Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    İzmir Tarihi

    İZMİR'İN İŞGALİ Mondros Ateşkesi'nin imzalanmasından beri Yunanlılar, İzmir'de yoğun bir propagandaya girişmişlerdi. Bir yandan İzmir ve çevresine yeni Rum göçmenleri yerleştirilirken, diğer yandan Levantenleri de elde etmeye çalışıyorlar ve Yunanistan'dan askeri eşya ve malzeme taşıyorlardı. İzmir'de kurulan "Abluka ve Seyrüsefer Komutanlığı" ve İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan siyasi temsilcilerinin varlığı da, İzmir'in Türkler'in elinden alınacağı kuşkusunu yaratıyordu. Birinci Dünya Savaşı'nın son yıllarında, Akdeniz'den yapılması olası bir saldırıya karşı Aydın'a komutan olarak atanan Nurettin Paşa, Ateşkes'den sonra karargahını İzmir'e taşıdı ve daha sonra İzmir Valisi atandı. Nurettin Paşa, ulusal örgütlerin kurulmasını gerekli görüyordu. Ocak 1919'dan itibaren İzmir'in Yunanlılar'a verileceği haberi artık İzmir basınında bile yer alıyordu. Paris Barış Konferansı'nda Venizelos, İzmir ve çevresinde Rum nüfusunun çokluğunu ve tarihi Yunan haklarından söz ederek, buraların Yunanistan'a verilmesini istiyordu. İddiaları A.B.D. ve İtalya tarafından çürütülmüş idi. Fakat İzmir'in İtalyanlar tarafından ele geçirilmesi endişesinde bulunan İngiltere Başbakanı Lloyd George, düşlediği büyük Yunanistan için, İzmir'in Yunanistan'a verilmesini istiyordu. Rumlar, İzmir ve çevresinde Türkler'in Rumları katlettiği uydurma haberleriyle 1919 Ocak'dan itibaren Paris Barış Konferansı'na başvurdular. Diğer yandan Nurettin Paşa'nın görevden alınmasını istiyorlardı. Çünkü Nurettin Paşa'nın İzmir Valisi bulunması kendileri için büyük bir engeldi. Osmanlı Dışişleri ise İzmir'in Yunanistan'a verilmesine İtalyanlar'ın izin vermeyeceği düşüncesindeydi. Padişah, 19 Mart 1919'da İzmir'den gelen İzmir Heyetine güven verici konuşma yapıyordu. Oysa aynı tarihte Paris Barış Konferansı'nda İzmir ve çevresinin Yunanlılar'a verilmesi kararlaştırılıyordu. Osmanlı Hükümeti, Rumlarca, işgale engel olarak görülen Nurettin Paşa'yı 22 Mart'ta görevinden aldı. Limanda bulunan Yunan gemisindeki askerlerin karaya çıkarak olaylar çıkartması karşısında da "Nasihat Heyetleri" aracılığı ile sükunet önerildi. Nurettin Paşa'nın yerine Valiliğe Kambur İzzet ve Kolordu Komutanlığı'na da Ali Nadir Paşa atandı. İzmir milliyetçilerine baskı yapan yeni vali, işgal haberlerini de yalanladı. Barış Konferansı'nda İngiltere, Fransa ve A.B.D. nin tarafından isteklerinin dikkate alınmamasına kızan İtalya'nın 24 Nisan'da Konferansı terk etmesinden yararlanan üç büyükler, İzmir'e Yunan askeri çıkartılmasını uygun buldular. 5 Mayıs 1919'da Lloyd George yaptığı açıklamada, İtalyanlar'ın doğudaki tüm davranışlarının kuşku verici olduğunu ve Batı Anadolu'yu her an ele geçirebileceklerini, onları oradan çıkartmanın ise çok güç olacağını belirttikten sonra, Rumlar öldürüldüğü için Yunan askerinin İzmir'i işgaline izin verilmesini ve İtalyanlar Paris'e dönmeden bu sorunun çözülmesini istedi. 6 Mayıs'ta da, İzmir'deki Rumlar'ı korumak için Yunanlılarm İzmir'e 2-3 tümen çıkarmasına izin verilmesini yineledi. Clemenceau ve Wilson da isteği kabul ettiler. Savaşın galibi üç büyük devlet yöneticisi büyük bir tarihi hata işleyerek Türk vatanını haksız entrikalarla, İngiltere'nin çıkarları uğruna Yunanistan'a veriyorlardı. İstanbul'da bulunan Amiral Calthrope 7 Mayıs 1919'da İzmir'in işgal edileceğini öğrendi. 12 Mayıs'ta hazırlıklarını tamamlayıp İstanbul'dan ayrıldı. İngiliz, Fransız, A.B.D. ve Yunan savaş gemileri ise 7 Mayıs'tan itibaren İzmir Limanı'nda toplanmaya başlamışlardı. Amiral Calthrope, 14 Mayıs'ta 17. kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa'ya Mondros Ateşkesi'nin 7. Maddesi gereğince İzmir istihkamlarının ve çevresinin işgal edileceğini ve İstanbul Hükümeti'nin de bilgisi olduğunu bildirdi. Ali Nadir Paşa İzmir ve çevresindeki, askeri birliklere, işgale karşı konulmamasını ve silah ve techizatın müttefik kuvvetlere teslim edilmesi emrini verdi. Aynı gün Foça ve Urla'yı Fransızlar, Kösten Adası'nı İngilizler, Yeni Kale'yi de Yunanlılar işgal ettiler. İtalyanlar 13 Mayıs'ta Kuşadası'na asker çıkarmışlar ve Selçuk'a doğru ilerliyorlardı. İzmir Valisi ise İzmir'in işgal edileceği haberini yalanlıyordu.Vali İngilizler'e başvurarak işgalin Yunanlılar tarafından değil, İngilizler tarafından yapılmasını istediyse de, İstanbul'un kayıtsız kalışı karşısında, çaresizlik içinde boyun eğdi. İzmir aydınlarının 14 Mayıs gecesi yaptıkları "Maşatlık Mitingi" de etkili olamadı. İzmir'in çevresini işgal etmiş olan İtilaf Devletleri'nin donanmalarının koruyuculuğu altında, 15 Mayıs 1919'da Yunan askeri yüzyıllardır Türk olan "Güzel İzmir"e asker çıkardılar. İzmir Rumları Kordon'da Yunan askerini çoşkun sevgi gösterileriyle karşılıyordu. Başpiskopos Hrisostomos gemilerden inen Yunan askerlerini kutsuyor ve karaya çıkan askerler silah çatarak hora tepiyorlardı. Sabah saat 9'da üç Yunan alayı karaya çıkmış bulunuyordu. Saat 10'da Yunan askerleri İzmir'i, Rumlar'ın gösterileri arasında şehri işgal etmek için yürüyüşe geçtiler. Askeri Otelin önüne geldikleri sırada "Hasan Tahsin" adında bir Türk ateş açtı. Fakat derhal öldürüldü. Başka bir genç ise Yunan bayrağını taşıyan askeri vurdu. Yunan askerleri, bu olay karşısında çevreye yaylım ateşe başladılar. Karşılarında çatışacak silahlı birlik bulunmamasına rağmen yaylım ateş, özellikle askeri kışlada bulunan silahsız Türk askerine karşı yarım saat sürdü. Türk askerlerinin teslim olmasına rağmen Yunanlılar bir süre daha ateşe devam ettiler. Esir alınan çevredeki Türkler toplanarak esir gemisine götürüldüler. Bu sırada otuz kadar Türk Yunanlılar tarafından öldürüldü. Saldırganlıkların çoğunun İzmirli Rumlar'dan gelmesi yabancı gözlemciler tarafından da izleniyordu. Türk asker ve subayları dipçiklenerek, süngülenerek öldürülüyor, üzerlerindeki kıymetli eşyalar zorla alınıyordu. İşgale karşı boyun eğmiş bulunan Ali Nadir Paşa yerde sürüklenerek tekmeleniyordu. Türk subayları "Zito Venizelos" diye bağırmaya zorlanıyor, ağır hakaretlere uğruyorlardı. Bağırmayı reddedenler ise süngüleniyordu. Reddedenlerden Albay Fethi Bey de süngülenerek şehit edildi. Şehrin diğer yerlerinde de olaylar, daha doğrusu yağma, öldürme ve tecavüz olayları başladı. Türkler'e ait evler ve işyerleri Rumlar tarafından yağmalanıyor, canını, malını, namusunu korumak isteyen Türkler öldürülüyordu. Bütün bu olaylar "uygar ulusların temsilcilerinin" gözleri önünde, "uygar devletlerin" izniyle yapılıyordu. Lord Curzon'un 18 Nisan 1919 tarihli bildirisinde "Selanik kapılarının 5 mil dışında asayişi sağlayamayan Yunanistan'ın Aydın Vilayeti'nde (İzmir o tarihte Aydın Vilayeti içinde idi.) barış ve güvenlik sağlamakla görevlendirilmesini" uygun görmediğini açıkladığı Yunanlılar ilk gün 400 Türk öldürmüşlerdi. Çevre köy ve kazalardaki olaylarla bir iki gün içinde 5.000 kadar Türk öldürüldü. Yunanlılar daha başlangıçtan, geçici bir işgal için değil, kalıcı bir ilhak için Batı Anadolu'yu Ege 'nin her iki yakasında kurulacak Büyük Yunanistan'a katmak ve böylece "Megalo İdea" (Büyük İdeal) yani Hristiyan Bizans İmparatorluğu'nun geçmiş ihtişamının yeniden canlandırılmasına ulaşmak için geldiklerini açığa vurdular. Türk Ulusu'nun içine düştüğü durumdan yararlanan Yunanlılar yüz yıllık ihtiraslarıyla Anadolu'ya, daha ilk günden kan ve ölüm saçarak geliyorlardı. Bazı Yunanlı subayların, "Anadolu'ya gitmeyelim, Anadolu mezarımız olur" uyarılarına rağmen Anadolu macerası bu biçimde başladı. Anadolu gerçekten de mezaları oldu. Fakat bu mezarı kendileri kazdılar, kazma ve küreği ise ellerine İngiltere tutuşturmuştu. Yunanlıların böyle davranmalarının, akıtılan kanların ve üç yıl sürecek savaşın sorumluluğunu başta İngiltere olmak üzere Fransa ve A.B.D. ne ait idi. Eger amaç barış ve güvenliğin sağlanması olsaydı, İzmir'i İtilaf Devletleri askerleri işgal edebilirdi. İzmir'in işgali yabancı gazeteler aracılığı ile dünya kamuoyuna duyuruldu. Fransa'nın büyük gazeteleri, "Türkiye'nin parçalanışı", "Türk İmparatorluğu ömrünü doldurdu", "Hasta Adamın cenaze töreni" başlıklı haberler verirken, Batı Anadolu'da Ermeni çıkarlarının bundan sonra ne olacağı tartışılıyordu. Yunan propagandası ile, ilk gün haberlerinde, tam zamanında girişilen işgal ile artık İzmir'de sükunetin hakim olduğu ve Hristiyanların katliamdan kurtarıldığı bildiriliyordu. Amerikan gazeteleri de İzmir'in işgalini duyururken, Türklere Anadolu'da küçük bir bölge bırakılabilir diyor, Amerikan mandasından söz ediyorlardı. Bazı gazetelerde ise "nankör ve samimiyetten yoksun Rum ve Ermeniler için cesur ve namuslu Türkler'in haklarının çiğnendiği ve Türkler'in İzmir'de katledildikleri" haberleri yer alıyordu. Yunanlılar'ın İzmir ve çevresinde yaptıkları katliam kısa süre sonra anlaşılınca, İngiliz Parlamentosu'nda bile ağır eleştirilere yol açtı. İngiliz Genelkurmay Başkanı Wilson, anılarında "Bütün yapılanlar deliliktir, fenalıktır" diyor, Standart Baker isimli İngiliz yazarı ise işgali, "********* bir entrika" olarak değerlendiriyordu. İlk günlerin olaylarının yarattığı tepkiler üzerine Venizelos İzmir'e vali olarak eski bir arkadaşı olan Stergiadis'i seçti. Stergiadis 15-16 Mayıs olaylarının sorumlusu olanların askeri mahkemece cezalandırılmasını sağladı ve zarar görenlere tazminat ödeneceğini ilan etti. Türkler'e karşı kışkırtıcı davranışlar yapılmamasını bildirdi. Küçük görevdeki Türk memurlarını yerinde bıraktı. Yerli Rumlar'ın Türkler'e saldırmamaları için önlem almaya başladı. İslam hukukunu iyi bilen ve Türkler'i iyi tanıyan Stergiadis'in amacı, işgale karşı direniş çıkmamasını sağlamaktı. Saldırı ve öldürme olaylarının Türkleri yıldırmayacağını tam tersine ayaklandıracağını çok iyi biliyordu. İzlediği politika yüzünden kilisenin, yerli Rumlar'ın ve kendi askerlerinin tepkisini çekti. Emirleri de yeterince uygulanmadı.
  2. _asi_

    İzmir Tarihi

    AYDINOĞULLARI BEYLİĞİ Aydınoğlu Beyliği veya Aydınoğulları Beyliği, Anadolu Selçuklu Devleti 'nin çökmesi ve dağılmasıyla başlayan Anadolu Beylikleri döneminde, 14. yüzyıl başlarında Güneybatı Anadolu’da Aydın ve çevresinde kurulmuş; döneminde hayli etkili olmuş bir Türk beyliğidir. Kuruluş ve çöküş 1308'de Aydın ve çevresinde kuruldu. Devletin kurucusu Aydınoğlu Mehmed Bey, Germiyanoğulları'nın subaşısıydı (ordu komutanı). Mehmed Bey, önce Germiyanoğullarına bağlı kaldı. Sonra Bizans'tan Birgi'yi alıp başkent yapınca bağımsızlığını ilan etti. Ardından Ödemiş, Sultanhisar ve İzmir'i de topraklarına kattı. Ayasuluğ’da (bugünkü Selçuk) Aydınoğullarının ilk donanmasını kurdu. Mehmed Bey’in 1334'te ölümü üzerine beyliğin başına oğlu Umur Bey geçti. Umur Bey Selçuk ve İzmir'de tersaneler kurdu; donanmasını güçlendirdi. Sakız, Bozcaada, Eğriboz, Mora ve Rumeli kıyılarına akınlar düzenledi. Umur Bey Alaşehir'i de topraklarına katınca, Venedik, Ceneviz, Rodos Şövalyeleri ve Kıbrıs Krallığı'nın donanmaları birleşerek harekete geçti. Birleşik Haçlı donanması 1344’te İzmir'i ele geçirdi ve Aydınoğulları bu savaşta donanmasını yitirdi. Aydınoğulları, Umur Bey'in 1348'de ölmesinden sonra eski gücünü yitirdi. Denizden Venedik ve Rodos Şovalyeleri'ne, karadan da Osmanlılar'a karşı koyamadı. İsa Bey, 1390'da topraklarını Yıldırım Bayezid'e bırakarak Tire'de oturmayı kabul etti. 1402’deki Ankara Savaşı'nda Yıldırım Bayezid'i yenen Timur Aydınoğullarına eski topraklarını geri verdi. Beyliği eline geçiren Cüneyd Bey idaresinde Aydınoğulları biraz daha ayakta kaldı. Fakat Cüneyd Bey Osmanlı Devleti aleyhinde çeşitli gailelere katıldı. Özellikle Fetret Devrinde değişik şehzadelere destek sağladı ve Düzmece Mustafa isyanlarında önemli rol oynadı. En sonunda İzmir yakınlarındaki sığındığı kalede teslim olmak zorunda kaldı ve hem kendisi hem de ailesi öldürüldü. Böylece 1426'da Aydınoğulları Beyliği toprakları II. Murad tarafından kesin olarak Osmanlı Devletine katılarak ilhak edildi. Beyliğin son ermesinden sonraki Aydınoğulları Beylik hanedanının torunlarından Aydınoğlu Molla Yakup Bey 1597 yılında İzmir'in en büyük camii olan Hisar Camii'ni yaptırmistır. Bu da, Aydınoğlu ailesinin Osmanlı idaresinde de uzun süre ön planda kaldığına işaret etmektedir. Ancak 17. yüzyıldan itibaren İzmir'in giderek yabancı tacirler ve azınlıkların ağır bastığı bir evrime girmesiyle ailenin önce nüfuzu azalmış, sonra da fertleri kaybolmuş olmalıdır.
  3. _asi_

    İzmir Tarihi

    TARİHÇE Piri Reisin Kitab-ı Bahriye kitabında İzmir körfezi Eski İzmir kenti (Smyrna) körfezin kuzeydoğusunda yer alan ve yüzölçümü yaklaşık yüz dönüm olan bir adacık üzerinde kurulmuştu. Son yüzyıllar boyunca Meles Çayı'nın ve Sipylos Dağı (Yamanlar Dağı)'ndan gelen sellerin getirdikleri mil ile bugünkü Bornova ovası oluştu ve yarım adacık bir tepe haline dönüştü. Şimdi Tepekule adını taşıyan bu höyüğün üzerinde Tekel Müdürlüğü'nün İzmir Şarap ve Bira Fabrikası'na ait numune bağı bulunmaktadır. 1955'ten beri yoğun gecekondu bölgesi olan bu çevrede İzmir'deki ilk yerleşim yeri olarak tespit edilen İzmir Höyüğü bulunur. Buradaki ilk kazılarda Türk Tarih Kurumu ile Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü"nün büyük katkıları olmuştur. Batı Anadolu kıyılarındaki ilk yerleşimler -ki bunlar Troya Savaşlarından sonra kurulan Aiol, İon ve Dor kökenlidir- genelde küçük yarımadalar üzerinde kurulmuştur. Bunlar, Çandarlı (Pitanes), Foça (Phokaia), İzmir (Smyrna), Kilizman (Klazomenai), Milet ve İasos gibi yerleşimlerdir. Bunun nedeni yerleşim yerlerini kuran ve oturan insanların daha çok Hellenli ve den olmalarıdır. Böylece yarımada yerleşikleri hem iki limana sahiptiler, hem de kara denizden gelecek saldırılara karşı güvence içindeydiler. Elverişsiz havalarda limanlardan biri uygun olmadığı takdirde gemiciler diğer limanı kullanma şansına sahiplerdi. Bayraklı Höyüğü körfezin kuzeydoğu köşesinde, kuzeyine sarp kayalı Yamanlar Dağı'nı da alarak karadan gelecek saldırılara karşı rahat bir konumdaydı. Güneyi imbata açıktı. Eski İzmir yerleşimi yaklaşık 3000 yıl boyunca bu yarımada üzerinde yer aldı. M.Ö. 4. yüzyılın ikinci yarısında büyük nüfus artışı yüzünden bugünkü Kadifekale (Pagos) eteklerine taşındı. Neolitik-Tunç Çağları ( M.Ö. 6500-1050) En eski İzmir'in yerleşimi Bornova ilçesindeki [[Yeşilova Höyüğü, İzmir|Yeşilova ilinenden 3 bin yıldan daha eskiye M.Ö. 6500 yıllarına kadar gidilmiştir.Yeşilova buluntuları İzmir'deki ilk yerleşimin Neolitik Çağda Bornova Ovası'nda başladığını , yerleşim sayısının Kalkolitik ve Tunç Çağlar süresince artarak devam ettiğini göstermiştir. Symrna kazılarından elde edilen bilgiler ışığında Tunç Çağ evlerini höyüğün en üst düzeyinde denizden 3 ile 5 metre yukarıdaki kayalar üzerine oturtmuşlardır. Bu yerleşme Eski Tunç Çağı dönemine aittir. Bulunan çanak ve çömlekler Troya dönemi ve kültürüyle (M.Ö.3000-2500) benzerlikler göstermektedir. Birinci yerleşim tabakasının üstünde Orta Tunç Çağı dönemi yer alıyordu. Burada bulunan keramik eserler Troya II kentinde ortaya konulan sanatsal eserlerle hemen hemen özdeştir (M.Ö. 2500-2000). Üçüncü yerleşme katı Troya VI ve Hitit dönemi ile çağdaştır (M.Ö.1800-1ü50). Bu katta elde edilen büyük ve sağlam bir vazo, Afyon ve Uşak kentlerinin güneyindeki Beyce Sultan kazılarında elde edilen kapların çeşidindendir. Ayrıca birçok kap biçimi Orta Anadolu ile olduğu ölçüde Troya VI kap kaçağı ile de benzerlikler taşımaktadır. Bundan başka yine Troya VI'da gün ışığına çıkan `Minyas' tipi vazolar Bayraklı'da da ele geçmiş, bir de 4-5 Myken seramik parçasına rastlanmıştır. Açılan sondajlar küçük olduğundan evler hakkında geniş bilgi elde edilememiştir. Tunç Çağı'nda İzmir `de yaşayan yerli halkın dili konusunda herhangi bir fikir elde edilmesi mümkün olmamıştır. `Minyas' türü keramiğin ele geçmesi birçok Anadolu kentinde olduğu gibi, burada da 2. Binde Akalılâra (Achaioi: Myken) ait bir ticaret kolonisinin bulunduğuna ilişkin ipuçları verebilir. Hititler Çağı'nda {M,Ö. 1800-1200) Anadolu'da yazı ve bundan ötürü o dönemde tarih çağına ulaşılmış bulunuluyordu. Ancak M.Ö. 1200'lerde Troya Vll ve Hitit başkenti Hattuşaş'ın Balkanlardan gelen kavimlerce yıkılmasından sonra Orta ve Batı Anadolu yeniden yazısız ve karanlık bir çağa, Demir Çağı'na girdi. Demir Çağı, Anadolu'da yazının yeniden kullanılması ile Frigya Krallığı'nda M.Ö.730, geri kalan Orta ve Batı Anadolu'da ise M.Ö. 650 yıllarına kadar sürmüştür, Kazılarda fazla miktarda çıkarılan keramik ürünlerden anlaşıldığına göre, Demir Çağı boyunca Eski İzmir'de Hellas'tan göç eden, Aiolller ve İonlar yaşıyordu. Yarımadada yerli halkın yaşadığına dair herhangi bir bulguya ise rastlanmamıştır. Bayraklı Höyüğü'nün M.Ö. 1050 yıllarında kurulmaya başlayan yerleşmesinin Hellas kökenli olduğu anlaşılmaktadır. 400 yıl devam eden bu ilkel dönem boyunca başlıca beş yerleşme katı saptanmıştır. Bunlar : I. Aiol yerleşmesi (M.Ö. 1050-M.Ö.1000) II. Erken, Orta ve G IV. Geç Geometrik yerleşme (M.Ö. 750-M.Ö. 675) V. Subgeometrik yerleşme (M.Ö. 675-M.Ö. 650) Söz konusu beş tabaka denizden 6,40 metre yükseklikte başlamakta ve 9,50 metrede son bularak 3 metre kalınlığında bir tabaka oluşturmaktadır. Kazılarda elde edilen Aiol keramiği Submyken orijinlidir. Protogeometrik ve Geometrik stildeki kap-kaçak ise genelde Attika vazoculuğunun bir devamıdır diyebiliriz. Demir Çağı boyunca İzmir evleri, büyüklü küçüklü tek odalı yapılardan oluşmakta idi. Gün yüzüne çıkarılan en eski ev M.Ö. 925 ile M.Ö. 900'e tarihlenmektedir. İyi korunmuş halde ortaya çıkarılan bu tek odalı evin (2,45 x 4 m.) duvarları kerpiçten, damı ise sazdan yapılmıştı. Erken Geometrik dönemden itibaren (M.Ö. 875'ler) bu tek odalı evler at nalı biçimli bir avlunun üç bir yanını çevirmekte idiler. Eski İzmir'liler kentlerini M.Ö. 850'lerde kerpiçten yapılmış kalın bir surla korumaya başladılar. Bu tarihten itibaren Eski İzmir'in bir kent devlet kimliği kazanmış olduğu söylenebilir. Kenti 'Basileus' adı verilen bir beyin idare ettiği olasıdır. Göçleri gerçekleştirenler ve kent ileri gelenleri soylu tabakayı oluşturuyordu. Kent duvarları içinde yaşayan nüfus olasılıkla bin kişi civarındaydı. Geç Geometrik ve Subgeometrik seramikle açıklanan dönemde (M.Ö.750-650) ise yarımadanın nüfusu daha kalabalık olup belki de 1500 kişiyi aşıyordu. Kent devlete ait halkın büyük bir bölümü civar köylerde yaşıyordu. Bu köylerde, bu çağdaki Eski İzmir'in tarlaları, zeytin ağaçları, bağları, çömlekçi ve taşçı işlikleri yer alıyordu. Geçimi tarım ve balıkçılıkla sağlanıyordu. Kentin en önemli kutsal yapısı Athena Tapınağı idi. Bu tapınağın günümüze değin korunan en eski kalıntısı M.Ö. 725-700 yılları arasına tarihlenmektedir. Daha önceki dört dönemde (M.Ö. 1050- 750), büyük bit olasılıkla yine Tanrıça Athena'ya tapınılıyordu, ancak o tarihlerde kadın tanrıçanın heykeli herhalde küçük bir niş (naiskos) içinde bulunuyordu. Bilindiği gibi Homeros'un destanı İlias, Aiol ve İon lehçelerinin karışık olduğu bir dille yazılmıştır. Bu nedenle dünya tarihinin bu çok önemli destansı yapıtı büyük olasılıkla bu iki lehçenin konuşulduğu sınır bölgesi olan İzmir'de oluşturulmuştur. Nitekim Hellenistik dönem İzmirlileri Homeros için 'Homeraion' adlı bir yapı inşa etmişlerdir. Parlak Dönem (M.Ö. 650-545) Eski İzmir'in parlak dönemi M.Ö. 650-545 yılları arasına denk düşer. Yaklaşık yüz yıl süren bu süre, bütün İyon uygarlığının en güçlü dönemini oluşturur. Bu dönemde Miletos'un liderliğinde Mısır'da, Suriye ve Lübnan'ın Batı kıyılarında, Propontis'te (Marmara Bölgesi), Pontus'ta (Karadeniz) koloniler kurulur ve Doğu Hellen dünyası kıta Yunanistan ile rekabet ederek birçok alanda ve konuda onun yerini almaya başlamıştır. Bu dönemde İzmir'in tarımcılıkla yetinmeyip Akdeniz ticaretine de ortak olduğunu görmekteyiz. Bu dönem katlarında bulunan Fenike kökenli eserler, Kıbrıs kökenli heykel ve heykelcikler, Ön Asya ya da Akdeniz orijinli fayans figürcükler bu uluslararası ticaretin günümüze kalmış eserleridir. Parlak dönemin İzmir'deki önemli belirtilerinden biri M.Ö. 650'den beri yazının yaygınlaşmaya başlamasıdır. Kadın tanrıça Athena'ya sunulan armağanların birçoğunda sunu yazıtları bulunmaktadır. Kent halkının sayısı fazla olmasa da bir bölümü okuryazardır. Kazılarda ortaya çıkarılan Athena Tapınağı (M.Ö. 640-580), Doğu Hellen dünyasının en eski mimarlık eseridir. En eski ve en güzel sütun başlıkları şu ana kadar İzmir'de bulunmuştur. Samos, Milet, Efes, Erythrai ve Phokaia'da çıkarılan sütun başlıkları M.Ö. 6. Yüzyılın ikinci yarısından (M.Ö. 575-550) tarihinden önce değildir. Helken sanatının en özgün mimarlık öğeleri olan Aiol ve İon türü başlıklar ile İon ve Lesbos biçimi kymationlar (yaprak ya da yumurta şekilli mimarlık süslemesi) doğuşlarını Eski Izmir de gün ışığına çıkan ve büyük ölçüde Anadolu Hitit sanatından esinlenmiş olan bu başlıklara borçludurlar Hellen Dünyasının çok odalı ev tipinin en eski örneği Eski İzmir de bulunmuştur. Gerçekten M.Ö. 7. Yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olan iki katlı, beş odalı, ön avlulu çifte megaron, Hellenlerin bugün için bilinen, bir çatı altındaki en eski çok odalı evdir. Ondan önceki Yunan evleri yan yana dizilmiş megaronlardan oluşuyordu. Eski İzmir'in cadde ve sokakları daha 7. yy'ın ikinci yarısında ızgara planlı idi, caddeler ve sokaklar kuzeyden güneye ve doğudan batıya uzanıyor, evler genellikle güneye bakıyordu . İlerde M.Ö.5. yüzyılda Hippodamos tipi adını alacak olan bu kent planı özünde Yakın doğuda çoktan biliniyordu. Bayraklı şehir planı bu tür kent dokusunun Batı dünyasındaki en erken örneğidir. İon uygarlığının en eski parke döşeli yolu Eski İzmir'de gün ışığına çıkarılmıştır. Hellen dünyasının en eski sivil mimarlık eseri Eski İzmir'de 7. Yüzyılın ilk yarısında yapılmış olan güzel taş çeşmedir. Bir zamanlar Yamanlar Dağı üzerinde yükselen Tantalos mezarı, tholos biçimli anıtsal mezarların güzel bir temsilcisidir. Tantalos tümülüsünün mezar odası adı geçen çeşmenin planında idi ve onun gibi Isopata tipi adını taşıyan yapı türünde idi, yani planı dörtgendi ve üstü bindirme tekniğindeki bir tonozla örtülü bulunuyordu. Tantalos mezarı adı ile anılan bu anıtsal eser Eski İzmir'de MÖ.520-580 tarihlerinde yönetimi elinde tutan basileusun ya da tyranın mezarı olmalıdır. Eski İzmir'de, çömlekçi işlikleri, arkeoloji literatüründe "Oryantalizan" ya da "Friz Stili" adı ile anılan seramik türünün güzel örneklerini üretiyor, taşçı ustaları mimarlık eserlerinden başka anıtsal boyda heykeller ve heykelcikler yontuyor ve bütün bu sanat yaratılarının bir bölümü dış pazarlara sürülüyordu. Bilindiği gibi M.Ö. 6. Yüzyılın ilk yarısında o zamanki antik dünyanın kültür merkezi Batı Anadolu idi. Özellikle Milet'de tarihte ilk defa batıl inançlardan ve her çeşit din etkisinden kurtulmuş, özgür düşünceye dayalı bilimsel araştırmalar başlamıştı. Doğu dünyasının zengin bilgi ve deneyim hazinelerinden yararlanarak ve özellikle özgür düşünce yöntemiyle Thales, Anaksimenes ve Anaksimandros gibi doğa filozofları' bugünkü Batı uygarlığının temellerini atmışlardı. Thales dünyada ilk defa bir doğa olayını, M.Ö. 28 Mayıs 585 tarihinde olagelen güneş tutulmasını oluşundan önce hesaplamıştır. Böylece kültür ve bilim alanında tarihin başlangıcından beri 2500 yıl boyunca Mezopotamya ve Mısır'ın elinde olan önderlik, Batı Anadolu'ya geçmiştir. Batı Anadolu bu önderliğini İranlıların Anadolu'yu işgal ettikleri 545 yılına değin korumuştur. Ancak İran işgali ile filozoflar, bilim adamları ve sanatçılar Atina'ya göç edince kültür ve ilim alanındaki önderlik Atina'ya geçmiştir. Milet, Efes, Samos gibi İzmir de 6. Yüzyılın başlarında büyük olasılıkla düşünce ve bilim alanında önde gelen kentlerden biriydi. Ancak Eski İzmir M.Ö. 640-545 tarihlerinde döneminin en ileri kültür merkezlerinden biri olduğu halde daha sonraları önemini yitirdiği için, çalışmalarda eskisi hızını kaybetmişti. Eski İzmir'in edebiyat, şiir, tarih, felsefe ve bilim konularında ne düzeyde olduğu hakkında yeterli bilgi mevcut değildir. Mimarlık konusunda ise önemli bir merkezdi. herodot, Eski İzmir'i Lidya kralı Alyattes'in aldığından bahseder. Kazılarda da bu olay M.Ö. 500 sıralarına tarihlenir. Kent ve Athena tapınağı tahrip olsa da İzmirliler M.Ö. 590 yıllarında tapınağı tekrar inşa ederler. Daha sonra Persler tarafından 6. Yüzyılın ortalarında ele geçirilen kent. Bu olayla birlikte parlak devrini tamamlamıştır. Bu tarihten sonra Athena tapınağına hediye edilmiş hiçbir armağan bulunamaması da bu tahribatın önemli göstergelerinden birisidir. Gerileme Dönemi (M.Ö. 500-300) Athena Tapınağı M.Ö. 545 tarihlerinde terkedilmişse de yerleşim sürmüş, ancak bundan sonra 200 yıl kadar bir süre eski İzmir önemini ve işlevini yitirmiştir. M.Ö. 5. yüzyıl boyunca küçük ancak zengin bir yerleşmenin yer aldığı Bayraklı Höyüğü M.Ö. 5. yüzyılın sonunda ve özellikle 4. yüzyıl süresince yoğun bir iskana sahne olmuştur. Bu dönemde, ortalarında büyük avlular olan biri 5, biri 8 ve diğeri 15 odalı olmak üzere üç ev gün ışığına çıkarılmıştır. Bunların, kenti idare eden ve muhtemelen dönemlerindeki Pers etkisine uyarak yakın civardaki Larissa'da olduğu gibi, birer tyran olan beylere ait olmaları akla yakın gelmektedir. Nitekim Yamanlar Dağı'nda hala kısmen korunmuş olan ve önemli kişilerin mezarları olması gereken düzgün krepisli birkaç 4. yüzyıl tümülüsü bu düşünceyi desteklemektedir. Söz konusu merkezi avlulu büyük üç evden başka birçoğu megarondan bozma dörtgen planlı küçük evler bulunmuştur. Bayraklı höyüğünün bütün üst düzeyinin 4. yy. boyunca evlerle kaplı olduğu söylenebilir. Öyle anlaşılıyor ki Anadolu'daki Pers işgali 4. yüzyılda gücünü yitirmiş ve İyon kentlerinin büyümesine neden olmuştur. Meydana gelen nüfus patlaması ile yüz dönümlük Bayraklı Höyüğü, İzmirlilere küçük gelmeye başladığından, M.Ö. 300 tarihlerinde Kadifekale (Pagos) eteklerinde yeni İzmir kenti kurulmuştur. Hellenistik Dönem'de ve Roma İmparatorluğu yönetiminde İzmir (M.Ö. 333-M.S. 395) Büyük İskender'in İssos'ta (İskenderun) Pers Kralı Darius'u yenmesinden (M.Ö. 333) ve arkasından bütün doğuyu ele geçirmesinden sonra Hellen dünyası büyük bir refah çağına erişti. Kentler nüfus patlamalarına sahne oldu. Hellenistik Dönem'de İskenderiye, Rodos, Bergama ve Efes kentlerinden her biri 100 binin üstündeki bir nüfusa eriştiler. Küçük bir tepeciğin üzerinde kurulmuş olan eski İzmir kentinin duvarlarının içinde yalnız birkaç bin kişi yaşayabiliyordu. Bu nedenle en geç M.Ö. 300 sıralarında Kadifekale'nin eteklerinde, yeni ve büyük bir kent kuruldu. M.Ö. 323 yılında Büyük İskender'in ölümü üzerine çıkan iç savaşta İzmir (zamanın ismiyle Symrna), önce Lysimakhos'un, sonra Lysimakhos'u M.Ö. 281 yılında yapılan Corupedion Savaşı'nda yenen Selevkoslar'ın kralı 1. Selevkos'un eline geçti. Selevkos egemenliği M.Ö. 190 yılında yapılan Magnesia (bugün Manisa) Savaşı'na kadar sürdü. Selevkoslar, Romalılar'a karşı kaybettiği bu savaştan 2 yıl sonra yapılan Apameia (bugün Dinar) savaşıyla Bergama Krallığı'na verildi. Bergama'nın egemenliği, Kral 3. Attalos'un ölümüne dek sürdü ve bu tarihte Romalılar'ın eline geçti ve Asya Eyaleti'ne bağlandı. Tarihçi Strabon, Smyrna'nın kendi zamanında yani M.Ö. 1. yüzyıla geçiş sırasında en güzel İyon kenti olduğunu belirtmektedir. O dönemde kentin küçük bir bölümü Kadifekale'nin Pagos'un üzerindeydi. Büyük bölüm ise düz arazi üzerinde bulunan liman çevresine toplanmıştı. Ana tanrıçanın tapınağı ile gymnasion da bu hat üzerinde yer alıyordu. Caddeler düzdü ve tamamı büyük taşlarla düzgün bir biçimde kaplanmıştı. Aristeides, kentin doğu-batı yönünde uzanan iki ana yolunun (Kutsal yal ve Altın yol) bulunduğunu ve bu yollarla kentin , denizden gelen esinti ile serinlediğini anlatmaktadır. Strabon İzmir'de Homereion olarak adlandırılan bir stoanın varlığından söz eder (belki de bir perystil ev). Bu evin içinde Homeros'un bir heykeli bulunuyordu. Roma Çağı'nda İzmir'de inşa edilen yapılar arasında, Kadifekale'nin (Pagos) kuzeybatı eteğindeki antik tiyatro ve batıdaki stadyumun her ikisinden de pek az iz kalmıştır. Diğer taraftan Smyrna Agorası oldukça iyi korunmuş olup, bugün kısaca Agora olarak bilinmektedir. Agoranın ölçüsü 120x80 metre uzunluğunda geniş bir avlusu vardı. Doğusunda ve batısında birer stoası vardı. Her iki yapı 1 7,5 m. olup ikişer katlıydı. Ayrıca 28 m. uzunlukta bir bazilika da mevcuttu. M.Ö. 2. Yüzyılda Romalıların egemenliğine giren İzmir ikinci kez altın dönemini yaşamaya başlar. M.Ö. 88 yılında Pontus Kralı 6. Mithridates'in eline geçtiyse de 2 yıl sonra Romalılar şehri geri aldı. İncil'de sözü edilen "Yedi Kilise"den bir tanesinin bulunduğu Smyrna Hıristiyanlığın gelişmesinde önemli bir rol oynar. İzmir'in ilk başpiskoposu olan Aziz Polikarp havari ve İncil yazarı St. John'un ilk müridlerinden biridir. Yaklaşık M.S. 70 yılında Anadolu'da doğmuş, inancından ötürü 23 Şubat 155 tarihinde, İzmir akropolü üzerinde bulunan stadyumda Romalılar tarafından yakılarak ölüme mahkum edilmiştir. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, İzmir, sonradan Bizans İmparatorluğu olarak tanınacak Doğu Roma İmparatorluğu'nun bir parçası olur. Bizans İmparatorluğu yönetiminde İzmir; Araplar, Selçuklular, Cenevizliler, Aydınoğulları, Haçlılar, Moğollar. Bizans İmparatorluğu döneminde Araplar, Selçuklular, Haçlılar ve Cenevizliler kenti ele geçirmek için birbirleriyle savaşırlar. Kenti ilk önce Araplar 672 yılında denizden zaptedip İstanbul'a yaptıkları akınlarda bir üs olarak kullanırlar. Türkler İzmir'i ilk kez 1076'da Sulçuklu akıncılarından ve zamanla ilk büyük Türk denizcisi olacak Çaka Bey'in komutasında ele geçirirler. İzmir'den hareketle Ege Adaları ve Çanakkale Boğazı'na düzenlediği akınlarla Bizanslılara korku salan Çaka Bey'in ölümünden sonra Bizanslılar kenti 1098'de geri alırlar ve şehrin kıyı tarafı 1204 yılında Rodos Şovalyeleri'nin eline geçer. 1310'da Aydınoğlu Umur Bey tüm şehri ele geçirir. 1344 yılında Cenevizliler kıyıdaki St. Peter kalesini ele geçirirler. Cenevizliler aşağı kenti kontrollerinde tutarken Aydınoğulları Beyliği yukarı kentte (Kadifekale) hakimiyet kurar. Gavur İzmir deyimi o dönemden kalmadır ve Cenevizlilerin elinde kalan aşağı kenti tanımlamak için kullanılmıştır. 14.yüzyıl ortalarında St. Peter kalesi ve aşağı kent bu kez Rodos Şövalyeleri tarafından ele geçirilir. Bu arada Osmanlı Devleti 1398'de İzmir üzerinde hakimiyet kurdu. Ankara Savaşı'nı kazanarak Osmanlı Devleti'ni mağlup etmiş olan Timur'un 1403'de bizzat komuta ettiği Moğol ordusu kenti istila edip, St.Peter Kalesini yerle bir eder. Bu fetih Timur'un Hristiyan güçlere karşı yapmış olduğu tek savaş olması nedeniyle ayrıca önemlidir. Osmanlı Devleti'nin toparlanmasından sonra 1422 yılında II. Murat kenti zapteder ve İzmir bundan sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olur.
  4. Hoş geldiniz Alina Callas Keyifli vakit geçirmeniz dileğiyle...
  5. _asi_

