Zıplanacak içerik

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Osmanlılar Osman ve Orhan döneminde bir beylik niteliğindedir; Ya da Aşiret de diyebiliriz... Orhan'dan sonra bir devlet özelliğine bürünmüş, Fatih'ten sonra da İmpratorluk halini almıştır. İmparatorluklar, tek bir etnik kökene dayanmazlar ve tek bir etnik köken barındırmazlar. Osmanlı İmparatorluğu, Fatih'ten sonra Türklerin Devlet Geleneklerinden kopmuşlardır; Kurum ve örgütlenme olarak Bizans ile İslam'ın kurumlarını sürdürmüşlerdir. Fatih'ten sonra artık bir Türk Devleti olma özelliği sergilemez, çünkü bir İmparatorluktur... Ayrıca bir "Türk Devleti Olmak" bilincinde olsaydı, Anadolu'daki Türkmenleri katletmez ve onları Kürtleştirmezdi... Yazında bahsetmeni bırak, kışın da bahsetsen, yanlış yanlıştır... Bilim'de "Halk ne diyor?" diye sorulmaz arkadaşım. Siz sanırım "karaciğer ameliyatı" olacakken, bir "suçluyu yargılayacakken" ya da bir "bina inşa edecekken" halka soruyorsunuz! O zaman bırakalım geçmişe dair belgeleri, kanıtları; halka soralım ve halk kendisine ne diyorsa, onu kabul edelim "Bilim" diye! Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti'nin devamı değildir. Bütün özellikleri ile birlikte ele alın; Osmanlı Devleti'nin topraklarında kurulmuş olmasından başka bir ortak yanı yoktur. O topraklarda kurulması, o devletin mirasçısı ve devamı yapmaz... Yine burada bir çelişkiniz ortaya çıkıyor: Eğer o topraklar kurulmak, o devletin mirasçısı yapıyorsa; Osmanlı Devleti'de Bizans'ın mirasçısıdır... Çünkü Bizans'ın topraklarında kurulmuştur... Öyleyse Türk Devleti yine değildir... Kendinizle her açıdan çeliştirebilirim sizi... Resmi ideoloji dediğiniz şey lise kitaplarından öteye gidemez. Lise kitapları da siyasi otoriteye bağlıdır. Herşeyden önce bilimsel değildirler ve güdümlüdürler. 1950lerden sonra her zaman Türk-İslamcı zihniyetin güdümünde kalmışlar ve ona göre şekillenmişlerdir. Kastettiğiniz bilinç de o kafa yapısının sahiplendiği bilinçtir. O değilde, Siz burada, lise kitaplarından okuduklarınız ile mi tartışıyorsunuz? "Tüm Türkcüler" mi? Sizin bu konuda bilginizin derinliği görülmüş ve "Tengeriin Boşig'in Muhataplar Listesi"nden çıkarılmanıza karar verilmiştir Saygılarımla...
  2. Nükleer Enerji, tüm tedbirleri ve güvenlik önlemleri gerçekleştirildiği zaman en verimli ve güvenli enerji üretim biçimidir... Diğer enerji üretim biçimleri, şu an bile aslında pek yeterli düzeyde değildir ve açık, artak nüfusla birlikte artmaktadır... Güvenlik sağlanmadığı sürece kullanılmamalıdır tabi...
  3. "Darbe" demiyorum; "Devrim" diyorum... "Tepeden İnme" tanımının ne olduğunu tartışmıyorum bile...
  4. Bizde Osmanlı'yı savunanların hepsi, saplantıdan ve bilmezlikten dolayı Osmanlıcılık yaparlar... Osmanlı'nın nanelerini de Türkiye Cumhuriyeti'ne yıkmak isteyenler de aynı nedenlere artı olarak art niyetten bunu yaparlar... Kendi içlerinde binbir türlü çelişkileri vardır... Hem derler ki "Türkiye devleti Türk Irkçısı bir devlet! Irkçı-Faşist uygulamaları var!" Hem de Osmanlı'nın devamı olduğunu iddia ederler... Bilmezler ki Osmanlı en çok Türkmenleri katletmiştir ve katlettirmiştir... Akıl var mantık var; Madem bu ülke Irkçı, Nasıl olur da kendisini katleden bir devletin devamı olabilir? Yani onların dediklerini kabul etsek, bizimkileri göz ardı etsek bile: Bir dediğin, diğerini tutmuyor Mihriban! Hem Türk-İslamcıların pişirdikleri tarihçiliğe sahip çıkarlar bu konular gelince: Ama konu Kürtlere gelince, aynı tarihçilerin pişirdiklerine "Resmi Tarih" derler, inanmazlar! Onlara sorsan: "yemeyiz" derler, yemezler yani... Ama maşallah "Osmanlı Devleti Türk'tür" ya da "Türkiye Osmanlı'nın Devamıdır" denilince, Tabakta artık bırakmazlar, ne bulursalar yerler hapır hupur! Yani Türkiye'nin olumsuzuna olsun da, İsterse çamurdan olsun... Hınçlarını ve kinlerini boşlatsınla da, ne olursa olsun; Varsın tutarsız, çelişkili olsun! Bu ne perhiz, ne lahana turşusu!
  5. Ya hu Dayı'm sen ne süpersin yaaaa... Pardon, "Sen" değil; "Senden öte; Senden ziyade..."
  6. Bakın, Türkiye'nin bir demokratikleşme sürecine gerçekten ihtiyacı var... 80'de yapılanların hesabının verilmesi lazım... Deniz Gezmiş'lere yapılanların da hesabının verilmesi lazım... Sivas'ta ve Çorum'da yapılanların da hesabının verilmesi lazım... Yani, evet, demokratikleşmek için geçmişle yüzleşmek şart ve gerekli... Fakat bu; Ne laiklik karşıtı eylemlerin odağına oturmuş olan bir parti niteliğindeki AKP'nin, Ne de terörist eylemlerin odağındaki PKK'nın arkasında durduğu belli olan DTP'nin katkısı ile gerçekleşebilir... Hiç merak etmeyin, CHP ile de gerçekleşmez... Kim veya hangi parti ile gerçekleşir bilmiyorum; Fakat gerçekleşmesi kesinlikle şart... DTP eğer gerçekten demokratik bir parti ise, Artık sadece Kürtlerin değil, tüm etnik-unsurların haklarını umursayan ve arayan bir parti olmalıdır... Çünkü demokrasi, bir etnik-unsura mal edilemez... Türkiye'de Kürtçe yasaklanabilmişse; Bunu sadece Kürtçe olarak algılamamak lazım... Demektir ki diğer etnik-dillerinde yasaklanmasına neden olabilecek yasalar ya da yasa açıkları bulunmaktır... İşte demokrasi, bu yasaların Kürtlere özgü değil de Tüm etnik unsurların haklarını birden tanımlayacak biçimde düzenlenmeli... Şu hali ile DTP, Kürt Irkçılığı yapan bir parti olmaktan öte birşey değildir, Kimse kendini kandırmasın... Demokratik bir parti, etnik-köken ayrımı yapmaz ve tüm etnisitelerin öz haklarını, ortak haklarını birden savunur... Evet, Kürtçe ne yazık ki zamanında yasaklanmıştır... Fakat Kürtçe, her halükarda bir etnik-dildir... Ve bir etnik-dil yasaklanabildiğine göre, Diğerleri de aynı tehlike altındadır demektir bu... Şu halde DTP, şu kişiliktedir; "Ben, diğer etnik-dillerin yasaklanmasını umursamıyorum; Kürtçe'yi yasaklamayın, benim derdim tek bu!" İşte bu demokrasi değildir... Bir söyleşisinde, sadece Sırrı Sakık bir cümle kurdu ve kendisini pek sevmememe karşın takdir ettim... Şuna benzer birşey dedi; "Aslında sadece Kürtçe değil, tüm diğer dillerin yasaklanabiliyor olmasının önüne geçmek lazım" Fakat bu sözü sadece sözde kaldı... Keşke arkasında kalıp, geliştirebilip, tüm etnik-unsurlarımıza yayılabilseydi... İşte o zaman tam anlamı ile bir demokratikleşme süreci başlamış olurdu... Ancak bunu yapmadılar ya da yapamadılar... DTP şu an sadece Kürtlere odaklanmış durumda... Ben, bu hali ile Irkçı nitelikte bir parti olduğunu düşünüyorum... Kapatılmalı yoksa kalmalı mı; gerçekten emin değilim... Çünkü ola ki, DTP'nin hatasını görecek olan başka bir parti Bu süreçten cesaret bularak daha kapsamlı bir demokratik hareket başlatabilir... Fakat ne AKP'nin, ne DTP'nin bir demokratikleşme sürecinin gerçekten parçası olacaklarını hiç sanmıyorum... Şu son olaylara bakın; Laik bir ülkenin kockoca Cumhurbaşkanı, Bir minare için, hem de başka bir ülkede halk oylaması ile alınmış bir karar için görüş bildirmek zorunda hissediyor kendisini... Sanki Türkiye bir din devleti imiş de, İslamiyet bu ülkenin tekelindeymiş gibi... O kadar süreçte söz bildirmezken, Kültür bakanının, elçinin ya da dış işleri bakanının konuşabileği bir konuda, Sanki bir İslam Devletinin başkanıymış gibi cumhurbaşkanı görüş bildiriyor... Hem de kimliği "İslam devleti" olan devletler dururken! Bürokrasiden ve Demokrasiden ancak bu kadar anlayan bir zihniyetten ve gelenekten mi Demokrasi bekliyoruz! Dediğim gibi, Şu an bir keşmekeş içerisindeyiz ve gerçekten bir devrim süreci daha yaşanmak zorunda...
