Zıplanacak içerik

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Pardon yaa, ben yanlış anlamışım: Sen KapitaSosyalizm'den söz ediyorsun... Pardon, pardon...
  2. Örneğin; coğrafi koşullar bakımından da eşit haklara sahip olmalılar mı? Ne bileyim işte, denize yakınlık konusunda eşit haklar olabilir! Yakınlarda bulunan akarsuların debileri bakımından eşit haklar olabilir! Yağmurun birim alana düşen metreküp cinsi miktarının eşitliği bile olabilir! Malum, her yerde eşit değil bunlar! "Eşitlik" olması gerektiğini bizde savunuyoruz; Bu konuda bir kaygınız olmasın... Hak ve Özgürlükler konusunda eşit olmayı abartıp, tarihsel adlandırmaları eşitsizlik olarak tanımlayabiliyorsan; O zaman farklı dillerin farklı gelişimleri ile ilgili eşitsizlikleri de sorgulayacak kadar konunun ciddiyetinden uzaklaşılır. Mesela; Neden Fransızca'da dişil-eril kelimeler var da; Türkçe'de yok! Hadi bakalım, bu konuda da eşit olalım, Tüm dillerde sözcükleri dişil-eril diye ayıralım! Ya da hemen bir çok dilde Kadın ve Erken için üçüncü tekil şahıslar hep farklı farklıdır. Türkçe'de değildir; Bu eşitsizliği de kaldıralım ortadan! Hatta Felsefe konusunda en çok filozof yetiştiren toplum, Avrupa toplumudur... Durduralım onları; diğer toplumlar da o kadar çıkarsınlar ki eşitlik sağlansın... Ya da her toplum yine yeniden Fransız İhtilalleri yaşasın ki eşit olalım! Ha birde Şevki Yılmaz'ın "Eşitlik" ile ilgili çok önemli bir sözü vardır; Dünya Felsefe Tarihi'ne etki eden... Onu hatırlatmadan edemeyeceğim.
  3. Bakın, zamanında Türkiye'de Lozan Bayramı diye bir bayram kutlanıyordu. Bu bayram 1950lerden bu yana kutlanmıyor artık. Belki o da Kürtlerin bayramıdır hı, ne dersin? Anadolu'da yaşamış, yok olmuş onlarca kültürün, yüzlerce bayramı var; Onların da hepsi Kürtlere aittir belki! Ne de olsa devlet kutlamıyor hiçbirisini. Aslına bakarsan Ramazan ve Kurban Bayramları da Resmi Bayramlar değil! Hımmmm; Demek oluyor ki kesin Kürt Bayramı bunlar! Bak başka birşey diyeyim; Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, birkaç kere ve özellikle bir tanesi (bir yıllığına) Atatürk döneminde olmak üzere, Hacca gitmek yasaklanıyor. Bakayım! Demek ki Hacca gitmek de Kürtlere ait bir gelenek! Bugün Hacc gibi dini görevleri Kürtlerden daha fazla yapan bulamazsın; Demek ki bırak İslamiyeti; Araplara ait! Bu mudur mantık!? Bana "yok efendim bilmem nerelerin reklamı bunlar!" gibi "tutarlı tek bir söylemim bile yok ki söyleyebileyim" demenin daha kısası olan söylemlerle gelmeyin.
  4. Eski Yunan'da felsefe elbette ki bir şölene dönüşebilir; O dönmede, bugünkü kadar çok kavramın ya da aynı kavramın bugünkü kadar çok farklı algılanışının olduğunu hiç düşünmüyorum. Keşke, dediğiniz gibi her kavramı tekrar tekrar irdelemek ihtiyacı olmasa; Ama ne yazık ki makul bir anlamda kesişmek ve tartışmayı o çerçevede geliştirmek gerekiyor. Örneğin "Ulus" denildiğinde; Ben, farklı etnik unsurlardan gelen fakat tarihsel ve kültürel olarak ortaya çıkan ortak değerleri kimlikleştiren bir toplumdan söz ederken, Diğeri yalnızca tek bir "ırkı" algılıyorsa, Bu ikisi arasındaki farklılıklar üzerine bir uzlaşmaya varmadan, birimiz "Ulus Devlet" dediğinde Ben, ortak değerlerin ululaştırıldığı bir toplumu algılarım, Diğeri de Irkçı bir devleti algılar. Olay da körler savaşına döner. Bana kalırsa, yeryüzünde ve hele hele Türkiye'de ne yazık ki demokrasi ve uygulama açısından cumhuriyet mümkün değildir. Şeklen tamam kabul ediyoruz ama uygulamak imkansıza yakın. Çünkü ilk olarak her sistemde, Uzun namluluları elinde bulunduran ya da Uzun namluluları elinde bulunduranlardan daha güçlü silahlara sahip olanların sözü geçer... Bunun yanında sermaye kimin elindeyse; parayı kim yönlendiriyorsa, onların sözü geçer... Dini en iyi kim kullanıyorsa, en iyi kim sömürüyorsa, onların etkisi büyük olur... Dini ve Etnik aidiyet duygusunu kim en iyi sömürüyorsa, onların etkisi büyük olur... Halkı kim en çok bilgisiz bırakıyor ve bilgisiz halkı kim arkasına alabiliyorsa, onun sözü geçer; çünkü bilgisiz yığınlar her zaman birşeylerin farkında olanlardan daha çokturlar ve güdülmeye daha müsaittirler. Maurice Duverger'e katılmıyor değilim, katılmamak mümkün mü? Bugün bir yasa çıkacak ve güya toplum yararına... İktidarın o yasayı biçimlendirmesine bir bakıyoruz ki; Asıl düşündüğü şey şu: "Ben bu yasayı koyuyorum ama, yeri ve zamanı geldiğinde bu yasaya ben nasıl takılmam?" Bugüne kadar çıkmış her yasa böyledir; Yasalar çıkmıştır toplum yararına, Fakat edeceğini eden, bu yasalara takılmamıştır nedense hiç! Çünkü o yasa hikayedir; görüntüdür... Bakın aslında çok ahlak dışı bir ifade var ve bunu bugün iktidar kullanıyor: "Yasalar bizi engellerse, etrafından dolanırız!" İşte Şark Kurnazlığı denilen şey bu... Yani tamam yasalar tutarlı mıdır, değil midir eleştirilir elbette ki Ve eleştirilmelidir... Fakat yasalar, sonuçta ideolojik ve çıkara dayalı eğilimlerden üstündürler ve daha nesneldirler. Yani yasa bir eylemi engelliyorsa; Onurlu bir insanın çıkıp, önce kendi eylemini de sorgulaması lazım... Tabii ki o süreçte yasalar da sorgulanmalı... Fakat kişi ya da parti, kendi eğilimlerini ve siyasi amaçlarını Yasaları aldatmak için kullandıklarında Ve o hukuk düzenine de, o siyasal sisteme de gülerim... Kaldı ki Türkiye'nin en büyük sorunu aslında siyasi seçimlerle ilgili düzenlemelerdir. Hiçbir iktidarın, kendilerini iktidara getiren bu sistemi değiştirmeye yanaşmamasının nedeni de zaten Türkiye'nin demokrasiye ne kadar uzak olduğunu göstermektedir. Geçen bir yazımda da söylemiştim: Ecevit'in sevdiğim bir sözü vardır ve bir kitabının da adıdır; "Bu düzen değişmelidir..."
