyle bir yükseliş var; Ki Türkiye'de de kendisini belli ölçülerde buluyor... Fakat 1931de, bugün kimi kesimlerce "Faşist" ve "Irkçı" olarak nitelenecek olan adam, Bir şey yapyıor... Faşizmin ve Irkçılığın, Avrupa'da ve hatta kimi çevrelerce Türkiye'de yükseldiği dönemde, "Yurttaş İçin Medeni Bilgiler Kitabı"nı Afetinan'a yazdırıyor... Kimi bölümlerini de kendisi yazıyor... Ve her okulda ve mümkün olduğu mertebede her yerde vatandaşa okutulması yönünde emir veriliyor. Bu kitapta: Faşizm'in ve Irkçılığı yükseldiği dönemde; Faşizm'in ve Irkçılığın ne kadar tutarsız olduğunu, Demokrasinin benimsenmesinin ise çok daha gerekli olduğu işleniyor... Topluma, siyasaya ve hatta yönetime dair kavramlar, tanımlar işleniyor... Anlamları irdeleniyor... Halka öğretilmek isteniyor... Neden? Çünkü Avrupa'da yükselen eğilimlere halk kapılmasın diye... Faşizmin ve Irkçılığın yükseldiği dönemde, 1931 yılında yapılıyor... Ve bu kitapta "Ulus Bilinci" işleniyor. Ortak Değerler işleniyor. Elbette ki 1930ların algı düzeyi ile... Elbette ki bugüne göre eksik tanımlamalar kesinlikle var: Ne de olsa biz 80 yıl kadar ilerideyiz. Bugünden bakarak, bugüne oranla yargılamak, sanırım biraz vicdansızlık oluyor değil mi? Yani "Mustafa Kemal neden dün akşam Kanal D'yi seyretmedi" demek gibi birşey yani... Fakat şu var: Irkçılık ya da Faşizanlık yapmıyor. Hatta Irkçı ve Faşist önderlerin aksine, Halka kavramları ve siyasal sistemleri tanıtarak bilinçlendiriyor... Ulus Bilinci'nin artık kavranıldığını düşünüyor... Yani Türklüğün, bir Etnik tanımlamadan ziyade, Vatandaşlık Bağını adlandırdığının farkında; Farkında olan tüm diğer yurdum çağdaş kitleleri gibi... Etniğinde Çerkezsin, Lazsın, Kürtsün, Türkmensin... Fakat Ulusal Kimliğin: Türklük... Vatandaşlık bağın bu çünkü... Kan bağını ya da Aşiretini tanımlamıyor... Boy, Klan, Budun'nunu tanımlamıyor... Sadece toplumsal bağını tanımlıyor... 1931'de Medeni Bilgiler Kitabı'nda bunu böylelikle anlatıyor... Ve bu algıya paralel olarak 1933 yılında "10ncu Yıl Nutku"nu okuyor. "Ne Mutlu Türküm Diyene" ile tamamlıyor... Türk ırkından gelmeni kastetmiyor. Türkmen olmanı kastetmiyor. Boy'unu, Budun'unu, Klan'ını, Aşiret'ini, Soyunu sopunu, yedi ceddini kastetmiyor. Zaten Anadolu'da herkesin Türkmen olmadığının, Orta Asya'daki Türk ırkından gelmediğinin farkında. Tarihsel bir ad ataması yapılıyor. Zaten kabul edilmiş bir adın tanımlaması yapılıyor. Ve bugün çok şey bilen cımbızlayıcılarımız; Mustafa Kemal'i de cımbızlayarak "Faşist" ve "Irkçı" ilan ediyorlar... Helal olsun diyor Ve engin bilgilerinin devamını diliyoruz... Tabii ki "Nutuk" ve "Medeni Bilgiler"i, o dönemin gerçekliklerini ve gerekliliklerini göz önünde bulundurarak okumalarının ardından!