  7. Diyarbakırlı... Bakın, bunu yapmayın işte... Benim bir şeyi itiraf ettiğim falan yok! Sakladığım, gizlediğim birşey yok ki itiraf edeyim! Devletin hatalarını dile getirmemi de kendi ırkçılığınıza referans olarak göstermekten vazgeçin. Bu, etik bir davranış değildir... Bu anlayışın nasıl bir olumsuz tavır olduğu ile ilgili şu yazımı okursanız; Sizi niçin samimi bulmadığım ile ilgili bir bilgiye sahip olabilirsiniz... Siz de çok farklı değilisiniz, anlamlandıramıyoruz ve tanımıyoruz sanmayın... Hayatımda onlarca kere yaşadığım şeyi, bugün de onlarca kere ve istisnasız bir biçimde yaşadım ve yaşıyorum... Her zaman söylediğim gibi, alıntımda sözünü ettiğim türlü bir kişiliği ya da toplum psikolojisini oluşturan şey, elbette ki içinden gelinmiş olan o ilkel kültürdür... Kendini ve kendinden gelmiş olanı kayırmacılıktan başka bir şeye odaklanamamış ve bu sayede körleşmiş, bir adım öteye çağdaşlaşamamış, sağduyusunu ve nesnelliğini yitirmiş, başkalarının düşüncelerini 'doğru olan' uğruna değil de - kendi çıkarları uğruna kullanma ve sömürme kişilini büründürmüş olan o ilkel kültürdür... Görünen köy, kılavuz istemez... Bu söylediklerim dolayısı ile beni "Irkçı" olarak niteleyenlerin olacaklarını çok iyi biliyorum; Fakat bu, benim değil, onların kendi kişisel sorunudur... Geçen sene; Helikopter gördüklerinde, onu uçan bir canlı sanarak, taş atıp - korkutup kaçırmaya çalışan afrikalı yerliler ile ilgili bir haber izlemiştim. O Afrika Yerlisi'nin, medeniyetten uzak bir yaşam sürdüğünü dile getirmek ne kadar gerçekçi ve ne kadar doğru bir tespit ise Ne kadar onları aşağılamak anlamına gelmiyor ve ne kadar onların gerçekliklerini dile getirmekse; Bu da öyledir... Sonuçta, o yerlilere "hakaret etmeyeceğiz" diye, gün boyu smokin ile dolaştıklarını ve her akşam oturup siyaset felsefesi tartıştıklarını da iddia edecek değiliz! Adamlar daha önce helikopter görmemişler ise görmemişlerdir... Teknoloji ve medeniyetle tanışmamışlarsa, tanışmamışlardır... Bunu dile getirmek ve tespit etmek, onları aşağılamak ya da ırkçılık demek değildir... Onların kendi gerçeklikleridir... O belli bir kesimin kültürünün de onlara yüklediği o kişiliği ve toplum psikolojisini tespit etmek ve dile getirmek de ırkçılık, hoşgörüsüzlük ve hakaret demek değildir... O yüzden hiç boşuna sıfat yakıştırmaya ya da kötülemeye çalışmasın bazı arkadaşlar; Dediğim gibi: Görünen köy, kılavuz istemez...
  8. DTP'nin siyasal bir parti olması çerçevesinde, kapatılması elbette ki demokratik bir süreç değildir... Fakat şunu da unutmamak gerekir; Türkiye'de artık öyle bir siyasi, hukuki ve toplumsal bir keşmekeş yaşanmakta ki Kimin kapatılmayı hak edip etmediği, kimin cezalandırılmayı hak edip etmediği konusunda artık hukuk bile çaresiz bir durumda... DTP, bir terör örgütü'nün ele başını, bir demokratikleşme sürecine sokmak ve etnik bir kesimin, anayasa da ayrıcalıkla tanınmak istemesi açısından oldukça anti-demokratik bir çizgidedir. Yine de kapatılmasının hangi çerçevede ele alınacağı konusunda kararsızım...
  9. Ali, yaşananların bir süreç olduğu konusunda haklısın... Sen Abdülhamit'ten sonraki süreci Cumhuriyet'e geçiş olarak tanımlayabilirsin; bu bir görüştür. Bana kalırsa Cumhuriyete ve Ulusallığa geçiş taa III Selime'e kadar dayanır ona bakarsanız... İttihat ve Terakki'den tutun Genç Osmanlılar'dan alın; Kuleli Olayı'na, İttihat-ı Hamiyet'e, 31 Mart Olayı'na kadar hepsi bu topraklardaki siyasallaşma, demokratikleşme, ulusallaşma sürecinin en temel parçalarıdır... Bunları kavramadan, Türkiye Cumhuriyeti'ni elbette ki kavrayamayız... Benim demek istediğim; İttihat ve Terakki'nin politikları ya da edinimleri, eylemleri Türkiye Cumhuriyeti'ni bağlamaz. İster kişi kişi ele alalım, ister ideolojik ve de yöntem olarak ele alalım; Türkiye Cumhuriyeti, İttihat ve Terakki'nin anlayışından tamamen kopuk bir niteliktedir... Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın, bir İttihat ve Terakki hareketi olduğu savı Osmanlı Hükümeti'nin iddiasıdır. Bugün de Osmanlı'ya sempatisi bulunanlar ya da İttihat ve Terakki'nin hatalarını Türkiye Cumhuriyeti'ne mal etme niyetinde olanlarca savunulmaktadır... Ya da en azından "ne olursa olsun, Türkiye'ye çamur atalım!" kafa yapısında olanlar iddia etmektedir... Türkiye Cumhuriyeti, hata yapmayan kutsal bir devlet değildir... Hataları da vardır, kusurları da... Fakat gidip de, ona ait olmayan hataları, sırf "bu devletin kendi öz hatalarından zarar gördük ama daha fazlasıyla karalayalım, çamur atalım" mantığı ile bu devlete mal etme amacını ben samimiyete, dürüstlüğe ve onura sığdıramıyorum... Bu Osmanlı sevgisinden ölüp ölüp dirilen o kafa yapısını da anlamıyorum... Ya hu bu devlet, 80 yıl sonra hala bu devletin hatalarının hesabını vermek mi zorunda? Nasıl olur da öyle bir devlet sahiplenilebilir ya hu? Nasıl olur sa sahiplenilip, hatalarının bu ülkeye mal edilmesine seyirci kalınır? Türkiye, o devletin hatalarını ve sevaplarını sahiplenecek olsaydı, bir devrim gerçekleştirmezdi... Devrim'in mantığı, eskinin tümden yıkılıp, reddedilmesi; Yenisinin kurulmasıdır... Ben, Osmanlı'ya mal edilen o eylemleri, Osmanlı'nın gerçekleştirdiğine inanmıyorum; Fakat buna karşın Osmanlı'nın, Türkiye Cumhuriyeti'nin öncülü olarak tanımlanmasını da zerre kadar gerçekçi bulmuyorum... Osmanlı, hata işlese de işlemese de bu ülkenin öncülü değildir... Çünkü o devletin mirasına konarak değil; Amerikan Devrimi'nin, Fransız Devrimi'nin, belli ölçüde Rus Devrimi'nin "Devrim" ve "Aydınlanma" mirasına dayanarak atılmıştır temelleri... Toplumsallaşmasını, Osmanlı'dan koparmak amacındadır... Siyasasını, Osmanlı'dan koparmak amacındadır... Ve Osmanlı'nın kafa yapısına zerre kadar sahip çıkmamaktadır... Nasıl olur da Osmanlı'nın devamı sayılabilir? Bona'dan tutun, Arabistan'a kadar o bölgedeki çöoğu devlet Osmanlı'nın toprakları üzerinde kuruldu... Onlar da mı Osmanlı'nın devamı? Ya da öyleyse onlar niçin Osmanlı'nın devamı değil de, Türkiye devamı? Kaldı ki teşkilatlanması bile tamamen farklı olmasına rağmen... Her zaman dediğim gibi; Türkiye Cumhuriyeti'nin sonuçlandıramadığı Kürt, Ermeni ya da diğer sorunların diğer bir nedeni de; Bu Osmanlı sevgisi ile yanıp tutuşan o ilkel kafa yapısıdır... Osmanlı'dan kopamadıkları için hala 80 yıl sonra bile Devrim'i kavrayamıyorlar... Yukarıda saydığım tüm sorunların bize mal edilmesinin en temel nedeni de zaten budur; Bizim tarihçilerin, kendi tarihimize sahip çıkacağız diye; İşin cılkını çıkarmalarından ve romantizmden çıkamamalarındandır...
  10. Türkiye Cumhuriyeti, İttihatçılığın devamı değildir. Türk Ulusal Hareketi'nin, İttihatçıların hareketi olduğu propagandası, o dönemde Osmanlı Hükümetince ve bugün de İslamcılar tarafından yapılmakta idi. Osmanlı'nın bu iddiayı atmasının nedeni; İttihatçıların, devleti savaşa sokmaları ve Osmanlı Hükümetinin, Ulus Hareketini bastırmak için psikoloji yaratma çabasından idi. Öyle ki Atatürk'ün, İttihatçılık ile olan yolu, henüz Abdülhamit başta iken ayrılmıştı çok önceden; Hem de keskin bir biçimde... Çevresinde de İttihatçı bir kadro yoktur. Şeyh Sait ayaklanması sırasında, Atatürk aleyhinde İttihat ve Terakkicilerin örgütlenmeye çalışmalarının nedeni de budur zaten... Şeyh İsyanı ile Atatürk'ün önderliği daha da güçlenmiş ve İttihat ve Terakki'ciler, yönetimi ele almak fırsatı bulamadan 1926da İzmir Suikastı çerçevesinde tamamen dağıtılmışlar, idam edilmişler, memurluktan-siyasetten ve ordudan men edilmişlerdir... Ali, "fikir sahibi olmadan önce bilgi sahibi olmak lazım" der Uğur Mumcu... Şiddetle tavsiye ederim... Türkiye Cumhuriyeti, İttihatçılığın çerçevesinde bir devrim hareketi yürütmemiştir ve Osmanlı Devleti'nin devamı niteliğinde değildir kesinlikle... Bir kere, Türk Ulusal Mücadelesi'ni verenlerin, İttihatçılığın Eylemsel Devamı olduğunu söylemişsiniz... Bu söylediğinize kendiniz de inanıyor musunuz gerçekten bilmiyorum fakat, İttihatçılar öncelikle eylemsel olarak bir Halk Mücadelesi Vermek bilincinde değildirler. Düşünsel Temel açısından ise İttihatçıların, öncelikle bir kendi aralarında bile kesin bir fikir birliği olmadığı gibi amaçları Osmanlı'yı yıkmak değil, devamını sürdürmekti... Fakat aralarından Cumhuriyet sürecine katılanların olması, İttihatçılığı, düşünsel olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli yapmaz...
