Zıplanacak içerik

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Bununla ilgili hatamı zaten düzeltmiştim. Hah şimdi oldu; Daha net yanıtlar, bulanık sorularınızın daha da netleşmesine neden oldu gördünüz mü? "Halayın Yasaklanması"ndan "Kürtçe Çalınan Müzik Eşliğindeki Halayın Yasaklanması"na geçmiş bulunduk. Ama şöyle düşünmek lazım: Ya orada yasaklanan Halay değil de Kürtçe Müzik ise? Demek ki halay, Kürtçe çalınmadığı zaman oynanabiliyormuş değil mi? Önermenizden bu çıkıyor çünkü. Bu da demek oluyor ki, Halay'ın Yasaklanması gibi bir durum söz konusu değil... Durum, Kürtçe Müziğin Yasaklanmış olması durumudur demek oluyor bu aynı zamanda. Peki Halay'ın Yasaklanması nereden çıktı? Elbette ki, özür dilerim ama, konuyu abarttığınızda daha inandırıcı olacağınızı sandığınızdan olacak sanıyorum! Kürtçe Müziğin Yasaklanması konusuna gelince: Bakın bu uygulanmamış birşey değildir. Hesabının da sorulmasının gerektiğini her fırsatta söylediğim, haksız bir uygulamadır. BreaveHeart'ı izlerken, babasını gizlice çaldıkları İskoç Müziği ile gömen William Wallace geliyor aklıma ve hakikaten kızıyorum. Fakat devlet bugün bu hatasını anlayıp, Kürtçe'yi yasaklamaktan vazgeçmiş midir? Evet, vazgeçmiştir. Gerçi aslına bakarsanız, ben o yasaklı yıllarda bile Batı'da, mesela İzmir'de Kürtler'in Kürtçe Müzik dinlediklerinde ceza görmediklerini Ve özgürce dinlediklerini de biliyorum. O yasaklama Doğu'ya özgü olsa da yine de haksızdır, bu elbette böyle... Fakat bu devlet ne yazık ki Irkçılık ya da Asimilasyon yapabilecek kadar örgütlü, sistematik, idealist ve tutarlı değildir. Biliyorsunuz, Hitler ne kadar cani de olsa, ırkçılık konusunda son derece tutarlıydı. Ya da Osmanlı ve onunla işbirliği yapan Şafii Kürtler de Alevileri ve Oğuzları kovuştururken ve asimile ederken tutarlıydılar. Fakat Türkiye o kadar yetenekli olamamıştır hiç. Belki de bu açıdan övünmeliyiz aslında. 23 Nisan'a gelince; Elbette ki yerel oyunlar da oynanmalı ve hatta her farklı bölgede, diğer bölgelerin oyunları da sergilenmeli. Hımmm... Ama bakalım bu yapılmıyor mu? 19 Mayıslarda her yörenin halayı ve oyunu, en azından benim lise hayatımda 3 sene her 19 Mayıs'ta görev aldığım İzmir Atatürk Stadı'nda oynandığını hatırlıyorum... Ha bir tek zılgıt çekilmezdi ya da parçalar Kürtçe çalınmazdı. Fakat ne Lazca, ne Azerice ve ne de Arapça parçalar da söylenmezdi. Ama bana sorarsanız bu dillerde çalınmasının da hiçbir zararı yoktur; Keşke çalınca; bizim zenginliğimiz ne de olsa o dillerde... Zaten Müzik dediğin de evrenseldir aslen. Terörle mücadelede İstihbarat çok önemlidir. Terörist için de bu çok önemlidir. Asıl önemli olan "Yakalanmamak" ve "Ortaya Çıkmamak"tır. Bakın ben bir dilin yasaklanmasını haklı gösterecek değilim; ancak örgütlü bir yapıdan söz ettiğimizde işler biraz daha ciddileşir. Örneğin Bilge Köyü Katliamı'nı düşünün. Kimin yaptırdığı ya da devletin hangi çürük yapılanması sonucunda gerçekleştiği umrumda değil şu an; Ama asıl önemli olan, yakalanan kişiler nezarethanede tutulurken olanlar. Ne oldu orada? Katliamı gerçekleştirenlerin başı, Kürtçe bilmeyen askerlerin yanında Yandaşlarına Kürtçe talimatlar verirken, Kürtçe bilen bir askerin farketmesi ile ortaya çıktı bazı şeyler değil mi? Orada o askerin olmadığını düşünün bir kere... Bakın dili yasaklamak elbette ki çözüm olmamıştır. Olmuştur ya da haklıdır diyemem. Fakat bu gibi durumlar karşısında Ordu'nun mantığı biraz mekanik bir biçimde işler. En azından o kişinin o nezarethanede Kürtçe ile direktifler vermesindense; Hiç konuşmamasını daha yerinde görür. Siz olsanız o sistemin içinde ya da en baba Kürtçü de olsa çok farklı düşünmez. Sizce PKK, bünyesinde bir karar sürecinde, bu türlü kimsenin anlamayacağı bir dilde konuşmalara müsamaha gösteriyor mudur? Üstelik içerisinde sürüyle casus varken! Bu açıdan düşünmek lazım Kürtçe'nin yasaklanmasını. Haklı değildir; fakat başka bir çare de düşünülememiştir. Ha var idiyse başka bir çaresi, bana söyleyin. Biji, ondan önce de Türkmenleri Balkanlara sürenler Kürtlerdi? "İsyan edip sürülen Kürtlerin hesabını soruyorsun da; Balkanlara Kürtler rahat etsin diye sürülen Türkmenlerin hesabını neden sormuyorsun" diye bir gereksizlik elbette ki yapmayacağım; Kimsenin memleketinden sürülmesini, Başka bir kimsenin sürülmesini örnekleyerek haklılaştıracak değilim. Fakat bir bölgede bir kesim huzursuzluk çıkarıyorsa, devletin ilkelerine ters düşüyorsa; Sonucu ne yazık ki bu oluyor. Bakın ben bu türlü konularda araştırma yaparken, Popüler raflarda bulunan kitapların görmezden geldikleri bir takım yorumları çok severim. Açıkçası o bilgilere sahip olmadan kafa yormaya çalışanları da ciddiye almam. Örneğin 1930 Ağrı Olayları'nda devlet bölgeye, özellikle ikinci Ağrı İsyanı'nda iki nedenden dolayı müdahale ediyor; Birincisi; elbette ki isyanı bastırıp, otoritesini sağlamak... İkincisi de; bölgede, isyan eden Kürt Aşiretlerinin saldırısına uğrayan Kürt Aşiretlerinin müdahale talepleri ve onların da tahammül edememeleri. Yani oraya müdahale yapılmasını talep eden ve isyan çıkaranlarca saldırıya uğrayan Kürt Aşiretleri var. Ve bunlar müdahalelere tam destek veriyorlar. Hepsi kayıtlarda var bunların. Örneğin Şeyh Sait isyanı, Kürt Aşiretlerin destekleri olmasa belki de bastırılamazdı; Bunu çok ciddi söylüyorum... Sorgulamak lazım... Yani bakın bu Aşiret sisteminin içinden geliyorsunuz, Kürt olmanız sebebiyle. Kan davasını benden iyi bilirsiniz. Eğer devlet oraya müdahale etmeseydi ve aşiretler birbirlerine girseydi; -Ki zaten belli ölçüde girmiştir- bu seferde çıkıp "Devlet bilerek müdahale etmedi; onları birbirlerine kırdırttı" diyecektiniz. Sizce o isyan edenler o bölgelerde kalsalardı; Bugün o birbirlerine giren Kürt Aşiretlerin durumu ne olurdu? Bilge Köyü Katliamı'nda bile katledenlerin aileleri göç ettirilmedi mi? Hem de bu gizli olarak yapılmak istenmedi mi? Neden göç ettirildiler peki? Öldürülenlerin akrabaları ile aralarında kan davası çıkmasın diye değil mi? Daha sonra biliyorsunuz PKK sempatizanlarının yaptıkları gösteride Bir esnaf çıkıp, silah kullanarak bir iki kişiyi öldürdü ve onun ailesi de göç etti oradan. Neden? Kan Davası... Tekrar soruyorum; O bölgede isyan edenler, yine Kürtlere saldırıyorlardı; Kendilerine katılmaya Kürtlere saldırıyorlardı. Eğer onların aileleri göç ettirilmeseydi, O saldırıya uğrayan aileler, saldıranların ailelerine saldırmayacak mıydı? Bana bunu lütfen sağduyu ile söyler misin Biji? Ben niye yırtınıyorum bu "Aşiret Sistemi ve Kültürü Yok Edilmelidir" diye? Çünkü bu kültürde "Suç Bireysel Değildir" de ondan. Kendi ilkel dinamikleri, hukuk sistemi, kafa yapısı vardır ve onu sürdürür. O kültürü terketmedikçe de bu sürülmeler kaçınılmaz olarak olacaktır. Zamanında o ailelerin sürülmelerinin en önemli nedenlerinden birisi de budur. Ama ben de Kürtler için "Sütten çıkmış ak kaşın" koşullanmasında bulunacak noktada olsaydım; Sanırım ben de göç ettirmelerin ardında hep devletin cehennem zebanisi gibi kendini kötülüklerden alamayan bir canavar olduğu düşüncesine kapılırdım. Ayrıca isyan edenlerin talepleri de hep Aşiret sistemlerinin ve toprak ve vergi taleplerinin karşılanması için olmuştur. Ama hala diyorsanız ki "Ben Aşiret yapısına karşı değilim"; O zaman Türkiye'yi haksız bulmakta elbette ki tutarlısınız ama ne yazık ki Devrim'in Feodalizm'e alerjisi vardır. Öncelikle "Kürtler tümden haklıdır" demekten vazgeçmek lazım. Devlette tümden haklı değil elbette; Hatalarını da telafi etmelidir. Sizin kabul edemediğiniz ise, toplumunuzun kusurlarıdır... Bunu kabul edemediğiniz sürece de zaten ortası yoktur bu işin... Birincisi Dersim Kürt Değildir; Zazadır. Sen bir Zaza olarak kendini Kürt olarak adlandırabilirsin; Herhangi bir KızılDerili çıkıp, illa ki kendisini Afrikalı olarak adlandırırsa, kendisini öyle görmek istiyorsa; Ona da birşey diyemem... Fakat o nasıl ki aslen KızılDerilidir; Dersim'de Kürt değil, Zaza'dır. Kürt olmadığının bilincinde olan bir sürü Zaza ile tanıştırabilirim sizi; Çünkü ben de tanıştım.. Ayrıca Dersim, toplumsal yapısı itibarıyla bir Kürt hareketi olmadığı gibi; Daha öncesinde de bir "Kürt Hareketi" yoktur. Ne Koçgiri, ne Şeyh Sait ve ne de Nasturi ayaklanmaları Kürtçü/Kürt Ayaklanmaları değildir. Kürtlerin gerçekleştirdikleri ayaklanmadırlar; o kadar. O ayaklanmaları Kürtlerin gerçekleştirmiş olmaları; O ayaklanmalara "Kürt Hareketi" adını vermez. "Kürt Hareketi" diyebilmeniz için bir "Kürtçülük Bilinci"nin olması lazımdır ve isyanlar, hangi bilinç ile ortaya çıkmışlarsa; o adı alırlar. Örneğin İran'daki "Karşı Devrim"e "Fars Karşı Devrimi" diyemeyiz. Çünkü o Karşı Devrim, "Fars olmak ya da olmamak" çerçevesinde ortaya çıkmamıştır. "İslam olup olmamak" çerçevesinde çıkmıştır. Talepleri bu yöndedir. Biz buna çıkıp da "Fars Karşı Devrimi" dersek, bu abes bir adlandırma olur. Kürtlerin yaşadıkları bölgelerde çıkan ayaklanmalar da bu yöndedir. Ya arazi, ya vergi ya da dini nedenlerle çıkan isyanları Araplar da çıkarsa "Arap İsyanı" denmez, Türkmenler de çıkarsa "Türkmen İsyanı" denmez, Kürtler de çıkarsa "Kürt Hareketi" denmez... Yanlış bir adlandırma olur. Örneğin çok basit bir örnek vereyim; Osmanlı'nın, sonradan İttihat ve Terakki'yi oluşturacak 18nci yüzyılda oluşmaya başlamış gençlik hareketine bugün "Jön Türk" hareketi deriz. Oysa bu, İttihat ve Terakki kurulana kadar yanlış bir adlandırmadır. Çünkü İ.T.'ye kadar o kadro Türkçülük fikrinden ziyade "Osmanlılık" fikrini benimsemişler ve o uğurda çaba göstermişlerdir. Namık Kemal mesela Osmanlıcıdır... Ama biz Jön Türkler deriz; Fakat adamların Türkçülük gibi bir ağır basan bilinçleri ya da talepleri yok ki! Yanlış bir adlandırmadır yani. Doğrusu ise "Genç Osmanlılar"dır aslında... İşte sözünü ettiğiniz "Kürt Hareketi"de "Kürt Hareketi" değildir. Çünkü Kürtçülükle ilgili talepleri ve kişilikleri yoktur. TRT 6 gibi bir kana işte bu yüzden yanlıştır. Olmaması gerekir. Fakat DTP'nin talepleri arasında Kürtçe'nin Anayasal olarak ayrıca tanınması talebi vardı ve bu tam olarak da "Devlet Kürtçe'yi Yaşatsın" demektir. Birebir katılıyorum; aynen... "Siyasi Parti" konusu hariç, diğer hepsine katılıyorum. Fakat iş "Siyasi Parti" konusuna gelince yani Etnisiteyi Siyasetle Tanımlamak meselesine gelince iş değişir. Bu türlü bir eğilim, dünyanın neresine giderseniz gidin tam olarak Irkçılıktır. Ve demokrasi ile bağdaşmaz. Sadece Kürtler için değil; Türkmenler, Aleviler, Çerkezler, Lazlar ve diğerleri için de böyledir. Birisi çıkıp, ırk adı olduğuna gönderme yaparak, "Türk" adını siyasi parti adı olarak tanımlasa Emin olun ona da karşı çıkardım. Etnik Kökeni, Siyasete bulaştırdığınız an; Çıkacağınız kapı: Irkçılıktır. Diğer söyledikleriniz Kültürel örgütlenmelerdir ve o açıdan düşüncelerinize katılıyorum... "Türk" adı Türkiye'de bir "Irk Adı" olarak tanımlanmamaktadır hukuki ve anayasal olarak. Irk adı olarak tanımlamak isterseniz; Orta Asya'ya bakmanız gerekecektir. Çünkü Bilimsel olarak da Türkiye'de Türk Irkından gelen ya da öyle kalan kişi sayısı çok çok azdır. Türk adı, Türkiye'de yaşayan ve Türkiye'yi kuran kitlenin ortak tarihsel adıdır. Ha ama bir kimsenin Etnik-Kökenine ya da dini tecihine hakaret elbette ki suç kapsamına alınmalıdır. Kimse, kimseyi etnik kökeninden ya da inancından dolayı hakir göremez, aşağılayamaz ve dışlayamaz.
  2. Özür dilerim; Bu iletinin hemen öncesinde Jan'ın iletisine odaklandığım için, Biji'ye vereceğim yanıtta "Jan"a hitap etmişim. Kusura bakmayın.
