Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey
-
Kürt Sorununu Kürtler Yaratmadı....
Olmaz böyle; Siz çıkıp "İki ayrı Ulus-İki ayrı millet" diyeceksiniz; Sonra "Ha ama kardeşiz bir de yani!" diyeceksiniz... Biz de yiyeceğiz... Daha "Türklük" ile "Kürtlük"ün; "Ulus Olmak" ile "Etnik Unsur Olmak"ın arasındaki farkı bilemedikçe Kimseyi kimseye kardeş yapamazsınız. Siz Kürtleri "Ayrı bir Ulus/Millet" olarak tanımlamaya çalıştıkça, öyle kardeşlik falan olmaz ve bekleyemezsiniz de... Önce kurnaca "Bir ayrı Milletiz" deyip ayrıştıracaksınız; Sonra çıkıp kardeşlik sloganları atıp, kardeşçe yaşamak istediğinize inanmamızı bekleyeceksiniz! Göz var nizam var. Dünyanın neresinde görülmüş "Çok Uluslu" devletlerin yaşamda kaldıkları? Haberiniz yok mu? Çok Uluslu devletler, tarih sahnesindeki yerlerini almaya mahkumdurlar. Siz daha Feodalizmden kurtulamamış bir toplumu yapay güdülerle Ulus yapmaya kalktıkça; Hiç merak etmeyin, biz diğer gerçeklerin farkına daha çok varıyoruz... Abicim, bakın: "Kürt olmayanlar, Kürtlerin sorunlarına neden yaklaşmıyorlar" dediğinizde haklı bir yakarıştır bu ve bizim yakarışımız da budur zaten. Kürtler de, Çerkezler de, Araplar da, Çingeneler de, Lazlar da, Türkmenler de bu Ulus'un birer parçasıdırlar Ve birisinin kendi dilini konuşamaması gibi bir sorun varsa, Bu tüm diğer Etnik-Unsurları da ilgilendirir ve ilgilendirmelidir... Fakat bir düşünün: Siz öncelikle, o "Kürt Olmayan" kesimlerin, sizin mağduriyetlerinizi önemsemelerini gerçekleştirmelerini sağlayacak bir bilinçte misiniz? Siz değil misiniz Sayın Biji, zamanında, "Onlar da kendi dillerinin mücadelesini versinler" diyen? Yanlış mı hatırlıyorum! Siz değil misiniz Etnik-Kökenini kimlik olarak üstelemeyip, "Türklük Ulusal Değerini" benimseyenleri "Onlar Asimile olmuşlar, biz kendi varlığımızı koruyoruz!" diyerek küçümseyen? Yanlış mı hatırlıyorum! Kürtçü kesim değil mi Türkiye'de, kendi etnik kökenini, toplumsal ve resmi bir kimlik olarak benimsetmek isteyen? Bunu isteyen başka hangi Etnik unsur var söyler misiniz? Her zaman söylerim; Eğer "Kimlik" olarak tanımlama kaygısında olduğunuz şey Etnik Unsurunuz ise; Irkçısınızdır... Dini kaygılarınız ise; Dincisinizdir... Çünkü kimliğinizi bunlara göre şekillendirir ve diğer insanların kimlik algılarına da bu şekilde yaklaşırsınız. Dolayısı ile bu ülke de onlarca Etnik Unsur olduğu halde Siz değil misiniz habire "Türk-Kürt" ayrımından söz eden? Başbakan göz boyadı; Güya Sanatçı Açılımı yaptı... Hitap ettiği sanatçılar, Türkmen'i, Laz'ı, Kürt'ü, Balkanlısı; Tüm Türkiyedendi... Bakın her etnik unsurdan vardı. Adam 40 yaşında ve bir Kürt... Sanatçı yahu bu adam! Toplumun büyük kesimi seviyor, dinliyor... İzliyor... Yani o Kürtçenin yasaklandığı yıllarda yetişmiş; Buna rağmen yetişmiş ve toplum benimsemiş... Sanatçı kabul etmiş; aydın kabul etmiş... Kürtlüğünü ayırmamış... Bir tane ciğerlisi çıkıp da "Yahu biz işte sanatçıyız; ayrım olsa sanatçı olabilir miydik?" demedi, diyemedi... Kardeşim, siz bu Ulusun değerlerine sahip çıkmazsanız; "Kürt Olan" ve "Kürt Olmayan" kafasında devam ederseniz Elbette ki size hiç kimse sahip çıkmaz... Çünkü sizi ötekileştirmiyorlar; Siz kendinizi ötekileştiriyorsunuz... Yahu "Dilimizi Yasakladılar" diye nara atıp duruyorsunuz. Yasak mı kardeşim şu an Kürtçe'nin konuşulması? Yasak mı yaa? Değil... Devlet bir hata yapmış; kendi gerekçeleri olsa da... Yapmış ve bunu sonra değiştirmiş, o yasağı kaldırmış... Bu neyine yetmiyor? Ne istiyorsun? Ya tamam, yasakladı; iptal etti; bitti-gitti... Toplumun kafasına niye kakıyorsun bunu hala? Bunu bayrak haline niye getiriyorsun? Sen bunu bayrak haline getirdikçe, bunu kendi Etnik Milliyetçiliğine simge haline getiriyorsun aynı zamanda. Ve tepki göstermekte haklı olduğun bir şeyde, Sizi desteklememize engel oluyorsun. Sonra da çıkıp "neden desteklemiyorsunuz" diyorsun. Sen benim desteklemem gereken hakkı, kendi Etnik-Milliyetçiliğine alet ediyorsun kardeşim, Niye ben bunu göre göre sana destek vereyim... En azından, yine dilinin yasaklanmasını haklı gösteremem elbette ama Dilin yasaklanmasına gösterilecek tepkiye destek vermek yerine pasif dururum daha iyi... Çünkü biliyorum; kendine güdüm haline getiriyorsun... Bakın bu oyunları çok gördüm ben. Burada "Parasız Eğitim" adıyla eylemler yapılıyor; Haftalar öncesinden broşürler dağıtılıyor. Çok haklı ve sonuna kadar arkasında durduğum bir talep bu; İlkemiz yahu! Katılıyoruz buna; Fakat daha "Parasız Eğitim"in adı geçmeden "Gençlik Apo'nun Fedaisidir" sloganları atılmaya başlanıyor... Memurlar için sokaklara çıkıyoruz; "Biji Apo" sloganları atıyorsunuz... Yahu benim memuruma da sahip çıkarttırmıyorsunuz; eğitim hakkıma da... Provake etmeyin arkadaşım... Etmeyin, kullanmayın, siyasallaştırmayın ki arkanızda duralım... Herkesin size sahip çıkmasını istiyorsanız; "Türkiye'de Kürt-Türk ayrımı vardır" gibi kıymeti kendinden menkul ve çelişkisi kendi boyunu aşan sloganlardan vazgeçeceksiniz kardeşim. Türkiye'de "Türk-Kürt Ayrımı" yapılmasını İmkanı yoktur. Ayrım olacaksa, bu eşitler/denkler arasında olur. Ulus ile o Ulusun bünyesindeki bir Etnik-Unsur arasında ne siyasal, ne kültürel, ne de toplum bilimsel olarak bir ayrımın varlığından söz edemezsiniz. Ayrımdan söz edebilmeniz için ya Kürtlüğü, Türklük gibi Ulus olarak tanımlamanız gerekir; ki bu mümkün değildir... Ya da Türklüğü, Kürtlük gibi Etnik-Unsur olarak tanımlamanız gerekir; ki bu da mümkün değildir... Çıkacaksınız, babalar gibi "Kardeşim, hepimiz de bu Ulusun parçasıyız; sen nasıl olur da, senin Ulusunun parçası olan bir Etnik-Unsurun dilinin yasaklanmasının karşısında durmazsın" diyeceksiniz; Bende sizin dimdik ve gözümü kırpmadan arkanızda duracağım... Çıkacaksınız, dimdik "Kardeşim, hepimiz de bu Ulusun parçasıyız; bu Feodalizm'i nasıl yok ederiz; Kürt Etnik-Unsurunu nasıl bu boyunduruktan kurtarırız; egemenlik ve mülkiyet hakkını nasıl Kürt Etnik-Unsurunun bireylerine bire bir devredebiliriz? Bunda sorumluluğunuz yok mudur?" diyebileceksiniz; Bende sizin doğrudan yanınızda duracağım... Kaç kere çıkıp da kendi toplumunuzun gediklerini; feodalizmi; o feodalizmin size "Kültür" diye benimsettiği sürü kültürünü eleştirdiniz? Kaç kere bunun, uyumsuzluğun temel nedenlerinden birisi olduğunu düşündünüz ve dile getirdiniz? Daha açık dille sorayım: Kendi Etnisitenizin Egemenlik, Mülkiyet ve Kültürel sorunlarını, Bizim kadar gerçekçi ve yapıcı bir biçimde ne zaman eleştirdiniz, ele aldınız? Doğuda yaşadığınız ya da yakınlarınızın yaşadıkları olaylara duygusal temelde bakıp Bu sorunları en iyi kendinizin bildiğini iddia ediyorsunuz... Toplumsal sorunlar, kimin o sorunu yaşayıp yaşamadığı ile ilgili değildir... Kimin daha gerçekçi, tarafsız ve bilimsel bakabildiği ile ilgilidir arkadaşım... Şu an siz başlı başına "Taraf"sınız... O yüzden sizi doğrudan ilgilendirmesine rağmen bu konuda Hiç bir zaman nesnel olamadınız... Biji; Kendi dilinizi öğrenmek ve geliştirmek elbette ki hakkınızdır... Fakat kendi dilinizi, Ulusal dil ile bir tutamazsınız... Çıkıp diyorsunuz ki; "Kürt Olmayanlar, bizim sorunlarımıza neden kayıtsız!" Sen çıkıp, Kürt olmayanların bilmedikleri bir dille sorunları ifade edebilmek isteyeceksin; Sonra onların seni anlamamalarından şikayet edeceksin! Televizyon yayınlarında kimseyi anlamak kaygın olmadan sadece kendi dilini işleyeceksin; Toplum tüm geri kalanının seni anlamamasından şikayet edeceksin! Sorunlarını, sadece kendi dilinde gazetende, diğerlerinin seni anlayıp anlamamasını düşünmeden dile getireceksin; Sonra da çıkıp onların seni anlamamasından şikayet edeceksin! Kendini Ulusun tüm diğer kesimlerine yabancılaştıracaksın; Sonra da çıkıp onlarla bir bütün olarak kalmak istediğini söyleyeceksin; Biz de yiyeceğiz bunu... Bunu "Ulusal Dil" ile eş değer nitelikte isteyemezsiniz. Gidin; Yerel ve Özel çapta istediğiniz dilde gazete, kitap, dergi, kaset çıkarın, basın, yayın... Bunları yapmak hakkınızdır; Ve devletin ya da herhangi bir zümrenin, engel olmaması, insani ve evrensel bir gerekliliktir... Fakat toplumun geri kalanı ile iletişim kurmak zorundasınız. Ve bunun tek yolu da Türkçedir. Çerkezi ile, Lazı ile, Rumu ile, Ermenisi ile, Zazası ile ve hatta Kürtlerin çoğunun kendi arasında bile iletişim kurmanızın en kolay ve en geçerli yolu Türkçedir... Kusura bakmayın ama sırf sizin keyfiniz yerine gelsin diye; Ulusal nitelikte olmaktan fersah fersah uzak bir dili, Ulusal dil ile aynı kefeye koyamayız... Anayasa da Etnisiteye dair kanunlar konulacaksa; Bu Kürtlere has değil, tüm Etnik unsurlara has biçimde konulur... Demokrasinin gereği budur... Hak; hiçbir kişi, zümre ya da cemaat ayrımı gütmeden, herkese aittir ve eşit biçimde dağıtılır. Çıkıp "Kürtçe tanınsın" derseniz, bu demokrasi olmaz; ırkçılık olur... Çıkın, söylemlerinizi "Kürtçe" ve "Kürt Olmak" yerine "tüm etnisiteleri eşit biçimde kapsayacak" biçimde dile getirin; Demokratik olduğunuza inanayım... Kürt Olmayanların, Kürtlerin yaşadıklarını yaşamamış olmaları Onların haklarını gözetmeyeceğiniz anlamına gelmez... Aynı Ulusun insanlarısınız, aynı kültürde yoğruluyorsunuz... Öpün barışın hadi; Bi daha da görmiim küslük..!
