Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    4.540
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    21

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Kabe'yi de insanlar yapmadı mı? Sizler de onun önünde eğiliyorsunuz! Hatta daha kötüsü de şu; Siz, bir insanın yaptığı heykelin önünde eğilmeyi bırak, Muhammed'in kafasından uydurduğu olmayan bir Allah'ın önünde eğiliyorsunuz. Bu, inancının sembolü olan bir nesnenin önünde eğilmekten çok daha saçma... Ha ama sen o inanç sisteminin içinde olduğu için sana olabildiğince anlamlı geliyor; O insanlar için de, o inanç sisteminin içinde oldukları için, o putların önünde eğilmek olabildiğince anlamlı geliyor. 21nci yüzyılda yaşayan zeki bir canlı olarak bunu anlamanızın neresi zor? Namaz, Oruç, Kurban, Zekat, Haç, Tavaf, Şeytan Taşlama gibi dışavurumlarla mesela değil mi? Yoksa bunlar sırf sizin inançlarınızın değerleri diye mi size saçma gelmiyor! Oysa ki bütün diğer inançlardaki gibi inanma ihtiyacının saçma dışavurumlarının bir çeşidi bunlar da... Bunu, 21nci yüzyılda yaşayan bir insan olarak söylediğinin farkındasın değil mi? Ayrıca İslamiyet'in resim ve heykeli yasakladığının da bilincindesin değil mi? Ya hu anlayamadığınız şey nedir? O insanlara göre o heykeller, Tanrılarını temsil ediyor... Onların Tanrı tasavvurları senin algıladığından çok farklı, bunu anlayamıyor musun? Onlara göre Tanrı, bir heykel ile temsil edilebilir ve o heykel aracılığı ile o Tanrı'ya yakarılabilir... O insanların inançlarına göre bu mümkün... Sana göre de Namaz denilen ritüelin sonunda diz çöküp elini göğe açtığında Allah'a yakarmak mümkün. Hıristiyanlar da seni anlamıyorlar mesela! Sen de tesbih çektiğinde işe yaradığını sanıyorsun? Günde beş vakit eğilip kalktığında bir borç ödediğini sanıyorsun? Akşama kadar aç aç dolaştığında bir yükümlülük yerine getirdiğini sanıyorsun? O insanlara göre, Tanrı bir heykelde temsil edilebilir... Onlara göre bu mümkün... Sana göre, Tanrı bir heykelde temsil edilemez... Sana göre de bu mümkün değil... Bunu anlamamanız için ancak ilkokul seviyesinde zekaya sahip olmanız lazım. Çok ilginç insanlarsınız. Daha başka kültürleri ve değerleri anlamaktan yoksunsunuz; Ulu, Yüce, Aşkım bir Allah'ın var olduğunu ve onun gönderdiği mesajı doğru anladığınızı iddia ediyorsunuz. Komik, çok komik yaa. Süleyman dediğin adan Yahudi Kültürü ve İnancı ile yetişmiş bir adam. O adamın gidip de yaptığı heykele tapınmasını bekleyemezsin zaten. Çünkü o adama göre Tanrı, bir heykel ile temsil edilebilemez. Ama Hıristiyanlara göre Tanrı, Haç ile temsil edilebilir; Bir hıristiyan, kendi yaptığı haç'ı kutsayabilir... Sana göre, yaptığın heylek Tanrı'yı temsil edebilemez. Ama bir Paganiste göre bu mümkündür... Bak bunu anlamaman için gerçekten üniversite eğitimi almış olman gerekmiyor. Zeka belirtisi gösteren her canlı bunu anlayabilir, anlayabilmeli yaa, zor bir şey değil bu... İbrahim de benzer bir anlayışsızlığa sahip. Ben buna "Odunluk" diyorum. Onun babası Azer, Put yapardı. Ve Azer'e göre, tapındığı Tanrılar, Putlar ile temsil edilebilirdi. Adam öyle inanıyor yani; bunu yargılayamazsın. Bir insan bir kalıp Beyaz Peynir'de Tanrı'nın varlığını hissettiğini iddia ediyor ve öyle inanıyorsa; Öyledir... Sana bir anlam ifade etmiyordur ama o adam için o öyle bir anlam taşıyordur. O adam için de senin, Sırat denilen köprüden katlettiğin hayvanların sırtında geçeceğine inanmak büyük bir yanılgıdır. Ya da Cinsel Organı'nın bir kısmını kestirmen çok anlamsızdır o insan için de... Neyse; İbrahim diğer putları kırıyor ve bir tanesini bırakıyor. Onun eline baltayı koyuyor ve büyük bir zeka göstergesi koyuyor güya ortaya. "Ben kırmadım, o kırmış olmalı; elinde balta var!" İyi de o insanlar "Put" olayına hiç öyle bakmıyorlar ki? Putların hareket edebileceğine inanan tek kişi orada İbrahim... Orada bir absürtlük varsa, o da sadece İbrahim'de, o putlara tapanlarda değil yani. Ve o adamlar şaşırıyorlar zaten; "Ya bir put bunu nasıl yapsın!" diye... İşte üstad yapıştırıyor cevabı: "Yaa gördün mü işte, yapamaz, biliyorsunuz!" Ya hu iyi de, kimse yapabileceğini düşünmüyordu ki zaten İbo! Bunu düşünen tek kafası çalışmayan adam sendin! Onlar sadece Tanrılarının o putlar aracılığıyla temsil edildiğine inanıyorlardı. Ha ama olaya İbrahim'in mantığından yaklaşırsak, Şu an burada Allah'a küfürler saydırayım: "!'^%%(/()=?_()?=&%&++" Yok, hala klavyeyi kullanabiliyorum... Çarpmadığına göre kendisini savunamıyor demek ki... Kendini savunamadığına göre, demek ki Allah diye birşey yok... Bir daha deneyeyim hatta: "!'^%%(/()=?_()?=&%&++" Hayır, hala çarpılmadım... İbrahim'in ve Muhammed'in yürüttükleri mantığa göre Allah da yok. Çünkü kendisini savunmaktan acizler. Karşımda başkasına küfretseydim, ağzımı burnumu dağıtırdı eminim oysa ki. Öyleleriniz var ki Allah için insan öldürüyorsunuz? Kendisi sonsuz kudret sahibi ama onun iktidarı için sizler çarpışıyorsunuz... Eminim şu an karşımda olsanız, onun için söylediğim her şey için bana şiddet uygulayabilirdiniz... Bu, putların önüne yemek seren insanlarınkinden daha yüksek bir davranış mı sizce? Allah'ın rızasını kazanmak için yapıyorsunuz eylemlerinizi; İnsanlar iyiyi, doğruyu hakediyor diye düşünerek değil... Cennet pazarlığı için sevap işliyorsunuz; Cehenneme gitmemek için pazarlık yapıyorsunuz... Zemzem içiyorsunuz ve tövbe ediyorsunuz; Güya onu içtikten sonra günah işleyemezmişsiniz artık! Muhammed'in sakalını öpüp kokluyorsunuz; Yemeğin içinde kıl görseniz kusarsınız oysa... Bunlar, Putların önüne yemek seren insanlardan daha mı farklı tavırlar? 1500 yıl önce yaşamış olan ve senin bugün sahip olduğun bilgi düzeyinin milyonda birine sahip olmayan bir adamın peşinden, o adamı sorgulamayı aklının köşesinden geçirmeden gidiyorsunuz... Putların önüne yemek sermekten çok daha akıllıca değil bu, kusura bakmayın... Ya ne zannediyorsun sen, gerçekten? O adamların hepsini kafalarında hunilerle dolaşan Mazhar Osman kaçkını herifler olarak mu görüyorsun? Psikopat mıydı bu adamlar? İşleri güçleri yoktu, "Ulen ne yapsak da takıntılı olabilsek" diye mi yaşıyorlardı? Ya yapmayın... Sen nasıl ki Dua ve Namaz ile arınacağına inanıyorsan, O insanlar da Putlara ne kadar saygı gösterirlerse o kadar arınabileceklerine inanıyorlardı. O insanlar nasıl ki senin için takıntılıysa; Sen de onlar için o kadar takıntılısın işte... Bu anlaman çok zor olmasa gerek. Valla sağlıklı, eğitimli ve zeki bir aklın kesinlikle yapmayacağı şeydir Namaz ve Dua... Günde beş vakit namaz kılıp dua edeceğinize, kitap okusanız, dünya daha güzel bir yer haline gelirdi...
  2. Ha, yani yaygın olduğunu düşünmüyordunuz öyle mi? Arap Kabilelerinin çok büyük çoğunluğunun benimsemediği bir uygulama olduğunun bilincindeydiniz he mi? Bakara 193: "Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Onlar savaşmaya son verecek olurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır." Aynı surede bakalım "Zalim"in tanımı neymiş: Bakara 165: "İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi." Bakara 254: "Ey iman edenler! Kendisinde artık alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın. Gerçekleri inkâr edenler elbette zalimlerdir." Kur'anda diyor ki: "Allah'a inanmayan herkes Zalimdir." Sonra da diyor ki: "Yeryüzünde din Allah'ın oluncaya kadar savaşacaksın. Düşmanların savaşmaya son verse bile Zalimlere düşmanlığını sürdüreceksin." Verdiğin ayet "Kafirun Suresi"nde geçmektedir. Kafirun Suresi, Muhammed daha Mekke'deyken inmiştir. Yani Muhammed'in ne kadar destekleyeni, koruyanı olsa da en azından hala ayağını denk alması gerektiği dönemde inmiştir. Ama Medine'ye kaçıp bir yerlerini sağlama aldıktan sonra artık mantığı şudur: Maide 33: "Allah ve Resûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır." Müslümanlar bunu hep "Ama ayet, Allah ve Resulüne savaş açanlar için inmiş; açmayanlara birşey yok!" gibi bir mantığa bürümek istiyorlar. Ama daha İlk Sure olan Bakara'da yeryüzünde Allah'a inanmayanların hepsi "Zalim" ve "Bozguncu" olarak nitelendiriliyor zaten. Yani Allah'a inanmıyorsanız, zaten potansiyel olarak "Düzen Bozucu"sunuz İslam'a göre, çünkü Allah'ın iradesini reddediyorsunuz, kabul etmiyorsunuz ve uygulamıyorsunuz ya da İslam Hakimiyetini tanımıyorsunuz. O yüzden İslam Savaş Hukuku'nda "Dar'ül Harb" ve "Dar'ül İslam" denilen iki kavram vardır. "Dar'ül İslam" yani "İslam Bölgesi" İslam hakimiyetinin sağlandığı yerlerdir. "Dar'ül Harb" yani "Savaş Bölgesi" ise İslam'ın hakim olmadığı her yerdir. İslam'ın hakim olmadığı her yeri "Savaş Bölgesi" olarak gören bir mantığın neresi barışçıl olabilir bana söyler misin? Valla sen Namaz kılarken secdeya vardığında, Allah ile aranda hiçbir perdenin kalmadığına inandığında da sen kendine büyük bir kazık atıyorsun aslında. Veya Kabe denilen zarımsız yapıya yönelip namaz kılman da yine kendi kendini kandırman; çünkü sadece basit bir bina o... Milyonlarca hacı, taşladıkları bir sütunun şeytan olduğuna inanıyor; Taş attıkça şeytanın canının yandığına inanıyorlar... Putperestliğin dik alası... Her neyse; Sizin Paganizmi bilmediğiniz de çok belli... O insanlar o putlara tapınmıyorlar sevgili kardeşim. O insanlar da, sen hiç merak etme, o putların taştan yapıldığının farkındalar. Ancak senin Peygamberin öyle bir zeka yapısına sahip ki, o putların; içinde yaşadığı toplumun manevi değerlerinin bir simgesi olduğunu koskoca ömrüne rağmen hiç anlayamamış. Bugün bile anne-babandan yadigar kalan tek bir fotoğraf karesi bile senin için çok büyük bir manevi değer taşır. Dini açıdan bakarsan, üzerinde arapça "Allah" yazan bir kağıt, senin için önemlidir, anlamlıdır. Yere düşmesini istemezsin ama o sadece basit bir kağıt parçasıdır. Kur'an-ı Kerim de yalnızca sayfalardan ve mürekkeplerden oluşmuş basit ciltli bir kitaptır ama yere atmazsın, belden aşağı düşürmemeye özen gösterirsin, temizlenerek alırsın eline. Çünkü senin için manevi bir anlamı vardır. Oruç tutarken bazı ritüeller anlamsızdır ama severek yaparsınız; Hurma yemeye, su ile açmaya özen gösterirsiniz. Paganistler için de tapındıkları Tanrıların imajları çok önemlidir. Onlar elbette ki o heykellerden medet ummuyorlardı, bu sadece sizin Muhammed'inizin algıda yetersizliğinden kaynaklanan bir yanılgısı ve yargısı. Paganistler, inandıkları Tanrıları o heykellerle simge haline getirmişlerdi. O heykeller aracılığı ile Tanrıları ile iletişim kurabildiklerini düşünüyorlardı. Siz de namaz ile dua ile aynı işi yapabildiğinizi sanıyorsunuz. Tek farkınız, siz Kabe'ye yöneliyorsunuz; Onlar da Kabe'ye yöneliyorlardı Halkların toplumsal değerlerini aşağılamadan önce; Kendi değerlerinizin ne kadar komik olabileceğine bir bakın bence... O daha kötü... Düşün: Ben çok iyi bir insanım, Hayatımda kimseye kötülük yapmadım, Hırsızlık yapmadım, tecavüz etmedim, yalandan olabildiğince kaçınırım, Kimseyi aldatmam, kimseye yan gözle bakmam, cinayet işlemedim, Elimden geldiğince herkese yardım etmeye çalışırım... Ama Allah'a, Peygamberine, Kitaplarına, Ahirete, Meleklerine inanmıyorum. Hatta çok da komik geliyorlar bana. Yani ben Takva sahibi değilim... Ama Hüseyin Üzmez mesela... Takva sahibi, cennete gidecek... Usame Bin Ladin; Takva konusunda ustalık derecesinde. Fethoş efendi; Peygamberle yarışır heralde takva konusunda; Said Kürdi de öyle, değil mi? İskilipli Atıf mesela; Takva'da birinci... Bunların hepsi cennetlik... Türkiye'deki hapishanelerdeki binlerce adi suçtan içeri girmiş herkes istisnasız imanlı, takva sahibi... Cehennemde biraz bronzlaşıp cennete girecekler. Ben sonsuza kadar Cehennemde kalacağım, çünkü Takva sahibi değilim... Ne kadar adil bir Allah... Ya hu meşrulaştırmak adına bu kadar da kasmayın isterseniz. "Köle/Cariye" dediğimiz insanlar egemenlik haklarını ve bireysel özgürlüklerini kaybetmiş, emeklerini karşılıksız olarak sunan insanlara denir. Tarih boyunca da böyle olmuştur. Emeği karşılığında para kazananlara da "İşçi" denilmiştir. Tarih boyunca da böyle olmuştur. Bilmeden sallayıp durmayın artık. Meşrulaştıracağım diye komikleşiyorsunuz.