  3. Jan ben hiç Kürtlerin halay çekemediklerini duymadım da görmedim de. Hatta Türkmen kökenli insanların bile büyük şehirlerindeki düğünlerinde, Kürtlerin halayları çok da güzel oynanır yani. Kimse de gucunmaz, oynamayacağım demez ya da çalındığında engellemezler. Hatta adet gibi olmuştur; Kimse halay bilmediği için ama çevremizde oldukça fazla Kürt eş-dostumuz ve komşumuz olduğu için Düğünlerimizin neredeyse son bir saatinde sırf halay çekilir. İstersen seni de davet edebilirim, Yazın kuzenimin düğünü var, kendin şahit olabilirsin. Olayları abattığınızda, daha inandırıcı olmazsınız; Sadece olayı abartmış olursunuz; O kadar... Eğer halay her zaman yasaklanmış bir eylem olsaydı; Kendi Nevruzlarını kutlarken artık sorgulayan Türkler Halayın bir adımını bile atmazlardı; Emin olabilirsin... Şimdi; bir "yasaklama" eylemi eğer bir ülkede "Irkçı" ve "Devletin Genel Politikası" çerçevesinde "Asimilasyon"a yönelik ise eğer Bu yasaklama, batıda farklı, doğuda farklı uygulanmaz. Ülkenin tümünde uygulanır; Çünkü o devletin ilkeleri ve tutarlılığı bunu gerektirir. "Doğu Asimile olsun ama Batı da olmasın" demez bu siyasayı güden bir devlet. Türkiye'nin Kürtçe'yi yasaklaması olgusuna bakın: İlki cumhuriyetin ilk yıllarında ve sadece yerel bir yasaklama... İsyan edenlerin (ki ben bunlara Karşı Devrimci kılıç artıkları demeyi uygun görüyorum) iletişimlerini engellemeye yöneliktir. Başka da bir yerde uygulanmamıştır ve bir siyasa halini de almamıştır. Ayrıca bu kararı alanlar kadar, bu kararın alınmasına neden olan isyancıları da sorgulamak gerekir. Sen o dili, o ülkeyi bölmek için kullanacaksın; Devletin bunun önüne geçmesi için başka çaresini bırakmayacaksın; O ilkel kafa yapısına devam edeceksin; Sonra da çıkıp: "Ahanda bizim dilimizi yasakladılar!" diyeceksin... İyi de sen yasaklattırmak için elinden geleni ardına koymamıştın? O ne olacak? 1980lerdeki yasaklama konusunda ise bunun haksız olduğunu zaten biz de söylüyoruz. Kaldı ki 80 darbesini en başta lanetliyoruz; Bunu eleştirmiyorum bile... Ama birileri çıkıp, 80 darbesini ve yapılanları, bu ülkeyi bölmek için neden olarak sunarsa Biz de bu bölünmeye karşı çıkarsak; Bizi hemen darbe yanlısı ilan etmemeli. Bu çok çirkin bir oyun olur çünkü. Sen çıkıp bölücü eylemleri 80 darbesi ile yapılanlara dayandıracaksın; Sonra da seni desteklemeyenleri hemen darbeci ilan edeceksin... Sanki darbeci olmamak için bölücü olmak gerekiyormuş gibi! O yüzden Kürtçenin 80lerde yasaklanması bir hatadır. Devlet, herhangi bir etnik dilin ve kültürün yaşatılmasının ve konuşulmasının önüne geçmemeli. Fakat devletin herhangi bir etnik dili ve kültürü yaşatmak gibi bir sorumluluğu da yoktur. Bu sorumluluk, o dili konuşanların ve o kültürü yaşayanlarındır. Devlet sadece bunların geliştirilmesine engel olmamakla yükümlüdür; o kadar. Gel seninle bu "Anayasal Dayanağın" adının ne olacağını tartışalım. Anayasal hakkın tanınmamış olmasını eleştiriyorsun ama ne olması gerektiğini yazmamışsınız. Ben size iki seçenek sunayım: A- "Türkiye Radyo ve Televizyonu Kurumu bünyesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin Etnik bir unsuru olan Kürtlerin, Kürtçe dilinin Kurmançi lehçesinde yayın yapılması..." B- "Türkiye Radyo ve Televizyonu Kurumu bünyesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin her Etnik unsuruna yönelik ve her etnik unsurun kendi dilinde yayın yapılması..." C- "Türkiye Cumhuriyeti'nde, Türkiye Cumhuriyeti uyruğunda bulunan her etnik unsurun, kendi dilinde yayın yapabilmesi..." İlki, sadece Kürtleri kapsar ve ne halkçı ne de demokratik bir taleptir: Aynen Kürtçü zihniyetin, kendisini tanımlamak için "biz bu ülkenin kurucu unsuruyuz" demesi kadar safsata bir ifade olurdu. Sanki kurucu olmayan unsur varmış gibi... İkincisi ise devlete gereğinden fazla kontrol mekanizması örgütleme ve etnik kültürlerin gelişmesi bakımından daha bir bağlayıcı nitelik kazandırması bakımından demokratik olmaz. Devlet, etnik unsurların kültürel gelişimleri yönlendiren ya da kısıtlayan bir nitelik kazanmış olur. Üçüncüsü ile en uygunudur. Ne bir kitleye ayrıcalık vardır, ne bir diğeri yok sayılır. Bu forumda da sıkça gördük ki; Kendisini demokrat olarak niteleyenler pek çok kere: "O etnik unsurlarda kendi haklarını savunsunlar" dediler. Oysa ki demokrasilerde hiçbir hak, hiçbir kişi, kitle, cemaat ya da etnik unsura özgü verilemez. Herkese ve herkesi tanımlayacak biçimde verilir. Kürt Hakları ya da Alevi Hakları diye birşey olmaz. Hak, Kürt olup olmamakla ölçülmez; İnsanlık değeri ile ölçülür... Kürtçü kesimin talepleri nedir peki? Elbette ki ilk madde... İşte tam olarak da o yüzden demokratik değiller Ve tam olarak o yüzden Türkiye'ye demokrasiyi kesinlikle onlar getiremeyecekler.
  4. Sayın Dominik, açıkça söylemek gerekirse, alınmayın ana sizin Atatürk'ü eleştirdiğinizi hiç sanmıyorum. Daha önce de dediğim gibi "Eleştiri"nin olmazsa olmazları vardır: Öncelikle eleştirdiğiniz şeyi, o şeyi ortaya çıkaran koşullar, nedenler ve etkiler çerçevesinde ele almalısınız. Ve sonra da, kesinlikle olması gereken biçimde, eleştirdiğiniz şeyin yerine başka birşey koyabiliyor olmalısınız. Örneğin: "Atatürk Kürtler hakkında hatalı davranmıştır" dediğinizde, Hatalı davranışının neden hatalı olduğunu ortaya koymanız olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Bunun ardından, Atatürk'ün yaptığı hatanın karşısında, yapıldığında "yapılması hata olmayan olan" bir şey ortaya koymanız kesinlikle gerekliliktir. Yani "Atatürk'ün bu yaptığı yanlıştı, yerine şunu yapmalıydı" diyebilmelisiniz. Ve diğer bir koşulda; Sizin "yapıldığında hata olmayacağını ve yapılmasını gerekli gördüğünüz" şeyin ne kadar uygulanabilir ve dönemin gerçekliklerine, algısına ve potansiyeline ne kadar uygun ve gerçekçi olduğunu kesinlikle dile getirebilmeniz gerekir. Yani "Atatürk'ün bu yaptığı yanlıştı, yerine şunu yapmalıydı; çünkü şu şu şu koşullar, bunu uyguladığında başarı sağlayabileceği olgun bir ortamı sağlamaktaydı" diyebilmeniz KESİNLİKLE gerekmektedir. Şu halde siz: "Atatürk şunu yapmıştır ve bu yanlıştır" demekten daha fazlasını yapıyor değilsinizdir. Bu, eleştiriyi bir kenarı bırakın, bir yargılama bile değildir; Çünkü birisini haksız bile olsa yargılayacak olsak, Bir takım "nedenler" ortaya koymak zorundayızdır. Fakat siz Atatürk'ü "Haksız" bile yargılamıyorsunuz. Haksız yargılasanız, o zaman derim ki: "Haaa tamam, kendince nedenleri var" Fakat siz sadece bir önerme geliştiriyorsunuz, o kadar: "Atatürk hatalıydı" Yani "Kuşlar ötüyor; öyleyse Sokrat insandır" önermesinden çok da farklı olmayan bir önerme bu. O yüzden, daha önce sorduğum gibi tekrar soruyorum: "Atatürk, hangi yaptığı şeyde, neden hatalıydı ve yerine, o dönemin koşulları çerçevesinde ne yapılabilirdi de Atatürk yapmadı?" Şimdi bana siz bunu tam bir açıklıkla yanıtlarsanız eğer; Ben de sizin elinizi öperim. Atatürk'ü kimin eleştirebilip, kimin eleştiremediği konusuna gelince: Açıkçası ben Atatürk'ü, sizin eleştirdiğinizi sandığınızdan kat ve kat daha fazla eleştiriyorum. Bunu çok rahat bir biçimde de söyleyebilirim: Bu forumda da Atatürk'ü eleştirmişimdir... Fakat sizin eleştirdiğinizi hiç görmedim; Ki gerçek bir eleştiriden söz ediyorum... Ha ama Atatürk'ü eleştiren birilerini görmekse eğer kaygınız; Atatürk kutsal birisi değil kesinlikle. Eleştirilemez birisi de değil. Ayrıca Atatürk'ü eleştirdiğim ve eleştirdiğimiz birçok da şey bulunmaktadır. Bunları burada tartışmıyor olmamızın tek nedeni de; Onu eleştirebildiğini sananların, Onun asıl eleştirileceği noktalarına temas etmelerinden fersah fersah uzak olmalarından Ve Onun eleştirilmesi gereken durumlarının henüz tartışma konusu edilmemiş olmasındandır. Siz doğru ve gerçekçi bir biçimde eleştiri getirin ve Atatürk'ü yanlışlayın, Ben de siz cümle aleme karşı destekleyeyim... Fakat asıl önemli olan şey; Atatürk'ü eleştirebildiğini sanmak ile Atatürk'ü gerçekten eleştirmek arasındaki farkı anlayabilmektedir. Dersim olaylarına gelince; Orada yapılan harekat Haksız bir harekat değildir. Dersim'de Türkiye Cumhuriyeti'ni suçlayanların, 1789'daki Fransız Devrimcilerini, 1917'deki Rus Devrimcilerini, 1774'teki Amerikan Devrimcilerini, 7nci yüzyıldaki Hz. Muhammed'i, 4ncü yüzyıldaki Konstantin'i de suçlamaları ve onlara da kin kusmaları lazımdır. Bunların hepsi de kendi toplumlarının kendi gerçekliklerinden çıkan Ve oluk oluk kanlar akıtan Devrimlerdir. Türk Devrimi'nin de bunlardan farkı yoktur. Devrim, bilim gereğidir diye yapılmaz; Yapılması gerektiği için yapılır, ayak uyduramayanlar da ayak uyduramazlar... O kadar... Sen çıkıp Fransız Devrimi, Feodalizmi yıkarken, bunun getirdiği ülkülerden faydalanacaksın; Sen çıkıp Amerikan Devrimi, İngiliz Sömürgeciliğine karşı çıkarken, bunun getirdiği özgürlük anlayışından nemalanacaksın; Sen çıkıp Rus Devrimi, Monarşiyi yıkarken, bu ilkelerden faydalanacaksın; Sen çıkıp Hz. Muhammed 1500 yıl önce Arapları devşirirken, bunun getirdiği moralden faydalanacaksın; Sen çıkıp Konstantin, Hıristiyanlığı devlet dini olarak kabul ederken getirdiği sürecin sonuçlarından faydalanacaksın; Türk Devrimi Feodalizme, Emperyalizme, İlkelliğe, Monarşiye karşı devrim gerçekleştirdiğinde Bu sefer sırf kişisel kaygılardan ve sempatilerden dolayı bu Devrime karşı çıkacaksın... Yok efendim; yemezler bunu... İstediğiniz kadar benimsemeyin ama Türk Devrimi, adı sayılabilecek devrimler arasında en nitelikli ve en önemli devrimlerden birisidir. Bu devrim süreci hakkında olumsuz yargılar taşıyanların bu yargıları taşımasının nedeni, o devrimin yanlış olmasından değil; Bu yargıları taşıyanların, bu devrim hakkında herhangi bir elle tutulur bilgiye sahip olmamasından Ve kendi toplumlarının devinimlerine yabancı olmalarından kaynaklanmaktadır. Devrim dediğimiz şey, onun bunun keyfine göre gerçekleşmez. Toplumun erişmesi gereken çağdaş değerler ne ise, Toplumun nesnel gereksinimleri ne ise ona göre gerçekleşir. Tam da bu yüzden İran olgusu bir "Karşı Devrim" iken, Nazi Almanyasının olgusu bir "Karşı Devrim" iken, Türk Devrimi tam anlamı ile bir "Devrim"dir. Saygılarımla...