-
Kürt Sorununu Kürtler Yaratmadı....
Buna "çaresiz kaldım, artık yanıt veremiyorum!" da diyebilir misiniz? Yoksa konuyu esnetmek (laçkalaştırmak), yanıt vermekten kaçmak yeni bir strateji mi? Konuya dönelim ve oyunu bırakalım lütfen! Ciddi olalım biraz... Özellikle Sayın Biji, sizden istiyorum, yazdığım iletime bir yanıt! Resmi İdeolojiyi kimin paylaşıp paylaşmadığı umrumuzda değil. Kaldı ki, sırf sizinle aynı ideolojiyi paylaşmıyor diye, insanların "Resmi İdeoloji"nin peşinden gitmekle suçlayamazsınız. Öyle ki benim ya da tanıyabildiğim kadarıyla diğer arkadaşların yazılarını okuduğunuzda Onların da Resmi İdeoloji'yi çok da desteklediklerini göremezsiniz. Resmi İdeoloji'yi destekleyen bir kimse, devlete kusur bulmaz. Bana sorsanız, devlet kusurdan geçilmez... Çünkü devletler öyle kutsanmış örgütler değildir; Hata yapmayacaklar diye birşey yok... Fakat siz kendi içinden geldiğiniz topluma kusur bulabiliyor musunuz? Bu önemli... Siz neyin ideolojisini savunuyorsunuz? Hangi statükonun naralarını atıyorsunuz; Yanıtlar mısınız? Yanıtlamanıza gerek yok! Zaten biliyoruz... Ya da ben zaten biliyorum...
-
‘Nevruz’u kazasız belasız atlattık..Hamdolsun,
1940lara kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde yayınlanmış gazetelerin hemen tümünde, Nevruz'un, özellikle Türkiye tarafından, Asya ve Orta Doğu'lu devletler arasında "Uluslararası" bir bayram olarak kutlandığına dair haberlere rastlayabilirsiniz Dominik. Böylelikle bu bayramı hiç kutlayıp kutlamadığımıza dair gerçekçi bilgileri de edinmiş olursunuz. Hatta öyle ki o tarihlerde, her Nevruz'da bu kutlamalar, devletin yönlendirmesi ile yapılmıştır. Bilmiyorsanız eğer, öğretmek bizim görevimiz elbette ki; Ama hiçbir bilgi sahibi olmadan, çıkıp da "Türkiye'de nevruz hiç kutlanmadı" demek hiç yakışık almıyor. Hatta ben size birşey söyleyeyim; Eğer Türkiye'de Nevruz, bir devlet geleneği olarak kutlanmaya devam edilse idi Bugün sizler çıkıp; "Türkiye Cumhuriyeti ırkçı bir devlettir; çünkü Türklere has bir bayramı, Kürtlere kutlamaları için dayatıyor, hatta ulusal bayram ilan ediyor" deyip, buna kanıt olarak da Orta Asya'daki Türk Devletleri ile birlikte ortak bir duygu ile kutlanmasını örnek gösterecektiniz. Bunun böyle olacağına kalıbımı basarım... Yüzüklerin Efendisi filminde, insanların kıralı şöyle der: "İnsanoğlu, böyle büyük bir düşmanlık karşısında ne yapsın!" Aynen öyle... Türkiye Cumhuriyeti, sizin karşınızda ne yapsın? Ne yaparsa yapsın; size göre suç! Sizin söylediklerinizi yapsa da suç olarak göreceksiniz siz! Yani bunun bir ortak noktası, bir uzlaşması falan yok ki sizin açınızdan! Ya hu siz, bu devletin yaklaşık bir 20 ve hatta belki daha fazla sene boyunca Ulusal Bayram hatta Uluslararası Bayram niteliğinde, devlet önde gelenlerinin de tebrik mesajları ve katılımları ile kutladıkları Nevruz gibi bir bayram için, çıkıp da "Türkiye'de Nevruz ne zaman kutlanmış?" diyebiliyorsanız; Ben sizin önyargılarınıza daha da hiçbir şey demiyorum; diyemiyorum... Ben "Nevruz"un kutlanışını "20 sene" olarak tanımladım; Çünkü döneme ait gazete taramalarım en fazla 1940lara kadar geliyor, Daha sonrasında kutlanmışsa ve basında yansımış ise bundan haberdar değilim, çünkü o gazeteleri henüz incelemedim... Fakat 1940lara gelinceye kadar Nevruz'un yasaklanmasına da rastlamadım... Hatta "Kürt Bayramı" olarak algılayan tek bir ifade bile yoktur o dönemde. Kürtlerin bu bayramı kendilerine özgü kılmaları çok daha sonrasına, özellikle 80 sonrasına rastlar diye düşünüyorum. Türkiye'de bu şekilde kutlanıp da sonradan unutulan ya da itilen bir çok bayram vardır: Lozan Bayramı, Kabotaj Bayramı... O dönemde ortak kaygıları geliştirmek adına Nevruz da dahil olmak üzere bu bayramlar, özellikle Mustafa Kemal'in vefatına kadar özenle; 1950ye kadar da biraz daha geri plana itilerek kutlanmıştır. 1950lerden sonra ise çoğu artık kutlanmaz olmuştur. Şimdi bugün Lozan'ın ve Kabotaj'ın bayramları artık kutlanmıyor diye "Lozan diye bir antlaşma hiç yapılmadı" ya da "Türkiye kabotaj hakkını hiç almamıştı zaten!" derseniz, Vallahi de billahi de şaşırmam Dominik... Nevruz; elbette ki Kürtler'in de bayramıdır... Orta Doğu'da ve Asya'da, Türkiye'de yaşayan her toplumun bayramı olduğu gibi... Ha ama etnik kültür açısından kimin bayramıdır derseniz; Elbette ki "Kürtlerin olduğu" iddiası, Farsların ya da Türklerin olduğu iddisından çok çok sonra gelir ve çok daha zayıf, çok daha temelsiz kalır... Orta Asya'ya gidip, bir kimseye "Ya hu bu Nevruz sizin değilmiş, Kürtlerinmiş, kutlamayın artık" diyen birini başka hiçbir konuda da ciddiye almazlar, söyleyeyim; söylemedi demeyin...
-
DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI ...
Sardunyam, Anlaşılmak mı? "Anlaşılmak" kaygısı, anlattıklarınızı ya da tartıştıklarınızı anlama ve anlamlandırma kaygısının var olduğunu hissettiğiniz ortamlarda olur. Yani sizinle muhatap olanların, aynı zamanda sizi anlayabilmek gibi de bir kaygıları olmak zorundadır. Kimse kusura bakmasın ama burada "Anlaşılmak" gibi bir kaygı duymuyorum. Çünkü burada tartışmıyoruz; Bağırışıyoruz... Teşekkürler...
-
DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI ...
"Türkiye Cumhuriyeti" ile kurulmasını, bu devletin karşılığında meşru gördüğünüz "Kürt Devleti"nin olası toplumsal yapılarına bakalım isterseniz öncelikle... Sonra bakalım "Türkiye Cumhuriyeti" mi Irkçı bir devlet niteliğinde; Yoksa olası "Kürt Devleti" mi? "Türk Halkı" dediğimiz zaman, "Türk" adının, Anadolu'da bir "Irk" ya da "Irka dayalı toplumsallaşma biçimi gerçekleştirmiş bir kitle" adı olmadığını çok rahatlıkla görebiliriz. Bunun en önemli kanıtı; Öncelikle Anadolu'da, o "Irk" olarak nitelediğimiz Orta Asya kökenli "Türk Irkı"na ait saf-kan olan ve toplumsallaşmalarını bu çerçevede sürdüren bir insan topluluğu, kitlesi, boy ya da budunu bulunmamaktadır. Aynı zamanda Irkçı Devletlerin ya da Irkçılığı prensip ve ideoloji edinmiş devletler, tek bir etnik kimlik üzerinde yükselirler ve asimilasyon politikası gütmezler. Irkçılık anlayışının doğasına, prensiplerine aykırıdır Asimilasyon politikası. Fakat Türkiye'nin "Asimilasyon Politikası" olmadığı gibi, toplumun bireylerinin "Birbirlerine benzeşmesine" de engel olmamıştır. Türkmenlerin Kürtleşmeleri, Kürtlerin Türkmenleşmesi ya da Arapların Türkmenleşmesi veya Kürtleşmelerine engel olmamıştır örneğin. Veya bu yönde kararlar da alınmamıştır. Irkçı bir devletin yapacağı en tutarlı iş; Temeline aldığı ırkın, diğer ırklar ile karışmasını; Diğer ırkların da, o temeline aldığı ırka karışmasını engellemektir. Çünkü Irkçılığın mantığı budur: Hiçbir ırkçı, kendi "Üstün Irkı"nın, diğer "Alçak Irklar" ile melezleşmesine tahammül edemez. Fakat baktığımızda, Türkiye'de "Irkçı Olabilecek" tek bir tane bile uygulama gösteremezsiniz. Böylelikle, Türkiye Cumhuriyeti, kesinlikle "Irkçı" bir devlet değildir. Irkçı olduğunu ispatlayabileceğiniz bir Etnik-Dayanağı ya da Etnik olarak diğerlerinden üstün gördüğü Etnik-Kimliği yoktur. Irkçı bir ülkede, o ırkın mensubu olmayan bir kimseyi Başbakan, Cumhurbaşkanı, Asker, Sanatçı ya da İşadamı olarak görmeniz mümkün değildir; En bilinen örnek olarak Hitler Almanya'sına bakabilirsiniz... Bir kere Türkiye Cumhuriyeti, diyelim ki "Türk Irkından Olmaklığa" dayanan bir ülke olmuş olsun: Türkiye'de öncelikle Türk Irkından Olmaklığa dayalı bir toplum kesiti, bir toplumsallaşma biçimi ya da tutarlı bir ırkçı yapılanma göremezsiniz. Ülkücüler arasında bile Kürdü de vardır, Alevisi de vardır, Şiisi de vardır, Arabı da vardır... "Kürtlük" dediğinizde ise tam anlamı ile toplumsal varlığını "Kürt Etnik-Unsurundan Olmaklığa" dayandıran bir kitle görürsünüz. Örneğin, dediğimiz gibi "Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı" olmanın yani "Türk