  5. Kavramlar toplumdan topluma, kişiden kişiye ve hatta dönemden döneme farklı anlamları karşılayabilirler. Fakat bir tartışma ortamında, aynı kavramların, makul ve üzerine anlaşılmış, taraflarda ortak anlamları niteleyen bir biçimde kararlaştırılması ya da tanımlanması; Her zaman için tartışmayı sağlıklı bir hale bürüyen bir gerekliliktir. Üzerlerinde durmamın da nedeni budur. İşte şimdi oturdu yerine... Doğrudur... Söyledikleriniz tutarlı; Fakat bir "Cumhuriyet" Laik olmayadabilir, demokratik de olmayabilir. Bununla ilgili bir sürü tanım var; Örneğin: Çoğulculuk ve Çoğunlukçuluk... Çoğulculuk, birden fazla iradenin temsiline odaklanır: Demokratik görünüyor... Çoğunlukçuluk ise çoğunluğun iradesinin temsil edilmesidir: AKP'nin tavrı tam olarak budur mesela; en yüksek oyu kim alırsa, onun tabanının sözü geçer... Çoğu zaman da Azınlıklar yönetmiştir ülkeleri; onların sözü geçmiştir; yönetici kesimi her zaman için azınlıktır; ya da sermaye sahipleri; ya da bürokratlar... Yani halkın etkin katılımının olması illa ki demokrasiyi de getirmiyor; ya da şimdiye kadar hiç getirmedi... Halkın etkin katılımının olması illa ki laikliği de getirmiyor; İran'da Caferiliğin sistemde etkin olduğu gibi... Ha elbette ki burada öncelikle şu karşımıza çıkıyor: Ee öyleyse, Cumhuriyet tam anlamı ile nedir? Bana kalırsa Cumhuriyet, tek başına sığ bir kavramdır. O kadar güçlü değildir ne yazık ki. Sermayeyi, Uzun namluluları ya da iktidarı ellerinde bulunduranlarca biçimlendirilmeye uygundur. Yukarıda söz ettiğimiz ilkeler de, ülkelere ve ülkelerin sahiplendiği ideolojilere göre biçimlenen ama Cumhuriyet rejimini tamamlayan kavramlardır. İran'da, inanca dayalı bir ideolojik çerçevede Cumhuriyet rejimi, Caferiliğin ilkeleri ile bütünlenmiş olabilir. Türkiye'de bir ideolojiye odaklanmaktan daha çok sadece bu üç ilke ile tamamlanmak istenmiştir; ki Türkiye'nin bir yönetim geleneği oluşturamamasının nedeni de budur. İngiltere'de ya da diğer ülkelerde de farklı ilkeler ya da ideolojiler ile bütünlenmiştir; olabilir. Evet; Rejim bir Yönetme Biçimidir; Ve "Bir Yönetme Biçimi" olarak "Cumhuriyet"te bir "Rejim"dir. Ancak dediğim gibi, ilkeleri başka başka olabilir. İslama göre biçimlenmiş bir toplum da Cumhuriyeti uygulayabilir Fakat ilke olarak laikliği edinmeyebilir. Ya da İngiltere ve İspanya'da hala Kırallık vardır ama halk Cumhuriyet'i benimsemiştir ve onlar sembolik kalmıştırlar. İngiltere "Birleşik Kırallık"tır ama yönetimi de Cumhuriyettir; Başta Kıral olmasına rağmen! Böyle de bir şey var mesela işte... O tartışmalara girersek zaten işin içinden çıkamayız. O tartışmaları sonuçlandırmak gibi bir kaygımız olamaz zaten Ama en azından bir tanım koyup, uzlaşı sağlayabiliriz... Cumhuriyet'in anlamından ziyade, uygulamadaki "Gücünü" sorgularım ben. Yani "Cumhuriyet Rejimi", tek başına güçlü bir rejim midir? Yoksa onu çerçeveleyecek ilkelere mi ihtiyaç duyar veya duymalıdır? Ya da onu biçimlendirecek ideolojilere mi ihtiyaç duyar veya duymalıdır? Hatta doktriner mi olmalıdır? Önemli olan budur. Türkiye'de Cumhuriyet Rejimi bir ideoloji oluşturamamıştır. Doktriner bir yapıya da bürünememiştir. Türkiye'de bu kadar esnek olmasının nedeni de budur. Ona atanan birkaç ilke ile tanımlanmıştır; o kadar... Ha ama Rejime bir ideoloji atamak ya da doktriner kılmak ne kadar doğrudur; O da tartışılır zaten... Doğrudur; bu türlü Cumhuriyetler vardır... Karşımıza iki olasılık çıkıyor: Ya şimdiye kadar hiçbir ve bugün hiçbir ülke Cumhuriyet Rejimini hiçbir biçimde yaşayamadı, Ya da Cumhuriyet Rejimi, sömürülmeye oldukça açık, esnek bir tanımlama. Ben ikisini de doğru kabul ediyorum. Cumhuriyet Rejimi, onu bütünleyecek ilkeler olmadıkça Ve bu ilkeler de tutarlı, çağdaş ve ilerici nitelikte olmadıkça Sömürülmeye son derece açık ve esnek bir Rejimdir... O yüzden; Hep uygulanmıştır ama sömürülmüştür. Bu yüzden; Türkiye'de de Rejim, Cumhuriyettir... Ama ne yazık ki ona tanımlanan ilkeler, onu koruyamamıştır ve sömürülmüştür. Bunun elbette ki dönem ve koşullar ile de ilgisi var. Halkının çoğu, üniversite yüzü görmüş bile olsa bilgilenmede yetersiz olan bir ülkede Bundan başka bir süreç de göremezsiniz zaten... Eğer bir tanımı yanlış kullanmışsanız, elbette ki onun doğrusu öğretilerek başlanır tartışmaya... Doğru soruları sormaktır önemli olan... Sizin sorunuz şuna benziyordu: "Dünya dönüyor mu?" İyi de hangi döngüsünü kastediyorsunuz? Kendi etrafındaki mi; Yoksa Güneşin etrafındaki mi; Yoksa galaksideki mi? Fakat "Dünya kendi etrafında döner mi?" dediğinizde ancak, benden "Evet" ya da "Hayır" gibi net bir yanıt bekleyebilirdiniz. Sizin sorunuz şudur: "Türkiye bugüne kadar cumhuriyet ile mi yönetilmiştir?" Pratikte mi? Şeklen mi? Rejim ile İlkeler konusundaki tartışmayı ve anlaşamamayı bırakın; Bu yanıtladığım son iletinizi ta en baştan yazsaydınız Ya da ilk iletinizi bu kadar açık ve net yazsaydınız Aradaki onca harala gürele yaşanmazdı... Yine de kusurum için kusura bakmayın. Bu iletiniz zevkliydi gerçekten. Fakat iletinizdeki bu son ibarelere odaklanmıyorum, zira tartışmayı yeterince kişiselleştirdim idi (ya da kişiselleştirdik idi) zaten... Açıkçası benim öyle kurnazlıklar işim olmaz. Çünkü, kurnazlık aynı zamanda yalancılıktır. Her yalanın eninde sonunda ortaya çıkacağını; Ortaya çıkan her yalanın da, söyleyenini akıl-sız konumuna düşüreceğini düşündüğümden Kurnazlık yapmayı pek akıllıca bulmuyorum. Ha ama yanlış anlaşılmalar olabilir; Eksik anlamalar ve yanlış yorumlamalar olabilir; İlla ki kurnazlık ile de bağlamamak lazım... Pentagram'ın bir şarkısında şöyle bir söz vardır ve çok severim: "Düşman olmak mertlik değil / Korkaklığın iradesi Kurnazlık marifet değil / Ap-talların tesellisi..." Ne düşman olmalı, ne kurnazlık yapmalı... Saygılarımla...
  6. Yanıtlamadığım bir soru için, neye dayanarak "Cumhuriyet Değildir" olarak kabul ediyorsunuz? Literatürde böyle bir standart mı var? "Tartışma" dediğimiz süreç, tarafların argümanlarını ortaya koymaları ile olur. Siz daha birbirine karıştırdığınız kavramlar ile ilgili bir netliğe kavuşmadan, Argümanlarınızı ortaya koymadan, Bana soru soruyorsunuz... Elbette ki bunu ciddiye almamı bekleyemezsiniz... "Cumhuriyet" dediğiniz kavram ile neyi ifade ettiğinizi bilmiyorum ki? Bunun da nedenini söyledim; Daha rejim, ilke, ideoloji kavramlarını oluşturamamışsınız; Neye göre hangi yanıtı vereyim... Sorunuzda bir yanlışlık var yani... Siz önce kafanızda tasarladığınız "Rejim" ve "Cumhuriyet" kavramları ile ilgili bir tanımlama getirin... Bunların şeklen ve pratikte ne olup olmadıklarını tanımlayın... Kavramlar ile ilgili bir uzlaşıya varalım. Tezinizi ortaya koyun; Yanlışlayalım ya da doğrulayalım... Yani ben tartışma dediğimiz şey böyle olur diye biliyorum. İlk defa gördüm, tezini sunmadan tezi hakkında yorum isteyenini! Şaştım kaldım... "Ahanda bak şunu cevapla; yok yok olmadı, bunu cevapla" gibi bir tartışma olmaz; Çünkü daha birbirimizin ne söylediğini kavrayabilmiş değiliz... Tartışmanın odağına dönersek; Sizin eleştirdiğiniz şeyi önce hatırlatayım ve bu konudaki netliğinizi alayım ben önce, Zira ben argümanlarımı ortaya koydum: "Laik, Demokrat ve Hukuk Devleti Olmak" ilkelerini siz "Rejim" olarak niteliyordunuz. Bunların, Rejim değil de birer "İlke" olduklarını söyledim: Zira zaten Rejim olsalardı, ayni sistemden birden fazla Rejim bulunamazdı değil mi? Neyse: Sonra işi Cumhuriyet'e kaydırdınız kaşla-göz arasında; "Yok ben Cumhuriyet' Rejimini eleştiriyorum" oldu bir anda konu nedense! Bu konudaki yorumunuzu almadan, konuyu kaynatmış oldunuz; Kurnazlık bu olsa gerek aslında! Bu üç ilke konusundaki uzlaşımız nedir? Bunlar Rejim midirler? Yoksa İlke midirler? Rejim nedir? İlke nedir? Bu önemli; Çünkü "Rejim" derken neyi kastedeceğiz, "İlke" derken neyi kastedeceğiz bir bilelim değil mi? Bak o kadar iddialı bir biçimde diyorsunuz ki: "Birde diğer rejimlerle karşılaştırmadan bilemeyiz Cumhuriyet'i"... Rejim derken neyi kastediyorsunuz ki neyle karşılaştıracağız? Cumhuriyet'i Laiklik ile mi karşılaştıracağız, Laiklik'i rejim olarak kabul edip? Yoksa Cumhuriyet'i bir ilke olarak mı kabul edeceğiz? Ben sizin hangi kavramınıza güveneceğim de tartışacağım!? Kavram kargaşasına son vermenin yolu: Argümanlarını sunmuş olan kişinin sorusuna yanıt vermek; Hatalı bir tespitte bulunuşmuş ise hatayı kabul edecek kadar erdemli davranmak; Karşınızdaki insanı kavramadan "Kurnaz" olarak nitelendirmemek; Doğru argümanları ve kavramları kullanmaktır... Sorunuza kendi açımdan yanıt vereyim o kadar hevesliyseniz; Evet, Türkiye Devleti şeklen bir Cumhuriyet Rejimi sürmektedir... Fakat dediğim gibi, sizin bundan ne anladığınızdan oldukça şüpheliyim... Cumhuriyet denildiğinde tek kişi egemenliğindeki bir devlette de Cumhuriyet'ten söz edebilirsiniz: İngiltere; İspanya... Görünüşte Kırallık olmasına karşın, toplum Cumhuriyet'e göre bilinçlenmiş ve örgütlenmiştir. Ya da illa ki rejimi Cumhuriyet olan bir devlette, tüm halkın etkin katılımını da bekleyemezsiniz; Sözü geçen kesim Burjuvazi de olabilir örneğin... Amerika'da sermaya konuşur! Türkiye'de de pek farklı değildir bu açıdan... Saddam'ın Irak'ı da bir Cumhuriyet idi... Cumhuriyet adıyla Totaliter bir rejimdi... Yani sonuçta şekil yönünden "Cumhuriyet", Rejim olarak edinilmiş durumdadır. Türkiye'ye baktığımızda; Halkın çoğunun daha cumhuriyet'in anlamını bilmediği bir ortamda, Cumhuriyetin uygulanabilirliğini de bekleyemezsiniz elbette. Aynen demokrasi gibi... Demokrasiyi amaç edinmişsinizdir; Fakat feodalizmin sürdüğü hiçbir toplumda, Eğitim seviyesinin düşük olduğu hiçbir toplumda uygulamanızın imkanı yoktur... Türkiye buna da örnektir bir açıdan... Bakın, önceki iletimde şunu söyledim: "Sonuçta bu tartışmalarda her zaman doğru soruları soran ve doğru kavramları doğru yerde kullanan kazanır..." Sizin sorduğunuz soru da doğru bir soru değil. Ki argümanlarınızı düzeltmek bana düştüğü gibi; Bunu da düzeltmek bana düşüyor ne yazık ki... Sorunuz "Türkiye'nin rejimi Cumhuriyet midir?" olmak yerine, Şu iki biçimde sorulursa daha net yanıtlar alabilirsiniz... 1- Türkiye'nin rejimi, şeklen Cumhuriyet midir? 2- Türkiye'nin rejimi, pratikte Cumhuriyet midir? Buna yanıt oldukça kısa olacaktır: 1- Şeklen Cumhuriyettir... 2- Pratikte net bir uygulama alanı bulunamamıştır... Umarım bu sefer tartışmaya katılırsınız da, tartışabiliriz... Sayın Fuzuli; Öyle uzun uzun düşünmenize gerek yok ki! Ee yanıtı zaten biliyormuşsunuz ki...