  5. Sayın Jan… Etnik kökeniniz beni zerre kadar ilgilendirmiyor; Kaldı ki kendi etnik kökenimi de önemsiyor değilim. Dahası bırakın sizinle aynı kökenden gelmeyi; Kürtlerle aynı kökenden miyiz, değil miyiz veya kim neredendir hiç mi hiç ilgilenmiyorum. O yüzden yanıtınızı hangi etnik kökenle verdiğiniz umurumda değil. Yanıtınız eğer tutarlı bir yanıt olsaydı, beğenmesen bile benimsemekle yükümlü olduğumu düşünüyorum ve emin olabilirsiniz ki eğer tutarlı olsaydı kabul edebilirdim; değilse beğenip beğenmemek gibi sabit bir kıstasım yok. Sorun “Kürt Ulusu” ya da “Türk Ulusu” gibi bir ayrıma dayanan sorun değildir. Sorun tam anlamı ile mülkiyet sorunudur ve kaçınılmaz olarak her toplumun her deviniminin temelinde mülkiyet sorunu ve ekonomik kaygılar yatmaktadır. Bir Ulus’da öyle “Biz Ulus olmak istiyoruz; haydin Ulus oluverelim” demekle ya da siz Kürtlere sempati duyuyorsunuz diye onları “Ulus” olarak adlandırmanızla gerçekleşmez. Toplumların Uluslaşma süreçleri bellidir ve bunu defalarca anlattım. Kürtlerin ayrı bir etnik unsur olmaları, onları Ulus yapmaz. Ne Feodalizmi yıkabilmişlerdir; Ne geleneksel yasalardan kopup, bireysel ve liberal yasalara yönelebilmişlerdir; Ne bir Ulusal Ekonomi yaratabilmişlerdir; Ne Kürtçülükle biçimlenen bir Burjuvazi gerçekleştirebilmişlerdir; Ne ortak bir dil gerçekleştirebilmişlerdir; Ne de onları ortak bir mücadele bilincine ulaştırabilecek ortak bir düşmanları vardır. Bu konuda, kurulabilecek bir Kürt Örgütlenmesi’nin etnik çeşitliliğini, toplumsal örgütlenmesini ve baskın olacak olan yapıyı sorgulamanızı tavsiye edeceğim. Ve bu örgütlenme mücadelesini kimlerin verdiğini düşünmenizi isteyeceğim. Kürtler hala kan bağına dayalı bir toplumsallaşma biçimi olan Aşiret yapısından sıyrılabilmiş değillerdir. Dolayısı ile toplumsal yapıları kan bağına dayanmaktadır. Kurulacak olan bir Kürt Devleti’nin, her 6 ayda bir darbelerin gerçekleştiği bir Afrika ülkesinden farklı olmayacağını kestirmek çok zor değil. Bugün zaten Demokratik Özerklik istenmesinin nedeni de budur. Önce, daha önceden beridir var olmayan bir yönetim geleneğinin bu süreçte oluşturulması ve ardından da bunun içselleştirilip ayrı bir devletin gerçekleştirilmesidir. Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı öyle mi verildi sanıyorsunuz yoksa? İlla ki başka ırktan olanları öldürmeniz gerekmez; Feodalizmi ve onun ürünü olan kültürü sürdürmeye yönelik bir statükoculuğa olur vermeniz de sizi Irkçı yapar. Ayrıca bu konuda etnik kökeninizin Kürt olmaması da zerre kadar önem taşımaz; Türk Irkından geliyor olmanıza rağmen, Kürtçü söylemler dile getiriyor olmanız, Söylediklerinizi doğru yapmaz. Ne dememizi bekliyorsunuz? "Aaa bak adamın ırkı Türk ama neler neler diyor; demek ki doğru söylüyor" mu demeliyiz? Osmanlı’nın son döneminde, Osmanlının çağdaşlaşabilmesi için Avrupa’da damızlık erkek getirilerek Osmanlı insanının melezleştirilmesini Ve ancak böyle çağdaşlaşabileceğini savunacak kadar demokrat! aydın!’lar da vardı; merak etmeyin. Ulus olabilmenin belirli dinamikleri ve gereklilikleri vardır. Bu gereklilikleri yerine getirememiş toplumlar Ulus olamazlar Ve elbette ki Ulusal Mücadele de veremezler. Kürtler de Ulus olmaktan çok uzaktır. Kürtler bugün bile Devletçi Olan ve Olmayan Aşiretler olarak ayrılmış durumdalar ve toplumsal tepkilerinde asıl önemli unsur da budur; siz her ne kadar Aşiretlerin yıkıldığını iddia etseniz bile. Dediğim gibi; Kürtleri "Ulus" ve onlar adına verildiği iddia edilen mücadeleyi “Ulusal” olarak adlandırmanız, Onları ne Ulus yapar ne de onlar adına verildiği iddia edilen mücadeleyi Ulusal yapar. Kürtlerin Anadolu’da 20 milyon olduğu iddia ediliyor: Apo ile aynı düşünen kaç kişi vardı: 3 milyon muydu? DTP, Kürtçülerin Partisi olarak Kürtlerin kaçta kaçının oyunu almıştı? Hepsini bile Kürtlerin bütününe nasıl mal edebiliyorsunuz? Yapmayın Jan; Türkiye’nin sorunlarını, coğrafyaları ve dinamikleri birbirinden farklı toplumları örnekleyerek çözüme ulaştıramazsınız. Hiçbir aklı başında toplum bilimci de bunu yapmaz zaten…
  6. Tabi, temsil ettiğini söylediği halkı bile katleden bir terör örgütüne karşı girişilecek bir eylemi günah olarak tanımlamamızı mı isterdiniz Sayın Dominik? O faili meşhulleri PKK'nın işlemediğinden nasıl bu kadar eminsiniz? Ben birçok Kürt tanıdım ve çoğunun da akrabası dağa çıkmış durumdaydı. Ve konuları hakkaten sorgulama niyetinde olan birçoğundan şu sorgulamayı duydum: "Belki de bizi devlete karşı arkasına almak için PKK işlemiştir bu cinayetleri ve suçu devlete atmıştır, emin değilim." Siz nasıl oluyor da devletin yaptığından eminsiniz? Geçende BDP'nin bürosu kurşunlandır. Malum siyasetçiler çıkıp, yine rejimi ve devleti suçlamaktan kendilerini alamadılar. Yakalanması gerekenler yakalandı ama sonra çıkıp yine de özür dilemediler. Bu kafada soru işareti yaratıyor: Neden bu insanlar fotoselli gibi bir olay olur olmaz şak diye devleti yargılarlar? Doğu'da birisi öldürülüyor; Hemen Kürtçü kesim çıkıp, anında devleti suçluyor. Bilge Köyü'nde katliam yaşandı; Kameralar karşısında bile adam çıkıp "Bunu devlet yaptırmıştır de" diye sufle veriyordu; Daha olayın ne olup olmadığı belli değilken... Neden? Her olayda böyle... Birileri, daha olay adliyeye yansımadan, olayın iç yüzünü biliveriyor nedense Ve hep devlet yaptırıyor! Ve hep PKK çok masum... Ve hep birileri bu olayları provake etmekten geri durmuyor. Çıkıp, insani duyguları sömürüyorlar. Hatta o feodal kültürün insana verdiği o azıcık değer paralelinde İnsan yaşamını da kendi amaçları için sömürüyorlar; Ölümün haksızlığı karşısındaki duyguyu bile sömürüyorlar... Daha ne denilebilir ki...
  7. Toplam 3952 iletimin yaklaşık 1000 tanesi bu konu ile ilgilidir. Ve bu 1000 iletimin yaklaşık 300 kadarında hep söylediğim, tekrar ettiğim şey: "Her Etnik Unsurun (sadece Kürtler yok Anadolu'da) kendi dilini ve kültürünü yaşatmak özgürlüğüne ve hakkına sahip olduğu veya olması gerektiği" yönündedir. Ancak ister Kürt olsun, ister Türkmen olsun, ister Çerkez olsun; Devlet kimsenin dilini geliştirmek zorunda değildir Fakat o dilin ve kültürün gelişimine engel olMAmak zorundadır. Yaklaşık iletilerimin 300ünde ve hemde çoğunluğunu da size hitaben bunları defalarca tekrarladım. Normal şartlar altında, karşımızdaki insanın, bizi, birkaç iletimizde anlamasını Ve bizi söylemediğimiz şeylerle yeniden itham etmemesini bekleriz... Forum ortamında bu belki 5-10 konuşmaya sarkabilir. Fakat 300 kadar iletide hala aynı tavır sergileniyorsa; Ben bunda art niyet ararım ister istemez. 300 değil 500 kere de tekrarlasam, yine de tekrarlarım: Kimse kimsenin dilinin yasaklanmasını haklı kılmaya çalışmıyor. Tam aksine, her topluma kendi dilini yaşatma ve geliştirme özgürlüğü verilmelidir. Fakat bunları söylerken ben, tarihe bakıp, Kürtlerin, Osmanlı güdümünde Kürtleştirdikleri ve katlettikleri Türkmenlerin de vicdani sorumluluğunu Kürtlere teslim ediyorum. Kendileri bunu sorgulayamayacak ve görmezden gelecek kadarcık iseler, Bunun insani sorumluluk açısından adının ne olduğu bellidir; Fakat ben dile getiremem. Ayrıca hiçbir toplumsal sorunda, kesinlikle tek bir taraf tümden suçlu değildir. Devletin hataları var ise; En az devlet kadar da Kürtçülerin ve Kürtlerin de sorumlulukları ve hataları var. Buraya çıkıp, yalnızca devleti günah keçisi yapmanız İnandırıcılığınızı yitirmenize neden oluyor. Şimdiye kadar tek bir iletinizde dahi Kürtlerin sorumluluklarından söz etmediniz. Bir kere bile Kürtlerin toplumsal yapılarının ne kadar çürük ve çağdışı olduğuna Ne kadar uyumsuz olduğuna değinmediniz. Size açık açık söylediğim ifadelere rağmen hala; Söylemediğim şeyleri söylemişim Ve savunmadığım şeyleri savunuyormuşum gibi bir tavra bürünüp Bu tarzda söylemlerinizi inatla sürdürmenize bakarak Tartıştığınız kimseleri dinlemek ve anlamak niyetinde olmadığınızı (tartıştığınız kişileri anlayamıyorsunuz demiyorum kesinlikle); Ve savunularınızın hep karşınızdakini suçlamaya yönelik olmasından da Konu hakkında doyurucu bilgiler vermek niyetinde olmadığınızı (doyurucu bilgiye sahip değilsiniz demiyorum kesinlikle) görüyorum. Ayrıca, Kürtlerin Türkleştirilmeleri'nden neyi kastettiğinizi anlamış değilim. Bilimsel olarak hiçbir ırk, diğer bir ırkça çevrilemez; Sadece melezleştirilebilir. Söz konusu toplumlar olunca yani işin içine kültür girince Bu daha da imkansızlaşır. Türklüğün ne olduğuna bakıldığında da şunu görürüz ki; Kürtler, başka bir ırka dönüştürülmeye çalışılmamış, Var olan ve İlkel/Aşiretçi/Feodal toplum yapılarından sıyrılıp Uluslaşmaları/Türkleşmeleri yönünde çabalar olmuştur. Ki her toplumun Uluslaştığı bir dönemde bundan daha modern bir çaba da yoktur zaten. O yüzden modernleşmekten değil de Hala o ilkel aşiret toplum yapısını sürdürmekten şikayet etmeniz gerekmektedir öncelikle. Ondan şikayet etmedikçe de Karşınızdakini anlamak gibi bir niyetiniz de olmayacaktır. Tek ricam şudur ki; Bir 10 dakika yanıt vermeden oturunuz Ve şu soruyu sorunuz: "Acaba Kürtlerin hiç mi sorumluluğu yok bu çatışmada?" Vereceğiniz yanıt Bu sorunu halletmede ne kadar gerçekçi ve tarafsız olduğunuzu ortaya koyacaktır...
  8. En büyük çelişki de Bazen işlerine gelmediğinde PKK gibi bir kıyıcının Kürtleri temsil etmediğinin söylenip; İşe geldiğinde de hemen sahip çıkılmasıdır... Kimisi çıkar Kürt Etnik Milliyetçilerin bu ülkeye demokrasi getireceğinden dem vurur; Ve PKK'nın onların tümünü temsil etmediğinden... Ama kimisi de çıkar PKK'nın Kürtlerin tümünü temsil ettiğinden dem vurur... Yani hangisi tutarsa artık...
  9. Teşekkür ederim Sayın İlker... Aslına bakarsanız, onlarca çelişkiden söz edilebilir. Ve gerçekten söz etmek te lazım... Fakat çoğu zaman kişi kendisini eleştiremez Ve hırsını, yanlışını kabul edemez. Atatürk dediğimiz tarihsel kişilik kutsal ya da eleştirilemez değildir. Hele hele insanüstü hiç değildir. Hataları da vardır, korkuları da olabilir. Fakat dünya tarihinden görülmemiş şeylere imza atmıştır Ve bunu hiç kimse yadsıyamaz. Ki ne yazık ki burada yadsınabildiğiniz Hem de hiç vicdan sızlamadan yadrganabildiğini görüyoruz. Her zaman söylerim; Eleştiri, eleştirilen şeyin yerine yenisi konulamıyorsa eğer Haksız ve vicdansız bir yargılamadan ibarettir. Atatürk'te işte böyle yargılanmaktadır. Fakat ne mutlu Tarih ve Tarihsel kişilikler Bu yargılamalar karşısında hem çok güçlüdür hem de yıkılmazdır... Tek bir örnek vereyim... Çoğumuz "Nutuk"un anlamını bile bilmeyiz. Gençliğe Hitabe neden en sonundadır Ve neden böyle bir nutkun sonunda Gençliğe Hitabe vardır? Nutuk, yeryüzünden Mustafa Kemal'e kadar hiç bir önderin yapmadığı bir şeyin ilk örneğidir. Mustafa Kemal'a kadar hiçbir önder çıkıp ta: "Ben bugüne kadar şunları yaptım ve onların hesabını ancak millete vereceğim" dememiştir. Hele hele padişahlık gibi, insanların o padişahın "Kulu" olarak algılandığı bir sistemden Yani halkın, önderin kendisine hesap verdiği bir sistemden tamamen kopuşun: Önderin halka hesap verdiği tam tersi bir anlayışa geçişin en önemli, en kesin belgesidir nutuk. Bazı arkadaşlar, Osmanlıyı ve inanç özelliklerini "Özgürlük Ortamı" olarak niteleme zahmetinde bulunmuştu; Hiç heveslenmeyin; Osmanlı'da parişahın burnunun büyük olduğunu bile söyleyemezdiniz... Kellenizi alırlardı... Nutuk başlı başına bir metin olarak devrimdir... Daha Nutuk'un kapağını açmayan; Hangi devirde hangi koşullarda okunduğunu bilmeyen, Hangi anlayıştan koparak, hangi anlayışla okunduğunu bilmeyen, Hangi çehreyi yıkıp, hangi yüze evrildiğini bilmeyen, Nutuk'u sadece Mustafa Kemal'in mecliste 6 gün boyunca okuduğu bir kitabı olarak bilen insanların Çıkıp ta Atatürk'ü yargılamalarının ne demek olduğunu adlandırmam bile. Düşünün kü daha önce siz padişaha hesap dahi soramıyorsunuz; Ardından bir sistem kuruyorsunuz ve o sistemin önderi, kurucusu Yaptıklarının hesabını, kendi rızası ile millete veriyor; Günde 6 saat meclis önünde okuyarak... Meclis önünde okumasından tutun, Nutuk'un başladığı tarihe, bittiği tarihe; İçindeki belgelere ve sonundaki hitabeye; Okuyan kişiden basıldığı ve dağıtıldığı yerlere; İlk yabancı tercümelerinden ilk latin harfleri ile basımına kadar tam anlamı ile devrimdir Nutuk... Lisans 1'de sırf Nutuk ve benzeri hitaplar için özel bir ders konulmasının gerekliliğini bir yana bırakın; İnsanların daha bu kitabı okumadan Atatürk'ü eleştirmeleri bile ilginçtir. Okumak sadece yazılar üzerinde göz gezdirmek değildir; Anlamaktır... Şimdi daha bu anlaşılamazken; Dersim'in anlaşılmasını beklemek zaten haksızlık olur değil mi İlker?
  10. Bu "Çok Düşünme"nin bir hastalık olduğunu sanmıyorum. Ama kimilerinde hastalık derecesinde yüksek potansiyele sahip olabilir. Ben örneğin eskiden, geceleri yatmadan önce binbir türlü düşünce ile meşgul olurdum Ve uyuyamazdım. Birşeyleri sorun ettiğimden değil; Birşeylerin nasıl ve ne olacağına dair kurgular yapmaktan kendimi alamamamdandı. Yaş büyüdükçe ve kuramlarınız tutarlı bir hal aldıkça Sorularınız ve kurgularınız da azalıyor. Üniversitedeyken Passiflora alarak yatardım; Reçetesiz bir sakinleştirici gibi bir ilaçtı. Yine de çok işe yaramazdı. Kafamda sorular döner dururdu. Ve uyuyamamaktan çok şikayet ederdim ama düşünmek zevkli gelirdi. Şimdi ise çok rahat uyuyabiliyorum ama eskisi kadar çok düşünmüyorum. Bence bu kötü. Keşke eskisi kadar sık düşünsem... Sorular artık kafama sık sık değil de; Arada sırada takılıyor... Yatakta döne döne uyuyamamanın da zevki varmış meğer. Bir zaman karabasanlara gark olmuştum. Sonra alıştım kendilerine. Ama artık onlar da gelmez oldular. Uykularım çok sıkıcı oldu yani... Uyuyamamanın kıymetini de bilmek lazım aslında...