  3. Şöyle de söyleyebiliriz o zaman: "Siz Ateizmi anlamıyorsunuz, zaten anlasaydınız Ateist olurdunuz. Anlamayan Müslüman olur." "Siz Budizmi anlamıyorsunuz, zaten anlasaydınız Budist olurdunuz. Anlamayan Müslüman olur." "Siz Hıritsiyanlığı anlamıyorsunuz, zaten anlasaydınız Hıristiyan olurdunuz. Anlamayan Müslüman olur." "Siz Şintoizmi anlamıyorsunuz, zaten anlasaydınız Şintoist olurdunuz. Anlamayan Müslüman olur." "Siz Paganizmi anlamıyorsunuz, zaten anlasaydınız Paganist olurdunuz. Anlamayan Müslüman olur." "Siz Şamanizmi anlamıyorsunuz, zaten anlasaydınız Şamanist olurdunuz. Anlamayan Müslüman olur." "Siz Yahudiliği anlamıyorsunuz, zaten anlasaydınız Yahudi olurdunuz. Anlamayan Müslüman olur." "Siz Deizmi anlamıyorsunuz, zaten anlasaydınız Deist olurdunuz. Anlamayan Müslüman olur." "Siz Panteizmi anlamıyorsunuz, zaten anlasaydınız Panteist olurdunuz. Anlamayan Müslüman olur." "Siz Panenteizmi anlamıyorsunuz, zaten anlasaydınız Panenteist olurdunuz. Anlamayan Müslüman olur." "Siz Agnostisizmi anlamıyorsunuz, zaten anlasaydınız Agnostik olurdunuz. Anlamayan Müslüman olur." Gördünüz mü? Bu önermelerin hepsi birbirinin aynı mantıkla yazıldılar. Müslümanlığı anlayan birisinin mutlaka Müslüman olacağı düşüncesine nasıl kapılabiliyorsunuz hiç anlamıyorum. Bu çok sığ bir bakış açısıdır ve bunu göremiyorsunuz. Müslümanlığı gayet de iyi anlıyoruz, yıllarca öyle yaşadık; Müslüman değiliz. Agnostikleri de çok iyi anlıyorum ama Agnostik olmam gerekmiyor. Şamanistleri ve Paganistleri de anlayabiliyorum ama Şamanist veya Paganist de değilim; anlıyor olmam öyle olmamı gerektirmiyor. Eminim ki bir Agnostik de Ateistleri çok iyi anlıyor ama Ateist değildirler. Bu mantığınız şeye benziyor: "Komünizmi anlasaydınız zaten Komünist olurdunuz. Anlamadığınız için Kapitalistsiniz!" mantığına benziyor. Yahu "Anlamak" ile "Benimsemek" farklı şeylerdir. Ve burada ayrımlarını yapamadığınız onlarca kavramdan söz ettim; "Anlamak" ile "Benimsemek" kavramları arasındaki ayrımı da yapamıyorsunuz. Her tartışamada size ayrımını yapamadığınız kavramları öğreteceksem ben, Herhangi bir konu üzerinde tartışmaya ancak bir 5 sene sonra başlayabileceğiz sizinle. Çünkü ancak o zamana kadar olursunuz siz. Ya hu defalarca aynı soruyu sordum, sen hala soruyu anlamamışsın ki bana neyi anlatmaya çalışıyorsun? Bakın daha önce de söyledim; Siz Anoloiji kurmayı da bilmiyorsunuz, ben böyle birşey görmedim ömrümde ya hu... İnsan elinden çıkmış şeylerden, marmelatlardan, kreplerden, sahanda yumurtadan söz etmiyoruz. Ve bakın sıkıştığınız yerde konuyu provake edip duruyorsunuz: Hiç kimse herşeyin tesadüfen olduğunu iddia etmiyor ki çıkıp da "Tesadüfen mi oldu yani?" gibi bir zoraki çıkarımda bulunuyorsunuz? Ki gülüyorum size, o kadar tartıştık hala kavramaktan yoksunsunuz, kapasite meselesi tabii ki bu da. Doğada ve Bilimde tesadüfler yoktur. Bunu örnekleri ile defalarca anlattım size. Karşıma "Allah yaratmadı da tesadüfle mi oldu?" gibi buram buram bilgisizlik kokan bir mantıkla çıkmayın. Benim bütün bunlardan ayrı olarak sorduğum soru; "Su varsa, yaratıcısı da olmalı mı?" gibi bir soru değil... Ben şunu soruyorum size defalarca ve siz inatla bu sorudan kaçıp kaçıp duruyorsunuz. Bilim'in ve Bilimsel Bulguların, Allah'ın varlığını ve yarattığını kanıtladığını iddia ettiniz. Ben de örnek veriyorum: "Yaratma" eylemi bir fiziksel güç gerektirmektedir. Birşeyin "Var Olması" durumu da fiziksel bir varlık gerektirmektedir. Allah "Var" ise eğer onun fiziksel varlığını nasıl tespit edebiliriz? Eğer Allah her şeyi "Yaratmış" ise, bu yaratma eylemini hangi "Enerji" ile yapıyor? Bizim Su'yu yapabilmemiz için gerekli atomları bir arada tepkimeye sokmamız yani ortama eneji vermemiz lazım. Allah Su'yu yaratırken ya da Su'yu meydana getiren Hidrojen ve Oksijen atomlarını hangi enerji ile tepkimeye sokarak yarattı? Ve o enerjiyi neyden yarattı? Allah'ın Yaratma gücü, ne ile ölçülür? Birimi nedir? Ohm mudur, Watt mıdır, Volt mudur, Joule müdür? Hangi formülle açıklanır? Yani Allah kaç birimlik bir yaratma gücü uygularsa Hidrojen Atomunu yaratır? Kaç birimlik yaratma gücü uygularsa Oksijen Atomunu yaratır? Bu iki atoma kaç birimlik bir yaratma gücü uygularsa ikisini tepkimeye sokup Su'ya dönüştürebilir? Allah'ın bir şeyi yoktan var etmesi için kaç birimlik bir yaratma gücü uygulaması gerekir? Madem siz Su'un moleküler yapısına bakıp kurduğunuz düz mantıkla çıkarımsadığınız "Allah Vardır" önermesine bu kadar güveniyorsunuz ve Bilimsel olarak kanıtlandığından eminsiniz; Yine mantık olarak bu yukarıdaki sorulara yanıt vermeniz gerekmektedir. Bana hala gidip de "Ahanda kuşlar böcükler, binbir renkli ağaçlar, nasıl yakalamıştık, saçlarından baharı; o yüzden Allah var!" sığmantığından bahsetmeyin. O konuyu aştık, soru o değil... Allah'ın varlığının ve yaratma gücünün Bilimsel olarak ölçülebilmişliği nedir, onu soruyorum size ben.
  4. Ya hu bu "Allah'a İnanmak" olayı ne kadar da zor bir işmiş ki o kadar okul, üniversite okuduk bir türlü anlayamadık da; Binlerce okuması yazması olmayan insanlar bile anlayıveriyor! Değerlerinizi rasyonelleştirmek adına o kadar karmaşık bir "Allah" tasavvurunda bulunuyorsunuz ki; Muhammed bugün yaşasaydı ve sizi görseydi "Onca zamandır peygamberim, ben bile anlamadım!" derdi, eminim... Bir tek sen anlıyorsun Omar... Biz yıllarca inandık, iman ettik ama anlayamadık; Bir sen anladın, helal olsun... Sana diyorum ki; Bilim'in öyle bir amacı, kaygısı yoktur... Bilim; "Su, 100OC'de kaynar" diyor, Sen de buna bakıp: "Ahanda Allah'ın kanıtı!" diyorsun! Sana diyorum ki: "Senin, iki çubuğu birbirine çarpman için bir enerjiye, ölçülebilen bir enerjiye ihtiyacın var. Allah 1 Hidrojen ile 2 Oksijen'i tepkimeye sokup Su haline getirmek için ne ile müdahale etti, hangi ölçülebilir güç ile müdahale etti?" diyorum, Bana: "İşte cevabı söylediğinde yatıyor, Tanrı'yı kavrayamıyorsunuz da ondan anlamıyorsunuz!" diye karşılık veriyorsunuz ve bunun da güzel bir açıklama olduğuna inanıyorsunuz gerçekten. Valla hangi dine inandığınızın hiçbir önemi yok. Belli ki geleneksel olarak aileniz ya da çevreniz sizin bilinçaltınıza "Tanrıya İnanma Zorunluluğu"nu işlemiş. Ya da yaşadığınız deneyimleriniz ile siz kendinizi böyle koşulladınız, ki bu en kötüsü... Kimin yaptığı önemli değil ama ailenizin ya da çevrenizin inancından kopmuş olsanız bile bu koşullanma sizi, çatışmada kalsanız bile karmaşık mantık yürütmelerle bir şeylere İnanmak zorunda bıraktırıyor. O yüzden hangi dinden olduğunuz önemli değil; Önemli olan, koşullanmışlığınızı meşrulaştırmaya çalıtığınız gerçeğidir. Şu forumda bütün yazdıklarınıza bakın; Sırf her sorulan soruya makul bir yanıt verebilmek için, bütün kültürlerdeki çeşitli ve ilgisiz inançlardan tutun bilime ve ilahiyata kadar birbiri ile alakasız ya da çatışan her şeyden medet umuyorsunuz. "Mumya" diye bir film vardı. Dirilen Mumya'nın ete bürünmesi için yaşayan insanlarla beslenmesi gerekmektedir. Bir tane insanı yakalar ve yakaladığı adam çok kurnaz birisidir. Boynunda her dinin simgesi bulunur. Mumya onu yakalayana kadar sırayla her dinin simgesini çıkarıp her dinden dua eder; Budizmden, İslamiyetten, Hıristiyanlıktan... Budist olur, Müslüman olur, Hıristiyan olur... Hiç biri işe yaramaz. En sonunda Davut Yıldızı'nı çıkarır ve İbranice dua etmeye başlar. Mumya, onu eski Mısırlıların kölelerinin dilini konuştuğu için kendi kölesi zanneder ve ona dokunmaz. O da Davut Yıldızı'nı öper... Musevidir... Sizin de farkınız yok Sayın Omar... Ve çok sağlam bir psikanalize ihtiyacınız var... Bunun yanında Din Değiştirmiş olmanın da anlamı yok. Bir odada 4 tane pencere düşünün. Din değiştirmek, bir pencereden vazgeçip diğerinden bakmaya başlamak demektir. Aynı görüntüyü farklı açıdan görürsünüz. Asıl önemli olan dışarı açılan bir kapının olduğunu görüp, gidip dışarıya dokunmak, orayı hissetmektir.