    Yunanistan

    YUNANİSTAN DEVLETİN ADI: Yunanistan Cumhuriyeti BAŞŞEHRİ: Atina NÜFUSU: 10.288.000 YÜZÖLÇÜMÜ: 131.944 km2 RESMİ DİLİ: Yunanca DİNİ: Hıristiyanlık, İslamiyet PARA BİRİMİ: Drahmi Yunanistan Cumhuriyeti (Yunanca: Ελληνική Δημοκρατία, Eliniki Dimokratia) ya da kısaca Yunanistan (Ελλάδα, Elada, UFA: [e̞ˈlaða]; tarihi olarak Ελλάς, Ellas UFA: [e̞ˈlas]) Güneydoğu Avrupa'da Balkan Yarımadası' nın güney ucunda yer alan bir ülke. Avrupa Birliği ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü üyesi Yunanistan, Türkiye'nin batı komşusudur. Arnavutluk, Bulgaristan ve Makedonya Cumhuriyeti ile de sınır paylaşmaktadır. Osmanlı Devletinin zayıflaması sürecinde, 19. yüzyılın büyük emperyal devletlerince İstanbul'un idaresinden çıkartılarak kurulan 28 yeni devletten biridir. Yunanistan adı antik İyonya'nın (bugünkü İzmir, Aydın, Manisa bölgesi) Arapça ve Farsça söyleniş şeklinden gelir. Orta Çağ'da Bizans İmparatorluğu ve sonra Osmanlı Devleti dönemlerinde Romalı anlamına gelen Rum adı kullanıldı. Bu isim bugün daha çok Kıbrıs'nın güneyi, İstanbul ve Ege'deki Yunan asıllı halkı ifade etmek için kullanılmakta, Yunanistan'da yaşayanlara sıkça yapılan bir hata ile Yunanlı denilmektedir. Bunun yerine hem bu milletten olan kişiyi ifade etmek hem de Yunanistan'a ait olduğunu belirtmek için Yunan sözcüğü kullanılır. Yunanistan, 1981'den beri Avrupa Birliği, 1952'den beri NATO, 1961'den beri OECD, 1995'den beri Batı Avrupa Birliği ve 2005'den beri Avrupa Uzay Ajansı üyesidir. Atina ülkenin başkenti; Selânik, Patras, Kandiye, Volos, Yanya, Yenişehir ve Kavala,Vodina ülkenin bazı diğer büyük şehirleridir. İSİM Tyanlış da olsa bu adı kullanmışlardır ve günümüzde de kullanılmaktadır. Ayrıca Arapçada Roma İmparatorluğunda veya Doğu Roma’da yaşayan Yunanlılara Roma'lı "Rumi” denirdi. Fakat daha sonra sözcük “Rum” halini almış ve bir süre sonra da Türkiye’de Anadolu’da yaşayan Yunanlar'a denilmiştir ve günümüzde de denilmektedir. arihte...Hellen sıfatı; çeşitli etnik topluluklar için kullanılmıştır. Hellen sözcüğü ilk olarak Makedonya Kralı Büyük İskender’nin Pers'ler üzerine yaptığı Asya Seferi sonunda Hellen uygarlığı kurmasıyla başlamıştır.Bu sefer sonunda Anadolu, Mezopotamya, Mısır, İran ve Kuzey Hindistan topraklarını ele geçiren İskender, doğu ve batı(yunan) kültürlerini sentezleyerek Hellen kültürünün oluşumunu sağlamıştır. Bu olaylar meydana gelirken Yunanlar, Hellen imparatorluğu içinde dağınık halde yaşıyorlardı.Yunanlar ticari ve kültürel ilişkiler içine girdikleri çeşitli halklarla bu dağınıklığı bozup birlik oluşturmak istediler. Birliğin oluşmasında halkların lehçe farklarına rağmen Yunanca konuşmaları da önemli bir etken olmuştur. Yunanlar, kendilerine ırk birliğini açığa vuran "Hellen" adını vermeden önce, başka ırktan olanları ve başka dil konuşanları "Barbares" (Barbarlar) olarak göstermişlerdir.Bu şekilde kendileriyle yabancılar arasında bir sınır çizip; kendi ırksal topluluklarını kurarak, Hellen sözcüğünün oluşumunu sağlamışlardır. “Grek” deyimine tarihsel açıdan bakıldığında Yunanların Akdeniz'de koloniler kurması bunda büyük etken olmuştur. O zamanlarda Yunan kolonilerinden biri de İtalya yarımadasındaki Kime’dir. Kime Eğriboz adasında yaşayan Halkisli’ler tarafından kurulmuştur fakat bu şehrin kurulmasında Eğriboz adasının karşı kıyılarındaki Gralar yardımcı olmuştur. Bunun sonucunda bu kavmin adı İtalya'da biraz değiştirilmek suretiyle "Graikus" (Graecus) şeklini almış, sonraları Latinler tarafından tüm Hellen kavmini gösteren kolektif bir sözcük olarak kullanılmıştır. "Grek" deyimine Latince sözlük anlamından bakıldığında da, "hırsız, hilekâr" anlamına gelmektedir. Aynı zamanda da Fransızca Larousse 'da da aynı anlam yazılıdır. Bu anlam Yunanlar tarafından Yunan ruhunu yaraladığı için,II. Dünya Savaşı'ndan sonra, Yunan hükümetinin başvurusu üzerine "Grek" kelimesinde düzeltme yapılıp “Hellen” sıfatını kendilerine layık görmüşlerdir. "İyonya", Yunanistan'daki Dor istilası karşısında Anadolu kıyılarına göç etmek zorunda kalan ve Batı Anadolu'da on iki büyük site kuran halkın kendilerine verdikleri isimdir. İyonlar bir süre bağımsız kaldıktan sonra Anadolu’nun halklarından olan Lidyalılara boyun eğmişleridir.Daha sonra doğudan gelen Pers işgalerine yenilen Lidya’nın Pers egemenliğine girmesiyle İyonlarda Pers egemenliğine girmiştir. .Daha sonra bu “iyon” adı giderek yayılmaya başladı. Tevrat'ta Yavan, Asur yazıtlarında Yavnai, Pers yazılı belgelerinde Yauna olarak gösterilmiştir. Buna göre; Doğudan gelen ve önce Batı Anadolu'yu -dolayısıyla İyonya'yı- ele geçiren Persler, Ege'deki düşmanlarına "Yauna" adını vermişlerdir. Bu ad zamanla bugünkü Yunanistan halkını da içene alacak şekilde genelleşmiştir. Türkler de, yanlış da olsa bu adı kullanmışlardır ve günümüzde de kullanılmaktadır. Ayrıca Arapçada Roma İmparatorluğunda veya Doğu Roma’da yaşayan Yunanlılara Roma'lı "Rumi” denirdi. Fakat daha sonra sözcük “Rum” halini almış ve bir süre sonra da Türkiye’de Anadolu’da yaşayan Yunanlar'a denilmiştir ve günümüzde de denilmektedir. TARİH Tarihçiler Yunanistan tarihini üç büyük bölüme ayırırlar; Eski Yunan tarihi, Orta Devir-Bizans tarihi ve Yeni Yunanistan tarihi. M.Ö. (2000-146) tarihleri arasında hayat süren Eski Yunanlıların bu devirleri de dört bölüme ayrılır; M.Ö. (2000-500) yıllarına kahramanlık seneleri ve ilk olimpiyat seneleri adı verilir. M.Ö. (500-400) yıllarında meydana gelen İran savaşları, medeniyet seneleridir. M.Ö. (400-300) yılları eski Yunanlıların gerileme devridir. İskenderin Makedonya, Tiva ve İsparta istilaları bu devre dahildir. M.Ö. (300-146) tarihleri dördüncü ve son devirdir. Bu son devre aynı zamanda Helenistik Dönem de denir. M.Ö. 146 yılında Roma İmparatorluğunun idaresi başlar. Romalılar M.S. 395’te ikiye ayrılınca Yunanlıların Orta Dönem ve Bizans tarihi başlar. Bizans İmparatorluğunun ilk hükümdarı Konstantin’dir. Konstantin 330 yılında, Doğu Roma’nın Bizans şehrini alarak ismini “Constantinople” şeklinde değiştirdi. Konstantin’in 378’de ölümüyle birlikte, imparatorluğun 1081’de başlayan gerileme dönemine kadar, sırasıyla Teodosiu, Lostianu, Iraklios, Isavroslar ve Mekadonya dönemleri geçti. Gerileme devri, Fatih Sultan Mehmed Hanın 1453 yılında “Constantinople”u alarak “İstanbul” yapmasıyla son buldu. Böylece yaklaşık 1000 yıllık Bizans İmparatorluğu tarihe gömüldü. Fatih’in İstanbul’u fethetmesi, dünya tarihinin olduğu gibi Yunan tarihinin de dönüm noktasıdır. Artık Yunan Devleti kalmamış ve Yunanistan toprakları bir Osmanlı eyaleti olmuştu. Atina 1458 sonbaharında Osmanlı topraklarına katıldı. Fatih Sultan Mehmed Han hemen Atina’ya geldi ve dört gün kaldı. Türk ve Yunan arşivlerine göre Atina’da Türk idaresi zamanında tekke, küçük kervansaray, çeşme ve sebillerin dışında 9 cami ve tam teşekküllü bir medrese yapılmıştı. Bunlar; Mescidi İsmaili, Fethiye Camii, Yeni Cami, Aşağı Şadırvan veya Voyvoda Camii, Sofya veya Hüsnü Bey Camii, Sütunlu Cami, Akropol eteğindeki cami, Küçük Cami, Kafisiye Kazası Camii ve Ravaklı Medrese. Osmanlıların 400 sene hakim olduğu bu yerlerdeki eserlerden bugün minaresi yıkılmış iki camiyle bir medrese kapısı kalmıştır. Diğerlerinin ise izleri bile kalmamıştır. Yunanlılar 400 yıl kadar rahat ve huzur içinde Osmanlı tebeası olarak yaşadı. 1821 yılında, Osmanlı Devletinin gerilemeye başladığı dönemlerde, Avrupalıların kışkırtmalarıyla Yunan isyanı çıktı. İsyandan sekiz yıl sonra Yunanistan Krallığı kuruldu. 1832-1913 yılına kadar Danimarka asıllı krallar tarafından idare edildi. Yunanistan, bundan sonra 1923 yılına kadar Balkan Savaşları, Birinci Dünya Harbi ve iç karışıklıklarla uğraştı. Müttefiklerin yardımıyla Yunanlılar “Megalo İdea” hülyası ile, “Helen İmparatorluğu”nu yeniden kurmak üzere 15 Mayıs 1919’da İzmir’i Batı Anadolu topraklarını işgal ettiler. Çok geçmeden, Türk Ordusu karşısında tutunamayarak 1922’de hayalleriyle birlikte denize döküldüler. (Bkz. Balkan Savaşları, İstiklal Harbi) Bu yenilgiyle birlikte Yunanistan’da iç karışıklıklar başgösterdi. 1923 yılında yapılan halk oylamasıyla Yunanistan Cumhuriyeti ilan edildi. Fakat 1926’da General Theodoros Pangalos diktatörlüğünü ilan etti. 1935 yılında monarşik idare yeniden ortaya çıktı ve Helen Kralı, George II, tahta geçti. İkinci Dünya Harbi patlak verince, Yunanistan 1940 yılında İtalya’dan bir ültimatom aldıysa da bunu reddetti. Fakat ardından Alman, İtalyan ve Bulgarlar ülkeyi işgal etti. 1944 yılında işgal kuvvetleri ülkeden çekildi. Ülkede tekrar iç karışıklıklar başgösterdi. Ülkeye sızmış komünist güçler, Kralcılar ve İngiliz birlikleri tarafından mağlup edildi. 1947’de yapılan yeni bir halkoylamasıyla George-II, idareyi eline aldı. Daha sonra yerine kardeşi Paul-I geçti. Komünistler 1947-1949 yılları arasında tekrar karışıklıklar çıkardılarsa da, ABD’nin yardımıyla dağıtıldılar. 1963 yılına kadar ülke, Karamanlis hükümetince yönetildi. Bu tarihteki seçimleri Merkez Partisi kazandı. Ülke içinde yeniden karışıklıklar çıktı 1967 yılında Albay Papadopoulos ihtilalle idareyi eline geçirdiyse de 1973 yılında General Demetrius’un yeni bir ihtilaliyle idareyi kaybetti. 1974 yılında Kıbrıs problemi ortaya çıktı. Türk ordusunun “Barış Harekatı” Yunanistan’da iktidar değişikliğine sebep oldu. Yunan askeri cuntası dağıldı. Yerine Karamanlis hükümeti geldi. Yunanistan, 1974 yılında referandumla yeniden Cumhuriyet oldu. 1981’de Avrupa Ekonomik Topluluğuna katıldı. 1981 ve 1985 seçimlerini PASOK (Panhelenik Sosyalist Hareket) partisi kazandı. Haziran 1989’da yapılan seçimlerde PASOK ikinci parti durumuna düştü. Seçim sonuçları hiçbir partiye hükümet kurma imkanı vermedi. Geçici hükümet altında Kasım 1989’da yapılan erken seçimlerde de hiçbir parti hükümet kuramayınca, Nisan 1990’da yeniden ikinci kez erken seçime gidildi. Meclisteki sandalye sayısının bir fazlasını kazanan Yeni Demokrasi Partisi hükümet kurdu. Hükümetin kurulmasından sonra yapılan seçim neticesinde Karamanlis ikinci kez cumhurbaşkanı oldu. FİZİKİ YAPI Yunanistan, Balkan Yarımadasının güney ucunda yaklaşık olarak 131.944 km2lik küçük bir ülkedir. Üç kenarı denizle çevrilidir. Doğu veGüneydoğusunda Ege Denizi, güneyinde Akdeniz ve batısında Yunan Denizi bulunur. Küçük bir ülke olmasına rağmen kritik bir mevkidedir. Avrupa ve Afrika kıtalarının en çok birbirine yaklaştığı yerlerden birinde bulunur. “Avrupa-Kıbrıs-Ortadoğu”, “Avrupa-Süveyş-Hind Okyanusu” ve “Rusya-Boğazlar-Ege Denizi-Akdeniz” su yollarını kontrol edebilecek coğrafi özelliğe sahiptir. Yunanistan genel olarak beş bölgeye ayrılır: Makedonya, Trakya, Epirus, Teselya ve Mora. Yunanistan topraklarının hemen hemen beşte dördü dağlık, çok az bir bölümü de ovalıktır. Orta Yunanistan’da uzanan sıra dağlar Korintos Boğazında son bulur. Bu dağlar, daha sonra Mora Yarımadasının içlerine kadar devam eder. Mora Yarımadasındaki başlıca dağlar şunlardır: Panahayiko, Erimantos, Zirra, Helmos, Mealo, Tavyetos, Parnonas. Arnavutluk sınırından ülke içlerine doğru uzanan sıradağlara Pindos Dağları denir. Yaklaşık olarak 200 adet tepe bu bölgede birbirine paralel olarak yer alır. Pindos Dağlarının kuzeyine Grammos Dağları denir. Güneydeki kısımda ise, Nafpaktros ve Lodorikiyu dağları bulunur. Bu dağların ve ülkenin en yüksek noktası 2917 m’ye kadar yükselen Olimbos Dağıdır. Yunanistan ovaları kıyılarda yer alır ve genellikle denize açılır. Bir kısım ovalar ise iç kısımlarda bazı göllerin kurumasıyla ortaya çıkmışlardır. Başlıca ovalar şunlardır: Selanik, Argolidas, Messinas, Lakonias, Kopayidas ve Karlos. Yunanistan kıyıları oldukça girintili çıkıntılı olup yaklaşık olarak 150-160 km kadar uzunluğundadır. Kıyılar boyunca, Ege Denizinde ve Akdenizde yaklaşık 2000’e yakın ada Yunanistan’a aittir. Bunlardan sadece 169 tanesi yerleşim yeridir. Ege Denizinde İmroz ve Bozcaada Türkiye’ye aittir. Başlıca büyük adalar şunlardır: Girit, Rodos, Milos, Korfu, Sakız, Midilli (Lesbos), Sisam, Eğriboz, Delos ve Mykonos. İKLİM Yunanistan, genel olarak yazları sıcak, kışları ise ılık ve serin geçen, Akdeniz ikliminin tesiri altındadır. Ülke toprakları küçük olmasına rağmen, denizlerin ayırdığı ve oyarak meydana getirdiği girintili çıkıntılı kıyı bölgelerinde adalarda ve iç kesimlerde, bu iklim yer yer değişen ve başkalaşan bir özellik gösterir. Adalarda, kıyılarda ve Halkidiki Yarımadasında yumuşak Akdeniz iklimi hüküm sürer. Dağlık bölgelerde ve iç kesimlerde ise Akdeniz’in dağ iklimi mevcuttur. Kuzeye doğru gidildikçe kış ayları soğuk ve yaz ayları daha sıcak geçer. Yağış miktarı genel olarak düşüktür. Batı sahilleri daha çok yağış alır. Bu bölgelerde esen güneyin nemli rüzgarları bol yağış getirir. Fakat yükselen dağlar, bu rüzgarların doğuya geçmesine mani olur. TABİİ KAYNAKLAR Yunanistan’ın batı bölgeleri, doğu bölgelerine nazaran daha yeşillik ve ovalıktır. Doğu bölgelerde geniş ovalar ve ormanlar çok daha azdır. Kıyı bölgeler ve adalarda bilhassa yabani zeytin, sakız ve çam gibi ağaç türlerine sık rastlanır. Kuzey bölgelerde ve genellikle dağlık kesimlerde büyük gövdeli ve çok yapraklı ağaç türleri daha çoktur. Dağlık ve ormanlık olmasına rağmen büyük vahşi hayvanlar pek yoktur. Ancak küçük ve çok çeşitli yabani hayvan türlerine ve sürüngenlere çok rastlanır. Doğu Yunanistan maden kaynakları bakımından çok zengindir. Daha çok Eviya, Argolido, Halkidiki, Kozani ve Ege adaları maden bakımından bolluk içinde olan bölgelerdir. Madenlerin bir kısmı toprak üstünden ve bir kısmı da toprak altından elde edilir. Darnasso, Grona, Elikona ve Kiteronada bölgelerinde boksit, Halkidiki, Eviya, Domoko ve Kozani çevresinde krom ve beyaztaş, Aliveride,Ptolemagida ve Megalopolide yörelerinde linyit ve Taşoz Adasının kuzeybatısında da petrol yatakları mevcuttur. Diğer önemli madenler şunlardır: Demir, nikel, amyant ve magnezyum filizi. NÜFUS VE SOSYAL HAYAT Yunanistan nüfusu yaklaşık olarak 10.096.000 kadardır. Nüfus yoğunluğu 77’dir. Nüfusun % 98.5’i Yunanlı olup, bunun % 60’ı şehirlerde yaşar. Bugünkü Yunanlıların eski Yunanlılarla alakaları kalmamıştır. Yıllarca çeşitli egemenlikler altında çeşitli milletlerle karışmış ve başka bir topluluk haline gelmişlerdir. Nüfusun üçte birine yakın bir bölümü başşehir Atina ve çevresinde yaşar. Bu bölgedeki nüfus yoğunluğu 100 kişinin üzerindedir. Bundan başka diğer önemli bölgeler şunlardır: Selanik, Pire, Patras, Kandiye, Tirhala, Serez, Yanya, Kırkira, Levkadas, Ahayas, Attiki, Iraklia ve Kavala’dır. Ülkede en kalabalık azınlık grup Türklerdir. Nüfusun yaklaşık % 2’sini meydana getirirler. Ayrıca bir miktar Bulgar, Rum ve Ermeni de yaşar. Ülkenin resmi dili Yunancadır. Yunanistan’da yaşayan Türkler, her türlü baskılara rağmen Türkçe konuşurlar ve Yunanca da bilirler. Yunan hükümetleri Türklere çeşitli konularda zorluklar çıkarmaktadır. Halkın % 97’si Ortodokstur. Geri kalanların çoğunluğu Müslümandır. Çok az da olsa Katolik, Protestan ve Yahudi de vardır. Yunanlılar küçük yaşlardan itibaren “Türk düşmanlığı” ile yetişirler. Alfabelerinde küçücük çocuklara bu düşmanlığı öğretirler. Gayeleri eski Bizansa kavuşmaktır. Kendilerini halen Helen Medeniyetinin devamı sayarlar. Yunanistan 1830’da Osmanlı Devletinden Hıristiyan batı ülkelerince koparılıp bağımsız olduğunda Mora Yarımadasında yaşayan 700.000 kişi kendisinin hangi ırk ve millet olduğunu bilmiyordu. Çoğunluğu çobanlık yapan muhtelif millet ve ırkların karışımından olan, Rumca konuşan bu topluluğu Avrupalı ülkeler Osmanlı Devleti aleyhine kullanarak, sizler eski Yunanlıların nesillerisiniz dediler. Nitekim A.J. Toynbee, 13 ciltlik İngilizce A. Study of History isimli eserinde eski Yunan fikrinin Akdeniz’i ele geçirmek isteyen sömürgeci emperyalist Avrupalı devletlerin, devlet adamlarının ortaya attığı bir yalan oduğunu açıkça ifade eder. Charles Seignobos’un Medeniyet Tarihi isimli eserinin 441’inci sayfasında; “Ortaçağda tamamen yok olan Grek milleti siyasi maksatlarla Osmanlılara karşı yeniden ortaya çıkartıldı.” der. Bulgar, İskit, Hunlar, Avarlar, Kumanlar, Peçenekler, Hazerler, Sırplar, Slavlar, Arnavut, Türkmen, Tatar ve İlliryalılar karışımı olan bu topluluğa Batılı tarihçi ve siyasetçiler tarafından eski Yunan şuuru verilerek Osmanlı Devletinin Akdeniz hakimiyetine son verilmesi ve Mora Yarımadasının elinden alınarak, yıkılışı hızlandırılmıştır. Böylece Batı emperyalizmi hem İslam ülkeleri, hem de diğer dünya devletlerinde kendine daha rahat ve kolay yerleşme yolu bulmuştur. Çok eski lügatlarda Larousse dahil; Grek kelimesi “hilekar, dolandırıcı” manasına gelir. On dokuzuncu asırda Avrupa ülkelerinde Grek şenlikleri yapılırken, Alman tarihçi Profesör Fall Merayere, Mora Yarımadası’nın Ortaçağlardaki Tarihi isimli eserinde; “Avrupa’da Hellen ırkı tamamen yok olmuştur. Bu günkü Hıristiyan Yunanlıların damarlarında bir damla Hellen kanı yoktur.” demiştir. Konstantin Porfirogeret ise 8. asırda İtalya’dan gelen veba ile Hellenlerin son kalıntılarının da kaybolduğunu ifade eder. 1830’dan bu yana Türkiye aleyhine propaganda üç misli artmıştır. Yunanistan ilkokullarında Yunan çocuklarına; “Bir tek Türk kalmayıncaya kadar Türklerle savaşacağına...” dair yemin metnini ezbere okutmaktadır. SİYASİ HAYAT Yunanistan, başkanlık sistemine dayalı bir parlamenter cumhuriyettir. Devlet başkanı ve hükümet başkanı birbirinden ayrıdır. Kanun yapma yetkisi dört yılda bir seçilen meclise aittir. Yargı gücü bağımsız mahkemelere aittir. Yunanistan idari olarak 10 bölgeye ve 51 ile ayrılır. EKONOMİ Yunanistan ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayanır. Topraklarının % 29’una yakın bir bölümü tarıma elverişlidir. Çoğu bölgeler dağlık olduğundan tarım için müsait geniş ve verimli ovalar ve sulama ihtiyacı için gerekli akarsu miktarı azdır. Buna rağmen nüfusun % 30’una yakını tarım ve hayvancılıkla uğraşır. En önemli tarım ürünleri; tahıl, tütün, pamuk, pirinç, zeytin, üzüm, meyve ve sebzedir. Son yıllarda meyveciliğe ve sebzeciliğe çok önem verilmiştir. Özellikle kuru üzüm, limon ve portakal yetiştirilir. Hayvancılık gerektiği kadar gelişmemiştir. Kendisinin et ihtiyacını karşılayamamaktadır. Bu sebeple et dış pazarlardan satın alınmaktadır. Hayvancılığın geri olmasının başlıca sebebi yetersiz sayıdaki geniş otlak arazidir. Daha çok koyun, inek ve kümes hayvanları beslenir. Yunanistan balıkçılık bakımından çok gelişmiş bir ülkedir. Çok çeşitli türde balık avlanır ve yetiştirilir. İçinde soğutucuları bulunan özel balıkçı tekneleri yapılmıştır. Açık denizlerde avlanan balıkçı filosu, ülkeye dondurulmuş balık temin etmektedir. Yunanistan yeraltı madenleri bakımından çok zengin bir ülkedir. Başlıca madenleri; boksit, krom, beyaztaş, mermer, demir, nikel, amyant, magnezyum, bakır, kurşun, linyit, zımpara, sülfür, alüminyum ve petroldür. Yunanistan madencilik bakımından zengin olmasına rağmen bu alanın ekonomiye katkısı çok düşüktür. Ülkenin % 30’una yakın bir bölümü imalat sanayii ve endüstri alanında çalışır. En önemli endüstri kolları tekstil, kimyevi maddeler, gıda, çimento ve metal endüstrisidir. Yunanistan daha çok Federal Almanya, İtalya, Fransa, Benelüks devletleri, Japonya, Libya, ABD, İngiltere ve BDT ile ticari münasebetlerde bulunur. Avrupa ekonomik topluluğunun bir üyesidir. İhracatının % 50’sine yakın bir bölümünü sanayi ürünleri özellikle kimyevi maddeler teşkil eder. Diğer ihraç ürünleri şunlardır: İşlenmemiş veya yarı yarıya işlenmiş maden cevherleri, tütün, zeytinyağı, kuş üzümü, pamuk, narenciye ürünleri, tekstil ürünleri, kuru üzüm ve balık. Ülkenin ambalaj sanayii oldukca gelişmiş durumdadır. Çeşitli Türk mallarını, özellikle incir, üzüm gibi maddeleri ambalajlayarak kendi malı olarak Avrupa ülkelerine satmaktadır. Turizm, ülkenin çok önemli bir gelir kaynağıdır. Marathon, Mycenae, Olympia, Sparta, Thermopylae ve Tiryus gibi eski Yunan şehir devletleri turistlerin bir hayli ilgisini çekmektedir. Ülkenin ana asfalt yolları ve demiryolları genellikle tabii tarihi yolları takip eder. Esas demiryolu sistemi İkinci Dünya Harbinden sonra inşa edilmiştir. Karayolları çok gelişmiş durumdadır. Biri yatay, diğeri dikey olarak ülkeyi kesen iki eski ana yol Atina’da kesişir. Deniz ulaştırması ve gemicilik oldukça gelişmiştir. Pire, Akdeniz’in en önemli limanlarından biridir. Atina’da milletlerarası bir havaalanı vardır. Bazı uçak şirketleri özel kuruluştur.
  6. _asi_