  11. Dominik, Tarih Bilimi'nin bir olmazsa olmazı vardır: Elde edilen verilerin Yer ve Zaman koşulu dikkate alınarak eleştirilmesi. Örneğin bugünün koşullarına bakarak dün için "Şu şöyle yapılmalıydı" diyemezsiniz. Dün'e bakarsınız, o çerçevede karar verirsiniz. Örneğin şunu da yapamazsınız: II. Dünya Savaşı sonuçlarına bakıp, I. Dünya Savaşı sonunda biçimlenen dünyayı yorumlayamazsınız. Kendilerini Atatürk'çü olarak niteleyip bir takım eylemlere girişenlere Ve bunlara getirdiğiniz eleştiriler bir kere nesnel değil. Yani hep şu mantığı güdüyorsunuz: "Zaten Atatürk'te öyle değil miydi?" demeye getiriyorsunuz. Bu "Eylemlerini Atatürk'e bağlayanları eleştirmek" değildir. Bu "Doğrudan Atatürk'ü suçlamak" demektir. Bu bir yana; Atatürk'ü kendi zamanı içerisinde de irdelemiyorsunuz. Bugünün koşullarına bakarak eleştiriyorsunuz. "Atatürk o zaman şunu yaptı ama bak bugün böyle oldu!" demeye getiriyorsunuz. Bu da eleştiri demek değildir. Bu aynen şuna benzer: "Hunlar Avrupa'ya göç ettiler ama bak bugün Sırplar Müslümanları katletti!" Sonra oradaki etnik çeşitliliği taa Hun göçlerine dayandırıp, o olayların müsebbibi olarak da Hunları yapıverirsiniz... Sırplar sütten çıkmış ak kaşık olur... Atatürk'ü kendi zamanı içerisinde eleştirmek demek; "Şunu şöyle yapmayabilirdi; çünkü şöyle yapabileceği koşullar da bulunmaktaydı" biçiminde olur. Yani zaten olmuş bitmiş bir olayı eleştirirken ve olmaması gerektiğini savunurken; Yerine, o dönem için yapılması mümkün ve yapılabilecek başka bir alternatif sunmak ZORUNDASINIZ. Zorundasınız; çünkü Atatürk'ün kimi eylemleri "Yapmaması Gerektiğini" söylüyorsunuz. Bende geçen gün sordum: "Peki ne yapmalıydı?" Yanıt vermediniz. "Yanıt Veremediniz" demek istemiyorum ve yanıt verebileceğinizi biliyorum (diye düşünmek istiyorum). Bir yargının "Eleştiri" olabilmesi için "Yapıcı" olması lazımdır. Bu açıdan bir eleştirici, eleştirdiği şeyin "Olmamasını" söyleyebilecek kadar cesur ise Yerine neyin olması gerektiğini tespit edebilecek kadar da zeki olmak zorundadır. Eleştirici, kişiyi ya da olguyu eleştirir; Ama yerine de yenisini koyar... Eğer yerine yenisini koyamazsa, bu yapılan sorgulama "Eleştiri" olamaz. Çünkü hem yapıcılığı yoktur Ve hem de sırf Karalamadan ibarettir. Şimdi bu kısa açıklamadan sonra şunu sormak istiyorum size: Size Atatürk'ün kendi dönemi içerisinde yaptığı hatalar nelerdi Ve yerine o dönemde neler yapılabilirdi? Dersim Olayı ile ilgili olarak ise: Dersim'in Feodal/İlkel yapısını ve yeni devletin de Egemenliği Halka mal etme eğiliminde olduğunu düşündüğümüzde, Dersim'li ağaların, kendi halkını devlete karşı kullandıklarını ve kendi uğurlarına ölmeye koşulladıklarını düşündüğümüzde, Devletin de feodalizmi yıkmakta kararlı olduğunu düşündüğümüzde, Dönemin koşulları ele alındığında; Devlet başka ne yapabilirdi söyler misiniz? "Madem siz insanları ölmeye kadar koşullamışsınız; ben egemenliği ne ağalardan alıp halka vereyim, ne sizi toplumun tümü gibi vergilendireyim, ne orayı kamusallaştırayım, ne de orada devletin kanunlarını uygulayıp sizi tüm toplumla bütünleyeyim; eğitim ve sağlık hizmetlerini de götürmeyivereyim; ne de olsa sizin yüzlerce yıllık! özerkliğiniz! var!" mı deseydi? Öyle dediğinde, bu sefer de siz bugün çıkıp: "Devlet neden Dersim'e hastane, okul yaptırmıyor; neden güvenliği devlet sağlamıyor; neden halkı ağaların eline teslim etmiş" demeyecek miydiniz? Atatürk'ten sonra Ağalarla beylerle anlaşıp feodaliteyi yaşatan siyasetçiler için aynı eleştiriyi getirmiyor musunuz? Hayır yani Atatürk ne yapsın? Adam ne yapsın ya hu? Adam feodaliteyi kaldırıp egemenliği halka vermek istese de suçluyorsunuz; Vermek istemeseydi de eleştirecektiniz. 1937-1938de Dersim'de ne yapıldıysa, feodaliteyi yıkmak için yapıldı. Bugün, Atatürk'ten sonra Ağalarla Beylerle anlaşan siyasetçileri, Aşiretleri yaşatmakla ve güçlendirmekle suçlayanların ve bu konuda onları suçlu bulanların Atatürk'ü 1937-1938 Dersim olaylarında suçlamaya ve Dersim Harekatını haksız göstermeye zerre kadar hakları yoktur. Ha sonucunda masum insanlar ölmüş müdür? Elbette ölmüştür... Yazık mıdır? Elbette yazıktır... Fakat bu insanlar kimin yüzünden ölmüştür, bunu sorgulamak lazım. "Biz begimiz için canımızı veririz" diyen ve onu demeye getirilen halkı güden ağalara ve o aşiret düzenine sorulmalı o canların hesabı. O insanları, o düzenden kurtarmak isteyene değil. Siz, sizi köle gibi kullanan ve güden aşiret sistemini ve ağanızı korumak için canınızı vereceksiniz; Sonra birileri çıkıp, sizin bu masumane! eyleminizden dolayı, Sizi güden, kendi uğruna sizi koşullayan ağayı ve o ilkel-çağdışı kültürü değil de Devrim gerçekleştiren, egemenliği ağadan alıp size vermek isteyen devleti sorumlu tutacak. Gerçekten çok ironik... Sonra bu insanlar çıkıp, Ağalarla anlaşan, aşiretleri güçlendiren siyasetçileri de eleştirecekler; "Devlet neden aşiretleri yaşattı" diye. Bu ne yaman çelişkidir böyle. Yıkmak isteyeni de eleştiriyorlar, yıkmak istedi diye... Yaşatanı da eleştiriyorlar, yaşatmak istedi diye... Ya hu insaf, azıcık insaf. Öncelikle karar verilmesi gerekiyor: "Ben aşiret sistemine karşı mıyım acaba" diye. Önce insanlar kendi prensiplerini, ilkelerini, ideolojilerini tutarlı bir kimliğe bürüyecekler; Neyin ne olduğuna karar verecekler; Ondan sonra eleştirecekler... Kusura bakmayın ama şimdiye kadar Atatürk'e yönelttiğiniz sorgulamaları Eleştiri olarak görmüyorum.
  12. Çok akıllıca bir yorum olmuş DemirEfe... Tebrik ederim...
  13. Mondi, valla süper bir tespit, katılmamak elde değil gerçekten. Sanırım tartışmanın kaydığı nokta, Uğur Mumcu'nun herşeyden önce bir insan olduğu noktasını bile unutturuyor. Ama belki de şöyle olmuştur: Zaten herkes, O'nun bir insan olarak öldürülmesinin hakkının aranması konusunda hem fikir oldukları için Onu tartışmak gereği görmemiş olabilirler. Çünkü bu zaten tartışılacak birşey değildir. Herşeyden önce bir insan katledilmiştir ve herşeyden önce bir insan olarak hesabı sorulmalıdır. Buna kimsenin karşı çıkacağını sanmıyorum. Kimse karşı çıkmayacağı için de tartışılıp, sorgulanacağını da sanmıyorum. Tartışmanın boyutu, sanıyorum ki, Uğur Mumcu'nun neden öldürüldüğü ve kim olduğu, kim olarak öldürüldüğüdür. Uğur Mumcu; Atatürk'ten sonra ve bence Bülent Ecevit'i de unutmamakla birlikte, en güçlü kuramcılardan birisiydi. Ahmet Taner Kışlalı'da öyleydi kesinlikle. Şimdi olay bu insanların öldürülmesine gelince, aslında boyutumuz; Bir insanın katledilmesinden çok Bir fikrin, idealin yok edilmeye çalışılması noktasına geliyor. Che'de aynı biçimdedir, Kubilay'da aynı biçimdedir, Neda Ağa Sultan'da aynı biçimdedir. Artık onlar insan olmanın ötesinde; birşeylerin simgesi, bir fikir olmuşlardır. Ve bunlardan da öte: Fikirler kurşun geçirmez... O yüzden diyoruz: Bedenen aramızdan ayrıldılar sadece; Hala yaşıyorlar oysa... Ölen bedenlerinin hesabını hukukun sorması kesinlikle gereklidir. Biz fikirlerini yaşatıyoruz zaten...
  14. O zaman şöyle bir test yapalım sana Dominik... Mustafa Kemal Atatürk zamanında, hangi Etnik ya da Dini kitle/unsur için özel yasalar çıkmış söyler misin bana? Ya hu anlatamıyor muyuz? Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hiçbir Etnik ya da Dini kitleye "Ayrıcalık Verilemez" anlayışı ile bir Devrim gerçekleştirdi. Burada "yok ben Atatürk'ü tanımıyormuşum..." diyorsunuz... Evet, tanımıyorsunuz efendim. Hatta hiç haberiniz de yok... Halkçılık nedir Dominik? Söyler misin? Cumhuriyetçilik nedir? Anlatır mısın? Gelmiş burada "Kürtlere hakları verilmedi" "Alevilere hakları verilmedi" deyip duruyorsunuz. Ya hu DEMOKRASİLERDE, HALKÇI HUKUK DEVLETLERİNDE; HİÇBİR KİŞİYE, ZÜMREYE, KİTLEYE, ETNİK UNSURA, DİNİ CEMAATLERE AYRICALIKLAR, İMTİYAZLAR, KAYIRMACALAR TA-NI-NA-MAZ... KÜRTLERİN KÜRT OLDUKLARI, ALEVİLERİN ALEVİ OLDUKLARI ZERRE KADAR UMRUMDA DEĞİL. DEVLETİN DE UMRUNDA OLMAMALI. DEVLETİN TEK YÜKÜMLÜLÜĞÜ, ORTAK DEĞERLERE SAHİP ÇIKMAK VE GELİŞTİRMEK; KİTLELERE ÖZGÜ DEĞERLERİN KORUNMASI VE GELİŞTİRİLMESİNİ İSE YİNE O KİTLELERE BIRAKMAKTIR. DEVLET "KÜRTLERE ÖZGÜ" "ALEVİLERE ÖZGÜ" YASALAR ÇIKARTMAKLA YÜKÜMLÜ DEĞİLDİR. KÜRT'E ÖZGÜ, ALEVİ'YE ÖZGÜ YASALAR ÇIKACAKSA: HIRİSTİYAN'A ÖZGÜ, YAHUDİ'YE ÖZGÜ, ATEİST'E ÖZGÜ, PANTEİST'E ÖZGÜ; BOŞNAK'A ÖZGÜ, MAKEDON'A ÖZGÜ, ZAZA'YA ÖZGÜ, YÖRÜK'E ÖZGÜ; ANASI KÜRT-BABASI TÜRK'E ÖZGÜ, ANASI BOŞNAK-BABASI MAKEDON'A ÖZGÜ, ANASI ARAP-BABASI KÜRT'E ÖZGÜ; MÜSLÜMALIKTAN HIRİSTİYANLIĞA GEÇMİŞE ÖZGÜ, İNANÇLIYKEN İNANÇSIZ OLMUŞA ÖZGÜ, HIRİSTİYANLIKTAN MÜSLÜMANLIĞA GEÇMİŞE ÖZGÜ YASALAR DA ÇIKARALIM MI DOMİNİK? BUNUN NEYİ ANLAŞILAMIYOR? ATATÜRK ELBETTE Kİ ALEVİLERE ÖZGÜ KANUNLAR ÇIKARTTIRMADI, ÇÜNKÜ ALEVİ OLMAYANLARA DA KANUNLAR ÇIKARTILMADI. ALEVİLER ALTIN MI YUMURTLUYORLARDI DA ONLARA ÖZGÜ YASALAR ÇIKACAKTI, SIRF İNANÇLARI BAŞKA DİYE... KÜRTLERİN BİLMEM NELERİNDE BONCUK MU VARDI DA ONLARA AİT YASALAR ÇIKACAKTI, SIRF IRKLARI BAŞKA DİYE... YA HU ŞUNU KAVRAYIN ARTIK: ÇAĞDAŞ DÜNYADA TOPLUMLAR ARTIK IRKLARÜSTÜ VE İNANÇLARÜSTÜ TOPLUMSALLAŞMALAR GERÇEKLEŞTİRİYORLAR. SİZ İSE HALA GELMİŞ "ALEVİLERE ÖZGÜ YASALAR"DAN, "KÜRTLERE ÖZGÜ YASALAR"DAN SÖZ EDİYORSUNUZ. YA HU SİZİN DERDİNİZ MODERNLEŞMEK Mİ, YOKSA HALA DİN VE KÖKEN AYRIMLARININ ALIP BAŞINI GİTTİĞİ VE TOPLUMLARIN İNANÇLARINA VE KÖKENLERİNE GÖRE BİRBİRLERİNE BAŞKALAŞTIĞI BİR İLKEL MODEL Mİ? ÖNCE ATATÜRK'Ü TANIYACAKSINIZ, ÖNCE DERDİNİZİ MODERNLEŞMEK Mİ YOKSA İLKELLEŞMEK Mİ OLUP OLMADIĞINA KARAR VERECEKSİNİZ, ÖNCE KAVRAMLARIN ANLAMLARINI ÖĞRENECEKSİNİZ, ÖNCE NEYİN NE OLDUĞUNU ÖĞRENECEKSİNİZ, ÖNCE EN AZINDAN BİRBİRİNİZİ ANLAYABİLECEK KADAR TARİH BİLGİSİNE SAHİP OLACAKSINIZ; YANİ ÖNCE BİLGİ SAHİBİ OLACAKSINIZ, ONDAN SONRA FİKİR SAHİBİ OLACAKSINIZ... YA O DEĞİL DE, KURBAN OLAYIM, NE OLUR, LÜTFEN, PLEASE; 1- BANA ATATÜRK'ÜN ŞU ALTI İLKESİNİ BİR ANLATIR MISIN? 2- DÜNYA VE TÜRK TARİHİNDEKİ TEMELLERİNİ, KÖKENLERİNİ, OLUŞUMLARINI İRDELER MİSİN NE OLUR? NOT: HER SORU 50 PUANDIR, SINAV SÜRESİ SİZE KALMIŞ VE İSTEDİĞİNİZ SORUDAN BAŞLAYABİLİRSİNİZ... Ayrıca Atatürk'ün eksikliklerini görmekten söz etmişsiniz... Birinin eksikliklerini görebilmek demek, o eksikliği giderebilmek demektir. Eksikliği görebilecek kadar erdemli olan insanlardan, O eksikliği giderebilecek kadar zeki ve bilgili olmaları da beklenir. Atatürk, toplumun her bireyinin sosyal hukuk çerçevesinde eşit haklara sahip olmalarını amaçladı ve o yönde çabaladı. Ve aynı toplumun farklı etnik kökenlere ve farklı inançlara sahip bireyleri birbirlerine ötekileşmesinler diye "Etnisitelere ve Dinlere Özgü" yasalar yerine, toplumun ortak değerlerini kavrayan yasalara ve yapılanmaya yöneldi. Siz şimdi Atatürk'ün bu yöntemini "Alevilere ve Kürtlere özgü yasalar getirmemiş?" diyerek sorgulama Erdemliliğini gösterebiliyorsunuz her zaman; aferin, eleştirebilme erdemliliğinin ilk koşulunu yerine getiriyorsunuz.. Peki, tamam, yıkalım Atatürk'ün anlayışını... Yerine koyduğun nedir Dominik, sen bana onu söyler misin? Eleştirici olabilme erdemliliğini tamamlayan yetiyi gösterebileceğini bildiğim için soruyorum... Eleştiri dediğin yapıcı ise erdemdir. Sadece yıkıp, yerine yenisini koyamıyorsa; Erdem değildir ne yazık ki... Yanılgıdır... Kafa karışıklığıdır... Hadi Sünni'ye özgü, Alevi'ye özgü, Hıristiyana özgü, Yahudi'ye özgü, Şii'ye özgü yasalar çıkaralım... Hadi Kürt'e özgü, Türkmen'e özgü, Boşnak'a özgü, Arap'a özgü, Azeri'ye özgü, Çerkez'e özgü yasalar çıkaralım... Ne olacak? İnsanları, birbirlerine ötekileştirmekten, inançlarını ve etnik kökenlerini mimlemekten, fişlemekten, insanları başkalaştırmaktan başka ne işine yarayacak bu söyler misin? Senin kimliğinde "Kürt/Türkmen/Çerkez" yazdığında, kimin kimliğinde Kürt/Türkmen/Çerkez yazıp yazmadığını daha çok önemsemeyecek misin? Senin kimliğinde "Sünni/Alevi/Şii" yazdığında, kimin kimliğinde "Sünni/Alevi/Şii" yazıp yazmadığını daha çok önemsemeyecek misin? Şimdi diyeceksin ki: "Ben nüfus cüzdanından din hanesi kaldırılsın istiyorum" diyeceksin... Ki külliyen çelişkindir bu. Bak Aleviler, kendilerine özgü yasalar istemiyorlar; dikkat et. Aleviliğin, diğer inançlarla aynı biçimde tanınmasını, aynı kategoriye alınmasını istiyorlar. Haklı bir talep. Bu talep o kadar haklı olduğu için din hanesinin kalkması gerekiyor zaten. Kendilerine has kanunlar da istemiyorlar... Senin dediğine bakalım: "Atatürk, aleviler için kanun çıkartmış mı?" İşte bunu diyebildiğin için Atatürk'ü ve Alevileri tanımıyorsun. Kürtçülere gelelim, neler istiyorlar ve neden Aleviler ile benzeşemezler. Çünkü Kürtçüler, ortak değerlerde birleşme kafasında değiller. Farklılıklarının, onlara özgü bir biçimde tanınması kompleksinde ve ezikliğindeler. Olay budur. Sen bir yandan gidip, nüfuz cüzdanından din hanesi kaldırılsın diyeceksin (ki toplum bireylerinin, inançlara dayalı ayrışmalarını/başkalaşlamalarını engellemeye yönelik, halkçı bir taleptir) Bir yandan da gidip "Alevilere özgü yasalar"dan söz edeceksin... Sonra bana gelip "Ben Atatürk'ü ve Alevileri tanıyorum" diyeceksin... Bir de sabah akşam iletişip, yazışıp, tartışacağız burada... Alevilere özgü yasalardan söz edeceksen, Nerede kaldı din hanesinin kaldırılması talebinin anlamı? Var mı böyle bir çelişki ya hu! Hiç boşuna kızmayın; Yazdıklarım açık ve nettir...