  5. Birincisi: İslamiyet'in "Kan Davası" sorununa çözüm getirebildiğini düşünmüyorsun değil mi? Tamam, bir "İdea" olarak o dönem için çözüm getirebilecek yapıya sahipti ama uygulamada getiremeyecek kadar yetersizdi. Nereden mi belli? İslam hala Kan Davası geleneğine son verebilmiş değildir de ondan... 1500 yıl oldu... İkincisi: "Kadın Hakları" konusunda çalışmış birisi olarak size şunu söyleyebilirim ki, "Diri diri kız gömme" geleneği sandığınız kadar yaygın değildir o dönemde. Yaygın olduğunu iddia edenlerin tek sığınakları, Kur'an'ın yaygın olduğunu iddia etmesidir ama Bilim, Kur'an'ı bilimsel kaynak niteliğinde olan bir kitap olarak kabul etmez Tarihi bilgiler açısından. Bunun yanında yapılan araştırmalar göstermiştir ki; Muhammed döneminde "Diri diri kız gömme" geleneği bütün Arabistan'da değil hatta bütün Mekke'de bile değil Sadece bir kaç kabilede kabul edilmiş bir gelenekti ve sıkça uygulanan bir gelenek de değildi. Ayrıca kadının "Utanç duyulan" bir varlık olarak algılanmasından değil; Kadın-Erkek nüfusundaki dengesizliklerin ailede geçimsizliğe varan büyük sorunlar yarattığında uygulanmak zorunda kalınan bir uygulamaydı. Yapılıyordu ama her kabilenin kabul ettiği ve uyguladığı, benimsediği bir uygulama değildi sandığınız gibi. Sadece çok çok az kabilede çok az uygulandığı görülmüştür. Ama illa Kadın Hakları'ndan söz edeceksek, heralde Cahiliye Devri, İslam Devri'ne fark atar bu konuda. Cahiliye Devri, büyük oranda AnaErkil bir toplumsal yapıya sahiptir. İslamiyet'in ortaya çıktığı dönem ise (öncesi ve sonrası) AnaErkillikten AtaErkilliğe geçiş sürecinde olan bir toplumsal yapı arzeder. Muhammed'in ilk eşi olan Hatice'nin bir kadın olmasına rağmen kabilesinde söz sahibi olan en yüksek kişilerin başında gelmesi... Ya da Ebu Sûfyan'ın karısı olan Hind... Kadın olmasına rağmen kocasından sonra sözü geçen en güçlü kişiydi... Veya Muhammed'in karısı Ayşe'nin, arkasında erkeklerden oluşan bir orduyu toplayabilmesinin sosyolojik nedeni, Cahiliye Devri'nin "Kadının Önderliği" anlayışını benimseyebilmiş olmalarından gelir. Ancak İslamiyet'te diğer İbrahimi dinler gibi AtaErkil'dir ve kadını, Cahiliye Devri dediğiniz dönemdeki bu özgürlüğünden mahrum bırakmıştır. Muhammed öldüğünde, AnaErkil değerleri büyük oranda koruyan Hadramut adlı yerdeki kadınlar sevinip def çalarak oynarlar. Bulundukları kabiledeki bütün erkekler de bu kadınlara destek verir ve onlar da kutlamaya katılırlar. Sonra diğer kabilelerden de destek verilmeye başlanır. Yani ortada toplumsal bir eylem ve sevinç gösterisi vardır ve bunun da başını kadınlar çekmektedir. Siz buna, toplumun başında "Kadınlar" bulunduğu için büyük olasılıkla "Şehvet" yorumunu getiriyorsunuzdur şu an. Yani, o kadınlar kadınlıklarını kullanıp, erkekleri de isyana teşvik ettiler; Gariban erkekler de erkekliklerinin, cinselliğin kurbanı olup destek verdiler güya... Oysa ki o kadınlar, İslamiyet'in kadınların haklarını almasından şikayet ettikleri ama Muhammed gibi Allah ile konuştuğunu iddia eden biri karşısında çaresiz kaldıkları için o ölünce seviniyorlar. Ve Ebubekir bu eylemden korkuyor, hemen birliklerini gönderiyor ve şu propagandayı yapıyor: "Bu kadınların hepsi fah!şedir." der ve onların Paganist ve AnaErkil evlilik anlayışlarını "Ahlaksızlık" olarak niteler. Böylece kadınların ve kabilelerinin yok edilmesinin dinsel ve meşru temeli atılır. Sonra o kadınların hepsi Hoşgörü Dini İslam taraftarlarınca katledilerek servise hazır hale getirilirler. Sürekli "Kan Davaları" mı? İslamiyetin bugün hakim olduğu hangi coğrafyada Kan Davası geleneğine son verilebildiğini, İslamiyetin bunda başarılı olabildiğini söyler misin bana? Peki, Hıristiyanlar Köleliği Ulusal olarak kaldırana kadar İslam Dünyası köle alıp satmadı mı? Kölelik Sistemi, Türklere Müslümanlardan geçmedi mi? Osmanlı Devleti köle alıp satmadı mı? Ben sana "Muhammed'in Karısı ile Yeğeni birbirlerine girdiler, savaştılar" diyorum, Sen bana "Ama önceden Kan Davası vardı!" diyorsun... Ben sana "Muhammed'in Kayın Pederi/Dostu, Muhammed'in Kızını linç ettirdi" diyorum. Sen bana "Ama önceden Kan Davası vardı!" diyorsun... Ben sana "Muhammed'in Vahiy Katibi'nin oğlu olan İslam Halifesi, Muhammed'in Torunlarını katlettirdi" diyorum. Sen bana "Ama önceden Kan Davası vardı!" diyorsun... Ben sana "Bugün hala kan davaları var" diyorum. Sen bana "Ama önceden Kan Davası vardı!" diyorsun... Helal diyorum... Yani anlamazlıktan gelmenin bu kadarına gerçekten pes doğrusu... İstihbarat ile hareket etti desek? Ya hu zaten herkes kaçmış gitmiş, ne vahyi? Vahiye gerek mi kalmış kaçmak için, kaçması gerektiği, kaçacağı belli zaten... Uygun fırsatı kollamış kaçmış... Mustafa Kemal, İstanbul'dan Anadolu'ya geçmek için Vahiy mi bekledi? En uygun fırsatta geçti... Niye bunda bu kadar olağanüstülük arıyorsunuz ki? Muhammed, en uygun zamanı kestiremeyip doğaüstü şeylerden yardım bekleyecek kadar kafasını kullanamayan, sığ biri mi sizce? Ebu Talib mi Muhammed'e düşmandı? Senin hiç İslam Tarihi bilgin yok be dostum, valla bak... En azından git şu Anthony Quinn'in Hz. Hamza'yı oynadığı "Çağrı: Message" filmini izle bari de oradan bilgi edin, belgesel tadında. Ebu Talib, Muhammed'i o kadar çok severdi ki ve o kadar çok yardım etti ki; Müslüman olmadan ölmesine rağmen Şii'ler yine de İman etmiş olduğunu düşünürler ve çok severler... Kimse o peygamberlik ilan ettiğinde ona yüz çevirmiyor, hiç kusura bakma. O gidip de insanların inançlarını aşağılamaya başladığında insanlar ona karşı olmaya başlıyorlar. Hatta amcası Ebu Talib'e "Muhammed'e söyle bizim taptıklarımıza hakaret etmesin" diyerek aracı olmasını istiyorlar. Sen git adamların inançlarına küfret, hakaret et; Ondan sonra "Bana yüz çevirdiler!" de... Yatağında öldürmek istemelerinin nedeni, gizlice olmasından dolayı değil; Savunmasız yakalamak için... Çünkü Muhammed boş bir adam değil. Bildiğimiz kadarıyla cüsseli bir adam. Suç tek bir aşirete yüklenmesin diye her aşiretten birer adam yolluyorlar ve onlar da öyle sıradan insanlar değil tabi. Böylece suç tek bir kabileye değil, her kabileye paylaştırılacak. Ee Kureyş Kabilesi de bütün kabilelere karşı mücadele edemeyeceği için sineye çekecek diye düşünüyorlar. Benim de işime gelmese, ben de bilemem tabi... Adama 610 yılında ilk vahiy geliyor. 622'de Hicret ediyor. 12 yıl boyunca küçük bir kesim mi inandı sence ona? Küçük bir kesim inandığı için mi Mekke'liler düşman kesildi? Sosyolojik olarak bir kere kölelere hitap ediyor İslam. "Köle, İslam ile hükmederse onu efendi bilin" diyor. Köleler için olabilecek en büyük umut. Ve Kölesini azad edip, üvey oğlu yapıyor. Tabi sonra o üvey oğlunun karısını kendi eşi yapıp, üvey oğlunu da kazanamayacağı savaşa gönderip öldürtüyor ama neyse... Ve dini sembolleri alıp satan insanların bu sembollerini aşağılıyor. Onların "yalan" olduğunu iddia ediyor. Ee o sembollerin ticaretini yapan insanların da hoşuna gitmiyor tabi bu durum. Gerçi sonra anlaşıyorlar ve Suk'u Ukaz Panayırı, oluyor size Hacc veya Umre... Zannedersin ki "Gandalf" mübarek... Oooo "Aragorn" da buradaymış... Elendiiiiillll....... Ondan şüphe etmiyorum zaten Mantıklı olmak bir uğur değil zaten. Hiçbir şeyin gizemi kalmıyor, heyecanı kalmıyor. Mesela tesadüflere inanmak gibi bir lüksünüz yok böyle bir durumda. Ya da olmayan Tanrılara, Meleklere, Vahiy gibi şeylere... Bizler de huzurluyuz, merak etme... İşte o, çok zor...
  6. Sayın Omar... Yazdığınız her şeyin sadece basit mantık yürütmelerden ibaret olduğunun farkındasınız değil mi? Kanıtlanabilir, gözlemlenebilir, incelenebilir hiçbir yanı yok... Mesela siz bana şu an, Güneş Sistemi'nde dolanıp duran "Russell'in Çaydanlığı"nın olmadığını kanıtlayamazsınız... (link'e tıklayın) Ben de sizin bu mantık yürütmelerinizde var olduğunu iddia ettiğiniz Tanrı'nın var olmadığını kanıtlayamam! Umarım ironi'yi anlamışsınızdır... Gördüğüm kadarıyla sizin anlayabileceğinizi düşündüğüm söyleyebileceğim herhangi bir şey kalmamış...
  7. Adam öldürmek her gün yaşanan bir şey mi? Vahşi Batı sanıyorsun sen galiba orayı? Biraz "Sosyoloji"den girmemiz gerekiyor o zaman konuya, hem onu da öğrenmiş olursun. Bak dostum, her toplumu bir arada tutan çeşitli bağlar vardır Ve bu bağlar her toplumda çeşitli iç dinamikleri ve kontrol ya da otokontrol sistemlerini ayakta tutar. Din ağırlıklı toplumlar, dini yasalara göre yaparsınız bunu. Klan/Aşiret/Kavim toplumlarında Töre'ler gerçekleştirir. Vahşi Batı'da silahlar konuşur; Fransa'da Anayasa... Kimse öyle kolay kolay Muhammed'i öldüremezdi o dönemde. Çünkü arkasında kapı gibi Kureyş sülalesi ve eşi Hatice vardı. O Hatice ki o dönemin en güçlü ailesinin, en güçlü fertlerinden biri. Muhammed'in amcası da, biliyor olman lazım, en nüfuzlu insanlardan biridir. Müslüman olmadığı halde Muhammed'i korumuştur. Aşiret/Kabile toplumlarında birini öldürmek o kadar kolay değildir. Çünkü olay "A kişisi B kişisini öldürdü" biçiminde nitelendirilmez böyle toplumlarda. "X Kabilesinden A kişi, Y Kabilesinden B kişini öldürdü" diye nitelendirilir. Yani bir suçun utancı, bütün kabileye yüklenir... Bugün bile bu kafa yapısında bolca insan görürsün Türkiye'de, Doğu'ya doğru gittikçe. Hele ki söz konusu kişi zamanında bütün Mekke tarafından sevilen, hakem kabul edilmiş bir kişi olunca... Yemez yani öyle bir adamı öldürmek. Öyle bir adamı öldürdüğünüzde; En basitinden, tarafsız davranan amcasını ve amcasının ailesini direk karşı tarafın saflarında görürsünüz. Ha bak Müslüman değilim ama bu konuda Muhammed'in zekasını takdir ederim. "Suç ve Ceza" olayına böyle yaklaşan bir toplumda "Suçun ve Cezanın/Sevabın ve Günahın/Utancın ve Övgünün Bireyselliği" gibi o dönemi bir anlayış getirmiştir ki dönem açısından takdire değerdir. Gören de yanında yürürken eşil ediyordun sanacak! Siyer ve Megazi'lerin bu türlü anlatımlarına çok yüz verme dostum. Abartmayı severler, zira söz konusu olan kişi peygamber olarak benimsedikleri kişi. Aradan onlarca zaman geçince hala etkili olabilmesinin tek yolu; Yürürken yeri sallaması, Bağırdığında her şeyin sesini bastırması, Vurduğun on kişiyi birden yere sermesidir... Sen mantığın sadece "Düz" olanını biliyorsun da ondan öyle geliyor sana... Valla gayet de "Münafık" dedin yani, Ee dedin ama kardeşim... Konu şöyle başladı: Sen "İslam her zaman barış getirmiştir" dedin... Ben de "Hayır, Müslümanlar arasında bile barış sağlayamamıştır" dedim... Sen de "Hayır, Sağlamıştır" dedin... Ben bu sefer, İslam Tarihi'nde birbirine karşı savaşmış Müslüman kesimler olduğunu söyledim. Sen de bir tarafın mutlaka Münafık olduğunu iddia ettin. Ben de sana örnekler verdim, hangilerinin münafık olarak nitelendirilebileceğini daha iyi tespit etmen için... Her neyse; Tartışmanın süreci belli, döner okursun tekrar ama özeti şu: İslam, Müslümanların kendi aralarında bile Barışı sağlayamamıştır... O Müslümanlar ki; Bir tarafta Peygamber'in soyunu tek sürdüren damadı ve yeğeni Ali ile Diğer tarafta Peygamber'in en sevdiği karısı Ayşe savaşmıştır Cemel Savaşı'nda... O Müslümanlar ki; Bir tarafta yine Ali, Diğer tarafta Peygamber'in Vahiy Katibi ve Halife Osman'ın akrabası Muaviye birbirlerine karşı savaşmışlardır Sıffin Savaşı'da. O Müslümanlar ki; Bir tarafta Peygamber'in en sevdiği kızı Fatima'nın evi Diğer tarafta Peygamber'in en sevdiği dostu, kurmayı, aşere-i mübeşşere'den Ebubekir'in direktifi ile yakılmış, Fatima'ya şiddet uygulanmış, çocuğunu düşürmüş ve 6 ay sonra da vefat etmiştir. Ha bilirsin belki, Sünniler bu olayı ılıtmak için şöyle bir hikaye uydurmuşlardır: Güya Fatima babası ölürken çok üzüldüğünü söylemiş ona. Peygamber de "Üzülme kızım, beni sevenler arasında ilk sen geleceksin yanıma" demiş de, ondan ölmüş 6 ay sonra! O Müslümanlar ki; Bir tarafta Peygamber'in en sevdiği torunları Diğer tarafta Peygamber'in Vahiy Katipliğini yapmış Muaviye'nin getirdiği Veraset Sistemi'ne itiraz ettikleri için İslam Halifesi tarafından katlettirilmişlerdir. Hasan karısına zehirletildi... Hüseyin Kerbela'da şehit edilip kafası kesildi... Şimdi bak bu insanlar İslamiyet'i senin bildiğinden yüzlerce kat daha iyi bilen insanlar... O dönemde kadınlar İslamiyet'i, Ayşe aracılığıyla öğrenirlerdi. Muhammed'in kendisi demiştir "Ben kimin mevlası isem Ali'de onun mevlasıdır" diye. Ebubekir Muhammed'in hem kayınbabası, hem dostu, hem sırdaşı, hem de dünyadayken cennetle müjdeledikleri arasındadır. Kızı Fatima ise en sevdiği kızıdır ve İslam konusunda Ayşe kadar bilgilidir. Muaviye desen Kuranı senin gibi başkasının dilinden yapılmış çevirilerle değil, kendi anadilinden bilir, hem de ezbere, diğerleri gibi... Bunların hangisine barış getirmiş İslam bana söyler misin? Sen bu yaşananlar arasında "Barış" görebiliyor musun? Ve bunların hepsi, birbirlerine karşı "Allah" ve "İslam" için savaştılar... Hepsi de Kur'anı en iyi kendisinin bildiğini düşünüyordu... Aynen senin şu an düşündüğün gibi... Bilmem anlatabildim mi? Senin "Anlaşmazlık yaşamış olabilirler" dediğin olaylarda inandığın Peygamber'in soyu kurutuluyor ya hu neredeyse? Adamın kızı, damadı, en sevdiği torunları katlediliyor hep... Bunun neresi öyle geçiştirilecek bir "Anlaşmazlık"... Ya hu "Kötü Niyetli İnsanların" var olabileceğini bilmek için Kur'an-ın söylemesine gerek yok ki. Aklı başında olan ve insan ilişkilerinden anlaya her insan, her toplumda kötü niyetli insanların olabileceğini bilir zaten! Hayır yani bu Kur'an ile birlikte ortaya çıkmış bir olgu da değildir, Ondan önce de her toplumda kötü niyetli insanlar çıkmıştır... Bitiyorum böyle yorumlarınıza: "Ee zaten Kur'an yalan söylemenin kötü bir şey olduğunu söylüyor!" Ha yani o söylemese biz bilemeyecektik ve o söyleyene kadar kimse de bilmiyordu sanki! "Ee zaten Kur'an, insan öldürmenin çok kötü birşey olduğunu söylüyor!" İyi de bunu anlamak için Kur'an'a gerek yok ki? Aklı başında olan, sağlıklı ve sağduyulu, empati yeteneği olan her insan bu anlayışa ulaşabilir! "Ee zaten Kur'an her toplumda fitnecilerin olduğunu söylüyor!" Ya hu bu aşmış bir sosyolojik tespit değil ki? Kardeşimin 2 yaşındaki kızı bile arkadaşı onun oyuncağını alıp vermediğinde " o kötü" diyebilecek kadar zeki. Sen de Kur'an'a bakmadan her toplumda art niyetli insanların olabileceğini anlayacak kadar zekisindir eminim ki. "Ee zaten Kur'an, Güneş'in Doğu'dan doğup Batı'dan battığını söylüyor!" Ee yuh artık! Sahi daha önce farkeden olmamış mı hiç? Asıl ironiyi şimdi gördün mü? İslami Terör, insanları İslam'dan soğutmak için yapılmıyordur da; İslam belki Terör'ü besleyebilecek olumsuz argümanlara sahiptir... Ha, ne dersin? Ya onca kişiye "Münafık" dedin, "Müşrik" dedin... Şöyle sorayım: Birbirleri ile çatışan ya da savaşan Ali ile Ayşe'den hangisi münafık? Ali ile Muaviye'den hangisi münafık? İslam Halifesi Yezid ile Hüseyin'den hangisi münafık? Ebubekir ile Fatima'dan hangisi münafık? Ya da hala İslam'ın hep Barış getirdiğini savunuyor musun? Kimseye ya da herhangi bir hayale iman etmem elbette, korkma Tamam bıraktık...