    Vatikan

    VATİKAN Vatikan (Pontificio), İtalya'nın Roma şehrinde bulunan, Hıristiyanlık dininin Katolik mezhebinin yönetim merkezi olan devlet. Yerleşik nüfus 930 civarındadır. Fakat Vatikan turistik bir yer olduğundan bu nüfus turistlerle 1.500'ü aşmaktadır. Çevresi yüksek duvarlarla kaplıdır ve kameralarla izlenmektedir. Dünyanın nüfus ve yüzölçüm olarak en küçük ülkesidir. Mutlak monarşiye dayalı bir yönetim uygulanır. Devlet başkanı olarak Papa'nın sözleri yasa hükmündedir. Papa, hem devlet başkanı, hem de Katolik mezhebinin ruhani lideridir. Katolik kilisesinin genel başkanı, Vatikan devleti'nin de başkanı olur. Papa yasama, yürütme ve yargının da başkanıdır. Vatikan'ın 100 kişilik küçük bir ordusu vardır. Tarih Papalık kurumuna ev sahipliği yapan Vatikan'ın kökeni İsa'nın havarilerinden Petrus'a dayandırılır. Hristiyanlık inancına göre Petrus Roma İmparatoru Nero tarafında M.S. 64 yılındaki Büyük Roma Yangını'ndan sorumlu tutularak çarmıha gerilerek öldürülmüştür. Petrus'un İsa adına kilise kurumunu başlattığı ve ilk olarak piskoposluk rolünü oynadığına ve böylece Papalık kurumunun temelini attığına inanılır. Papalık Orta Çağ boyunca sadece Katolik kilisesini dinsel bakımdan yönetmekle kalmadı, ordu oluşturuyordu, savaş yapıyor ve barış antlaşmaları imzalıyordu. Papalık bir devlet olarak 1870 yılına kadar varlığını sürdürdü. O tarihte Savoya Hanedanının İtalya'yı tek bir bayrak altında toplaması sonucu işlevini kaybetti. 1929 yılında Papalık İtalya'yla Lateran Antlaşmasını imzalayarak Vatikan'ı kurdu. Bu tarihten sonra Vatikan şekil değiştirmekle birlikte Papalık'ın bir devamı olarak bağımsız bir devlet halinde varlığını devam ettirmektedir. Papa II. John Paul 13 Mayıs 1981'de Mehmet Ali Ağca tarafından Browning marka 9 mm otomatik tabanca ile ateşlenen 3 mermi ile elinden ve karnından vurulmuştur. Saldırı sırasında II. John Paul, Vatikan'ın San Pietro Meydanı'nda 10 bini aşkın izleyicisini üstü açık arabası ile selamlamaktaydı. Tetikçi Ağca hemen olay yerinde yakalandı; II. John Paul 3 km ötedeki Gemelli Hastanesi'nde 5.5 saat süren bir ameliyata alındı. Yoğun kan kaybına rağmen II. John Paul ameliyattan başarı ile çıktı. Vurulmasından 4 gün sonra Ağca'yı affettiğini bildiren II. Jean Paul, Ağca'yı 27 Aralık 1983'te bizzat İtalyan cezaevinde ziyaret etti. Papa XVI. Benedictus'un kendisinden önce gelen Papa II. Jean Paul'e göre İslam dinine ve Müslümanlara karşı daha katı bir yaklaşımı savunduğu düşünülmektedir. II. Jean Paul Hristiyanlarla Müslümanlar arasında diyalog kurulmasına önem vermişti. XVI. Benedictus ise diyalogdan ziyade Müslümanlara karşı dinsel bir tartışma açma eğilimi göstermektedir. Papa seçilmeden önce Kardinal Ratzinger Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine olumsuz baktığını açıkça ifade etmişti. AB'nin bir medeniyet olduğunu ve Türkiye'nin bu medeniyete ait olmadığını savunuyordu. 12 Eylül 2006 tarihinde Almanya'nın Regensburg Üniversitesi'nde, 14. yüzyıl Bizans İmparatoru II. Manuel Paleolog'un bir müslüman alimi ile konuşmalarında söylediği sözlere dayanarak, cihad havramı ve İslamiyet'in getirdiği yenilikler konularında dile getirdiği imalı görüşler uluslararası tepki toplamıştır. Papa'nın kabul günü Papa'nın kabul günü genellikle haftada bir kez Çarşamba günleri Vatikan şehrinde, yazın ise Roma'ya yaklaşık 40 km. uzaklıktaki Castel Gondolfo'da gerçekleştirilir. Bu genel kabul gününe katılmak için Prefetto della Casa Pontificia, 00120 Città del Vaticano adresinde bulunan büroya başvurmak gerekir. Katolik dinine mensup olanların bağlı olduğu kiliseden bir yazı getirmesi istenmektedir. Papa'nın kabul gününe katılacak kadınlar, uzun kollu, başı kapalı, Koyu renkli veya dikkati çekmeyen sade giysilerle, erkeklerse koyu renkli ceket ve kravatla katılmaları gerekmektedir. Ekonomi Vatikan’ın doğrudan ya da dolaylı olarak sahibi olduğu veya yönlendirdiği günlük, haftalık ve aylık 200’den fazla gazete ve dergi, 154 radyo istasyonu veya emisyonu, 49 TV kanalı veya kablolu yayını bulunmaktadır. Bütçesi; katoliklerden kesilen kilise vergisi, aidatlar, bağışlar, şirket gelirleri, hisse senedi-tahvil-bono gelirleri, bankacılık ve faiz gelirleri, hediyelik eşya satışlarından elde edilen gelirlerle basın yayından elde edilen reklâm gelirlerinden oluşmaktadır. Vatikan'da etkileri ve güçleri tartışılamayacak başlıca birkaç akım vardır. Bunlardan ikisi laik, diğerleri dinsel niteliktedir. Laik akımlar Opus Dei (Tanrı’nın Eseri)'yle Malta Şövalyeleri’dir. Domeniken tarikatı: Domeniken kelimesi latinceden Türkçe'ye çevrilmiştir, asıl telaffuzu DOMENİCANİ'dir. DOMENİCANİ kelimesi, üç şekilde kullanmaktadırlar. DOMENİCANİ tarikatı adını kurucusu olan Aziz Domeniko tarafından almıştır. DOMENİCANİ İtalyanca'da Pazarcılar diye geçer. Pazarcılar kelimesinden anlaşılabileceği gibi bu tarikata bağlı olan rahipler, her Pazar kilisede vaaz vermektedirler. Vaaz işlemi her rahip için zorunlu tutulmuştur. Böylece İncil'i ve Tanrı'nın söylediklerini insanlara daha iyi anlatabilmektedirler. DOMENİCANİ kelimesini Latince'ye çevirdiğimizde "Domini-Cani" "Tanrı'nın Köpekleri" anlamı ortaya çıkmaktadır. Bu kelimeyle domeniken tarikatının Allah'ın hizmetlileri olduğu ve Allah için çalıştıkları ifade edilmek istenmektedir. Domeniken Tarikatı'ndaki rahip ve rahibeler, kendilerini Meryem'e adamış din adamlarıdır. Bunlar için en önemli husus, kurum olarak Kilise’nin sürekliliğinin korunması ve her koşul altında savunulmasıdır. Dominikenler, Kiliseye öncelik prensibine dayanan tarikattır. Fransiskenler : Yoksullardan yana, din adına karşılıksız çalışan keşişler topluluğudur. Adlarını kurucusu olan Assisili Aziz Fransua 'dan almıştır. Cizvitler tarikatı : Katolik aleminin entelektüelleri olan Cizvitler için önemli olan Papalık Makamıdır. Papaların kendileri veya Kilise'nin kendisi değil, Papalık Makamı'nın korunması ve savunulması öncelik taşımaktadır. Ayrıca bu tarikat papalık makamının korunması için kendi bankası olan dünya bankasını kurup tüm gelirini bu makamı güçlendirmek için kullanmıştır. Coğrafyası Konum: Güney Avrupa'da, İtalya'da yer alır. Coğrafi konumu: 41° 54' Kuzey enlemi, 12° 27' Doğu boylamı Haritadaki konumu: Avrupa Yüzölçümü: 0,44 km2 veya 440.000 m2(Dünyanın en küçük ülkesidir) Sınırları: toplam: 3,2 km Sınır komşuları: İtalya 3,2 km Sahil şeridi: 0 km (kara ile çevrili) İklimi: Ilıman. Arazi yapısı: Alçak tepeler Deniz seviyesinden yüksekliği: en alçak noktası: 19 m en yüksek noktası: 75 m Doğal kaynakları: yok
  7. _asi_

    Karadağ

    KARADAĞ Karadağ (Sırpça: Crna Gora , Црна Гора), Kosova'dan sonra dünyanın en yeni bağımsız 2. devletidir. Güneydoğu Avrupa'da yer almaktadır. Doğusunda Arnavutluk ve Kosova, kuzeyinde Sırbistan, batısında Hırvatistan, Bosna-Hersek, güneyinde Adriyatik denizi yer alır. Başkenti, Podgorica'dır (eskiden Titograd). Şimdiki anayasasına göre Karadağ "demokratik, refah ve çevreci bir ülke" olarak tanımlanmıştır. Karadağ, eski Yugoslavya'yı oluşturan altı cumhuriyetten biriydi. Yugoslavya'nın parçalanmasından sonra Karadağ, Sırbistan'ın zorlamasıyla yeni Yugoslavya'ya katılmıştır. Karadağ'ın çabalarıyla 2003 yılında Sırbistan-Karadağ olarak daha esnek bir federasyon çatısı oluşturulmuştur. Karadağ, 21 Mayıs 2006 Pazar günü yapılan referandumda çıkan %55.5lik evet oyu ile ise bağımsız olma kararı almıştır. 3 Haziran 2006'da ise Karadağ Parlamentosu, referandumda çıkan sonuca dayanarak Karadağ'ın bağımsızlığını ilân etti. Tarih Karadağ tarihi Karadağ'da günümüze kadar yer almış tarihsel olayları kapsar. Zeta Prensliği adıyla, bağımsız bir il olarak kurulan Karadağ, 12. yüzyıl sonlarında Sırp egemenliğine girdi.1389'da Sırplar Kosova'da Osmanlılara yenildikten sonra da bağımsızlığını korudu.1516'dan sonra yönetim, halk meclislerince seçilen vladike adlı piskoposların elindeydi.Osmanlılar ve Arnavutlarla sık sık savaşan Karadağlılar 1711'de Rusya ile ittifak kurdu. 1878'deki Berlin Kongresi'nde Karadağ'ın bağımsızlığı tanındı ve ülkenin sınırları iki katına çıktı.Ama Arnavutluk'un direnmesi yüzünden 1880'e değin güney sınırları üzerinde anlaşmaya varılamadı.Sonunda Podgorica Ovasının tümü ve Bar (Antivari) ile Ulkini (Dulcigno) adlı küçük limanların yer aldığı 40 km'lik kıyı şeridi Karadağ'da kaldı.1860'tan 1918'e değin hükümdarlık yapan I. Nikola Petrovic, 1910'da kendini Karadağ kralı ilan etti.1912-1913 Balkan Savaşları'nda Osmanlılara karşı Sırbistan ile birleşen Karadağ bu savaşta topraklarını kuzeye ve doğuya doğru genişleterek Sırbistan'a komşu oldu.I. Dünya Savaşı sırasında Sırbistan'ı destekledi.Kasım 1918'in ilk günlerinde Karadağ'dan çekilen Avusturya-Macaristan birliklerinin yerini Sırp ordusu ve düzensiz birlikler aldı.Ardından Podgorica'da toplanan ulusal meclis 26 Kasım'da Nicola'nın tahttan indirilmesine ve Karadağ'ın Sırbistan'a katılmasına oybirliğiyle karar verdi. Nisan 1941'de İtalyan birlikleri Karadağ'ın bazı bölgelerini işgal etti.Temmuzda, İtalyanların Cetinje'de topladığı, ama Karadağ halkını temsil niteliği çok kuşkulu olan bir ulusal meclis, Karadağ'ın bağımsızlığını ilan etti, bir yürütme organı seçti ve İtalya kralının ülkeye bir kral atamasını istedi.Aynı ay içinde bir ayaklanma başladı ve çatışmalar 1944 sonlarına değin sürdü; bu tarihte denetim partizanların eline geçti. 1946'da yapılan federal anayasa ile Karadağ, Yugoslavya'yı oluşturan altı özerk federe birimden bir yapıldı.Katar Körfezi ve bu körfez ile Bar arasında kalan Adriyatik kıyıları topraklarına eklendi.1945-1992 arasında Karadağ, Yugoslavya topraklarının yüzde 5.4'ünü oluşturuyordu.Cetinje'de olan yönetim merkezi, yeniden inşa edilip Titograd adı verilen Podgorica'ya taşındı. 1992'de Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nin ortadan kalkmasından sonra, Karadağ aynı yıl içinde Sırbistan ile birlikte Yugoslavya Federal Cumhuriyeti'ni oluşturdu.Bosna Savaşı'nda Karadağ polisi ve paramiliter güçleri ile birlikte Sırpların yanında yer aldı.1996'da Milo Đukanović başkanlığındaki Karadağ yönetimi Slobodan Miloseviç yönetimindeki Sırbistan ile olan bağlarını kopardı, kendi ekonomi politikasını oluşturmaya karar vererek, para birimini Alman Markı olarak değiştirdi.Ancak Karadağ, Sırbistanla gevşek de olsa sürdürdüğü birlik yüzünden 1999'daki NATO bombardımanından kendini kurtaramadı. 2002 yılında Sırbistan ile Karadağ arasındaki birlik antlaşması yenilendi.Yeni antlaşmaya göre ülkenin adı Sırbistan ve Karadağ Devlet Birliği olarak değiştirilirken, 3 yıl içinde taraflardan herhangi birinde yapılacak referandumla kendi kaderlerini tayin hakkı tanındı.21 Mayıs 2006'da yapılan bağımsızlık referandumu sonusunda % 45'e karşılık % 55 oyla bağımsızlık kararı alındı.Referandumdan iki hafta sonra, 3 Haziran 2006'da Karadağ parlamentosu ülkenin bağımsızlığını ilan etti.15 Haziran'da Sırbistan'ın da Karadağ'ın bağımsızlık kararını tanımasıyla Sırbistan Karadağ Birliği resmen sona erdi. Etnik Yapı 1991 sayımına göre Sırplar Sırbistan-Karadağ federasyonunun toplam nüfusun %69’nu oluşturmaktaydı. Karadağlılar ise toplam nüfusun % 5’ni, Karadağ nüfusunun %62’sini oluşturuyordu. Slav olmayan Arnavut azınlık ülkedeki 2.büyük gruptu ve resmi tahminlere göre toplam nüfusa oranları % 17’ydi. 1965’ten sonra Sırbistan ve Karadağ’dan gelişmiş Avrupa ülkelerine ve Kuzey Amerika’ya sürekli göç yaşanmıştır. Eski Yugoslavya’nın dağılmasını ve Hırvatistan ile Bosna-Hersek’teki savaşı takip eden yıllarda göç Sırbistan ve Karadağ’a yönelmiştir. Mülteci sayımı sonucunda 1996 yılı ortalarında 566 200’ü mülteci statüsünde olan 646.000 kişi tespit edilmiştir. 79,700 kişi ise diğer cumhuriyetlerde yaşayan Sırp ve Karadağlılar ya da Yugoslavya’ya mülteci olarak gelip Yugoslav vatandaşlığına geçmiş kişilerdir. Önemli şehirleri Podgorica (başkent; 1.855.211 kişi) Nikšić (174,706) Pljevlja (239,593) Bijelo Polje (555,628) Herceg Novi (127,593) Berane (338,953) Cetinje (Çetine) (920,307) Eski Krallık Başkenti Budva (121,000) Tivat (945,500) Rožaje (91,000) Dobrota (93,000) Danilovgrad (54,300) Bijela (223,500) İgalo (312,500) Kolašin (308,000)
  8. _asi_

    Slovenya

    SLOVENYA DEVLETİN ADI: Slovenya Cumhuriyeti BAŞŞEHRİ: Ljubljana NÜFUSU: 1.985.000 YÜZÖLÇÜMÜ: 20.256 km2 RESMİ DİLİ: Slovence DİNİ: Hıristiyanlık (Katolik) PARA BİRİMİ: Dinar Batısında İtalya, kuzeyinde Avusturya, kuzeydoğusunda Macaristan, güneydoğusunda Hırvatistan’ın yer aldığı bir Orta Avrupa devleti. Slovenya Cumhuriyeti (Slovence: Slovenija), Orta Avrupa'nın güneyinde yer alan bir ülkedir. Batısında İtalya, güneybatısında Adriyatik Denizi, güney ve doğusunda Hırvatistan, kuzeydoğusunda Macaristan ve kuzeyinde Avusturya bulunur. Eski Yugoslavya'nın bir parçası olan Slovenya, 1991'de bağımsızlığını ilan etti ve 1 Mayıs 2004'te Avrupa Birliği'ne katıldı.Parçalanan Yugoslavya'dan Avrupa Birliği'ne giren ilk ve tek ülkedir. Tarihi Slovenler, bugün yaşadıkları topraklara altıncı asırda yerleştiler. Topraklarını genişleten Slovenler, bir devlet kuramadıkları için Avarların baskısından kurtulmak için önce Samo’nun daha sonra da 740’lı yıllarda Bavyera Krallığının hakimiyetine girdi. Lombardia (774) ile Bavyera’yı (788) ele geçiren ve Avarlar Devletini yıkan Charlemange Krallığı, Sloven voyvodalarının vesayetini Bavyera ve Friuliler arasında paylaştırdı. Bu arada Slovenler arasında Hıristiyanlık hızla yayıldı. Onuncu asırda bölge önce Macarların daha sonra da Almanların hakimiyeti altına girdi. Almanlar bölge halkını köleleştirdiler ve bölgeye çok sayıda Alman yerleştirdiler. Buna rağmen çoğu Katolik rahip olan Sloven aydınlarının sürdürdüğü yaygın eğitim çalışmalarının neticesinde, asırlarca süren Alman hakimiyetine karşı Slovenler öz benliklerini korumayı başardılar. On beş ve on altıncı asırlarda bölgede köylü ayaklanmaları patlak verdi. Bu ayaklanmaların ardından başlayan Türk akınları bölgeyi güvensiz bir duruma düşürdü. İmparatoriçe Maria Theresia ve oğlu II. Joseph’in 18. asırda gerçekleştirdikleri reformlar neticesinde Slovenlerin hayat şartları bir ölçüde de olsa düzeldi. Slovenlerin yaşadığı bölgelerin 1814’te Avusturya’ya verilmesi milli uyanışı körükledi. Bu uyanış Slovenleri, dil kardeşleri olan Hırvatlar ve Sırplarla birleşmeye itti. Fakat 1866’da Sloven topraklarının bir kısmı İtalya ve Macaristan arasında paylaşıldı. Birinci Dünya Harbi sonrasında, Rahip Korosec’in liderliğini yaptığı Sloven temsilcileri 1918 Kasımında Zagreb Milli Konseyine katıldı. Bu konsey Slovenya’nın 1 Aralık 1918’de kurulan Sırp, Hırvat ve Slovenlerden meydana gelen krallığa katıldığını açıkladı. Fakat yeni kurulan devlet bütün Slovenleri bir araya getiremedi. 1920 Ekiminde yapılan halkoylamasından sonra Klagonfurt bölgesi Viyana’ya, Rapalio Antlaşmasıyla da (1920) 400.000 civarındaki Sloven’in yaşadığı İstria Batı Karst ve Julius Alpleri İtalya’ya bırakıldı. Krallığın adı 1928’den sonra Yugoslavya olarak değiştirildi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Slovenya’nın güneybatısı İtalyanlar, kuzeydoğusu ise Almanya tarafından işgal edildi. Macaristan ise Mura’nın kuzeyindeki küçük bir bölge olan Prekomurje’yi aldı. Savaş sırasında Slovenya’da bir dizi direniş hareketi oldu. Bunların en önemlisi komünistlerin liderliğindeki Kurtuluş Cephesinin yaptığı direniştir. Müttefiklerin İkinci Dünya Savaşını kazanmasından sonra Slovenya Yugoslavya’ya geri verildi. Bu arada Yugoslavya 1945 senesinde Cumhuriyet oldu. Ertesi sene Yugoslavya’yı meydana getiren her grup, Yugoslavya Federal Cumhuriyetine bağlı ayrı bir cumhuriyet haline getirildi. Slovenya Cumhuriyeti Doğu İstria, Batı Karst ve Julius Alpleri toprakları üzerinde kurulmuştu. 1954’te eski Bağımsız Trieste Bölgesinin bir bölümü Slovenya topraklarına katıldı. Birleşik Cumhuriyetin başına gelen Tito, Stalin’den farklı bir sosyalist siyaset takip etti. Tito’nun 1980’de ölümü üzerine, ülke kollektif başkanlık sistemiyle idare edilmeye başlandı. 1989’da başlayan ekonomik ve siyasi bunalım, cumhuriyet arasında ilişkilerin bozulmasına sebep oldu. Aynı yıl doğu blokunda görülen yenileşme hareketleri Yugoslavya’ya da yansıdı. 1990’da çok partili sisteme geçildi. Slovenya 25 Haziran 1991’de Hırvatistan ile birlikte bağımsızlığını ilan etti. Bu ayrılmaya karşı çıkan Yugoslavya Federal Ordusu, Slovenya ve Hırvat topraklarına girdi. Portekiz, Lüksemburg ve Hollanda’nın ortak arabuluculuğu ile çatışmalar önlendi. 7 Ekim 1991’de tam bağımsızlığını ilan eden Slovenya, Ocak 1992’de uluslararası platformda tanındı. Slovenya Mayıs 1992’de Birleşmiş Milletlere kabul edildi. 1992’nin ilk yarısındaki hükümet bunalımının ardından 6 Aralıkta genel seçimler yapıldı. Milan Kucan, oyların yaklaşık üçte ikisini alarak beş yıl süreyle yeniden Cumhurbaşkanı seçildi. Mecliste en çok milletvekili bulunan Liberal Demokrat Partinin liderliğinde yeni bir koalisyon hükümeti kuruldu (Ocak 1994). Fiziki Yapı Orta Avrupa’nın göbeğiyle Trieste Limanı arasında uzanan Slovenya topraklarının büyük kısmı dağlıktır. Kuzeybatıdaki sarp ve güzel manzaralı Julia Alplerinde bulunan Triglav Doruğu (2684 m) ülkenin en yüksek noktasıdır. Avusturya sınırı boyunca Karawanke Dağları uzanır. Daha güneyde ve güneydoğuda Komnik Dağları yer alır. Ülkeyi baştan başa geçen SavaIrmağı başşehir Gjubljana’dan sonra tepelik bölge girer. Bu tepelik bölge daha sonra yerini verimli ovaların bulunduğu Pannonia havzasına bırakır. İklim Slovenya’da sert kara iklimi hakimdir. Yaz ayları oldukça sıcak geçerken, kış ayları soğuktur. Pannonia Yaylasında kış ayları biraz daha şiddetli geçer. Aşırı sıcak ve soğuk bu bölgenin en önemli özelliğidir. Kıyı bölgelerinde iklim biraz daha yumuşaktır. Tabii Kaynaklar Dağlık kısımların büyük kısmı ormanlarla kaplıdır. Ormanlarda daha çok kayın, meşe ve çam ağacı bulunur. Başta kömür ve cıva olmak üzere çeşitli maden yatakları vardır. Nüfus ve Sosyal Hayat Ülke nüfusu 1.985.000’dir. Resmi dili Slovence’dir. Slovenler bir Güney Slav halkı olmalarına rağmen onlardan ayrı bir dil konuşurlar. Halkın büyük çoğunluğu katoliktir. İlk öğretimin mecburi olduğu Slovenya’da halkın % 85’i okuma yazma bilir. Siyasi Hayat Slovenya, çok partili iki meclisli cumhuriyet rejimle idare edilir. Devlet başkanı halk tarafından beş yıllık bir süre için seçilir. Milletvekili seçimleri de beş senede bir yapılır. Ekonomi Ülke ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri tahıl, patates ve çeşitli meyvelerdir. Ormancılık ve hayvancılık da önemli gelir kaynaklarındandır. Sanayi alanında metalurji ve dokumacılık gelişmiştir. Ülkede işsizlik oranı çok düşüktür. İktisadi açıdan çok gelişmiş olmasına rağmen, Yugoslavya’dan ayrılması ekonomisini alt üst etmiştir. Sırplarla Bosna-Hersek arasındaki savaş yüzünden bu ülkelerle ticaret yapılmaması ekonomiye büyük darbe vurmuştur. Hükümetin uyguladığı sıkı para politikası sayesinde enflasyon, diğer eski sosyalist ülkelere göre düşük seviyede tutuldu. Kış sporları ülkeye çok sayıda turist çeker. Bu yüzden turizm önemli gelir kaynakları arasında yer alır. Ulaşım: Ulaşım kara, demir ve hava yoluyla sağlanır. Deniz ulaşımı Trieste kıyılarındaki limanlarından sağlanır. Türkiye’yi Avrupa’ya bağlayan demiryolu hattı başşehir Ljubljana’dan geçer. Hırvatistan’ın Novska şehrinden başlayıp, Avrupa’nın önemli şehirlerine ulaşan oto yol ülkeyi bir baştan bir başa katederek geçer. Başşehir Ljubljana ve Maribor şehirlerinde birer uluslararası havaalanı vardır.
  9. Doğum gününüz kutlu olsun ERBAY Herşeyin gönlünüzce olacağı bir ömür geçirmeniz dileğiyle Nice huzurlu , mutlu yıllara...
  10. _asi_