Olmanın" koşutu, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı anne-babadan doğmak Ya da resmi koşullar sağlandığı takdirde Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı'na geçmektir. "Türk Olmak"tan sıkıldıysanız, bu topluma Ulusal anlamda bir bağlılık hissetmiyorsanız, Örneğin bir "Fransız" olarak yaşamınıza devam etmek istiyorsanız; Gider, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı'ndan çıkarsınız Ve "Fransa Devleti Vatandaşlığı"na geçersiniz... Fakat "Kürt Olabilmeniz" için böyle bir tercih şansınız yoktur. Kürt olabilmeniz için, "Kürt Olarak Doğmak"tan başka çareniz de yoktur. Kürt olarak doğduktan sonra, Kürtlükten çıkmak istediğinizde; Böyle bir seçeneğiniz de yoktur. Çünkü "Kürtlük" bir "Etnisite"dir. Ya öyle doğarsınız; Ya da öyle doğmazsınız... Türkiye'de, sözde Türk Milliyetçiliği yapan ile Güya "hümanistik" davranan Kürtçü kesimin Çok sempatik bulduğum bir sloganları vardır: "Türk-Kürt Kardeştir"... Türkiye'de "Türk" ve "Kürt" Ayrımı diye birşey yoktur. Ve Türk ile Kürt'ün kardeş olması gibi bir durumda olamaz. Çünkü Türklük, Ulusal bir tanımdır. Kürtlük ise bir "Etnik Unsur"dur. Kürtler ile Türkmenleri kardeş ilan edebilirsiniz... Kürtler ile Çerkezleri kardeş ilan edebilirsiniz... Kürtler ile Lazları kardeş ilan edebilirsiniz... Kürtler ile Türkiye'de yaşayan herhangi bir Etnik-Unsur'u kardeş ilan edebilirsiniz... Fakat, Kürtleri zaten mensubu bulundukları Türklük ile kardeş ilan edemezsiniz. Kardeşlik anlayışı, "Eşitlik/Denklik" anlayışından gelir. Yani siz, eşitiniz ile kardeşsinizdir. Kürtlük de en fazla, kendisi gibi bir Etnik-Unsur sıfatında olabilen bir kesim ile kardeş olabilir. Örneğin Kürtlüğü, Fransızlık ile de kardeş ilan edemezsiniz; Çünkü Fransız olmak bir Ulusal Kimliktir, Etnik değil... Dengi değildir yani Fransızlık Kürtlüğün... Türklük de en fazla Fransızlık ile kardeşlik ilan edebilir; Çünkü ikisi de Ulusal Kimliktir... Kürtlük ise zaten Türklükten ayrı bir kişilik değil; Türk Ulusu'nun bünyesindeki diğer Etnik Unsurlar gibi bir Etnik Unsurdur... Örneğin "Sünni ile Müslüman Kardeştir" diyemezsiniz. Çünkü Sünniler, zaten Müslümandırlar; Ondan ayrı bir kitle ya da inanç değildirler. Sünnilik ile Aleviliği ya da Katolikliği veya Gregoryenliği kardeş ilan edebilirsiniz... Müslümanlık ile de Hıristiyanlık ya da Yahudilik ile kardeş ilan edebilirsiniz... Ama bir Mezhep ile bir Dini kardeş ilan edemezsiniz; Dengi değildirler çünkü. Aynen protokolde bir Cumhurbaşkanı ile bir Başbakanı denk tutmanızın imkanı olmaması gibi... Aynen hiyerarşide bir Albay ile bir Astsubay Başçavuş'u denk tutamayacağınız gibi... İkisi de yaklaşık 20 sene askeriyede görev yapmış da olsa; Birisi Astsubaydır, Diğeri de Üstsubaydır. Bir Etnik-Unsur ile de O Etnik-Unsur'un bünyesinde bulunduğu Ulusu kardeş tutamaz ya da denk gösteremezsiniz. Size "Meyveler ile Sebzeleri ayırın" dediklerinde; Sebzeleri bir tarafa, Meyveleri bir tarafa, Elmaları da başka bir tarafa koyup Elmanın ne sebze ve ne de Meyve olduğuna karar verememek gibi birşey; Ya da bütün meyvelerin dengi olarak Elmaları tespit etmek gibidir... Kalıpları farklıdır yani... Türkiye'de tam olarak bu kalıp farklılığından dolayı bir "Türk-Kürt Ayrımı"nın da olmasının imkanı yoktur. Fakat Türkiye'de Kürtler tarafından siyasallaştırılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından da hala tam olarak anlaşılamamış bir -"Kürt Olan" ve "Kürt Olmayan" Ayrımı- vardır. Aynen okuduğunuz gibi: Türkiye'de; Var olan Feodal ve İlkel toplumsal modellerini terkedemeyen bir kesimin oluşturduğu ve neden olduğu, Devletin de Ulusal Egemenlik anlayışından ve Halkçılık ilkesinden vazgeçemediğinden çatışan bir "Kürt Olan" ve "Kürt Olmayan" ayrımı vardır. Toplumun tüm kesimleri feodaliteyi ve Etnik Toplumsallaşma biçimlerini terketmişken, Bir kesim bu ilkel modeli terk edemediğinde Zaten başka bir çatışmanın olmasını da bekleyemezsiniz. Yine benzer bir biçimde; Dini anlayışa dayalı toplumsallaşmayı temel alan kesimlerin Çağdaş modellere ayak uyduramamalarından kaynaklanan bir Tarikat Sorunu da vardır. Diğer sorunun, dinsel örneğidir bu da... Sonuca gelecek olursak eğer: Bir Kürt Devleti kurduğunuzda, bu devletin anlayışının ve toplumsallaşmasının "Irkçı Nitelikte" olması KAÇINILMAZDIR. Çünkü "Kürtlük" tam anlamı ile Etnik bir tanımdır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ne Irkçı bir devlettir, ne de tek bir ırkın egemenliği anlayışına dayanır. Buna dayandığına dair, Türkçe'nin Ulusal Dil olarak kabul edilmesinden tutun; Ülke adının "Türkiye" olmasına kadar tek bir kanıt dahi gösteremezsiniz... Şu anki uygulamaların ise Demokrasiye aykırı bir durum olması konusunu ise eleştirmiyorum bile zaten. O çok belli...
-
IRKCILIK ASLA TAHAMMÜL TANIMAZ!
Dostum, belirli kesimin içinde bulunduğu çelişkilerden birisi de budur zaten... Nasılsa "Türk" adında bir günah keçisi bulunmuştur ve her işten onlar sorumludurlar!!! Bilseler Hamidiye Alayları'nın ne menem bir bela olduğunu ve bölgedeki Türkmenlerin ve Ermenilerin ve hatta Şafii olmayan Kürtlerin bile bu Şafii/Kürt Alayların başındaki Kürt Aşiretlerinden neler çektiklerini... Bu bir "Denge Oyunu"dur. Osmanlı Devleti, II. Abdülhamit, Ermenilere karşı ve yüzyıllardır sürdürdüğü Türkmen Karşıtı politika gereği Şafii/Kürtleri Aşiret Alayları/Hamidiye Alayları ile örgütlemiş ve silahlandırmıştır. Bu çerçevede bu Alayları kuran Aşiretlere ayrıcalıklar ve kayırmalar tanımıştır. Bunların hepsi belgelerde ve arşivlerde kayıtlıdır; vardır. Daha sonra İttihat ve Terakki'nin Abdülhamit'i 1909'da tahttan indirmesi ile Abdülhamit'in güdümünde olan bu Aşiretler, İttihatçılara düşman kesilmişlerdir. Çünkü kendilerini var eden padişahı tahttan onlar indirmiştir. Osmanlı Devletinin de Anadolu'daki Ulusal Mücadeleyi, sürekli olarak "İttihatçıların İşi" olarak nitelemesini de göz önünde bulundurursak eğer Bugün bile Türkiye Cumhuriyeti'ne düşmanlık besleyen Kürt Aşiretlerinin, bu düşmanlıklarının temel nedeni kavranmış olur. Bunun yanında Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, Osmanlı'nın bu kayırmacı ve asimilasyoncu anlayışına son vermiş ve Halkçı uygulamalara girişmiştir. Egemenliği ve toprağı Aşiret ağalarından alıp, halka vermek istemiştir. Osmanlı'da kazanmış olduğu ayrıcalıkları, Türkiye Cumhuriyeti'nde yitirmekle karşı karşıya kalan Ve yüzlerce yıl ayrıcalıklara alışmış olan Kürt Aşiretleri, Egemenliğin Halka teslimini sindirememişler Böylece İttihat ve Terakki'ye olan düşmanlıklarını, Türkiye Cumhuriyeti ve Ulusal Mücadele ile sürdürmüşlerdir. Çok net hatırlıyorum; Van-Muradiye'li bir arkadaşım, dedesinin, hamile Ermeni kadınını, göç sırasında nasıl da öldürdüğünü güle-eğlene anlatıyordu: "Onlar da bizimkileri öldürmüşler çünkü!" diyerek... Ha ama tüm Kürt Aşiretlerini de kötüleyemeyiz. Dediğim gibi bu bir denge siyasetidir. Abdülhamit'in güdümü ile belirli bir "Ermeni Karşıtlığı" çerçevesinde örgütlenmiş olan Kürt Aşiretleridir bunları yapan. Çünkü örgütlenmelerinin temelinde "Ermeni Düşmanlığı" yatar. Fakat bu biçimde örgütlenmemiş olan Kürt Aşiretlerinin, Ermenilere bu türlü saldırılarda bulunmadığını görürüz. Örneğin Mardin'de Rutan Aşireti'nde mesela, bu göç sırasında korunmuş, sahiplenilmiş oldukça fazla Ermeni vardı. Ya da Erzurum civarında da Ermenilerden, bu türlü Kürt Aşiretlerine sığınanlar olmuştur. Bu Kürt Aşiretlerine baktığımız zaman, İttihat ve Terakki ile de anlaşmazlıkları olmadığını görüyoruz. Bunun yanında aynı zamanda bu Kürt Aşiretleri, ne Ulusal Mücadele'ye ve ne de Türkiye Cumhuriyeti'ne bir uyumsuzluk sergilemiyorlar. Hatta İstiklal Madalyası bile almışlar. Yani olay kimi Kürt Aşiretlerinin Egemenliği Halka bırakıp-bırakamama sorunudur... Osmanlı'dan elde ettiği ayrıcalıkları, Ulusal Egemenlik yolunda terkedebilme ya da edememe sorunudur...