  7. İsterseniz yazımın tümüne; noktasına virgülüne birşeyler yazabilirsiniz... Fakat yazmanızı değil, anlamış olmanızı önemsiyorum... Söylemek istediğiniz şeyin yanlış olduğunu söylemiyorum; Söylemek istediğiniz şeyi, yanlış kavramlarla dile getirdiğinizi söylüyorum... Birisi çıkıp, benim böyle ciddi bir hatamı bana gösterse; Ben o kişiye teşekkür eder ve söylemek istediğim şeyi, doğru kavramlarla ifade ederek, savunmaya devam ederdim... Fakat siz hala düşündüğünüz şey, hala yanlış kavramlarla ifade etmeye inat ediyorsunuz; Hem de sanki sizi alt etmek gibi bir kaygım varmış da, buna tepki veriyormuşsunuz edasıyla... Böyle tartışmayalım; olur mu? Doğru kavramları kullanalım ki; Nerede ne demek istediğimizi net bir biçimde anlayabilelim... Tepki vermenize gerek yok böyle... Sonuçta bu tartışmalarda her zaman doğru soruları soran ve doğru kavramları doğru yerde kullanan kazanır... Gerçi benim de o yüzden hiç kaygım yok Bana, bu alıntıladığım iletinizde kullandığınız ve rejim ile ilgili olarak sorduğunuz kavramların doğrusunu bir açıklar mısınız acaba? Nedirler, ne değildirler? Ondan sonra bakalım aslında ne demek istiyormuşsunuz... Zira önceki iletimde alıntılayıp doğrusunu yazdığım iletiniz tamamen kavram kargaşası içindeydi Ve ne yazık ki kavramları bilmeyen birisi okuduğunda, ciddiye alıp, gerçekten de Rejim ile İlkeyi birbirine karıştırabilirdi. Mazallah kalıcı hasarlara neden olabilir bu nöronlarda, sinapslarda falan; Dikkat etmek lazım...
  8. Rejimin adı bellidir: Cumhuriyet... Sanırım siz, rejimin "İdeolojisinin Olmaması" ile "Rejimin Adı Olmaması"nı fena halde karıştırdınız. Saydığınız "Laik, Demokratik, Hukuk Sistemi" de "Rejimin İlkeleri" denilen şeylerdir. Her zaman söylerim; Kavramları bilmek kesinlikle şart arkadaşlar... Bilmezseniz, tartışma da olmaz; Uzlaşma da olmaz... Sizin kastettiğiniz şey, rejim ne olduğunun belli olmaması durumu değildir. Rejimin İdeolojisinin ne olduğunun belli olmamasıdır. Ki bu doğrudur; Türkiye Devleti, rejim olarak bir Cumhuriyet'tir. Fakat bu rejimin bir ideolojisi yoktur. Bir ideolojisinin olmamasından dolayı zaten bir "Devlet Geleneği" de yoktur. Bir "Devlet İdeolojisi ve Geleneği" olmadığı için zaten ne soykırım yapabilir ya da yapabilmiştir; Ne Asimilasyon politikası gütmüştür ya da güdebilmiştir; Ne tutarlı bir ekonomik duruş sergileyebilmiştir; Ne tutarlı bir siyasi duruş sergileyebilmiştir; Ne de tutarlı bir Ulusal Duruş sergileyebilmiştir. İdeolojisi olan ve o yönde ilerleyen devletler çok daha tutarlıdır; Çünkü bir nedenleri ve bir amaçları vardır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, 1940lardan beridir "Günübirlik Politikalar" ile yönetilmiştir. Bunun acısını da bugün görmekteyiz zaten. Türkiye Cumhuriyeti'nin "Bir İdeolojisinin Olmaması" konusunun çok çok kısa özeti budur. Fakat saydığınız: "Laik, Demokratik, Hukuk Sistemi" birer ilkedirler. Bunlar, dünyanın hiçbir yerinde "Rejim" olarak nitelenmezler. Anayasayı açın bakın, ilk madde "Rejim"i tanımlar: "Madde 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir." İkinci Madde ise devletin ilkelerini tanımlar: "Madde 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir." Fakat bakın burada bir "İdeoloji"den söz etmez. Kaldı ki "Demokrasi"nin yerleşmesini umut ediyorsanız, bir "İdeoloji"nin de Anayasal ya da Rejim açısından tanımlanmamasını tercih etmek en akıllıcasıdır. Çünkü, İdeolojiler en temelde "Kendisi gibi olmayanları eler". Atatürkçülük ise bir "İdeoloji" değildir. Ha ama siz onu bir ideoloji olarak işleyebilirsiniz elbette ama aslen "İlkeler Bütünü"dür Atatürkçülük. Atatürk de bir "İdeolog" değildir zaten. O yüzden "Atatürk Milliyetçiliğine bağlı" tanımını bir "İdeolojik bir yaklaşım" olarak algılamak yersizdir. İdeolojik olarak ele alınsaydı, tüm ilkelere aynı yaklaşımı sergilerdi. Şu halde; Sizin, konuyu yanlış ele aldığınız ve yanlış yaklaştığınız gibi bir gerçek ortaya çıkıyor. Öyleyse sizin şikayetiniz, eğer doğru ifade etmek gerekirse, Türkiye'nin rejim olarak bir ideoloji benimsememiş olmasından şikayet etmek olsa gerek! Ki bir rejimin bir ideolojiyi edinmiş olması da büyük sakıncalara neden olmaktadır aslen. Bir kere o ideoloji en sonunda bir doktrin haline gelebilmektedir her rejimde. En güzeli bir ideolojinin resmi olarak kabul edilmemesidir. Burada da ilkeler devreye girer; Ki onlar da Laiklik, Demokrasi ve Sosyal Hukuk Devleti olmak ilkeleridir. Devlet ve tüm örgütlenmeleri, Kamu Yararını gözetmek şartı ile bu ilkeler çerçevesinde evrensel kabulleri benimsedikçe Çağdaşlaşmaktan kendisini alamayacaktır... Ki her modern devletin de eğildiği süreç bu olmalıdır. Anayasanın ya da Türkiye Devletinin; Rejim ya da benimsediği ilkeler bakımından hiçbir sorunu yoktur. Sorunu, 1982 Darbe Anayasası'nın getirdiği ve bu ilkeler ile pek de uyum içerisinde olmayan maddeler dolayısı iledir; Ki o maddeler de bu ilkeleri ve rejimi yanlışlayamaz... Çünkü önceden bu rejimi ve ilkeleri var eden maddeler konumunda değillerdir... Şimdi de "Model" lafı çıkıyor karşımıza... I-ıh... Bu da değil sizin söylemek istediğiniz... Sizin asıl söylemek istediğiniz; "Ortak Değerin Yaratılamamış Olması" Ya da "Toplumun, ortak bir ülkü etrafında birleştirilememiş olması"dır. Ki bu da Siyasi Modelin ne olup olmadığı ile öyle çok alakalı değildir. Başa gelen iktidarların, arka bahçelerinden vaz geçip, tüm topluma hitap edebilmeleri erdemi ile ilgilidir bu. Demokrasi ayağına halkı bölmek yerine; Bütünleştirebilmek ile alakalıdır bu... Yani doğrudan "Demokrasi" ile "Ortak Değerler" algılarının uyumlu hale getirilebilmesi ile ilgilidir. Bunu en iyi bir biçimde, bütünüyle olmasada Amerika yapmaktadır... Her neyse; Yine Nasreddin Hoca'nın fıkrasına dönüyoruz ne yazık ki... Öyle yanlışlar çıkıyor ki, onları silmeye, bırakın çakıyı, kılıç bile yetmiyor... Dolayısı ile tartıştığımız kavramların anlamlarını çok iyi bilmemiz gerekiyor Sayın arkadaşım... Yoksa ne dediğimizi bilmemiz bir yana; Söylediğimiz şeylerin, düşündüğümüz şeyleri ifade ettiğine dair büyük bir yanılgıya düşeriz. Tamam, klavyemizden bir sürü cümle çıkar gider ama; Onlar aslında söylemek istediğimiz ve gerçeklerle örtüşen şeyler değildir... Buna dikkat etmek lazım...