    Slovakya

    SLOVAKYA DEVLETİN ADI: Slovak Cumhuriyeti BAŞŞEHRİ: Bratislava NÜFUSU: 5.310.000 YÜZÖLÇÜMÜ: 49.036 km2 RESMİ DİLİ: Slovakça DİNİ: Hıristiyan (Katolik) PARA BİRİMİ: Slovak Kronu Kuzeyinde Polonya, batısında Çek Cumhuriyeti ve Avusturya, güneyinde Macaristan, doğusunda Ukrayna tarafından çevrili olan bir Orta Avrupa ülkesi. Tarihi Bir İslam kabilesi olan Slovaklar 4. asırdan itibaren Küçük Karpatlara ve Pannonia Ovasına yerleştiler. Dokuzuncu asırda Slovaklar, BüyükMoravya hakimiyetine girdiler. Bu sırada Hıristiyanlığı kabul ettiler. Büyük Moravya Krallığının yıkılmasının ardından Slovak toprakları Macar Krallığının hakimiyetine girdi. 1526’da Macar tahtını ele geçiren Habsburglar, Slovak topraklarına 1918 senesine kadar hakim oldular. Bu arada Mohaç Zaferinin ardından Slovak topraklarına Türk akıncıları çeşitli zamanlarda akınlar düzenledi. On sekizinci asrın sonlarında gelişmeye başlayan Slovak milliyetciliği, 1848-49 Macar devriminden sonra, Macar olmayan halkları tutan Habsburg Krallığından yardım gördüyse de 1867 Avusturya-Macaristan antlaşmasından sonra Macar hükümeti Slovakya’yı yeniden hakimiyeti altına aldı. Bu dönemde Macar hükümetinin takip ettiği Macarlaştırma politikası yüzünden birçok Slovak başta ABD olmak üzere yabancı ülkelere göç etti. Birinci Dünya Savaşından sonra Macaristan’dan ayrılan Slovaklar, Çeklerle birlikte yeni Çekoslovak Devletini kurdular (1918). Fakat Çeklerin uyguladığı katı merkeziyetçi rejim yüzünden Slovaklar arasında özerklik isteği hızla yaygınlaştı. Almanya’ya, Çekoslovakya’nın Südetler bölgesine hakim olma yetkisini veren Münih Antlaşmasının yürürlüğe girmesinden kısa bir süre önce Slovaklar, Slovakya’yı Çekoslovakya içinde özerk bir birim olarak ilan ettiler (1938). İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman ordularının Prag’ı işgal etmeleri üzerine Slovak Milli Meclisinin aldığı kararla Slovakya kağıt üzerinde de olsa bağımsız hale geldi. Rus ve Çekoslovak ordularının ülke topraklarını Alman işgalinden kurtarmak için harekete geçtiği sırada Slovaklar iki halkın tam eşit olacağı yeniden kurulacak olan Çekoslovakya Devletine katılma konusunda Çeklerle anlaştılar. Komünistlerin iktidara geldiği Şubat 1948’den sonra ülkede Çeklerin denetiminde, katı bir merkeziyetçilik tekrar uygulanmaya başlandı. 11 Temmuz 1960’ta yürürlüğe giren anayasayla Slovaklar Çeklerle aynı haklara sahip oldular. 1969 senesi başında Çekoslovakya Sosyalist Cumhuriyetinin yasama organı olan Federal Mecliste Çek Sosyalist Cumhuriyetiyle eşit şekilde temsil edilen Slovak Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. 1989’da bütün doğu bloku ülkelerinde olduğu gibi, Çekoslovakya’da da yumuşama politikası başladı. Çok Partili sisteme geçildi ve 1990’da ilk serbest seçim yapıldı. Seçimi kazanan milliyetçiler iktidar oldu. 1992 Haziranında Çekoslovakya’yı meydana getiren Çek ve Slovakya Cumhuriyetlerinde ayrı ayrı yapılan seçimlerden sonra iki cumhuriyetin birbirinden ayrılması ön plana çıktı. Yapılan görüşmeler neticesinde 25 Kasım 1992 günü yapılan anlaşma ile 31 Aralık 1992 tarihinde iki cumhuriyet birbirinden ayrıldı. 12. yüzyılda inşa edilmiş Spiš Kalesi Fiziki Yapı Slovakya topraklarının büyük kısmı dağlarla kaplıdır. Dağların yüksekliği kuzeye gidildikçe artar. Ülke topraklarını Tatra Dağları engebelendirir. Ülkenin en yüksek noktası Tatra Dağlarındaki Gerlachovka Doruğudur (2655 m). Ülkenin güneybatı ve güneydoğusunda Michalovce ve Tuna ovaları yer alır. Başlıca akarsuları güneye doğru akan Vah, Hron, Hornad ve Bodrog’la, kuzeye doğru akan Poprad’dır. Tuna ve Morava nehirleri ülkenin güney sınırının bir bölümünü çizer. İklim Denizden uzak bir Avrupa ülkesi olan Slovakya’da da diğer Avrupa Orta Avrupa ülkelerinde olduğu gibi kışları sert soğukların hakim olduğu kara iklimi hüküm sürer. Yazların serin geçtiği ülkede, yıllık sıcaklık ortalamaları seneden seneye büyük farklılık gösterir. Tuna Ovasında iklim diğer kısımlara göre daha yumuşaktır. Dağlık kesimler bol yağış alır. Tabii Kaynakları Ülke topraklarının büyük kısmını işgal eden dağlar ormanlarla kaplıdır. Yüksek bölgelerdeki iğne yapraklı ağaçlardan meydana gelen ormanlar düzlüklere inildikçe yerini kayın, meşe ve gürgen ağaçlarından meydana gelen ormanlara bırakır. Ormanlık bölgelerde, yaban keçisi, yaban domuzu ve yaban kedisi yaşar. Ülke topraklarını engebelendiren dağlar zengin maden yataklarına sahiptir. Rezerv yönünden zengin olan madenler demir cevheri, bakır, magnezit, kurşun ve çinkodur. Ayrıca cıva, asbest, kalay, bacit, siderit, perlit, gümüş ve altın yatakları da işletilmektedir. Düzlüklerde az da olsa petrol ve doğal gaz çıkarılır. Sanayinin temel ihtiyacı olan Vah, Orava, Harnad ve Slana ırmakları üzerinde yer alan hidroelektrik santralleri karşılar. Nüfus ve Sosyaal Hayat Nüfusu 5.310.000 olup, nüfus yoğunluğu 108’dir. Resmi dili Slovakçadır. Hıristiyan olan halkın büyük kısmı Katoliktir. Ülke nüfusunun % 87’sini Slovaklar meydana getirir ve ağırlıklı olarak güney bölgede yaşarlar. Nüfusun geri kalan kısmı Macar, Çek, Ukraynalı, Rus ve Romen azınlıklardan meydana gelir. 6-15 yaş arasında öğretimin mecburi ve parasız olduğu ülkede okuma yazma oranı % 99’dur. Ülkenin başşehri Bratislava, nüfus yoğunluğunun en yüksek olduğu yerdir. Eski Macaristan Krallığının merkezi olan Bratislava günümüzde de ülkenin kültür merkezi olmasının yanı sıra üç ülkenin (Slovakya-Macaristan ve Avusturya) sınırına yakın bir bölgede akan Tuna Nehrinin kıyısında ulaşım merkezi olarak çok önemlidir. Siyasi Hayat 1968’de hür bir rejim için istekleri Rusya tarafından reddedilen Slovakya Cumhuriyeti, 1990’a kadar Komünist rejimle yönetildi. Slovak ve ÇekCumhuriyeti olarak iki federasyon halinde idare edilirdi. 1992’de Çek ve Slovak Cumhuriyetlerinde ayrı ayrı seçim yapıldı. Bu seçimlerin ardından yapılan görüşmeler neticesinde 31 Aralık 1992’de iki cumhuriyet birbirinden ayrıldı. Devlet başkanı Vladimir Meclar’dır. Ekonomi Slovakya ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Tarım ovalarda ve akarsu vadilerinde yapılır. Dağlık olan ülke topraklarının ancak üçte birlik kısmı tarıma elverişlidir. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, mısır, şekerpancarı, çavdar, patates, yulaf, tütün, sebze ve meyvedir. Elde edilen tarım ürünleri tüketimin % 92’sini karşılamaktadır. Hayvnacılık gelişmiş olup sığır, koyun ve domuz besiciliği yaygın olarak yapılır. Sanayide, kimya ve makine endüstrisi gelişmiştir. Dağlık bölgelerde bulunan madenler çıkartılarak işlenir. Kömür ve petrol yatakları bulunmamasına rağmen sanayinin temel enerji ihtiyacı nehirler üzerindeki hidroelektrik santrallerinden karşılanır. Jaslovske Bohunice’de bir nükleer enerji santrali vardır. Ağır sanayi kuruluşları Bratislava ve Kosice şehirlerinde toplanmıştır. Topraklarından geçen doğal gaz ve petrol boru hatlarının geliri ülkenin bu ihtiyaçlarını karşılar. Makina sanayi alanında; takım tezgahları, nehir gemileri, kamyon yedek parçaları, televizyonlar, radyolar, çamaşır makineleri, soğutucular vb. üretilir. Kimya alanında ise azotlu gübre ve petrokimya kombinaları önemli yer tutar. Dağların ormanlarla kaplı olduğu ülkede ormancılığın ekonomide önemli bir yeri vardır. Ormanlardan kereste ve kağıt sanayiinin ihtiyacı karşılanır. Slovak Cumhuriyetinin iktisadi sistem değişikliği daha gelişmiş durumda olan Çek Cumhuriyetinden ayrılması neticesinde kardeş ülkeden mal ve para akımının önemli ölçüde azalması ülke ekonomisini aşılması zor bir darboğaza sokmuştur. Turizm, ülkenin önemli gelir kaynaklarından biridir. Tatra Dağlarındaki kış sporları ve dağcılık merkezleri ülkenin dört bir tarafına dağılmış olan kaplıca ve ılıcalar, koruma altına alınmış tarihi şehirler ülkeye çok sayıda turist çeker. Ulaşım: Slovak Cumhuriyeti gelişmiş kara ve demiryolu ağına sahiptir. Nehir taşımacılığı ulaşımda önemli yer tutar. Bratislava, Lucunec, Zilina, Zloven, Poprad ve Kösice şehirlerinde havaalanı vardır.
  11. _asi_

    Sırbistan

    SIRBİSTAN Sırbistan (Sırpça: Србија , Srbija) ya da resmî adıyla Sırbistan Cumhuriyeti (Република Србија , Republika Srbija), Balkanlar'da bulunan bir devlet. Sırbistan Karadağın ayrılmasıyla oluşmuştur.Kuzeyinde Macaristan , batısında Hırvatistan ve Bosna Hersek , güneyinde Makedonya ve Kosova, doğusunda Romanya ve Bulgaristan bulunur. Tarihçe Osmanlı Devleti'nden bağımsızlığını almıştır ve 500 yıldan daha fazla osmanlı toprağı olarak kalmıştır . Güneydoğu Avrupa'da yer alan eski Yugoslavya'nın bir arada kalan iki parçası olan Sırbistan ve Karadağ'ın oluşturduğu Sırbistan-Karadağ Devlet Birliği, 21 Mayıs 2006 günü Karadağ'da düzenlenen referandum sonucu "De Facto" şekilde ortadan kalktı. Birliğin "De Jure" yani hukuki anlamda son bulmasıysa 3 Haziran 2006 tarihinde her iki ülke parlamentosunun birliğin sona ermesini onaylaması ile gerçekleşti. Bu eski birlik içindeki iki ulusal oluşumu teşkil eden Sırbistan (başkenti Belgrad) ve Karadağ (başkenti Podgorica) artık kendi politikalarını belirleme serbestliğine sahiptirler. Ayrılıktan sonra denizle ilişkisi kesilen Sırbistan'ın, Kosova ayrılana kadar iki otonom bölgesi vardı. Sırbistan, denizle bağlantısı bittiği için donanmasını satılığa çıkarmıştır. Ülkenin tek özerk bölgesi, başkenti Novi Sad) olan Voyvodina'dır. Voyvodina'da yoğun bir Macar azınlığı bulunmaktadır. Sırbistan nüfusunun % 82'si Sırp, geri kalan % 18'lik kısmı ise Macar, Boşnak, Roman ve diğer azınlıklar oluşturur. Dil ve Din Sırbistan'ın resmi dili Sırpça'dır. Ancak azınlık dilleri olarak, Macarca, Makedonca, Boşnakça, Hırvatça, Sırp-Hırvat ve Karadağca dilleri başta olmak üzere diğer azınlık dilleri konuşulur.Fakat sırp hükümeti diğer dillerin konuşulmasını yasakalamıştır.Halkın arsında gezen polisler sırpça dışında bir başka dilin konuşulduğunu görürlerse tutuklayabilirler. Sırpların büyük bir çoğunluğu Hristiyanlık'ın Ortodoksluk mezhebine bağlıdır. Ama aralarında Katolik ve az da olsa Protestan olanları vardır. Ayrıca Sırpların küçük bir bölümü Müslümanlık dinine mensuptur. Bölgeleri 17 bölgesi vardır.Bunlar: Belgrad Mačva Bölgesi Kolubara Bölgesi Moravica Bölgesi Zlatibor Bölgesi Podunavlje Bölgesi Braničevo Bölgesi Šumadija Bölgesi Pomoravlje Bölgesi Raška Bölgesi Rasina Bölgesi Bor Bölgesi Zaječar Bölgesi Nišava Bölgesi Pirot Bölgesi Pčinja Bölgesi Şehirleri Orta Sırbistan şehirleri ve nufusları. Belgrad = 1,576,124 Novi Sad = 299,294 Niş = 252,400 Kragujevac = 146,000 Subotica = 99,820 Leskovac = 95.758 Čačak = 73,200 Semendire (Smederevo) = 62,700 Valjevo = 61,400 Kraljevo = 57,800 Kruševac = 57,400 Užice = 55,000 Vranje = 55,000 Šabac = 54,800 Yeni Pazar = 54,030
  12. _asi_

    San Marino

    SAN MARİNO Çok Huzurlu San Marino Cumhuriyeti (İtalyanca: Serenissima Repubblica di San Marino) Güney Avrupa'da İtalya Yarımadası içerisinde Apenin Dağları'nın küçük bir tepesinde bulunan bir ülke. Hiçbir denize kıyısı olmayan ülke, Avrupa'nın beş mikrodevletinden biridir. Dünyanın en eski ülkerinden biri olan San Marino, Roma İmparatorluğu İmparatoru Diocletianus'un Hıristiyanlara işkence etmesi üzerine 3 Eylül 301 tarihinde Dalmaçyalı Hıristiyan bir taş ustası olan Marinus tarafından kurulmuştur. 61 km²'lik yüz ölçümüne sahip olan ülke dünyanın en geniş 225. ülkesidir ve dünya alanının %0.01'inden daha azını kaplar Tarih Dünyanın en eski ülkelerinden biri olan San Marino, rivayete göre 3 Eylül 306 tarihinde Roma İmparatoru Diocletianus'un Hıristiyanlara işkencesinden kaçan Hıristiyan bir taş ustası Dalmaçyalı Marinus tarafından kurulmuştur. Kurulduğu zaman toprakları Monte Titano (Titano Tepesi) ile sınırlı olan San Marino 1463 yılında Rimini Lordu Sigismondo Pandolfo Malatesta'ya karşı Papa II. Pius'u destekledi. Buna desteğine karşılık Papa tarafından Fiorentino, Montegiardino, Serravalle kasabalarıyla ödüllendirildi. Faetano kasabası da kendiliğinden San Marino'ya katılınca ülke günümüzdeki sınırlarına ulaşmış oldu. San Marino tarihi boyunca genel olarak barış içinde yaşadı. 1503 yılında bir süre Cesare Borgia tarafından işgal edildi. 1739 yılında Papa XII. Clemens'in emriyle bir süre Papalık Devleti'nin ordusu tarafından işgal edildi. 1815 yılında toplanan Viyana Kongresi San Marino'yu bir devlet olarak tanımaya devam etti. San Marino Giuseppe Garibaldi'nin çabalarıyla gerçekleşen İtalya'nın Birleşmesine katılmadı. 1944 yılında San Marino önce Nazi Almanyası sonra da müttefikler tarafından işgal edildi. II. Dünya Savaşı'ndan sonra 1945-1957 yılları arasında San Marino Komünist Parti ile Sosyalist Parti tarafından kurulan bir koalisyon hükümeti tarafından yönetildi. Böylece Batı Avrupa'da Komünistler tarafından yönetilen ilk ülke olma niteliğini kazandı. San Marino'da kadınlara oy kullanma hakkı 1960 yılında verildi. Ülke Avrupa Konseyine katıldı. 1992 yılında da Birleşmiş Milletler'e üye oldu. 2002 yılında OECD ile bir ortaklık anlaşması imzaladı. Guaita kulesi Demografi Yaklaşık 30.000 kişilik ülke nüfusunun 1.000 kadarı yabancıdır ve yabancıların büyük kısmını İtalyanlar oluşturur. Yaklaşık 5.000 kadar San Marinolu da yurtdışında, özellikle de İtalya'da yaşar. San Marino'da konuşulan dil İtalyancanın Emilia-Romagna lehçesidir. Halkın çoğu Roma Katolik Kilisesi'ne bağlıdır. Coğrafya San Marino, tamamı İtalya toprakları içerisindeki Emilia-Romagna ve Marche bölgeleri arasında yer alan bir ülkedir. Adriyatik Denizi kıyısından 20 kilometre batıda bulunan ülkenin tek komşusu dört yanını çevreleyen İtalya Cumhuriyeti'dir. Başkenti Monte Titano üzerindeki San Marino şehridir. Ülke, Avrupa'da Vatikan ve Monako'dan sonra en küçük ülkedir. İklim Ülkede İtalya Yarımadasında egemen olan Akdeniz İklimi etkilidir. San Marino'nun iklim ve hava durumu bilgileri hakkında bilgi toplayıp yaymak üzere bir kurumları vardır. Ekonomi San Marino Avrupa Birliği'ne üye olmamasına rağmen para birimi olarak Avro'yu kullanır.Avro'dan önce İtalyan lireti ve San Marino lirası'nı kullanan ülke Avro'nun Avrupa Birliği'nin resmi para birimi olması nedeniyle, İtalyan lirası'nın tedavülden kalkmasıyla İtalya ile birlikte Avro'ya geçmiştir. Ülke, Gayri safi yurtiçi hasılasındaki en önemli pay %50 ile turizmdir. 1997 yılında 3.3 milyon kişi ülkeyi ziyaret etmiştir.Geri kalan %50lik bölümü ise bankacılık, elektronik ve seramikçilik gibi ekonomik etkinliklere aittir. Ülke tarım sektöründe en çok peynir ve şarap üretir. San Marino'nun bastırdığı pullar filatelistler ve pul koleksiyoncuları tarafından rağbet görür. Ülke Küçük Avrupa Posta Birliği'ne üyedir. Politika San Marino çok partili temsili demokrasi ile yönetilen bir demokratik cumhuriyettir. Ülkenin başında bir Önder Kral Naibi[16] bulunur. Yürütmeyle ilgili güç, hükümet tarafından uygulanır. Yasamaya ilişkin güç, hem hükümet ve görkemli ve genel konseyde kullanılır. Adliye, yönetici ve yasama organından bağımsızdır. Dış ülkelerle ilişkiler I. Dünya Savaşı sırasında İtilaf Devletleri arasında yer alan ülke, İttifak Devletlerine savaş ilan etti. Savaş bitiminde Türkiye kurulduğu zaman tüm ülkeler ile anlaşma yapmış olmasına rağmen San Marino ile anlaşma yapmamıştır. Bu yüzden resmi kayıtlara göre iki ülke hala savaş halinde gözükmektedir. Kültür Monte Titano üzerinde bulunan San Marino'nun Üç Kulesi ülkenin simgelerinden biri olup hem ülke bayrağı hem de armasında bulunur. Bu kulelerde üretilen çikolata ve kek oldukça ünlüdür. Spor İtalya ile beraber San Marino'da en ünlü spor futboldur. Ülkedeki futbol klupleri San Marino Futbol Federasyonu çatısı altında birleşir. Yaklaşık on beş takım San Marino Şampiyonası'nda birincilik için yarışır. San Marino Calcio adında bir kulüp de İtalya Futbol Federasyonuna bağlı olarak Serie C2 liginde oynamaktadır. San Marino Millî Futbol Takımı ilk gayriresmi maçını 1986 yılında Kanada Olimpiyat Takımı ile yapmış, ve 1-0 yenilmiştir. İlk resmi maçını 14 Kasım 1990 tarihinde Avrupa Futbol Şampiyonası için İsviçre ile yapan San Marino bu maçta 4-0 yenilmiştir. Ülkede ikinci önemli spor olan Formula 1, dünyaca ünlü San Marino Grand Prix'inde yapılır.2007 Formula 1 sezonu'nda pist yarışa dahil olmamıştır. Ulaşım Ülke 61 km²'lik bir alan kaplamasına rağmen 220 kilometrelik bir karayolu ağı vardır ve bunun büyük kısmını otobanlar oluşturur. San Marino'nun plakalarda kullandığı kod "RSM"'dir. Ülkeye giriş çıkışların büyük kısmı karayolu ile yapılsa da ülkede Federico Fellini Uluslararası Havalimanı adında bir havalimanı da vardır ve birçok Avrupa ülkesinin büyük kentlerinden San Marino'ya direkt seferleri vardır. Ülkenin denize kıyısı olmadığı için limanı da yoktur
  13. _asi_

    Dünyanın en uzun...