  13. Daha bugün, 1 Mayıs'ın kutlanması ile ilgili bir afiş geldi elime. İzmir Meslek Yüksekokulu bahçesinde otururken... Aynen şu ibare yazıyor: "Newroz coşkusunu, 1 Mayıs ile birleştiriyoruz!" gibi bir ifade... Afiş; Kırmızı, Sarı ve Yeşil renklere bezenmiş... Yazılar, fon ve ifadeler hep bu renklerle... Geçen dönemde de "Paralı Eğitim"in protesto edildiği bir gösteri yine böyle başlamıştı: Hepimiz parasız eğitimden yanayız, fakat eylam önce parasız eğitim sloganları ile başladı, Ardından da "Gençlik Apo'nun Fedaisidir" sloganları ile yoğunlaştı... Daha sonra yüzüne poşu bağlamış kimselerin önderliğinde, Parasız Eğitim eylemi, oldu mu sizlere PKK eylemi! Yine Memurlar ve Öğretmenler ile ilgili eylemde de aynısı oldu Konak'ta. Her eylemde, her kutlamada, herşeyden bu oluyor... Bu yapılıyor... AKP'nin siyasetini protesto edecekler örneğin; Her tarafta afişler, posterler... Ee bizde bakıyor, hakikatende bizimle aynı duygular... Ee haydi gidelim diyoruz... Bir gidiyoruz; afişte yazılmayan şeyler var: Nedir? "Gençlik Apo'nun Fedaisidir" sloganları arasında kalıyoruz! Meğer amaç başka! Benim gibi bir adam, oldu mu iki saniyede Apo'nun fedaisi! İnsanın nefreti geliyor gerçektende... Hani bak şöyle düşün: Etrafa afişler döşeniyor, insan hakları ile ilgili bir eylem yapılacağına dair. Sende seve seve gidiyorsun Biji... Ama bir bakıyorsun ki eylemi düzenleyenler Naziler! Aralarına girmiş bulunuyorsun. Slogan atmaman sorun değil; Bir süre için kalabalıksın sen orada sonuçta... Kullanılıyorsun... Siz Memurların haklarını savunmak için alana çıkıyorsunuz; Bir bakmışsınız PKK sloganları atılıyor üzerinizden... Siz eşit ve parasız eğitim hakkı için meydana çıkıyorsunuz; Bir bakmışsınız PKK'lılar ile el ele buluvermişsiniz kendinizi... Siz 1 Mayıs için alanlara koşuyorsunuz; Bir bakmışsınız, sizden nefret eden PKK cankuş, sizi kullanıveriyor, kendi sloganlarında çoğunluğu sağlamak için... Üniversite yıllarımda da gördüğüm, tipik Kürtçülük mantığı... Sürü psikolojisi... Gelde çık işin içinden Biji... Bakın 1 Mayıs ile ilgili o Kürtçe sloganın kaldırılmasına bende karşıyım elbette... Yazılsın, zararı yok... Çerkezce, Rumca, İngilizce, Lazca, Arapça da yazılsın; yazılmalı... Fakat İzmirli bu gibi eylemlerde deneyimlidir... Gelin 1 Mayıs'a birlikte gidelim o gün; 1 Mayıs derdinde olanlar, PKK sloganlarına nasıl alet edilip, nasıl sömürülüyorlar kendi gözlerinizle görün. Ben her 1 Mayıs'ta görüyorum; Sende gel gör, zararı çıkmaz... İzmir Polisi ihtiyatlı davranıyor; Çünkü yıllardır bu olaylar yaşanıyor İzmir'de... Sırf bu sömürü yüzünden artık insanlar ne 1 Mayıs'a katılmaya heves ediyorlar, Ne de diğer eylemlere... Sırf PKK bu türlü provakatif eylemler yapıyor ve kendilerine mal ediyor diye... Evet canım kardeşim, bizim derdimiz PKK ile; Kürtler ya da Kürtçe ile değil... Azıcık da olayların içinden, olayları bir sorgulayın isterseniz... Ve siz böyle bir durumda nasıl davranırdınız? Ya hu 1 Mayıs ile Nevruz'un ne alakası var? Bir afiş hazırlanmış ki görmelisiniz; PKK'nın orjinal bayrağı yanında halt etmiş... Sonra da Biji bana çıkıp: "Sizin derdiniz hani PKK ile idi?" diyor... Ee hani canım kardeşim PKK sizi temsil etmiyordu? Hani PKK'nın şiddete dayalı eylemlerine karşıydınız? Neden hala sizi temsil ediyor eylemlerde ve alanlarda? Hı? Neden hala onları sorgulamayıp, prim veriyorsunuz? Neden hala arkalarındasınız Biji? Bunu siz yapıyorsunuz ya hu; Sizin arkalarında olduğunuz, sorgulamadığınız insanlar yapıyor!