  9. Fuzuli, söylemelerine gerek yoktur... Şeriatla yönetilen bir ülkede, yasaları Hıristiyanlığa göre düzenlemezler; İslamiyete göre düzenlerler... Ordu da İslamiyet çerçevesinde kurulmuş olan devletin varlığını korumakla yükümlüdür... Yasaları da yine İslamiyet çerçevesinde tespit edilmiştir... Komünist bir ülkede, eğitim, Üretime yöneliktir ve ahlaki değerleri de metanın eşit paylaşımı anlayışına dayalıdır. Zengin olanın, parasıyla işçi çalıştırmasını ahlaki değer olarak öğretemezsiniz... Kapitalist ülkelerde de eğitimi, her üretim aracının halka mal olması gerektiği biçiminde bilgi verir şekilde yapılandıramazsınız. Ahlaki değer olarak da güçlünün güçsüzü yutmasını salık verirsiniz bilinç altına. Askeri örgütlenmeleri ve yasaları da bu sistemleri korumak üzere oluşturulur. Faşist bir ülkede, Faşist eğitim verirsiniz ve onun ahlaki kurallarını dikte edersiniz. Orduyu da yarrgıyı da o biçimde yapılandırırsınız. Irkçı bir ülkede de eğitim, hukuk, güvenlik ve yargı yine ırkçılık ile paraleldir. Dolayısı ile "Hangi ülkede bilmem ne ülkenin şeysini savunuyor" demek, Daha içinde bulunduğunuz sistemi bile algılayamamak demektir. Hele hele "Resmi İdeoloji" "Resmi Tarih" propagandaları ile sayfalarca yazı yazıp, Sonra da "Hangi ülkede üniversiteler o ülkenin rejimini savunuyor" demek çok ilgi çekici geldi bana! Her ülkede, uzun namlulular ve zırhlılar kimin elindeyse; İktidar da onun elindedir siz hiç merak etmeyin. Bugün Türkiye'de bunlar da askeriyenin değil; Amerikanın güdümünde olduğu için askeriye bu haldedir; Ondan da şüpheniz olmasın... Öyle bir konuşuyorsunuz ki; Her ülkede demokrasi varmış da, Bir tek Türkiye'de yokmuş gibi... Bakın ben bu sözünü ettiğim sistemin doğru olduğunu söylemiyorum. Yani olması gereken bu değil. Ve hiçbir siyasal sistem, özgürlüğü savunuyorsa eğer, silahlı bir örgütün korumasında bulunmamalı. Fakat ne yazık ki gerçeklik böyle değil işte. Gerçekte işler böyle yürümüyor. Siz burada, yukarıdaki gibi söylemlerde bulunursunuz; iyi hoş... Ama çıkıp da bir tane bile söylediğiniz gibi bir devlet gösteremezsiniz... Amerika'da ordu, tamamen Amerika'nın çıkarlarını korur: her ülkede öyledir ve sistemlerini korurlar. Eğitim sistemi kapitalizmi dikte eder ve Amerika her savaşta haklıdır! Yabancı okullarda okuyan Türklerin, her halükarda o okullarda okuyan yabancılar gibi Türkiye karşıtı söylemlere sahip olmalarının nedeni de budur. Türkiye'de de üniversiteler bile Türkiye'nin algılayışı çerçevesinde oluşturulur. Nihayetinde "Yök" denilen bir kurum var. Her ülkede de her üniversite çok da farklı değildir. Fakat öğretimden ziyade, bilimsel araştırmalar tarafsız ve bilimsel yapılabilir... Ancak o üniversitelerin örgütlenmeleri, o rejimi tehlikeye atmak için değil; Benimsetmek içindir. Zaten aksi olsa komik olurdu...
  10. Dominik; Tartışmada geldiğin nokta, sadece laf-ü güzaf denilen olay... Şimdi sizin tartıştığınız şey; Nevruz'un Türk Bayramı olup olmaması mı? Devletin yasaklayıp yasaklamadığı mı? Neden yasaklayıp yasaklamadığı mı? Neden tekrar kutlayıp kutlamadığı mı? Ne? Nedir yani? Bak kafaları karıştırmaya hiç gerek yok... Diyorsun ki: "Nevruz Türklerin Bayramı değildir!" Önüne bir sürü kanıt koyduk çürütemediğin ve Türklerin de eskiden beridir kutladıkları bir bayram olduğunu kanıtladık... Diyorsun ki: "Türkiye'de bu bayram hiç Resmi olarak kutlanmamıştır!" Önüne kanıt koyuyoruz; kaynakları ile birlikte. Kanıtlıyoruz. Diyorsun ki: "Türkiye'deki Türklerin bayramı değildir!" Ona zaten şaşırıp kalıyoruz zaten ama yine de hala kutlandığına dair kanıtları sunuyoruz! Yok efendim, sizin ikna olmak gibi bir şeyiniz yok! Bu sefer tutturuyorsunuz: "Aman efendim neden yasaklamış!" Ya hu söyler misin, Nevruz ne zaman yasaklanmış? 1980den daha öncesinde bulamazsın yasaklanmasını! Sana 1926da Resmi olarak kutlandığını ve sonrasında kutlamaya temkinli yaklaşıldığını; Bunun nedeninin de Nevruz'un, İttihat ve Terakki ile nerdeyse özdeşleşecek olması olduğunu söylüyoruz... Sen 1980deki yasaklama ile 1926dan sonraki çekinceyi birbirine karıştırıp, Sanki 1926da yasaklanmış gibi polemik yaratıyorsun... Hayrı yani söyleyecek birşeyinizin olmadığı; Bizim zaten yanıtlarını verdiğimiz soruları "bizleştirip" "Sormalıyız/etmeliyiz" deyip, güya sağduyuyu kullanarak, size katılmamız gibi bir beklentiye girmenizden belli oluyor. "Ya tamam, yanlış biliyormuşum meğer" deseniz de olurdu yani... Ya hu sizin içinde bulunduğunuz durumda pek farklı değil yani; Hiç kusura bakmayın... Devlet bu; ne yapmasını bekliyorsun? Adamlar yanlış politika güdüyorlar; eleştiriyoruz haklı olarak... Ama doğru politikaya yöneldiğinde de eleştiriyorsunuz kardeşim! O zaman da suç işlemiş gibi davranıyorsun; Nedir istediğiniz? Adamlar Kürtçeyi yasakladı; tamam... Yasak kalksın denildi; kalktı... Belki yanlıştı ama şimdi Kürtçenin serbest bırakılması, o yanlıştan dönmek ve devletin o hatayı kabullenmesi demek değil mi? Ee ama sen o zaman da devleti "Ha bak doğru yola geldi" demek yerine, yargılıyorsun ya hu! Adamların yanlıştan dönmesini talep ediyorsun; Senin istediğini yapınca da "gülünç" diyorsun! Ee insaf yani... Yanlıştan dönmese mi iyi olacaktı; nedir derdiniz? Devlet Nevruz'u yasaklamış... Ee halt etmiş; tamam; hatadır; bunu bizde diyoruz... İyi de kardeşim bu devlet 1995te Resmi olarak kutlamaya başlamış... Aynen daha önce de kutlamış olduğu gibi... Çıkmış; yine yarglıyorsun! Ya hu insaf! Ne yaparsa yapsın sana yaranamıyor ki! Yasağı devam mı ettireydi be kardeşim? Hayret birşey ya hu! Yasaklasa da suç: Hatasını anlayıp, yasağı kaldırsa da suç! Yani daha ne diyim! Çıkıp Madımak'ın müze yapılmasını istiyoruz bugün... O olayın arkasında devletten birileri varsa; Devletin özür dilemesini istiyoruz... Yarın Müze yapılırsa, ve devlet özür dilerse; Sen bu sefer yine çıkıp: "Aha bak ne yaptılar; oyun bunlar oyun!" diyeceksin! Sen yine çıkıp "Gülünç" diye eleştireceksin! Ne yapsın; hatasını kabul etmesin mi? Özür mi dilemesin! Ya hu hiç mi iyi birşey yapmaz devlet sizin gözünüzde! Ya tamam devleti yargılarız, eleştiririz ama biraz da insaflı olur, hakkını veririz değil mi? Ya hu dilinizde başka argümanınız da yok ki! Başka tutunacak dalınız da yok! Her tartışmada: Devlet onu yasaklamıştı! Devlet şunu yasaklamıştı! Devlet bunu yasaklamıştı! Artık ne Kürtçe yasak, ne Nevruz'u kutlamak ve ne de insanların kendi kültürlerini geliştirmesi... Ee iyi de daha neyin kavgasını veriyorsunuz! Yasaktı, anladık! Ama geçti kardeşim, hayret birşey yaa... Dönüldü o hatadan; Do you understand me!? Bak 2010dayız: Kürtçe artık yasak değil biliyor musun? Yani artık bu eskimiş, köhnemiş argümanlara sığınmaktan vazgeçin abim ablam yaaa... Şu yasaktı, bu yasaktı... Yasaktı... Ama artık değil! Daha neyi tartışıyorsunuz siz! Ya hu eminim, hiçbir Amerikalı Zenci çıkıp da: "Ya hu siz 1970lere kadar bizi ikinci sınıf insan olarak gördünüz" diye ajitasyon yapmıyorlardır... Geçti çünkü abi; adamlar sığ değil ki geçmişin argümanlarına sığınsınlar... Ya hu yoğurdun fiyatını tartışıyoruz; Ablam bana çıkıp: "Ama Kürtçe yasaktı" diyor! Güler misin, ağlar mısın! Pes... Ne Kürtçeymiş be kardeşim; Şu yasak ne yasakmış böyle! Kendi kalktı, belası kaldı yaa! Ya hu geçti; bugüne bakın artık... Öyle havadan konuşmak yok arkadaşım! Nevruz'un Kafkas ve Orta Doğu ve Asya Halklarının tümünde ortak bir değer olduğu; Çerkezlerden tut, araplara, farslara kadar, Türklerin de kesinlikle içinde bulunduğu kitleler arasında bir bayram olarak kutlandığına dair sana buraya istediğin kadar makale getirebilirim... Sizin, sırf bizim aleyhimizde durmak adına Kürtlerin bayramı olarak ilan etmeniz; O bayramı Kürt Bayramı yapmıyor ne yazık ki... Ayrıca kabak tadı vermeye başladı bu inat... Burada biz gerçeklikleri konuşuyoruz; Öyle uydurduğumuz şeyleri değil... Eğer sen bu bayramın sadece Kürtlere ait olduğunu iddia edeceksen; Diğer toplulukların 21 Mart'ta Nevruz adı ile yüzlerce yıldır neyi kutladıklarının açıklamasını çıkıp yapacaksın! Devletin yasakladığı herşey, illa devlet yasakladı diye Kürtlere mi ait olacak? Zamanında duvarlara yazı yazmak da yasaktı: Şimdi duvara yazı yazmak, Kürtlere has bir kültür mü? Mantığa bak yaa!