  15. "Okulda din dersi vermezsek, insanları Tarikatlerin kucağına itmiş oluruz!" lafı da çok hoşuma gider. Bu kadar çok inanılmış ama bu kadar çok boş başka bir laf da yoktur sanırım. Kimseyi kimsenin kucağına itmezsin merak etme. 80den önde Din dersi mi vardı da millet Tarikatlere yöneldi? Sen bilimsel ve çağdaş bir eğitim ver bakalım o insanlar tarikatlere yöneliyor mu? Ya da madem din dersi tarikatlere karşı bir alternatif; Ne zaman işe yaramış bu söyler misiniz? Din dersi dediğin şey, laik bir sistemde olmaz. Olursa da "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" diye bir ders olmaz. "Dinler Tarihi" diye bir ders olur ve genel olarak tüm dinler hakkında, tarafsız bir ders verirsin olur biter. Bu dersde yine bilimsel nitelikte olur; Birini diğerine üstün kılmadan olur. Yoksa din eğitiminin alınacağı tek yer aile içidir. Kılık kıyafet konusuna gelince; O konu ile ilgili devrim, 70 yıl kadar önce yapılmıştı zaten...
  16. O yüzden hep sadece Taraf'tan alıntılar yapıyorsunuz sanırım! Bir haberi paylaşma sorumluluğu hissediyorsanız, o haber ile bağıntılı diğer bilgileri de araştırma ve paylaşma sorumluluğu hissetmeli, nesnel yorumlarınızı dile getirmelisiniz. Dominik, ne yazık ki AİHM senin ve benim üzerimde ve daha nesnel bir karar yetkisine sahip. Şimdi, Laiklik ile ilgili karar işinize geliyor diye kabul edip, diğer karar size uymuyor diye reddettiğinizde, sorguladığımız şey AİHM değil, sizin gerçekliğiniz ve nesnelliğiniz oluyor. Zamanında Türban ile de ilgili davalar açıldı AİHM'ye ve çoğu da aynı akıbete uğradı; O zaman da AİHM'nin kararına saygı duydum, çünkü yine haklıydı. Kürtçe konusundaki karar da haklı bir karardır. Sizin düşüncelerinize uyup uymamasının da zerre kadar bir önemi yoktur. Kürtçe'de geçen hangi kelimeyi alırsanız alın, mevcut alfabe ile ifade edebilmektesiniz zaten. Diğerlerine gerek yok. Nevruz'a "Newroz" deyince Noel'i kastetmiş olmuyoruz, yine aynı günü kastettiğimiz anlaşılıyor değil mi? Ben şimdi "Nevruz" yazınca herhangi bir Kürt vatandaş çok başka birşey mi anladı? Hayır. Bundan başka diğer amaç zaten Kürtçenin Resmi ve Eğitim dili olması bakımından bu harflerin tanınmasıdır. Ee öyleyse bu ülkede Azeriler de yaşıyor, hem de oldukça fazla sayıdalar. Kafkasyada yaşayan kadar Kafkasyalı var neredeyse Türkiye'de... Kiril alfabesini de kabul edelim mi? Bu ülke de Rumlar da yaşıyor, onların da vatanı burası; Yunan Alfabesini de kabul edelim mi paşam? Bu ülke de hemen evde Kur'an var, hemen her evde müslüman var ve günde 5 vakit arapça ile ezan okunuyor. Arap alfabesini de kabul edelim mi efendim? Onu bırakın, Kürt olmayanları "Türk Irkçılığı" ile itham ediyorsunuz; Kim şimdiye kadar GökTürk Alfabesinin ya da Uygur Alfabesinin kabul edilmesini talep etmiş: Ama yine de bu ülkede Türkmenler var değil mi? Uygurcayı da, GökTürk Alfabesini de kabul edelim mi arkadaşım? Ya hu bu ülkede tek etnik unsur olarak sadece Kürtler YA-ŞA-MI-YOR... Ve bu ülke "Kürt Olanlar" ile "Kürt Olmayanlar"dan ibaret değil... Türk Vatandaşlarından ibaret... Koşullanmışlıklardan vazgeçmek lazım artık... Bu kadar da kafa karışıklığı olmaz...
  17. Yalnız, kimse alınmasın ve kişiselleştirme olarak algılanması ana Sevgili Dominik, aynı karar ile benzer bir biçimde alınan başka bir kararı nedense! görmezden gelmiş ya da zaten "işine yarayan şeyleri görebilen bir gazete"ye (Dominik'i değil, Taraf gazetesini kastediyorum; yanlış anlaşılmasın) odaklandığı için görmemiş. Fakat ne güzel ki Radya o haberi de alıntılamış... Ee tabiki bu karar, kimilerini "kafalarındaki Türkiye"yi yansıtmadığı için eleştirecek bir yer de bulamadılar sanırım. Ayrıca Türkçe içerisinde; Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, Rumca, Rusça, Ermenice ve hatta Soğdca bile kelimeleri mevcut. Fakat bu dillere özgü herhangi bir kelimeyi, Türk Alfabesi ile yazdığınızda da anlayabilirsiniz. Birkaç örnek vereyim: Hint-Avrupa dil ailesinden Türkçe'ye geçen "Kent" sözcüğünün İngilizce karşılığı "Center". Yine aynı kökenden gelen "Burç"un karşılığı "Burj"dur ama anlam değişmesi olmuştur. Yine mesela "Bilader" Farsçadan gelir ama İngilizce karşılığı "Brother"dir, çünkü Farsça ile İngilizce aynı kökenden gelirler. "Peder"in karşılığı "Father"dır örneğin. En bilinen örnek ise "Nevruz" ile "Newroz" ayrımı!'dır. Şimdi asıl konu şudur burada: Bunlardan, örneğin "Burç"u "Burj" diye yazmanın bir manası yok aslında. Ya da "Bilader"i çoğu kişi "Birader" olarak da kullanır ve "Birader" olarak yazmanın da hiç bir önemi yok. Veya "Brother" yazmanın da bir anlamı ve önemi yok. Kürtçede kullanılan her kelime asıl ve daha geniş çapta kabul edilmiş halleri ile mevcut alfabe ile yazılıp okunabilmekte ve anlaşılabilmekte. DemirEfe zamanında ayrıntılamıştı sanıyorum; Bir kelimeyi yanlış ya da farklı telaffuz etmek, o kelimeyi Kürtçe yapmaz. Türk Alfabesi şu an Kürtçedeki sözcükleri de ifade edebilir niteliktedir. Peki bu harfler konusundaki talebin iç yüzü nedir? Uluslaşma sürecini olgunlaştıran ve olgunlaştırabilecek her toplumda bir takım ortak bilinç zorunludur. Bunlar; Aynı topraklarda yaşamak, aynı ortak geçmişe sahip olmak, aynı ortak değerlere sahip olmak, aynı ortak ifadelere sahip olmak ve kendine özgü olmak gibi sıralanabilir. Kürtçü kesim, kendisini "Kürt Olmayanlar"a "Ötekileştirmek" için, aslında zaten kullanılabilir olan alfabeyi de değiştirmek istiyorlar. Yani yapay da olsa bir Uluslaşma çabası gütmeye çalışıyorlar ve ne yazık ki bu yeterli olgunlukta olmadığı ve en azından bir yüzyıl daha olamayacağı için çok iğreti duruyor. Nevruz'u Newroz diye ifade edip, bunun da "Kürtçe" olduğunu savunmak örneğin... Zaten yeterince komik ve basit. Bilmeyen yok sanırım: Bu ad tamlaması Farsçadır... Kürtçenin çoğu içeriği gibi...
  18. Söylediğinize katılmamak mümkün değil tabii ki; Fakat "Anayasa Değişikliği"nden neyin kastedildiği de önemli... Askerin sivil mahkemelerde yargılanması ile ilgili bir değişikliği mi kastediyorsunuz; Bir kimsenin, bir Ulusa hakaret etmesi ve hakir görmesi ile ilgili bir değişikliği mi kastediyorsunuz; yoksa Bir insanın ana dilini öğrenmesi ve geliştirmesinin önündeki engellerin kaldırılması konusunu mu kastediyorsuz; Ücretsiz Eğitim ve Öğretim hakkından mı söz ediyorsunuz... Neyi kastederek "Anayasa Değiştirilmelidir" dediğiniz çok önemli. Bugünkü Anayasa her ne kadar 82 Darbe Anayasası olsa da, tümde çer-çöp te değildir tabii ki. Yuvarlak cümleler kurduğumuzda, bir çok şey güme gidiyor... Ayrıca bir ülkede tabii ki kimse ne dilinden ne de düşüncesinde dolayı içeri tıkılmamalıdır. Fakat düşüncesini ve dilini neye göre ve nasıl kullandığı da önemlidir. Sorun yine ifadelerimizi yuvarlak bir biçimde dile getirmemizden kaynaklanıyor. Örneğin Faşizm bir "Düşünce/İdea"dır nihayetinde. Fakat demokratik olmayan bir düşüncedir ve örgütlenmesi de demokratikçe olamaz. Demokrasi içerisinde var kalmalı mıdır? Sırf bir düşünce diye hoş görülmeli midir? Yine Nazizm'de bir düşüncedir... Fakat "insanlar düşüncesinden dolayı içeri tıkılmamalı" diye onu da mı hoş görmeliyiz? Kürtçü kesimin yaptıkları bölücü propagandalar ve Etnik-Milliyetçilik/Irkçılık da birer düşüncedir. Ancak iş o yönde örgütlenmeye ve birer idea olarak diğerlerini ötekileştirmeye gittiğinde, Onlar da mı hoş görülmelidir. Türk Etnik Milliyetçiliği de aynı şekilde bölücü ve ayrıştırıcı bir düşüncedir. Düşünceler özgür kalsın diye onu da mı hoş görelim? Şeriatçılık da diğerlerinden daha tehlikeli bir biçimde ötekileştiricidir. Onu da mı hoş görelim? Yani şimdi "Kimse düşüncelerinden dolayı içeri tıkılmasın" gibi hoş ve doğru söylemlerin ardına sığınmak o kadar kolay değil. Birisi çıkar ve görüverir mazallah... İnsanların düşüncelerinden dolayı içeri tıkılmaması önermesinin doğru olması; Demokrasilerde, demokrasiye zarar verebilecek düşüncelerin yasaklanmasının ve önlenmesinin doğru ve gerçek olduğunu yanlışlayamaz. Başkaları Türk Etnik-Milliyetçiliği yaparken, onları "Demokrasi Karşıtı" olarak niteleyebiliyorken, Kendinize gelince Etnik-Milliyetçilik/Irkçılığı annenizin sütü gibi helal kılıyorsanız, Bu düşünce yapınızda ve ifadelerinizde bir eksiklik var demektir. Hele hele Etnik Milliyetçiliğe, Etnik Milliyetçilik ile karşılık veriyorsanız; Her iki tarafın da ne kadar sorun içerdiğini tartışma konusu bile yapmıyorum. Burada dikkat etmemiz gereken çok önemli bir konu var: Dilin yasaklanması ve Düşüncenin yasaklanması... Bir kişi Demokrasi-Karşıtı, Irkçı, Şeriatçı bir eylemden dolayı içeri atıldığında, Bunun adı çok masum bir biimde "Düşünce Suçlusu" oluyorsa, Ben buna "Düşünce Suçlusu" diyen kişinin dünya duruşundan şüphe ederim. Hitler de mi sadece Düşünce Suçlusuydu? Kaç Yahudi'yi kendi eli ile öldürmüş? Rwanda'da Soykırımı destekleyen ve katledilenleri, öldürülmesi gereken Hamamböceği olarak gören bir gazeteci hapsedildi. O da mı düşünce suçlusu sadece? Ahmet Türk, Mardin'li ev sahibi ona ev vermiyor diye şu cümleyi kurdu: "Hadi Türk olsa anlarım ama o da Kürt, niye vermedi anlamadım!" Ahmet Türk'ü de mi sadece düşünce suçlusu olarak niteleyeceksiniz? Yoksa böyle düşünmek suç değil mi? Ben desem ki "Hadi Kürt olsa neyse, ama bunu yapan adamın kökeni Türk" diyerek; Anında Irkçı olurum... Ama maşallah sizler onun başında olduğu ve ardılı partinin amblemleri ile dolaşıyorsunuz; Helal... Tarafsızlığınıza da helal ve şapka çıkarıyorum abi; bu kadar olur çünkü... Kaç kişi, onun bi ifadesinden sonra "Aaa gerçekten de Türk birisi olsa daha beterini yapardı" demiştir ya da dememiştir düşündünüz mü? Yoksa bir insanlık suçu mu işliyor? Düşünce Suçu ile İnsanlık Suçu arasında çok küçük bir fark vardır... Ve doğru söylemleri dile getirip, yanlış şeyleri savunduğunuzda Ortaya çıkan şey yamalı bohça gibi oluyor. Dil/Konuşma Yasağı'na gelelim. Sen çıkıp bu ülkenin bölünmesini, Kürtçe ile dile getirsen, İngilizce'de dile getirsen, Moğolca'da dile getirsen bu suçtur kardeşim. Sen gidip, senin yerel dilini anlamayan bütün bir ülke insanlarının içinde, bir isyan çıkarıp, o yerel dil ile örgütleniyorsun; Devlet bunun önüne geçemiyor. Bunun önüne geçebilmek için bulabildiği tek çare de o örgütlenmenin anlaşılamayan YEREL dilini yasaklamak oluyor. Yanlış bir karar, yanlış bir uygulama elbette ama sen başka çare bırakmıyorsan Önce kendi art niyetini, kendi bölücülüğünü sorgulayacaksın... Çok kısa bir örnek vereyim: İki arkadaş bir Kürt Mahallesi'nden geçiyorduk zamanında. Kaldı ki "Kürt Mahallesi" olarak anılmasının bile derin anlamı var: Sürü psikolojisidir... Neyse... Etrafımızı bir kaç Kürt arkadaş sardı. Biz Türkçe olarak ne olup olmadığını soruyoruz, ileride de arkadaşlarımızın olduğunu söylüyoruz; Anlıyorlar. Ama aralarında Kürtçe birşeyler konuşup, bir-ikisi de bizi oyalıyorlar. Sonra aralarından birisi ayrıldı ama biz amaçlarını anlayamadık; Yolun ilerisinde, arkadaşlarımızın gittiklerini gördük ardından. Bir kaç dakika sonra hepsi birden üzerimize çullandılar ve biz hala kötü birşey yapabileceklerini çok ta sanmıyorduk. Aradan sohbet etmek istermiş gibi yaklaşanlar oluyordu. Meğer, o sokağın ilerisindeki arkadaşlarımız yardıma gelemesinler, gelirlerse bizi gasp edemezler diye anlaşıyormuşlar. Şimdi aynı şekilde Doğu'da bir isyan çıktığını düşünün. Devlet müdahale ediyor ama YEREL dili bilmiyorlar, ülkenin ucuncaki bucağındaki her YEREL dili de bilmek zorunda değiller. Bizim yörük köyüne gittiklerinde de anlaşamıyorlar zaten, olabilir. Ama orada adamlar Kürtçe ile bir yandan devlete yaklaşıp, diğer yandan Kürtçe bilmeyen görevlilerin arasında Kürtçe istihbarat sağlıyorsa ne yapmalı Devlet söyler misiniz? Sen Kürtçe'yi bir isyanı örgütlemek için kullan. Devlete de Kürtçeyi yasaklamaktan başka çare bırakma. Ondan sonra "Benim Dilimi Yasakladılar" diye veryansın et. Oh ne ala memleket ya hu. Hem suçlu hem güçlü. İnsaf ya hu insaf. Bir kere de oturup düşünün: "Ya bizimkiler acaba devlete başka çare bırakmış mıydılar?" diye. Birazcık vazgeçin şu romantiklikten. Ve burada insanlara da kürtleri tanımıyorlar muamelesi yapmayın artık. 1000 yıldır kültürel ve tarihsel olarak bir arada yaşıyoruz. Bireysel yaşamlarımız da Kürtler içe içiç geçiyor hiç merak etmeyin. Kürtünü de Çerkezini de Lazını da Boşnağını da Alevisini de Sünnisini de Şiisini de Hıristiyanını da tanıyoruz bu ülkenin...