  14. Birisinin gerçek yüzünü görmek istiyorsanız; Eline güç ve yetki veriniz...
  15. Sevgili Biji... Daha önceden söylediklerimi birazcık olsun okumuş olsaydınız; Bu konudaki düşüncelerimi de biliyor olurdunuz. Türkiye'de "Türklük" dediğimiz şey bir "Ulus Kimlik"tir. Ancak elbette ki kimse Etnik Kökenini seçmek durumunda olmadığı gibi, Doğmuş bulunduğu etnik kökenden dolayı yargılanamaz... Hatta herhangi bir etnik köken de aşağılanmanın nedeni sayılamaz... Bu açıdan elbette ki herhangi bir etnik kökenin aşağılanması karşısında çeşitli yaptırımlar uygulanmalı Ve kimsenin etnik kökeni, diğerinden aşağı görülmemelidir. Dini tercihler de böyle elbette... Dini ve Etnik Kökenlerin kimlikleştirilmesine karşıyım kesinlikle; Fakat insanların dini tercihlerinin ya da etnik kökenlerinin aşağılanmasına karşıyım: Bu gibi eğilimlere bir yaptırım uygulanmalıdır... Daha farklı tümceler ile de ifade edebilirim isterseniz bunu... Yılmaz Özdil eleştirilemez değildir. Burada bir iki yazısını alıntıladık diye hemen pirimiz ilan ettiniz Fakat bunu ön yargılarınıza veriyorum elbette... Yılmaz Özdil elbette ki o ifadesi çerçevesinde bir yaptırıma uğratılabilir Ya da uğratılmalıdır... Fakat benim irdelediğim bu değil; Benim irdelediğim şey, Sizin, Osman Baydemir'i bir kere bile eleştirmemiş birisi olarak Yılmaz Özdil'i eleştirme hakkına sahip olmadığınızdır... Osman Baydemir'i yani sizi ifade edenleri önce bir eleştirin; Sonra diğerlerini eleştirebilmek hakkınız doğsun... Değil mi yani!?
  16. Dikkat ettiniz mi; Herkes haklı! Her birimiz haksız! Komik yaaa: Diğerini anlamamakta kasan kim aramızda? Ve ben niye bu kadar çok eğleniyorum! Birilerimiz oyunbozan...
  17. Dominik; "Kültür/Ekin" dediğimiz şey dinamiktir. Değişir ve değişmek doğasında vardır. Belki insan ürünüdür fakat birey olarak insana değil, topluma bağlıdır. Ancak kötü bir huyu vardır: Kendisini üreten "Etken" insanlar karşısında, bu açıdan "Edilgen" iken; Zamanla insanlar "O kültürün parçası olmak" eğilimi gösterirler Ve böylelikle insanlar "Edilgen", kültür ise "Etken" konuma geçer... Yani insanı biçimlendirmeye başlar. Boyunduruğuna alır. Köreltir. Özgürlüklerini alır ve o insanlar "hayır, bu bizim kültürümüz" demek gibi bir saplantıya kapılırlar. Oysa ki o "Kültür" dedikleri şey, Çoktan bir statüko, Çoktan bir kalıp halini almış olur. İlkel Kültür ile Modern Kültür arasındaki fark da buradadır işte. Hatta yeni yeni Post-Modern Kültür diye birşey çıkıyor ki evlere şenlik. Dolayısı ile İlkel Kültürü korumak demek, Kültür'ün doğasına aykırı hareket etmek demektir. Kültür: Dışarıya kapanarak; Kan davalarını makul gören anlayışı dikte eden Aşiret Kültürünü yaşatarak; Berdelleri, Leviratları yanlış olarak tanımlayabilecek vicdanları körelten Aşiret Kültürünü yaşatarak; Sürü Psikolojisinden kurtulamayan ve gün be gün kompleks içersinde paranoyak bir bilinç geliştiren bir halkı, bu kafa yapısına hapsederek korunmaz. Kaldı ki "Kültürü Korumak" diye bir şey de yoktur yer yüzünde. Hiçbir kimse ya da toplum değil başkasının Kendi kültürünü bile koruyamaz. Çünkü kültürlerin korunmaya ihtiyaçları yoktur; Gelişime, etkileşime, değişime ihtiyaçları vardır. "Kültürü Korumak" önermesi, şu soruyu getirir: "Kimden?" Kimden koruyacaksınız kültürü? Kendisi gibi başka bir Kültürden mi? Yoksa siyasi otoriteden mi? Gidin bir sorun bakalım, hangi