  11. Ben çok severim bu "Osmanlı Çok Uluslu Devletti" lafını! Bu kadar temelsiz ve mesnedsiz başka bir tümce daha yoktur sanırım... Ha bir de "Türk-Kürt Kardeştir" lafı vardı böyle; O da komikti... Bir devlete "Çok Uluslu" diyebilmeniz için, O devletin, "Ulus Olabilmiş Toplumlardan" oluşmuş olması gerekir... Yani "Ulus Kimliği Kazanmış Topluluklar" bir arada, aynı devlet çatısı altında yaşıyabiliyor iseler; O devlete "Çok Uluslu" denilebilir. Osmanlı ile tarihinin hiç bir döneminde "Çok Uluslu" OLAMAMIŞTIR... Olabilseydi; Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık, Türkçülük gibi akımlar ortaya çıkmazdı! Şöyle düşünün; Çok bilindik bir söz vardır: "Ben yaşarken; Ölüm yoktur: Ben ölümdüğümde, yaşam yoktur." Yani Osmanlı ayaktayken, bünyesindeki toplumlar henüz "Ulus Bilincinde" ve "Ulusal Yapıda" değillerdi. Zaten bu bilince ulaştıkları anda Osmanlı'dan koptular ve Osmanlı yıkıldı. Dolayısı ile Osmanlı; Çok Uluslu günleri göremeden gözlerini dünyaya kapadı... Örneğin Yunanlılar, Ulus Bilincine ulaşmadan önce de Osmanlı bünyesindeydiler... Fakat o zaman henüz bir Ulus özelliği göstermedikleri için o bünyede idiler... Ulus bilincine Mora İsyanı sürecinde kavuştular... Bulgarlar da öyle... Araplar da öyle... Bilmem kimler de öyle... Adamla daha Ulus Bilincinde değillerken Osmanlı idiler... Ulus Bilincine kavuştuklarında da artık Osmanlı bünyesinde değillerdi... Yani Osmanlı Devleti; 600 yıllık varlığının hiçbir döneminde, Ulus olabilmiş iki unsuru bile bünyesinde barındıramamıştır... Bugün kavramların "k"sını bilmeyen herkes, "İmparatorluk" kavramı için "Çok Uluslu" derler... Ya hu açın bakın tarihe: Uluslar ortaya çıktığı için yıkılmıştırlar zaten imparatorluklar! Var mıdır bir tane çok uluslu olduğu halde yaşayabilen İmparatorluk! Ya hu azıcık okuyun, lütfen yaa... Sayın Dominik, Diğer söylediklerinizi ciddiye almıyorum, kusura bakmayın... "Neden açıklamıyoruz" demeden önce yazdıklarımızı bir okuyun ve azıcık saygı duyup, anlama çabasına girin lütfen olur mu? Sizinle bilgi paylaşmaya çalışıyoruz; Size de "Bilgi aktarın" diyoruz... Sürekli ithamlarla tartışma olmaz... Karşınıza bir sürü kaynakçalı bilgi getiriyoruz; Hala aynı şeyleri söylüyorsunuz, Hem de kanıtlamadan... Ee insaf yani... Ya hu tek bir cümle söylüyorsunuz: "Osmanlı çok uluslu devlettir" diyorsunuz.. Sadece bu yanlış ifadenin doğrusunu anlatabilmem için, sayfalarca yazı yazmam gerekiyor... Nasreddin Hoca'yı birgün büyük bir kılıçla görmüşler. Ne yaptığını sormuşlar ve oda, kütüphanede kitaplarda gördüğü yanlışları düzelttiğini söylemiş. Bu işi küçük bir çakının da görebileceğini söyleyince de hoca şöyle yanıt vermiş: "Öyle büyük yanlışlar oluyor ki; bu kılıç bile küçük kalıyor..." Düşünün yani halimi...
  12. Mondieu; Bakın, Atatürk'ün Nevruz'u Resmi Bayram olarak kutladığı o tarih çok önemli... 1926 yılı çok önemli bir tarih... Çünkü o tarih, artık Mustafa Kemal'in İttihat ve Terakki'cilerle doğrudan karşı karşıya geldiği ve artık kozların paylaşıldığı tarihtir. Bir sene öncesinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası; Şeyh Sait İsyanı olgusu yaşanmıştır... Bunlar belki olumsuzdular ama eğer Mustafa Kemal bu süreci aşamasa idi, İttihat ve Terakki güç kazanıyordu. Yani bu süreç, en çok Mustafa Kemal'in gücünü arttırmıştı. Ertesi sene olan İzmir Suikasti de artık İttihat ve Terakki'nin iyice temizlenmesi sürecidir. Ve tabii ki onların ilkelerinin, uygulamalarının ve dahasının... Bir hesaplaşmadır yani... İzmir Suikasti, Haziran ayında oluyor... Nevruz ise Mart ayında... Nevruz, makalede de söylediği ve arkadaşın anlamak istemediği gibi; İttihat ve Terakki'nin "Türk Bayramıdır" denilerek İttihat ve Terakki tarafından da resmi olarak kabul edilmişti. Elbette bugün nasıl ki Kürtçü kesim aynı bayramı provake ediyorlar! Yani Atatürk, İzmir Suikasti'nden sonra artık İttihat ve Terakki'nin Osmanlı Hükümeti olması döneminde kutladıkları bayrama Büyük olasılıkla siyasi ve ideolojik olarak o kadar da sıcak bakmamaya başlıyor. Belki de İttihat ve Terakkiciler aynı biçimde provake ediyorlardı; bilemem... Fakat bakın işin içinde Kürtlerin değil adı, alakası bile yok! Kürtlerin bayramı olup olmamasını ciddiye alan bile yok! Ha dediğim gibi; Atatürk kutsal birisi değil ve her yaptığı eylem elbette ki sorgulanır. Bu konu da, benim anlattığım hali ile bile eksik kalıyor. Ki bende bilinen parçaları oturttuğumda ancak böyle bir kanıya varabiliyorum; Bunun dışında da Atatürk'ün artık neden o kadar sıcak bakmadığı ile ilgili kendisine ait bir söylemine rastlamadım. Fakat 1930lara gelinceye kadar ve hatta 1930larda, gazetelerde Nevruz'u kutlayan devlet adamları hep olmuştur Ve Orta Doğulu ve Kafkaslı devletlerin ya da toplulukların Nevruzları hep kutlanmıştır. Daha sonrasında da olabilir ki, Nevruz'un Türk Bayramı olması dolayısı ile Irkçılığa vurgu yapması bahane edilerek kutlanmamıştır... Bir ihtimal... İyiden iyiye araştırılması lazım fakat işin omurgası anlattığım gibidir... Çıkıp da iki tane tutarlı bilgiye sahip olmadan: "Türkiye'de hiç kutlanmadı" demek, hakikaten de pek etik değil... Ki bu da bir vicdan meselesidir...
  13. Sayın Dominik; O kadar ileti yazdım fakat şu söylediklerinizi, Onca söylediklerime rağmen vicdanınıza ve insafınıza veriyorum... "Nevruz" ile ilgili olarak şu makaleyi okursanız Ve Türkiye'de Nevruz kutlamaları ile ilgili, KAYNAKÇA GÖSTEREREK aktarılarak gösterilen bilgilere dikkat ederseniz; Kimin hangi araştırmayı yapmaya gerçekten ihtiyacı olduğunu göreceksinizdir: Makalenin tümünü eğer şu linkten okursanız; Bu konuda sorduğunuz hemen bütün sorulara bilimsel çerçevede yanıt alacaksınızdır... Tabii ki şu araştırmak gerektiği ile ilgili söyleminizde dürüst iseniz... -http://e-dergi.atauni.edu.tr/index.php/SBED/article/viewFile/224/219- İster sindirin; İster sindirmeyin... Türkiye'de Nevruz, Resmi Bayram olarak da kutlanmıştır... Her zaman söylediğim gibi 1930lara kadar da kutlanmıştır... Dönemin gazetelerinde ve konu ile ilgili bir çok kitapta bu bilgilere rastlayabilirsiniz... Bu gerçek bilgilere rağmen hala "Türkiye'de hiç kutlanmamıştır" diyebiliyorsanız; Ee ben daha da artık size hiçbir şey diyemiyorum... İnsaf, yani hakikaten insaf...