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
PKK'nın bitirilemiyor olmasının nedeni PKK ile savaşılmıyor olmasındandır. Yani yeterince savaşılmıyor olmasındandır. Ordu ne zaman tam anlamı ile bir harekat düzenleyecek olsa; Karşısına bir takım engeller çıkıyor ya da izin verilmiyor bir biçimde. Siz haberlerde Ordu'nun yeni yeni harekatlar düzenlediğine dair çıkan haberlere bakmayın; PKK işi "İki gücün çarpışması" değildir ve PKK öyle sandığınız gibi bitirilemeyecek bir güç de değildir. Kaldı ki bir terör örgütünün gücü, içerisinde bulunan militanların sayısı ile değil O örgütün tutarlılığı ve ideolojik altyapısı ile ölçülür. Ne kadar gerçekçi bir direniş anlayışına ve felsefesine sahipse O kadar kalıcı olur. Filistin'den tutun, Eta'ya kadar insanlar ne için mücadele ettiklerinin farkındadırlar. Fakat PKK'da bu yoktur. Militanları daha doğru düzgün ideolojik altyapıya bile sahip değildir. Amcaoğlu PKK militanı olduğu halde, kendisi "Benim amcaoğlu neden çıktı kendi bile farkında değil!" diyen çok Kürt tanıdım, hiç merak etmeyin. PKK'nın içerisinde, PKK'yı bitirecek kadar TSK ajanı da mevcuttur. Fakat işin boyutu çok başkadır; PKK, Amerika gerçekten bitmesini istediği gün biter; Kürtçülerin ne kadar idealist olup olmadıkları Ya da TSK'nın, bitirmekte ne kadar kararlı olup olmadığı o kadar önemli değil. DemirEfe'nin bu "Gücün kimde olduğu" ile ilgili güzel bir tespiti vardır. PKK'nın kullanma klavuzu ABD'nin elindedir. İstediği zaman, nasıl ki Mossad Apo'yu elceğiziyle teslim etti; Kürtçülerin gözünün yaşına bakmadan PKK'yı tasfiye de eder... Bir de şu vardır; Tarihin bize gösterdiği güzel bir derstir ki: Emperyalizme uşaklık edenler, Her zaman kullanılıp, bir köşeye atılmak durumundadırlar. İstediğiniz kadar PKK'ya destanlar düzebilirsiniz; Ve PKK istediği kadar özgürlük naraları atabilir... Bir kişi öldürüldüğünde, polisler her zaman ilk önce bu olayın kimin işine yarayacağını incelerler... Ve her zaman da pastayı kim yerse, işin arkasındaki odur... PKK'nın Türkiye'yi bölmesi sürecinde pastayı kim yiyecekse; Kurgulayın işte; PKK'nın ipleri de onun elindedir. Kürtçü kesim istediği kadar romantize edip özgürlük naraları atabilirler, zılgıtlar çekebilirler, destanlar yazabilirler... Bunlar, işin, tabiri caiz ise "avuntusu"dur... "Tabi canım tabi; özgürlük savaşçısısınız siz, aslansınız siz, yaparsınız-edersiniz siz, sizi kesseler acımaz!" denir; normaldir... Hatta buna inanan da olur; "Hakkaten yaa; beni kesseler acımaz; özgürlükçüyüm ben; freedooooooom!" diye William Wallace gibi naralar atan olur... Tek gerçek olarak şu kalır ortada: Siz çıkar herhangi bir çatışmada telef olursunuz... Devlet sizinle çatışmak zorunda kalıp parayı ve bireyleri gözden çıkarır... ABD ve AB, emperyalist amaçları doğrultusunda zayıf bir Türkiye'yi daha kolay güdümleri altına alırlar. Siz Anti-Emperyalist naralar ata ata, Anti-Emperyalizm adına, Türkiye'yi Emperyalist güdümün eli altına sokarsınız; Emperyalizmin güdümüne girmek zorunda bırakırsınız; Ve Anti-Emperyalist sloganlarla Emperyalizm'in adamlığını yaparsınız... Hatta siz Anti-Emperyalizm uğruna öldüğünüzü sanarak avunurken; Aslında Emperyalizm uğruna ölmüş olursunuz; Hoş olur... Kim ne derse desin, Devrim için tek bir koşul vardır: Karşısındaki kim olursa olsun, Her türlü ilkel toplumsal yapıların ve emperyalist güdümlü uşakların kesinlikle yok edilmesi...
-
Kürt Sorununu Kürtler Yaratmadı....
Hocam dur sen ne yaptın yaaa? III. Selim dediğin 1789da padişah olup, 1807ye kadar başta kalmış ve 1808de IV. Mustafa tarafından öldürtülmüştür. Sen taaa 1800lerde olan bir olayı getirmişsin taaa 101yıl sonra 1909 Devrimi ile iktidara geçebilen İttihat ve Terakki'ye bağlamışsın. Nasıl yapabildiniz bunu hiç anlamadım ama bu bir yana "Kürtçülük" ile ilgisi alakası olmayan ayaklanmaları da "Kürt Ayaklanması" olarak nitelemişsiniz; ilginç olmuş. Hadi onu da geçtim; İ.T.'nin uygulamalarını da tutmuşsunuz Takrir-i Sükun ile bağlamışsınız... O daha da bir ilgi çekici olmuş... Rus Devrimi'nin nedenleri arasında Kızılderililerin katledilmesini saymak gibi birşey olmuş bu; tuhaf olmuş... Böyle birşey düşünmüyordu. İdari ve yerel yönetimlerde bir takım düzenlemelere gidileceğini söylüyordu ve bundan da kastettiği şey "Otonomi" ya da "Özerklik" değildi. Yapılacağını söylediği şeyleri 1921 Anayasasında yapacağını söylemiş ve de yapmıştır. Ki burada şu söylediğinizi merak ediyorum: Bu madde neymiş söyler misiniz lütfen? Madem bir bilgiyi işlemek zorunda hissediyorsunuz; Bana o maddeyi yazar mısınız? Kaç yılında 1921 Anayasasına alınmış ve ne zaman kaldırılıp yerine ne konmuş? Vazgeçilen birşey yoktu. Yerel Yönetimler oluşturulacağını söylüyor Atatürk ve 1921 Anayasasında da Yerel Yönetimlerin, öncesinden farklılaştırıldığını, güçlendirildiğini görüyoruz. Yapacağını söylediği şeyi, yapmıştır. Ne aksini, ne eksiğini, ne de fazlasını yapmıştır. Döneme ait söylemlerini, ifadelerini ve yaptıklarını, kanunları tek tek, cümle cümle, madde madde, tarih tarih irdeleyebiliriz burada... Öncelikle "Dersim/Tunceli" Kürt değildir; Zaza'dır. Dili ve adı Kürtçe değil, Zazaca'dır... Diğer söyledikleriniz "Bilgi" yerine sloganvari olduğu ve provakatif söylemler içerdiği için yorum gereği duymuyorum. Türkiye'de, Türkiye'nin kendi halkına yönelik yanlış politikalar olduğu açıktır. Fakat bundan tek mazlum duruma düşenlerin Kürtler olduğunu söylemek; Hele hele Kürtlerin bu konuda hiç suçu olmadığını iddia etmek bütünüyle aydın olamama durumu (Aymazlık) ile açıklanabilir. Yeryüzünde hiçbir toplumsal sorun, Tek bir tarafın "Masumiyeti"ne ve tek bir tarafında "Caniliği"ne dayanmaz. Her toplumsal sorunda her iki tarafta sorumluluk sahibidir. Kürt Sorunu olarak tanımladığınız sorunda da aynı biçimdedir. Bu sorunun iki muhatabı var ise; İki tane de sorumlusu ve iki tane de suçlusu vardır. Eğer gerçekten bu sorunu umursuyorsanız; Bu böyledir... Şu provakatif yazınızı en baştan okuyun... Ve hatta bu forumda siz de dahil, sizin gibi düşünen herkesin yazılarını top yekün alın ve teker teker okuyun. Kaç yazınızda Kürtlere yönelik bir özeleştiri yapabildiniz? Ben söyleyeyim: HİÇ... Bakın, diyoruz; Devletin elbette ki suçu da var, hatası da var... İki tarafında suçsuz olması imkansız diyoruz... Her iki tarafında suçları, hataları tartışılsın diyoruz... Kaç yazınızda Kürtlere tek bir suç, sorumluluk ya da hata atfedebildiniz? Durun, durun; ben söyleyeyim: HİÇ... Toplumsal sorunların tümü, ister sindirin veya ister sindiremeyin ama Mülkiyet/Ekonomik temellidir. Kürt Sorunu'da bütünüyle ve tam anlamı ile bir Mülkiyet Sorunu'dur. Aşiret Kültürü'nün Kürtlere benimsettiği kültür ile, toplum psikolojisi ile, yaşam tarzı ile doğrudan alakalıdır. Devletin hatası da bu ilkel sistemin kaldırılması ile ilgili yaklaşımına temel olan algıdan ya da anlayıştan kaynaklanır. Biz Devlet'in hatalarını sindirebilirken, Siz kaç yazınızda Kürt Sorununun temelinde, Kürtlerin ilkel feodal kültürlerini sorumlu olarak aradınız? Ben söyleyeyim bunu da: HİÇ... Bu bir toplumsal sorun ise eğer; Toplumsal değerler en başta sorumludur bu konuda... Biz, savunmamıza rağmen, hala Ulus-Devlet anlayışını eleştirebiliyoruz. Hatta ben bu forumda Ulus-Devlet'in en sağlam savunucularından birisi olmama rağmen Ulus-Devlet yapısının yeri ve çağı geldiğinde yetersiz kalacağını; Uluslar üstü bir toplumsallaşma biçiminin gerçekleşmesi gerektiğini; Ulus-Devlet anlayışının sonsuza kadar var kalamayacağını ya da kalmaması gerektiğini; Dahası, daha açık söyleyeyim, belki de Sosyalist ya da benzeri bir yaşam tarzının kendisini gerçekleştireceğini-gerçekleştirebileceğini söylüyorum... Böyle olması gerektiğini de söylüyorum aslına bakarsanız... Fakat şu bir gerçekliktir ki; İnsanların, bu düşlediğim sistemi gerçekleştirebilmeleri için Etnik ve Dinsel farklılıkları temel alan kaygılardan kurtulmaları kesinlikle şarttır. Bu kaygılardan kurtulmanın en çağdaş toplumsal çözümü ise bugün için Ulusal Birlikteliklerdir. Çünkü o algıyı yok etmenin tek şartı ve bulunabilmiş tek çözümü budur. İnsanlar Etnik ve Dini farklılıklarına dayalı kaygılardan kurtulmadıkça Yani Ulusal anlayışa sahip olamadıkça, diğer bir sürece geçemeyeceklerdir. Etnik kaygıları taşıyan ilkel yaşamlı kitlelerden; Daha Etnik kaygılardan arınamamış kitlelerden; Uluslar üstü bir algıya sahip olmalarını da bekleyemezsiniz. Ve ancak bu gerçekleştiği zaman Ulusal yapı insanlık yazgısındaki görevini tamamlayabilecek Ve yerini daha sonraki bir toplumsallaşma sürecine bırakabilecektir. Fakat günümüzün toplumsal gerçekliği Ulus Bilincidir. Ve bunun dimdik ayakta durmasının, sonraki sürecin işlememesinin tek nedeni de Kürtlerin Feodal ilkel toplumsal yapıları ile Yine Türkiye'deki Cemaat/Tarikat toplumsal yapıları ve kaygılardır. Şunu söylemek istiyorum: Biz, burada, savunduğumuz ve sizin karşısında durduğunuz Ulus-Devlet anlayışını bile O anlayışın bir zaman sonra yerine yenisini koyabilecek ortamda varlığını sona erdirmesi noktasında dahi eleştirebilirken; Siz kaç kere çıkıp da burada Kürtlerin toplumsal yapılarındaki o eskimişliği, ilkelliği, geriliği eleştirebildiniz söyler misiniz? Ya da durun ben söyleyeyim: KOCAMAN BİR "HİÇ"... O yüzden çıkıp da tek bir cümlenizde dahi tek bir öz eleştiri yapamazken; Kendinize ve toplumunuza toz konduramazken; Burada güya "tarafsızlık" ilan edip, Kürtlerin de kaynaklık ettikleri toplumsal bir sorunu romantize edip Konunun ciddiyetini düşürmeyin... Herhangi bir konuda yazılmış yazı Eğer bir-iki tane de olsa kendisini hissettirebilen ve netlik taşıyan bilgi taşıyor ise değer taşır. Bu tür yazılar her zaman için yapıcıdır. Kusura bakmayın ama yazınız yapıcılıktan ve gerçekçilikten son derece uzak. O yüzden aslına bakarsanız ayrı bir başlığa değecek değerde de değil. Siz önce gelin samimi bir biçimde kendinizi ve Kürtleri de eleştirebilecek kadar cesur bir yazı yazın.