  8. "demek" kelimesi böyle cümlelerde neyi ifade eder biliyor musun? "Abi, ben daha önce bunu hiç düşünmemiştim, şimdi nasıl mantığa bürüyeceğimi de bilmiyorum, aklıma bu geldi, bununla idare ediver, çaresizim" demektir. Bilmiyorsum kardeşim, bilmiyorsun... Bak "şuur kapanması/hafıza kaybı" ile söylediğim şey çok farklı. Hatıralarımız ve bilgilerimiz beynimizdeki nöron denilen hücrelere sinaps sinir bağları ile işlenirler. O nöronlara ve sinapslara darbe geldiğinde ve o sinir hücreleri öldüğünde "TAM ANLAMI İLE HAFIZASININ SİLİNDİĞİ" anlamına geliyor bu. O zaman ruhun kanıtını sorarım sana... Bedende "Ruh" adlı sıkışmış bir varlığın kanıtı nedir? Derimiz mi konuşacak? He bunu çok duydum Cuma vaazlarında, güya elimiz kolumuz falan bize karşı şahitlik yapacaklarmış... "Harry Potter" hikayelerine benziyor biraz ama siz şimdi bu söylediklerinize inanıyorsunuzdur ama Harry Potter'ın gerçek olabileceğine inanmıyorsunuzdur. Bu deneyimi kaç kere yaşadın allasen!? Bu deneyimi yaşamış kaç kişi gördün!? Hala bir şey bilmediğini farkedemiyorsun değil mi?
  9. Olm bak git!!! Düşün bak, bir tarafta Tanrısal İrade ve kaynağını ondan alan "Kutsal Söz (Ayet)" var, Diğer tarafta "halûk" olan İnsan ve onun Tanrı karşısında aciz iradesi var. Ama o aciz irade, bu kadar kutsal bir iradeden kaynağını alan kutsallarda tahribat yapabiliyor! Bu mantıklı mı? Ya hu İbrahim'i, Nuh'u boşver... O insanların ne kadar Müslüman olup olmadıklarını sen tespit edemezsin, anladın mı? Allah "Kalplerdekini ancak ben bilirim" diyor değil mi Kur'an'da? Ama sen işine gelmedi mi "Aman canım, onlar münafık! Yok efendim bunlar Müşrik" deyip çıkıyorsun. İslamiyet'e göre bunu tayin edebilecek kişi sen değilsin ama bir Müslüman olarak bu haddi kendinde görüyorsun! O insanlar kendilerine "Müslüman" diyorlar mı? Diyorlar... Bitmiştir... Ali ile Ayşe savaşmış mıdır? Bitti... Yezid, İslam Halifesi olarak Muhammed'in torunlarını öldürtmedi mi? Bitti... Yavuz Selim, İslam hakimiyeti adına binlerce insanı katletmedi mi? Tamamdır... Bugün "İslami Terör" diye birşey var mı? İslami Tarikatler, Cemaatler Terörist yetiştiriyorlar mı? Bitmiştir... İbrahim'in babasının ya da Nuh'un oğlunun kafirliğini Allah dile getiriyor. Oradan biliyoruz ve Allah Kur'an'da "Kalplerdeki ancak ben bilirim" diyor. Sen çıkıp "Yok yaa, bir de ben biliyorum" diyorsunuz. Vahiy Katibi olmuş adama "Münafık" diyorsun. Sen çıkıp da kafana göre, işine gelmeyen kimseleri "Münafık" ilan edemezsin. Allah, Kur'an-da böyle bir yetkiyi kimseye vermemiştir, Muhammed'e bile vermemiştir. Bir de bana Kur'an öğretmeye kalkıyorsun! Kıvırmanın alemi yok şimdi; Sen Kur'an'ı kendi dilinden okuyup anlayabiliyor musun, onu söyle bana!? Hayır, anlamıyorsun... Tavşanın suyunun suyunu içip, kafanda bir "Allah" tasavvur edip, ondan sonra "Aslını ben biliyorum" diyorsun. Sen, Muhammed'in Gadir-i Humm'da elini kaldırıp; "Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır" dediği Ali'ye mi "Hakkı inkar etti" diyorsun? Yoksa Ali ile savaşan ve Muhammed'in bile kendisinden sonra İslamın doğrudan muhatabı olduğunu söylediği, kadınların en çok onun aracılığı ile İslamı öğrendikleri eşi Ayşe için mi "Hakkı inkar etti" diyorsun? Ya da Vahiy Katipliği yapmış ve Halife Osman'ın da en çok güvendiği adam olan Muaviye için mi "Hakkı inkar etti" diyorsun? Veya Kur'an "İslam ile hükmeden idarecilerinize sadık kalın" dediği halde İslam Halifesi Yezid'e karşı çıkan Muhammed'in torunları olan Hasan ile Hüseyin'e mi "Hakkı inkar ettiler" diyorsun? Hatta İslam Halifesi olduğu halde Muhammed'in torunlarını katleden Yezid'e mi "Hakkı inkar etti" diyorsun? Muhammed'in en önemli Kurmay'ı ve hatta eşi Ayşe'nin babası Ebubekir'in; Muhammed'in soyunun sürdüğü kızı Fatima'yı linç ettirmeye çalıştığını; çıkan tartışmada Fatima'nın evini yaktıklarını ve kapının arkasındayken zorlayıp kapıyı üzerine düşürdüklerini, Fatima'nın kolunu kırıp karnındaki çocuğunu düşürdüğünü ve bundan 6 ay sonra da öldüğünü biliyorsundur mutlaka, adım gibi eminim... Sen şimdi Muhammed'in sağ koluna mı "Hakkı inkar etti" diyorsun yoksa ona karşı çıkan kız Fatima'ya mı? Azıcık git İslam Tarihi öğren... Sağdan soldan okuduğun Kur'an'ın ılıtılmış meallerini burada "Aaa ben Kur'an okudum, siz okumamışsınız!" diye yutturmaya çalışma e mi bıdık seni... Ya yeme bizi, din kardeşiyiz şunun şurasında... "Verebileceğim bir cevabım yok" diyemiyorsun da! Yeniden geldiğimden beri, hatta öncesine de baktığımda, sürekli "başlayacağım, başlayacağım" diyorsun ama henüz başlayabildiğin bir tartışma yok be kardeşim. O aklın sende olup olmadığı tartışılır be kuzu... Ya hu Osmanlı sadece Çanakkale'de zafer kazandı Dünya Savaşı'nda... Diğer bütün cephelerde hep kaybetti... Osmanlı bir tek Çanakkale'de İmanlıydı da, diğerlerinde İmansız mıydı? Ya da Sina Çölü'nde Osmanlı Ordusu, Hıristiyan İngiliz Ordusu'na yenilirken, İngiliz Ordu'su daha mı imanlıydı? Kafkaslarda 90.000 asker kurşun sıkmadan can verdi; Rus ordusu bu sayede önemli üstünlük kazandı orada... Demek ki onlar daha İmanlıydılar ki düşmanlarına kurşun sıkmadan yeniverdiler orada! O 90.000 askerin de imanları yokmuş demek ki! Viyana'dan beri Osmanlı yenilirken hep Rusların, Bulgarların, Yunanlıların İmanlı ordularına yenildiler. Çünkü kendi orduları İmansızdı... Bunu, tarih bilgisi deniz seviyesinde olan birisi olarak söylediğinin farkındasın değil mi?
  10. Ahha haa, ben böyle birşey görmedim yaa Muhammed de psikanaliz'i keşfetmişti zaten... Ya sen buna inanıyor musun gerçekten? O melekler insanlar kaza geçirip beyinlerinden darbe aldıklarında ölüyorlar galiba... Askerdeyken bir çok askerimizi GATA'ya göndermek durumunda kalırdık, sağlık sorunlarından dolayı. Gelenle en çok intihat etmeye çalışmış, kafasına sıkmış olan ama ölememiş askerleri anlatırlardı. Yıllarca gözetim altında olanı var; Kamışla falan besleniyor çoğu... Konuşamıyorlar, hatırlamıyorlar... Çünkü beyinlerindeki, o hatıraların kodlandığı nöronları ölmüş, bağları kopmuş. Hipnoz da yapsan zerre birşey hatırlamıyorlar, zaten hipnoz da olamıyorlar. Veya kaza olduğunda beynine darbe alan insanlar görmüşsünüzdür. Ya da Alzeimer hastalığını duydunuz herhalde; Bunama da deniyor... Bizim mahalledeki yaşlı bir nene olmuştu. Kadın zaman geçtikçe, bütün hatıralarını geçmişe doğru unutmaya başladı; En yeni hatıraları ilk önce unuttu. En sonunda kadın kendisini 10 yaşında kazlara kovalayan bir çocuk sanıyordu. Ondan sonrası yoktu ve nihayetinde öldü zaten. Ya da "Kısa Süreli Hafıza"nın kalıcı hasar görmesi ile ilgili vakalar vardır, belki bilirsiniz. Bu türlü kişilerin Kısa Süreli Hafızaları hasar gördüğü için, edindikleri bilgileri Uzun Süreli Hafıza'ya aktaramazlar. O yüzden bunlarda, o kazayı geçirdikleri tarihten itibaren "Hatıra" ve "Öğrenme" diye bir şey olmaz. Bunlar olmadığı için, kazadan 10 yıl sonra hipnoz da yapsan, o 10 yıl ile ilgili bilgi alamazsın. Bunu anlatan "Memento" ve "50 İlk Öpücük" diye iki de güzel film vardı, izle bari kitap okuyamıyorsun belli. Heralde bu türlü vakalarda o iki Melek emekliye ayrıldıkları için böyle oluyor... Tabi, artık Allah katında "Erken Emeklilik" diye bir şey var; İşini iyi yürütürsen, direk maaşa bağlıyorlar seni. Geride bıraktığın organizma çöküyor tabi. Bak ben sana seni söyleyeyim; Şu an ergen bunalımı ve savunma psikolojisi ile ne yazdığımızı anlamaya, anlamlandırmaya çalışmıyorsun bile. Bu da, "İnanç" dediğin değerlerine körükörüne bağlı olmana neden oluyor. Biz buna "Saplantı" diyoruz. Yapabildiğin tek şey "Tartışamamak" ve "Geçiştirmek"... Bildiğini sandığın şeyleri de belli ki derme çatma bir biçimde öğrenmişsin; Ya da hep aynı fikri destekleyen şeyler okumuşsun. Aklı başında bir insan, çıkıp da "Kurtuluş Savaşı Salavatla kazanıldı" der mi? Aklı başında bir insan "Hipnoz yapınca, iki tane melek var işte aslında onlar çalışıyorlar" gibi abuk bir cümle kurar mı? Size akıl ve fikir diliyorum, gerçekten...
  11. Valla o kaynakların hepsi de Ayşe ile Ali'nin birbirlerine karşı Cemel Savaşı'nda savaştıklarını söylüyor be kuzum... Ayrıca Ali'yi de, Osman'ı da öldürenler yine Müslümandı; Onlara göre de Ali ve Osman, Münafıktı... İlginç değil mi? Öyle kapsayıcı bir din ki, bir Müslüman diğerine göre Münafık... Sizi ele alalım, Size göre de Müslümanların çoğunluğu İslam'ı anlamıyor, bir siz anlıyorsunuz... Sadece akraba değiller; Emeviler'in ilk hükümdarı olan Muaviye, aynı zamanda Vahiy Katibi'dir Muhammed'in. Yani Kur'an indikçe kayıt altına alanlardan ve ezberleyenlerdendir. Kur'an-ı çok iyi bilir, ki senden daha iyi bildiğinden eminim... İslami Yönetim anlayışında veraseti getirmiştir. Diğer taraf da Abbasiler, Peygamberin amcaoğullarının soyundan geliyorlar ve Ehl-i Beyt tarafından desteklenerek iktidara gelmişlerdir. Ehl-i Beyt'ten daha iyi bildiğini iddia etmiyorsun herhalde İslam'ı... Sen bugün Kur'an-ı Kerim'i bilmediğin bir dilden yarım yamalak Türkçeye çevrilmişini okurken; Senin o Müşrik, Münafık, Yobaz dediğin adamlar aslından okuyup anlıyorlardı o Kur'an-ı... O yüzden, 1500 yıl sonra ortaya çıkmış biri olarak o insanlara "Münafık" derken iyice bir düşün istersen... Süper yaa... Peygamber'e salavat dediğin şey, askere motivasyon olsun diye okutulmuş olmasın sakın? Hadi madem savaşlar Peygamber'e salavat getirmekle kazanılabiliyordu; O zaman Rusya'nın, İtalya'nın silah yardımına niçin ihtiyaç duyduk? Madem savaşlar Salavatla malavatla kazanılabiliyordu, Osmanlı Devleti niye Viyana'dan beridir sürekli yenildi? Salavat çekmeyi mi unuttular!? Yemen'de Araplar Osmanlı Askerlerini katlederken, daha iyi Salavat getirdikleri için mi katledebildiler? Yemen'e "Mekabir'ül Etrak" derler, bilmiyorsun değil mi? "Türk Mezarlığı" demektir. Ya hu siz ne haplandınız böyle? O savaşların "Salavat" ile kazanıldığını iddia etmek, O savaşlarda canını veren şehitlere yapılabilecek en büyük ayıptır. Adam orada canını veriyor, sen çıkıyorsun "Yok canım Salavatla kazanıldı" diyorsun. Evladım, bana bunları öğretmeye kalkma be yavrucum. Şimdi bana uzun uzun Atatürk dersi verdirtme burada.