  14. Ya mükemmel yaaa... Sayın Dominik, bu yorumlarınız gerçekten bana hep yeni yeni şeyler katıyor gerçekten... Pardon ama Politika ne demiş bir bakalım: Şimdi bir bakalım: Sovyet Rusya, Komünizm ideali ile kuruldu... Peki Hukuk, eğitim, askeri yapısı ve yargısı neye göre idi? Kapitalizme göre mi; Şeriata göre mi; Irkçılığa göre mi? Elbette ki Kominizme göre idi... Fransa Burjuva Devrimi ile kurulmuş ve Feodalizm'i yıkmıştır... Peki Hukuk, eğitim, askeri yapısı ve yargısı neye göre şekillendi bu sefer? Feodalizm'e göre mi; Skolastisizm'e göre mi? Elbette ki "Ulus-Devlet" anlayışına göre... Osmanlı Devleti, Fatih'ten itibaren, Bizans'ın kurumlarını miras alarak; Selçuklu'dan miras aldığı Türk-İslam kurumlarını harmanladı ve sürdürdü. Bir İmparatorluk oldu... Peki Hukuk, eğitim, askeri yapısı ve yargısı neye göre şekillendi? Ulus-Devlet'e; Teokrasi'ye ya da Klan/Aşiret Hukukuna göre mi? Hahha ha; tabii ki hayır... İmparatorluklar neye göre şekillenirse; ona göre... Muhammet Peygamber, Araplara bir devlet olarak İslamşyet çerçevesinde bir yapılanma oluşturdu... Hukuku, eğitimi, askeri yapısı neye göre şekillendi? Hıristiyanlığa göre mi; Yahudiliğe göre mi; Budizme göre mi? Elbette ki İslamiyete göre... Demokratik bir devlet kurduğunuzda Eğitiminin, askeri yapılanmasının, örgütlenmesinin, hukukunun neye göre biçimlenmesini bekliyorsunuz; Faşizme göre mi; Kominizme göre mi; Teokrasiye göre mi? Elbette ki Demokrasiye göre... Yani canım arkadaşım; Hukuk, eğitim, asker veya bilmem ne gibi devleti oluşturan örgütlenmelerin O devletin kuruluş ilkelerinden başka bir ilkeye göre mi şekillenmesini bekliyordunuz siz? Olur Dominik; Yarın siz gidip o idealinizde Demokrasi! devletini kurduğunuzda, Demokratik olabilmek için Faşizmin ilkelerini savunan askeri örgüt, Kominizmi savunan eğitim anlayışı ve üniversiteler, Kapitalizmi savunan hukuki yapılanma kurarsınız... Valla eksik olmayın Sayın Dominik; Ben sizi çok seviyorum yaa... Demokrasilerde bile Hukukun, Askeriyenin, Eğitim ilkeleri vardır. Ve onlarda o demokrasiyi benimsemiş olan ülkenin bütünlüğünü tanımlayan ilkelerdir. Türkiye, Üniter Devlet iken gidip de Federal askeri örgütlenmeyi ya da o çerçevedeki eğitimi koşullayamazsınız; iğreti durur; olmaz yani... Amerika'da da gidip Üniter yapıları öven bir eğitim sistemi yapılandıramazsınız; gülerler. Ya da gidip Komünist bireyler yetiştirmeye yönelik eğitim veremezsiniz; toplarlar sizi... Çin'de Kapitalist bireyler yetiştiren eğitim felsefesi açın bakalım ne oluyor? O değil de; Hani o söylediğiniz biçimde, Eğitimini, hukukunu, askerini kendi kuruluş ilkelerine göre biçimlendirmemiş tek bir devlet var mı yeryüzünde; Ya da şimdiye kadar böyle bir devlet kurulmuş mu? Lütfen tek bir örnek verir misiniz? .
  15. Avatar 2 gelirse, çok mükemmel olur yalnız... Ama Terminator gibi 10 senede bir çekerlerse; Ya da Alien gibi... Olmaz yani; Ayıp olur... Bu arada: "Alien" hala efsanedir yaa... Hele bence kurgusu en iyi oturmuş filmlerden birisidir ama "Alien vs Predator"ü oturtamamışlar. Oturtabilselerdi eğer, konu ancak o kadar muhteşem olabilirdi... Aslına bakarsan "Alien" ile "Predator" filmleri, konu olarak birbirlerini tamamlayan filmler. Alienler, yaratık avlamayı gelenek haline getirmiş olan Predator'lerin yarattıkları, onların savaşçı kültürlerinin bir parçası. Zaten Predator'lerin maskları da, Alienlerin yumurtalarını bırakan o yüze yapışan yaratıklar için koruma niteliğinde bir mask. En baştan beri iki filmin konuları da iç içe... Filmlerin hepsini izleyince ve hele hele son "Alien vs Predator" filmlerini izleyince konuyu bütünleyebildik. Gerçi oyunlarında belliydi bir ölçüde ama neyse... Örneğin; ilk Predator filminde, Arnold'un oynadığı filmde, Predator dünyaya Alien avlamaya iniyor. Ama Alien'ları gönderdikleri Uzay Gemisi Dünya'ya iniş yapmamış: İlk Predator filminde kesinlikle buna vurgu yok... Gerçi ikinci filmde, Predator, Uzay Gemisine bindiğinde, Alien'lara ait kafatasları da vardı... Hiç sormamıştık o zaman "Ahanda bu ne ayak?" diye; meğer olayı buymuş... Ama ilk Alien filminde, başka gezegende buldukları uzay gemisi ve Alien'ler, işte o Alien'ler... Ondan sonra Predator ve Alien filmleri sanki birbirlerinden bağımsızmış gibi iki ayrı süreci işlediler. Yani İlk filmleri, ilk kopuşlarıydı... Son filmlerde, onca çekilmiş Alien ve Predator filmlerini bütünleyecekti... Ama hem oyunculuk zayıftı; hem konuyu yeterince güçlü işlememişlerdi... Belki de Alien filmlerini "Sigourney"siz izleyemediğimiz ve ilk defa Uzay havasından kopuk olduğu için haz almadık... Ama kim ne derse desin; Bence konu ve filmlerin bağlantısı bakımından çok zekiceydi ama kotarılamamış ne yazık ki... Çok daha eşsiz olabilirdi... Yine de benim için Alien ve Predator filmleri hala süperdir... Termiantor'e gelince: Onun da devamını çekecekler, belli... Yani 5incisi gelecek... Ama paçayı kurtarabilir mi bilmiyorum... Terminator hala efsanedir bana ve son bölümü o kadar hayal kırıklığına uğratmadı beni aslında... Yine de daha güçlü çekilebilirdi diyorum... Ama dediğin gibi vakitlice öldürüp, son versinler ki efsane olabilsinler... Diyelim ki "Ya hu hala bunlar gibi bir film yapılamadı!". Avatar gibi bir film ve hatta daha güzeli elbette yapılır; Ve bence Cameron, ikincisini çekecekse, ilkinden daha özgün bir konu bulmak için çaba harcayacaktır. Terminator'de nasıldı? Adam ikinci filmde koydu mu Sıvı Metal Terminatör T1000'i oraya? "Oha! bu ne be!?" dedirtti mi? O dur yani...
  16. Bence de bu tarz filmler yarıda kalıyor. Ama Tsu'tey ile Trudy ölmemeliydi yaa... Trudy'i niye öldürüyorsun Cameron'um sen? Ne alıp veremediğin var hatunla? Devamını çeksinler; Trudy'i de bi Avatar'a yerleştirmenin yolunu bulsunlar... Eywa herşeye kadir değil mi yaa!
  17. Hahha ha; çok komik olmuş yaf... Ama ne yalan söyleyeyim; sonundaki uyarıyı okumasam, gerçekten ciddi olabileceğini düşündüm ilk başta... Ben beklerim Sayın Başbakanımızdan böyle bir hareket doğrusu!
  18. Kürtler dünyada "Azınlık" olarak algılanabilir; Fakat bu öyle oldukları anlamına gelmiyor işte, onu diyorum bende... Örneğin Kürtçü kesim "Türkiye" adını bile tartışırlar ve hatta bu forumda bile bu adın "Irkçı" bir yaklaşımla Türkler tarafından verildiğini iddia eder. Ancak hiç birisi bilmez ki Türkmenler, Anadolu'ya "Rum İli" derlerken, Anadolu'ya 1000 yıldır "Türkiye" diyenler Bizans idi, Avrupalı devletler idi... Hatta Fatih bile kendisini "Rum İli'nin Hakimi" olarak adlandırırdı, Kayzer'in yerine... Roma'nın devamı gibi... "Türkiye"; "Türklerin Yaşadıkları Yer" anlamına gelir; Fakat o dönemde bu adı kullananlar, Anadolu'da sadece Türkmenlerin yaşamadıklarını da bilirler. O yüzden bu adlandırma daha çok "Türklerin Hakimiyetindeki Yer" anlamına gelmektedir. Yüzyıllar içerisinde de bu ad; Irksal ifadesinden sıyrılıp, Anadolu'da belirli bir siyasi örgütlenme içerisindeki tüm toplulukları kapsar hale gelebilmiştir. Diğerleri gelememiştir. O yüzden "Türklük" ifadesi "Kürtleri" de kapsamaktadır; Ve hiç kimse kendi ülkesinde Azınlık konumunda değildir; olamaz. Ayrıca Kürtlerin, sözünü ettiğim dönemde gerçekleştirdikleri hareketler "Devrim" niteliğinde değildirler ve olamazlar. Fakat tam anlamı ile "Karşı Devrim" niteliğinde ayaklanmalardır; buna katılırım... Bugün Kürtçü ve Şeriatçı kesim tarafından gerçekleştirilen harekatta bir "Karşı Devrim Harekatı"dır.