-
Newroz Piroz Be-Newroz Kutlu Olsun-Hapy Newroz
Kusura bakmayın ama siz "Türk" idiniz değil mi? Nevruz'un kutlandığından nasıl haberdar olmazsınız merak ediyorum gerçekten. Siz "Kutlama" derken illa ki çok büyük şenliklerin düzenlenmesini ya da Bölücü sloganların atılmasını kastediyorsanız; Bu değildir elbette kutlama... Orta Asya'da bu bayram gayet güzel bir biçimde kutlanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti'nde ise özellikle Atatürk döneminde sanki devlet bayramıymış gibi kutlanmış ve her Nevruz'da, Nevruz'u kutlayan ülkelere tebrik mesajları gönderilmiştir; Dönemin gazetelerinde bu tebrik mesajları boy boy sergilenmiştir. Aile bazında ise Nevruz çok büyük bir etkinlik olmamakla birlikte kutlanmaktadır ve toplum Nevruz'un bilincindedir; Baharın ilk günü olarak kutlamaktadırlar. Bugün Kürt Olmayanların büyük şenliklerle kutlamamasının nedenlerini, her Nevruz'da her şenliği PKK provakasyonuna döndüren kesimde aramak lazımdır. Ayrıca Kürtçü kesin Nevruz'u son 30 yıldır kendilerine özgü hale getirmeye çalışmakta, bir ülkü haline getirmeye çalışmaktadır... Kürtlere atfedilmesinin kökeni 30 yıldan eski değildir, hiç merak etmeyin siz.
-
Newroz Piroz Be-Newroz Kutlu Olsun-Hapy Newroz
Ona bakarsanız Orta Asya'da sırf demirlerden oluşmuş ve ortası delinmiş bir Ergenekon Dağı'da yoktur; Orta Asya Bozkırlarında aşılamayacak dağ da yoktur... Bunların hepsi Efsane'dir... Bir bilgiyi farklı imgelere bürüyerek anlatırlar... Türklerin "Kurttan Türemesi" efsanesi, Orta Asya bozkırında güçsüz kalan Türklerin, Bozkırın en güçlü hayvanını totem olarak edinmesini ve onun yaşam tarzını örnek alarak hayatta kalmaya çalışmalarını imgeler. Benzer seviyedeki her toplum, benzer totemler edinmişlerdir. Ve bizim seviyemizdeki her toplum ve eğitim seviyesi yüksek her insan da Bu "Kurttan Türeme Efsanesi"nin bir "Efsane" olduğunu, Hiç kimsenin, gerçekten de Türklerin Kurttan türemediklerini bilir... Çünkü insanlar Evrim sürecinde Kurtlar ile değil Şempanzeler ile akrabadır ve onlarla ortak atadan türemişlerdir... Efsaneler ile Atmasyon hikayeler arasındaki farkı öğretmeyelim şimdi durup dururken... Binlerce yıl önce yok olmuş, sonra gelen toplumlar içinde eriyip gitmiş bir kültüre "Bunlar Kürt idi ve efsanesi Kürt Efsanesi" demek başlıbaşına bir atmasyondur. Türk Efsaneleri ise öyle temelsiz değildir, hiç kusura bakmayın. Süreklilik vardır; öyle binlerce yıllık kopuş yoktur aralarında... Örneğin "Truva"lılara "Türk idiler" dersek bu komik olurdu değil mi? Yani bugünkü Türkler, Truvalılardan türemiş değillerdir; Truvalılar, binlerce yıl önce yok olup gitmişlerdir; Anadolu'da diğer sonradan gelen kavimlerle kaynaşmışlardır. Kürtlerin soylarını dayandırdığınız kavimler de öyledir. Ve binlerce yıl önce siyasi varlıkları sona ermiş; Sonraki toplumlar arasında erimiş kültürler ya da toplumları, Bugün geçmişlerini nereye dayandıracağını bilmediğiniz etnik-unsurlara "Ata" olarak benimseyemezsiniz. Bu atmasyon olur işte tam anlamı ile... Türklere bakın oysa ki! Kopukluk yoktur... Kafkaslı Unsurlarda da yoktur kopukluk... Araplarda da kopukluk yoktur... Farslarda da yoktur... Yunanlılarda da hiçbir kopukluk yoktur... Ama Ermenilerde vardır; Kendileri bile netliği belli olmayan Nuh Efsanesi'nden daha ötesine dayandıramazlar kendilerini... Kürtlerde de vardır; Hiçbir toplum, binlerce yıl önce tarih sahnesinden silindikten sonra, Binlerce yıl sonra "Ahanda biz onların torunlarıyız" diyerek var olamaz... Bugün Egelilerin çıkıp "Lidyalılar, İonyalılar bizim Atalarımız" Zonguldak-Kastamonuluların çıkıp "Gaşkalar bizim Atalarımız" Çanakkalelilerin çıkıp "Truvalılar bizim Atalarımız" demesi kadar komik bir durum olur bu. Hiç boşuna uğraşmayın; Ne Sümerler, ne Hititler, ne Medler, ne de başka bir kültür Somut bir bilgi olmadığı sürece Kürtlerin Atası olarak kabul edilemez. Ve siz onlara "Kürt" dediniz diye de onlar Kürt oluvermezler... Bunun yanında; O toplumlar birden yok olup gitmemişler Ve Kürtler de öyle birden var olmamışlardır... Elbette Kürtlerin bir Atası vardır... Fakat hangisidir hangisi değildir bu kesin olmamakla birlikte; Kürtlerin kökenleri büyük olasılıkla tespit edilemeyecek haldedir Ve ben kesinlikle bugün "Kürt" diye anılan kitlenin tümünün birden aynı kökenden geldiğine inanmıyorum. Sadece son 500 yıla bile baktığımızda Kürtlemiş Türkmenler, Kürtleşmiş Araplar, Kürtleşmiş Ermeniler çokça vardır... Hele birde bundan öncesini düşünün... Kürtler kesinlikle özgün bir ırk ya da özgün bir etnik-unsur değil; Bölgede son derece karmaşıklaşmış bir kitle durumundadır. Kaldı ki hangi ırk ya da etnik unsur için olursa olsun bir "Saf-kan kalmak" gibi bir durumdan söz etmek oldukça zordur. Medeniyetler beşiğidir burası; Herhangi bir unsura "Ata" olarak tanımlanan herhangi bir geçmiş kültür, Doğal olarak diğer başka bir etnik unsura da "Ata" konumundadır. Halikarnas Balıkçısı'nın Truvalıların Türk olup olmadıkları konusunda güzel bir sözü vardır: "Truvalılar Türk müdür değil midir bilemem; fakat bugün yaşayan Türklerin kanında elbette ki onların da kanları dolaşmakta..." Yani hiç merak etmeyin siz; Kürtlere "Ata" olarak tanımlayacağınız her kültür, EN AZ Kürtlere olduğu kadar diğer etnik unsurlara da "Ata" konumundadır... Çerkez bir arkaşımla, Hititlerin "Çerkez" olup olmadıkları konusunda bir tartışma yapıyorduk. Çerkezler ile Hititlerin atalarının ortak olduğunu Ve Hititlerin erken bir dönemde Kafkaslardan koparak geldiğini söylüyordu... Bu belki doğru, belki yanlış bir bilgi; bunu tartışmıyorum... Fakat şu var ki, Hititler Anadolu'da var olmuş Ancak sonrasında siyasi varlıklarını yitirmiş ve sonrası toplumlarla karışmıştır; Dahası, Çerkezlerin büyük kısmı da sonrasında Anadolu'ya göçmek durumunda kalmışlardır... Dolayısı ile hem öncesinden bizim kanımızda Hititlerin de kanı dolaşmakta; Hem bugün için de Çerkezler ile birlikte yaşamak azminde bulunmaktayız... Kürtler için de bu geçerli... Kendinizi istediğiniz kadar, uydurulmuş herhangi bir tarihsel bağ ile herhangi bir kültüre torun olarak atayabilirsiniz... Fakat hiç üzülmeyin; Onlar en az sizin kadar, Bu topraklarda bugün yaşayan insanların ve kültürlerin de atası konumundadırlar... Bunun yanında şunu aktarmak isterim. Geçenlerde Horasan ile ilgili bir kitabı incelemek fırsatım oldu. Kitabın yazarı sağolsun Horasan'ı "Kürtlerin Ata Yurdu" olarak tanımlayacak noktadaydı. İnsanın aklına şu geliyor; "Ya hu bu adamlar 'Biz Türküz' demeye çekiniyorlar da; öyle şeyler söylüyorlar ki bir tek 'Biz Türküz' demedikleri kalıyor" diyesi geliyor; Hatta diyesi gelmekten de öte; diyor yani... Ya hu be kardeşim, siz değil miydiniz Horasan'da ve hatta ötesinde GökTürk yazıtlarında "Kürtlerin adı geçiyor" diyenleri "Şovenist Türkçü" ilan eden? Bugün siz ilan aynı şeyleri "Kürtçülük" adına söylüyorsunuz ve bu sefer "Demokrat" oluyorsunuz? Hayırdır? Zamanında siz değil miydiniz "Kürt adı, dağlarda yaşayan insanlardan 'Dağlı' anlamından gelir" diyenleri "Şovenist Türkçü" diye eleştiren? Bugün siz kendiniz "Kürt adı Sümerce 'Kur = Dağ' kelimesi ile 'tye = lı" ekinin birleşmesinden (Kur-tye = Dağ-lı) oluşur" diyen? Ne fark var kardeşim? Sizin soyunuzu dayandırdığınız Sümerler'i, O eleştirdiğiniz kesim de kendi atası olarak tanımlıyor zaten? Hayırdır; eleştirdiğiniz söylemleri siz dile getirdiğinizde, sırf "Kürt" olduğunuz için demokrat mı oldunuz? Ya hu bu ne çelişkidir böyle! Her neyse... Kurt Efsanesi'ne gelelim... Adı üzerinde: Efsane... "Parfüm" adlı filmde, ünlü parfümcü, filme konu olan o katile Mısırlıların yaptığı parfüm ile ilgili bir hikaye anlatmıştı. O katil, gerçek hayata ve hikayelere dair pek bir şey bilmediği, ayırt edemediği için hikayeyi sormuştu. Parfümcü şöyle demişti: "Bu sadece bi hikaye be çocuk! Hikaye nedir bilmez misin sen?"