aklı başında gerçek bir Sosyolog, bir kültürün korunabileceği ile ilgili etken bir bilinç geliştirmiştir. Ve bunu bilimsel bir çerçeveye oturtmuştur? Hangi kültürü, hangi kültürden neye göre koruyacaksın? Böyle saçma, bu kadar tutarsız bir tümce, bir ifade, bir sav olabilir mi ya hu? Ya da siyasi otoriteden mi koruyacaksın? Hangi açıdan? Örneğin o kültürün bir parçası olan Töre'yi ve Töre Cinayetlerini yasaklamasının mı önüne geçeceksiniz? Kan Davalarının önüne geçmesini ve modern hukuku işletmesini mi engelleyeceksiniz? Ama Ağrı Dağı isyanlarında, Bilge Köyü katliamında vs. sırf kan davası büyümesin diye devletten medet umdunuz? Aranızda halledemediğiniz zaman valilere, kaymakamlara koştunuz kan davaları için? Başlık parasını, berdel'i, levirat'ı engellemesinin mi önüne geçeceksiniz siyasi otoritenin? Neyi neyden koruyacaksın kardeşim? Bir kültürün en büyük düşmanı; O kültürün birşeylerden korunabileceğini savunan Yeterince bilgisiz kesimlerdir. Bunu da hiç unutmayın... Bir Kültür, değişime ne kadar kapalı ise; Yani ne kadar korursanız, Yok olmaya da o kadar mahkumdur. Neanderthal'lerden tutun Modern İnsanların yarattıkları kültürlerin kaybolanlarının hepsi Diğer kültürler ile etkileşime geçemedikleri, gelişemedikleri; Değişen dünyada kendileri uyum sağlayamadıkları için yok olmuşlardır. Kürt Kültürü'de buna çok güzel bir örnektir. Jan bilir; Kürt Kültürü eğer bugün varsa, Bunu, Osmanlı Devleti'nin siyasi olarak Kürt Aşiretlerinin varlıklarını korumasına borçludur. Güçlü ya da değişime açık olmasına falan değil. Eğer açık bir kültür olsaydı; Kürtlerin kendi aralarında bir dil ve kültür birliği, Bir ortak zihin olurdu. Bu yoktur. Hoşunuza gitmese de; Ağlasanız da; Sızlasanız da; Yoktur... Ben size kendi öz kültürünü koruyabilmiş topluluklara örnek vereyim: Afrikalı Yamyamlar ve Kürtler. Aralarında çok fark yoktur. Birisi helikoptere taş atıyor; Öteki de göbeğinde yaşadığı "Ulusallığı" anlamlandıramıyor. Bakın Anadolu'da var olan ve Kürtçü İdealist arkadaşların "asimile" olmakla itham ettikleri diğer Etnik-Unsurlara... Kim ne ile itham eder ise etsin; Bu itham, modern toplumlara uyum sağlayamayan kitlelerin Komplekslerinin dışa vurumundan başka birşey değildir. Bahanedir. Değişime kapalılığın, sığlığın bahanesidir. Türkmen Kültürü'nü istediğiniz kadar düşman belleyebilirsiniz. Türkmen Kültürü bugün hala çok güçlü bir biçimde yaşıyor Ve Anadolu'nun yerli halklarının kültürlerinden bile daha güçlü ise Bunun nedeni, hiç boşuna yorulmayın, siyaset değil; O kültürün göçebe ve bu sayede değişime açık olmasındandır. Göçebe bir kültürün kapalı olması olanaksızdır. Gittiği yerden etkilenir ve etkiler. Aldıklarına kendinden birşey katar ve diğer kültürler üzerinde etken bir rol oynar. Su gibidir; sürekli akar; akacak yol bulur. Yerleşik Kültür de varlığını sürdürmek bakımından görece güçlüdür. Fakat bu güçlülük, bir kayanın güçlülüğü gibidir. Eninde sonunda kırılır. Su gibi olan kültürler eninde sonunda onu eritir. Kürtlerin kültürü de böyledir. Ve kim burada ne kadar Halk Sevicilik ya da Kürtçülük yaparsa yapsın; Emin olun ki burada Kürtlerin ve onların kültürlerinin var kalması çapında en tutarlı şeyleri söylüyorum. Kürt Kültürü'nün de var kalması gerekiyor. Fakat uyum sağlayarak. Gelişerek. Değişerek. Siz, o insanlara, Kürtlere ne kadar kötülük yaptığınızın farkında