  19. Kürtler hukuki olarak Azınlık konumunda değillerdir. Azınlık tanımı aynı zamanda "Ayrıcalık" tanımını da getirir ki; Demokrasilerde hiçbir kişi, zümre, cemaat ya da etnik unsura ayrıcalıklar ve kayırımlar verilemez diye biliyorum ben... Bir kesim bir isyan çıkarıyor ve o isyan çıkaran kesime sorun atfediyoruz diye Doğru bir adlandırma yapıyor olmayız. İsyan edenlerin taleplerine bakılır; Adına haklar talep ettikleri kesimin toplumsal yaşamına ve kabullerine bakılır; Taleplerin nasıl ve ne çerçevede edildiğine bakılır; Adına haklar talep ettikleri kesimin, toplumun diğer kesimleri ile olan bağlarına ve ilişkilerine bakılır; Sorun bundan sonra net bir adlandırmaya tabi tutulur... Örneğin 1940lara kadar Kürtlerin yaşadıkları bölgede çıkmış hiçbir ayaklanmayı "Kürtçü Ayaklanma" olarak niteleyemeyiz. Çünkü hiçbirisi "Kürtçülük" temelinde olgunlaşmış ve bu yönde talepleri gerçekleştirebilmiş ayaklanmalar değildir. Yani "Kürt Milliyetçiliği Çapında" olan ayaklanmalar değildir. Bir ayaklanmanın Ulusal çapta olabilmesi için öncelikle birleştirici olması gerekir; Taleplerinin Ulusal olma yönünde olması gerekir; Ulusallaşmayı sağlayabilecek bir disiplinin, iradenin, ilkenin ve öncü kadronun olması gerekir; En önemlisi destek olabilecek bir Burjuva ekonomisinin en azından temellerinin atılmış ve Feodalizmin ortadan kalkmış olması gerekir... Kürtlerin yaşadıkları bölgelerde çıkan isyanların hiçbirisinde bu özellikleri göremezsiniz... En önemli kanıtı da bu isyanların, hep yine Kürt Aşiretlerinin desteği ile bastırılmış olmasıdır... Onların devlete bu isyanları basıtmak yönünde destek vermelerindeki amaçları da, İsyan edenler ile aynıdır: İsyan edenler; daha fazla kayırılmak, vergi vermemek, asker yollamamak (işçi kaybı demektir) ve diğer aşiretlerden toprak almak istediklerinden... İsyanları bastıranlar da; İsyanlar, isyancıların lehine sonuçlanırsa, ellerinde avuçlarındaki toprakları kendileri gibi Kürt olan aşiretlere kaptıracaklarını bildiklerinden... Sırf kürtlerin yaşadıkları bölgede çıktı diye isyanları "Milliyetçi" bir kimliğe bürümek En azından büyük haksızlıktır. Türkiye'de Kürt sorunu yoktur... Türkiye'de bir Uyumsuzluk sorunu vardır... Dünyanın neresinde olursa olsun; Bir taraf egemenliği halka vermek istiyor, Diğer taraf ise Feodal/Aşiret Beylerinin elinde bırakmak istiyorsa Mutlaka kan dökülür... Amerika İç Savaşı'nda da bu olmuştur; Fransız Devrimi'nde de; Türk Devrimi'nde de... Ha ama şu var bir de: Diğerlerinde, halkın kendisi, kendilerini boyunduruklarına alanlara karşı mücadele etmişken; Kürtler ne yazık ki onları boyunduruk altına alan ağaları için canlarını vermekten çekinmemişlerdir. Dünyada belki de tek örnektir ama önemli bir örnektir. Kürtleri ile ilgili olgunun çözüme ulaşamamasının en temel nedenini çok net biçimde ortaya koymaktadır: Bu sorunu, Kürtlerin kendileri bile çözmekten fersah fersah uzaktırlar... Ve çözüm, kesinlikle onların keşfedebilecekleri bir noktada değildir artık... Çünkü artık o yapı, psikolojik ve kültürel olarak kemikleşmiş durumda... Baksanıza; çözüm arayışı yok kesinlikle... Ya hu 30 yıldır mücadele edilir tamam da; Hiç mi bir argümanda değişiklik olmaz? Siyasete sokuyorsun adamları; Aynı talepler... Sokmuyorsun, dağa çıkıyorlar; Aynı talepler... Talepleri talep ediş şekli değişiyor ama talepler değişmiyor bir türlü... Dünyanın neresine giderseniz gidin; Talepler gelişmiyor ve değişmiyor sadece talep ediş biçimi değişiyorsa; Orada bir gelişim yoktur; İlkellik ve anlayışsızlık vardır... Amerika'yı düşünün: Her zaman kapitalist... Ya silahla sömürmek ister, ya siyasetle, ya ekonomi ile... Yöntem değişir ama amaç değişmez... Çünkü talebi doğrudan doğa kanunudur: Güçlü olan, istediğini, nasıl olursa olsun almalıdır... İlkelce... Rusya örneğin: Sıcak denizlere inmek hep amacı olmuştur... Bu çerçevede ya Slavları kullanmıştır; Ya Ermenileri... Kah Türkiye'ye yardım etmiştir Kurtuluş Savaşında, Kah sonrasında dişlerini göstermiştir... Yöntemi değişmiş ama amacı değişmemiştir... Her ilkel ve koşullanmış kafa yapısı bundan ibarettir. Kürtçü zihniyetin de bu kapitalist ve emperyalist zihniyetten farkı yoktur. 30 yıldır taleplerinde bir gelişme yoksa ve hala aynı şeyleri başka başka yöntemlerle dikte ediyorlarsa Bu gelişme değil; Statükoculuktur... Statükoculuğun da en kesin ilacı; Statükoculuğu yok etmektir... Yani: Devrim'dir... Türkiye'de; İster askerli olsun, ister askersiz... İster aydınlı olsun, ister aydınsız... Kesinlikle egemenliği halka teslim edecek Ve bu ülkeyi Feodalizmden, Şeriatçılıktan, Dogmatizmden ve Statükoculuktan kurtaracak bir Devrim'e ihtiyaç vardır. Ecevit'in çok sevdiğim bir sözü vardır: "Bu düzen değişmelidir" İkinci Cumhuriyetçi değilim kesinlikle; İlkelerimiz bellidir bizim... Fakat bu düzeni bu hale getirenler değiştirilmelidir...
  20. DemirEfe; "Dünyalar Savaşı" bana hep daha yavaş, daha sakin gelmiştir diğer filmlerden ama açıkçası benim de en çok etkilendiğim filmlerden birisidir. Hatta masaüstümde her daim vardır; Arada o tripotların ilk defa yer yüzüne çıkıp da çıkarttıkları sesi dinlemek için açarım... Ya da Tom Cruise bodrum katındayken uzaylıların gelip onları arama sahnelerini izlerim... Filmin tümünü kaç kere izlediğimi anımsamıyorum bile zaten... Avatar ise bambaşkaydı. Yani verdiği tadı Dünyalar Savaşı ile ancak rollerin değişmesi bakımından karşılaştırıyorum. Orada Uzalılar bizi katlediyordu; Burada biz onları... Ama şu var; Bence önce Avatar çekilip "Bakın biz böyle böyleyiz" denilse Ve sonrasında "Dünyalar Savaşı" çekilseydi de "Size böyle yapsalar ne hissederdiniz" denilse Çok daha etkili olurdu valla Ama yaratılan bir dünyaya dalmaksa istediğin: Jurassic Park derim... Hem de 3 bölümü birden... Ha birde Geleceğe Dönüş var... Onları kaçar kere izlediğimi emin olun ki hiç mi hiç hatırlamıyorum... O derece yani..
  21. Hayır; kendi hayatımızdan öğreniyoruz çoğu şeyi... "Kürt Sorunu" denilen olgu; Kürtlerin, Mülkiyet ve Çağdaşlaşma Sorunlarından ibarettir. İçerisinde yaşadıkları Feodal kültürün onlara benimsettiği ilkel toplumsallaşma modelini aşamamalarından Ve bu yapının onlara benimsettiği kafa yapısından, algıdan kaynaklanmaktadır... Buna dair onlarca ve istisnasız örnekler verebilirim. Ve hatta bir o kadar örnek de verdim forumda. Küçük bir örnek daha vereyim: Bir akrabamız (bizim sülale çok ırkçı olduğu için olsa gerek) gidip Ağrı'lı bir Kürt Aşiretinin, böyle bildiğin, normal bir Kürt evladı ile evlendi. Yine çok ırkçı olduğumuz için olsa gerek anadan babadan Türkmen birisinin, anadan babadan Kürt olan birisi ile evlenmesine karşı çıkmadık. Hatta o kadar ırkçıyız ki, gidip düğünlerinde de oynadık. Ha ama onların da haklarını yemeyelim; Onlar da ırkçı oldukları için olsa gerek bir Kürt evlatlarının, bir Türkmen evladı ile evlenmesine karşı çıkmadılar Ve onlar da oynadılar şakır şakır... Halay çektik; gerçi ben pek bilmiyordum ama neyse... Ha ama gerçi Kürt sorununun temelinde, herhangi bir tarafın ırkçı olması yoktur kesinlikle ama sonuçta her iki aile de Irkçıydılar! Her neyse; Bunların bir çocukları oldu. Aradan iki sene geçti her "İlkel İnsan" gibi ikiside "Mahkeme Yolu İle Ayrılma" kararı aldılar. Mahkemeye başvurdular. Her "İlkel İnsan" gibi ikisi de gerekçelerini sundular. Ve Mahkeme de "Her İlkel Mahkeme" gibi kararını verdi ve boşadı. Burada tırnak içerisindeki ifadeleri kinaye olarak algılıyorsunuzdur umarım! Ama asıl sorun sonra başladı: Yani bir tarafın "Oldukça Modern Davranması" ile... Mahkeme, her "İlkel Mahkeme" gibi, daha 1,5-2 yaşındaki çocuğun velayetini, kendi geçimini sağlayabilmekte olan Annesine verdi. Yani benim kuzenime... Benim Kuzenim de her "İlkel Kuzen" gibi mahkemenin bu kararına saygı duydu. Bilin bakalım bu karara saygı duymayan Modern Taraf kimler oldu? Kuzenim, "Her İlkel Kuzen" gibi ama ne yazık ki yine yanılarak, karşısındaki "Modern Kitlenin" (Aşiret oluyor bu kitle), Mahkemenin bu "İlkel Kararına Saygı Duymalarını" bekledi... Ağrılı Aşiret, birgün, Ağrı'dan toplayabildikleri kadar Aşiret evladını toplayarak, "Son Derece Modern" bir biçimde Ve "Son Derece Modern" bir kafa yapısı ile küçücük çocuğu, o "İlkel Mahkemenin Kararını Hiçe Sayarak", Annesinden, son derece "Çağdaş İnsanlık Seviyesine Uygun" bir biçimde Ağrı'ya kaçırdılar. Kuzenimin babası "Tamam alın gidin çocuğu" demek zorunda bırakıldı... Neden bilin bakalım? Çünkü Aşiret, son derece "Modern" davranarak, "Modern bir kafa yapısı ile", çocuğun peşini bırakmazlarsa, sonucuna katlanmaları gerektiği ile tehdit ettiler... Varın muhakemenizi siz yapın... Ortada bir Mahkeme kararı var; Ve aleyhinde yargıya varılan insanlar "Biz Aşiretiz" bilinci ile Çağdaş Mahkemenin Çağdaş Kararlarını hiçe sayarak Annesinden koparılıyor... Daha bu çocuk Süt Bebesi... Ve bana kalkıp da, o çocuğu annesinden koparan kültürü, kafa yapısını, toplumsallaşma örneğini hoş görmemi bekleyemezsiniz... Size, son derece ırkçı olduğumuz için Kürtler ile olan son derece içli dışlı ilişkilerimizde maruz kaldığımız Ve temellerini bu kafa yapısından ve bu kültürden alan onlarca sorun aktarabilirim... Hatta birgün gelirsiniz, kendi gözlerinizle görürsünüz... Oldukça Bilimsel bir Sosyolojik araştırma ve deneyim olur sizin için... Ve "Türkiye'de Aşiretçilik bitiyor" diyenleri ben hala çok sempatik buluyorum. Çünkü onlar "Bitiyor" dedikçe, daha da kemikleştiğini gösteren kanıtları gün be gün görüyorum. Çünkü artık "Aşiret Kültürü" siyasallaşmış ve kimlikleşmiş durumdadır. Sistem olarak aşiretlere karşı çıkılıyor belki görünüşte Fakat o toplumsallaşmanın Kürtlere benimsettiği yaşam tarzı, dünya duruşu, kafa yapısı ve kültür Aşiret yapısına olan bağlılıktan kat be kat daha güçlü bir biçimde savunuluyor. Hem de Kürt olmayanlar bile bu yapıyı yaşatmak için kendi vicdanlarına bile yabancılaşıyorlar. Kim ne derse desin... Hayatımda, Kürtler ile bizzat ve doğrudan etkileşimlerde bulunarak elde ediyoruz bazı tespitleri. Ve hiç kusura bakmayın; Türkiye'deki sorun, doğrudan Kürtlerin sahip oldukları ve yaşatmak için canlarını ortaya koydukları kültürün, Çağdaşlığa uyum sağlayamamasından kaynaklanmaktadır. Bunun karşılığı da kendisini, devletin ard arda yaptığı hatalarda bulmaktadır. Önce çıkın, bu kültür nasıl modernize edilebilir; Bunun kuramlarını ortaya koyun... Ondan sonra bir yol alabilelim... Yoksa bilmem kaç yıl önce yaşadığınız travmalar ile belli bir kesime düşmanlık besleyerek, her bulduğunuz taşı fırlatmak çözüm olmuyor. O kültürü ortadan kaldıracaksın kardeşim... Bunun başka çözüm yolu yoktur... O mülkiyet sorununu devşireceksin... Başka yolu yok... İster dilin yasaklanmasını bahane edin; İster marşı, ister murşu... Bunların gerisi hep hikayedir... 30 yılda sürse hikayedir; 70.000 Kürt ölse de hikayedir; 30.000 Kürt Olmayan ölse de hikayedir; Milyonlarca faili meçhuller olsa da hikayedir...