  12. Halife Osman ile Halife Ali o yüzden katledildiler değil mi Müslümanlar tarafından? Halife Ali ile Muhammed'in karısı Ayşe o yüzden karşı karşıya savaştılar... Muhammed'in torunları Hasan ile Hüseyin o yüzden katledildiler Müslümanlarca... Muhammed'in kızı Fatima bile o yüzden tekmelendi de karnındaki çocuğu düştü mesela, Müslümanlar yaptı yine... Bunların hiçbiri İslamiyeti bilmiyorlardı çünkü... Hepsi yanlış anlamışlardı... Abbasiler ile Emeviler de o yüzden birbirlerine girdiler... Biri Muhammed'in akrabaları, diğer Halife Osman'ın akrabaları... Bilmiyorlardı İslam'ı... Yavuz Sultan Selim, İslamiyet barış dini olduğu için Anadolu'da binlerce Alevi'yi katletti. Şah İsmail de aynı sebepten Sünnileri katlediyordu. Onlar da İslamiyet'i bilmiyorlardı... Aynı sebepten dolayı Madımak'ta insanlar yakıldı "Allah Allah" diye diye. Aynı nedenden ötürü Suriye'de küçücük çocuklar katlediliyor bugün. Onlar da İslamiyet'i bilmiyorlar... Bir tek Muhammed, sen ve Omar biliyorsunuz İslamiyet'i... Kolay gelsin size ama bünyeyi çok yormayın... Atatürk derken? Hani bizim Ulu Önderimiz olan Mustafa Kemal Atatürk mü? Samimi Dindar! Kusura bakmayın da, ben Inkılap Tarihçisiyim, Atatürk'ün hayatını ezbere bilirim. Bir çok kitabını da okumuşumdur. Atatürk'ün Dindarlığını neye dayandırıyorsunuz onu merak ettim? Bak seeen... Desene Allah'ın Kutsal, Beşerin dilinde kuklaya dönmüş... O nasıl bir Tanrı Sözü'dür ki, Beşer'in iradesini hakim olmaktan yoksun kalmış! Şöyle diyebilir miyiz: Din, hiçbir zaman toplumlara hakim olamamıştır, hakim olabilecek yeteneğe sahip değildir... Hem de kutsal olmasına rağmen! Zararlı Öğreti dediğin, Hıristiyanlık mı? Hani şu Kur'an-ı Kerim'in "Ehl-i Kitap" ilan ettiği ve rahiplerinin "Okumuyorlar mı" diye şikayet ettiği kitaba sahip olan Hıristiyanlık! Çok yorma istersen kendini abicim... Hayır yani burada bile bu savaşı verirken o kadar yorulmana rağmen hiç bir yararın dokunmuyor, dişe dokunur tek bir paylaşımın olmuyor da o yüzden söylüyorum. Yorma kendini, git gençliğini yaşa valla bak. Sonra erken yaşta bunalıma girersin. "Ben birşeyler anlatabiliyorum Hıristiyanlara" falan deme bence, muhtemelen de onlar kendi forumlarında senin için aynısını söylüyordur Aş yani bu ergen bunalımlarını, git arkadaşlarınla biraz daha vakit geçir, bir sevgilin olsun falan, film seyredin birlikte, boşver, hayat kısa
  13. Tanrı'nın planı mı? Hıristiyan Teoloji'sine kaydınız birden sanırım. Tanrı'nın benim için de bir planı var değil mi? Yani siz şimdi; Daha önce "Tanrı'nın nasıl yarattığının özünü bilmiyoruz" diyordunuz; Şimdi de "Bilimsel doğru nasıl söylüyorsa, Tanrı'da o yolla yapmıştır" diyorsunuz öyle mi? Hatta "Matruşka" ile anoloji kurarak gayet de bilir bir biçimde açıklamaya çalışıyorsunuz... Pek bir kafası karışmış gördüm sizi ben, hayırdır? Mesela Bilim: "Hiçbir şey yoktan var olmaz, hiçbir şey var iken yok edilemez" diyor. "Enerji bir döngü içerisindedir" diyor. Ee peki o zaman Allah, herşeyi "Yoktan var etmedi" de, Enerji zaten var mıydı? Var idi de, Allah onu Madde'ye mi devşirdi "Ol" demekle? Hani, Bilim ne diyorsa Tanrı da öyle yaratmıştır ya!? O yüzden soruyorum... Ya hala kendinizle çeliştiğinizi farkedemiyorsunuz değil mi? İyi de Tanrı madem İnsan Zekası'nın gayet de anlayabileceği biçimde yaratmış, hem de Bilim ile anlayabileceği biçimde... Tanrısal İrade'nin İnsan İradesi'nden üstün ve aşkın olmasının anlamı nerede kaldı? Ya hu boşver Tanrı bakışını... Kafanızda bir "Tanrı" yaratmışsınız ve onu meşrulaştırmaya çalışıyorsunuz, rasyonelleştirmeye çalışıyorsunuz. Ya hu hiç farketmiyor musunuz; Bütün çabanız, "Allah vardır; ama nasıl meşrulaştırırım; nasıl haklı çıkarırım" üzerine... O kadar öğrenmek merakındaysanız, O kadar bilimsel düşünmek merakındaysanız, Allah'ı bir kenarıya bırakırsınız ve ondan bağımsız olarak, kendi başına incelersiniz Doğa'yı... Bilmediğiniz bir şeyi öğrenmek çabanız yok sizin; Yeni karşılaştığınız bir bilgiyi, kendi inancınızı meşrulaştırma yönünde idealize etme çabanız var sadece... Aah ah, psikolojiyi çok seviyorum yaa, Allah kahretmesin beni... Bu arada, psikoloji de Allah'ı kanıtlıyor mu?
  14. İyi de, siz apaçık bir biçimde gözönüne koyduğum hiç bir eksiğini kabul etmiyorsunuz ki? Ayrıca görmezden geliyorsunuz... Ben de sana diyorum ki; Bu bir "Mantık Yürütme" olayıdır ve aynı akıl ile "Tanrı'nın var olmadığı" sonucuna da varabilirsiniz; Ki ben de örneklerini verdim. İşte bu yüzden; Söylediğiniz "Tanrı akıl ile bulunur" önermesi bir "Yanıt" değildir; Sadece bir "Karşılık"tır. Küçük bir çocuk düşünün. Annesi ile kavga yapıyor. Annesi ona "Neden bu suyu döktün yere?" diye soruyor, o da "Sen de bardağı çok doldurmasaydın!" diye karşılık veriyor. Bu bir "Yanıt" değildir, eyleminin ya da düşüncesinin asıl nedenini ve nasılını ortaya koymaz. Sadece anı kurtarmak ister. Sizin örnekleriniz de böyle işte, anlatabiliyor muyum? Tekrar soruyorum: Allah'ın var olduğunu algılamamıza yarayan organımız hangisidir? Ne şekilde algılar? Allah'ı hangi özelliği ile algılar? Mesela kulaklarımız sesi, frekansı ile algılar değil mi? Gözlerimizde ışığı algılar... Ya da derimiz sıcağı ve soğuğu, dilimiz acıyı ve tatlıyı algılar... Bilim tarafından varlığının kanıtlandığını iddia ettiğiniz "bir varlık olan" Allah'ı, nasıl algılıyorsunuz? Çok basit bir soru bu... İlk olarak; onu Allah var etmiyor; At ile Eşşek var ediyor o Katırı... At, Eşşek ile çiftleşiyor; kromozomları birleşiyor ve yeni bir birey meydana geliyor. Bu biyolojik olarak gerçekleşen bir süreçtir ve bütün aşamaları bilim tarafından tespit edilmiştir. Hiçbir aşamasında da Allah diye bir şeyin müdahale ettiği görülmemiştir. Her aşama doğal olarak gelişmiştir Ha ama illa ki ısrar ediyorsanız, ben de diyorum ki; "At ile Eşşek'in çiftleşmesinden oluşan yavrunun var olması; Artos, Portos ve Aramis'in sayesindedir! Hatta bazen Dartagnan'ın da müdahale ettiği bilinmektedir..." Haydi gelin, öyle olmadığını ispatlayın bana! Bakın canım arkadaşım, ben size şunca yazdığınız şeyi sormuyorum. Hala anlamamışsınız... Şöyle anlatayım: Su molekülünü oluşturabilmemiz için 1 Hidrojen ve 2 Oksijen atomuna ihtiyacımız var değil mi? Yani bunlar olmadan "Su" olmaz, ben öyle biliyorum, haklıyım değil mi? İşte Allah, bu moleküller olmadan Su'yu nasıl yarattı? Bu ilk sorum... Ha hadi diyelim ki yaratacak, yaratabiliyor diyelim... Bizim Su'yu yapmamız için laboratuvar ortamında bu 1 Hidrojen ve 2 Oksijen atomu arasında bir tepkime yaratmamız lazım. Yani müdahale etmemiz lazım. Ortama elektrik veririz falan, tepkime olur ve su ortaya çıkar. İşte Allah ne ile müdahale ediyor, o Bilimsel olara varlığı kanıtlanan Allah, hangi bilimsel yolu kullanarak bu iki atomu birleştirip Su'yu yaratabiliyor? Ya hu, uçarı kaçarı yok bunun; Su'yu yaratacaksa, bu tepkimenin de fiziksel olması lazım. Dolayısı ile Allah'ın gücünün de Bilimsel olarak kanıtlanabilmesi için "Fiziksel" yani "Ölçülebilir" bir güç olması lazım... Bunu anlayabiliyor musunuz? Anlamlandırabildiniz mi bunu? Düştü mü jeton? Hah işte Allah'ın o gücü, madem Bilimsel olarak kanıtlandı; O gücün birimi nedir? Yani mesela E=mc2 cinsinden mi hesaplıyorsunuz Allah'ın o gücünü, bilimsel olarak kanıtlandığına göre? O güç ne ile ölçülür? Ne bileyim, Ampermetre ile falan mı? En basitinden, Elektrik Saati ile mi? Hangi laboratuvar ortamında denenmiştir? Cern'de mi? Tübitak'ta mı? Ha diyelim ki "pufff!" diye yoktan var ediverdi... Nasıl? Yani nasıl bir güç kullandı da olmayan bir şeyi var etti? Ne bileyim, "the Avengers"taki gibi Theserakt'a benzer bir aygıtı falan mı var? "Green Lantern"deki gibi Güç Yüzüğü mü var yoksa? Yani bu Allah'ın varlığını Bilimsel olarak çıkarımsayabildiğinize göre, o gücünün niteliği hakkında da bir fikriniz vardır değil mi? Mesela masanın üzerindeki mause'mu harekete ettirebilmem için benim belli ölçüde bir fiziksel kuvvet uygulamam lazım. Ya da iki ipi bağlamak için yine belirli bir kuvvet uygulamam lazım. O Bilimsel olarak varlığı kanıtlanan Allah, Bilimsel olarak kanıtlanmış ve var olan hangi kuvveti uyguluyor da her şeyi yaratabiliyor? Şimdi anladınız umarım sorumu... Bana hala yok suyun döngüsü, yok eşşekle atın cinsel yaşamları falanla gelmeyin. Onu sormuyorum ben... Bak canım arkadaşım, gel sen bu kardeşini dinle... Bak "Bilim" ile aktif olarak ilgilenen, o işin içerisinde olan birisi olarak söylüyorum sana; Sen Bilim'den zerre kadar anlamıyorsun... Gel bak yol yakından daha fazla ısrar etme... Bilim öyle tarafsızlıkla falan hareket etmez. Bilim tarafını "Var Olan"dan yana koyar. "Var Olan" ile ilgilenir. Ve birşeyin "Var Olduğunu" iddia ediyorsa, onu inceler, masaya yatırır, ölçer-biçer, değerlendirir... Allah ile ilgili olarak var mı böyle bir deney? Gözlem var mı, gözlem? Ölçüm araçları var mı? Kuram var mı, Allah'ın varlığını ortaya koyan bir kuram? O zaman "Allah Yok, Din Yalan"... Budur... Ya hu bakın işte kendinizle çelişiyorsunuz. Demek ki neymiş? Bilim, Tanrı diye birşeyi araştırmadığı gibi Tanrı'nın var olduğunu da iddia etmiyormuş... Demek ki neymiş? Bilim'in verilerinden işinize geleni alıp, "Aaa bak Tanrı'nın kanıtı" diye saptırıyormuşsunuz... Demek ki neymiş? "Allah Vardır" çıkarımı, sizin mantıksal çıkarımınızdan daha fazlası değilmiş... Bilim'de "İşine geleni almak, gelmeyeni almamak" diye birşey yoktur. Bir Bilim İnsanı, yaptığı deneyi ego sorunu haline getirmez. Bir şeyi keşfetmenin sevincini yaşar ama bunu politize etmez, provoke etmez. Soğuktur o konuda, verilerini alır ve değerlendirir; o kadar... Sonuçlarını Tanrı'ya yormaz... Sizin yaptığınız şey "Bilim" falan değil. Sizin yaptığınız şey; Sırf kendi inancınızı meşrulaştırmak için işinize gelen Bilimsel bilgileri almak; İşinize gelmeyeni almamak... Big-Bang Teorisi'nin kabul ediyorsunuz; Çünkü güya Kur'an-da bunun kanıtı var! Hikaye gerçi o da ama neyse... Ama Evrim Teorisi'ne "Aaa sadece bir teori o, kanıtlanmadı" diyorsunuz. Ya hu zaten bir çok açıdan kanıtlanabildiği için teori deniyor buna; Kanıtlanamadı da ne demek? Böyle birşey mi var! Ama siz işinize gelmediği için bu teoriyi kabul etmiyorsunuz. Sonra da bana çıkıp: "Biz bilimden anlıyoruz!" diyorsunuz... İşte bakın bu yaptığınıza "İlahiyat" deniyor sevgili arkadaşım. Kardeşim, bak bu "Bilimsel Yöntem" değildir, bu "İlahiyat"tır... 1500 yıl önce o bedevi kuşlardan, güneşten-aydan, börtüden-böcekten hareket edip aynı uslamlamayı gerçekleştirmiş. 