  11. Çanakkale Savaşlarını, Kurtuluş Savaşı'nın bir parçası sanan bir kimseye ne anlatabilirim bilmiyorum; Fakat Türkiye Cumhuriyeti'nin hangi yönden Osmanlı'nın bir devamı olduğunu sormak isterim... 1- Siyasi olarak devamı değildir; Çünkü Osmanlı Devleti bir imparatorluktur; Türkiye Cumhuriyeti ise Ulus-Devlet'tir... 2- İlke olarak devamı değildir; Çünkü Osmanlı Devleti bir monarşi'dir; Türkiye Cumhuriyeti ise Cumhuriyet'tir... 3- Toplumsal yapı olarak devamı değildir; Çünkü Osmanlı Devleti farklı dini ve etnik kitleleri dini ve etnik örgütlenmeleri ile yaşatırdı; Türkiye Cumhuriyeti'nde böyle ayrıcalıklı kesimler yoktur... 4- Askeri yapı olarak devamı değildir; Osmanlı Ordusu zaten dağılmış durumdır; Türkiye Cumhuriyeti Ordusu, bir halk ordusu niteliğindedir... 5- Anlayış olarak devamı değildir; Türk Ulusal Mücadelesi, en başta Osmanlı Devleti tarafından yok edilmek istenmiştir... 6- Temsil olarak devamı değildir; Lozan Antlaşması görüşmelerine bile Osmanlı Hükümeti ile Türk Ulusal Hükümeti temsilcileri ayrı ayrı davet edilmişler; Türk Hükümeti'nin, Osmanlı'nın devamı olmadığı ve ayrı bir yapılanma olduğu uluslararası alanda da kabul edilmiştir böylece... 7- Devlet Geleneği olarak devamı değildir; Türkiye'de, yöneticiler seçim ile başa gelir; Osmanlı da ise atama ve görevlendirme ile Padişah tarafından getirilirdi. 8- Ekonomik olarak devamı değildir; Osmanlı Borçları'nın ancak bir kısmı Türkiye tarafından ve diğerleri de Osmanlı'dan ayrılan diğer devletlerce ödenmiştir. Türkiye'ye kalan kısmı, Türkiye Osmanlı'nın devamı olduğu için değil, o alınan paraların Anadolu'ya da harcandığı kabul edilerek ödettirilmiştir... 9- Hiçbir açıdan devamı değildlr; Zira Devrim, var olan bir yapıyı devam ettirmek için değil; Yıkıp yenisini kurmak için gerçekleştirilir... Türk Devrimi'de Osmanlı Devleti'ni tarihe gömmüş ve yeni bir devlet ortaya koymuştur... En basitinden; Türkiye, madem ki Osmanlı'nın devamı olacak idi... Osmanlı, niçin o süreçte, Türk Ulus Savaşı'nı yok etmek amacındaydı? Bir devlet, kendisini yok etmek amacında olan bir devletin devamı olmak sorumluluğu ve amacı güder mi sizce? Bugün siz Türk-İslamcı/Osmanlıcı kesimin "Kürtçe, kart-kurt seslerinden türemiştir" tezine körü körüne karşı çıkıyorsunuz; Fakat aynı kesimin "Osmanlı bir Türk Devletiydi; Türkiye'de onun devamıdır" çürük ve temelsiz tezine, sırf sizin işinize geliyor diye sahip çıkıyorsunuz... Madem resmi tarih! dediğiniz şeyin yanındasınız; neden Kürt adının ve Kürtlerin kökeni ile ilgili tezlerini reddediyorsunuz? Madem resmi tarih! dediğiniz şeyi karşısındasınız; neden Türkiye Cumhuriyeti'nin, Osmanlı'nın devamı olduğunu kabul ediyorsunuz? Bu ne perhiz; bu ne lahana turşusu!!! Ayrıca bu türlü tartışma konularında, iktidarların eğitim politikası çerçevesinde şekillenen lise kitaplarını kaynak göstererek tartışmak, zaten oldukça ilginç! İstanbul'u kim fethetmişmiş de... Yok efendim, Osmanlı neden anlatılıyormuşmuş da... Bu toprakların elbette ki bir geçmişi var; Sanki birden ortaya çıkmışız gibi 1919dan anlatamayız; 1000 yıllık bir süreç var; Elbette ki Osmanlı, Selçuklu, Bizans da anlatılacak... Ayrıca Osmanlı dediğiniz devlet de kurum olarak Bizans'ın devamıdır; Türk Devlet Geleneğinin ya da İslam Devlet Geleneği'nin değil... İstanbul alındıktan sonra, Bizans kurumları, Osmanlı'ya uyarlanarak devam ettirilmiştir... Sizin Türkiye Cumhuriyetine kininiz, aklın alamayacağı boyutta olabilir... Fakat bu kini mal etmek için, bu devlete tarihsel, toplumsal ve bilimsel gerçekliği olmaya iftiralar atma hakkını size vermez... Hele hele illa ki suçlu konuma düşürmek için olmadık bir tarih üretmek hakkını da vermez...
  12. 1- Feodal yapı tükeniyor bile olsa, var olan sorunların kaynağında, o yapının yer aldığı gerçeği değişmez. Örneğin, Feodal Yapı ortadan kalktı diye, 1789 öncesi sorunları Feodalizm'e mal etmemeli miyiz? 2- Kaldı ki Feodal yapı hiç de kalkmış durumda değildir. Örneğin Mardin'den tutun Hakkari'ye kadar hala Aşiretler gayet de güçlüdür. Hiç de öyle bitmiş halde de değillerdir. Ayrıca feodal yapının/örgütlenmenin çökmesi de tek başına anlam ifade etmemektedir; O toplumsal kaygı ve o örgütlenmenin yarattığı ağa-bey kökenli kültürü de yok olmalıdır... Ben bugün hala, 18-20 yaşındaki öğrenciden; "Biz kan davası yüzünden, ben küçükken kaçtık" dediğini duyuyorsam, Bu, aşiret kültürünün hala güçlü olduğunun göstergesidir Ve öyle 15 yılda falan kendiliğinden çözülecek bir yapı da değildir o yapı...
  13. Bu çorbayı ben oluşturmadım Ali... Ben sadece, oluşturulan çorbayı, burada topladım... Son zamanlarda, forumda Kürtçü hevesler ile tartışan bir kaç arkadaşın iletilerine baktığımda ve bu iletiler içerisinde yer alan alıntıların kaynaklarını incelediğimde, gördüğüm şey, Yine aynı kesimin Ermeni, Süryani, Asuri, Rum, Pontus gibi bir takım söylemleri iyiden iyiye bellemiş oldukları idi... Ve forumda da bu birkaç kere kullanıldı... İlginç olan şu ki; Bu olayların yaşandığı ülke olarak imlenen ülke; Türkiye... Oysa 1915'de ne bir Türkiye vardır, ne de Türkiye'yi oluşturacak kadro, öyle etkin bir konumdadır... Fakat örneğin 1915 Ermeni olayları için şu ibare geçiyor: "Türkiye'de Ermeniler Katledildi!" Süryaniler için aynı ifade: "Türkiye'de Süryaniler Katledildi!" Yine Asurlular için: "Türkiye'de Asurlular katledildi!" Bunu özellikle Kürtçü kesim sahiplenmiş durumdalar; Yani bir "Mazlum Edebiyatı" işlenmeye çalışılıyor ve bunu da, Kendilerine karşıt olarak belirledikler "Türkiye Cumhuriyeti" hedefinde yapıyorlar... Bu bir yana, tamamen tarihsel gerçekliklerden de koparak; Bir "Rum Katliamı"nın da yaşandığını iddia ediyorlar... Peki; Ermeniler, Türkmenleri de bırakın, Kürtleri bile katletmediler mi? Yunanlılar, Batı Anadolu'da katledilmedik köy bırakdı mı? Balkanlardaki Türkmenler katledilmedi mi? (Türkiye'ye, yola çıkanların neredeyse yarısı kadarı sağ varabildi). Ruslar'da katletmedi mi Kafkaslarda onlarca Kafkas kökenli halkı? Osmanlı'nın bu kitleler üzerinde olumsuz uygulamaları var mıydı, yok muydu; Bunu elbette ki incelemek ve ortaya koymak lazım... Fakat, örneğin Süryaniler için "2 milyon kişi öldürüldü" demek nedir? Ermeniler için "1,5 milyon öldürüldü" diyebilmek ne demektir? Sayıyı topladığımda, benim yaptığım "çorba" oluyor! Fakat bu sayıları ben değil, bu iddiaların sahipleri veriyor? Ben sadece topluyorum! Bakın, I. Dünya Savaşı, her savaş gibi, kazanan için bile insanlık adına büyük bir kayıptır ve utançtır... O dönemde yaşananlar da insanlık ayıbıdır... Benim anlamlandıramadığım ise şudur; O dönemde kırıma uğrayanların başında Türkmenler de gelir... Fakat kimse de bunu görmez! Uzatmaya gerek yok: Ben; tutarlı, onurlu ve ilkeli bir insandan, etnik-köken ayrımı yapmadan, her türlü kıyımın hesabını, gerçeklere ve sağ duyuya dayanarak, ayrım yapmadan sorabilmesini beklerim... Kıyımın sorumluluğunu da, o kıyımı yapanlara teslim etmesini beklerim... İster mübalağalı inanın, ister mübalağasız... Bu olgunluğun var olduğunu sanmıyorum ne yazık ki...