değilsiniz. Bir taneniz bile çıkıp da ne Kan Davasını eleştirebiliyorsunuz, Ne Berdel ya da Levirat veya çok eşlilik gibi kültür öğelerini. Bunu sırf işi romantize etmekten ötürü yapamıyorsunuz. Arkadaşım çıkıyor burada Sosyalizm naraları atıyor. Fakat o bile Feodalizm'i eleştirmek yerine, Feodalizm denen illetin bile modernizme ayak uydurabileceğini savunyuyor. Ki buna artık pes diyorum yani. Uzun zamandır bu konulara etken biçimde kafa yoruyorum; Ve uzun zamandır kendimi Sosyalist olarak nitelendiriyorum; Fakat ilk defa böyle insanı aşan, bilimi aşan, gerçeklikleri aşan bir yorum ile karşılaşıyorum. Helal olsun diyorum; Daha ne diyeyim. Fakat benim beklentim her zamanki gibi şudur: Bana hala konu ile ilgisi olmayan ve yapıcılıktan uzak, yukarıdaki alıntınızdaki gibi bir ifade ile gelmeyin. Bana bilgi verin. Azıcık tutarlı bilgi verin de; Şuraya ayırdığım 15-20 dakikalık süre bana biraz yararlı olsun e mi? İstediğiniz kadar sindiremeyin. İstediğiniz kadar da kızın. Zerre umrumda değil. Kürtlerin sürdürmeye çabaladıkları kültür örüntüsü, Buram buram ilkel öğeler taşımaktadır. Bucak bucak uyumsuzluk barındırmaktadır. Bunu aşmaları gerekmektedir. Uluslaşabilmek için öncülerinin bile tek yapabildikleri şey "Türk Düşmanlığı"nı beslemekten fazlası değildir. Kendileri bile kendi kültürlerinin yaşatılabilmesi için etken bir idea ortaya koyamamaktadırlar. Halkın benimseyebileceği, içselleştirebileceği bir yol, bir çare bulamamaktadırlar. Çünkü onlar bile o kafa yapısını aşamamaktadırlar. Kürtlerin güya bütünlük bilinci taşımaları için yapabildikleri tek şey; Türk Düşmanlığı yaratmaktan fazlası değildir. Aynen Hırant Dink'in Ermeni Konusundaki tespitleri ile yüzde yüz örtüşmektedir. Diaspora Ermenileri de bir bütünlük yaratabilmek için Türk Düşmanlığına ve Soykırım Masalı'na sığınmaktadırlar. Ne büyük adammış Hırant Dink. Ne güzel tespitmiş bu oysa... Ermenilerin gerçekten bir arada kalabilmeleri için bu kafanın değişmesini öngörmüştü. Aynını Kürtlere de söylemek lazım aslında. Ya hu sizin var kalabilmeniz için Türk Düşmanlığına değil, Kültürünüzü geliştirmeye gereksiniminiz var. Hiç boşuna çıkıp da "Devlet izin vermiyor" naraları atmayın. Osmanlı sizi 500 yıl korudu da ne oldu? Ne kadar sahip çıktınız da geliştirdiniz? Ya bir Kürt olarak kültürünüzü eleştirip, güdüklüklerini, gedikliklerini giderecek ve modernize edeceksiniz; Ya da köhnemiş diğer kültürler arasında eriyip gideceksiniz ve modernize olan her kültür ile aranızdaki fark daha da artacak. Çökeceksiniz. Ben bu forumda bir tane daha Kürt arkadaşımı görmedim ki Çıkıp da "Evet kardeşim, bizim kültürümüzün temeli feodalizmden/aşiretlikten gelir ve şu şu öğeleri hakikaten yanlıştır!" diyebilsin. Diyebilin kardeşim. Değişebilin ya hu. Azıcık rahatsızlık duyun şu geri kalmışlıktan, lütfen. Kendi halkınıza zarar veriyorsunuz; Bizim halkımıza zarar veriyorsunuz... Kürtçülük yapacağım derken hakkınız yok buna... Hele hele Dominik şu "Feodal yapıya sahip olmakla suçlamak" lafın çok sempatik geldi doğrusu. "Kürtler feodal yapı ile yaşarlar" demek suçlamak değildir; Çünkü hakikaten de öyle yaşarlar Hayır desem ki "Kürtler burjuvazi ile yaşarlar" diye birşey; O zaman çık ve "Bu bir suçlamadır" de... O zaman amenna... Ama böyle yaptın mı olmuyor işte; İğreti duruyor be arkadaşım! Azıcık konuya hakim olun da gelin lütfen...