  19. Uğur Mumcu'nun yeri elbette ki tartışılamaz Ama ben Ahmet Taner Kışlalı'yı da en az Uğur Mumcu kadar severim. "Atatürk'e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği" başucu eserimdir. Hele o makalesinde ardarda yazdığı üç cümlesi vardır ki; Heralde yazmış olmayı isteyebileceğim en anlamlı tümcelerdir. Uğur Mumcu'nun Ahmet Taner Kışlalı'nın katillerinin bulunmasını, Burada "bulunmasını istiyoruz" diyerek propaganda olarak kullananlardan daha çok, ciddi, samimi ve art niyetsiz bir biçimde istiyor olduğumuzu tartışma konusu bile yapmam. O yüzden seninde bir "Uğur Mumcu" olmanı onurla takdir ediyorum ve şüphe bile duymuyorum; Fakat umarım bunu tartışma konusu yapmazlar diye umut ediyorum...
  20. Etnik-Milliyetçi tezlerinizi, "Balyoz Darbe Planı" gibi aslen boş ve gerçek-dışı ama popüler, pohpohlanmış, şişirilmiş ve revaçta bir sansasyonel propaganda haberi ile güçlendirmeye çalışmanız, tezinizi daha inandırıcı yapmıyor ne yazık ki. Kürtler kendilerine haksızlık yapmaktadırlar: Kendilerini, toplumun tümüne karşı ötekileştiren bir kültür algısına sahipler. Öyle bir toplumsal yapıya sahipler. Türkiye'de "Türkler ve Kürtler" yoktur. Türkiye'de tarihsel, bilimsel ve toplumsal olarak sadece "Türkler / Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları" ve bu uyruktan olmayanlar vardır. Biraz mürekkep yalamış Etnik-Milliyetçi Kürtlere göre ise Türkiye'de "Kürtler ve Kürt Olmayanlar" vardır. Yine bunlar, ne kadar aşiret sistemine karşı olduklarını söyleseler bile "Bizim Kültürümüz" diyerek değişmesinden korktukları, modernleşmesinden korktukları ve hatta bu uğurda komplekse girdikleri şey de yine bu toplumsal yapının onlara dayattığı kültürden başkası değildir... Değişime ve gelişime karşı "mürekkep yalamış bir direnç" gösterirler, ki en tehlikelisi de budur zaten. Onlar, "Kürt Olmayanlar"a da "Türk" demektedirler ki Türkiye'nin yani kendi ülkelerinin gerçeklerine ne kadar yabancı olduklarının da kanıtıdır bu. Zaten en gerçek dışı ve Türkiye aleyhine her ama her olaya da mal bulmuş mağribi gibi sarılmalarının nedeni de tam olarak budur: Kendi bildiklerine karşı duydukları öz güven eksikliği... Tabi ki buna söylenenleri çarpıtmak da eklenmelidir. Şöyle ki: Şimdiye kadar hiç kimse "Kürtçe Yasaklanmamıştır" demedi bu forumda. Ama sanki denmiş gibi hala laf oyunları ile "Sonrada diyorlarki Kürtler herhangi bir haksızlık yoktur, Kürt dili yasaklanmamıştır"... Ya hu kimse demiyor ki Kürtçe yasaklanmadı... Ne DemirEfe dedi, ne Politika'dan duydum böyle birşey, ne ben söyledim ne de diğer tartışmacılar! Ha gözümden kaçtı ise amenna ama sık sık da takip ediyorum; Yine de görmedim... Fakat sadece bu örnekte değil; Onlarca kere "Kürtler kendi dillerini yaşatmalıdır, devlet de bunun önündeki engelleri kaldırmalıdır" dediğimiz halde Yine de bizim Kürtçenin yasaklanmasını desteklediğimiz ima edilip duruluyor. Ya hu bu kadar büyük, bu kadar anlamsız bir kompleks olur mu? Bu kadar büyük ve ciddi bir algı karmaşası, algı yetmezliği olur mu? Ee olmaz ise; Bu bir art niyet değil midir? Hocam emin olun biz sizlerden daha çok eleştiriyoruz bu devleti ve yaptıklarını. Hatta sizden daha çok hesap soruyoruz... Fakat unuttuğunuz birşey var: Biz bu devlete aynı zamanda sahip çıkıyoruz.
  21. Hikaye anlatmadığımı çok iyi biliyorsun Dominik. Yazının içeriğine ve sorduğum sorulara karşılık verememene bakacak olursak, kafandaki kavram karmaşasının farkına varmış olduğunu görüyorum. Çünkü artık soruların da değişmeye başladı: Devlet'i suçlamaktan vazgeçip, neden devletin hala suçluları bulamadığını sorgulamışsın. Tabi bu iyiye işaret ama yeterli değil... Her zaman söylerim: Doğru yanıtlar, her zaman doğru sorular sorulduğunda elde edilir. Öncelikle şunu iyi bilmek gerekiyor: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Amerikan filmlerindeki gibi sistemli suikastlerle ayakta durabilecek ve bunları sürekli örtbas edebilecek kadar örgütlenmiş, yapılanmış bir devlet olamamıştır. Eğer olsaydı, ne Susurluk olurdu, ne Ergenekon gibi uydurma hikayeler. Siz 85 yıldır bir sistem kurup, devletin omurgasına yerleşeceksiniz; Sonra Akp gibi bir babayiğit parti gelecek, Ardından Taraf gibi bir gazete kurulacak, Domino taşı gibi kurduğun her şeyi öyle bir kerede yıkıverecekler, ortaya çıkarıverecekler. Böyle birşey sadece ikinci sınıf aksiyon filmlerinde olur, Steven Seagal'in oynadığı tarzda... Türkiye'de devletin! sorumlu tutulduğu şeylere ve devleti sorumlu tutanlara bakın. Hiçbir zaman kavramların gerçek anlamları ile hareket etmezler. Hatta kavram karmaşası yaratırlar. Devlet nedir, Hükümet nedir, Soykırım nedir, Ayaklanma nedir, Sağ-Sol nedir, Şeriat nedir, Laiklik nedir hiçbirisi bilmez. Bilmezlar ama hepsi hakkında da en çok konuşan onlardır. İlkel toplum yapısındaki geri kafalı, buram buram cehalet kokan ağalar-beyler, o yapıyı canları pahasına korumak için ayaklanmışlardır: Halkı da bu uğurda kandırıp katlettirmişlerdir... Ama onların bu isyanı "Mazlum Edebiyatı"na dönüştürülür... Kimse de çıkıp sormaz "Aga bu ne?" Orada iki hırsız mı ölmüş, tamam, o hırsızın hiç suçu yok... Vurun abalıya... Abdi İpekçi neden öldürülmüş... O yıllarda Aydın Doğan yeni yeni palazlanmaya başlamıştı ve Hürriyet'in satışı söz konusuydu. Nedense o yıllarda hemen tüm Oto Galeriler üç-beş arabadan fazlasını alamazken, Aydın Doğan 10-15'er araba alabiliyor! Devlet değil ama devletin içinde çöreklenmiş birileri sayesinde. Hürriyet'in satışı söz konusu olduğunda ilk talip te Aydın Doğan ama Abdi İpekçi buna karşı çıkıyor ve sattırmıyor Hürriyet'i Aydın Doğan'a. Bakıyoruz hemen ardından Abdi İpekçi, çömez bir tetikçi tarafından (ki büyük olasılıkla Ağca, Abdi İpekçi'yi adamakıllı tanımıyordu bile) öldürülüyor. Hemen ardından da Hürriyet'in satışı Aydın Doğan'a yapılıyor. Aydın Doğan hemen yükselişe geçiyor ve 80 darbesinin de ardından özel kanalların kurulması ile medyanın temeline oturuyor. İlk özel kanalı Turgut Özal kurdurtmuştu: Star... Ardından Doğan Yayın Grubu başlıyor... Toplumu içine alan terör olaylarını da unutmamak lazım... Siyasi olguları da unutmamak lazım... Dominik ne istersen diyebilirsin canım arkadaşım. Fakat söylediğin cinayetleri devlet işlettirmemiştir. Ancak söylediğin cinayetlere göz yuman ve belki de onları organize eden kişiler kesinlikle var devletin içerisinde. Sorun, devletin, Uğur Mumcu'nun katillerini neden bulup bulamadığı değil. Uğur Mumcu'yu da katledenler, Ağca gibi akli dengesi pek yerinde olmayan kimselerdi büyük olasılıkla. Gerçi şunu da unutmamak lazım: Bahriye Üçok'u katleden bombayı kabul eden Kargocu Kız, DTP'nin genel başkan yardımcısı Gülay Çalap idi... Ama eminim Dominik, sen Bahriye Üçok cinayetinde bile bir kere bile Gülay Çalap'ı sorgulamamışsındır; Öyle mi? Uğur Mumcu'yu da başkaları öldürmedi, emin olabilirsin bundan.