1500 yıl sonra siz Bilim'in verilerini alıp, aynı uslamlama ile kendi inancınızı meşrulaştırmaya çalışıyorsunuz; İşinize geleni alıyorsunuz, gelmeyeni almıyorsunuz... Ya bakın, burada bas bas bağırıyorum kavramları öğrenin de gelin diye... Sizin "Allah"ı kanıtlama yolunuz, İlahiyat'tır... Doğaya, evrene bakarsınız; Bunun üzerine mantık yürütürsünüz ve bir "Allah" tasarımında bulunursunuz... Bu "Bilim" değildir... Bu "Bilimsel Yöntem" de değildir... Ama siz "Bilim" ile "İlahiyat"ı karıştırıyorsunuz. Yönteminizi "Bilim"in yöntemi zannediyorsunuz, ki bu çok komik... Bilim'in verilerini kullanıyor olmanız, meşrulaştırmaya çalıştığınız inancınızı "Bilimsel" kılmaz arkadaşım. Yoktur böyle bir mantık... Bu uslamlamanız meşrulaştırmak için yani kendi çatışmanızı aşmak için Bilim'i de buna alet ediyorsunuz. Ya hu sallamayın. Kimsenin aynı Tanrı'ya inandığı yok geçmişten beridir. En eski kavimlerin AtaErkil olmadıkları, AnaErkil oldukları kanıtlanmıştır. Sizin inancınıza göre ilk insanlar Adem ile Havva'dır. İlk atalarımızın AnaErkil olduğunu ister istemez kabul etmek zorunda kalan kimi Yahudi ve Hıristiyan İlahiyatçılar bu Adem ile Havva mitini "Yok canım, onlar birer insan değildi de klan idiler!" biçiminde yorumlamaya başladılar. Ama kesin olan birşey var ki Adem ile Havva kesinlikle AtaErkil zihniyete ve yapıya sahip mitlerdir. Fakat ilk insanlara baktığımızda AtaErkillik diye birşe yok. İlk tapınıların hepsi Kadın, hepsi Dişi... Hepsi de görünmeyen, bilinmeyen bir Allah'a değil, Doğa'nın kendisine aşık olmuşlardır... İbrahimi Dinlerin Tanrısı ise "Erkek"tir. Kur'an'da, Tevrat'ta ve İncil'de hep "Eril" ifadelerle seslenilir Allah'a. Ama Hindularda, Helenlerde, Yunanlılarda ve çoğu eski kültürde ilk yaratıcılar Dişidir. Bana, sanki bilmiyormuşuz gibi "Her toplum Allah'a inanırdı, aynı Allah'a tapardı" şekliden saçmalıklarla gelmeyin. Bir kere Türklerin bile İslamiyet'e en yakın inanca sahip oldukları söylenir. Külliyet yalandır. Zerre kadar alakaları yoktur. Türklerde bir kere "Hesap Vermek/Hesap Günü/Mahşer" diye bir anlayış yoktur, 8-9. yüzyıllarda tanışmışlardır bu anlayış ile ve Tamu ile Uçmağ anlayışı GökTanrı inancında ancak o zaman ortaya çıkmıştır. Peygamberlik diye bir görev de yoktur Türklerde. Kutsal Kitap, Melek, Şeytan diye inançlar da yoktur. "İyi Ruh" ve "Kötü Ruh" vardır ve İslamdaki "Melek-Şeytan" ayrımıyla zerre kadar aynılıkları yoktur. İslam'ın hiçbir temel kaidesini göremezsiniz Gök Tanrı inancında. İşiniz gücünüz yok, sırf kendi inancınızı evrensel kılmak adına, diğer inançların değerlerine haksızlık yapıyorsunuz. Onları, kendi inancınıza mal ederek hırsızlık yapıyorsunuz. Sizin inancınız böyle bir hırsızlığı makul görüyor olabilir; Ki Takıyye'yi öven bir inançtan daha fazlasını da beklemem gerçi... Ama benim değerlerim; Kendi inancımı meşrulaştırmak için diğer halkların inançlarının aslını yok saymayı, Kendi inancımı meşrulaştırmak uğruna o halkların inançlarını sömürmeyi, Kendi inancımı meşrulaştırmak adına o halkların inançlarını dejenere etmeyi, asimile etmeyi, Ve onların inancının, hiç alakası olmadığı halde, benim inancımı kanıtladıklarını iddia etmeyi, En büyük terbiyesizlik sayar...
  15. İslamiyet hangi dönemde dünyaya "Barış" getirmiş? "Yeryüzünde din İslam oluncaya kadar savaşın" derken, nasıl getirebilir? He he, tabi tabi öyle... Bir deyiş vardır: "Laf söyledi balkabağı" deyü... Çekinme çekinme, itiraf et; Vereceğin yanıtı bilememenin hissettirdiği sıkışmışlık duygusu çok kasıyor sizi değil mi? O yüzden rahat görünmek için kasıyorsunuz.
  16. Şöyle sormak lazım bir de: "Yanlış bir şeyi milyonlarca insan 'doğru' kabul etse bile, o şey yine de Yanlıştır." "Allah" kavramını, dünyanın tümü de kabul etse, yalan ise yalandır. Bunun uçarı kaçarı yok. Önünüze onca soru koyuyoruz; Hiçbirine adamakıllı cevap veremiyorsunuz. En basitinden: Tanrı'nın yarattıkları ile olan ilişkisi nasıldır, yani yarattıklarını hangi güç ile yaratıyor? Bu gücün ölçeği nedir; birim değeri nedir; kaynağı nedir? Eğer "Allah"ı Bilim "Var" olarak kabul ediyorsa, bu sorunun da yanıtı olmak zorundadır. Çünkü Bilim, var kabul ettiği şeyin, incelenebilir olduğunu da kabul eder ve inceler. Buna verebileceğiniz bir yanıt var mı? Diğer sorularım da yukarıda, onları da alın yanına... Yanıt veremediğiniz ve kaçtığınız soruları toplasak herhalde buradan köye yol olur...
  17. Bilim "Var" dediği şeyi, çekinmez, inceler... "Var ama özünü bilmiyoruz" deme lüksü yoktur bilimin... Alır, deney yapar, gözler, inceler. "Allah" dediğiniz şey eğer "Var" ise Bilim bunu inceleyebilmek durumundadır. Bilim'in bir şeyi "Var" kabul ettiğini söylediğinizde, aklı başında bir insanın aklında uyanan ilk şey şudur: "Demek ki Bilim, bu şeyi araştırmış, incelemiş, deneye ve gözleme tabi tutmuş ve var olduğunu kuramlar aracılığıyla ortaya koymuş". Siz "Bilim, Allah'ın var olduğunu kanıtlıyor" diyorsunuz. Ben de size diyorum ki: "Bilim, Allah'ı hangi yöntemle incelemiş? Nerede ve nasıl deney-gözleme tabi tutmuş? Varlığını ve sözümona yarattıkları ile olan bağını hangi kuramla açıklamış?" Bana tek diyebildiğiniz şey: "-Ee işte herşeyde bir düzen var, herşey sistemli!" "-Eeeeee???" "-Ha işte o da Allah'ın varlığının kanıtı!" "-Ha tabi oldu canım, çok güzel bir açıklama bu!" Böyle olmaz hocam, böyle olmaz. Kanıt, ispat dediğin şey böyle olmuyor ne yazık ki bilimde. "Siz göremiyorsunuz, siz edemiyorsunuz, siz anlamıyorsunuz" demekle de olmuyor. Bilim "Var" dediği şeyi, masaya yatırır, inciğini cinciğini inceler. Yapamıyorsa, eline alamıyorsa "Var" kabul etmez. Koyulaştırdığım soruya yanıt verin yeter. "Kitaplarda yazıyor" falan demeyin, birer zırvalık olduğunu düşündüğüm kitaplar bu konuda referans olamazlar. Bana "Anlamak"tan bahsetmeyin. Zira kimin neyi anlayamadığı çok belli. Sorduğun onca soruyu geçiştiriyorsunuz ya da saçma sapan karşılıklarıa güme getiriyorsunuz. Yani halühazırda zaten tartışıyor değiliz ki! Sizinle olan yazışmalarımız benim günlük eğlencemi çıkarıyor, o kadar. Zaten herhangi bir şeye cevap verebilmişliğiniz yoktu şimdiye kadar; Şu halde de bir kayıp sayılmazsınız benim için.
  18. Sayın Omar, şöyle açıklayayım, daha önce de söyledim: Siz ve benzerleriniz, konuştuğunuz bir çok kavramı bilmediğiniz gibi, bir tartışmanın nasıl gerçekleştirileceğini de bilmiyorsunuz. Örneğin: "Soru Sormak" nedir bilmiyorsunuz, zira doğru cevap almanın tek yolu, doğru sorular sormaktır. "Cevap Vermek" nedir bilmiyorsunuz, zira yapabildiğiniz tek şey "Karşılık Vermek"ten ibaret; açıklayıcılığınız yok. "İspat Etmek" nedir bilmiyorsunuz, zira Allah'ın varlığına kanıt olarak sunduğunuz şeyler ile Allah arasındaki bağı açıklayamıyorsunuz. "Analoji Kurmak" nedir bilmiyorsunuz, zira kurduğumuz analojileri anlamadığınız gibi kurduğunuz analojiler de alakasız. "Tartışmak" nasıl yapılır bilmiyorsunuz, zira bize sürekli "anlamıyorsunuz" diyorsunuz ama sizin anlamadığınızı ifade ettiğimizde kızıyorsunuz, kaldıramıyorsunuz hatta neyi anlamadığınızı sorgulamıyorsunuz bile. Bu yüzden bana "Tartışacaksak tartışalım" demeyin, zira sizinle tartışamıyoruz zaten. Tartışma nasıl olur bilmiyorsunuz çünkü. İyi de, biz de düşünerek "Tanrı'nın var olmadığı" çıkarımında bulunuyoruz. Hatta bu da yetmiyor, varlığına dair hiçbir kanıtın olmadığını da ortaya koyuyoruz. Siz ise düşünerek bir "Tanrı'nın varlığı" çıkarımında bulunuyorsunuz. Biz de sizden "Madem var, yarattıkları ile arasındaki bağ nasıldır? Var olan şey incelenebilirdir; Tanrı'yı nasıl inceleme altına alırız?" diyoruz. Siz de "Ee o çok üstün, o kadarını algılayamayız, zor algılarız" diye çıkıveriyorsunuz. Bunun kısır bir döngü olduğunu görmenize engel olan şey nedir ya hu? Ve bu söylediğinize inanıyorsunuz! Biz buna kısaca "Koşullanma" diyoruz... Bir kere söylediğiniz şey kendi içinde tutarsız; Zira Tanrı'yı anlamak için önce inanmak gerektiği anlamı çıkıyor burada. İyi de biz inanmıyoruz ki! Yani sonucu başa alıyorsunuz; Önce Tanrı'yı keşfedelim ki, ondan sonra inançlı bir şekilde dua edelim değil mi? Canım arkadaşım; Bilim böyle bir gerçeklik göstermiyor ya hu! Size defalarca Bİlim'in ne olduğunu ve ne olmadığını, Felsefesini, ilkelerini anlattık. Verilerini, bulgularını anlattık. Dünyanın hiç bir yerinde Bilim, Tanrı'nın varlığını kanıtlamış değildir, onun üzerine araştırma yapmış, çıkarımlar gerçekleştirmiş değildir. Bilim "Tez/Teori/Kuram"lar ile ortaya koyar bilgisini. "Var" dediği şeyi kuramlar aracılığıyla tanımlar. Tanrı'nın var olduğunu söyleyen Bilimsel Kuram hangisidir? Bulguları, dayanakları, deney ve gözlem araçları, yöntemi ve ilkeleri nelerdir? Her neyse; Gerçekten söylediğimiz ve anlattığımız herhangi bir şeyin zerresini bile anlamadığınız, anlamaya çalışmadığınız ya da en acımasız tabirle; Anlamak yeteneğinden fersah fersah uzak olduğunuz çok açık ve net bir biçimde ortadadır. Hala bir cevap vermek yerine, saçma sapan çıkarımlarla karşılık vermeye çalışıyorsunuz. Bilim'in ne olduğundan zerre kadar haberdar değilsiniz ama car car bilim hakkında atıp tutuyorsunuz. Bir eşiniz gibi bilmem kimlerin sözlerini cımbızla copy/paste edip duruyorsunuz Google Amca'dan. Yukarıda koyuladığım iki soruma yanıt verin yeter bana. Ama vermeyeceksiniz ve bana "kitapta yazıyor, bilmem eski inançlarda var!" gibi saçma karşılıklarla geleceksiniz. Size onları sormuyorum ben...
  19. Bir de şöyle yaklaşmak lazım: Örneğin, "Uzaylılar var mıdır?" önermesi, bilimsel açıdan "Bilinemez" olarak kabul edilebilir. Çünkü bugüne kadar Uzaylı bir toplulukla karşılaşmadık. Karşılaşmamış olmamız, Uzaylıların olmadığı anlamına gelmiyor. Çünkü evrende, dünyaya benzer belki de binlerce, milyonlarca gezegen var. Bir o kadar da koşulları yine dünyaya benzeyen gezegenler var. Yani dünyada yaşam oluşabildiğine göre, benzer koşullara sahip bir gezegende de yaşamın oluşabileceğine dair bir çıkarım gerçekleştirebiliriz. Fakat "Tanrı" kavramı böyle değildir. Daha önce rastladığımız bir "Tanrı" olmadığı için nasıl bir Tanrı'nın var olabileceğine dair bir çıkarım da yapamayız. O yüzden Bilim, Tanrı konusunda agnostik olamaz. Çünkü tutarlı bir mantık yürütebileceği koşulları ya da verileri yoktur diye düşünüyorum.
  20. Gören de Einstein'i hacca gitti zannedecek. Sanki Einstein İslamiyet'ten söz ediyor! Einstein Hırisyan ise, Hıristiyan olacakmışsınız gibi sanki! Din ile Bilim bir arada olamazlar; Din; "İnsan topraktan yaratıldı, Allah da ona ruhunu üfledi" der, Bilim de; "Ee gel bir deneyelim o zaman" diye teklif eder, Din şap diye oturur kalır... Dağılın şimdi...