    Araba tanıtımı için ilginç bir seçim olmuş o bacaklarla araba kullanmakta oldukça zordur Saygılar sayın Birce
  14. _asi_

    Romanya

    ROMANYA DEVLETİN ADI: Romanya BAŞŞEHRİ: Bükreş NÜFUSU: 23.332.000 YÜZÖLÇÜMÜ: 237.500 km2 RESMİ DİLİ: (Rumence) Macarca, Almanca DİNİ: Ortodoks, Katolik, Kalvenist, Lüther, Yahudi PARA BİRİMİ: Leu (= 100 Bani) Türkiye’nin kuzeybatısında ve Balkan Yarımadasının kuzeydoğusunda 20°15’ - 29°42’ doğu boylamları ile 43° 37’ 48°16’ kuzey enlemleri arasında bir Doğu Avrupa ülkesi. Doğuda Karadeniz, Ukrayna ve Moldovya, kuzeyde Ukrayna, batısında Macaristan ve Yugoslavya, güneyinde Bulgaristan ile çevrilidir. Tarihi Bir Hind-Avrupa grubu olan Trakyalılar, Romanya toprakları üzerinde yaşamış ilk insanlar olarak bilinir. Bunların bir kolu olan Dokyalılar M.Ö. 800-300 yılları arasında Burebista liderliğinde Transilvanya merkez olmak üzere, Dakya Devletini kurdular. M.S. 106-271 yılları arasında Romalılar toprakları istila ederek insanları Romalılaştırdılar. Osmanlı İmparatorluğu 1299 yılında kurulduktan sonra kısa zamanda cihan devleti olmuştu. Osmanlılar Avrupa içlerine İslamiyeti yayabilmek için önceleri Balkanlara olmak üzere, Avrupa seferleri düzenlemekteydiler. 1394’te Dovin, 1456’da Belgrad, 1475’te Vaslui, 1476’da Schera seferleri, Osmanlıların Avrupa’ya ilk adım atma dönemi savaşlarıdır. 16. yüzyıl başlarındaki iki Romanya toprağı olan Eflak ve Boğdan, Türk hakimiyeti altında birer derebeylik oldular. Askeri ve diplomatik açıdan Osmanlı Sultanının emrine göre hareket eder ve yıllık vergi verirlerdi. İdarecileri, Osmanlı Padişahları tarafından tayin edilirdi. Zaten bunların derebeyleri kendi tebealarını Avrupalıların saldırılarından korumak için Osmanlı idaresinde kalmayı arzu ediyorlardı. Eflak ve Boğdan halkı, Avusturyalılar, Ruslar, Tatarlar, Kazaklar ve Lehlerden ibaret bölgedeki diğer ordulara karşı Osmanlı ordusunun yanında yer aldılar. 1679’da Eflak Derebeyi olan Şerban’ın yerine 1688’de yeğeni Kostantin Brincoveanu geçti. Bu sırada Boğdan Derebeyi Dimitri idi. Bu iki derebeyi 1711 yılında Osmanlı-Rus Harbi esnasında isyan ederek, Deli Petro’ya yardım ettiler. Bunda, İstanbul’dan Balkanlara göç eden Yunan asıllı grupların tesiri büyüktü. Bunlar Eflak ve Boğdan’ın idari hayatına nüfuz etmişlerdi. Yaklaşık bir asır Türk idaresindeki derebeyliklerin bu isyanları ve huzursuzluk çıkarmaları üzerine Eflak ve Boğdan tahtları “voyvodalık” adı altında yeni bir sisteme konuldu. Bu sıralarda Osmanlı Devletinde duraklama devri başlamıştı. 18. yüzyıl sonlarına doğru Rusya, Osmanlı Devletine olan düşmanlığını arttırdı. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Rusya, Osmanlılardan bazı haklar elde ederken bu arada bu iki derebeyliğin iç işlerine müdahale etme yetkisini de kazandı. Her ne kadar kontrol Osmanlılarda kaldıysa da, birçok ticari imkanlar kaybedildi. Bir yıl sonra Bukovina, Avusturya’ya bırakıldı. 1812 yılında Besarabya da elden çıktı. 1828-1829 Osmanlı-Rus Harbinden sonra 1834 yılına kadar Eflak ve Boğdan, Rusya hegemonyası altına tamamen girdi. Kont Pavel Kiselev, Rusya’dan destek görerek, Osmanlı medeniyetini ortadan kaldırmaya çalıştı. 1859 yılında iki eyalet birleşti ve 1861 yılında Romanya olarak anıldı. 1877 yılında Romanya, Berlin Antlaşmasıyle Türk hakimiyetinden uzaklaştı. Bağımsızlıktan sonra, 1878’de krallık oldu. 1881’de I. Carol Romanya’nın ilk kralı oldu. 1886 yılında Romanya, tek meclisli anayasal monarşik idari sistemine döndü. Birinci Dünya Harbinden sonra Romanya’nın sınırları genişledi. Basarabya ve Bukovina’dan sonra Banat ve Transilvanya da ele geçirildi. Fakat çok geçmeden Basarabya ve kuzey Bukovina’yı, her zaman olduğu gibi 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi esnasında da yıllarca adaleti altında refah içinde yaşadıkları Osmanlılar aleyhine olarak, yardım ettikleri Rusya’ya bırakmak mecburiyetinde kaldı. Hatta yoğun tehditler neticesinde Güney Dobruca da Bulgaristan’a terk edildi. İkinci Dünya Harbi esnasında Marshla lon Antonescu, Rusya’ya karşı Almanya ile birleşme teşebbüsüne geçti. Askeri bir hareketin lideri olan Antonescu 1944 yılında Sovyet entrikası ile Kral Michael tarafından bertaraf edildi ve Romanya, rusya’nın yanında yer aldı. Çok geçmeden Romanya komünizmin kucağına düştü. 1947 yılında bir Halk Cumhuriyeti halini aldıysa da bütün alanlardaki devletleştirilme bunu sadece lafta bıraktı. 1965 yılındaki yeni Anayasaya göre, Romanya artık Halk Cumhuriyeti olmaktan çıkmış ve bir sosyalist ülke durumuna düşmüştü. Tehlikeyi sezenler 1966’da Rusya’ya karşı bir bağımsızlık hareketi geliştirmeye çalıştılar. 1970 ve 1973’te Romanya Devlet Başkanı Nicolai Çavuşesku (Ceausescu) ABD’yi ziyaret etti. ABD ile 1976 yılında 10 yıllık bir ticari anlaşma imzalanarak, nisbeten Rusya’dan uzak durulmaya çalışıldı. 1982 yılında Romanya bir miktar daha batıya yaklaştı, üç milyar dolar dolayındaki borçlarının ödenme süresinin uzatılmasını batılı ülkelerden talep etti. Doğu Blok Devletlerinde komünist rejimin hızla sarsıldığı 1989 sonlarında Romanya’da ilk gösteriler başladı. Gösterilerin kanlı biçimde bastırılması, ülke çapında gerginliğin artmasına sebep oldu. Ordunun, ayaklanan halkın yanında yer alması üzerine, ülkeden kaçmak isteyen Çavuşesku, yakalanarak hanımı ile birlikte yargılandıktan sonra kurşuna dizildi. Yönetimi üstlenen Ulusal Kurtuluş Cephesi, sosyalist rejime son vererek, çok partili sisteme geçiş yolunu açtı. Nisan 1990’da ilk serbest seçimler yapıldı. Fiziki Yapı Romanya’nın yüzölçümü yaklaşık 237.500 km2dir. Güneydoğu Avrupa’da Karadeniz kıyısında yer alır. Doğu bölgesi olan Dobruca, Karadeniz kıyısında bulunur. Romanya’nın yaklaşık olarak üçte ikisi dağlık ve tepelik, geri kalan üçte biriyse yaylalık ve düz arazidir. Doğu Karpat Dağları ülkenin omurgasını teşkil eder. Güneydoğuya doğru geniş bir kavis çizerek yaklaşık 97 km’lik bir mesafe kat eder ve sonra ülkenin batısına döner ve burada Transilvanya Alpleri adını alır. Böylece ülkenin kuzey ortasındaki Tansilvanya Yaylası sanki duvarla çevrilmiş gibidir. Bu dağlar genel olarak aşınmış ve alçaktır. Yükseklikleri 900 m ila 1800 m civarındadır. Ülkenin en yüksek yeri Tansilvanya Alplerinde yer alan, yaklaşık 2548 m yüksekliğindeki Negoi Tepesidir. Transilvanya Alpleri, Karpatlara nazaran daha yüksek olup, ekseri tepeleri 2500 m civarında yüksekliğe sahiptir. Romanya dağları ormanlarla kaplıdır. Bazı dağların yüksek bölgeleri çayırlık ve buzul gölleriyle doludur. Karpatların doğu ve güney etekleri Boğdan ve Eflak yaylaları olup, doğuda Prut Nehri ve güneyde Tuna Nehri arasında boylu boyunca uzanır. Ortada dağ kavisinin iç kısmında yer alan Transilvanya Havzası, yaklaşık 450 m ortalama yüksekliğe sahip tepelerle dolu yüksek bir yayladır. Bu bölge Mureş ve Someş nehirlerinin geniş ve derin vadileriyle yer yer yarılmıştır. Ülkenin denize açılan doğu yönünde yer alan Dobruca, Romanya’nın tek sahil şeridine sahip bölgesidir. Dobruca, Tuna ile Karadeniz bölgesinde yer alıp, yaklaşık 290 km’lik kıyıya sahip bir bölgedir. Bölgenin kuzeyi alçak ve bataklık, güneyi ise, kumlu plaj arazi ve sarp kayalıktır. Dobruca’dan başka ülke Eflak, Boğdan, Banat ve Transilvanya olmak üzere dört bölgeye daha ayrılabilir. Ülkenin üçte birini kaplayan Boğdan, Doğu Karpatlar ile Moldovya sınırını çizen Prut Nehrinin arasında yer alır. Bölgenin önemli şehri Iaşi’dir. Ülkenin başşehrinin yeraldığı Eflak ise, Transilvanya Alpleriyle Bulgaristan sınırı arasındadır. Ülkenin tam orta bölgesinde yer alan Transilvanya’nın başşehriyse Cluj-Napoca’dir. Macaristan ve Yugoslavya sınırına dayanan kısım ise merkezi Timişoara olan ve düz, bataklık ve verimli bir yayla görünümündeki Banat bölgesidir. Ülkenin en doğusunda yer alan Dobruca’nın merkeziyse Canstanta (Konstanta) dır. Kuzey Tuna deltasından başlayan bölgenin ortası göllerle doludur. Güney bölgesiyse “Romanya Riviera”sı olarak bilinir ve burada pekçok plaj vardır. İklim Romanya’nın iklimi orta nemlilikte olan tipik bir kara iklimidir. İklim, geniş ölçüde, mevsimlere ve bölgelere göre farklılıklar gösterir. Yaz ayları kurak ve sıcak, kış ayları ise sert ve karlı geçer. Sonbahar mevsimi uzun sürerken, İlkbahar çok kısa müddetle kendini gösterir. Ocak ayı sıcaklık ortalaması yaklaşık -3°C ve haziran ayı sıcaklık ortalaması ise 23°C’ye yükselir. Ülkenin yağışı her yerde hemen hemen aynı olmakla beraber, doğu bölgeleri ve dağlık alanları diğerlerine göre biraz daha fazla yağış alırlar. Dağlık alanlarda yıllık yağış ortalaması yaklaşık 1270 mm ve Delta bölgesinde ise 380 mm civarındadır. Ülkenin genelinde ise yıllık yağış oranı 715 mm dolayındadır. Bahar aylarında sellere ve yaz aylarında kuraklıklara rastlamak mümkündür. Tabii Kaynakları Ülkenin dörtte biri ormanlıktır. Ülke yüzölçümünün sadece onda birlik bir bölümü çıplak dağlardan ve sulardan teşekkül etmiştir. Toprakların yaklaşık üçte birine yakın bir bölümü ekim için oldukça müsaittir. Romanya’nın topoğrafik çeşitliliği, başkalığı oldukça dengeli olup, geniş ovalar, çok sayıdaki ırmak ve su yolları, verimli toprakları ve uygun iklimiyle dikkat çeker. Yoğun ormanlık olan dağlarda geniş ölçüde çayır alanları da vardır. Bu durum başta koyun olmak üzere hayvancılık için geniş imkanlar kazandırır. Sık ormanlar kereste kaynağı durumunda ve tepe etekleriyse bağ ve meyve bahçeleriyle dolu bölge halindedir. Dağlar ve etekleri aynı zamanda demir ve tuz yatakları bakımından zengindir. Bundan başka, buralar, aşağı yukarı iki bin çeşit mineral kaynağına sahiptir. Romanya, Rusya’dan sonra Avrupa’nın en çok petrol üreten ülkesidir. Ayrıca dünyada nadir olarak çıkarılan metan gazı(ural gazı) bakımından da oldukça zengindir.Ülkede çıkarılan diğer yeraltı zenginlikleriyse şunlardır: Kömür, linyit, demir filizi, manganez, krom, molibtenyum, bakır, kurşun, çinko, gümüş, altın, antimon, boksit, cıva ve uranyum. Ülkede yetişen başlıca hayvanlar genel olarak koyun, sığır ve domuzdur. Dobruca bölgesi balık çeşitleri, kuş çeşitleri ve vahşi hayvanlar bakımından oldukça zengindir. Yaklaşık 60 çeşit balık ve 300’ü aşkın kuş çeşidi yetişir. Vahşi hayvanlardan daha çok kurt, kakum, yabani domuza ve yabani tavşana rastlanır. Romanya, zengin ve daimi akar nehir şebekesine sahiptir. Başlıca nehirleri Tuna, Prut, Mureş, Someş, Iolomita, Siret ve Olt’tur. Çoğu nehirlerden hidroelektrik potansiyel ve Tuna ile Prut’tan da su yolu ulaşımı sağlanabilmektedir. Tuna Nehri, ülkenin Yugoslavya, Bulgaristan ve Rusya sınırlarını çizer ve doğuya doğru üç kola ayrılır. Sonra bataklık Tuna Deltasını meydana getirerek Karadeniz’e dökülür. Nüfus ve Sosyal Hayat Ülke nüfusu 23.168.000 dolaylarındadır. Nüfus yoğunluğu yaklaşık 94’tür. Yıllık nüfus artışı % 1 civarındadır. Nüfusun % 88’i Romen, % 8’i Macar ve % 2’si Alman’dır. Toplam nüfusun yaklaşık yarısı şehir hayatı yaşamaktadır. Ayrıca Ruslar, Tatarlar, Türkler, Yahudiler, Bulgarlar, Çekler, Slovaklar, Yunanlılar, Ermeniler, Çingeneler ve Sırp-Hırvat-Sloven grupları da mevcuttur. Halkın % 80’i Ortodoks, % 10’u Katoliktir. Ayrıca bir miktar Müslüman, Yahudi, Kalvenist ve Lütherist de vardır. Resmi dil Rumencedir. Macarca ve Almanca da yaygın olarak kullanılır. Halkın sosyal yapısı İkinci Dünya Harbi sonrası ülkeyi karartan komünizmden sonra çok değişmiş, özel mülkiyet ve hür irade kalmamıştır. 1989’da komünist rejimin büyük bir sarsıntı geçirmesi Romanya’ya da yansıdı ve ülkede sosyalist rejime son verildi. Ülkede okuma-yazma oranı % 98’dir. Genç nüfusun % 70’i okul hayatındadır. Ülkenin hayat standardı yüksek ise de, 1977’de 1300 kişinin ölümüne sebep olan Bükreş zelzelesinin inşaat ve endüstri sektörüne ağır bir darbe vurması ve gıda maddeleri yetersizliği ekonomide ciddi krizlere yol açmıştır. Nüfusun büyük bölümünü meydana getiren Romenler köken olarak eski Trakyalıların, Dakya kolundan gelirler. Daha sonra Roma idaresinin gelmesiyleRomalılaşmışlardır. Uzun yıllar Osmanlı idaresi altında yaşayan Romenler, Türk adet ve an’anelerinin, hayat tarzının ve adalet sisteminin tesiriyle, Osmanlı kültür potansiyelinden çok şeyler almışlar ve bunları günümüze kadar sürdürmüşlerdir. Halkın bugün hazırladığı Türk yemeklerinde marmelat, çorba, tavuk suyu çorba, sarma, ızgara, kebab, sazan balığı, koyun sütünden yapılmış peynir, pastırma, havyar ve Türk sitili tatlılar bu dönemden arta kalan izlerdir. Ayrıca çay ve Türk kahvesi, Romenlerin alışkanlıkları arasına girmiştir. Romanya’nın başşehriBükreş olup, ülkenin en gelişmiş şehridir. Diğer önemli şehirlerse; Brasov, Timisoara ve Konstanta’dır. Siyasi Hayat Romanya, önceleri Sovyet Rusya kalkınma modelini benimsedi. Bununla beraber batı ülkeleriyle de dostane ilişkiler içine girdi. Bu vesileyle çok güçlükle kazanmış olduğu özerkliğini korumayı başardı. İMF’ye 1971 yılında üye oldu. 1981 yılında dış borç miktarı 15 milyar doları geçti. SSCB’de Gorbaçov’la başlayan ve bütün Doğu Avrupa’yı saran glastnost (yenileşme) hareketinden Romanya da etkilendi. Bunu önlemek için zamanın Devlet Başkanı Nicola Ceausescu (Çavuşesku) baskı ve şiddet yönetimini daha çok sertleştirdi. 1989’da Temeşvar’da yapılan gösterileri kanlı bir şekilde bastırdı. Bunun üzerine Ordu halkın yanında yer aldı. Çavuşesku devrildi. Siyasi etkinliği olan karısı ile birlikte kaçmak isterken yakalanıp kurşuna dizildiler. Böylece Romanya’da sosyalist rejim son buldu. Bir Milli Kurtuluş Cephesi Konseyi (MKCK) kuruldu. Konsey Başkanlığına geçici olarak İon İliescu getirildi. İlk serbest seçimlere geçilme kararı alındı. 20 Nisan 1990’da yapılan serbest seçimlerde İ. İliescu’nun başkanlığındaki MKCK, oyların büyük çoğunluğunu alarak yönetimi ele aldı. Romanya böylece parlamenter sisteme geçerek, serbest piyasa ekonomisini uygulamaya başladı. Ekonomi Ülke ekonomisinin % 80’i tarıma ve % 8’i endüstriye dayanır. Ülke topraklarının % 90’ı ekime müsaittir. Fakat Romanya’nın milli gelirinin ancak % 40’ına yakın bir bölümü tarımdan karşılanır. Ülke dünyanın önde gelen tahıl üreticisi devletlerinden biridir. En önemli tarım ürünleri mısır, arpa, buğday, şekerkamışı, üzüm ve meyvedir. Bundan başka yulaf, çavdar, sebze, ayçiçeği, soya fasulyesi, tütün, pamuk, kenevir ve keten de yetiştirilir. Koyun, sığır ve kümes hayvanları yetiştirilmesi yaygındır. Balıkçılık önemli bir gelir kaynağı olup, daha çok mersinbalığı ve sakallı tatlı su balığı avlanır. Romanya dünyanın on dördüncü büyük makina yapımı ve metal işçiliği bakımından gelişmiş ülkesidir. Daha çok traktör, lokomatif, elektrikli aletler ve yol delme techizatı yapılır. Endüstrisi esas olarak, demir ve çelik üzerine kurulmuştur. Bundan başka kimya sanayii, inşaat malzemeleri, çimento, kereste ve odun endüstrisi, gıda sanayii, tekstil ve kumaş dokuma, elbise ve ayakkabı imalatçılığı, lastik eşyalar ve petrol ürünleri endüstrileri mevcuttur. Ülkede başlıca çıkarılan madenler; kömür, demir, petrol, metan gazı, boksit, manganez, kurşun, çinko, altın ve gümüştür. Romanya dünyanın onuncu tuz ve altıncı tabii gaz üreticisidir. Fakat, tabii gaz üretimi kömür ve demir ithalatına bağlı kalmaktadır. Ülkenin para birimi Leu’dur. Turizm ülkenin önemli bir gelir kaynağıdır. İthalatının % 16’sını Rusya ile yapar. Diğer ithalat yaptığı ülkeler ise Almanya, ABD ve Irak’tır. Romanya’nın toplam ihracatının % 18’i yine Rusya iledir. Ayrıca Almanya’ya da ihracat yapmaktadır. Romanya, hidroelektrik santralları ve su yolu ulaştırması bakımından müsait bir ülkedir. 1972 yılında Yugoslavya ve Romanya arasında Tuna Nehri üzerinde kurulan “Demir Kapı” geçidi, dünyadaki bu tip beş büyük projeden biridir. Ayrıca Bistrita, Olt ve Siret nehirleri üzerinde de hidroelektrik santralları kurulmuştur. Ülkenin işçi gücünün tamamına yakın bir bölümü iki alanda kullanılır. Bunlardan % 40’ını tarım ve % 25’lik bir bölümünü de endüstri istihdam eder. Ülkenin bütün ulaştırma ve haberleşme sistemleri devlet kontrolü altındadır ve yalnız devlet yapar. Demiryollarının sadece % 8’i elektriklidir ve % 10’u çift hatlıdır. Son yıllarda karayolu ulaştırma sisteminde gelişmeler görülmüştür. Karayolları daha çok Transilvanya bölgesinde yer alır. Nehir ve kanallarından önemli ölçüde ulaşım yapılır. Tamamen devlete ait olan Tarom Havayolları hem içte hem de dışta hava ulaşımını sağlamaktadır. Ülkenin başlıca büyük limanları; Galati, Konstanta ve Broilo’dur.
  15. _asi_

    Portekiz

    PORTEKİZ Lizbon DEVLETİN ADI: Portekiz BAŞŞEHRİ: Lizbon YÜZÖLÇÜMÜ: 92.082 km2 NÜFUSU: 10.372.000 RESMİ DİLİ: Portekizce DİNİ: Hıristiyan PARA BİRİMİ: Esküdo Avrupa’nın güneybatı ucundaki İber Yarımadasında yer alan ve etrafı İspanya ve Atlas Okyanusu ile çevrili bir ülke. 36°58’ ve 42°09’ kuzey enlemleriyle 6°11’ ve 9°30’ batı boylamları arasında kalan Portekiz’in kuzeyden güneye uzunluğu 560 km, genişliği de 215 km’dir. Kuzey Atlantik’teki Azorlar ve Madeira Adalar grubu Portekiz’e dahildir. TARİH "Portekiz'in beşiği" olarak bilinen Guimarães Kalesi. İlk çağlarda İber kabileleri (Lusitanienler) ile işgal edilen ülke, M.Ö. 1. yüzyılda Romalıların bir eyaleti oldu. Sonra Vandallar, Süevler (bir Alman kabilesi), 5. yüzyıldan 8. yüzyıla kadar Vizigotlar tarafından istila edildi. 711 yılında ülke Müslümanların eline geçti. Endülüs Emevileri (756-1031), Teva’if-i Müluk (11. yüzyıl) İslam devletleri kurulup, bölgeye hakim oldular. Onuncu yüzyıla doğruDouro ve Minho nehirleri arasındaki bölgeye Terra Portucallis ismi verildi. Portucallis, Latince Portas (liman) ve Calle (kale) birleşiminden meydana gelmiştir. Portekiz, 1143’te bağımsız bir krallık oldu. Sınırları Meriniler’e karşı yaptığı savaşlarla genişledi. On üçüncü yüzyıl ortasına doğru bugünkü Portekiz sınırları tamamlandı. Portekizli denizciler 15. yüzyılda dünya çapında yayılma gösterdiler. Sonraki yüzyılda Asya,Afrika ve GüneyAmerika’da büyük bir sömürge imparatorluğu kurarak, Avrupa ve Doğu arasındaki ticaretin çoğunu ellerinde tuttular. 1598 yılında Fas şehirlerine karşı açtığı savaşta, Portekiz ağır bir mağlubiyete uğrayınca, imparatorluk aniden çöktü. Ülkenin zayıflamasından faydalanan İspanya, Portekiz’i 1580’de topraklarına katarak,1640’a kadar idare etti. Portekiz 1688 yılında Lizbon Antlaşmasıyla tekrar bağımsızlığına kavuştu. Fakat Portekiz eski ihtişamını kaybettiğinden İngiltere ile 1703’te, 20. yüzyıla kadar devam eden bir ittifak antlaşması imzalandı. İngilizlerle müttefik olduğundan 19. yüzyılda Napolyon’a karşı savaşmak zorunda kaldı. Ülke Fransa ile savaş halindeyken, 1811’de kral ve ailesi Brezilya’ya sığındı. Bu dönemde imparatorluk çökmeye başladı. 1822’de Brezilya bağımsızlığını ilan edince, Portekiz tek büyük zenginlik kaynağını kaybetti. On dokuzuncu yüzyılın tamamı ve 20. yüzyıl başları Portekiz için ekonomik ve siyasi istikrarsızlık dönemi oldu. Şiddetli partizan mücadeleler, iç savaşlar ülkeyi kargaşanın içine itti. 1908’de kral katledilerek, iki yıl sonra 1910’da cumhuriyet ilan edildi. On altı yıl devam eden cumhuriyet dönemi oldukça istikrarsız olup, bu dönemde kırk sekiz hükümet kuruldu ve en az yirmi beş darbe teşebbüsü oldu. 1926’da ordu idareyi ele aldı ve kırk sekiz yıl ülke General Franko tarafından diktatörlükle idare edildi. 25 Nisan 1974’te hükümet genç subaylar tarafından yapılan bir darbe sonucu işbaşından uzaklaştırılınca, General Antonio de Spinola liderliğinde bir askeri cunta kontrolü eline geçirdi. Başkan Spinola solcu subaylardan gelen baskı sonucu, aynı yılın Eylül ayı sonunda istifa etmek zorunda kaldı. Nisan 1975’te demokratik partiler oyların % 64’ünü kazanmasına rağmen, Sovyetlerce desteklenen komünist parti tesirini arttırdı. Bankalar, sigortalar ve sanayi devletleştirildi. 1976’da yürürlüğe giren yeni Anayasada sosyalizme geçiş hedefi açık bir şekilde de ortaya kondu. Yeni Anayasanın ardından yapılan genel seçimlerde hiçbir parti çoğunluğu elde edemedi. Sosyalis Partisi Genel Başkanı Mário Soares bir azınlık hükümeti kurdu. Cumhurbaşkanlığına Genelkurmay Başkanı Antánio Ramalho Eones seçildi. Mário Soares başkanlığındaki hükümet 1977 Aralığında istifa etti. Ocakta kurulan koalisyon hükümeti ve bunun ardından kurulan bir dizi koalisyonlar da kısa ömürlü oldu. 1980’de yapılan seçimlerden sonra merkez sağ eğilimli Demokratik İttifak, büyük çoğunlukla iktidara geldi. Bu hükümet anayasada büyük değişiklikler yaptı ve sivil yönetime geçiş yolunu açtı. 1982’de başgösteren hükümet krızi üzerine Cumhurbaşkanı erken seçim kararı aldı. 1983 Nisanında yapılan seçimlerde birinci parti durumuna gelen Portekiz Sosyalist Partisi, Sosyal Demokrat Partiyle koalisyon kurdu. Portekiz 1 Ocak 1986’da AET’ye alındı. Soares, 60 yıllık bir aradan sonra 1986 Şubatında ilk sivil cumhurbaşkanı seçildi. Temmuz 1987’de yapılan seçimlerde Sosyal Demokrat Parti sandalye sayısını büyük oranda arttırması, kurulan koalisyon hükümetinin istikrarlı olmasını sağladı. 1991’de yapılan seçimlerde Sosyal Demokrat Parti yine ilk sıradaki yerini korudu. DEVLET YAPISI Cumhuriyet Meclisi (Assembleia da República) Portekiz 1976 yılında kabul edilen anayasaya göre yönetilen demokratik bir cumhuriyettir. Cumhurbaşkanı, Cumhuriyet Meclisi (Assembleia da República), Hükümet ve Mahkemeler Portekiz devletinin dört ana organını oluşturur. yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrılığı Portekiz Anayasası’nda temel alınmıştır. Beş yıllık görev süresi için halk oylamasıyla seçilen Cumhurbaşkanı’nın yürütme görevi yoktur ve Devlet Başkanlığı görevini yerine getirir. Cumhuriyet Meclis'i dört yıllık görev süresi için halk oylamasıyla seçilen 230 milletvekilinden oluşan yasama organı görevini icra eden parlamentodur. Yürütme organı olan hükümet kendi Bakanlar Kurulunu ve onların müsteşarlarını seçen başbakan tarafından yönetilir. Ulusal ve bölgesel hükümetlerde iki siyasi partinin çoğunluğu görülmektedir: Sosyalist Parti ve Sosyal Demokrat Parti. Mahkemeler ceza, idari ve mali olarak üçe ayrılır. Yüksek Mahkeme temyiz kararlarında son karar verici mekanizmadır. Dokuz üyeli Anayasa Mahkemesi yasaların anayasaya uygunluğunu gözetir. ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE ASKERİ YAPI Padrão dos Descobrimentos anıtı, Lizbon Portekiz 1949 yılından beri NATO’ya, 1986’dan beri Avrupa Birliği’ne ve 1996’dan itibaren de Portekizce Konuşan Ülkeler Topluluğu’na üyedir. Brezilya ile dostluk ve çifte vatandaşlık antlaşması vardır. Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık ve Çin ile (Macau nedeniyle) olduğu gibi Latin Avrupa ülkeleriyle (İspanya, İtalya, Fransa ve Romanya) de iyi ilişkilere sahiptir. Fas ile yüzyıllardan beri süregelen yakın diplomatik bağları bulunur. Portekiz’in tek uluslararası anlaşmazlığı, Badajoz Antlaşması sonucunda 1801 yılında İspanya buyruğu altına giren Olivenza belediyesi ile ilgilidir. 1814 - 1815 yılları arasında yapılan Viyana Kongresi’ne istinaden Portekiz tarafından bu belediye geri alınmak istenmektedir. Yine de Avrupa Birliği üyesi iki ülke arasındaki ilişkiler gergin değildir. Portekiz Silahlı Kuvvetleri üç ana kuvvetten oluşur: Ordu, Donanma, ve Hava Kuvvetleri. Portekiz 20. yüzyılda iki önemli askerî harekâta katılmıştır: I. Dünya Savaşı ve Sömürge Savaşı (1961-1974). Portekiz kendi sınırları dışında birçok barış gücüne asker göndermiştir: Doğu Timor, Bosna, Kosova, Afganistan, Irak, ve Lübnan. Zorunlu askerlik hizmeti 2003 yılında kaldırılmıştır. FİZİKİ YAPI Portekiz çoğunlukla alçak ve orta yükseklikte arazilerle kaplıdır. Toprakların % 70’ten fazlasının deniz seviyesinden yüksekliği 400 metrenin altındadır. Tagus Nehri ülkeyi birbirinden farklı iki bölgeye ayırır. Tagus Nehrinin kuzeyi büyük ölçüde dağlıktır. Bilhassa Douro Nehrinin kuzeyinde arazinin % 90’ı 400 metrenin üstündedir. Büyük yaylalar derin vadilerle yarılmıştır. Bazı yerlerde dağlar denizden 50 km içerde 910 m yüksekliği aşarlar. Douro ve Tagus nehirleri arasında üçgen biçiminde bir kıyı ovası yer alır ve iç kesimde birkaç geniş vadi mevcuttur. İspanya’ya doğru uzanan Serra de Estrela Sıradağı Torre’de (Portekiz’in en yüksek tepesi) 1991 metre yüksekliğe ulaşır. Bu bölgeden Atlas Okyanusuna dökülen Tagus ve Douro dışındaki diğer büyük nehirler, kuzeyde İspanya sınırının bir kısmını teşkil eden Minho, Mondego ve Zezere’dir. Tagus Nehrinin güneyindeki toprakların yaklaşık % 60’ı 200 m’nin altındadır. Burası dalgalı ovalar ve alçak yaylalarla kaplı bir bölgedir. Yüksek tepelere nadir rastlanır ve sadece Serra de Sao Mamede isimli bir dağ silsilesi 900 m’yi aşar. Bu bölgedeki tek büyük nehir kuzey-güney istikametinde akarak geniş bir vadi meydana getirip ülkenin güneydoğu ucundan Atlas Okyanusuna dökülen Guadiana Nehridir. İKLİM Portekiz’in kuzeyinde ılıman (mutedil), güneyinde ise sıcak bir iklim hüküm sürer. Kış boyunca batıdan yağmur getiren soğuk rüzgarlar eser. Fakat yaz yaklaşınca güneyden sıcak kuru hava dalgası gelir ve pek az yağmur yağar. Kuzey kısmı güneye nazaran daha soğuk bir iklime sahip olduğu gibi, senenin çoğu günlerinde batıdan esen okyanus rüzgarlarına maruz kaldığından daha çok yağış alır. Tagus Nehrinden güneye doğru gidildikçe yağış azalır ve sıcak-kurak yaz uzun süre devam eder. Portekiz kıyısında sıcaklıklar hemen hemen her yerde aynıdır. Batı kıyısının ortasında bulunan Lizbon şehrinde sıcaklıklar, Ocak ayında ortalama 7°C ila 15°C arasında, temmuzda 18°C ila 28°C arasında değişir. TABİİ KAYNAKLAR Portekiz’in yakaşık % 35’i ormanlıktır. Ormanların % 90’ı meşe ağaçları ile kaplıdır. Diğer önemli ağaçlar kestane, incir, keçiboynuzu ve bademdir. Portekiz meşeden şişe mantarı yapmada dünyada birinci sırada yer alır. Vahşi hayvanların çoğu, yabani tavşan ve tilki gibi küçük türdendir. Geyik dağlık bölgelerde bulunur. Yeraltı zenginlikleri tungsten, bakır, demir, mermer, granit ve arduvazdır. NÜFUS VE SOSYAL HAYAT 10.372.000’lik bir nüfusa sahip olan Portekiz’de halk etnik yapı bakımından farklılıklar arz etmez. Portekizlilerin çoğu Avrupa boy ortalamasından biraz kısa, kara gözlü ve siyah saçlıdır. Bugünkü ülke nüfusunu meydana getiren insanlar, değişik zamanlarda İber Yarımadasına gelen insanların karışmasından meydana gelmiştir. Bunlar Keltler, Fenikeliler, Kartacalılar, Romalılar, Yahudiler, Germen kabileleri, Araplar ve Berberilerdir Portekizliler 15. yüzyıldan beri dünyanın çok yerlerine göç etmektedir. Hükümet iş gücünü muhafaza edebilmek için 1960 yıllarında göçü ciddi olarak yasak etmiştir. Bununla beraber çoğu genç olan binlerce Portekizli kanunsuz olarak ülkeyi terk etmeye devam etmekte, daha fazla ücret için Fransa ve diğer Batı Avrupa ülkelerine kaçmaktadır. Aynı zamanda köylerden yeni sanayisi olan şehir merkezlerine göç vardır. En önemli şehir batı kıyısının ortasında yer alan başşehir Lizbon olup, nüfusu 2.063.000’dir. Diğer önemli şehirleri Oporto, Amadora, Coimba, Borreiro, Braga, Almada veCoimbra’dır. Ülkenin resmi lisanı Portekizce olup, şive farklılıkları halkın birbirleriyle anlaşmasında herhangi bir güçlük çıkarmaz. Nüfusun % 98’i Roma katoliği olup, ancak birkaç bin Protestan ve az sayıda Yahudi vardır. Portekiz’de ilköğretim mecburi olup, 6 yaşından itibaren başlar. Okuma-yazma oranının % 70 olduğu ülkede, yüksek tahsil Lizbon, Oporto ve Coimbra üniversitelerinde, Lizbon Teknik ve Katolik Üniversitesinde ve değişik enstitülerde yapılır. SİYASİ HAYAT 1976 Nisanında yürürlüğe konulan yeni anayasa ile sosyalist bir yönetim içine girenPortekiz, 18 idari bölgeye ayrılmıştır. Başlıca yönetim organları cumhurbaşkanı, ihtilal konseyi ve hükümettir. İhtilal konseyi 4 komutan ve silahlı kuvvetlerden seçilen 14 subaydan meydana gelmiştir. Portekiz NATO’ya üyedir. 1980’de yapılan seçimleri büyük çoğunlukla Merkez-sağ eğilimli Demokratik İttifak kazandı. Yeni hükümet, anayasada bir sürü değişiklik yaparak sivil yönetime geçiş yolunu açtı. 1985 Ekiminde yapılan seçimleri serbest piyasa ekonomisini savunan Sosyal DemokratParti kazandı. 1986 Şubatında Mário Soares Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanarak 60 yıllık bir aradan sonra ilk sivil Cumhurbaşkanı oldu. Aynı yıl Portekiz AET’ye alındı.1989’da yapılan değişiklikle sosyalizmle ilgili ifadeler anayasadan çıkarıldı. EKONOMİ Expo fuarının yapıldığı modern Parque das Nações Portekiz Avrupa’nın en az gelişmiş ülkelerinden biri olup, ülkede hayat seviyesi düşüktür. Çalışan nüfusun % 31’i tarım, % 35’i sanayi ve ticaret, % 34’ü çeşitli hizmetlerde çalışır. İmalat ve inşa sanayii brüt milli hasılanın beşte ikisinden fazlasını sağlar. Tarım ise, brüt milli hasılanın ancak üçte birini temin eder. Portekiz’de önceden beri gıda sanayii, tekstil, mobilyacılık ve inşaat sektörü önemli bir yer tutar. Gıda sanayiiyle ilgili olarak değirmencilik, şeker, balık konserve ve zeytinyağı fabrikaları bulunur. Tekstil sanayiinin ana ürünleri pamuk, bükülmüş yün iplik ve elbisedir. Giyim sanayiiyle bağıntılı olarak ayakkabı imalatı da gelişmiştir. Orman zenginlikleri; kağıt hamuru, kağıt, şişe mantarı, zift, reçine, neft yağı üretiminde ve bilhassa mobilyacılıkta kullanılır. Yeni sanayi dallarının en önemlilerinden biri elektronik makinalar ve yardımcı parçalarıdır. Petrol rafinerilerinin kurulması, petro-kimya sanayiinin gelişmesini sağlamıştır. Ufak çapta demir ve çelik sanayii mevcuttur. Gemi yapımı ve gemi tamir tesisleri Portekiz’i bu sektörde Avrupa’da birinci yapmıştır. Portekiz arazisinin yaklaşık % 55’i tarıma elverişlidir. Ekilebilir toprakların çoğunda tahıl (buğday ve çavdar) yetiştirilir. Fakat randıman, çoğu yerlerde toprak verimsiz ve erozyona maruz kaldığından düşüktür. İşgücü, bilhassa güneyde yetersizdir. Ülke buğday ve diğer tahılları ithal etmek zorunda kalmaktadır. Portekiz’de asma bahçeleri ekilen toprakların % 10’unu kaplar. Ülkede zeytinyağı üretimi de ileri durumdadır. Meyve ağaçları olarak ülkenin kuzey yarısında elma ve armut, güneyde portakal yetişir. Portekiz’de maden yatakları çok çeşitliyse de, çoğu yetersiz seviyede ve ulaşılması güç yerlerdeveya fon yetersizliğinden istenilen derecede işletilememektedir. Çıkarılan önemli madenler tungsten, demir, kükürtlü bakır, mermer, granit ve arduvazdır. Portekiz, ihtiyacı olan petrolün hepsini ithal etmektedir. Portekiz bükülmüş yün iplik, kumaş, elbise, konserve balık, şişe mantarı, kağıt hamuru ve kağıt, elektrik aletleri ihraç eder. Portekiz ticaretinin çoğunu üyesi olduğu Avrupa Ortak Pazarı ülkeleriyle yapar. Portekiz’de karayolları51.953 km’dir. Bunun 44.680 km’lik kısmı asfalt kaplanmıştır. Demiryolları 3600 km olup, diğer Batı Avrupa ülkelerine nazaran geridedir. Havayolu ulaşımı 13 havaalanından sağlanmaktadır. Portekiz ticaret filosu nüfusuna nispetle büyük olup, 750.000 tonilato kapasitesindedir.
  16. _asi_