  22. Uğur Mumcu, Devlet ile Mafya İlişkisini değil, Mafya ile Devlet içerisinde yuvalanmış uzantılarını deşifre ediyordu. Arada dağlar kadar fark var. Yeryüzünde hiçbir otoritenin "Bozuk düzeni devam ettirmek" gibi bir amacı yoktur. Bozuk Düzen dediğiniz yapıda, yöneticiler de güvende değildir ve onlar da güvende olmak için belirli bir düzeni sağlamak isterler kaçınılmaz olarak. Söylediğiniz zaten en üst seviyede çelişkili bir ifade ve tutarsız. Her otorite, amacındaki düzeni kurmak ister ve ona göre hareket eder. "Devletin Bozuk Düzeni" dediğinize bir bakalım, kimler neyi devam ettirmek istemiş Türkiye'de: 1938'e kadar Atatürk'ün örgütlediği ve Türk Ulusu'nun olgunlaştırdığı Devrim süreci ve yasaları işlemiş. 1950'ye kadar İsmet İnönü'nün Tek Adamlığı ve 2. Dünya Savaşı'nın etkilediği katı süreç; 1945 sonrasında ABD'ye yanaşan çok partili süreç: Atatürk'ün politikalarından kopuş dönemi. 1950-60 arası Menderes'in Muhafazakar ve Toprak Ağalarını kayıran, ABD güdümünde ve dini provake eden dönemi; ilk borçlanma, imam-hatiplerin arttırılması, din örgütlenmelerinin kurulduğu dönem: İlim Yayma Cemiyeti gibi... Atatürk'ün dönemine tümüyle ters bir dönem. 1960-80 arası tamamen değişim süreci. Kıbrıs sorunu ve Ermeni sorunu üst seviyede; Asala bir yandan, Kıbrıs'ta Megalo İdeacılar bir yandan. Dönemde Ecevit, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ikinci Devlet ve Fikir Adamı karakterinde, Atatürk'ten sonra. Sonra da zaten kimse yok artık o özellikte ama Ecevit'in yükselişi Atatürk gibi olmuyor tabi. Rejim karmaşa içinde. Dincilere oynayanlar var, Irkçılığa göz kırpanlar var. Devleti yönetenler arasında bir istikrar bile yok; toplum karmaşa içinde... 1980'den sonra ABD güdümlü darbe ve kapitalizmin iliklerimize işlemeye başladığı dönem. Özal başa gelmiş, ABD güdümünde. PKK, Asala'nın bittiği yerden başlamış. 2000lerden sonra AKP iktidarı; %100 ABD güdümlü... Yani Atatürk'ten sonra devlet yönetiminde ne ideolojik ne de sistematik olarak bir istikrar göremezsiniz. Tek bir dönemde bile istikrarsızlıklar en üst seviyededir. Siyasi ve İdeolojik çatışmalar, memurluktan tutun bürokrasiye kadar her sevide en göze batıcı biçimdedir. Peki bu karmaşada, devlet dediğiniz sistem, hangi ideoloji için kimi öldürecek? Hangi tutarlı ideoloji için kafaları karıştırmak için Uğur Mumcu'yu öldürecek? Ya hu yapmayın, Türkiye Tarihi'ni hadi diyelim ki okuyorsunuz ama hiç mi sorgulamıyorsunuz. "Bozuk Düzeni Devam Ettirmek"miş... Bizim köyde bir laf vardır: "Lafa bak, çay demle" derler. Ardından kim bilir daha ne hikayeler çıkacak, oturalım da dinleyelim diye... Hiç bir sistemde, hiç kimse bozuk düzenden kar elde edemez. Ya hu hangi devlet mercileri bu? Bunun istihbaratını nereden alıyorsun Dominik? Kim yok etmiş delilleri, nerede yok etmiş? Spekülasyonlara ve hatta hayallere inanıp bir de senaryolar, komplo senaryoları yazıyorsunuz. Sanırım o "Kahraman Amerikalı" imajını yayan, hani devletten birilerinin habire komplolar düzenlediği ama kahraman Amerikalının çıkıp, sistemi eleştirip, kendi haklılığını ispatladığı filmler çok izlenmiş. "Zor Ölüm" "Komplo Teorisi" "Tetikçi" falan, bunlar hep film bak, gerçek değil onlar. Hadi Türkiye'nin gündemini "Kurtlar Vadisi"nden takip edenleri belki anlayabilirim de; Türkiye'nin gündemini Amerikan filmlerinden takip etmekte... Kusura bakmayın yani... Bunu acizlikle ne ilgisi var? Devlet dediğiniz Tanrı-Devleti değil heralde. Siz ne sanıyorsunuz anlamıyorum; Devlet öyle her istediğini anında yaklayacak, anında yargılayabilecek bir mekanizma mı? Daha yıllardır Özdemir Sabancı'nın katili Fehriye Erdal'î Türkiye'ye getirtemedi bu devlet, neyden bahsediyorsun sen? Bak sana çok küçük bir örnek vereyim Dominik: Şu Deniz Feneri davasında sorumlular Almanya'da suçlu bulundular değil mi? Almanya'da dosyayı Türkiye'ye yolladı ama hala Türkiye'de bu adamların üzerine gidilmedi. Bak bunun hesabını kime sorarsın sen? AKP'ye mi yoksa "Devlet mi cevaplasın?" dersin? Elbette ki "AKP cevaplasın" dersin. Çünkü sorumlusu ve işin ucunda olanlar, hukuki olarak da onlardır. Şimdi bak canım arkadaşım; Cumhuriyet, en basit ifadesiyle halkın kendi kendini yönetmesine imkan sağlayan örgütlü devlet yönetimidir. Devleti de toplum ve onun örgütlediği kurumlar ve seçtiği yöneticiler oluşturur. Dolayısıyla "Devlet" dediğinde, bir belediyeden tut cumhurbaşkanına kadar, sivil toplum örgütlerinden sana-bana kadar herkes girer işin içine bu rejimde. Yani bak önce doğru soruları sorman lazım ki seninle anlaşabilelim. Doğru soru "Uğur Mumcu'yu devlet mi öldürttü?" değildir. Doğru soru şudur: "Uğur Mumcu'nun katledilmesinde, devlet içinde kimler sorumludur?" Anladınız mı? Ha soruyu iyice öelleştirmek istiyorsanız şöyle de sorabilirsiniz: "Uğur Mumcu'nun öldürülmesinde, dönemin hükümetini sorumluluğu ya da parmağı nedir?" Daha da mı uç noktaya gideceksiniz; şöyle sorun: "Uğur Mumcu'nun katledilmesini, devlet içinde kimler sağlamıştır ya da göz yummuştur?" Ama çıkıpda soruyu "Devlet mi işledi?" diye sorup, "Evet, devlet işledi" diye yanıtladığınızda, Bu işlerden birazcık anlayan birisi bile size şunu sorar: "Hele bir gel de sen bana 'devlet' nedir, 'cumhuriyet' nedir, 'yönetim erki' nedir, 'yönetim ilişkileri' nedir; bunları bir anlat?"... Ondan sonra yanıt veremezsiniz mazallah... Uğur Mumcu'yu devlet öldürmemiştir. Öncelikle hem Türkiye Cumhuriyeti, bu türlü ortak karara dayalı ve provakatif cinayetler işleyebilecek derecede katı bir yönetim geleneği geliştirememiştir; Hem yönetim kadrosunda böyle bir tutarlılık yoktur (katliam bile olsa tutarlılık gerektirir), Hem de devleti yönetenlerin kendi kafaları zaten karışıktır, tutarsızdır, ne için kimi öldürebilirler? Onu bırakın, dediğim gibi devlet sadece yöneticilerden oluşmaz. Kaldı ki siz "Devlet öldürdü" derken neyi kastediyorsunuz bu bile açık değil ki? Yani size göre "Devlet kimdir" ki "Uğur Mumcu'yu o öldürmüş olsun?" Hadi deseniz ki "Şu iktidar/hükümet öldürtmüştür" deseniz, amenna, o zaman anlarım. Diyelim ki MHP öldürtmüştür, o anlaşılır. Diyelim ki RP öldürtmüştür, bir açıklaması olabilir. Diyelim ki CHP öldürtmüştür, bir açıklaması olabilir. Ama sen "Devlet öldürdü" dediğinde neyi kastediyorsun? Mesela ben sıradan bi memurum ve o "Devlet"in bir parçasıyım ama Uğur Mumcu'yu ben öldürmedim? Ahmet Taner Kışlalı da öldürmedi onu! Veya Deniz Baykal'da değildi kurşunu sıkan ya da sıktıran veya arabalara bombaları koyan! Hatta belediyenin çaycısı da değildi onu öldüren! Yani Dominik, önce kendi kafandaki o kavram karmaşasına bir son vermelisin Ve ondan sonra devletin, karmaşanın devam etmesi için!!!!!!!!!!!!!!! adam öldürttüğünü iddia etmelisin: Tabi kafanızdaki kavram karmaşası son bulduğunda, böyle bir iddianın hala mantıklı olabildiğine inanabilirseniz... Sen sanırım 85 yıldır baştaki kişinin hep Atatürk olduğunu ve Atatürk'ün hala ölmediğini sanıyorsun. Bence her 10 Kasım'da, "Taraf" hariç, herhangi bir gazete alıp okumalısınız. "Taraf" okuyorsanı, Atatürk'ün ölmüş olduğunu bilmemeniz normal: Görmezden gelir çünkü o gazete... Devlet, bütünüyle örgütlenmiş ve kendi kendini yöneten halk kitlesidir. Belirli bir çerçevesi ve yapılanması vardır. Hükümet ise o halkın seçtiği yönetici kesimdir ve dönemlik olarak başa gelirler. Toplum üzerindeki bir çok yaptırımdan sorumludurlar. İdealleri çerçevesinde cinayette işlettirebilirler, yolsuzluk da yapabilirler, savaşa da girebilirler. Devlet ile Hükümet dediğiniz şey apayrıdır. Devlet, tüm kurumları ve kuruluşları kapsar... Hükümet ise sadece yönetimde bulunurlar; her kurumu yönetmek hakları da yoktur. Bence çelişkinizden çok kavram karmaşasına sahipsiniz...
  23. DemirEfe... "Ben bu konuda ipe sapa gelir hiçbir şey bilmiyorum bu yüzden gözüm kapalı eleştiriyorum, gelişine vuruyorum" diyemeyenlerin söyleyebildiği tek şey: "Devlet şunu yaptı, devlet bunu yaptı; hesabını versin"dir. Devlet içinde terörden nemalanan insanlar var olabilir, olmuştur, olacaktır. Devlet içinde başka hesapların adamı olan, başkalarına çalışanlar olmuştur, olacaktır. Uğur Mumcu gibi aydınlar susturuldu: Belki devlet içinden destek veren kimselerin istihbaratı ve aracılığı ile susturuldu; Belki de başka bir şekilde... "Aydın Katliamları"nı diğer terör eylemlerinden ayrı olarak ele alıp arkasındaki anlamaya çalışmak, Annesi, babası, kardeşi ile nüfus kağıtları ve dna raporlarıyla karşımıza gelen birisini hala "annen kim, baban kim, kardeşin kim" diye saatlerce, günlerce sorgulamaya benzer. Asala dediğimiz terör örgütü çıkmıştır meydana zamanında ve hedefleri her zaman diplomatlar, bürokratlar, büyük elçiler olmuştur... Neden? Bir ülkenin elçisi, diplomatı, konsolosu; O ülkenin dışarıdaki başkanı ve tek temsilcisidir. Eğer yeteneksiz ise, dış ilişkileriniz de o kadar berbattır ve güçsüzdür. Katledilen diplomatlara bakın: Hepsi öldürüleceklerini bile bile görevlerini terketmemişler ve Atatürk'ün zamanında yetişen ilkeli diplomatlardır. Yerlerine gelenlere bakın: O kadar ilkeli ve iradeli değildirler. En son örneğini İsrail'de gördük... Geçen senelerde Tayyip'in Avrupa'da azarladığı diplomatları, büyükelçileri falan saymıyorum bile. Hatta Mecliste kendisinden daha yetkili birisi olmayan Meclis Başkanı'nın bile azarlanmasını da saymıyorum. Ne tesadüf değil mi? Asala, bir ülkenin dış ilişkilerinde bel kemiği olan diplomatlara yönelmiş hep... Topluma ya da aydınlara yönelik çok büyük ve etkili, ayrıştırıcı eylemlere girişmemiş... Çünkü bu görevi başkası almış: Asala'nın bittiğinin ya da daha doğrusu görevini tamamladığının ertesi sene PKK çıkmış ortaya: Ah aman bu da tesadüf; Devlet çıkarttı onu ortaya değil mi? PKK neye yönelmiş? Topluma... Türk ve Kürt ayrımını silahlı çatışma ile ayrışmaya çekmiş... Görevini tamamladı mı? Bugün siyasi arenaya da atılarak tamamlama yolunda... Peki Aydınlar? Dinci terör örgütleri de aydınları hedef almış çoğunlukla. Onlara odaklanmış... Senin dediğin gibi DemirEfe; İlkeli diplomatların yerine yeteneksizleri gelsin diye Asala vardı... Aydınların yerine satılmışlar gelsin diye Dinci Terör örgütleri vardı... Toplumu ayrıştırsın diye PKK terör örgütü vardı... Ve bugün o ilkeli aydınların yerine komprador kalemşorlar var: Altan baba ve oğulcukları gibi... Fatih Altaylı gibi... Bir devleti ve devrimi ayakta tutan şeyler şunlardır: Yetenekli ve İlkeli ve kadro... Toplumsal Barış ve Toprak Bütünlüğü... Ve Devrime sahip çıkan, halkı aydınlatan bir Aydın kesimi... Ne tesadüf ki Asala, PKK, Dinci terör örgütleri sanki iş paylaşımı yapmış gibi ayrı ayrı bu görevleri odaklanarak almışlar. Asala görevini tamamlamış, çekilmiş. Dinci terör örgütleri görevini tamamlamış, çekilmiş. PKK ise görevini hala tamamlayamamış, hala piyasada. Peki, bir devlet kendi kendisini yok etmek ister mi? İstemez. Peki bir devlet, kendisini ayakta tutan bu koşulların farkında değil midir? Elbette farkındadır. Peki bunu bile bile, o unsurları yok eder mi bir devlet? Kesinlikle hayır. Eğer birazcık bu işlerden anlıyorsanız, birazcık insanlık namına bu işlere gerçekten kafa yoruyorsanız Ve kuyruk acınız yoksa; Yani tarafsızsanız, yani bu ülkenin insanlarını düşünüyorsanız, yani ülkenizi ve gerçekleri önemsiyorsanız; Ne PKK'nın, ne Asala'nın ve ne de Dinci terör örgütlerinin devlet tarafından desteklenmediğini bir ilkokul çocuğu olsanız bile anlarsınız. Ha ama devletin içinde, bu katliamlar için jurnalcilik, ajanlık yapan yok mudur? Var elbette. Devleti bazı hataları yapmaya götüren işbirlikçiler yok mu? Kesinlikle var. Bugün Tayyip Erdoğan için "Vatansever" olmadığını ve ülkenin menfaatlerini düşünmediğini söylüyoruz. Ki bence kesinlikle öyle zaten. Peki tüm Akp'liler mi öyle? Hiç sanmıyorum. Tüm meclistekiler mi öyle? Kesinlikle değil. Ama aralarında ve başlarında, böyle sızmış kimseler var ve kesinlikle var. Kaldı ki "Devlet" dediğiniz nedir? Habire devleti suçluyorsunuz... "Devlet suçludur" demek şu demektir: "Ben bu işlerin ne olup olmadığını bilmiyorum"... Devlet, senin-benim oluşturduğumuz siyasal ve toplumasl örgütlenmedir. Çünkü rejimimiz "Cumhuriyet"tir ve Cumhuriyet'in devlet tanımı da budur. Eğer monarşiden söz etseydik, "Devlet" dediğimizde sadece yöneticileri kastediyor olabilirdik... Ve devleti gerçekten suçlu olarak tanımlayabilirdik. Dolayısı ile her sözünde devleti suçlayanlar; Daha rejim nedir, devlet nedir, yönetim ilişkileri nedir ne değildir onu bile bilmiyorlar. Kastedilen iyi-kötü eylemleri yapan ise devlet değil, hükümetlerdir. Devleti suçlamak alışkanlığı ise, Uğur Mumcu'nun dediği gibi: "Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olanlar"dan kaynaklanmaktadır. Şimdi arkadaşlarımız çıkıp, satır aralarından medet umup, hala: "Şunun hesabı, bunun hesabı" diyeceklerdir. Boşuna demesinler: Çünkü, Yazdıklarım açık ve nettir...