  14. Ay, bayılırım ben bu "Faşist" kompleksine... Sizin kafanızdaki kalıplara mı uymadılar? Kesin faşisttirler... Hiç şüpheniz olmasın! Mübalağalar dışında ya da çerçevesinde inanmaya devam edebilirsiniz; Engel yok!
  15. Hiiiç boşuna yorulmayın... Bucak dediğiniz de bir aşirettir ve siyasete katılmıştır... Karşı-Devrim'in köşe taşlarındandır ve o aşiretin olgusu beni yanlışlamaz, aksine; doğrular... "Kürt Halkının demokrasi talebi" diyorsunuz hala... Demokrasi, tek bir halka mal edilemez... Ve ben, Kürtlerin hergün külliyen oturup J. J. Rousseau ya da Montaigne falan okuyup, siyafet felsefesi ile uğraştıklarını ve bir demokrasi bilincinde olduklarını hiiiiç sanmıyorum... Demokrasi bilincinde olan bir halk, Aşiret yapısını beslemez, kollamaz, yaşatmaz...
  16. Diyarbakırlı, lütfen saptırma yapmayalım olur mu? Bakın benim Kürt kökenli, Alevi kökenleri dostlarım ve arkadaşlarım olduğu kadar, Bu konuları aktif bir biçimde tartıştığım, paylaştığım ve bilgi edindiğim öğrenci-arkadaşlarım da var... Bilgiyi irdeleme konusunda EN AZ sizin kadar yetenekliler... Kürt Sorunu, tam anlamı ile bir Mülkiyet Sorunu ve Egemenliğin Halka Teslimi sorunudur. Bunun en açık örneği, Kürtleri temsil ettiğini söyleyenlerin, yine Aşiret Reisleri olmasıdır. Güya Demokrasi talebinde bulunanların da onlar olmasıdır. Aşiret yapısının, bu konuda en az etkili olduğu ya da Aşriet yapısının o bölgelerde artık kalkmaya yüz tutmuş olduğu ise tamamen boş bir iddiadır. Sırf benim çevremde, sadece Aşiretler ile ilgili sorunlardan dolayı memleketlerinden göç etmek zorunda kalmış bir sürü Kürt var ve daha çok genç yaştalar. Çok yakın tarihlerde ve bugün bu sorunları yaşamışlar... Kürt Sorunu dediğiniz sorun, güya partisinin adını "Demokrat" koyarak ve Irkçı talepleri Şark Kurnazlığına bürüyerek sözde Demokratlık yapan Aşiret ağalarının Aşiretlerini kendilerinin dağıtıp, ellerindeki kültürel ve ekonomik/mülki ayrıcalıkları-üstünlükleri halkına devretmesi ile hallolacaktır... Kaldı ki o sözde demokratların, bu konuya nedense hiç değinmiyor olmaları, Zaten ne kadar demokrat ve samimi olduklarının göstergesidir... Kürt Sorunu, tam anlamı ile bir Feodalizm ve Çağdaş Olana Uyum Sağlayamama sorunudur... Kürtleri temsil ettiğini söyleyen kesimin, aslında Kürtleri değil kendi çıkarlarını umursamaları sorunudur... İlkel bir toplumsal yapının, modern dünyada varlığını sürdürme çabasıdır bu sorunun temeli... Ve bunu sürdüren bir halkın, komplekslerinin abartılması, sürdürülmesi, kullanılması ve toplumun geri kalanında da bir ön yargı ve bir korku yaratacak biçimde dikte edilmesi sorunudur... Kürtlerin sahip oldukları Feodal Yapı yok edildiğinde, bu sorun çok rahat bir biçimde ortadan kalkacaktır. Buraya gelip de; Ekonomik değerlerin, toplumsal yapıların, mülkiyet ve egemenlik hakkının kullanımının bu türlü toplumsal bir olguda önemsiz olduğu ve hatta bir etken olmadığını söylemek ve söyleyebilmek, ne Toplum Bilimlerin gerçekliklerine uyar, ne toplumun kendi gerçekliklerine uyar, ne de düşünebilen bir zihniyetin değer yargılarına uyar... Bir kere şu var: Hem, Ulus-Toplum Yapısının başarısız olmasından söz ediyorsunuz ve bunu hedef almış durumdasınız. Hem de Feodal Toplum Yapısı'nın bir sorun olmadığından söz ediyorsunuz. Bu, başlı başına çelişkidir. Çünkü Ulus-Toplum Feodalitenin yıkılması ile ortaya çıkmıştır. Dolayısı ile Feodalitedeki mülkiyet sorunu Ulus-Toplum ile giderilmiştir. Kürt Aşiret yapısının da çağdışılığı son derece açık ve nettir zaten; Öznitelikleri de bellidir... Peki öyleyse, sorun Feodali Yapı yani Mülkiyet ve Egemenlik Hakkı Sorunu değilse; Ulus-Devlet ile alıp veremediğiniz nedir? Bir kere hiçbir toplumdaki toplumsal sorunlar, Ekonomik ve Mülkiyet Paylaşımından bağımsız olarak ele alınamaz... İnternetteki en iddialı kürtçü sitelere bile bakın, bu soruna en az düzeyde değinirler Ve sürekli olarak karşılarında bir "Tiran" ya da "Mücadele Edilmesi Gereken Bir Güç" yaratmak peşindedirler. Bu, bir "Ulus Yaratma Çabası"dır... Bakın, "Ulus Olma Çabası" demiyorum, "Ulus Yaratma/İnşa Etme Çabası"dır... Çünkü her Ulus, karşılarındaki bulunan ortak bir güce karşı koyarak kendilerini gerçekleştirmişlerdir; Amerikalı koloniler, İngiltere ile mücadele etmiştir... Fransız devrimciler, Feodalizm ile mücade etmiştir... Rus işçiler, Çar ile mücadele etmiştir... Çinli köylüler, Hanedanlar ile mücadele etmiştir... Türk Ulusu; sömürgecilerle, padişahlıkla ve feodalizm ile mücadele etmiştir... Bunların hepsi, Devrimcilerin, gerçekten de var olan Statükocular ile gerçekten de mücadele etmeleri ile gerçekleşmiştir... Kürtlerin akıl hocalarını yapan Feodal/Statükocu/İlkel/Karşı-Devrimci kesim ise Kendilerini sözde "Devrimci / Demokrat" bir kimliğe bürüyerek, Karşılarında bir "Statükocu Tiran" kurgusu yaratmak peşindedirler... Çünkü Kürtlerin hepsini bir amaçta toplamanın başka yolunu da bilmemektedirler; Kaldı ki bu, zaten toplumsal bir gerçekliği bulunmayan kurgunun da başarılı olmayacağı bellidir... Yine de bu çerçevede Alevileri, Zazaları, Süryanileri, Ermenileri, Asurileri de bu bayrak yani Kürtçülük altında toplama Ve onları da sindirme peşindedirler... Ceylan'ın hakkını sormaktan tutun, Yüzlerce yıl Osmanlının desteği ile kendilerinin bizzat kıydıkları (Şafii/Sünni Kürtler'in), özellikle Alevileri bir anda sahiplenivermelerinin nedeni de budur... Bugün, Dersimliler neden geçmişteki acı olaylara rağmen CHP'yi destekler? Çünkü Şafii/Sünni ve Irkçı Kürt Kesimin, yüzlerce yıl Osmanlının da desteğini alarak onları katlettiklerini bilmiyor değiller... Zamanında yaşanan o acılara rağmen, Şafii/Sünni Kürtlere hala güvenemeyeceklerini biliyorlar da ondan... Dolayısı ile kendinizi kandırmayın; Bugün Türkiye'de "Kürtçü" talepler, tam anlamı ile Irkçı taleplerdir... Çünkü Demokratik talepler, herhangi bir ırkın güdümüne ve adı altına sokularak yapılmaz... Demokrasinin ruhuna aykırıdır bu... Ayrıca; Oysa ki Uluslar yaratılmaz; Uluslar, kendilerince ortaya çıkar... Mülkiyet Sorununu halledememiş ve hala Feodal Yapıyı yaşatan bir toplum da Ne çağa ayak uydurabilir, ne çağa ayak uydurabilmiş toplumlar ile uyum sağlayabilir; Ne sorunlarını aşabilir, ne demokratlaşabilir ve ne de çağdaşlaşabilir... Ulus-Yapısı da iç dinamikleri tükendiğinde ya da işlemez hale geldiğinde; Veya daha üst bir düzeyde ve aşamada toplumsallaşma biçimleri gerektiğinde Elbette ki son bulacaktır. Ve o yapı, Uluslar-Üstü bir yapı olacaktır. Benim düşüncemde bu yapı; Sosyalizm'dir... Olacak olan da budur diye düşünüyorum... Uluslar-Üstü bir yapı, Ulus-Toplumunun daha gelişmişi olacağından; Aşiret yapısı ve kültürü zaten doğal olarak ideal bir yapı olmaktan oldukça uzak olacaktır ve bugün bile öyledir zaten... Fakat Ulus Toplumları, bugünün-günümüzün salt gerçekliğidir ve henüz iç dinamikleri tükenmemiştir... Neden Tükenmemiştir peki? Çünkü hala Ulus bilincine ulaşamamış, o egemenlik hakkını tadamamış bir kesim bulundurmaktayız. Kürtler, Feodalizmi yıkıp, mülkiyet sorununu bu yönde halletmedikçe de, bu yapı belki ağır-aksak ama sürecektir. Tıkanacağı yani iç dinamiklerinin tükeneceği seviyeye ulaşamayacaktır; Çünkü Kürtlerin bu toplumsal yapısı, o düzeye gelişimi de engellemektedir. Sorun tabii ki sizin ellerinizde polemikten ve siyasetten daha farklı bir boyuta taşınamadığı için Derinlemesine de tartışamıyoruz Ulus-Devlet'i... Ve anlatamıyoruz... Fakat şu var ki; Kürt Sorunu, kesinlikle ve kesinlikle bir Mülkiyet Sorunu'dur... Kesinlikle bir "Ulus Devlet" ile "Feodalizm" çatışması ve sorunudur... Egemenliği elinde bulunduran ağaların, halka bunu teslim edip etmeme sorunudur. Siz belki, yaşadığınız şehirlerde, aşiretinizden ya da o kültürden belli-belirsiz kopuk bir halde yaşıyor olabilirsiniz. Fakat Kürtlerin, bu süreci oluşturan asıl kesimi o yapının tahakkümünde yaşıyorlar. Ve ne yazık ki sürecin akıl hocalığını yapanlar, o asıl ezilen halkın bunu görmesini engelliyorlar ve onları kandırıyorlar... Bu türlü süreçlerde her iki kesimden birisi tek başına suçlu ya da sorumlu değildir. Devlet'in de suçlu ve sorumlu olduğu noktalar vardır; Ancak Kürtler'in de en az bir o kadar suçlu ve sorumlu olduğu noktalar vardır... Devlet'te Ulus-Devlet algısını hala 80 yıl önceki dinamikler ile idame etmeye ve sürdürmeye çalışıyor. 