  21. Sayın Zuhurat, "Tanrı" önermesi zaten başlı başına bir ön yargıdır diye düşünüyorum. Ateistleri, bir ön yargıyı kabul etmedikleri için "önyargılı" ilan ediyorsunuz gibi geliyor bana. "Tanrı", toplumsal olarak ortaya çıkmış bir kavramdır. Pozitif Bilimlerin keşifleri sonucunda ya da verileri doğrultusunda birden karşımıza çıkan, yeni tanıştığımız ya da bir kuram sonucunda ortaya atılmış bir kavram değildir. Yani, henüz Bilim'in ortaya çıkmadığı dönemlerden beridir varlığına alıştığımız bir kavram bu. Dolayısı teist kesimin sözümona Bilimsel Verilerden hareket ederek ortaya attıkları "Tanrı'nın ispatları" iddiası sadece bir rasyonelleştirme çabasıdır. Sizin kastettiğiniz Tanrı, dinlerin ifade ettiği bu Tanrı değil tabi ama en nihayetinde bir Tanrı tasarımında bulunuyorsunuz, yanılıyor muyum? Bu da bir ön yargı değil midir? Yani "var ise şöyle olmalı!" gibi... Bakın bilinçli ya da bilinçsiz bir eylem sonucunda keşfedilen bir bilgiden söz etmiyoruz. Yani sizin verdiğiniz örnekte de olduğu gibi Becquerel'in tesadüfen radyoaktiviteyi bulması gibi bir şey de değil bu. Var olduğuna dair herhangi bir kanıt bulunmayan sosyal bir kavram sadece. Yani buna bakarak "Cin", "Melek" ya da "Cennet-Cehennem" gibi kavramların da "Bilinemez" olduklarını kabul edebilir miyiz? Siz, sizin kastettiğiniz "Tanrı" ile dinlerin kastettiği özellikteki "Tanrı"nın aynı olmayacağını söylemişsiniz ama benim demek istediğim şey; Sizdeki "Tanrı" imajı da en nihayetinde dinlerin tanımladığı "Tanrı"dan alıyor kaynağını. Bu kavrama, oradan aşinasınız. Şöyle sorayım: Eğer dinler çıkıp da bir "Tanrı"nın var olduğu iddiasında bulunmasaydı ve biz bu kavramla hiçbir şekilde tanışmamız olsaydık, Agnostikler bilimsel olarak bir "Tanrı"nın varlığının bilinemeyeceğine dair mantık yürütürler miydi? Hiç sanmıyorum... O yüzden Agnositisizmin, toplumsal bir kavram olan Tanrı'nın pozitif bilimler açısından "Bilinemez" olduğu yargısında bulunmalarını pek anlamlı bulmuyorum... Bilmiyorum sizi doğru mu anladım ya da kendimi doğru mu ifade ettim ama kurduğunuz mantık "beni hiç yormadı" desem yalan olur. Güzel bir sorgulama yaşattı, teşekkür ederim naçizane.
  22. Kısacası "Bilmiyorum" deseydiniz, o da olurdu. Lafı bu kadar evirip çevirmeye gerek yoktu. Zira "Psikolojim bozuluyor" demenize rağmen, konuyla alakasız sayfalar dolusu şeyler yazabiliyorsunuz. Konuyla ilgili iki cümle yazsanız, o bile yeterdi. Anlatabildim sanırım... Bunu bana, konuyla hiç alakası yokken "İsa peygamber" hakkındaki bir ayetin anlamını soran kişi olarak mı söylüyorsunuz? Kusura bakmayın ama konuştuğunız kavramların anlamlarını bile bilmiyorken bana bir tartışmanın nasıl olacağını öğretemezsiniz. Bir dakika, Tanrı: - Algılanması zor... - Başı-sonu belli olmayan... ama bunlara rağmen - Yaratıcı... Ve varlığından eminsiniz... "Algılanması zor" demek, "Yine de algılanabilir" demektir. Peki Tanrı'yı algılamamızı sağlayan organımız hangisidir? Hangi özelliği ile bunu yapabilmektedir? Tanrı nasıl bir şeydir ki, o organımız onu algılayabilmektedir? Bakın siz "Algılamak" ile "Mantıksal çıkarımlarda bulunmak" arasındaki farkı da bilmiyorsunuz ya hu, sizinle neyi tartışıyorum ben! Siz bana sürekli Allah'ın varlığını kanıtlamak! için mantıksal çıkarımlarda buluyorsunuz (yanlış da olsalar). Ama sonunda "Algılanması Zordur" diyorsunuz. Algılamak, duyu organları ile yapılır; Yani "Bilim" bunu söyler. Ee siz de "Bilimsel açıdan" Tanrı'nın varlığının kanıtlandığını iddia ediyorsanız, Tanrı'nın bu duyu organları ile algılanabilir ya da zor da olsa algılanabilir olması lazım. Dediğim gibi; Önce gidin, konuştuğunuz kavramların anlamlarını öğrenin... Ondan sonra bana Kur'an okuma ve İslam'ı öğrenme tavsiyesinde bulunun, olur mu? Daha kendi dilinizdeki kavramları bilmiyorken, başka bir dilde yazılmış bir kitabı çok iyi anladığınızı nasıl, hangi yüzle iddia edebiliyorsunuz anlamıyorum... Konuya dönersek, örneğin; Kızılötesi ışınlar... Bizim için algılanması çok zor frekanslardır. Fakat biz bunu Infrared Teknolojisi ile gözle görünür hale getiririz. Çünkü Kızılötesi, en nihayetinde bir ışık frekansıdır ve onu yakalamaya yarayan araçlar geliştiririz. Tanrı'yı nasıl algılarız, eğer bir varlık ise? Varlık değil ise, nasıl "Var" olduğu iddiasında bulunabiliyorsunuz? Bana getirebildiğiniz tek çıkarım şu: A: "Ee işte doğa da düzen var!" B: "Eee?" A: "Ha işte o yüzden Allah var!" B: "Ee tabi oldu canım, hani gel hemen inanıp namaza duralım!" Size neden doğada "düzen" aradığınızı anlatıyorum, onu da anlamıyorsunuz ki! Bakın bu çok komik işte... Herhangi bir kanıtı olmadığı halde "Yargılama" özelliğinin Tanrı'ya ait olduğunu söylüyorsunuz ve buna inanıyorsunuz. En büyük kanıtının da, herhangi bir kanıtının olmaması mıdır sizce? Ya hu yapmayın, biz buna "Kıymeti kendinden menkul" diyoruz. Kısır döngüdür bu. Bu mantıkla "dünyayı benim yarattığımı" iddia ederim ve "bunun en büyük kanıtı da buna dair herhangi bir kanıtımın olmayışıdır" derim... "Çünkü amacım, dünyayı yaratan kişi olmama rağmen bunun kanıtlanamamasıdır" diyebilirim. Ya hu yapmayın, çökmektesiniz, bu nasıl bir mantıktır böyle! İnsana baktığın zaman birisinin tasarlayıp yarattığını göremezsin. İnsana ilk baktığında, doğada yaşayan bir canlıyı görürsün. Bilimsel olarak baktığında onlarca kusuru bedensel varlığında taşıyan, psikolojisi pamuk ipliğine bağlı olan, akıllı ve zeki bir tasarımcının tasarlamayacağı kadar çok olumsuzluklarla, kusurlarla, tasarım hataları ile de dolu bir canlı görürsün karşında. İnsan biyolojisinden zerre kadar haberdar olmadığınız için, kusursuzuz sanıyorsunuz bizi... Ya da hiç dışarı çıkıp insan yüzü görmediniz... Ne omuriliği Sayın Omar? Başka bir örnek vereyim: Dik yürümemizin en önemli olumsuzluğu, insanların çoğunluğunun bel ağrıları çekmeleri, bel fıtığı olmaları. Ya da eklem ağrıları, topuk dikeni türünden rahatsızlıklar. Omurga sistemimiz eğer bir Allah tarafından tasarlanmışsa, bir Allah ancak bu kadar cühela ve bilgisiz olabilirdi. Yukarıda anlatmaya çalıştığınız şeyler ise Evrim sonucunda ortaya çıkmıştır. Bilimsel olarak da kanıtlanmıştır. Nasıl olduğunu bilmiyorsun ama öyle olduğundan eminsin! Bu da çok ilginç tabii ki... Bilmemene rağmen de anlatmaya çalışıyorsun ki bu da işi daha da komik kılıyor... Tam özünü bilmiyorsunuz ama Bilim'in böyle bir yaratılışı kanıtladığını da iddia ediyorsunuz... Cem Yılmaz'ı izlemeyeceğim artık, sizi buldum çünkü... Kola'yı falan boşverin de, "Big-Bang Kuramı" demişsiniz. Belli ki bu kuramı, bir gerçeklik olarak kabul ediyorsunuz. Peki "Evrim Kuramı"nı kabul etmemenizin nedeni nedir? İki kuram da, var olan ve keşfedilen gerçeklikler üzerine kurulmuş kuramlardır ki "Kuram" olmanın özelliği budur. Ve Big-Bang kuramı tek değildir yani aynı kanıtlara dayanan başka kuramlar da vardır ve onlar da evrenin oluşumu ile ilgili olarak belli oranda açıklayıcıdır ve açıklama getirebilmektedir. Big-Bang Kuramı'nın özelliği, sadece diğerlerinden daha açıklayıcı olmasıdır, o kadar. Oysa ki Evrim Kuramı'na alternatif başka bir kuram daha yoktur. Evrim Kuramı, Big-Bang Kuramı'ndan daha güvenilirdir bu yüzden. Böylece şunu sormak istiyorum: İşinize gelen bilimsel bilgileri-kuramları kabul edip, işinize gelmeyeni red mi ediyorsunuz? Bu, ahlaka sığar mı, ikiyüzlülük değil midir? Şöyle de olabilir Sayın Omar: Bakın, bizler "Organik" ve sizin tabirinizle "Mekanik" canlılarız. Buna rağmen, düşünmemizi sağlayan, çıkarımlar yapmamıza neden olan ve kendimizi anlamlandırabildiğimiz bir "Beyin"e sahibiz. Dolayısı ile bizim küçük bireysel varlığımız, küçük bir organla büyük bir bilinç inşa edebiliyor. Şimdi şöyle düşünün: Dünya da üzerindeki ekosistemle "Organik" ve "Mekanik" bir varlıktır. Sizin yaptığınız gibi Eski Kültlerin inançlarına dayanacaksak eğer, Dünya bir "Canlı"dır. Hatta sizin öne sunduğunuz kanıtlardan da öte inancın en eski formları, doğanın bir "Canlı" olduğu ve "Dişi" olduğu yönündedir. O yüzden ilk tapınılanlar "Bereket Kültü" niteliğindedir ve "Dişi"dirler. Dünyanın en eski metaforu da "Doğa Ana" metaforudur ki Helenler buna "Gaia" derler. Roma Mitolojisinde "Terra" derler. Hindu'lar "Kali" derler. Biz Türkler de "Doğa-Tabiat Ana" deriz. Sizin de eksik bildiğiniz üzere, birbirine bağladığınız bütün AtaErkil inançlar, bu AnaErkil değerlerden sonra ortaya çıkmıştır ve bunun yeterince kanıtı da mevcuttur. Her neyse, demek istediğim şu: Sizin mantığınızla gidersek eğer, bütün bu kanıtlara dayanarak Dünya'nın kendisini "Büyük bir canlı" olarak kabul etmemiz gerekmektedir. Bunun yanında biz bile bir zeka sahibiysek, onun da büyük bir zeka sahibi olduğunu kabul etmemiz kaçınılmazdır. Ha yine sizin mantığınızla "Özünü Bilmesek" bile yine de kabul etmemiz gerekir! Çünkü herşeyden önce sizin inancınızdan daha eski ve daha köklü bir inanç. Ya hu şey ile analoji kurun işte: Hani şu "Avatar" diye bir film vardı. "Pandora" diye bir gezegende yaşam vardı ve "Na'vi" adlı zeki bir canlı türü yaşıyordu. İşin ilginci, gezegen öyle bir doğaya sahip ki, bütün bir doğanın başlı başına kendi zekası var. Filmi izleyince ne demek istediğimi anlayacaksınız. Mutlaka gidin bir izleyin, belki ufkunuz gelişir. Dünya öyle metafizik bir güçle yaratılmış olmak yerine, sizin öyle sanmanıza sağlayacak kadar algılayamacağınız kadar yüksek ama doğal bir zekaya sahip olabilir. Bu da bir mantıktır ve sizin mantığınızla gidersek eğer yeterince kanıtı da mevcuttur. Yani illa ki "Şirin Baba" gibi bir Yaratıcı da aramıyorum. Hani farklı kültürlerin farklı isimler taktığına dayandırmışsınız ya tezinizi. Ben çok daha farklı ve basit, kanıtlanabilir bir başka gerçeklikten söz ediyorum. Sizin metaforlarınızdan çok daha farklı ve o sözünü ettiğiniz "başka adlandırmalar"dan ayrı bir metafor bu... Tabi anlayabildiniz mi bilmiyorum; sanmıyorum da gerçi. Ve emin olun ki siz "Özünü Bilmiyoruz" derken, ben buna dair bir sürü kanıt koyabilirim önünüze. Tabi beni Peygamber ilan etmemeniz şartıyla. O kadar da alçakgönüllüyümdür işte. Topraktan çimin çıkmasını ilahi kudrete nasıl bağlayabildiğinizi merak ettim şimdi de? Ya hu bildiğin gayet olağan bir olay; Bütün çiftçiler bilir, binlerce yıldır... Toprağa çimi atarsın, sularsın, tohum topraktan beslenir ve büyür. Bilimsel olarak da bunun bir mucize olmadığı, gayet de doğal olduğu ortaya konulmuştur. Öyle tütsülerle, dualarla, muskalarla olan birşey değil. Bakın bu "Aha bak işte güneşin doğması!. İşte İlahi kudret bu!" olayı, kusura bakmayın ama ancak safların kanabileceği bir argüman. Ya hu aynı şeye bakarak "Al bak ne güzel ay ışıldıyor! İşte Gargamel'in kudreti bu!" da diyebilirsiniz. Veya "Bak ne güzel deprem oluyor; Megatron'un gücü bu işte!" de diyebilirsiniz... Ya da "Bak ne güzel yağmur yağıyor; Gölgelerin gücü adına!" da diyebilirsiniz... Veya sizin AtaErkil Erkek Allah'ınızdan daha eski inançlara dayanarak: "Doğa Ana'nın işleri bunlar; karnı ağrıdığında deprem oluyor, ağladığında seller oluyor, yeniden uyandığında bahar geliyor" da diyebiliriz. Yani arada herhangi organik ya da mekanik bir bağ kurmadan, çimin yeşermesini Allah'ın gücünün kanıtı olarak sunmak, tam bir çaresizlik örneğidir ve sadece beynini kullanamayan insanları etkiler, beni değil... Boşuna duygulanmışsınız yani, kusura bakmayın... Akıllı insanlar, arasında ilişki olduğu iddia edilen iki şey arasındaki o bağı görmek, anlamak ister. "Özünü bilemeyiz" diyerek işin içinden çıkmaya çalışmazlar, sorgularlar ve kanıt ararlar. Bakın; "Bilmek" ile "İnanmak" arasında fark vardır. Daha önce buna değinmiştim, tekrarlamak istemiyorum. Yukarıda mantığınızı irdeledim: Doğanın işleyişi ile Tanrı arasında bir bağ olduğunu iddia ediyorsunuz ama o bağın nasıl işlediğini, mekanizmasını bilmiyorsunuz, bilemiyorsunuz, açıklayamıyorsunuz. En basitinden: Televizyonun açma düğmesine bastığınızda, neden çalıştığını bilirsiniz: İçinden elektrik akımı geçer... Televizyonu açtığınızdan görüntünün nasıl geldiğini bilirsiniz: İçinden frekanslar geçer ve ayıklar, yansıtır... Diyorsunuz ki: "Her şeyi Allah yarattı" Ben de diyorum ki: "Nasıl?" Bu sefer bana: "Ol dedi oldu!" diyorsunuz... İyi de bu bir "Yanıt" değil, bu bir "Karşılık"... Ben size o "Yaratma" işleminin dinamiğini soruyorum, mekanizmasını soruyorum... Yani Madde'yi neyden yarattı? Hadi neyden yarattığını boşverin; Ne ile tetikledi bunu? Örneğin; 1Hidrojen ve 2Oksijen atomunun suyu oluşturabilmesi için bir tepkime gerekmektedir. Bu fiziksel bir tepkimedir ve en nihayetinde "Su" oluşur. Tanrı da ilk enerjiyi yaratırken nasıl yaptı? Başka bir şeyden mi yarattı? Yoktan mı var etti? Yoktan var etse bile (ki bilimsel olarak mümkün değil), bunu nasıl bir tepkime ile yaptı? Yani nasıl bir güç kullandı? Bilim Allah'ın varlığını kanıtlıyorsa eğer, bu sorulara bilimsel bir yanıt verebilirsiniz değil mi? Ha bu arada: Hala "Yanıt Verme"yi öğrenemediniz. Yukarıda yazdıklarınızın hiçbirinin "Yanıt" olmadığının farkındasınız değil mi? Çünkü hepsi açıklamadan uzak ve tutarlılığı olmayan şeyler. Sizin bunu farkedememeniz ya da olmadığını iddia etmeniz bir şeyi değiştirmiyor; Sadece sizin, kendi çıkmazlarınızı bile göremediğinizi ortaya koyuyor...