  18. Jan'ım kardeşim, Feodalizm öyle bir etki eder ki gelişime; Hem de iliklerine kadar... Ha sen bunu görmek istemiyorsan, o ayrı tabii ki... Feodalizm ya da Kürtlerdeki Aşiret Kültürü, bireysel eylemlerde bile kendisini gösteren temel bir toplumsal yapıdır. Bundan ayrı olarak tanımlayamazsınız. Kürtlerin modern hukuka uyum sağlamalarının önündeki en büyük engel de budur. Bakın "Aile" olarak hareket etmezler; "Aşiret" bilinci ile hareket ederler... Aşiret/Feodali yapının hukuk kuralları Töre'dir. Ve suç dediğimiz eylem, bu kültürde kesinlikle bireysel değildir. Yani birisi bir suç işlediğinde; Bu, birisinin birisine karşı işlediği suç olarak algılanmaz. Bir aşiretin, diğerine karşı işlediği suç olarak tanımlanır. Dolayısı ile Modern Hukuk Kuralları yerine Töre/Aşiret Hukuk Kuralları işler. Kan Davaları'ndan tutun da Burun Kesilmesi'ne kadar her türlü uygulamanın temelinde bu vardır. Örneğin "Burun Kesme"yi bireysel bir eylem olarak tanımlayamazsınız. Çünkü "Burun Kesme" öğrenilmiş bir Töresel ve öğrenilmiş eylemdir. Bunu yapabilmeniz için, örneğin karınız sizi aldatmış ise Töre'nin sizin için yeterli olduğunun benimsetilmiş Ve bu eylemin size öğretilmiş olması gerekir. Ki bu da Toplumsal bir olaydır; Ali'nin gidip de Ayşe'nin burnunu kesmesi olayından çok daha fazladır. Ki bugün bile hala bu hukuk işlemektedir. Kan davaları da hala sürmektedir bal gibi. Şimdi bu hukuk kurallarının işlemesini istemiyorsan; Feodalizmi kaldıracaksın kardeşim. Çünkü bunlar, Feodalizm/Aşiretlerin hukuk kuralları... Dünyadaki örnekler o kadar çok ilgilendirmiyor bizi; Dediğim gibi Afrika'daki küçük bir kabileye bakıp, Türkiye'deki Kürt Sorununu çözmeye çalışmak, Akdeniz'den hafif gemilerle savaşmaya alışmış Osmanlı'nın Hint Denizi'nde de böyle başarılı olabileceği komedisine benzer kardeşim benim. Evlilik Hukuku da öyledir. Medeni Hukuk'a uyum sağlayamayanlar, Ya Dini Nikah kıyarlar Ya da törenin belirlediği gibi evlenirler. Kürtler hala Berdel, Levirat, Başlık Parası gibi eğilimleri sürdürmektedirler. Ha siz şimdi Samsun'da kızını Öküz ile değişik eden kişiyi örnek vermişsiniz. Bakın ben size kendi çevremden ve araştırmamdan örnek vereyim. Samsun'da, Kürtlerin "Berdel" dediklerine "Değişik Yapmak" denir. Ve köylerde gerçekleştirilir ağrılıklı olarak. Kadın-Erkek iki kardeş, yine Erkek-Kadın iki kardeş ile evlendirilir. Fakat bu bir "Töre Hukuku" olmaktan uzaktır. Çünkü bunun tanımını, o aileler veya örnekleri büyük şehire taşındıklarında O kültürden ne kadar kopup kopamadıkları ile ilgili durumlardan ortaya koyabilirsiniz. Daha hafta sonunda: Samsun'dan Bursa'ya taşınmış; Babasının ve kendi evliliği "Değişik" türü evlenme ile gerçekleşmiş kişiler ile konuştum. Tesadüf bu ya; konumuza denk geldi. Adamın dediği aynen şudur: "Babam da böyle evlenmiş, bende öyle evlendim. Hadi mutluyuz ama burada deseler ki benim kızı böyle evlendir diye, evlendirmem. Ayıplarlar, kınarlar. O iş Samsun'da kaldı. Burada öyle yaşanmaz, büyük şehir burası. Aslında orda da yapmamak lazım artık." Büyükşehire 2 yıldır yerleşmiş bir Kürt ailesinden bunları duyamazsınız. O uyumu göremezsiniz. Töre'yi koyarlar önünüze. İşte Samsun'lu bir aile için bu büyükşehirde bireysel bir eylem; Aynı büyükşehirde Kürt ailesi için aşiret kültürü ile açıklanabilir. Bilge Köyü katliamında ailelerin göç etmelerinin nedeni hala kan davasıdır... DTP'nin kapatılmasını protesto edenlere ateş açan kişinin ailesinin sürülmesinin nedeni Kan davasıdır... Ahmet Türk'e yapılan saldırı sonunda Aşiretinin Ankara'ya akmasının neden aşiret kültürüdür... Ağrı Dağı isyanlarının nedeni de, sonucunda ailelerin sürülmesinin nedeni de kan davasının önüne geçilmesidir... Daha size onlarca örnek verebilirim. Siz de bir sosyalist olarak Feodalizmi savunmanın tek örneği olmakla övünebilirsiniz... Şimdi azıcık işim var; Mazur görün... Yoksa iletimi bu kadar kısa bırakmazdım... Saygılar...