80 yıl önce Atatürk'ün, o koşullar çerçevesinde yaptıkları, bugünkü koşullara uyarlamaya çalışmak, Bugün için 80 yıl önceki algılar ile hareket etmek demektir... Ulus-Devlet algısındaki mülkiyet sorunu da artık çağa uydurulmalı ve gereksinimler, hak ve ödevler de o şekilde yeniden biçimlendirilmelidir... Fakat toplumun o belirli kesimi de düşünmelidir: "Ulus-Devlet bile, henüz 80 yıllık deneyimini yeniden biçimlendirme gereksinimi duyuyorsa; ki her yapı mutlaka buna ihtiyaç halinde ise Demek ki bizim bu aşiret yapısı oldukça ilkel kalmış, oldukça çağ dışı kalmış..." demek zorundalar... Fakat demokrasi naraları atan en baba yiğit kürtçü bile bu öz eleştiriyi yapmaktan fersah fersah uzaktır... Bu, sizin ve bizim gerçekliğimiz... Feodal yapı ve onun size benimsettiği kültür, bu sorunun baş öznesidir... Bakın, sizde; Sorunun, dış güçlerce yaratıldığını ya da bu hale getirildiğini söyleyenlere karşı "al işte, hemen de dış güçler paranoyası" demogojisi yapmak gibi bir takıntı var... Yine; Sorunun, Kürtler'in kendi toplumsal ve kültürel yapılarından kaynaklandığını söyleyenlere karşı "al işte, hemen de Kürtler'e suç bulursunuz" demogojisi yapmak gibi bir takıntı var... Bu örnekler uzatılabilir... Yani; Sorunu, sizin kafanızda canlandırdığınız sanrılar çerçevesinde anlatmaya herkesi ve her düşünceyi bu biçimde yargılama ve ön yargılarla hareket etmek gibi bir eğiliminiz var... Alın, bakın yeri geldiğinde, bugün için belki de canımız pahasına savunacağım Ulus-Devlet yapısını da eleştiriyoruz biz... Eksiklerini, gediklerini, hatalarını da söylüyoruz... Hatta günü geldiğinde, ortadan kalkması gerektiğini de söylüyoruz... Fakat ben hiç görmedim ki; Herhangi bir tartışmacının, Kürtlerin bu toplumsal kusurlarını hakkı ile eleştirebildiğini... Aşiret yapısının kalkmasını istediğini söyleyenleri bile yeri geldiğinde, kaskatı bir Aşiret Savunucusu haline gelebiliyor ve bunu burada da, gerçek hayatta da şüphelenemeyecek kadar çok sıklıkla gördüm... Bildiği tüm şeyleri internet başında, oradan buradan okudukları ile edinen güya-Bilen! insanları kandırabilirsiniz... Kahvehane Solcusu, Kantin Devrimcisi ya da Tatlı Su Demokratı olan kesimi de çok rahat kandırabilirsiniz... Fakat gerçekten okuyan ve bilen insanları bunlara inandıracağınızı düşünmeniz Gerçekten de iğretidir... Yazımın rahatsızlık verici uzunluğundan dolayı özür dilerim... Okuma zahmeti gösterenlere de teşekkür ederim... Saygılarımla... Ek olarak, şu ifadeyi de eleştirmeden geçemedim: "Kim, Kürt Sorununu İdrak Edebilen Kişidir?" sorusuna örnek, Siz misiniz acaba Sayın Diyarbakırlı?
  17. Hala "Kimliğimizi Unutmak!" deyip duruyorsunuz... Ya hu bana ne senin dilinden, kökeninden! Anlamazdan gelmeyin... Kürtlere "Kimseye ayak uydurun" demiyoruz... "Çağa ayak uydurun" diyoruz... Bir örnekle açıklayayım: Atatürk, laikliğin tartışıldığı bir ortamdadır ve birisi şöyle der; "Her şeyi anladık ama şu laiklik nedir, onu anlamadık!"... Bu biraz da laikliğin gereksiz olduğunu ima eden bir söylemdir... Ve Atatürk masaya elini vurarak "Adam olmaktı hoca, adam olmak" der... Neden bu seviyede bir cümle kurar Atatürk? Normalde bir devlet adamına yakışmayacak bir üslup gibi görünebilir. Fakat artık ortamda öyle bir kafa yapısı hakimdir ki; Laikliği tartışanlar, amiyane tabirlerden daha fazlasını algılayabilecek durumda değillerdir... Şimdi bu hikayesi kendinize özgü olarak alın ve "Ayak uydurmak nedir?" sorusuna o açıdan yanıt kabul edin... Dikkat ettiniz mi bilmiyorum; Fakat her bu türlü tartışmada, sacede çıkıp, şunu diyebiliyorsunuz: "Ayak uydurmak dilini unutmaksa..." "Çağdaşlaşmak dilini unutmaksa..." "Ulus olmak dilini unutmaksa..." "Bilmem ne olmak dilini unutmaksa..." Yani hep aynı şeyi, nalıncı keseri gibi provake edip duruyorsunuz... Kimse size dilinizi ya da kültürünüzü öğrenmeyin ya da konuşmayın, geliştirmeyin demiyor... O değil de; Bu söylemlerden başka bir şeyi dile getiremeyen ve söylediklerimi algılayamadığı izlenimi veren birisi ile neyi tartışıyorum ki ben?
  18. İçinde bulunduğumuz ve Dersimli Alevilerin "Kürtleştirilmeleri" ve Batı'nın "Ulus Yaratma" projesi ile yapay ulusların yaratılması sürecini bir yana bırakırsak; Kapımızda Ermeni Soykırımı!'ndan sonra bir çok Soykırım iddialarının olduğunu hatırlatmak gerekiyor... Daha yeni başladık! Durun bakalım... Türkiye'de Ermeniler Katledilmiş... Sene 1915... Henüz Osmanlı Devleti var ve Türkiye'nin esamesi bile yok ama olsun; Türkiye katletmiş diye biliyor herkes... Sayısı: 1,5 milyon... Yüce rabbimin izniyle, 2015'e kadar 2 milyona çıkarırız o sayıyı... Türkiye'de Kürtler Katledilmiş... Sene... Nereden alırsanız alın; bugüne kadar getirin... Net bir sayı yok; Gün geçtikçe yenilerini ekliyoruz nasılsa... Yine de milyonlarla ifade edelim... Türkiye'de Süryaniler Katledilmiş... 1915 yılında... Türkiye henüz kurulmamış bile ama olsun, Türkiye'de katledilmişler... Herkes öyle biliyor... Sayıları, Ermenilerden de fazla: 2 Milyon... Şaşırmayın; bakın... -http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=5&ArsivAnaID=30901- Türkiye'de Asurlar katledilmiş... Yine 1915 yılında... Türkiye kurulu değil ama olsun, Türkiye katletmiş... Öyle biliniyor... Sayıları mı? Hiç şaşırmayın; Geride kimse kalmadığına göre En azından 1,5 milyon kadar da onlar katledilmişlerdir... Türkiye'de Rumlar da katledilmiş... Bakın bu biraz insaflıca; 1920lerde geçiyor... Yunanlılar'ın katlettiği Türkmenler mi, Egeliler mi? Aman canım, onlar ölüversinler; Tüm Ege neredeyse temizlenecek hale mi gelmiş; Hiç önemi yok! Ona aldırmayın, Rumları katletmişiz biz, sen ne diyorsun? Tüm Ege'yi temizlemişiz! Gerçi mübadele ile ve Yunanistan ile Uluslararası Hukuk çerçevesinde nüfus değişimi ile oldu bu ve karşılıklı idi... Kimse de silahla falanla öldürülmedi; İnsanların başlarında uluslararası komisyon vardı, kontrolörler vardı... Aman canım olur mu hiç? Öldürdük biz onları, hepsini katlettik! Kaç tane mi? Tüm Ege'yi temizlediğimize göre, en insaflı ve en az hesapla; 1,5 milyon kadar da onlar oluversin; Süryanilerden daha fazla değillerdi sanırım... Daha duuuuurrr Biz Pontuslular'ı da katlettik ya hu! Tüm Doğu Karadeniz'i temizlediğimize göre; 1 milyon kadar da onlar oluversin... Onları hangi ara katlettik, onu bilmiyorum; Kusura bakmayın... Balkanlarda da katliamlar gerçekleştirdik! Bulgar ve Yunan çetelerinin öldürdükleri ve katlettikleri Göçmenlere bakmayın siz; Türkiye'ye ancak yarısı kadarı canlı ulaşabildi ama olsun; Onların öldürülmelerinin önemi yok! Biz, daha doğrusu Osmanlılar, Balkanlarda da katliam yapmışlar... Ay pardon; Türkiye'de yapılmış bunlar ama balkanlarda... Bulgarları ve Yunanlıları katletmişiz... Sayısı mı? Valla senesini de sayısını da net bilmiyorum ama yapmışız işte; Toplamına 1 milyon deyin gitsin... Sayıya vuralım mı? Ermeniler: 1,5 milyon Süryaniler: 2 milyon Kürtler: hala artışta... Asuriler: 1,5 milyon Rumlar: 1,5 milyon Bulgarlar vs: 1 milyon... Toplam: 7,5 milyon kadar kişiyi katletmişliğimiz var... Birinci Dünya Savaşı'nda dünya genelinde ölenlerin toplam sayısı: 8.556.315 Bundan 7,5 milyon'u çıkar: 1.056.315... 1.056.315 kişi çapında kimleri katlettik, orasını bilmiyorum işte... Gözümüzü o kadar kan bürümüş olmalı ki; Arada Türkmenleri falan da kesmiş olmalıyız! Hızımızı alamamışız... O sıralarda Osmanlı'nın toplam nüfusu mu neydi? Toplam 14 ile 16 milyon arasında... Yani Osmanlı Ülkesindeki insanların, eğer en çok sayısı ele alırsak, yarısını Osmanlı kendi kendisine katletmiş! Ah, pardon yaa; Türkiye olacaktı... 1915 yılındaki katliamları, 1923 yılında kurulmuş olan Türkiye gerçekleştirdi; çok pardon! (tabii ki o katliamlar olduysa) O değil de; Türkiye'ye kusacağınız başka kin var mı? Onu merak ediyorum ben... Yok yok, onu merak etmiyorum, şaka... Şunları merak ediyorum: - Bunların tümüne birden inanan var mı? - Ve bunlar nedir? Ben bu iddiaların tümüne birden bakınca bir anlam veremedim çünkü...