  23. Bu aynen şuna benziyor: Bir gün yine cahil biriyle böyle tartışıyorduk. İşte inanmanın nasıl bir psikolojik olgu olacağı hakkında konuşurken bana şöyle dedi: "Ben işte çalışırken, elimdeki işi -nasılsa yetiştiririm- diye ertesi günkü sabaha bıraktım. Sonra eve dönerken içim rahat etmedi -ya neyse, bitireyim de öyle gideyim- dedim. Döndüm ve işi bitirdim. Sonra sabahleyin işe gittiğimde hemen yaptığımız işleri acilen toplayıp göndermemizi istediler. Ben o gece geri dönüp işi bitirmesem, belki de işten atacaklardı. Ama Allah beni yeniden işime sevketti. Hadi bilim bunu açıklasın o zaman!? Beni o gece işe döndüren şey neydi!" Şu ifadenizle ne kadar komik olduğunuzu bilemezsiniz, onu demek istiyorum. Nasıl ki "Soru Sormak", "Cevap Vermek", "Tartışmak" nedir ne değildir bilmiyorsanız, "İspat Nedir" onu da bilmiyorsunuz. İspat, doğrulamak istediğiniz bilgi ile o bilgiyi doğrulayacağınız veriler arasındaki doğrudan bağları ortaya koymak ile mümkündür. Yani diyelim ki; "Osmanlı Devleti, Ermenilere soykırım uygulamıştır" şeklinde bir bilginiz var. Gidip de Doğu Anadolu'da yaşayan ya da oradan göçen Ermenileri veya Ermeni mezarlıklarını örnek göstererek, böyle bir iddiayı kanıtlayamazsınız. Ortada bir devlet vardır; Resmi yazışmalarını, emirlerini, belgelerini ortaya koymak zorundasınız. Etnik bir topluluk vardır; O topluluğa ait toplumsal verileri ortaya koymak zorundasınız. Bir Soykırım Eylemi vardır; O eylemin nasıl olduğunu, neye dayandığını, araçlarını, yöntemlerini, vesikalarını, nedenlerini, sonuçlarını, belgelerini ortaya koymak zorundasınız. Ondan sonra bu üç bilgiyi birleşitirip ispatınızı gerçekleştirirsiniz. Bu Sosyal Bilimlerde ispatın nasıl gerçekleştiği ile ilgili bir örnek. Diğer yandan Pozitif Bilimlerde de aynı yöntem kullanılıyor. Şimdi; "Tanrı Vardır" bir bilgidir ve siz bunun doğruluğunu kanıtlamak istiyorsunuz. Gidersiniz, paşa paşa "Tanrı Nedir?" i açıklarsınız ve "Tanrı'nın varlığı" bilgisine nereden sahip olduğunuzu ortaya koyarsınız; Tanrı'yı tanımlarsınız. Sonra "Varlık" nedir, onu sorgularsınız; Var Olmak ile Olmamak arasındaki ayrımı ortaya koyarsınız. Ondan sonra Tanrı Vardır önermesinde bir sonuca varırsınız. Ama gidipte, Kuantum'u anlatıp: "Ahanda bak işte bu Tanrı'nın ispatı" diyemezsiniz. Çünkü aynı şey, aynı mantıkla (ki aslında doğru bir uslamlama değildir) "Şirin Baba'nın da ispatı" olabilir. Uzaylı herhangi bir uygarlığın da ispatı olabilir. Veya maddenin kendi kendinin nedeni olduğunun ve kendi zihninin olduğunun da ispatı olabilir. Bilim'in ortaya koyduğu Bilimsel Veriler ile Tanrı arasında organik ya da mekanik yani Bilimsel olarak incelenebilecek ve Bilimsel olarak kabul edilebilecek bir ilişki yok, bunun neyini anlamıyorsunuz? En basitinden; Allah, Kuantum'u nasıl yarattı? sorusuna cevap verin, konuyu kapatalım... Ya da onun yarattığının en bariz kanıtı nedir? İşareti, imzası nedir? Telif hakkı nedir? Kendisini ciddiye almadığım için hatırlamama gerek yok. Ciddiye alınacak bir yanı yok. Tabii ki canım, ona ne şüphe... Daha önce de söylemiştim zaten; Sıkışınca ya "İşin aslını Allah bilir..." Ya da "Ama o mecazi anlatım!.." Tabi tabi, doğru düzgün anlatamadığı için Tanrı hep mecazlara başvurmuş. O kadar çok başvurmuş ki kimse ne dediğini anlamıyor. Kutsal ya ondan! Mazhar Osman'a bir uğrasanız diyorum... Çok ciddiyim. Bu türlü sanrılar hayra alamet değildir. Sizler zihinsel olarak makineleşmiş olabilirsiniz, ona birşey diyemem. Sayın Omar, güldürmeyin beni allasen... Kafanızda bir Allah yaratmışsınız, onu rasyonalleştirmeye çalışıyorsunuz... Çok komiksiniz ya hu. Ve çok ciddi söylüyorum; Burada bahsettiğim ve örneklediğim bir çok konu ile daha yeni karşılaşıyorsunuz ya da ilk defa bu bakış açısına rastlıyorsunuz. Bunu "bu konuları en çok ben biliyorum" mantığı ile söylemiyorum. Sizin bu konular hakkında zerre kadar bilgi sahip olmadığınızı gördüğüm için söylüyorum. Çünkü söylediğim şeylerin hiçbiri sizde tanıdık bir imaj yaratmıyor. Çünkü bilgisizsiniz... Verdiğiniz karşılıklardan bu o kadar belli ki; Hiçbiri cevap niteliğinde değil. İşin komiği, gerçekten cevap verdiğinizi sanıyorsunuz ve buna hakikaten inanıyorsunuz.
  24. Valla ben wikipedi de şöyle bir tanım buldum: "Enerjinin korunumu fizikte, yalıtılmış bir sistemdeki enerjinin toplam miktarının sabit kalmasıdır. Buna göre enerji kaybolamaz ancak şeklini değiştirebilir. Örneğin, lambanın yanmasıyla elektrik enerjisi kinetik enerji olarak farklı bir forma bürünür. Termodinamiğin birinci yasası termodinamik sistemler için enerji korunumundan bahseder. Kısaca korunum yasası enerjinin yoktan var edilemeyeceğini ve yok edilemeyeceğini ancak başka şekillere dönüşebileceğini söyler." Sizin bundan ne anladığınızı gerçekten merak ediyorum... Alkış...
  25. Sayın Fuzuli, Ben önce şunu sorarım: "Neden illa ki bir düzen arıyorsunuz?" Ya neden doğaya bakınca bir "Düzen" görmek istiyorsunuz söyler misiniz? Size bu öğretildiği için mi? Doğamızda olduğu için mi? Yoksa bir "Tanrı" tasarımı yapabilmek için mi? Doğanın yasaları var, var ama bunu birinin yaptığı düşüncesine siz yine "İnsan"a bakarak varıyorsunuz. İnsan'a ve yaptıklarına bakarak "Tanrı"yı tanımlamaya çalışıyorsunuz. Sonra da Tanrı'nın insandan üstün olduğunu iddia ediyorsunuz. Ya hu bu komik... Çok komik hem de... "Enerji ezeli ve ebedidir" diyen biz değiliz, Bilim diyor bunu... Bakın yukarıda bana Maddenin Korunumu kanununu örnek vermişsiniz ama verdiğiniz örneği bile bilmiyorsunuz neyi içeriyor diye... O kanuna göre "Hiçbir şey yok edilemez, hiçbir şey yoktan var edilemez; Enerji ile Madde bir döngü halindedirler"... Hadi gel bunu "Yoktan var ettik" düşüncesi ile açıkla bakalım nasıl açıklayacaksın; nasıl özdeşleştireceksin... Doğa'nı yasaları vardır ama bunu birinin yarattığına ya da yaratmasına ihtiyaç duyduğuna dair tek bir kanıt yoktur. Bu, sizin de yaptığınız gibi mantıksal bir çıkarımda ibarettir ve bilimsel bir geçerliliği yoktur. Aynı mantıkla, her şeyi Şirin Baba'nın yarattığına da inanabiliriz. Veya herşeyi üstün zekalı uzaylı varlıkların tasarladığı çıkarımına da varabiliriz. Veya şunu sorarım: Bu kadar kusursuz! (ki kusursuz değil) bir şey yaratan Kusursuz bir Allah ise, O kusursuz Allah'ı yaratan başka bir Allah daha olmalı... Buyrun, bu sizin mantığınız işte... Madem ki kusursuzluk ve sistem bir "Yaratılmışlık" sonucunda oluyor, Bu sistemi yaratan Kusursuz Tanrı'yı da bir başkasının yaratmış olması gerekmektedir. İşte, Bilim, o Semavi kitaplardakinin tam aksini söylüyor. Enerji'nin sonsuz olduğunu, ezeli ve ebedi olduğunu, yoktan var edilemeyeceğini ve var iken yok edilemeyeceğini yani yaratılmadığını; madde ile bir döngü halinde olduğunu söylüyor. Bunun hangi kuram olduğunu da kendiniz söylediniz ama yine tartıştığı konu hakkında fikir sahibi olmayan mağdur inançlı modundasınız. Biz evreni, bir düzen dahilinde algılıyoruz. Canlıları bile anlayabilmek için taksonomik açıdan değerlendiriyoruz; Yani sınıflandırıyoruz... Odamızı toplarken ya da bir ev inşa ederken bile bunu yapıyoruz... O yüzden, doğaya baktığımızda da "düzen" görüyoruz önce. Ve buna dayanarak kendimizden hareketle bir "tasarımcısının" olmadı gerektiğini düşünüyoruz. Ama ne ilginçtir ki o tasarımcıya dair tek bir imza yok! Kendi algılarınıza dayanarak, sizin algılarınızın da üzerinde olduğunu iddia ettiğiniz bir Tanrı yaratıyorsunuz. Ya hu hiç Tanrı ile karşılaştınız mı Sayın Fuzuli? Şu yazdıklarınıza bir bakın, özeti sadece şu: - Evrene bakıyorsunuz. - Doğanız gereği orada bir düzen görüyorsunuz. - Kendinizle özdeşleştirerek bir Tasarımcı/Tanrı tasarlıyorsunuz - Sonra da onun, İnsan Algısının üzerinde olduğunu iddia ediyorsunuz. Görür ama insan gibi görmez... Duyar ama insan gibi duymaz... Bilir ama insan gibi bilmez... Konuşur ama insan gibi konuşmaz... Sever ama insan gibi sevmez... Kin duyar ama insan gibi kin duymaz... İradesi var ama insan gibi değil iradesi... İnsan gibi değil ama nasıl olduğunu da bilmiyorsunuz; Yapabildiğiniz tek tanım şu: "ama insan gibi değil..." Peki ne gibi? Bilmiyorsunuz... Çünkü o sadece mantıksal bir çıkarımdan ibaret. Yukarıda sıraladığım 4 aşamadan daha fazlasını yapabilirliğiniz yok. İnsanaklı ile İnsanüstü özelliklere sahip bir varlığı tanımlamaya çalışıyorsunuz. Ama insanüstü bir aklın nasıl olması gerektiğini, hangi niteliklerde olacağını bilmediğiniz için de "insan gibi değil"den öte gidemiyorsunuz. 1500 yıl önce insanlar bizim kadar zeki olmadıkları için Muhammed atıp tutarken; "İyi de, bu Allah insandan o kadar aşkın ise sen hangi yeteneğinle hangi organında onu algılayıp anlatabiliyorsun ve neden o Allah insan gibi davranıyor?" diye sormayı akıl edememiş. Muhammed de akıl edememiş aslında, sanıldığı kadar çok da zeki ve tutarlı değil kendileri. Ama o dönemde işe yaramış mı, yaramış...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.