  19. Feodalizm, Sosyalizme... İlkel Kültür, Çağdaşlığa ve modernizme... 25 yıllık silahlı-siyasal çözümsüzlük, çözüme... Örnek olamaz... Daha dün, 25 yaşlarında, elinde bebeği olan ve burnu kesilmiş bir Kürt kızı gördüm. 50 Yaşında olsa, derdim ki: "Gençken olmuştur bu olay, aradan 25 yıl geçmiş, şimdi o kültür terkedilme sürecinde olabilir..." Belli ki yakın zamanda, 2-5 sene zarfında olmuş. Ve bunu yapabilmek için öyle bir kültürün size öğretilmesi gerekiyor... Ve bu, çok sık rastladığımız örneklerden sadece bir tanesi... Gel de bu kültürü, çağdaşlığa ve örgürlükçülüğe örnek göster... Gelin de örnek alalım! Gelinde romantize edip, Halk Sevicilik yapalım!
  20. Ben de bu ülkenin bir vatandaşı olarak, Örnek yurdumdaki, örnek tüm Halk Sevicilere ve Halk Seviciliğine teşekkür ediyorum... Bütün dünya halkları, Devrim'e ve çağdaşlığa yoldaşlık etmek çabasındayken; Hala Orta Çağ Feodal kültürünü yaşatmaya çalışan ilkel kafa yapısını, Hala değişime ve eytişime kapalı kültür güdüklüğünü, Hala Dünyada, egemenliği eline almak yerine, Feodalizm'i ve ağasını korumak için canını verebilmenin tek örneğini oluşturan sürü psikolojisini, "Kimliği Korumak" olarak tanımlayabilip, Şu yolculuk esnasında beni gülümsetebildikleri için teşekkür ediyorum... Hatta ve hatta İttihatçılığın, Osmanlı Devleti'ndeki varlıklarının 1918de; Türkiye Cumhuriyeti'ndeki varlıklarının 1926'da tümden yok edilmesine rağmen; İttihatçılığın, 1933'de Almanya'da iktidara gelişinden sonra Hitler'in örgütlemesi ile ortaya çıkan Nazizm'den etkilendiğini iddia edebilen Üniversite yıllarımda "Kantin Solcusu" olarak tanımladığımız kafa yapısına teşekkürü bir borç bilirim... Sıra arkadaşm vardı, o bu tanmlamada daha acımasızdı: "Ucuz Solculuk" derdi ve dışlardı... Ben o kadar acımasız değilim... Bu arada: İttihatçılık, 1926'da Türkiye'de tasfiye edilmiş Ve önde gelenleri siyasetten, ordudan, memurluktan men edilmişlerdir... Bir yandan "Eşitliği" savunup, Diğer yandan da Etnik ve Dini farklılıkların kimlikleştirilmesini sinsice ya da bilmezce destekleyen kafa yapısına da teşekkürü bir borç bilirim. Herhangi toplumsal ilişkide, tek bir tarafın suçlu tutulamayacağı gerçeğine rağmen; Devlet-Aşiret ortaklığında, yalnızca devleti suçlu bulan, Bu yapıyı ortadan kaldırmak için zamanında Devrim hareketinin gerçekleştirdiği eylemleri haksız ve ön yargı ile mahkum eden kafa yapısında da teşekkür ediyorum... Siz zamanında çıkıp Etnik-Milliyetçi/Irkçı ve Feodal ayaklanmaları bastıracaksınız; Yıllar sonra sözde devrimciler çıkıp Dönem, hükümet, tarih, yer, zaman ayrımı yapmadan Sizi topyekün Feodalizm ile işbirliğiyle suçlayıp, Hümanizm ayaklarına yatacaklar... Onları da ayrıca takdir ediyorum... Fakat asıl: Bir taraftan halk sevicilik yapıp; Feodalizme sıkı sıkıya bağlı, Feodal/Aşiret reislerinin önderliğinde isyanlar, katliamlar yapan kafa yapısını "Devrimci" olarak niteleyip, Kürtler ile ilgili sorunu 85 yıl ile sınırlayabilip, sorunun temeline Mülkiyet ve Çağdaşlaşma sorununu oturtamayan, Tarihsel Materyalizm'i içselleştirebilmiş olması beklenen! ve Sosyalizm'i savunan! Caaanım sözde yoldaşlarıma sonsuz teşekkür ediyorum... Var olun, sağlıcakla kalın... Fakat; İyi ki Sosyalizm'i sizden öğrenmemişiz...