  22. Çok güzel yaaa... Ard arda iki iletide ancak bu kadar çelişkiye düşülebilir... Hatta ikinci cümleye bayıldım... Hem "Tüm Ulusların Bayramıdır" diyorsunuz... Hem de "Türk Ulusunun Bayramı Değildir; Hem de Türkiye'deki Türk Ulusunun hiç değildir..." diyorsunuz... Biz de zaten pasifiklerdeki Türk ulusunun bayramıdır diye iddia ediyorduk! Sahi yaa!.. Bak sana diyorum ki; Türkiye Cumhuriyeti'nin tüm gazetelerinin arşivi bulunduran herhangi bir kütüphaneye gidin Ve 1930lu yılların tüm gazetelerinin Mart-21 tarihli tüm gazetelerine bir göz atın. Ondan sonra gelin konuşun; Türkiye'de Nevruz hiç kutlanmamıştır diye... Tarihçilikte "1nci el kaynak" "2nci el kaynak" gibi tanımlar vardır. Arşiv belgeleri gibi doğrudan kanıtlar içeren belgeler birinci el kaynaktır. Gazete gibi günlük belgeler de konusuna göre birinci ya da ikinci el kaynaktır. Nevruz konusu hakkında söylemim "1930larda, Nevruz bayramı, dönem gazetelerinde manşet olarak ve devletin yönlendirmesi ile kutlanmıştır" biçimindedir. Dolayısı ile burada gazeteler bizim için birinci dereceden önem kazanan belgelerdir. Yani iddiamı yanlışlamak için tek yapmanız gereken, kopyala/yapıştır yapıp, başkalarının provakatif söylemlerini alıntılamak değil; Dönem gazetelerini biraz olsun taramaktır. Söylemlerinizin hiçbirisi bilimsel ve gerçekçi bir özellik taşımamaktadır. Bununla birlikte son derecede de çelişkili şeyler söylüyorsunuz. Hatta ve hatta "Nevruz Kürtlerindir" demekten ama ortaya kanıt koyamamaktan başka da birşey yapmıyorsunuz. Ee şimdi biz size neden itibar edelim?
  23. Avatar'ın DVD'si çıktı... Daha doğrusu çıkacak ama görev icabı dün gece internete yayılan DVD'si indirildi ve yeniden izlenildi... Görsel efektlerin muhteşem olduğuna karar verildi... Serdar Ortaç'ın bir lafı vardır, müzisyen olarak: "Toplam 8 tane nota var; kaç farklı müzik yapılabilir ki!?" Yani yeterince bilginiz ve yaratıcılığınız yoksa Yıllarca müzik de yapsanız Sığ kalırsınız... James Cameron'a sığ demek haddim değil elbette; Ve bence hiç de sığ değil aslında... Aynı konu bile olsa çok farklı bir biçimde işleyebiliyor... Serdar Ortaç'ın mantığı ile bir tutamayız yani... Kendisi de söylüyor zaten nelerden esinlendiğini. Aynen Cem Yılmaz'ın, Gora için "Turist Ömer'i taklit etmiş" diyenler için "Taklit edebilmişsem bu benim için başarıdır" demesi gibi... Adam esinlendiği şeyleri gizlemiyor ki! O yüzden senaryosunun sıradanlığı ile değil de; aynı konuyu yeniden nasıl ve ne kadar güzel işleyebilmiş o önemli. Örneğin II. Dünya Savaşı ve Alman ırkçılığı kadar sinemada işlenene başka bir konuda daha yoktur belki... Ama hep en çok izlenen ve takdir edilen filmler arasına giriyor bu konulu filmler...
  24. Öncelikle, Sanıyorum ki bu yakarış; "Yanıt veremiyorum; o yüzden konuyu esnettikçe esnetiyorum"un anlamdaşı oluyor... Al hadi bakalım; Ben Nevruz'u ailemle, İzmir-Homeros Vadisi'nde piknik yaparak, yaktığımız ateşin üzerinden atlayarak ve kardeşimin kaynattığı yumurtaları boyayarak kutladım. Ne PKK propagandası yapıldı; Ne de Kürtlerin "k"si bile aklıma geldi! Edirne'deki arkadaşım da ailesi ile dede-nene ziyaretine çıkmışlar. Gittikleri yerlerde eski köy resimlerine bakılıp, Eski Nevruzları nasıl kutladıklarını düşlemişler... Bilmem nerenin neresindeki bilmem kim de başka başka kutlamış! Komik olmayalım lütfen. "Hadi bakalım, avucumda ne var bilin! Bilemezseniz, Türkiye'de hiçbir sorun yoktur" deniliyor mu size? O kadar link verdik; Gidin okuyun işte... O değilde, Kürtler yüzyıllardır nasıl kutluyorlarmış, siz bunu örnekler misiniz? Ya hu gerçi biz "Kürtlerin Bayramı Değildir" de demiyoruz. Nedir sizin bu anlamsız kavganız? Nevruz, Orta Doğu ya da Ön Asya kaynaklı ve hatta Kafkaslarda da ortaya çıktığına dair güçlü temelleri bulunan Bir çok Ulusun ve Kültürün benimsediği bir bayramdır. Kafkas halkları da kutlar, Türkmenler de kutlar, Farsiler de kutlar, Balkanlarda da kutlanır. Ha bunların arasında Kürtler de kutlar, bilmem kimler de... Kutlasınlar kardeşim; Zaten Uluslararası bir bayram olarak kabul edilmiş. Türk Devletlerinde, kuruluşlarından beridir Resmi Bayram olarak zaten kutlanıyor. Nevruz'u benimseyenler arasında, Kürtler en soluk kalanlardır, siz hiç merak etmeyin. Ha ama onlar da kutlasınlar kardeşim, ne var yani. Fakat önünüze o kadar kanıt koyuyoruz. Kanıtlanabilecek bilgi koyuyoruz. Hala çıkıp da "ama niden büüüle, yine niden şüüüle, hatta bunu kanıylayın, fakat şunu da kanıtlayın, hooop yandan yandan, allllaaaaah!" denmesi gerçekten çok şaşırtıcı. Yani bu konuya hakim olmak falan değil. Bu; çaresizlik...
  25. Sizin bu konu hakkında bilgi sahibi olmamanız benim suçum değil. Tutturdunuz "Bu ülkede nevruz hiç kutlanmadı" söylemlerine Ve bende bunu öyle olmadığını kanıtladım. Bana, eksik bilginizi tamamladığım için teşekkür edeceğinize, ne diyorsunuz! Bir kere "Türkler bu bayramı hiç kutlamamışlardır" demeniz zaten temelsiz olan bir iddia. Gerek Türklerin tarihine baktığınızda ve gerek Kafkas halklarının tarihlerine baktığınızda Nevruz'un kimlerin bayramı olduğunu görebilirsiniz. Yazılarınızda, lütfen, rica ediyorum, bilgilendirin bizi. İthamlarda vazgeçin. Alın bakın, Nevruz'un Türklerce nasıl kutlandığına dair bir yazı size: -http://www.siyasalbirikim.com.tr/haber.php?haber_id=5533-

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.