  19. Diyarbakırlı, bak bu siteminde haklısın... Fakat biz de sitem ediyoruz, kimi Kürtlerin kendilerini ötekileştirmelerini ve "Sen Türk, Ben Kürt / Siz - Biz" ayrımı yapmalarını... Ve Kürtleri geride bırakın yasaları ya da yasa açıklarını eleştirdiğimizde Kürtler tarafından alkışlanırken, Kürtleri geride bırakan toplumsal yapıları ve kültürleri eleştirdiğimizde de yine Kürtler tarafından "Kürt Düşmanı" ilan edilmekten de gına geldi... Ya hu bu insanlar, yani Kürtler, istediğiniz kadar sizin soyunuzdan olsun; Hiç umrumda değil... Onlar bizim de insanımız, en az sizin olduğu kadar... Sizin onlar üzerinde ve onların da sizin üzerinizde ne kadar hakları varsa; Bizim de onlar üzerinde ve onların da bizim üzerimizde o kadar haklarımız ve sorumluluklarımız var... Bu toplumu; Bu toplumun her kesiminin eksiğini, gediğini ve kusurunu Eleştire eleştire; Düzelte düzelte, Yeri geldiğide yıkarak ve yeniden yaparak geliştirdik... İş Kürtler'in eksiğini, gediğini eleştirmeye geldiğinde; "Siz ırkçısınız" olmamalı bu... Değiliz, değilim... Ve emin olun ki böyle denildiğinde de asfalyalarımız atıyor. (İzmirliler 'şalter'e 'asfalya' derler: 'Şalterlerim attı/Sinirim boşaldı' manasında...) Herkes birşeylerinden feda etti, herkes yeni birşeyleri kabullendi... Herkes böyle yaparken, Kürtler "aman bize ilişmeyin! hatta ayrıcalık verin" dediğinde, bu da herkesin gücüne gidiyor... Ahmet Türk, çıkıp diyor ki; "Anayasa'da Kürtlere özgü haklar tanınmalı, böyle geçmeli Anayasa'da..." Ve bu adamlar Kürtleri temsil ettiklerini söylüyorlar; tümünü... Bu böyle olunca, diğer etnik kökendeki insanlar elbette ki soruyor; "Ee bunların ne ayrıcalığı var? Ne üstünlükleri var?" Ve o insanların hiçbir zaman böyle talepleri olmamış... ve Anayasada kayrılan ya da özel olarak tanımlanan bir etnik köken de yok! Fakat onların böyle kayırmacı talepleri ve böyle tanımlanmış bir etnik-unsur yokken, Kürtleri temsil ettiğini söyleyenler ve onları destekleyenler böyle birşey talep edince, O insanlarda elbette ki bir ön yargı, elbette ki bir kin oluşuyor... Çünkü onların da gücüne gidiyor; "Biz böyle birşey istemezken, onlar niçin kendilerine özgü olarak bunu isteyebiliyorlar?" diye... Ve birde bunu "Demokrasi" adına yapınca, iyice işin cılkı çıkıyor... Demorkasi de, ırklara özgü yasalar mı vardır? Elbette ki yoktur... Fakat adı "Demokratik Toplum" olan bir parti, Anti-Demokratik bir talepte bulununca, İnsanların elbette ki gücüne gidiyor Ve bunu, kan dökme pahasına tehdit ederek yapınca; İnsanlar elbette ki kin beslemeye başlıyor... Yani Kürtleri temsil ettiğini söyleyenlerde ya da temsil edenlerde de büyük bir güdüm ve sorumsuzluk var... Kürtleri en az sizin kadar benimsiyoruz. Düzeltilmesi gereken şeyler var ve Kürtler kusursuz değiller; Hiçbir kitle kusursuz değil... Devlet de kusursuz değil elbette ki... Fakat Kürtler kendilerini kusursuzmuş gibi algılayıp, Eleştirileri "ırkçılık" olarak görüp, kendilerini öteleştirdiklerinde, Diğer insanlar da artık onları benimsemekten ve benimsemek yönünde gayret göstermekten vazgeçiyor... Bir öz eleştiri lazım; Ama gerçekten bir öz eleştiri lazım... Kürtlere karşı sorumluluk duygusu olan herkesin bir öz eleştiriye ihtiyacı var... Kürtlerin de bir öz eleştiri yapmaları lazım... "Feda etmek" denildiğinde "o kadar can verdik" diyorlar; Ve evet, o kadar can verdiler... Dağa çıkan insanlar da nihayetinde bizim insanımızdı..: Fakat onların karşısında canları alınanlar da bizim insanımızdı... Demek ki "o kadar can verdik" demek çözüm değil; çözümsüzlük... "Bir sizden, bir bizden..." denildiğindei çözüm olmuyor bu... Kürtler şunu düşünmeli; "Can feda etmek yerine, toplumsal yapımızdan bazı aksaklıkları feda etsek nasıl olur acaba?" demeliler... Ve onu feda edebilmeliler... O uyumsuzlukları yaratan öğeleri feda edebilmeliler; Onların canı, bizim de canımız ve canımızı vermelerini istemiyoruz... Devletin kusurları mı var? O kusurlar, Kürtlerin de kusuru ve bizim de kusurumuz... O kusuru birlikte sormanın önüne engel koymasınlar diyoruz... Kürtleri temsil ettiklerini söyleyenlerde şu mantık var: "Biz Kürt'üz, bu haksızlıklar Kürtlere yapıldı; hesabını da Kürtler sorar!" Biz de diyoruz ki; "Biz, aynı toprağın insalarıyız; o haksızlıklar sadece Kürtlere değil, bize de yapılmıştır; hesabını birlikte soralım!" Ama sonra diyorlar ki; "Ee ama siz Kürt değilsiniz!, o haksızlıklar bize yapıldı!" Bu mantık var mı? Evet, gerçekten de bu mantık var Kürtlerde... Peki bu, "Kendini ötekileştirmek" değil midir? Evet, ister kabul edin ister etmeyin; öyledir... Bu mantık var, kesinlikler bu mantık var... Ve kimisinde de bu mantığın daha kırıcısı ve güce gideni de "Şark Kurnazlığı" ile yapılıyor... Gerçekten var bu Şark Kurnazlığı... Siz, onlara yapılan haksızlıkları, Demokrasi ve Hümanizm adına dile getiriyorsunuz; Ama onlardan bir kısmı çıkıp, Demokrasi ve Hümanizm adına dile getirdiğiniz doğruları Kendi ırkçılığı için kullanarak; "Bakın, Türkler bile böyle düşünüyor!" demeye getiriyorlar... Ben bunu kendi hayatımda onlarca kere yaşadım... "Kürtçenin yasaklanması, yapılabilecek en ilkel hataydı" dediğimde, Onlarca kere bunu, bana karşı kullananını gördüm: "Bak, adam Ulusalcı ama kendisi bile bize hak veriyor!" denilerek, güya Şark Kurnazlığı yapılıyor... Dersim'de olanlar için "Devrim amacıyla yapılmıştır fakat hem o insanları güdenlerin, o insanları kendileri uğruna ölmeye koşullamalarından ve hem de devletin uygulamada katı davranmasından dolayı masum insanlar katledilmiştir." dediğimde; "Ahanda bak, adam Ulusalcı ama kendisi bile kabul ediyor bizim haklı olduğumuzu!" diyerek Şark Kurnazlığına yatanları gördüm... Kendi ırkçılığını doğruluyormuş gibi lanse edenini gördüm... Hem de çoğunluğunda bunu gördüm... Ya hu ben kimseye hak vermiyorum... Orada ölen insanların haklarını, onlara teslim ediyorum... Fakat aynı insanlara; "Kürtler, kendi kültürleri yüzünden bu topluma ayak uyduramıyorlar" dediğimde, Anında "Faşist" ve "Irkçı" ilan ediliyorum... Ee bu da insanın gücüne gidiyor Diyarbakırlı... Bazı gerçekleri dile getirdiğimizde, bunları kendi ırkçılıklarına referans göstermelerinden de gocunuyoruz... Kürtlerin aksaklıklarını ve gerekliliklerini umursadığımızda, ırkçı ilan edilmemizden de gocunuyoruz... Kusura bakmayın ama bu forumdaki forumdaşlara (ki, haklı ya da haksız, en çok ne yazık ki Mavi alınmıştır) temkinli yaklaşmamın nedeni de bu gibi davranışları çokça görmüş-geçirmiş olmamdandır... Bu forumda bile, yazdıklarımızı hem anlamayıp, anlamlandıramayıp; Hatta kullandığımız kavramların yarısının bile anlamını bilmeyip; Hem de çıkıp: "Ahanda bir o konuda böyle konuşuyor, bir bu konuda bunu diyor; çelişkili oluyor" denilmesine de aslında gocunmuyorum ve gülüyorum ama yine de durup bir düşünüyorum; "Ben kim için uğraşıyorum?" diye... Ve ben, umursadığım insanlar/kitleler için böyle bir soru soracak konumda bulunmayı da sevmiyorum... Bu da gücümüze gidiyor... Ben, ne Kürtler için çabalıyorum... Ne de Kürt Olmayanlar için çabalıyorum... Ben, bu ülkede ortak değerleri önemseyen ve ortak bir yaşam sürmeyi amaç edinenler için çabalıyorum... O yüzden, Sizin "Gücünüze gideni" çok iyi anlıyorum... Sizin de bizim gücümüze gidenleri algılayabilmenizi umuyorum... Saygılarımla...