  24. Hala "Atatürkçü Devlet" deyip duruyorsunuz. Atatürk'e saldırmakla elinize çok şey geçmeyecek ne yazık ki; Sadece aklımızda bunu neden yaptığınıza dair soru geliyor. Bakalım Atatürk'ün Devleti nasılmış; Sizin bahsettiğiniz Atatürkçü Devlet nasılmış... Ondan sonra karşımıza iki şey çıkacak: Ya siz Atatürk'ün devlet anlayışını pek bilmiyorsunuz... Ya da bu türlü benzetmeleri kasıtlı yapıyorsunuz... Bilemiyorum... Atatürk Anti-emperyalist bir mücadele vermiş Devrimci bir kimliğe sahiptir ve 15 yıl boyunca yönettiği devlet de bu çizgiden ayrılmamıştır. 17 yıl önce, 1950lerden beridir kapitalistleşmeye özenen, kapitalizmin yuvası olmuş bir devletti Türkiye; hala da öyle. Yani Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk'ten sonra Atatürkçü olamamıştır. Atatürk, Ordu ile Siyaseti kesin olarak 1926lardan beridir ayırmış ve onun zamanında Ordu hiçbir şekilde siyasete müdahale edememiştir. 17 yıl önce, 1960lardan beridir 4 kere ordu tarafından darbe yemiş ve Uğur Mumcu öldürüldüğünde darbe olalı 13 yıl olmuştu ve öldürüldükten 4 yıl sonra da darbe niteliğinde bir eylem oldu. Yani Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk'ten sonra Atatürkçü olamamıştır. Atatürk, İmam-Hatip okullarını sınırladığı gibi pozitif eğitime önem vermiş ve dini eğitim veren ya da din toplumu yaratan kurumları ortadan kaldırmıştı. 17 yıl önce, Uğur Mumcu öldürülmeden önce, İmam-Hatiplerin sayısını 40,000lerde tespit etmişti ve devletin başındakiler İmam-Hatip açmak için yarışıyordu. Özellikle 1950den sonra siyaset, meydanlarda kimin daha çok "Allah" diye haykırabildiğine bağlı olmuştu. Atatürk siyaset ile dini ayırmıştı. Yani Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk'ten sonra Atatürkçü olamamıştır. Atatürk, Milletler Cemiyeti/Cemiyet-i Akvam kurulduktan sonra başvurmak yerine, çağırılmayı yeğlemişti ve onurlu bir devletin bunu yapması gerektiğini vurgulamıştı. Biz özellikle 1970lerden beridir Avrupa Birliği'ne girmek için adamların ayakları altında halı olduk. Yani Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk'ten sonra Atatürkçü olamamıştır. Atatürk, Türk Askeri'ni bir "Halk Ordusu" olarak Emperyalizme karşı örgütledi ve öyle yapılandırdı. 1950lerden sonra Nato'ya girmek için orduyu Emperyalizm'in adamlığını yapsın diye Kore'ye gönderdik. Yani 17 yıl öncesiki devleti bırak, 1950lerin devleti de Atatürkçü değildir ve olamamıştır. Atatürk, tüm mazlum toplumların özgürlüğü için örnek olabilmeyi amaçladı. 1945lerden sonra Türkiye, özellikle 1980lerden sonra çok açık ve aktif bir biçimde mazlum devletlerin sömürülmesi için basamak olmaya çalıştı. Hele bugün zaten artık sömürü düzeninin eşbaşkanlığını yapıyoruz. Yani Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk'ten sonra Atatürkçü olamamıştır. Atatürk, öldüğü döneme kadar Feodalizle ve o ilkel, çağdışı toplum yapısı ile tam ve tutarlı bir devrimci yapılanma göstermiştir. Dersim'den tutun, Şeyh Sait'e kadar hepsinin gerçek yüzünü bilinmektedir. Atatürk'ten sonra tüm iktidarlar, özellikle 1950lerden sonra DP, hep toprak ağalarına oynamışlar, aşiretlerle işbirliği yapmışlardır. Yani Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk'ten sonra Atatürkçü olamamıştır. Atatürk, halkın eğitimi için Köy Enstitülerinin temelini atmıştır, örgütlemiştir. O ölünce kapatılmıştır bu enstitüler; halk bilmez bırakılmıştır. Çünkü Köy Enstitüleri, ağalığa ve feodalizme karşı halkı bilinçlendiriyordu. Yani Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk'ten sonra Atatürkçü olamamıştır. Atatürk, öyle propagandasını yaptıkları gibi Türk-Kürt ayrımı yapmamıştır. Özellikle 1960lardan beridir ve 1980den sonra aktif bir biçimde iktidarlar Türk-Kürt ayrımından nemalanmaktadırlar. Yani Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk'ten sonra Atatürkçü olamamıştır. Daha onlarca örnek ve karşılaştırma koyabilirim karşınıza. Uğur Mumcu, sizin sahip çıkacağınız bir dünya görüşüne sahip değildir; Kaldı ki "yaşasaydı" diye umut bağlamayın ve bence derhal birkaç kitabını alıp okumalısınız... "Yaşasaydı şunu düşünürdü, yok yok bunu düşünürdü" demek çok farazi, çok gereksiz. Adamın yazdıkları belli, söyledikleri belli, yaptıkları belli... Yaşasaydı neyi savunacak olduğu da çok belli; Yalçın Küçük gibi, Doğu Perinçek gibi kaygan birisi mi sanıyorsunuz Uğur Mumcu'yu? Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu, Bahriye Üçok; İlkeli olmanın simgesidirler merak etmeyin... Şimdi asıl soruma gelmek istiyorum: Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk öldükten sonra kesinlikle Atatürk'ün ilkelerini yaşatabilen bir devlet olmamıştır. Cemal Kutay mesela, Türkiye Cumhuriyeti'ni ikiye ayırır ve Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin 10 Kasım 1938'de yıkıldığını söyler hep. Doğru düzgün açıp tarihi okuyanlar da çok farklı birşey göremez zaten, Cemal Kutay ile siyasi açıdan aynı şeyleri düşünmesem/düşünmesek bile... Atatürk'ten sonra kalan devletin Atatürkçü olmadığı gün gibi ortadayken Neden buna rağmen, yapılan her türlü aşırılığı, haksızlıkları Atatürk'e mal ediyorsunuz? Bunu gerçekten çok merak ediyorum ve umarım yanıtlarsınız. Binlerce kere söyledim: İnsanların "Ben Atatürkçüyüm" demesi, onların yaptıklarını ya da onları Atatürkçü yapmaz. Amerika, Irak'ı "Biz demorkatiğiz ve özgürlükçüyüz, Irak'a da demokrasi ve özgürlük götürüyoruz" diye işgal etti. 2 milyondan fazla insanı katletti; belki de daha fazla. Şimdi ABD, kendisi için "Ben demokratik ve özgürlükçüyüm" dedi diye gerçekten "Demokratik ve Özgürlükçü" mü oldu? Ya da "Demokratlık ve Özgürlükçülük" demek, sırf ABD kendisini öyle adlandırdı diye İşgalcilik, katliamcılık ve sömürgecilikle aynı anlamda mı oldular? Tabii ki hayır... Milyonlarca insan var dünyada Müslüman olan. Aralarından teröristi de çıkıyor, en mükemmeli de. Şimdi terörist olup da bu terörizmi Kur'an-a dayandıranlara bakıp: "Aaa bakın İslam terör dini" diyebilir miyiz? Ya da Ortaçağ'ın engizisyon mahkemelerine, haçlı seferlerine bakıp Hıristiyanlık için "Aaa hıristiyanlık çok cani, gaddar bi din" diyebilir miyiz? Ama hepsi de hıristiyanlık adına yapılmıştır! Hıristiyanlık kullanılmıştır. Veya Sovyetler Birliğinin Kafkaslarda yaptıklarına bakıp: "Aaa bakın sosyalizm ne kadar cani bi idea" diyebilir miyiz? Amerika'nın yaptıklarına bakıp, Demokrasiden ve özgürlükçülükten vazgeçebilir miyiz? Fransa'nın Cezayir'de yaptıklarına bakıp, Devrimcilikten vazgeçebilir miyiz? Bilgisayarımız bozuldu diye tekonolojiden vazgeçebilir miyiz? Cüzdanımız çalındı diye bankaları kapatabilir miyiz? Gözümüze kıymık kaçtı diye ormanları mı yakalım? Soruları daha da abesleştirebilirim ve daha da basitleştirebilirim. Çünkü Atatürk'ten sonra Atatürk'ü zerre kadar benimsememiş ve onu zerre kadar takip etmemiş Ama hep onun arkasına sığınmış bir sistemi inadına "Atatürkçü" olarak nitelemek zaten yeterince abes ve basit.
  25. Özrünüzü seve seve kabul ediyoruz ama öncelikle bazı yanlışlarını düzeltmemiz gerek. Özrünüzü de bu yanlışlardan dolayı dilemeniz gerek. İfadenizden anlaşıldığı üzere adını saydığınız isyanları "Kürt İsyanı" olarak tanımlıyorsunuz. Oysa ki toplumsal olaylar, çıkış amaçlarına ve yapılarına göre adlandırılırlar. Mesela İran İslam Karşı Devrimi'ni "Fars Devrimi" olarak adlandıramazsınız. Farsilerin yaşadığı bir ülkede gerçekleşmiştir ama öyle adlandıramazsınız. Çünkü Farsilik temelinde değil, islamiyet temelinde ortaya çıkmıştır. Çin Devrimi için "Budist Devrimi" diyemezsiniz. Çinlilerin büyük kısmı öyledir belki ama Çin Devrimi Budizmden almaz temelini. Adını verdiğiniz isyanlar "Kürtlerin yaşadıkları bölgede" çıkmış olmalarına rağmen, "Kürtçülük Bilinci" ile çıkmış değildir. O yüzden "Kürt İsyanı" değil, "Aşiret İsyanı"dırlar. Örneğin Şeyh Sait İsyanı bir Karşı Devrim hareketidir ve Şeriatçı bir harekettir; Kürtçü kimliği yoktur. Dersim İsyanı da Aşiretlerin İsyanıdır, Zaza Kimliği ile çıkmış değildir. Toplumsal olayları bu kadar yanlış adlandırıp, bir de ne için özür diliyorsunuz anlamadım? Türkmenler/Oğuzlar o tarihlerde henüz Müslüman değillerdir. Sadece Selçuklu ailesi ve önde gelenleri Müslümanlığı kabul etmişlerdir, o kadar. Kürtlerin de Türkmenleri kabul etmeleri gibi bir durumları olmamıştır; Türkmenler kimseye de "Bizi kabul eder misiniz?" diye sormamıştır. Kürtler o dönemde Türkmenlere karşı koyabilecek siyasi bir örgütlenmede değillerdir. Ya da onları kabul edebilecek bir siyasi örgütlenmede değillerdir. Malazgirt'te Bizans'a karşı savaşmalarının da o kadar önemi yok. Eğer olsaydı, Malazgirt'ten sonra Diyojen'i esir alanlar Türkmenler değil, Kürtler olurdu. Ve o savaştan sonra Bizans Anadolu'ya Turchia değil Kürdistan derdi. Bizans'ın Selçuklulara karşı kurduğu orduda da Peçenek Türkleri vardı. Ne demek oluyor bu, Türkmenler de Peçeneklere karşı mı savaşmış demek oluyor? Ama o dönemki Kürtlerle gurur duymalısınız; Bir siyasi örgütlenmeye katıldıklarında, onlara ihanet edip, bize ayrıcalık verin dememişler sanırım. Savaşlar, o savaşa katılan birliklerin değil, O savaşı kazanan asıl örgütlenmenin, asıl siyasi teşkilatın adıyla anılırlar. Malazgirt'i, Dandanakan'ı kazanan siyasi örgütlenme Türkmenlere/Selçuklular'a aittir. Yardımlarınızın karşılığını da zaten aldınız o dönemde. Çaldıran mı sizin savaşınız değil di? Gidin bir araştırın bakalım İdris-i Bitlisi o savaşa girmek için Kürtleri nasıl örgütlemiş. Gidin bakın bakalım Kürtler, Şah İsmail'den korkup, nasıl da Osmanlı'yı desteklemişler. Ayrıca İranlılar değildir o savaşta karşı tarafta olan; Şah İsmail'dir. Şah İsmail'de İranlı/Farsi değildir; Türkmendir. Bizdendir, düşman değildir. Asıl düşman olan Osmanlı'dır ve Kürtler de onların tarafını seçmişlerdir. Türkmenleri katlettirmişlerdir. Bugün Alevi-Sünni düşmanlığının nedeni de budur; Sünni/Şafii Kürtlerdir. Sırf Osmanlıdan nemalanmak için Alevileri katletmişlerdir. İranlılara karşı binlerce kayıp vermediniz siz, Şah İsmail'e karşı verdiniz. Şah İsmail'in devletinin İran'da olması onu İranlı yapmaz. Şah İsmail'i destekleyen Alevi Türkmenlerini katlettiniz Osmanlı ile birlikte olup. Anadolu'daki Alevi Türkmenleri, Balkanlara sürdürttünüz. Osmanlının Alevi/Türkmen Soykırımının baş silahdarlığını yaptınız. Alevi Türkmenleri Kürtleştirdiniz ve asimile ettiniz. Bu yüzden bu özrünüzü kabul etmiyorum. Çünkü özrü dilenilebilecek kadar hafif bir suç değil bu. Çanakkale'de ölen Kürtlerin adlarını bana sayar mısın? Çok merak ettim yaa, lütfen bir sayar mısınız, bakalım kaç Kürt varmış da oluk oluk kanları akmış? Osmanlı Askeri Teşkilatlanmasına göre oluşturulan Hamidiye Alayları ve bu doğrultuda hazırlanan kanunname uyarınca Hamidiye Alaylarını teşkil eden Şafii/Kürtler kendi memleketlerinden başka bir yerde savaşa katılamazlar. Başka bir yere savaşmaya gönderilemezler. Bu örgütlenme sayesinde Kürtlerin büyük kısmı memleketinde savaşmış ve çok az bir kısmı ancak Çanakkale veya diğer cephelerde savaşma imkanı bulmuştur. Onların da kaçabileni kaçmış ve bu kaçanlar, sonradan Şeyh İsyanı'na katılmışlardır, kaçarken yanlarında getirdikleri silahları da bu isyanda kullanmışlardır. O silahlar isyan sonunda ele geçmiş ve tespit edilmiştirler. Çanakkaleyi etnisiteye vuracaksak eğer, Orada düşmanı geçirtmeyenler Kürtler değildir, heveslenmeyin... Biraz da tarih okuyun lütfen... Yanlış yaptığınız şey ise Çanakkale'de savaşmak falan değil; Hamidiye Alayları ile Araplar, Ermeniler ve Türkmenleri Kürtleştirmenizdir. Osmanlı'dan rant kapacağım ve Aşiretimi koruyacağım diye insani değerlerden uzaklaşmalarıdır yaptıkları yanlış. Şimdi de çıkıp "Bizi Asimile ediyorlar" figanlarına kaptırmanızdır kendinizi... Kurtuluş Savaşında asıl mücadele Batı'da verilmiştir ve içerisinde Kürtler etkin bir biçimde rol almamışlardır. Doğudaki mücadele de Kürtlerin önderliği ve yol göstericiliği ile olmamıştır. Siyasi önderliğin ve mücadelenin omurgası Kürtlerin de dahil oldukları Türk Ulusu olmuştur. İlla ki etnisiteye atayacaksanız eğer, Ermeniler ve Fransızlar Kürtlerle değil, ilk uluslararası antlaşmalarını Yani Gümrü ve Ankara Antlaşmalarını, Doğu ve Güneydoğu bölgeleri için Türklerle imzalamışlardır. Kürtleri ciddiye bile almamışlardır siyasi örgütlenme olarak. "Türkler" dediğim ise Kürtleri ve diğer tüm etnisiteleri içine alan tüm siyasi örgütlenmedir. Ama eğer siz illa ki "siz" "biz" ayrılığı yapacaksanız, yapın, keyfiniz bilir. Özür dilemeniz gereken asıl nokta ise Şeyh Sait isyanını çıkaran ve Musul ile Kerkük'ü kaybettiren, Dersim'de insanları kandırarak onları isyana ve canları pahasına aşiret reislerini korumaları için koşullandıran Hatay'ın alınması sürecini tehlikeye sokan Kürtler içindir. Ki bu özrü de kabul etmiyorum. Çünkü Dersim'de binlerce insan, onların kandırmacaları ile ölmek durumunda kalmıştır. Lozan Uluslarası antlaşmaya göre Azınlık Kavramı "Müslüman Olmayanlar"ı kapsar. Dolayısı ile Kürtler azınlık değillerdir. Ayrıca Türkiye'de hiçbir zaman "Kurucu Unsur" gibi bir tanımlama olmamıştır. Anayasal çerçevede "Türkiye Devleti'ni kuran halk" bizzat kurucu unsurdur. 10 tane çingene, 20 bin tane arnavut, 50 bin tane kürt, 100 bin tane Türkmen de olsa hepsi asli kurucu unsurdur ve biri diğerinden üstün ayrıcalıklar talep edemez. Siz ayrıcalıklar talep ediyorsanız, bu sizin sorununuzdur. Yine de bilgiç tavırlar için dilenen özre ılımlı bakabilirim. Diğer yanılgılarınızı eleştirmiyorum bile. Önceki yanılgılara ve yanlışlara bakınca, onların da ne kadar tutarlı olabileceği belli oluyor zaten. Yine de diğerleri hariç, bazı özürlerinize ılımlı yaklaşabilirim ama daha gerçekçi ve adil olmanız koşulu ile...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.