    Polonya

    POLONYA DEVLETİN ADI: Polonya Halk Cumhuriyeti BAŞŞEHRİ: Varşova (Warszawa) YÜZÖLÇÜMÜ: 312.677 km2 NÜFUSU: 38.429.000 RESMİ DİLİ: Polonya Dili (Lehçe) DİNİ: Katolik PARA BİRİMİ: Zloty (= 100 Groszy) Kuzey Avrupa’da 49° -54° 50’ kuzey enlemleri ve 14° 08’ -24° 09’ doğu boylamları arasında yer alan ve Merkezi Doğu Avrupa’nın en geniş ve en kalabalık ülkesi olan bir cumhuriyet. Doğusunda Rusya, güneyinde Çek Cumhuriyeti, Batısında Almanya ve kuzeyinde Baltık Denizi bulunur. Tarihi Polonya Devleti, 10. yüzyılın ortalarında ortaya çıkmış ve 963 yılı ülke tarihinin başlangıcı olmuştur. Polonya ve Vistula nehirleri arasında yaşamış olan Islav kabilelerinin kurmuş olduğu bir devlettir. O zamanki bu Islavlara“yayla insanları” manasına gelen “Polane” deniyordu. Zamanla bu isim Polonya haline dönüştü. Polonya 14. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar geçen süre içinde Avrupa’da güçlü bir devlet halindeydi. “Üç parçalanmadan” ilki 1772 tarihine kadar olan çeşitli hanedanlıklar idaresindeydi. Bu tarihten itibaren Polonya’nın çöküş dönemi başladı. 1772 tarihinde Prusya, Rusya ve Avusturya, ülke topraklarını aralarında paylaştılar. Bunu 1793 ve 1795 paylaşmaları takip etti. Polonya’nın elinde sadece doğu Prusya civarı kaldı. Birinci Dünya Harbinden sonra uzun mücadele ve sıkıntılardan sonra 1918 yılında Versay Antlaşmasıyla bağımsızlığı sağlandı. 1939 yılında aynı anda Hem NaziAlmanyasının ve hem de Rusya’nın işgaline uğradı. Harp boyunca altı milyon Polonyalı öldürüldü. Daha sonra Alman orduları müttefiklere teslim oldu. İşgal sırasında kurulan sürgündeki Polonya hükümeti işbaşına geldi. 1947 yılında yapılan seçimlerde komünistler hükümeti kurdular ve ülkeyi Rusya’nın peyki durumuna soktular. İkinci Dünya Harbinin bu zor günlerinden sonra Polonya, Rusya’ya verilen 178.842 km2lik bölgeye karşı 1945’te Alman topraklarından 102.400 km2lik bir bölgeyi aldı. Oder-Neisse hattının doğusunda kalan bu bölge Silezya, Pomerania, Batı Prusya ve Doğu Prusya’yı da içine almaktaydı. Polonya idaresine komünistlerin gelmesiyle, büyük mülkiyetler kaldırıldı, endüstriler millileştirildi, okullardaki eğitim sistemleri komünistleştirildi. Üretim azaldı. Bütün bunların neticesinde 1956 yılında Poznan’da isyan çıktı. 1970 yılında yeni ağır vergiler ve aşırı fiyat yükselmeleri yeni isyanlara yolaçtı. 1980 yılında olaylar daha şiddetlendi. Lenin tersanelerinde gelişen “İşçi Grevleri” sonunda, işçinin yanında olduğunu söyleyen komünist idare “21 imtiyazı” vermek mecburiyetinde kaldı. Gdansk adıyla bilinen bu grevler sonunda, bağımsız işçi sendikaları kurma hakkı elde edildi. Olayların gidişinden ürken Rusya’nın tehditleri ülkede sıkıyönetim ilanına sebep oldu. İşçi ayaklanmalarını organize eden Dayanışma Sendikası liderleri tutuklandı. 1982 yılında ABD baskısı neticesi sıkıyönetim kaldırıldı. 1983 yılında yine Gdansk’ta Lenin Tersanelerinde hükümet aleyhtarı gösteriler yapıldı. 1 Mayıs’ta Polonya İşçileri, İşçi hükümetinden haklarını talep etmek üzere “İşçi Bayramını” grevlerle kutladılar. Askeri idare işçilere bazı haklar verdi. 1985 seçimlerinden sonra başa geçen Jaruzelski, Batıyla ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. DayanışmaSendikasına karşı takip edilen sert politika 1986’da yumuşamaya başladı. Artan ekonomik problemler 1988’de büyük bir grev dalgasına sebep oldu. 1989 Haziranında yapılan seçimlerde, o tarihe kadar iktidarda olan Birleşik İşçi Partisi ağır hezimete uğradı. Dayanışma Sendikasının teklifi üzerine Tadeusa Mazowiecki başkanlığında bir koalisyon hükümeti kuruldu. 1990’daki devlet başkanlığı seçimlerini Lech Walesa kazandı. Fiziki Yapı Polonya yaklaşık 312.667 km2 lik yüzölçüme sahiptir. Baltık kıyıları yaklaşık olarak 525 km uzunluğundadır. Polonya, bir ova görünümündedir. Güney sınırlarını teşkil eden Karpat Dağları haricinde ülke toprakları deniz seviyesinden yaklaşık 300 m kadar yüksektedir. Ülke esas olarak, güneyde Çek Cumhuriyeti sınırını teşkil eden dağlardan doğan ve Baltık Denizine dökülen Odra ve Vistula nehirlerinin vadilerini ihtiva etmektedir. Güney sınırındaki dağlar iki ayrı sistem halindedir. Güneybatıda Karkonsze Dağları ve güneyde Karpat Dağları yer alır. Bunlar bir seri paralel dağ silsilelerinden meydana gelmiş olup, en yüksek noktası 2503 m yüksekliğindeki Rysy Tepesi olan Tatra Dağlarında birleşirler. İki dağ sistemini, Polonya’nın güneye açılmasına izin veren Moravya Kapısı ayırır. Moravya Kapısı, bugün için dahi önemli bir kara ve demiryolu çıkışı ve bir ticari ulaştırma kanalı olarak, tarihteki “geçiş yolu” rolünü muhafaza eden bir geçittir. Vistula veOder’den başka diğer iki önemli nehir Bug ve Neisse’dir. Ülkede küçüklü büyüklü birçok göl vardır. Özellikle kuzeydoğuda göllerin sayısı oldukça fazladır. BunlardanSniardwy, Mamry ve Niegocin en büyükleridir. İklim Polonya’da yaz ayları sıcak, kış ayları soğuk ve uzun sürer. Yaz mevsimi için Haziran ayı sıcaklık ortalaması 18°C ila 20°C arasındayken, kış mevsimi için Ocak ortalaması ise -5°C ila -2°C arasındadır. Kuzey ve doğuda kış ayları oldukça sert geçer. Ülkenin çoğu bölgesinde yağan kar, uzun süre erimez ve öylece kalır. Yaz aylarında, çok sık sağnak yağışlar olur. Ova görünümündeki bölgeler, ortalama olarak 480 ila 650 mm arasında değişen bir yağış ortalamasına sahiptir. Fakat daha yüksek bölgelerde, mesela Baltık kıyılarında bu rakam daha yüksektir. Oldukça yüksek olan dağlık bölgelerde ise yıllık yağış miktarı 1020 mm’ye kadar ulaşır. Tabii Kaynakları Polonya topraklarının beşte birinden fazlası ormanlık arazidir. Geniş yapraklı ağaçlar çoğunluğu teşkil etmek üzere, kozalaklı ağaçlarla birlikte, kuzeydoğu bölgesi ormanlarla kaplıdır. Ormanların karakteri oldukça yavaş değişmekte olup, bugün mevcut ağaçlar yumuşak tahtalıdır. Toprakların kalitesi farklı olup, çeşitli cinslerdedir. Dağlık bölgelerde daha ziyade ince ve taşlı toprak bulunur. Güney Polonya’daki lös tipi topraklarla, ülkenin ortasında geniş bir alanda mevcut, içinde organik maddeler olan kum ve kil karışımının meydana getirdiği topraklar en verimli olanlarıdır. Polonya ormanlarında ve milli parklarında çoğunlukla kırmızı geyik, ayı, kurt, kartal, dağ keçisi, siyah leylek ve dev geyik yetişir. Ayrıca bazı bölgelerde sırtlan ve arslana da rastlanmaktadır. Polonya’nın yer altı kaynakları oldukça zengindir. En önemli madeni kömürdür. Orta Polonya’da linyit rezervleri mevcuttur. Güney bölgelerde petrol ve tabii gaz yatakları vardır. Yukarı Silesia’da çinko ve kurşun, Aşağı Silesia’da bakır çıkarılmaktadır. Demir cevheri rezervleri az miktarda bulunur. Mevcut kıymetli sülfür yatakları önemli bir gelir kaynağıdır. Ayrıca bir miktar gümüş, kadmiyum ve tuz da çıkarılır. Nüfus ve Sosyal Hayat Polonyalılar Islav ırkındandır. Nüfusun en eski kaynağını 10. yüzyılda “Polane” adı verilen Islav kabileleri meydana getirir. Yaklaşık olarak 37.875.000 nüfusa sahip bir ülkedir. Nüfusun % 98’ini Polonyalılar meydana getirir. Geri kalan küçük bir bölümünü ise Almanlar, Ukraynalılar ve Byelorussianalılar teşkil eder. Polonyalıların % 65’e yakını genç olup, 15 ila 60 yaş grubu arasındadır. Nüfus yoğunluğu 121 olup, yıllık nüfus artışı % 1’dir. Bugünkü Polonya lisanı, Islav kabilelerinden teşkil etmiş Polanelerin dilinden kaynaklanmaktadır. Buna mukabil, Pomerania’nın doğusunda ve Polonya Karpatlarının bazı bölgelerinde diğer Islav kabilelerinin bir miktar farklı yönleri bulunan lehçeleri de konuşulmaktadır. Polonya halkının büyük bir bölümü katoliktir. Hıristiyan aleminin bugünkü lideri olan Papa John Paul II, Polonyalıdır. Polonya’da eğitim ve öğretim imkanları oldukça geniştir. Halkın okuma yazma oranı % 98’dir. Önceleri katolik inancına göre hazırlanmış öğretim müfredatı, komünistlerin iş başına gelmesiyle daha kötü bir duruma sokulmuş, dersler tamamen dinden uzaklaştırılmış ve komünist ideolojisiyle öğrencilerin beyinleri zehirlenmeye çalışılmıştır. Marxsist-Leninist felsefe içinde boğulmuş düşünce ve prensipler, her seviyede zorla öğretilmekteydi. 1986’dan sonra bu zorlama yavaş yavaş kalkmıştır. Mevcut üniversiteler içinde Krakow’da Jagerellonion Üniversitesi, Lublin Katolik Üniversitesi ve Varşova Üniversitesi en önemlileridir. Polonya’nın başşehri Varşova’dır. Diğer önemli şehirleri ise; Kodz, Krakow ve Gdansk’tır. Siyasi Hayat Polonya’da tek partili sisteme dayalı sosyalist rejim, 1988’de yerini çok partili sisteme bırakmıştır. Günümüzde de yürürlükte olan 1952 Anayasasına göre yasama yetkisi seym denilen tek meclisli parlamentoya aittir. Bu meclisin 460 üyesi beş yılda bir halk tarafından seçilir. Meclisin üyeleri arasından seçilen 17 kişilik Devlet Konseyi yasama ve bazı yürütme yetkilerine sahiptir. Asıl yürütme organı ise direkt meclise karşı sorumlu olan Bakanlar Konseyidir. Din Polonya Avrupa'nın en dindar ülkesidir. Katolik olduğunu söyleyenler %90'a, düzenli olarak kiliseye gittiğini beyan edenler %80'e ulaşmaktadır. Dini inancı olanlar arasından 4 grup saptanabilir niteliktedir. 1- Polonyalıların %15'i çok dindar olup, her gün ibadet ederler. 2- 35-55%'i, Tanrı'ya inanıyor ve dua ediyor ancak, kiliselere sıklıkla gitmezler. 3- 20-25%'i, Tanrı'ya inanıp, kiliseye çok ender gider. Kiliseyi eleştirirler. 4- 20-30%'u Tanrı'ya inanır ancak,ibadet etmezler. Polonya Meclisi (Sejm) Başkan kürsüsünün arkasında Haç vardır. Anayasa'da ilgili her bölümde Katolikliğe atıf vardır. Bu anlamda, Katoliklik devletin resmi dini olarak kabul edilmektedir de denebilir. Kilise; devlet, siyaset ve toplum hayatında gerektiğinde kullandığı ciddi bir nüfuza sahiptir. Bazı katolik papaz ve din grupları, siyasete açıkça girmekte ve bugünkü koalisyon iktidarının bazı partilerini desteklemektedir. Bugün Polonya'da hiçbir kişi ya da resmi veya özel kurumun, Katolikliği açıkça reddetmesi ya da eleştirmesinin düşünülmesi imkânsızdır. Kilise ile açıkça ters düşen bir partinin siyasi yaşamda yer sahibi olması neredeyse imkânsızdır. Papa II. Jean Paul'e incitici eleştiriler yönelten bir gazeteci, mahkeme tarafından suçlu bulunmuştur. Resmi kurumların devlet ile kilise ilişkisini, 1989 yılı yasaları düzenlemektedir. Söz konusu yasalar, inanç özgürlüğünü garanti altına almakta, Roma Katolik Kilisesi'nin radyo ve televizyon programları yapmasına, ayrıca okul, hastane ve tarihi değeri olan binaları işletmesine izin vermektedir. Lublin Katolik Üniversitesi ve Varşova İlahiyat Akademisi dışında birçok üniversite ve eğitim kurumunda ilahiyat bölümleri vardır. 28 Temmuz 1993 tarihinde hükümet, Başpiskoposluk ile aralarındaki karşılıklı ilişkileri düzenleyen bir Konkordato imzalamış, söz konusu anlaşma üzerinde 5 yıl görüşmeler yapıldıktan sonra Parlamento tarafından yasallaştırılmıştır. Varşova Başpiskoposu, aynı zamanda Polonya Başpiskoposu'dur ki, 1981'den bu yana bu görevi Kardinal Józef Glemp üstlenmektedir. Dini başkent Gniezno'dur ve bu kentin piskoposu doğrudan, başpiskopos ûnvanı alır. 1978 yılının Ekim ayında, Krakow Piskoposu kardinal Karol Wojtyła (Karol Voytıua), II. Jean Paul (ikinci Jan Pol) adı ile 'Papa' seçilmiştir. Wojtyła, yani II. Jean Paul 2005 yılında yaşlılık nedeniyle ölmüştür. Polonya’da 30.bin Civarını Geçmiştir. Başta 5.000 Kadar Müslüman Tatar Yaşamaktadır. 1989 Senesinden İtibaren, Yeni Müslüman Göçmenler Ülkeye Yerleşmiştir.[kaynak belirtilmeli] Kültür-Sanat Adam Mickiewicz, Jan Kochanowski, Witold Gombrowicz, Stanisław Lem, Bruno Schulz, Stanisław Ignacy Witkiewicz, Jan Polkowski, Adam Zagajewski, Julian Kornhauser, Ewa Lipska ve Rafal Wojaczek gibi tanınmış yazarları vardır. Ayrıca, Henryk Sienkiewicz,Władysław Reymont,Czesław Miłosz ve Wisława Szymborska Nobel ödülü alan edebiyatçılarıdır. Polonya'nın en ünlü sanatçısı, on dokuzuncu yüzyılda yaşamış besteci ve piyanist Fredric Chopin dir. Polonya'nın ünlü takı tasarımcıları Jacek Byczewski, Jan Suchodolski, Piotr Małysz, Krzysztof Ginko, Maryla Dubiel, Jan ve Alicja Wyganowski, Marcin Gronkowski, Jakub Zeligowski, Piotr Modliński modern gümüş takı tasarımında çağdaş sanatin dünyaca tanınmış sanatçılarıdır. Varşova'da bulunan Galeri Constantinopol 2005 yılından itibaren Polonya'nın modern sanatçılarını takdim edip ve eserlerini satışa sunmaktadır. Polonyadaki dünyaca tanınmış sinema yönetmenleri Roman Polanski ve Krzysztof Kieślowski'dir. Ekonomi Polonya ekonomisi, İkinci Dünya Harbi ve çeşitli istilalar yüzünden büyük sarsıntılar atlatmıştır. Daha sonra ABD ve diğer ülkelerden alınan yardımlarla biraz düzelmiştir. Komünistler ülkeyi ele geçirince ekonomide devletleştirme ve kollektifleştirme başladı. Komünist ülkeler arasında kurulan “Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi” (Comecon) ekonomik yönü ağırbasan bir askeri antlaşmadır. Polonya bunun bir üyesi olarak, ticaretini bu ülkelerle yapardı. Ülkede sosyalistler seçimleri kaybedince ve Sovyetler Birliği dağılınca başa geçen hükumet ekonomik problemleri halletmek için Batıya açılma politikasını uygulamaktadır. Polonya endüstrisi oldukça çeşitlidir; gemi yapımı, tekstil, kimya, orman ürünleri, metal sanayii, otomobil, uçak, makina, çimento, alüminyum ve petrol ürünleri başlıca endüstri dallarıdır. Son zamanlarda kereste ve kağıt endüstrileri de gelişmeye başlamıştır. Madencilik ve maden sanayii oldukça gelişmiştir. Bunların en önemlileri kömür, çinko, kurşun ve bakırdır. Polonya, BatıAlmanya ve İngiltere’den sonra Avrupa’nın en büyük kömür üretici ülkesidir. Ayrıca sülfür üreten ülkeler arasında önde gelmektedir. Manganez, kalay, tuz, linyit, petrol, demir ve tabii gaz diğer önemli yeraltı kaynaklarıdır. Enerji bakımından oldukça gelişmiş bir ülkedir. Sovyet yardımıyla kurulmuş hidroelektrik santralleri mevcuttur. Kömüre dayalı demir ve çelik endüstrisi önemli bir gelir kaynağıdır. Wroclaw, Poznan, Bydgoszcz, Yukarı Silesia en önemli mekanik ve elektrik mühendisliği endüstri merkezleridir. Gdansk ve Scczedn’de ise tersaneler mevcuttur. Son zamanlarda gıda, alüminyum endüstrisi Macaristan boksiti ve yerli gıda, alüminyum ve sun’i gübre endüstrileri gelişmiş durumdadır. Alüminyum endüstrisi; Macaristan boksitine ve yerli kahverengi kömüre bağlıdır. Tarım ürünleri bakımından daha çok patates, şekerpancarı, tütün, keten, çavdar, arpa, buğday ve yulaf önde gelir. Güneyde şekerpancarı ve mısır üretimi önemli bir gelir kaynağı durumundadır. Hayvancılıkta ise daha çok sığır ve koyun yetiştirilir. Ayrıca balıkçılık diğer önemli bir kaynaktır. Çalışan nüfusun % 30’a yakın bir bölümü tarım ve hayvancılıkla uğraşır. Polonya, para birimi olarak Zloty kullanır. Bir zloty 100 groszy’dir. Kişi başına düşen milli gelir 7200 doların üstündedir. Polonya dış ticaretinin yaklaşık üçte ikisi eski Comecon üyesi komünist blok ülkeleriyle olmaktadır. Bu ülkelerden en çok ticaret yapılanı Rusya’dır. İthalatın % 35 ve ihracatın % 26’sı bu ülkeyledir. Batılı ülkeler arasında en çok Almanya ile ticari münasebetleri mevcuttur. Ayrıca İngiltere ve ABD, Polonya ile ticari antlaşmaları bulunan liberal ülkelerdir. Özellikle son yıllarda buğday ve diğer tarım ürünlerinde ABD ile olan bağlılık artmıştır. Polonya’nın ithalat ürünleri; tekstil hammaddesi, demir cevheri, makina ve teçhizat, tahıl ürünleri ve petroldür. Petrolün tamamı “Dostluk Boru Hattı” yoluyla Rusya’dan sağlanır. Kömür, kimyevi maddeler, tekstil ürünleri, balık, giyim kuşam malzemeleri, kereste, linyit, çimento, et ve metal ürünleri başlıca ihracat kaynaklarıdır. Ülkenin ulaştırma şebekesi özellikle İkinci Dünya Harbi esnasında işlemez hale getirilmiştir. Bugün ise düzenli yollara sahiptir. Demiryollarının toplam uzunluğu yaklaşık 25.848 km’dir. Bunun 3200 km’ye yakın bir bölümü elektriklidir. Nehir ve kanallar ulaşıma müsaittir. Odra Nehri üzerinde ticari ulaştırma yapılmaktadır. Ülkenin ticaret yükünün ağırlığı demiryolları üzerinden olduğu için 363.116 km’ye ulaşan karayolları nisbeten daha az gelişmiştir. Modern bir hava yolu sistemine sahiptir. Ayrıca deniz ulaşımı da iyi durumdadır. Başlıca limanları Gdansk, Gdynia ve Szczecin’dir.
  17. _asi_