  20. Dillerini öğrenmek istemeleri sorun değil, bir hak... Kimliklerini, Kürtlük üzerine yani bir Irk'a dayandırmaları; Aşiret yapısının benimsettiği bağa indirgemeleri, çağdaş toplumsallaşmaları gerçekleştirememeleri ve uyum sağlayamamaları sorundur... Evet; Aşiret yapısını kimlik olarak algıladıkları, Aşiret yapısının onlara dayattıkları kültürü kimlik olarak algıladıkları Ve gelişime, değişime ayak uyduramadıkları için isyan ettiler... Tabi bir de bunların yanında, aşiret ağalarının çıkarları var... O değil de, "kimlik istemleri" derken, öyle bir söz ediyorsunuz ki, Gören de sanacak; Kürtlerin hepsi, şehirlisinden köylüsüne J. J. Rousseau, Voltaire, Montesqu okuyorlar ve her türlü hakkın hukukun kimliğin ve kavramın bilincindeler! Kusura bakmayın ama hiçbir toplum, topyekün böyle bir bilinçlenme durumunda değildir... Kaldı ki Aşiret kültürünü yaşatma azminde olan bir toplum, zaten bunların hiç mi hiç farkında değildir bile... Biraz da İçten Denetimli olun... Hep başkalarını suçlayıp durmayın lütfen... Hep partilere atıyorsunuz suçu; Ancak bir düşünün ve sorgulayın kendi kültürünüzü... Eğer siyasi partiler, o yapıyı yaşatabiliyorlar ise çağdaşlığa karşın, Bu demektir ki, o partilerin yaşattıkları o yapı Kullanılmaya, güdülmeye ve sömürülmeye müsaittir ve buna açıktır... Bu açıdan bakıldığında da o yapıyı ve kültürünü değiştirmeniz gerekli zaten... Hiç bir insan ve kitle sömürülmemeli; Sömürülmesine izin veren yasalar, kurumlar, yapılar, örgütlenmeler, kültürler ve kitleler ortadan kaldırılmalıdır... Top yekün Devrim mi? Evet, öyle... Bu yapıların ayakta durmasını sağlayan ve o yönde çabalayanlar; Halkı sömürüye açık hale getirenler yapılar da ortadan kaldırılmalı... Devrim'in özü budur...
  21. Dediğinize karşı olmak elbette ki gerekli; Ama ben "farklı olanların bir arada yaşamaları"nın sadece ve sadece ortak değerler ile ve ortak değerlerin güçlenmesi ile olabileceğini anlatıyorum... Ortak Değerleri güçlendirmek, birisinin diğerini asimilesi değildir... "Biz size hep verelim, sizden almayalım" demek de değildir... Zaman, o ortak değerleri kendisi yaratır ve bireyler de buna sahip çıkar; budur... Yeryüzünde, en ilkel hali ile saf kalmış bir etnik kitle de yoktur... Ne Kürt kültürü, ne Çerkez kültürü, ne Ermeni kültürü, ne Türkmen kültürü en saf hallerinde değillerdir; En saf halinde, statik kalmak kaygısında olan hiçbir kültür de gelişemezler ve yok olup giderler... Kırılırlar... Sizin etnik-kültürünüzün öğelerini geliştirmeniz, sizin sorumluluğunuzdadır ama ben bu sorumluluğunuza saygı duyarım ve sahip çıkarım... Benim etnik-kültürümün öğelerini geliştirmem, benim sorumluluğumdadır ve siz de bu sorumluluğuma saygı duymalı ve sahip çıkmalısınız... Fakat "Ortak Değerlerimiz"i geliştirmemiz top yekün hepimizin sorumluluğundadır ve her üyesi bu sorumluluğa sahip çıkmakla yükümlüdür... Bir toplumu Ulus yapan kaygı da budur bugün...
  22. Dominik, sizin iletileri anlamlandırmak gibi bir kaygınızın olmadığı Ve söylemlerinizi bundan hareket ederek dile getirdiğinizi biliyoruz elbette ki... Sanırım size Osmanlılar'ı ve Türkiye'yi kavram şemaları ile anlatmak gerekecek. Zira "Süreç" nedir; zaman, olay ve olgu ilişkisini pek bilmiyorsunuz... Öncelikle; "Türk Irkından" diyerek nitelediğiniz kesim hiçbir zaman kendisine "Türk" demez... "Türkmen" "Oğuz" ya da "Yörük" derler... Osmanlılar'da "Türkmen" dediğimiz kesim bir etnik-unsurdur ve etnisiteye dayalı toplumsal yapıları; yani aşiret yapıları 1500lerden itibaren sistemli olarak yok edilmiştir. 16ncu yüzyıldan 20nci yüzyıla gelen süreçte bu Türkmenler, aşiret ilkel toplumsal yapılarını yitirirken, "Türk" adı bir tarihsel atama olarak, Anadolu'ya ve Anadolu üzerinde yaşayanlara ad olmuştur. 19-20nci yüzyılda "Ulus Bilinci"nin Osmanlı'ya yansıması ve devamında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması ile önce toplumsal ve sonra da devlet ilkesi olarak "Türklük" Ulusal bir adlandırma halini almıştır. Tam olarak da bu yüzden, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes; etnik kökeni ne olursa olsun, Türk'tür... Şimdi, onlarca ayrıntılı ileti arasından, bunu nasıl olur da kavrayamazsınız ve insanları "çelişkili" addedebilirsiniz? "Madem öyle Osmanlı'dan bahsederken Türk dediğimiz kim" mişşşşşş! Siz hala Osmanlı ile Türkiye arasındaki farkı kavrayamıyorsanız, daha ne diyeyim!?. Kürtler, o ilkel aşiret yapısını korumak için Devletle savaşmışlardır, Karşı-Devrim süreci yaratmışlardır... Tarihi tersten okumayalım lütfen...
  23. Hep sıkıntı duyduğumuz konu da bu aslında; Mükemmel bir tespit...
  24. Al bak sana Resmi İdeoloji'yi benimseyen İzmir... Darbelere iyi dikkat edin... Dikkat edin bakalım, İzmir Darbe'yi destekleyen siyasi zihniyetlere mi oynamış; Yoksa muhalefete mi? Resmi ideolojilere mi oynamış; Kendi yaşam tarzına mı? İzmir hakkındaki yorumlarınızın, Çerkezler hakkındaki yorumlarınızdan çok daha nesnel ve tarafsız olduğuna zerre kadar inanmadığım gibi; Neden hala ciddiye alıp yanıt yazdığım konusunda kendimi oldukça ciddi sorguluyorum...