-
Avatar (2009)
Ben Avatar'a geçen de "DESEM"de gittim; yetmedi oyununu da indirdim, oynadım, bitirdim... Filmi mükemmeldi ama oyunu çok yavandı... Gerçi grafikler mükemmeldi yine oyunda ama grafiklere harcadıkları emeğin yarısını oyunun konusuna ve derinliğine harcasalardı; Eminim dünyanın en iyi "Filmi de olan oyunu" olurdu ve göynümdeki "Lord of the Rings: Battle of Middle Earth"ı geçebilirdi. Ama filme diyecek yok; Dvd'sini bekliyorum ve çok fena izleyesim geldi. Herşey bir yana bizim "Doğa" algımızdan çok daha farklı bir algı ortaya koymuş Cameron... Yani biz insanı "Birey" olarak doğadan ayrı görüyoruz; Doğa ile içiçe yaşayan kültürlerde de en sonunda kaçınılmaz olarak bu vardır sanırım. Ama Na'vi'ler öyle değil... Bir kere yaşadıkları doğada hiçbir öğe diğerinden kopuk değil... Sanki NetWork Ağı gibi hepsi bağlantılı... Avatarlar ile Wireless bağlantı bile kuruluyor olması bir yana; Eywa zaten doğrudan bağlanıyor canlılarla... Yani bence Pandora, bildiğin kocaman bir salt beyin... Zaten filmdeki doktor olan kadın (Sigourney) insan beyni ile orantılayarak söylüyordu; İnsan beyninden bilmem kaç katı sinir bağıyla örülmüş diye... Yani Pandora başlı başına mükemmel gelişmiş bir beyin zaten... Ortada da "Eywa" diye bir Tanrıça yok zaten; Eywa, Pandora'nın kendisi... Bir zamanlar Dünya'nın Gaia'sı gibi sanırım... Mükemmel bir film ve gerçekten mükemmel bir film...
-
DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI ...
Bir ülkede "Demokrasi" denilen kaygıyı yerleştirebilmenin en önemli adımına Sayın Yılmaz değinmiş ama tekrarlayayım: "İnsanın, insana köleliğini öngören tüm toplumsal örgütlenmelerin ve kültürlerin yok edilmesi" koşuludur bu... Bir ülkede demokratik kaygıların yükselebilmesi için Aşiret kültürünü, Cemaat kültürünü; Yani insanları birbirine etnik ve dini kökenlerini; Yani farklılıklarını ön plana çıkaran toplumsal yapıları ve kültürleri tümden ortadan kaldıracaksınız... İnsanlar dini farklılıkların ve etnik farklılıkların kaygılarını yaşamayacaklar; Farklılaşma kaygısında olmayacaklar; Ekonomik farklılık ve sınıf ayrımı kaygısında olmayacaklar ki Demokrasi kaygısında birleşebilsinler... Dolayısı ile Türkiye'de; Arap Severler "Cemaatçi", Kürt Severler de "Aşiretçi" kafa yapısından ve bu kültürlerden kurtulmadıkları; Bu zihniyetler temizlenmediği sürece Demokrasi yerleşemez. İmkanı, mümkünü yok... Böyle bir ortamda "Ben Sosyalistim" diyen adamdan "Feodalizm Sevicilik"te görürsün; Böyle bir ortamda "Ben Demokratım" diyen adamdan "Cemaat Sevicilik"de görürsün; Böyle bir ortamda "Ben Hümanistim" diyen adamdan "Kürt Etnik-Milliyetçiliği"de görürsün; Böyle bir ortamda "Benim Ülkem" diyen adamdan "Onu bunu eleştirmeyelim" demek sorumsuzluğunu da görürsün... Böyle bir ortam; Kavramların belirsizliklerinin havada cirit attıkları, sek sek oynadıkları, kaydırak tepiştirdikleri bir ortamdır... Herkes, her kavramı istediği gibi esnetip farklılaştırabilir; Çünkü demokrasinin olmadığı ve kavramların anlamlarını yitirdiği yerde; Pişkinlik hüküm sürer...
-
Newroz Piroz Be-Newroz Kutlu Olsun-Hapy Newroz
Olay şu: Eski bir kavmi "Kürt" ilan edersiniz, Ve onlara ait inançları da böylelikle kendinize mal edersiniz... Olur-biter... Kürtler ile ilgili bir sitede, Kürtlerin tarihi ile bir hikaye okuyorum örneğin. Yakın ya da çevre coğrafyada yaşamış bir kültür için "Kürt idiler" diye bir deyişten sonra süreç şöyle devam ediyor: "Bu Kürt efsanesine göre!" O kavmi "Kürt" ilan ettikten sonra efsana "Kürt Efsanesi", efsanedeki kişiler "Kürt Yiğitleri" oluveriyor... Yani örneğin bu bilinçle birisi çıkıp şöyle bir temellendirme yapabilir: "Sümerler Türk idiler..." dedikten sonra "Gılgameş Destanı"nı da doğrudan "Türk Efsanesi" olarak adlandırabilirsiniz. Başkası çıkıp "Sümerler Çerkez idi..." dedikten hemen sonra aynı destan Çerkez Destanı oluverir, sorun yok! Veya "Sümerler Lad idi..." dersiniz ve Gılgameş bu sefer oldu mu sizlere Laz! Olur, olmaz diye birşey yok... Çıkar örneği Gutiler için "Kürt idiler..." dersiniz ve Gutilerin kültürlerini de kendinize mal ediverirsiniz canım, ne var. Ne de olsa Tarih, ağzınıza sakız olmaya en uygun bilimdir... Nevruz'a gelince... Nevruz, Kürtler'e falan ait değildir... Sadece Türkler'e de ait değildir... Denk geldiği tarih 21 Mart'tır ve Gece-Gündüz eşitliğinin denk geldiği doğal bir gündür. Hemen yıldızlarla, ay ve güneşin hareketleri ile uğraşmış olan her toplum bu güne bir anlam yüklemiştir. Hele hele Asya'dan Anadolu'ya ve hatta Yunanistan'a kadar geniş bir coğrafyada bu anlamlar, birbirine karışmış efsaneler niteliğine bile bürünmüştür. Tam olarak da bu yüzden kesinlikle Kürtlere ait değildir... O efsanenin Kürtlere ait özelliği, diğerlerinin yanında silik kalır... Ha tabi birisi çıkıp: "Gutiler Kürt idi..." deyip, başka bir kültüre ait öğeleri kendilerine mal etmeye çalışırlarsa o başka! Yiyen yer, bilemem... Çok açık ve net bilgiler lazım bu konuda: Türkmenler Nevruz'u binlerce yıldır kesintisiz olarak kutluyorlar... Buna temellendirilmiş inançları var... Yine İran-Fars kültüründe de kesintisiz olarak var bu kültür ama bugün güncel olarak kutlarlar mı bilemem... Ha bu kültür sadece Türkmenlere ve sadece Farslara ait değildir; Araplar için de anlam taşıyor olabilir... Helenler benzer dönemlerde doğanın canlandığına inanırlardı yine... Fakat dediğim gibi Kürtlerin efsaneleri, bunların yanında sönük kalır... Ve Nevruz ne tümüyle Türkmenlere mal edilebilir, ne sadece Farslara ve ne de Kürtlere mal edilebilir... Bölgenin ortak değeri haline gelmiştir. Fakat Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin şöyle büyük bir ayıbı vardır: Cumhuriyetin ilk senelerinde Nevruz Bayramı, devlet geleneği gibi sürekli olarak kutlanmış ve kutlayan devletlere sürekli kutlama mesajları gönderilmiş. Dönem gazetelerinde manşet manşet yer almış hep bunlar. Fakat bir süre sonra, özellikle Mustafa Kemal öldükten sonra Nevruz artık kutlanmamaya başlamış; bu ayıptır işte. Bundan sonra ise sanki Kürtlere özgü bir anlayışmış gibi bir algı yükselmeye başlar. Fakat ben çok iyi hatırlarım; Benim annem 25 yaşına kadar hayatında Kürt görmemiş bir Yörük/Türkmen iken, Ve büyükşehirde henüz 5 yıldır yani 30 yaşında Kürtleri çok çok az tanıyan birisi iken, Yani hayatında ne Kürtlere ne de Kürt kültürüne dair hiçbirşey bilmezken; Ben 10 yaşımdayken, Nevruz'u, ertesi günkü doğum günüm ile özdeşleştirerek anlatırdı bana. Köyde de dedemler, dayılarım aynı şekilde farkındaydılar Nevruz'un... Ki hayatlarında hiç Kürt görmemiş insanlar idiler Ve Türkmen kültürü ile yaşıyorlardı bütünüyle... Kaldı ki ister benimseyin ister benimsemeyin; Nevruz'un Türk geleneği olup olmadığını Orta Asya'da, Türk ülkelerinde sorgulamazlar bile... Fakat siz Kürt Geleneği! olduğunu ispatlamak için binbir türlü yola başvurmak zorunda kalabilirsiniz; Ne de olsa geçmişe yönelik tarih ve kültür yazmak o kadar kolay değil...
-
DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI ...
Örneğin demokrasilerde "Bir Etnik-Unsur'a ayrıcalık" gibi ırkçı yani demokratik olmayan düşüncelere varlık ve eylem hakkı tanınır mı? Demokrasi dediğimizdüzen öyle "Her aklınıza esen düşüncenin özgürce düşünüldüğü ve söylendiği ortam" değildir. Öyle bir demokrasi de yoktur, öyle bir anlayış da yoktur. Ütopya kurmayalım lütfen... Demokrasinin bir kaç olmazsa olmazı vardır: 1- Demokrasi, demokrasi karşıtı düşüncelere müsamaha edemez: örneğin Irkçılığı ya da Faşizmi "Demokratik Düşünceler" kapsamına alabilir misiniz? Ya da "Şeriatçılığı"? 2- Demokrasi'nin, kendi varlığını koruyabilecek çapta "Yasa Gücü"ne ihtiyacı vardır ve bu yasalar, hangi demokratik düşünce olursa olsun, hepsinin üzerindedir. 3- Demokrasiler, hiçbir şekilde hiç bir silahlı gücün korumasına tabi değillerdir; onların korunma amacı yasalardır. 4- Demokrasilerde; hiçbir kişi, kitle, cemaat ya da etnik-unsur'a ayrıcalıklar ve kayırmalar verilemez; "Kürt Açılımı"ndan tutun "İmam Hatipler"in varlığı bile demokrasi karşıtı olgulardır.
-
IRKCILIK ASLA TAHAMMÜL TANIMAZ!
Sevgili Cyrano; Senin çok sevdiğim bir sözün vardır, onu hatırlatmak istiyorum: "Kimi kimselerin, tartıştığınız kavramların yarısının bile anlamını bilmiyor olması" durumu... Kavramlara ilişkin alıntıladığım tespitin çok güzel ve tam 12den vuran bir örnekti... Tebrikler...
-
TAŞ ATAN ÇOCUKLAR SUÇLU!