    Norveç

    NORVEÇ DEVLETİN ADI: Norveç Krallığı BAŞŞEHRİ: Oslo YÜZÖLÇÜMÜ: 323.878 km2 NÜFUSU: 4.283.000 RESMİ DİLİ: Norveççe (Bokmal, Nynorsk), Samisk (Laph) DİNİ: Norveç Lüther PARA BİRİMİ: Krone (= 100 Ore) İskandinavya Yarımadasının kuzeyini ve batısını ihtiva eden, Batı Avrupa’nın en kuzeyinde kalan bağımsız bir krallık. Tarihi Norveç tarihi hakkında yazılmış ilk yazılı dökümanlara göre, ülke topraklarında, 9. yüzyıla kadar, Alman kabilelerinin kurmuş olduğu birçok küçük krallıklar vardı. 872 yılında Kral Harold the Fairhaired, bu krallıkları tek bir Norveç Krallığı altında birleştirdi. O zamanlar ülke, Nortuagua veya Nordveg adıyla bilinirdi. 1000 yılına kadar Norveç’in ilk yerlileri olarak bilinen Vikingler, yaptıkları sağlam gemilerle Avrupa’da birçok yerlere saldırdılar. İnsanların korku içinde yaşamalarına sebep oldular. Gittikleri yere kan, vahşet, ölüm ve korku götürüyorlardı. Fakat çok geçmeden ekonomik sıkıntılar sebebiyle meydana gelen iç çatışmalar, Norveç’i huzursuz bıraktı. Arkasından 14. yüzyıl başlarında “Kara Ölüm” adını verdikleri veba hastalığı Norveç halkına ölüm ve dehşet getirdi. Hemen hemen nüfusun yarısı bu hastalıktan öldü. Hıristiyanlığın ülkeye girdiği sıralarda, mükemmel olan tarım, ticaret ve denizcilik felce uğradı. Norveçlilerin deniz üstünlüğünün yerini, derin ve acı bir fakirlik aldı. 1397 yılında İsveç, Danimarka ve Norveç, Danimarka Kralı idaresi altında Kalmar birliğini kurdular. 1523’te İsveç bu birlikten ayrıldı. 1814 yılına kadar Danimarka’ya bağlı olarak yaşayan Norveç, 17 mayıs 1814’te Eidsvoll’da bir bağımsızlık deklerasyonu yayınladı. Yeni bir meclis açarak, ilk anayasasını hazırladı. 1905 yılında Danimarkalı Prens Charles’in Norveç Kralı ilan edilmesiyle de, ülke tam bağımsız bir krallık haline geldi. Norveç Birinci Dünya Harbi esnasında tarafsızlığını ilan etti. Buna rağmen, savaş boyunca 2000 Norveçli denizci öldürüldü. İkinci Dünya Harbi patlak verdiğinde Norveç yine tarafsız idi. Fakat Almanlar, 9 Nisan 1940 tarihinde İskandinavya Yarımadasına taarruz etti. Norveç, 1945 yılına kadar Alman işgali altında kaldı. Alman Nazi iktidarı, 35.000 Norveçliyi tevkif etmiş ve 1500’ü aşkın Yahudiyi yerlerinden kovmuştu. Bunun üzerine Norveç, müttefikler tarafında yer aldı. Ülkenin işgali 8 Mayısta Almanların çekilmek zorunda kalmasıyla son buldu. Sürgüne gönderilmiş olan Kral Haakon, ülkesine dönerek tekrar Norveç birliğini sağladı. Harbin getirdiği felaketler Norveç’i oldukça yıpratmıştı. Müttefik kuvvetlerin, Alman ordularını mağlup etmesiyle, Alman işgalinden kurtulan Norveç yine müttefik kuvvetlerin dış yardımlarıyla ekonomisini çıkmazdan kurtarabildi. ABD’nin sağladığı 350 milyon dolarlık Marshall Planı yardımı Norveç’i rahatlattı. Batı ve Doğu arasında stratejik bir mevkide yer alması ve Rusların Çekoslovakya’yı işgal etmesi yüzünden 4 Nisan 1949’da NATO’ya katıldı. 1930 yılından beri iktidarda bulunan İşçi Partisi, 1965 yılında anti-sosyalist partilerin koalisyona gitmeleri üzerine düştü. Yerine Merkez Partili Per Borten başkanlığındaki koalisyon hükümeti geldi. 1971 yılında Ortak Pazar üyeliği için ortaya çıkan meseleler sebebiyle bu hükümet de düştü. 1972 de yapılan halk oylaması neticesinde Ortak Pazar üyeliği, % 47 kabule karşılık % 53 hayır oyu ile reddedildi. 1981 seçimlerinde anti-sosyalist iktidar, ezici bir üstünlükle tekrar hükümet oldu. Yeni hükümet, Muhafazakar Parti liderliğinde ülke yönetimini ele aldı. 1985 seçimlerini İşçi Partisi kazanarak Brundtland başbakan oldu. 1989 seçimlerinde İşçi Partisinin oy kaybetmesi üzerine Brundtland 1989 Eylülünde başbakanlıktan çekildi. Muhafazakar Parti başkanı Jan Peder Syse başkanlığında azınlık hükümeti kuruldu. 1990’da Norveç’in Avrupa topluluklarıyla münasebetlerinin geleceği konusunda Muhafazakar Parti kendi içinde anlaşmazlığa düşmesi üzerine hükümet istifa etti. Yerine yeniden İşçi Partisi azınlık hükümeti kurdu. Ülkenin çok sevlien kralı V. Olav’ın 17 Ocak 1991’de ölümü üzerine tahta oğlu V Harold geçti. Hükümet 1992’de Avrupa Ekonomik Alanına katılma anlaşması imzaladı. Arkasından parlemantoda onaylanan kararla hükümet AT’ye üyelik başvurusunda bulundu. Fiziki Yapı Norveç, Batı Avrupa’nın en kuzeyinde bulunan ve kabaca İskandinavya Yarımadasının kuzey ve batısını ihtiva eden bir ülkedir. 57° 58’ ve 77° 11’ Kuzey enlemleriyle 4° 39’ ve 31° 10’ doğu boylamları arasında yer alır. Kuzey Kutup Dairesi, ülkenin en dar yerinden geçer ve yaklaşık üçte bir topraklarını daire içerisine alır. Doğusunda Finlandiya, İsveç ve Rusya vardır. Kuzeyi, Kuzey Buz Denizi ve Barents Denizi, batısı Atlantik Okyanusu (Norveç Denizi) ve güneyi Skagerrak ve Kuzey Deniziyle örtülüdür. Yüzölçümü 323.878 km2dir. Kıyıları boyunca, yaklaşık 150.000’in üzerinde ada ve deniz kayalıkları mevcuttur. Norveç yüzölçümü, kolonileriyle birlikte 387.014 km2ye ulaşır. Bu yüzölçümüyle, Rusya Federasyonu hariç, Avrupa’nın beşinci büyük ülkesidir. Kuzeyde yaklaşık 650 km uzağındaki Svalbord, 1000 km batıdaki Jan Mayen Adası, Antarktika, yakınlarındaki Bouvet ve Peter I. Adaları ve Avrupa’daki en büyük buzul olan 890 km2lik Jostedalsbre Buzul Adası, sahip olduğu başlıca büyük toprak parçalarıdır. Norveç, kuzeyden güneye, Kuzey Buz Denizi ile Kuzey Denizi arasında yaklaşık 1800 km uzunluğa sahiptir. En geniş yeri 435 km ile 60° kuzey enleminin geçtiği yer ve en dar yeri ise 68° kuzey enleminin geçtiği 6 km’lik Tysfjord’dan, İsveç sınırına uzanan şerittir. Bütün kıyılarının hemen her tarafı fiordlarla kırılmıştır. Bazan bu su girintileri iç kısma 150 km kadar girebilmektedir. İskandinavya Yarımadasının omurgasını teşkil eden eski zaman kristal dağ kütlelerinin büyük bir bölümü Norveç toprakları boyunca uzanır. Bu dağların güney Norveç’te kalan kısmına Langfjelteno (Uzun Dağlar) adı verilir. Aynı zamanda bir yayla görünümündedir. Bu yüzden diğer bir adı da Hardanger Yaylasıdır. Ortalama 1000 m yüksekliğindeki bu dağlık bölgenin en yüksek yeri olan 2469 metrelik Galdhopiggen Tepesi, ülkenin de en yüksek yeridir. Uzun Dağlar, kuzeye doğru gittikçe yükselir. Bu dağ zincirinin diğer önemli olanları Jotunheim, Doğrefiell (Doğre Dağları) ve Kjolen dağlarıdır. Ülke, dağların ve fiyortların (su girmeleri) durumuna göre altı bölgeye ayrılır; Bunlar Ostlandet, Sorlandet, Vestlandet, Trondelag, Kuzey Norveç ve Svalbard (Spitsbergen) bölgeleridir. Ostlandet, Norveç’in en önemli ve en verimli topraklara sahip bölgesidir. Bölgede yaklaşık 580 km uzunluğundaki ülkenin en uzun nehri olan Glomma Nehri ve en büyük gölü olan 375 km2 yüzölçümlü Mjosa Gölü yer alır. Sorlandet, ülkenin ancak % 5’ini ihtiva eder. Vestlandet bölgesiyse, en engebeli ve devamlı karlı dağların ve derin su girmelerinin (fjord= fiyort) bulunduğu bölgedir. Ülkenin güneyine yakın orta bölümde bulunan büyük Trondheim Fjord (su girmesi) civarındaki nispeten alçak yerler, Trondelag bölgesine aittir. Bu bölge oldukça verimli topraklara sahiptir. Trondelag bölgesi umumiyetle geniş ve açık arazilerden teşekkül etmiştir. Kuzey Norveç, ülkenin en geniş bölgesidir. Norveç’in en kuzeyinde kalan bölge en az nüfusludur. Göçebe çobanların yaşadığıFinnmark Yaylasının bulunduğu bu bölge, Norveç topraklarının % 35’ini ihtiva eder. Norveç’in yaklaşık 650 km kuzeyinde, Kuzey Buz Denizinde yer alan Şvalbard Adaları 62.700 km2lik bir yüzölçüme sahiptir. Nüfus ve Sosyal Hayat Norveç nüfusu 4.283.000’dir. Norveç, nüfus yoğunluğu bakımından İzlanda hariç, Avrupa’nın en küçük ülkesidir. Km2ye ancak 13 kişi düşmektedir. İkinci Dünya Harbinden sonraki dönemde yıllık nüfus artış oranı % 2’yi geçmemiştir. Nüfusun % 44,2’ye yakın bir bölümü şehir merkezlerinde oturur. Nüfus dağılımı, bölgelere göre eşit değildir. Kuzey toprakları çok seyrektir. Toplam nüfusun yaklaşık % 75’i Oslo-Trondheim arası bölgededir. Ülkenin en kalabalık yeri Oslo ve çevresi, toplam nüfusun % 40’ına sahiptir. Bugünkü Norveç resmi dili iki tanedir; Bokmal (Kitap dili) ve Nynorsk (Yeni Norveç=Yeni İskandinav). Bakmal, Danimarka dilinden Norveçleştirilmiş bir dildir. Nüfusun dörtte biri ise Nynorsk dilini konuşur. Norveçliler, resmi dilden başka, birbirinden farklı yüzlerce lehçelerle konuşur. Bu lehçeler, iki ana dil grubundan türemiştir. Bunlardan biri ülkedeki en büyük topluluk olan Sea Lapps’ın (Denizci Laponyalılar) konuştuğu dil, diğeriyse, en küçük topluluk olan Lpps’lerin (Samer Laponyalılar) konuştuğu Samisk (Laponyaca) dilidir. Ayrıca Almanca, özellikle ticari alanda oldukça yaygın durumdadır. Ülkenin dini, resmi olarak Protestan Lutherist’dir. Halkın % 90’ı bu inançtaki devlet kiliselerine bağlıdır. Nüfusun % 4’üyse çeşitli Metodist, Katolik, Baptist, Yahudi ve Ortadoks gruplarından teşekkül etmiştir. Oslo çevresinde Pancap dili konuşan yaklaşık 25.000 Pakistanlı Müslüman mevcuttur. Siyasi Hayat Norveç, anayasaya sahip, soydan soya geçen bir monarşik rejimle idare edilir. Devlet başkanı kraldır. Kralın, hükümetle beraber yürütme gücü vardır. Kanunlardaki kralın imzaları, hükümet içindeki ve parlamentoya karşı sorumlu bir bakan tarafından yeniden tasdik edilir. Kral sadece sembolik hükümet başkanıdır. Yasama meclisi 155 üyeden meydana gelir. Seçimlerde oy kullanma yaşı 18’dir. Yargı gücü, Yüce Divan yani Yüksek Mahkemededir. Hükümet kabinesi, bir başbakan ve yedi üyeden meydana gelir. Üyeler, en az 18 yaşında ve Protestan (muhafazakar) Luther Devlet Kilisesi üyesi olmak mecburiyetindedirler. Çoğu parlamenter sistemlerin aksine, hükümet kabinesi ve kral, meclisi feshedemez ve yeni seçimlere gidemez. Meclis dört yıl için seçilir. Yargı gücü, yasama ve yürütme güçlerinden bağımsız ve ayrı bir güçtür. Kanuni meselelerde en üst mercidir. Norveç, idari olarak 19 eyalete, bunlar da 450’den fazla belediyeye ayrılmıştır. Eyalet yönetimi hükümeti temsil eden bir Eyalet Yürütme Konseyinin elindedir. Ülke, ayrıca polis ve şerif sorumluluk bölgelerine bölünmüştür. Mahalli idare, Belediye Konseylerine bırakılmıştır. Eyalet ve belediye seçimleri iki yılda bir yapılır. Norveç, Doğu-Batı arasında köprü siyaseti içindedir. Rusya Federasyonuna (Eski Sovyet Rusya) komşu olması, ülkeyi 1949 yılında NATO üyesi olmaya zorlamıştır. Ekonomi Norveç topraklarının ancak % 3’lük küçük bir kısmı tarıma müsaittir. Ormanlık alanlar yüzölçümün yaklaşık % 21’ini meydana getirir ve oldukça verimlidir. Ülkenin dörtte üçüne yakın bir bölümünü kayalık arazi, su, bataklık ve buz teşkil etmiştir. Norveç, bir zamanlar Avrupa’nın en fakir ülkelerinden biriyken, etrafını çeviren sulardan elde ettiği petrol ve tabii gaz sayesinde, dünyanın en zengin ülkelerinden biri haline geldi. Norveç, İskandinav ülkelerine göre tarım ve çiftçilik açısından geridir. Soğuk ve don iklimi tahıl yetiştirmeyi sınırladığı için, umumiyetle hayvancılığa dönmüşlerdir. Daha çok süt ineği, koyun ve keçi yetiştirilir. Tarım alanında ise daha çok arpa, yulaf, patates, hayvanlar için yem, kıyı bölgelerinde ise elma, çilek, erik yetiştirilir. Stavanger şehri güneyinde yer alan Jaren bölgesi ise ılımlı iklimin tesiriyle tarım ve hayvancılık alanında bir hayli gelişmiştir. Özellikle turfanda sebzeler, kümes hayanları üretimi ve et üretimi açısından zengindir. Norveç, deniz ürünleri, balıkçılık ve balina avcılığı alanlarında oldukça gelişmiştir. Yılda ortalama 7500 fok balığı yakalanır. Halkın % 2’si balina avcılığıyla uğraşır. Balinacılık, milli gelire % 1 oranında katkıda bulunur. Halkın üçte biri imalat sanayiinde çalışır ve yaklaşık milli gelirin altıda biri bu sektörden elde edilir. 1960 yılından sonra Kuzey Denizinde, güneybatı kıyılarından yaklaşık 300 km uzaklıktaki Norveç sularından elde edilen petrol ve tabii gaz, ekonominin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Çalışan nüfusun yarısına yakın bir bölümü bu alanda istihdam edilir. Özellikle Kuzey Denizine en yakın bulunan Stavonger bölgesinde petrolün büyük önemi vardır. Petrol-gaz endüstrisi yanında ayrıca metal ürünleri ve makina sanayii, kağıt endüstrisi, odun ve odun ürünleri, gıda ve meşrubat sanayii mevcuttur. Ayrıca gemi yapımı, mühendislik, kimya sanayii de vardır. Başlıca yeraltı kaynakları (mineralleri); petrol, bakır, tabi gaz, nikel, demir, çinko, kurşun ve alüminyumdur. Diğer ekonomik kaynaklar arasında kerestecilik, saf çelik üretimi ve et ile elektrik enerjisi üretimi yer alır. İş gücünün % 7,4’ü tarım, % 20,5’i endüstri ve % 29’u diğer hükümet ve kamu hizmetlerindedir. Dünyanın altıncı büyük ticaret filosuna sahiptir. Başlıca ihraç maddeleri; gemi, maden filizi, alüminyum, balık, kereste, kağıt ve kimyevi madde ürünleridir. Norveç, dünya ortalamalarına göre, kişi başına düşen enerji miktarı bakımından çok zengindir. Su gücünün oldukça bol olmasıyla Norveç, elektrokimya ve elektrometalurji ürünlerinde önemli bir ülke olmuştur. Bu alan nitrojen, alüminyum da ihtiva etmektedir. Norveç, Rusya Federasyonu ile birlikte işlettiği Svolbard bölgesi kömür yataklarından yaklaşık olarak yılda 300.000 ton kömür elde etmektedir. Norveç, ulaştırma alanında daha çok su yolu (gemi) bakımından gelişmiştir. Demiryolları yaklaşık 4180 km uzunluğunda olup, % 60’ı elektriklidir. Karayolları 88.800 km olup, % 70’i asfalttır. Otomobil ülkede ulaştırma sistemine hakimdir. Gemilerin % 40’ı 100 groston ve yukarısı olup, yaklaşık 30.000 mürettebatlıdır. Ticari filosu ülkeye oldukça gelir getirmektedir. Nüfusun % 9’u ulaştırma sektöründe çalışır. Ülkede hava ulaşımının sağlandığı 47 havaalanı vardır. Oslo, ülkenin en büyük iç ve dış ticaret merkezi olup, en önemli limanıdır. İthalatı: Ham petrol gemileri, otomobil, makina, kumaş. İhracatı: Ham petrol, tabii gaz, gemi ve çeliktir. İthalatının yarısı ve ihracatının üçte ikisini Ortak Pazar ülkeleriyle yapar. İngiltere, ABD, İsveç, Almanya, Danimarka ticari münasebeti olan ülkelerin başlıcalarıdır.
  18. _asi_

    Moldova

    MOLDOVA DEVLETİN ADI: Moldova Cumhuriyeti BAŞŞEHRİ: Kişinev YÜZÖLÇÜMÜ: 33.700 km2 NÜFUSU: 4.394.000 RESMİ DİLİ: Romence DİNİ: Hıristiyanlık PARA BİRİMİ: Ruble Doğu Avrupa’da yer alan bir devlet. Kuzey, güney ve doğusunda Ukrayna, batısında Romanya yer alır. Tarihi Milattan önce yedinci asırdan itibaren İskitler, Sarmatlar, Galatlar, Traklar, Daklar ve Slavların yerleşim merkezi olan bölge, 12. asırda Macarların hakimiyetindeydi. Karpat Dağlarında yaşayan Ulahlar, 1349’da Macarlara karşı ayaklandılar ve Moldovya’ya yerleşerek bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu devlet, kuruluşundan itibaren çeşitli hücumlara maruz kaldı. Leh, Macar ve Altınordu devletleri tarafından yapılan bu saldırılara karşı, Moldovya Devleti savunmada çok zorluk çekti. On beşinci asrın başlarında Osmanlı akıncıları Moldovya topraklarına girdiler. 1455’te Fatih Sultan Mehmed Hanın İkinci Sırbistan Seferi dönüşünde Moldovya Prensliği Osmanlı Devletine tabi olmayı kabul etti. Osmanlı Devletinin hakimiyeti altına giren bölgeye Boğdan ismi verildi. Üç asır boyunca Osmanlı hakimiyeti altında kalan Moldovya’da 18. asırdan itibaren Rus etkisi arttı. Osmanlı-Rus devletleri arasında önemli bir problem halini aldı. 1812 Bükreş Antlaşmasıyla bölge Rusya hakimiyetine girdi. Moldovya, Birinci Dünya Harbinden sonra Romanya’ya bağlandı. 1924’te bölgeyi işgal eden Rusya, Ukrayna’ya bağlı özerk bir cumhuriyet kurdu. İkinci Dünya Savaşında bölge yeniden Rumenlerin eline geçtiyse de savaşın sonunda Rusların geri aldığı topraklarda Moldovya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin dağılması üzerine 24 Ağustos 1991 bağımsızlığını ilan etti ve Moldovya olan adını Moldova olarak değiştirdi. Yeni cumhuriyet 1991 Aralık ayında Bağımsız Devletler Topluluğuna katıldı. Ruslar ve Ukraynalıların nüfus bakımından fazla olduğu Dinyester Irmağının doğusunda kalan bölgenin Rusya’ya bağlanmasını isteyen isyancılarla hükümet kuvvetleri arasında çatışmalar 1992 sonuna kadar devam etti. Ülkede halihazırda iç huzur sağlanmış değildir. Fiziki Yapı Aşağı Dinyester ve Prut ırmakları arasında kalan Moldova toprakları alçak tepeler ve alüvyonlu ovalarla kaplıdır. Ovalar kuzeye doğru yükselirken plato görünümünü alır. En önemli dağ silsilesi 300-400 m yüksekliğindeki Kadri Dağlarıdır. İklim ve Bitki Örtüsü Moldova oldukça ılıman ve yağışlı bir kara iklimine sahiptir. Kışları ılık, yazları sıcak geçer. Ülkenin kuzey ve orta kısımları ormanlarla kaplıdır. Nüfus ve Sosyal Hayat 4.5 milyon civarındaki nüfusunun % 64’ünü Moldavyalılar, % 14’ünü Ukraynalılar, % 13’ünü Ruslar, % 4’ünü Türk asıllı Gagavuzlar meydana getirir. Ülkenin resmi dili olan Moldavca, Romencenin lehçelerindendir. Gagavuzlar kendi dilleri olan Gagavuzcayı kullanırlar. Başşehir Kişinev dışında önemli şehirleri Tiraspol, Beltiy ve Bender’dir. Ülkede okuma yazma bilmeyen yoktur. On yıllık bir temel eğitim programı uygulanır. Ekonomi Ülke ekonomisi tarıma ve gıda sanayiine bağlıdır. Çalışan nüfusun % 35’i tarımda, % 28’i sanayide, geri kalan kısmı diğer işlerde çalışır. Verimli topraklarda bağcılık, meyve ve sebzecilik yapılır. En önemli tarım ürünleri buğday, mısır, ayçiçeği, şekerpancarı ve tütündür. Gıda sanayiinin yanında tüketim maddeleri, elektrikli aletler ve inşaat malzemesi sanayileri de gelişmektedir. Ülkede termik santrallerin dışında, Dinyester Irmağı üzerinde bir hidroelektrik santrali vardır. Moldova’da ulaşım demiryolu ve Dinyester Irmağı yoluyla sağlanır. Tek havaalanı başşehir Kişinev’dedir.
  19. _asi_

    Makedonya

    MAKEDONYA DEVLETİN ADI: Makedonya Cumhuriyeti BAŞŞEHRİ: Üsküp YÜZÖLÇÜMÜ: 25.713 km2 NÜFUSU: 2.050.000 RESMİ DİLİ: Makedonca DİNİ: Yok PARA BİRİMİ: Denar Balkan Yarımadasında yer alan bir devlet. Güneyinde Yunanistan, doğusunda Bulgaristan, batısında Arnavutluk, kuzeyinde ise Yeni Yugoslavya yer alır. Tarihi Bölgede, bilinen ilk hakimiyeti, M.Ö. 725’lerde Argead Hanedanından, Birinci Perdikas kurdu. Makedonya Krallığını kuran bu hanedan, Yunan asıllı değildir. Krallık Sırbistan ve Trakya’da genişledi. Bölge, M.Ö. 513’ten 479’a kadar Perslerin işgalinde kaldı. Perslerin çekilmesiyle Makedonya Krallığının başşehri Pella oldu. Kral İkinci Amiktas, Üçüncü Fredikas, İkinci İskender devrindeki hanedanlık kavgalarında, kuzeyden Balkan kavimlerinin istilasına uğradı. M.Ö. 359’da İkinci Filip’in kral olmasıyla, devletin otoritesi kuvvetlendi. Hanedan kavgasına son verilip, istilacılar çıkartıldı. Sınırlar genişletildi. İkinci Filip’ten sonra yerine Büyük İskender (M.Ö. 334-323) kral oldu. Büyük İskender, Yunanistan, İran, Anadolu, Suriye ve Mısır’ı alıp, Türkistan ve Hindistan’a girdi. Büyük İskender, kazandığı savaşlar sonunda ahlaksızlıklarda azıtıp, otuz üç yaşında sefaletle ölünce, M.Ö. 323’te Dördüncü İskender kral oldu. Onu Büyük İskender’in kumandanlarından Antigonos Kiklons öldürerek, Makedonya krallığına geçti. Antigonos Makedonya’da yeni hanedanın kurucusudur. Romalıların bölgeye hakim olmasına, Makedonya Krallığı karşı koymuşsa da, M.Ö. 172-168 yılları arasında üçüncü sefer sonunda yenildiler. Makedonya Roma İmparatorluğunun bir eyaleti haline getirildi. Avrupa’daki kavimler göçü esnasında ve sonrasında sık sık istilaya uğrayan Makedonya, miladdan sonra 6. yüzyılda Slavlaşmaya başladı. Dokuzuncu ve onuncu yüzyıllarda Bulgarlar bölgede kuvvet kazandı. Dördüncü Haçlı Seferinde 1204-1224 yılları arasında Makedonya’da Latin Krallığı kuruldu. 1230’larda Bulgarların, 1280’de de Sırpların hakimiyetine geçti. Osmanlı Devleti, Anadolu’da kurulup, adalet üzere idare edilmesi sayesinde kısa zamanda genişleyip, 14. yüzyılda Avrupa kıtasına da hakim olmaya başladı. Osman Bey devrinde, Makedonya’ya ilk Osmanlı akını 1324 yılında yapıldı. Osmanlı Sultanlarından Birinci Murad Han devrinde, 26 Eylül 1371 Cirmen Zaferiyle Türklere Makedonya’nın kapıları açılarak, Balkanlardaki mukavemet kırıldı. 1371’den sonra başlatılan Makedonya fütühatı, 1373 yılına kadar tamamlandı. 1371’den 1877-1878 Osmanlı-Rus (Doksanüç) Harbine kadar fasılasız Osmanlı hakimiyetinde kalan Makedonya, 1878’de Rusların işgaline uğramışsa da, aynı yıl yapılan Berlin Antlaşmasıyla tekrar kurtarıldı. 1912- 1913 Balkan Harbi felaketinden sonra, Makedonya Osmanlı hakimiyetinden çıktı. Bölgedeki Türk ve Müslüman ahali Anadolu’ya göç etmek mecburiyetinde kalmasına rağmen, bölgede hala çok sayıda Türk-İslam nüfusu yaşamaktadır. 1371’den 1913 yılına kadar Osmanlı hakimiyetinde kalan Makedonya on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar sulh, sükun ve huzur devrini yaşadı. Bu devirde Makedonya’da sanat değeri yüksek mimari eserler inşa edildi. Ahalinin sosyal ve kültürel ihtiyaçlarının karşılanması için pekçok müesseseler kuruldu. Sivil ve askeri okulların açılması ve çeşitli müesseselerin kurulmasıyla Makedonya’nın hayat ve kültür seviyesi yükseltildi. Bölgedeki Osmanlı eserlerinin çoğu haçlı, slav ve komünizm zihniyetleriyle tahrip edilmesine rağmen, geride kalanlar dahi o devrin şaheser abidelerindendir. Makedonya’nın Türklerin hakimiyetinden çıkması, 19. yüzyılda şiddetlenen Papalık ve Rusya’nın propagandası sebebiyledir. Bölge Osmanlıların elinden çıkmasıyla, toprak bütünlüğünü kaybetti. Önce Balkan devletleri arasında savaş meydanı haline gelen Makedonya, Birinci Dünya (1914-1918), İkinci Dünya (1939-1945) savaşlarında da aynı akibete uğradı. İkinci Dünya Savaşı sonunda, 1947’de Makedonya Bulgaristan, Yugoslavya ve Yunanistan arasında paylaşıldı. Yugoslavya sınırları içinde kalan Makedonya topraklarında, Yugoslavya’yı meydana getiren cumhuriyetlerden biri olan Makedonya Cumhuriyeti kuruldu. Makedonya Cumhuriyeti, Yugoslavya’nın parçalanması üzerine kurulan Yeni Yugoslavya’dan 1991’de yapılan referandum ile ayrıldı ve bağımsız bir devlet haline geldi. Birçok ülke Makedonya’yı tanırken, Yunanistan’ın itirazı ile Avrupa Devletleri tanımadı. Bunun nedeni ise yeni cumhuriyetin, Yunanistan’daki bir bölge ile aynı ismi taşıması idi. Yeni devletin isminin değiştirilmesi yönünde Yunanistan’ın istekleri hala devam etmektedir. Fiziki Yapı Makedonya, fiziki olarak, tektonik yer değiştirmelerin gençleştirdiği çok yaşlı yükseltilerle kaplı dağlık bir araziye sahiptir. Orta Vardar Vadisinin iki yakası boyunca uzanan Makedonya topraklarını 2000 metreyi geçen Sar Planina, Pelisten ve Osogova dağları engebelendirir. Ohri, Dorian ve Prespa göllerinin büyük bir bölümü ülke sınırları içinde kalır. En önemli akarsuları İncekara ve Vardar nehirleridir. İklim Ülke toprakları genelde engebeli araziden meydana geldiğinden kara iklimi hakimdir. Yazları sıcak ve kurak, kışları da soğuk geçer. Nüfus ve Sosyal Hayat Ülke nüfusu 2.050.000 olup, nüfus yoğunluğu 79’dur. Sınır belirlemeleri yüzünden halk önemli ölçüde yer değiştirmesinden dolayı yirmi sene süren göçlerden dolayı, nüfus hızla azalmıştır. Ülke nüfusu yeni yeni artmaya başlamıştır. Nüfusun % 53.9’u kentlerde, % 46.1’i kırsal kesimde yaşar. Karışık milletlerin yaşadığı ülkede nüfusun % 67’sini Makedon, % 19.8’ini Arnavut, % 4.5’ini Türk, % 2.3’ünü Sırp, % 2.3’ünü Çingene, % 2.1’ini Boşnak ve % 2’sini de diğer milletler meydana getirir. Halkın büyük kısmı Hıristiyandır. Ayrıca küçük bir Yahudi cemaati ile çok sayıda Müslüman vardır. Başlıca şehirleri, Üsküp, Tetova, Kumanova ve Bilda’dır. Ekonomi Makedonya ekonomisi tarım ve sanayiye dayalıdır. Ayrıca ormancılık, madencilik ekonomide önemli yer tutar. İyi bir şekilde sulanan ovalar Avrupa’nın adeta sebze ve meyve ambarıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, üzüm, mısır, patates, pamuk, tütün, haşhaş, susam, pirinç ve eriktir. Dağlık kesimlerde hayvancılık yaygın olarak yapılır. Koyun, sığır, domuz ve tavuk en çok beslenen hayvanlardır. Göllerde balıkçılık yapılır. Ülke topraklarında bulunan bakır, kurşun, çinko, kaolin, dolomit, jips, kireçtaşı, demir, gümüş çıkarılarak işlenir. Elektrik enerjisini, İncekarasu Irmağı üzerinde bulunan santrallerden sağlanır. Makedonya’da ulaşım daha çok karayolu ile sağlanır. Karayollarının uzunluğu 10.591 km’dir. ayrıca 693 km’lik bir demiryolu ile bir hava alanı vardır.
  20. _asi_