  25. Türkiye'de Irkçılığı ya da Etnik Milliyetçiliği yapılabilecek gibi saf-kan bir Türk Irkı yoktur... Sanrılarınızdan kısa zamanda kurtulmanızı dilerim... Mavi, "Ulus" kavramı "Din Toplumsallaşması" ya da "Klan Toplumsallaşması" gibi durağan bir tanım değildir. Örneğin "Din Toplumları"nın çağa ayak uyduramama durumları vardır; Çünkü "Din-üstü" bir toplumsallaşma biçimi ortaya çıkabilmektedir. Aynı biçimde "Kana dayalı" toplumsallaşma biçimi de öyle... Fakat "Ulus-Toplumları" din ya da kan bağı gibi durağan etkenlere sahip değildir. Değişkenleri çok güçlüdür ve uyumludur. Zahmet edip bir de Wikipedi'den alıntılamışsınız; Daha önce de bu türlü alıntıları sığ bulduğumu söylemiştim... Ben, Ulus-Devlet denilince, 100 yıl önceki dinamiklere dayalı tanımlarına bakmam... Süreç içerisindeki dinamiklerine bakarım... Ulus-Devlet'in öyle sandığınız gibi etnik kökene de dayanmak zorunda değildir. Bununla birlikte kapsamı da çağa göre değişkenlik gösterebilmektedir. Örneğin; Osmanlılarda "Millet" kavramı, aynı dine mensubiyeti ifade ederken; Hemen sonrasında, yüzyılın aynı çeyreğinde, "aynı toplumun bireyi olma"yı ifade eder anlama bürünebilmiştir. Örneğin; Atatürk, Ulus'u "Geçmişte birlikte yaşamış..." olarak tanımlarken; Geçmişte birlikte yaşanılmadığı halde Çerkezlerin Anadolu'ya gelip yerleşebilmeleri ve uyum sağlayabilmeleri, bu tanımı, aslında belki de daha öncesinden geçersiz kılmıştı; Fakat bu, Ulus olabilmeye engel değildi... Ya da daha sonrasında Türkiye'ye göç eden Balkanlıları da ele alabiliriz... Ortak Dil - kültür ve değerleri paylaşmak ise sadece Ulus-Devletlere has bir şey değildir. Bu, sözlük tanımlarının yanılgılarındandır... Din toplumlarında da ortak dil ve değer kaygısı vardır... Kana dayalı toplumsallaşmalarda da ortak dil ve değer kaygısı vardır... İmparatorluklarda bile ortak dil ve değer kaygısı vardır... Bu kaygı ya çok güçlü ve işlevseldir; Ya da o kadar etkili değildir... Örneğin Osmanlı Devleti, bir İmparatorluk olarak Tanzimat'tan beridir "Osmanlıca"yı Resmi ve Ortak dil olarak kabul ediyordu... İslam Din Toplumlarında da, hiç kaçınılmaz olarak ortak dil; Arapçadır... Kana dayalı Aşiret toplumlarını saymıyorum bile; Dil kesinlikle bir kriterdir... Kültür'e gelince; Ortak bir kültür yaratmak Din toplumlarının da, Kana dayalı toplumlarında ve İmparatorlukların da kaygıları arasındadır... Ortak dil ve değer kaygısı taşımayan hiçbir toplumsallaşma biçimi başarılı olamamıştır; Ve bu yukarıdaki toplumsallaşma biçimleri en azından bir süre başarılı kalabilmişler ise Bunun nedeni de ortak dil ve değer kaygısında olmalarındandır... Bana, ortak dili ve değer yargılarını kaygı haline getirmemiş tek bir toplumsal yapı örneği gösteremezsiniz... Kaldı ki bu kaygıların sadece Ulus-Toplumlarında var olduğunu savunabilesiniz! Öyleyse, alıntıladığınız ve zaten eksik olan Ulus tanımındaki bu ifadeyi, sadece Ulus'a özgü olmadığı için atmak durumundasınız... Bakın, temel olarak, kırmızıladığım ifade doğrudur. İşte burada "Ulus" tanımının ne olup olmadığı önem kazanmaktadır. Her toplumun dinamikleri farklıdır. Dolayısı ile bir Ulus'da "Ulus" kaygısını ortaya çıkaran değişkenler de farklıdır. Fransa'nın Ulusal dinamikleri ile Almanya'nınki, İngiltere'ninki, Amerika'nınki ya da Türkiye'ninki birebir aynı değildir. Hele Türkiye'de "Ulusçuluk"un, bir Etnik-kökenden hareket etmesinin ne etnik ne de tarihsel temelleri vardır. Wikipedi'de Ulus tanımını bir etnisiteye dayandırıyor olabilirler; Öyleyse bakalım Türk Ulusu dediğimizde, bir Türk Irkına dayalı Uluslaşma yapılanması var mı: Anadolu'da "Türk Irkı" tipolojisine uyan ve bu yönde uluslaşmayı sağlayabilecek kaç insan vardır? En fazla toroslardaki göçebe yörükleri alabilirsiniz Türk Irkı kategorisine; Ki onların da bir Ulus-Devlet kurmak amaçları olmamıştır... Ha ama derseniz ki "Kürtlük, ırka dayalı bir Uluslaşma örneği gösterebilir mi?" Eğer bugün, Kürtler bir birliktelik ruhuna sahip olursalar ve eylemlerini o yönde gerçekleştirirseler; Irkçılıktan kurtulamamış bir Ulusallık sergilemeye yatkın bir toplumsal örgütlenmeleri vardır kesinlikle... Çünkü ırka dayalı bir toplumsal yapıları hali hazırda bulunmaktadır ve kırılamamıştır zaten... Fakat Türklüğün, ırka dayalı bir toplumsal yapısı ya da ırka dayalı bir etnik özelliği yoktur Anadolu'da. O yüzden; Belki Alman veya Kürt milliyetçiliğini "Irkçılığa" atayabilirsiniz (çünkü bu potansiyelleri vardır), Fakat Türk Ulusallığını, Türk Etnisitesine bağlayamazsınız... Çünkü Türk Irkçılığını potansiyel olarak gerçekleştirebilecek bir etnik kitle bulunmamaktadır Anadolu'da. O yüzden "Türk Ulusallığı"nda Etnik bir potansiyel de bulamazsınız... Ve tanımınızdaki "Kültürel Birliktelik" her ne kadar doğru olsa da; Ona paralel ve eş değer olarak aldığınız "Etnik" tanımlaması da oldukça temelsiz bir özellik taşımaktadır. Böylece elimizde; "Belirli bir coğrafi sınır çerçevesindeki egemenlik" tanımı kalıyor; Ki bu, ortak kültür ile birlikte ele alındığında oldukça doğru bir tanımdır... Burada Ulus kavramının değişkenliği söz konusudur ve her ne kadar "Ortak Dil" kaygı duyulan öğelerden birisi olsa da, Artık en temel noktası "Ortak Değerler" ve "Ortak Ülküler" olmaktadır artık. Balkanlardan göçen ve birden fazla etnik-kökene sahip insanla aynı ortak değerleri paylaşabildik... Kürtler ile, siz ne kadar ayrıştırsanız da, ortak değerlere sahibiz... Lazlar ile öyle... Çerkezler ile öyle... Araplar ile öyle... Farslar ile öyle... Rumlar/Yunanlılar ile öyle... Türkmenler ve Azeriler ile yine öyle... Dolayısı ile Ulus birlikteliği en temelde, artık "Ortak Değerler"e çekilmiş durumdadır bugün. Bugün zaten "Ulus" tanımı "Vatandaşlık" bağı ile tanımlanmış haldedir... Anayasal olarak da Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı'na "Türk" denilmektedir; Türk Irkından gelene değil... Zaten olmuş bitmiş bir şeyi yeniden tanımlamaya çalışmanın Ya da ayrıştırmanın alemi yok... "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına ne denir?" sorusunun yanıtıdır "Türk"... Üniter Devlet ile Ulusçuluk ayrıdır elbette; Teokratik bir Devlet'te Üniter olabilir... Ben adını sorgularım; "Demokratik kurallar çerçevesinde ortak çıkarlarda buluşulan toplumsal yapılaşmaya ne ad verilir?"in yanıtı nedir? Ben, Ulus kavramının ortaya çıkışından bugüne kadarki gelişimine ve bugün aldığı son haline baktığımda, Bu sorunuzun yanıtını, tarihsel ve kavramsal bir gerçeklik olarak "Ulus" olarak tanımlayabiliyorum... Dahası; Sizin de buna herhangi bir ad veremediğinizi de görmüş bulunmaktayım zaten... Siz, savunularınıza "Ulus" adı veremeyebilirsiniz... Fakat, "Ulusallık"ın kavuştuğu çağdaş anlamından çok farklı bir anlam ifade etmiyorsunuz... Hiç kimsenin "İnadına Kürt Olduğu" yok... Ters tepen de Ulusallık değildir ve ben öyle nitelemezdim... Ulusallığın gerçekleşebilmesinin koşulu, Feodalizm'in yıkılmasıdır... Feodalizm, ortaçağa ait; kendi iç dinamikleri ve hukuk sistemi, aile yapısı ve işleyişi olan kapalı bir toplum örneğidir... Sorun, Ulusallığın ters tepmiş olması durumu değildir... Sorun, Kürtlerin çağdaşlaşamamış, uyum sağlayamamış, ilkel bir toplum modelini terkedememiş ve onun yarattığı kültürü hala yaşatabiliyor olmaları sorunudur... Şimdi siz bu yapıyı kırmadan ve eleştirmeden, demokratik bir ortak değer yaratabilmeyi öngörüyor olmanız zaten başlı başına bir çelişkidir... Bu neyse ama; Kürtçe'nin yasaklanması örneğine gelirsek... Bunu "Ulus" olmak ile nasıl bağdaştırıyorsunuz onu anlamış değilim... Her devlet örgütlenmesinde yanlış uygulamalar olabilir; Kusurlu örgütlenmelere de gidilmiş olabilir... Fakat bu, o yapının çürük olduğu sonucuna çıkarıvermez öylelikle hemen... Örneğin bakarsanız bugün, dinsel toplumsallaşmalar ilkel bir yapı olarak kalmıştır artık... Fakat bu yüzyıla kadar en geçerli yapılardan da birisiydi nitekim... O dönemde de bu türlü toplumsallaşmalarda yanlış uygulamalar olması, O yapının, o dönemde geçerli olmadığı anlamına gelmiyor... İmparatorluklarda da aksayan yönler ve kıyımlar vardı; Fakat 1. Dünya Savaşı sonuna kadar işledi o yapı yüzlerce yıl... Bir etnik-dilin yasaklanabilmiş olması, Ulusallığın kusuru değildir... O uygulamayı gerçekleştirenleri kusurudur... Ben sadece artık paranın değişiminin çok farklı bir biçimde gerçekleştiğini görüyorum... Ama iletinizi gören, yeryüzünde herkesin artık borsa ile geçindiğini sanır! Yaptığınız, dünyaya, borsa binasından bakmak gibi olmuş... Paranın değişim koşullarının değişmesi, o edinimi sağlayan şirketler ile ilgilidir. Para'nın vatanı olmaz; İnsanların olur... Hala, devletlerin, insanları üzerinde yükümlülüklerinin olduğu bir dünyada yaşıyoruz... Ne zaman ki sınırlar önemsenmeyecek derecede bir paylaşım, Ulus-Üstü bir Ortak-Yaşam çeşidi geliştiririz; İşte Ulusallık o zaman yok olmuştur ve çökmüştür demektir. Bugün, sadece zengin olan azınlık için bu mümkündür... Aç kalan çoğunluk için mümkün değil... İşte ben de bu ifadenin genel adının "Ulusallık" olduğunu söylüyorum... Ulusallığın bugün büründüğü tanımın bu olduğunu dile getiriyorum... Gelişimine, dinamiklerine ve edinimlerine bakın; Başka birşey göremezsiniz... O değilse; Bu tanımınızın adı nedir? Ulusallık ya da diğer tüm kavramlar; Wikipedi'nin söylediğinden çok daha fazlasını ve farklısını ifade etmektedirler; Merak etmeyin...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.