Bir taraf ne olursa olsun "Gönüllü Ayrılık" istiyorsa, Diğeri de ne olursa olsun "Gönüllü Birlikteliğin Sürmesini" istiyorsa eğer; İçeriğinde "gönüllülük" geçse de ayrışmak isteyen ile bütünleşmek isteyenin çatışması kaçınılmazdır. Çünkü her iki taraf için de "Gönüllülük" "Zorunluluktan/Dayatmadan" ibarettir. Bir taraf, karşı tarafa rağmen bölünmek; Diğer taraf da, öteki tarafa rağmen bütün kalmak istiyordur... Dolayısı ile iki gücün çatışması kaçınılmaz ve bir o kadarda haklıdır... (-sız/-siz diye hitap ederken Biji'yi hedef almıyorum; kişiselleştirme olarak algılanmasın) Eğer bir marşı ya da şiiri, bu toplumun ortak kaygısının üzerinde bir marş olarak kabul ediyor ve söylüyorsanız Toplumun geri kalanının tepkisini de sırtlayacak yürekte olacaksınız arkadaş. Hem arı kovanına çomağı sokup, hem de "bu arı beni soktu" diye bağırmayacaksınız. O kovandaki balı istiyorsan, Arı'nın sokmasını göze alabilecek ciğerin olacak. Diyarbakır'da güya bir marşı okudukdan sonra tepki alıyorsan; Sonra da sızlanmayacaksın neden tepki gördüğünü bilmiyormuş gibi... "Çıkar kendi ligimizi kurarız" diyorsan ve bunu nasıl ve ne amaçla söylediğin belliyse; Mızmızlanmayacaksın neden tepki gördüğünü bilmiyormuş gibi... Çıkacaksın, söylediğinin ve yaptığının da, karşılığında aldığının da arkasında duracak kadar ilkeli olacaksın... Siz ayrışmak isterken, bütünlüğün korunmasını isteyenleri haksız ilan etmeyeceksiniz o zaman... Bakın ben "Bölücü" kesime hak veriyorum. Elbette ki haklılar... Ulus Devlet'i yıkıp, yerine ırkçı, ilkel toplumsal örgütlenmeyi sürdürmeye yönelik statükocu/Kürtçü bir devlet kurmak isteyen herkes Ulusalcılığa saldırmakta sonuna kadar tutarlılar... Şeriat kurmak isteyenler de bu sisteme ve topluma saldırmakta tutarlılar elbetteki... Fakat çıkıp da kendi düşüncenizi "haklı" kılıp, ona verilen tepkiyi "haksız" kılmak tutarlı değil... İnsanlar çıkıp, bu ülkenin bütünlüğü için canlarını verenler için ses çıkarabiliyorlar, mücadele edebiliyorlar... Ve karşı tarafa "Terörist" diyebiliyorlar... Hatta onlarla benzer düşünceleri paylaşanlar, bu toplumun bütünlüğünü temsil eden Marşa karşı bir marş icat edenlere Gönül rahatlığı ile "Bölücü" de diyebiliyorlar... Diyebilecek yürekleri var çünkü... Ve 30 bin genç şehit verildiyse, hepsinin ortak acısını paylaşabiliyorlar... O ortak acıya Kürtlerin de büyük kısmı katılıyor, siz hiç kaygılanmayın... Fakat eğer ayrı bir marşı savunacaksan... Ayrılıkçılığın/Kürt ırkçılığının romantik propagandasını yapacaksan... Binbir kılıfa sokup bölücülüğü sempatik göstermeye çalışacaksan... Tutarlı olmak istiyorsan, bunları yapmayacaksın arkadaş. Karşındakini tanımlayacaksın; kendini tanımlayacaksın... Dağda silaha sarılanlar emin olun ki sizden kat kat daha tutarlılar. Haklılar ya da haksızlar, konu o değil; Ama en azından kendilerini net bir biçimde tanımlıyorlar... Karşılarındakini de... Peki siz? Bu toplumun ortak değerlerini dışlıyorsa bir kesim; Kendi ilkel toplumsal kültürlerini/Aşiret kültürünü/Feodalizmin kültürünü yüceltiyor Ve kendisini ayrıştırıyorsa; Birde buna marş yazıyorsa; Sözde kahramanlık destanları düzüyorsa; Zorlukları da sırtlayacak; tepkileri de göğüsleyecek kadar yürekli olacak arkadaş! Öyle yazmaya gelince marş yazacak, kahramanlık destanları düzecek kadar cesursan; Karşılığında göreceğin şeylerler de cesur olacaksın... Öyle çıkıp "neden tepki gösteriyorlar, neden biz!" diye romantizme bağlamayacaksın... Duygu sömürüsü yapmayacaksın...
-
TAŞ ATAN ÇOCUKLAR SUÇLU!
He he, kurarsınız!
-
NEFES:VATAN SANA CANIM FEDA
Atatürk'ün hayatı sadece Atatürk'ten ibaret olmadığı için sanıyorum bu... Çünkü aynı zamanda Osmanlı Devleti'nin de hayatı... Türkiye Cumhuriyeti'nin de... Silah Arkadaşları'ndan tutun, Düşman Komutanlara kadar... Diyelim ki Samsun'a çıkışı anlatacaksınız... 15 Mayıs'ta İzmir işgal edilmiş ve ertesi günü Mustafa Kemal, Samsun'a yola koyuluyor... 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkıyor... İzmir'in işgalini bile işlemek en azından adamakıllı işleyecekseniz eğer bir 10 dakikanızı alır sanırım... Samsun'a görevlendiriliz ve çıkış deseniz öyle... Kongreler deseniz; olayları mı ele alacaksınız tek tek... Yoksa süreçte Ulus'un bilinçlenme, örgütlenme olgusunu mu? Nasıl işleyeceksiniz... Sadece Kongreler dönemi bile başlı başına bir film olabilir bence... Takibat, yıldırma çabaları, çağrılar, görüşmeler... Daha adamakıllı Çanakkale'yi işleyebilmiş değiliz... Yazık yaa; kendi tarihimize sahip çıkamıyoruz; Sonra da kendi tarihine yabancı insanlarımızı gördüğümüzde bir de yakınıyoruz... Ee onlar da haklılar! Bende bilmesem, bilincinde olmasam; Bende sahip çıkmazdım sanırım!
-
ISMAILAGA CEMAATINDEN HÜKÜMETE UYARI
Burada yine bir "Eksik Bilgi"yi tamamlamamız gerekiyor... Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan beridir ABD'nin emrinde olması imkansızdır. Çünkü ABD 2nci Dünya Savaşı'na kadar Avrupa'nın bile siyasetine bulaşmaya hiç istekli olmamış; kapalı ve mesafeli bir siyaset gütmüştür. Aynı zamanda 2nci Dünya Savaşı'da Japonya'ya Atom Bombalarını atana kadar askeri ve siyasi gücünü bütün devletlere kanıtlayabilmiş değildi. Kaldı ki Türkiye'nin kuruluşunda yine 1940lara kadar çok etkin bir siyasa içerisine de girmemiştir. Dolayısı ile Türkiye'nin 2nci Dünya Savaşı sonrasına kadar Amerika'nın güdümüne ya da emrine girmesine neden olabilecek herhangi bir süreç, olay, anlaşma ya da sözleşme gerçekleşmemiş; Bu savaştan sonraki dönemde; Soğuk Savaş döneminde Rusya etkisinden kurtulmak ve çok partili düzene geçişte ABD'nin baskısından dolayı Türkiye 1946dan ancak sonra ABD ile siyasi ve ekonomik ilişkilere doğrudan ve etkin bir biçimde başlamıştır. Dolayısı ile Türkiye'nin 1945ten önce ABD'nin değil emrini almak, doğrudan herhangi bir yaptırımına maruz kalması bile imkansızdır. Çünkü Amerika o kadar etkili bir otoriteye henüz o dönemde sahip değildir. Lozan'da bile taraf değil, gözetmen konumundadır. Fantastik senaryolar yazmayın lütfen... Türkiye, kuruluşundan itibaren ABD'nin emrinde olmuşmuş! Duy da inanma... Her zaman dediğim gibi; Yüzüklerin Efendisi gibi kitapları okuyup, onu Türk Devrim Tarihi ile karıştırmak Çok ciddi yanılgılara sebep olur. Romanlar ile Tarih kitaplarını iyi ayırt etmek lazım...
-
NEFES:VATAN SANA CANIM FEDA
"Veda" filmine gittim ama "Livaneli" dediğinizde aklınıza gelende çok çok daha az bir şey bence bu "Veda" filmi... Bir kere çok kopuk... Tamam duygusal sahneleri var ama... Belki de sorun "Bir Atatürk Filmi" çekmekteki zorluktan kaynaklanıyordur. Gerçi sinemanın kaderidir; Biyografik filmlerin her zaman yetersiz kalacak olması... Kafanızda bir "Atatürk" var; Bekliyorsunuz ve hiçbirisi hiçbir beklentinizi karşılayamıyor. "Veda"da Fikriye ile Lütfiye gayet güzel işlenmiş ve oyuncu seçimi de tam oturmuş... Sinan Tuzcu, Atatürk'e benziyordu ama ne bileyim, tavrı falan Atatürk değil, bildiğin Sinan Tuzcu'ydu işte... "Veda"nın en güzel yanı Salih Bozok'un anılarını odağına almasıydı ve Salih Bozok da çok güzel resmedilmiş gerçekten... Ama çok çok yetersiz bir film... Sanırım Atatürk hakkındaki en iyi filmi; Atatürk'ün biyografisini çekmekten vazgeçtiğimizde çekeceğiz... Atatürk'ü sadece Çanakkale'deyken resmetsek... Ya da Nutuk'u okurken mecliste, olaylar aksa filmden... Veya Devrimler sürecindeki Atatürk'ü anlatsak sadece... Öğrenciliğini alsa sadece... Ama sadece bir kesite odaklansa film... İşte o zaman Atatürk'ü verebilirse verebilir... Ama "Veda" olmamış, kim ne derse desin... "Mustafa" ise zaten olmamıştı... Onu eleştirmiyorum bile... Sanırım İş Bankası reklamındaki "Haluk Bilginer" kadar başarılı bir benzerlik pek yakalayamayacağız hiç... Gerçi Sinan Tuzcu pek benziyordu; Ufaklık da pek sevimliydi ama... Kazım Karabekir ise mükemmel benzemiş... Sunay Akın'ın canlandırması bir yana ama kapıdan girince çok şaşırdım... Bu kadar mı benzer, bu kadar mı cuk oturur... Hani Kazım Karabekir olsa o tavır, o ses tonu nasıl olur diye hayal ederseniz; Öyle işte... Ama Atatürk öyle değildi işte... Bakalım sırada "Dersimiz: Atatürk" var... Orada neler olacak merak ediyorum... Şimdilik "Halil Ergenç"in makyajını pek beğenmedim ama neyse... Ha "Dersimiz: Atatürk" derken "Dersim"den bahsetmiyoruz; Kimse alınmasın hemen... Ama "Nefes" güzeldi... Kim hangi duygu ile hareket ediyorsa ediyordur Ve sindiremiyorsa sindiremiyordur... Bilemem; umrumda da değil... Ama "Nefes" güzeldi... Ha mantık hataları yok muydu? Vardı... Ama daha ilk 10 dakikada, komutanın sobaya vurup ıslık ile mermiyi taklit etmesindeki ve canlandırmasındaki heyecanı Hiç bir Türk filminde görmedim ben... Hem de ilk dakikalarda... Ayrıca eleştirileri çok da haksız ve her zamanki gibi ön yargılı buluyorum. Hele o telefondaki konuşmalar tamamen tarafsız abi... Majesteleri çıkmış demiş ki: "Tereddüt içinde sunuyor" Hiçte alakası yok... Yönetmen son derece tarafsız davranmış... Sen illa ki "Terörist, söylemlerinde haklı çıkarıldığında ancak yönetmen tarafsız olur" mantığıyla yaklaşıyorsan Ben senin tarafsızlık anlayışına iki yumurta çakar, terbiye yapıp ekmek bana bana yerim... Telefon konuşmalarında ne komutan, ne de doktor birbirlerine gol atamıyorlar... Hatta ikisi de iyice gerilip küfrediyorlar... Çünkü ikisininde savunduklarından emin oldukları Ama yine de açıklayamadıkları yerler olduğunu babalar gibi hissettiriyor... Hatta en büyük eleştiri, TSKseverlerce komutan tiplemesine getirilebilirdi ama sağolsun sağduyudan yoksun kesimler bunu bile görememiş... Orada komutan, arkadaşının öldürülüşünün verdiği hisse yenik düşüyor... Yani kadın terörist yakalandığında, ona olan davranışı "öç" duygusu ile... Yönetmenin bunu işlemesi çok büyük bir tarafsızlık örneği bence... Oysa ki orada oldukça profesyonel, bu tür duygulara kapılmayan, sadece işini yapan birisi resmedilebilirdi. Orada komutanın o duygularına yenilmesi, asli görevine birde bu duyguyu eklemesi bir asker için profesyonelce olmayabilir ve hatta birileri çıkıp "Böyle komutan mı olur kardeşim! Komutanlar öç duygularıyla mı hareket ediyorlar!" gibi bir eleştiri de getirebilirdi... Ama bunu bile göremeyecek kadar tarafsızlığını yitiren kesim yine film hakkında atıp tutuyor... Filmi de "Acaba hangi eksileri bulabiliriz" mantığıyla izliyorlar... Film dediğin öyle izlenmez kardeşim... Öyle doğru düzgün oturur, her söylemin altını güzelce çizersin... İşine geleni görmek, işine geleni görmemek olmaz... Hatta ben bölgede askerlik yapmış askerlere de sordum filmi... "Böyle çatışma mı olur? Karakol baskını böyle hafif mi olur? Çok daha beterdir bundan..." diyenlere rastladım... Çok güzel bir "Türk Filmi"ydi gerçekten... Ha bu arada "Türk Filmi" dedim, kimse alınmasın... "Türkiye'de Çekilmiş Filmler"i kastediyorum; Bir ırktan değil!