  21. Ahanda Yılmaz Özdil de aynı tepkiler ile karşılaşıyor... "Aynı tepki" dediysem; Hani şu bildiğimiz, eleştirdiğiniz insana birşeyler kattığınız türden tepki değil... Laf olsun diye yargılayıp; Onca şey yazıp, Ama aslında hiçbir şey yazmamış olmaktan söz ediyorum... Birisi bir düşünce sunduğunda; Muhatap erdür kişü, dile getirilen söylemi sindiremeyip Fakat karşılığında bir düşünce, fikir ve yapıcı bir eleştiri de üretemediğinde, Çıkar ve onlarca saydırır giydirir bindirir Ama hiçbir şey söylemez aslında... Hanelerdeki o çok konuşan kadın gibi... Ya şu yazıyı bir okuyun lütfen. Tekrar tekrar okuyun... Yapıcı tek bir ifade var mı? Farkında olmadığımız, işlenmiş tek bir bilgi var mı? Bize katabildiği tek bir farklı bakış açısı var mı? Fakat yazıdaki duyguya bakın: Sanki Everesti yıkıp, yeniden yapacak arkadaş! Hoş olmuş tabi...
  22. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Tabuların olmadığı bir dünya... Hiç de fena olmazdı açıkçası...
  23. Ya hu yeter! Kimsenin, kimsenin etnik kökeninden rahatsız olduğu yok! Yapabiliyorsanız eğer gidip etnik kökeninizi değiştirip Alien bile olabilirsiniz; Zerre kadar umrumda olmaz... İnsanlık dersi veriyorum; Çünkü insanlık dersi verilmesi gerekiyor... Ya hu neresini anlamıyorsunuz; Diyorum ki: Kimsenin etnik kökeni, "İnsan Olmak" değerinden önemli değildir. Bir kimse, insanlar karşısında Etnik Kökeni ile bilinmek istiyorsa; Diğer insanlara da etnik kökenleri ile bakıyor demektir. Diğer insanları da etnik kökenlerine göre sınıflandırıyor, kimliklendiriyor demektir. Bu da bütünüyle ayrımcılık, ötekileştirmecilik, ayrıştırmacılıktır. Karşı çıktığım da budur. İnsan olmak onuru taşıyan hiç kimse; Seçmek gibi bir lükse sahip olmadığı, Öyle doğmuş bulunduğu/doğmak zorunda kaldığı etnik kökenini/ırkını kimlik haline getiremez. Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz ya hu! Bunun yanında, İnsan olmak onuru taşıyan hiç kimse; Hiç kimseyi, doğmak zorunda kaldığı etnik kökeninden dolayı yargılayamaz Ve o kişinin etnik kökenini, o kişiye toplumsal kimlik olarak atayamaz. Çağdaş insan, toplumsal insan; Toplumsallaşma iradesine sahiptir Ve toplumsallaşmasını, seçmek gibi bir iradeye sahip olmadığı ırkına göre yapmaz. Etnisitesine göre yapmaz... Hayvanlar, bizim gibi bir bilince ve toplumsallaşma iradesine sahip olmadıkları için Irklarına göre kimliklendirilirler; O da bizim üretim ilişkilerimiz yüzünden, pragmatik amaçladır... Irklar, Hayvanları üretim metası olarak kullandığımızda; Bitkileri üretim metası olarak kullandığımızda İşimize yararlar. Irkını, Etnik Kökenini kimlik haline getiren kişi; Irkçıdır... Irkçı birisi karşısında elbette ki İnsanlık dersi vereceğim! Irkçı ile Demokratı ayırt edemeyenlere, elbette ki İnsanlık dersi vereceğim! Benim karşıma geçip, Hiç umrumda olmadığı haldei etnik kökenini gözüme sokar gibi, sanki umrumdaymış gibi, kendisini üsteler gibi "Ben Kürtüm", "Ben bilmem neyim" deyip duran kişiden elbette ki rahatsız olacağım! İnsanlar; insanlara "İnsanlık dersi veriyor" diye laf atacağına; Öncelikle gidip "Irkçılık" nedir ve nasıl olur, "Demokrasi" nedir ve nasıl olur bir öğrenmeli... Ondan sonra konuşmalı...
  24. Pardon ama "Hangi Mücadele"den vazgeçmediniz? ve "Kim ya da Kimler" olarak vazgeçmediniz? PKK olarak mı? Ayrıca 17.000 faili meşhulün PKK tarafından işlenmediğinden nasıl bu kadar eminsiniz? Evleriniz, köylerinizi basanın PKK olmadığından nasıl bu kadar eminsiniz? Faili meçhul işleyenlere; ev ve köy basanlara karşı mücadele sürdürmeyi madem bu kadar onur meselesi yapıyorsunuz; Binlerce Kürt'ü katleden, köy ve ev basan PKK'ya karşı neden mücadele sürdürmüyorsunuz? PKK, Kürt olduğu için mi? Kürt'ün Kürt'ü öldürmesini, Kürt Olmayan'ın Kürt'ü öldürmesine bakınca haklı mı buluyorsunuz? Dediğim mantık bu işte: "Bizden midir! Kürt müdür! oluversin; ne de olsa bizdendir!"

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.