-
NEFES:VATAN SANA CANIM FEDA
Nerede mi görülmüş? Bugün Ordu'ya kin kusan kesimin ve hatta Apo'nun bile neredeyse elini öpeceği Fethullah, 80 darbesinde yine Ordu'yu övüyordu... Fethullah 80de düzen sevdalısı idiyse; Bugün nedir?
-
Bölücülükte Son Nokta Ve Sahnede Yine Chp....
Tam bir provakatif olay... 1- İzmir'de Öğrenci Kartı başvurularında, başvuru sonuçları, başvuru yapanın e-posta adresine postalanmıyor; Kişi, Eshot'un sitesinden kimlik numarasını girerek, kartının çıkıp çıkmadığını gösteren bir ekranla karşılaşıyor. "e-postasına gönderilen..." şeklindeki bir ifade, en baştan soru işareti yaratıyor zaten... 2- Kartın adı üzerinde "Öğrenci Kartı"... Yani kart başvurusunda bulunan kişinin statüsü "Öğrencilik"... Öğrenci Kartları da her yerde olması gerektiği gibi Öğrenciler ile ilgili kılık-kıyafet yönetmeliğine uygun olmak zorundadır. Yüz tamamen açık ve tanınır olmalıdır. Hem bakın bu türlü olaylar provakatif olaylardır. Başörtüsü takan kimseler, başörtüsünün nerede kullanılıp nerede kullanılmayacağını, takmayanlardan daha iyi biliyorlar. Kaldı ki sen öğrencisin; En başta senin farkında olman lazım öğrenci kimlik kartlarında başörtüsünün uygun görünmediğinin... Öyle ki farkındasın da zaten! Ee neden bilerek başvuru yapıyorsun? Ben söyleyeyim; Aynı pilavı ısıtıp ısıtıp önümüze sunmak için... Ya hu altı üstü resim kardeşim bu... Fotoğraf ya hu; altı üstü fotoğraf... Merak etmeyin; Eshot şoförü, kimlikteki fotoğrafa o kadar dikkatli bakamıyor... İsterseniz öğrenci kimlik kartında kara çarşaflı fotoğraflara da izin verelim iyi mi? O değil de; Bölücülükle alakası nedir; anlayamadım!?
-
ISMAILAGA CEMAATINDEN HÜKÜMETE UYARI
Bu forumda çok kere karşılaştım tabii ki böyle bir durumla ama ne yazık ki ilk defa "Acaba ben mi anlatamıyorum" diye kendimden kesinlikle şüphe etmiyorum. Yazımı okursanız eğer, tüm Kürtleri aynı kategoriye koyamayacağımız açıkça yazdım. O yüzden "Konu Kürt'ler ise tümünü icerisine aliyor" cümlesini neye istinaden yazdını hala anlamlandırabilmiş değilim. Kürtlere de topyekün bir suçlama getirmedim; Aşiret Kültürünedir yaptığım tüm suçlamalar Ve bu kültürün de en yoğun olarak Kürtler tarafından yaşatıldığını söylüyorum. Aksini ispat edebilyorsanız edin; fazla lafa gerek yok... İnsanların, Türkiye'nin siyasi yapısını bilmeden konuştuklarını iddia edebilmek için; Önce Türkiye'nin siyasi yapısını ve kavramları biliyor olmak gerekir. Ve evet; Diğer forumdaşları bilemem, Fakat ne yazık ki bu konulara sizden daha hakimim... Ve mantığım da budur...
-
ISMAILAGA CEMAATINDEN HÜKÜMETE UYARI
"Biz Türkler" dediğin toplumun içerisinde "Kürtler"de var, "Lazlar"da var, "Çerkezler"de var. Bunun neresini hala anlamak istemiyorsunuz? Bir ülkenin mensupları arasında geri kafalısı da olabilir; çağdaşı da olabilir; durumu hiç algılayamayanları da olabilir... Fakat biz "Kürtler Aşiret Yapısındadır" ya da "Nakşibendiler Tarikat Yapısındadır" dediğimizde Bir Ulus'tan yani "Türklüğün Tümünden" söz etmiyoruz. "Türk Ulusu"nun bünyesinde bulunan "İlkel Toplum Kesimleri"nden söz ediyoruz. Dolayısı ile kaygımız da, o ilkel modellerin modernleştirilmesi Ve toplumun geri kalanına uyum sağlamalarıdır... Ayrıca "Biz Türklerin genel olarak cemaat ve tarikatlerin etkisinde... bla bla bla..." demişsiniz... Pardon ama siz hangi tarikate mensubsunuz da kendinizi bu kadar net eleştirmeye başladınız? Veya pardon ama siz ne zamandan beridir "Ulus Kimliği"ni benimsediniz de "Biz Türkler" demeye başladınız? Kaldı ki, hadi sizin sandığınız gibi kabul edelim ve "Türklük"ü, "Kürtlük" gibi Etnik bir unsur olarak kabul edelim: "Tarikatçılık" dediğimiz oluşumu, nasıl oluyor da bir Etnik Unsura mal edebiliyorsunuz; Hangi mantıkla? Tarikat dediğiniz örgütlenmeler, Etnik Köken üstü dinsel bir örgütlenmedir. İçerisinde her Etnik Unsurdan insan bulabilirsiniz. Kaldı ki Tarikatler yine en çok Kürt Etnik Unsuru arasında yaygındır. Mesela Nakşibendiliğe en çok Kürtler mensuptur. Hayır yani "Acaba nerden tutsam da vursam" diye çabalıyorsunuz Ama nereden tutarsanız tutun, savlarınız elinizde kalıyor... Ayrıca güya ironi yapabilmek için "Biz Türkler" diyorsunuz Ama "Türklük" tanımının ne olduğunu da pek bilmiyor gibisiniz... Hayret... Bundan başka; "Nerede mi kaldı bizim Kürtlere örnek olacak çağdaşlığımız?" Bir kere soruyu soruş tarzınız bile, Daha önceki söylediklerimi zerre kadar anlamlandırmadığınızı ortaya koyuyor. Öncelikle "Kürtler, bu Ulusun bir parçasıdırlar". Ve bu yüzden onların Toplumsal sorunları ya da çağdışılıkları, aynı zamanda bizim de sorunumuzdur. Çünkü eğer onlar çağın gerisinde kalmışlar ise ve çağdaş bilgiye erişememişler ise Bu demektir ki biz de onları bu değerlere taşıma sorumluluğunu yerine getirememişizdir... Kaygımız da bu amaca birlikte ulaşmak ve bu kaygıyı birlikte taşımaktır. Bununla birlikte; Kürtlerin topuna birden de "İlkel" diyor değiliz. Bana bir çok insani değeri de emin olun ki Kürt arkadaşlarım öğretmişlerdir. Fakat bu Kürt arkadaşlarım da, çok açık ve net bir biçimde Aşiret Kültürünü ve Kafa Yapısını geride bırakabilmiş, çağdaşlaşabilmiş Kürt arkadaşlarımdır. Dolayısı ile Aşiret Yapısı, Kürtler'in genlerinden ya da DNA'larından kaynaklanan birşey değildir. Sanki öyle demişiz gibi yorumlar yapıp durmayın artık. Bu bir art niyetlilik göstergesidir. İsteyen ve çağdaş bilgiye erişebilen her Kürt, Kürtlüğünü koruyabilerek Aşiret Kültürünü reddedebilmektedir. Tarikatçılık ile Türkçülüğü nasıl bağdaştırabildiğinizi ise hala bilemiyorum... Zira bu konularla kaç zamandır aktif olarak ilgilenen ve araştıran birisiyim; Fakat ilk defa bu kadar kendini aşmış bir yorum gördüm; Kim bilir daha neler göreceğim bu fani dünyada...
-
ISMAILAGA CEMAATINDEN HÜKÜMETE UYARI
Sevgili DemirEfe... Aslında alıştım "Faşist" ve "Irkçı" olarak itham edilmeye ama hala garibime giden şey; Bu iki sözcüğün de anlamını bilmeyenler tarafından "Irkçı" ve "Faşist" ilan ediliyor oluşum... Her zaman verdiğim iki güzel örnek vardır: Afrika'da bir kabile, geçen seneydi sanıyorum, ilk defa bir helikopter gördüklerinde, Uçan bir hayvan sanıp, korkup, taş falan attılar... Neden? Çünkü henüz teknoloji ile ve uçan nesneler ile tanışmadıkları; Yani hala ilkel bir yaşam sürdükleri için. Bu insanlar hala giyisi olarak hayvan kürkü, av aleti olarak ok kullanan Ve hala totemlere inanan insanlar. Buradaki "İlkel" tanımı hakaret etmek için değildir. Bilimsel olarak da bu kavram kullanıldığı içindir. Günümüzde Din Toplumları yani cemaatler ya da tarikatler de ilkel toplumsallaşma biçimleri olarak kalmışlardır. Çünkü artık dinlerüstü toplumsallaşma biçimleri vardır. Şimdi illa ki "Din Düşmanı" ilan edilmeyelim diye Ümmetçiliğin, ilkel bir anlayış olduğunu söylemeyelim mi? Günümüzde kan bağına ve yerel otoriteye bağlı Aşiretçilik veya Feodalizm de ilkel bir toplumsallaşma biçimidir. Ya hu beni assanız da, kesseniz de, yaksanız da; Değil Hitler, Mussoloni ile de bir tutsanız bu böyledir. Bunu ben demiyorum; Toplum Bilimleri söylüyor... İstedikleri kadar Irkçı olarak ilan etsinler; Ya da istedikleri kadar Faşist ilan etsinler... Bu böyledir. Açıkçası daha Faşist ile Irkçılığın ne demek olduğunu bilmeyen insanların Irkçı ve Faşist itham etmelerini de zerre kadar sallamıyorum bile...