    Malta

    MALTA Malta Güney Avrupa'da, Akdeniz'de adalar, Sicilya'nın güneyinde yer almaktalar. Malta takımadaları 3 büyük, 2 küçük adadan oluşur. Büyükleri: Malta, Gozo ve Comino. Takımadalar arasında en büyüğü olan Malta 237 km², Gozo 68 km² ve Comino 2 km² yüzölçümüne sahiptir. Tarih Tarih Öncesi Malta'da ilk yaşayan insan belirtileri Yeni Taş Çağına dayanmaktadır. Yeni Taş Çağı insanlarının varoluş kanıtlarına Malta'nın güneyinde, Birzebbuga'nın yakınındaki Ghar Dalam mağarasında rastlanmaktadır. Arkeologlar bu bölgede önceki dönemlerden kalma geyik, hipopotam ve bodur fillerin kalıntılarını da keşfetmişlerdir. Bu kalıntılar, Malta'nın günümüz Avrupa ve Afrika kıtalarına bağlı olduğu dönemlere aittir. Takip eden koloniler, büyük ihtimalle Sicilya'dan geldikleri tahmin edilen, tapınak inşa eden ırklar (topluluklar) getirmişlerdir. O dönem yaşamış olan Maltalılar, binlerce yıldan sonra bile bugün hala ayakta kalabilmeyi başarmış, hayat tarzları ve medeniyet düzeyleri hakkında bizleri hayrete düşüren yapılar bırakmışlardır. Araştırmacılar Ggantija'da (Gozo) bulunan tapınakların yeryüzünün en eski, tek başına ayakta durabilen abideleri olarak nitelendirmektedirler. Restorasyon çalışmaları nedeniyle geçici olarak kapalı olan Paola'daki Hypogeum, tarih öncesi dönem mühendisliğinin olağanüstü başarısının bir göstergesi olarak, kayalardan oyulmuş odalar ve labirent geçişleriyle türünün tek yeraltı tapınağıdır. Diğer tapınaklar Mnajdra, Hagar Qim, Tarxien görülmeye değer pek çok yer gibi Malta'nın Kutsal Ada oluşu teorisini doğrulamaktadır. Mnajdra'da bulunan Yeni Taş Çağı'na ait tapınak İlk Çağ M.Ö. 800 ile M.S. 870 yılları arasında Malta, adadaki varlıklarına dair belirgin izler bırakan ve artarda gelen uygarlıkların beşiği olmuştur. M.Ö. 8. yüzyılda Fenikelilerin adaya gelmesi tarih öncesi çağların sona ermesi ve Malta'nın tarih sayfalarına girmesinin müjdecisi olmuştur. Yeni hükümdarlarının ticari becerileri sayesinde Akdeniz komşularıyla artan ilişkiler ve ticaretin getirdiği yararlarla Malta Adaları'nın yalnızlığı da sona ermiştir. Fenikelilerin bölgedeki hakimiyeti M.Ö. 5. yüzyılda yavaş yavaş sönmeye başlamış ve yerini onları takip eden Kartacalılara bırakmıştır. Kartacalılar M.Ö. 480 dolaylarında Malta'yı devralmış ve yaklaşık iki yüzyıl hakimiyetlerini sürdürmüşlerdir. M.Ö. 218 yılında Malta Adaları, bölgeye baştan başa yayılarak büyük bir imparatorluk olan Romalıların bir parçası olmuştur. Romalılar döneminde meydana gelen en önemli olay ise hiç şüphesiz M.S. 60'daki St.Paul gemi kazası ve akabinde de yerel nüfusun yeni bir din olan Hıristiyanlığa geçmesidir. M.S. 4. yüzyılın sonlarına doğru Malta Doğu Roma İmparatorluğu'nun hakimiyetine geçmiştir. Malta'da 375 yıl süren Bizans dönemi, M.S. 870 yılında adayı ele geçiren Kuzey Afrikalı Berberi kuvvetlerinin ortaya çıkmasıyla sona ermiştir. Orta Çağ 836 yılında Malta Takımadaları'na akın etmeye başlayan Kuzey Afrikalı Araplar, 869 yılında neredeyse adayı ele geçirmeyi başarmışlardı ama Bizanslılar tarafından geri çekilmek zorunda bırakıldılar. Ancak Sicilya'nın hemen yanından filolarını göndererek Hıristiyan kuvvetlerinin üstesinden gelmeyi başardılar ve adalar 870 yılında Arapların eline geçti. Arapların yaklaşık iki yüzyıl boyunca Malta'da sürdürdükleri hakimiyetleri süresince geliştirdikleri yeni tarım ve sulama sistemleri, pamuk ve narenciye gibi ürünlerle adaya refah ve huzuru getirmiştir. Fakat Arap hakimiyetinden kalan en temel miras, kökleri bakımından Arapça'ya çok yakın olan Maltaca'dır. Bu etki Malta ve Gozo'daki pek çok kasaba ve köyün isminde de görülmektedir: Mdina, Mqabba, Ghajnsiele, Rabat, Xaghra, Zejtun ve Zurrieq. Arap egemenliği 1090 yılında Normanların istilası ve adayı fethetmesiyle sona ermiş ancak Arap kültürünün etkileri 13. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir. Norman dönemi nispeten kısa sürmüştür ve bu dönemden sonra Malta ardarda gelen çeşitli devletlerin egemenliği dönemine girmiştir: Almanlar,Fransızlar ve İspanyollar. Bunların tamamı 1530 yılında St.John Şövalyelerinin adaya gelmeleriyle son bulmuştur. Malta Şövalyeleri dönemi Neolitik dönemden yüzlerce yıl sonra 1530 yılında adaya gelen St.John'un emrindeki şövalyeler beraberlerinde bambaşka, zengin bir kültür getirdiler. St. John şövalyelerinin tarihi, 11. yüzyılın ortalarında başlar. Şövalyelerin gerçek görevi, savunma yapmak, Hıristiyan hacılara kutsal topraklara kadar refakat etmek ve zor durumda olan insanlara yardımda bulunmaktı. Fakat daha sonraları amaçları değişti. Hıristiyan olmayanlara saldırmak en büyük görevleri haline geldi. Şövalyeler Hıristiyanlık dininin askerleri durumuna geldiler. Kutsal topraklardaki bütün kaleleri, büyük arazileri, her şeyi ele geçirdiler ve bir donanma kurdular. 1291'de Müslümanların gelişiyle, şövalyelerin kaderi değişti.Rodos'u geri alarak Türklere karşı iki yüzyıl mücadele ettiler ama 1522'de Kanuni Sultan Süleyman Rodos'u ele geçirerek, şövalyeleri adanın dışına sürdü. Yeni bir vatana ihtiyaç duyan şövalyeler 1530'da Kutsal Roma İmparatoru V. Karl'ın verdiği imtiyazlarla Malta'ya yerleştiler. Gelir gelmez ticareti ve sosyal ilişkileri geliştirmeye başladılar, yeni hastaneler yaptılar, en önemlisi de adada güçlü bir kalkınma hareketi başlattılar. Fakat Kanuni Sultan Süleyman, Avrupa'nın geçiş yolları üzerinde bulunan Malta'yı da imparatorluk sınırlarına katmak istiyordu. 1565'te güçlü bir donanma ile Malta'ya geldi ve kuşatma başlattı. Kuşatma 4 ay kadar sürdü. Sonunda Sicilya'dan gelen yardımla şövalyeler galip geldiler. Şövalyeler bu savunmayla Güney Avrupa'nın ve Hıristiyanlık aleminin güvenini kazandılar. Osmanlılara karşı kazanılan bu zaferden sonra, Malta ve Gozo'yu büyük bir şevkle geliştirmeye başladılar. Adalar, bu dönemde mimarlık, sanat ve kültür açısından altın devrini yaşadı. Malta'daki pek çok görkemli yapı bu dönemin eserlerindendir.Valletta şehri, ismini şövalyelerin büyük ustası Jean Parisot De La Vallette'den almıştır. Valletta en erken dönem raylı sistemin kullanıldığı şehirlerden biridir. Fransız ve Britanya egemenlikleri dönemi Malta'daki Fransız hakimiyeti kısa ve inişli çıkışlı olmuştur.1798'de adaya gelen Napolyon Bonapart'ın askerleri adalılar tarafından başta iyi karşılanmışlardı. Buna rağmen St. John şövalyeleri tarafından,Fransa'dan gelen devrimci fikirler nedeniyle hiç sevilmediler. Yeni hakimlerin getirdiği radikal değişiklikler hala kilise ve soylular tarafından yönetilen ve her iki kuruma da sadık yerlilerin gözüne fazla göründü. İlkokulların kurulması ve bunun gibi olumlu yasalar bunu kiliseye karşı bir hareket olarak nitelendiren halkta dengesizlikler yarattı. Eylül 1800'de Malta'nın Fransa'dan özgürlüğüne kavuşmasına yardımcı olmaya gelen İngiliz kuvvetlerinin kuşatmasına kadar Fransızlar gelişlerinden 3 ay sonra ayaklanan halk tarafından Valletta ve Three Cities'in gerilerine sürülmüş ve orada kalmışlardır. Böylece Britanya filosu Grand Harbour'a girmiş ve 1.5 yüzyıl oradan ayrılmamıştır. Britanya hakimiyetinin Malta tarihinde önemi büyüktür. Fransızların kovulması için Maltalılara yardım eden İngilizler kendilerini adanın hakimi olarak buldular fakat başta torakları ellerinde tutup tutmamakta tereddütlüydüler. 1802'de yapılan bir anlaşmayla Malta'nın St. John düzenine geri dönmesine karar verilmiş ancak halk eski hükümdarlarına geri dönme taraftarı olmamış ve İngiliz himayesi altında kalmak istemiştir. 1814 Paris Anlaşması'yla Britanya İmparatorluğu'na katılan Malta, Birleşik Krallık için Doğu'ya bir atlama taşı olarak stratejik önemini korumuştur. 21 Eylül 1964 yılında bağımsızlığını ilan eden Malta'da İngiliz kuvvetleri 31 Mart 1979 tarihine kadar varlıklarını korumuşlardır.. Yakın tarih Malta, 1964'te bağımsızlığını kazanmasının ardından Milliyetçi Parti yönetimine geçmiş, aynı yıl İngiliz'lerle yapılan bir anlaşmayla,İngiltere'nin askerlerini beş yıl içinde geri çekmesi kararlaştırılmış,1965'te de Avrupa Konseyi'ne üye olmuştur. 1971 seçimlerinde İşçi Partisi iktidara gelmiş ve hükümeti İngiliz egemenliğine karşı mücadele eden Dominic Mintoff kurmuştur. Yeni hükümet dış politikada köklü değişikliklere gitmiş, Amerikan savaş gemilerinin Malta'ya uğraması yasaklanmış,Libya ile iyi ilişkiler kurulurken, Sovyetler Birliği ve Çin'e yaklaşılmış, bu durum NATO'nun yapmayı vaat ettiği yardımın üçte ikisini, Birleşik Krallık'ın da geri kalanını ödemesini sağlamıştır. İç politikada 18 yaşındaki gençlere oy hakkı verilmiş, eşit işe eşit ücret ilkesi benimsenmiş ve 1974'te Birleşik Krallık adına bir vali tarafından yönetilen Malta'da cumhuriyet ilan edilmiş devlet başkanlığına Antony Joseph Mamo seçilmiştir. 1976 seçimlerinde devlet başkanlığına Anton Buttigie getirilmiş, genel seçimlerde İşçi Partisi iktidarını korumuştur. Başbakanlık görevini sürdüren Dominic (Dom) Mintoff,Arap ülkelerine daha yakın bir politika izleyerek, Avrupa ile Arap ülkeleri arasında bir köprü olmaya çalışmış, Arap ülkelerinden Libya ve Cezayir, Batı ülkelerinden İtalya ve Fransa'nın Malta'nın tarafsızlığını garanti etmelerini sağlamak istemiştir. 1979'da, İngiliz askeri üsleri boşaltılmış, NATO'dan alınmış borçların ödenebilmesi için Fransa ve Çin'e başvurulmuş ve Çin'den alınan yardım giderek artmıştır. 1980'de Libyalı danışmanlar ülkeden sınır dışı edilmiş, ardından, İtalya ile Malta'nın tarafsızlığını gerekirse askerle korumayı güvenceye alan bir savunma antlaşması imzalanmıştır. 1981'de de eski NATO sarnıçlarından Sovyetler Birliği'ne yararlanma hakkı verilmiştir. Aynı yıl yapılan seçimlerde İşçi Partisi, Milliyetçi Parti'den daha az oy almasına karşın, seçim sisteminin sonucu iktidarını sürdürmüş, ancak 1987 Mayıs'ında yapılan seçimleri kazanan Milliyetçi Parti 14 yıllık İşçi Partisi iktidarına son vermiştir. Malta 1 Mayıs 2004'te Avrupa Birliği'ne tam üye olmuştur. 1 Ocak 2008'de de Avro Alanı'na dahil olmuştur. Coğrafya Malta'da hiç dağ ya da akarsu bulunmamaktadır ve adanın karakteristik özelliğini teraslanmış alanları ve bir dizi alçak tepeleri teşkil eder. 137 kilometre uzunluğundaki kıyılarında ise güzel kumsallara sahip pek çok koyları ve limanları vardır. İklim Malta Adaları, yumuşak geçen kışları ve sıcak yaz sezonuyla sağlıklı bir iklime sahiptir. Soğuk rüzgarlar, kar, don ve sis Malta'da bilinmeyen terimlerdir. Nisandan sonra seyrek olmakla birlikte yazın neredeyse hiç rastlanmayan yağışlar en çok Eylül ile Nisan ayları arasında görülür. Sıcaklık kış aylarında (Kasım - Nisan) ortalama 14.3 °C, yaz aylarında (Mayıs- Ekim) ise ortalama olarak 32.6 °C civarındadır. Malta adaları, sıcak yaz günleri ve gecelerinde denizden esen serin meltemlerle, Temmuz ayı ortalarından Eylül ayı ortalarına kadar devam eden sıcaklığın yüksek olduğu dönemlerde bile, nadiren aşırı sıcaklara maruz kalır. Tarlaların çoğunluğu küçük ve az eğimlidir. Fakat yağış eksikliği ve ters arazi koşullarına rağmen tarım gelişmiştir. Ekonomi ve Gelirler Malta ekonomi olarak sıkıntı çekmeyen bir ülkedir.Ülkede evsiz bulunmamaktadır.Nüfusun yoğun olmaması sebebiyle halkın refah düzeyi normaldir. Ülkenin gelirlerinin yaklaşık %97 sini turizm oluşturmaktadır.Özellikle dil okullarının bunda etkisi vardır. Ülkede 50 den fazla dil okulu bulunmaktadır. Gelirlerin geri kalan kısmı ise ufak çaplı ihracattır.İngiltere, Çin, Libya ve Suudî Arabistan ile ekonomik açıdan iyi ilişkiler içerisindedir
  21. _asi_

    Bugün 10 Kasım

    Sayın Admin bu güzel yazı için ne söylenebilirki bilemiyorum tek kelimeyle muhteşem.. İçinde ATATÜRK 'ün olduğu herşey gibi Seni anıyorum, seni yaşıyorum, seni anlıyorum, seni özlüyorum ve en önemlisi senin düşüncelerini senin anladığın şekilde yaşatmaya çalışıyorum.... ( Söylenebilcek herşey burada yazılmış zaten) ne yöne gittiğimiz sorusuna gelince yukarda sizin yazdığınız iki satır bunun cevabı olur sanırım Üstüne çok fazla konuşamadığım,beni heyecanlandıran , düşündüren, ender konulardan biri ne söylenebilirki. Böylesine muhteşem bir insanın kurduğu ülkenin insanı olmaktan en önemliside Onun düşüncelerinin arkasından gitmekten gurur duyuyorum. Bu güzel ve özel paylaşım için çok teşekkür ederim Admin.. Saygı ve Sevgiyle ...
  22. _asi_

    Macaristan

    MACARİSTAN DEVLETİN ADI: Macaristan Halk Cumhuriyeti BAŞŞEHRİ: Budapeşte YÜZÖLÇÜMÜ: 93,030 km2 NÜFUSU: 10.600.000 RESMİ DİLİ: Macarca DİNİ: Roma Katolikliği PARA BİRİMİ: Forint Orta Avrupa’da Türkiye’nin yedide biri kadar büyüklükte bir halk cumhuriyeti. Kuzeyde Çekoslovakya, batıda Avusturya, güneyde ve güneybatıda Yugoslavya, doğuda da Romanya ve Rusya ile çevrilidir. Tarihi Eski kaynaklarda Macaristan’dan Panonya diye bahsedilmektedir. Macaristan’ın bulunduğu Tuna havzası ve Karpatlar bölgesi, coğrafi yer itibariyle kuzeyden ve doğudan devamlı gelen istilaların, akınların mecburi geçiş yolu olmuştur. M.Ö. üçüncü asırda Keltler’in, sonra Daklar’ın istila ettiği Panonya, M.Ö. 1. asrın sonlarında Romalıların hakimiyetine girmiş ve bu hakimiyet M.S. 4. asıra kadar sürmüştü. Panonya 4. asırda Attila idaresindeki Hunların, 6. asırda da Volga Nehrinin doğusundan Tuna Havzasına kadar gelen Avar Türklerinin istilasına uğradı ve Avarlar burada kuvvetli bir imparatorluk kurdular. İki yüz elli yıl Orta Avrupa’ya hakim oldular. Önceleri Şamanistken giderek Hıristiyanlığı benimsemeye başladılar ve 769’da Charlemagne tarafından ortadan kaldırılan Avar Türkleri, böylece Hıristiyanların özellikle Slavların arasında eriyip kayboldular. 1869 yılında Urallar’ın doğu yamaçları ve Orta Volga arasında yerleşmiş olup, Hazar Türklerinin bir kolu olan Arpatlar batıya göç ederek, Karpatlar ve Tuna havzasını işgal ettiler. Macarlar’ın asli unsurunu meydana getiren Arpatların güneye ve batıya yaptıkları akınlar, Germen İmparatoru Birinci Otto tarafından önlenince göçebelikten yerleşik hayata geçtiler. Moğol istilasına kadar Macaristan’da istikrarlı bir devre başlamış oldu. Orta Asya gelenek ve yaşayış tarzlarını bir süre devam ettiren Arpatlar, Prens Geza zamanında Hunlar ve Avarlar gibi Hıristiyanlığı kabul ettiler. Türklüklerini tedricen kaybedip Hıristiyanlaşmalarına rağmen, Macaristan’da bugün bile birçok Türkçe kelime ve yer adları kullanılmaktadır. Mesela, tyuk, (tavuk), birska (bıçak), szakall (sakal), tengez (deniz), sarga (sarı) teknö (tekne), borju (buzağı), sator (çadır) gibi daha pekçok kelime, Macarların Türk asıllı olduklarını bariz bir şekilde göstermektedir. Moğol istilasından sonra Arpat Hanedanının yerine, yabancı soydan gelen Anju Hanedanı geçti. 1787’den itibaren Macaristan’da idareyi ele alan Sigismund ile beraber bazı fasılalar olmasına rağmen Macar Halkı, Alman asıllı krallarca idare edildi. Macarlar, Osmanlıların Balkanlardaki ilerleyişini durdurmak için 1396’da 130.000 kişilik bir orduyla harekete geçtiler. Niğbolu önlerinde Yıldırım Bayezid Han (1389-1402) karşısında ağır bir yenilgiye uğradılar. Ancak bundan sonra, devamlı surette, bizzat veya yardımcı olarak Osmanlı fütuhatını engellemeye çalıştılar. 1526’da Mohaç’ta tekrar Macar ordusu Osmanlılara yenildi ve Orta Macaristan fethedildi. Macaristan Osmanlı hakimiyeti altına girmişse de bu hakimiyet tam olarak kurulmayıp, Transilvanya ve Karpatlar bölgesi Osmanlı tabiiyetinde kalmak üzere Prens Zapolya’ya verildi. Kuzey ve kuzeybatı Macaristan Avusturya’da kaldı. Zapolya’nın ölümüyle halefi ve varisi Janos isimli bir çocuğa taç giydirilince, Osmanlılar Avusturya’ya fırsat vermeden buraya yerleşmek için, Macaristan’ın tamamı Osmanlı eyaleti haline getirildi ve Budin Beylerbeyliğine bağlandı. Macaristan 1699’daki Karlofça Antlaşmasına kadar yüz altmış beş sene Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Osmanlıların Macaristan’daki hakimiyet devirleri, bugün bile hasreti çekilip çeşitli vesileler ile bunun ifade edildiği tam bir huzur, sükun, adalet ve imar devri oldu. Burada görev yapan Osmanlı paşa ve devlet adamlarının da yaptırdıkları başta hamamlar olmak üzere pekçok eserler büyük bir yekun teşkil etmekte olup, Macaristan’ın Avusturya idaresine düştüğü zaman yapılan tahribata rağmen bazıları günümüze kadar gelebilmiştir. O devirlerde mezhep savaşları ile çalkalanan Avrupa’da, Macaristan başta olmak üzere, Osmanlı toprakları Protestanların sığınak yeri oldu. Osmanlı-Macar münasebetleri sosyal ve iktisadi, her alanda gelişti ve Macaristan’da Osmanlı kıyafetleri giymek moda oldu. 1604’teki Osmanlı-Avusturya savaşında Macarlar Osmanlıların yanında yer aldılar ve kurulan Erdel Beyliği içişlerinde bağımsız ancak, Osmanlı Devletine tabi olmak üzereMacarlara verildi. Macaristan 1689’da Avusturya’nın eline geçtikten sonra da bağımsızlık hareketleriOsmanlılarca desteklendi. 1682-1684’te İmre Thököly’nin, 1703-1711’de Ferenc Rakoczi’nin bağımsızlık hareketleri başarısızlıkla sonuçlanınca diğer isyancılar ile beraber Osmanlı Devletine sığındılar. Thököly İzmit’te, Rakoczi Tekirdağ’da ölene kadar misafir muamelesi gördüler. 150 yıl sonra Osmanlı Devletine gelen Macar heyeti, Tekirdağ’a yerleştirilen mültecilere verilen araziyi satın almak için kendilerine müracaat eden Türk köylülerine hayran kaldılar. Rakoczi’nin arkadaşı Kelemen Mikos’un yazdığı ve mültecilerin hayatını anlatan Türkiye Mektupları isimli eseri bugün Macar tarihi ve edebiyatının kaynak kitapları arasında sayılmaktadır. Ferenc Rakoczi’nin başarısız teşebbüsünden sonra Macaristan Avusturya’nın yarı kolonisi haline geldi ve bugüne kadar, Osmanlı hakimiyetindeki hürriyetini, iki dünya savaşı arasındaki devir hariç bir daha göremedi. 1785’te Almanca resmi dil olarak kabul edilip, Avusturya ile Macaristan arasında gümrük birliği ilan edildi. 1848’de Lajos Kossuth’un bağımsızlık hareketi (Bkz. Kossuth, Lajos) Rusya’nın yardımıyla bastırıldıktan sonra büyük bir baskı rejimi başladı, ancak 1876’da Macaristan,Avusturya sınırları içinde federatif bir devlet haline gelebildi. Böylece Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ismiyle ikili bir monarşi kuruldu. Avusturya, 1914’te Birinci Dünya Harbine girince Macaristan da katılmak mecburiyetinde kaldı. Ancak Avusturya’nın teslim olması üzerine Macaristan ayrılarak cumhuriyet ilan olundu. 1919’da bastırılan Bela-Kun idaresindeki komünist ayaklanmasından sonra Amiral Horty 1 Mart 1920’de kral naipliğine getirildi. Macaristan, 1920’de yapılan Trianon Antlaşması ile topraklarının üçte ikisini, nüfusunun beşte birini kaybetti. İki dünya savaşı arasında Macaristan ideolojik ve ekonomik yönden Hitler Almanyası’na yaklaştı ve Antikomintem pakta katıldı. 1941’de Almanya ile beraber Rusya’ya karşı İkinci Dünya Savaşına girdi. Ancak 1944’te Almanya ile arası açılınca Hitler Macaristan’ı işgal ettirdi. Amiral Horty’nin Macaristan’da yirmi dört yıllık idaresi sona erip, yerine Szalas getirildi. Szalas’ın kurduğu terör rejimine karşı başlayan muhalefet, komünistlerin güçlenmesine ve Rusların Macaristan’ı işgaline yol açtı. 4 Şubat’ta cumhuriyet ilan edildi ve aynı sene madenler, ağır sanayi tesisleri, bankalar devletleştirildi. Üç milyon hektar arazi, sahiplerinden zorla alındı. Macaristan İşçi Partisi öncülüğünde kilisenin mallarına el konuldu ve kilise aleyhtarlığı kampanyası başlatıldı. Ancak başgösteren tepkiler sonucu 1953’te ülkede mevcut bulunan Sovyet askerleri İmre Nagy’ı başa getirerek yumuşama politikası takip etmeye başladılar. İmre Nagy’ın reformlarına tahammül edemeyip, 1955’te görevden alınınca Macaristan’da muhalefet çok büyük oldu. 1956’da tekrar hükumetin başına getirilen İmre Nagy, Macarların Sovyet işgal güçleri aleyhine “artık yoldaş değiliz” diye başlattıkları ihtilal hareketi sırasında Macaristan’ın Varşova Paktından çekilip, tarafsız kaldığını, 2 Kasım 1956’da Birleşmiş Milletlere, 3 Kasımda da Sovyet Büyükelçisi Yuri Andropov’a bildirdi. “Eskunzuk, eskunzuk hogy tovabb nem leszunk!” (Yemin ediyoruz, artık köle olmayacağız!) diyen Macar halkının hürriyet mücadelesi, 4 Kasım’da Budapeşte’ye giren yüzlerce Sovyet tankı tarafından kanla bastırıldı. Binlerce Macar, komünizmden kurtulmak için seyirci durumda kalan Batı’ya iltica ettiler. İmre Nagy de yakalanarak 1958’de idam edildi. 1989’da komünist parti feshedildi. 1990 seçimleri çok partili oldu ve merkez sağ partiler iktidara geçtiler. Fiziki Yapı Ülkenin tamamı oldukça alçak olup, en yüksek tepeler 900 ila 1000 metreyi aşmamaktadır. Macaristan, dört tabii bölgeye ayrılır. Büyük faylar, volkanik akıntılar ve sıcak su kaynaklarıyla bölünen batıdan kuzeydoğuya doğru 400 km boyunca uzanan Macar Sırtı denilen bölge, bunlardan birincisini teşkil eder. Bu dağlık bölge, üçe ayrılabilen ova bölgeleri karşısında duvar gibi durmaktadır. Bu ova bölgeleri; Tuna ötesi (Transtuna) bölgesi, Tuna Tisza nehirleri arasındaki bölge ve Tisza ötesi bölgesi (Trantisza)dir. Tuna’nın batısındaki bölgelerden meydana gelen Transtuna, Avusturya sınırındaki Alplerin son yamaçlarını, Mecsek tepelerini, Kisalföld ve Mezaföld ovalarını ihtiva eder. Tuna ve Tizsa nehirleri arasındaki bölgenin kuzeyindeki topraklar kumlu, güneyindekiler ise kaygandır. Tisza Nehrinin doğusunda yani Trantisza bölgesinde Büyük Ova bulunur. Ülkeden geçen iki büyük nehir vardır. Bunlardan birincisi olan Tuna Nehri, 2850 m uzunluğunda olup, uzunluğu itibariyle Volga’dan sonra Avrupa’nın en uzun nehridir. Macaristan’ı baştanbaşa ikiye bölen Tuna Nehri, Karadeniz’e dökülmeden önce sekiz ülkeden geçer. Macaristan büyük bir nehir olan Tuna sayesinde zümrüt gibi güzel tabii zenginliklere sahiptir. Budapeşte,Tuna’nın iki yakasında kuruludur. İkinci büyük nehir Tisza ise, 968 km uzunluğunda olup, Ukrayna’da Karpatlardan doğar, Yugoslavya’daki Karlofça yakınlarında Tuna ile birleşir. Macaristan’ın güneyinde, kuzeydoğudan güneybatıya 90 km boyunda genişliği 10 ila 15 km olan ve Macar Denizi denilen Orta Avrupa’nın en büyük gölü Balaton bulunur. Avusturya-Macaristan sınırında ise derinliği az, buna karşılık 200 km2lik bir yüzölçüme sahip olan Neusiedle Gölü yer alır. Bu gölün büyük kısmı Avusturya’ya aittir. İklim Avrupa’daki merkezi durumu sebebiyle denizden uzak olan Macaristan’da kara iklimi hüküm sürer. Yıllık yağış ortalaması 700 mm civarındadır. Yağış farkları batıdan doğuya gidildikçe azalır. Özellikle Büyük Ovanın bazı kısımları, kuraklık sebebiyle sıkıntı çeker. Bu toprakların değerlendirilmesi sulamaya bağlıdır. Sıcaklık en soğuk ay olan ocakta -1°C ile 3°C arasında, en sıcak olan temmuzda ise 19°C ile 23°C arasında değişir. Tabii Kaynaklar Macaristan hammade ve enerji kaynakları bakımından fakirdir. Madenlerinin en önemlisi Vertes Dağlarından çıkarılan boksittir. Boksit üretiminde Avrupa’da ikincidir. Pek az maden kömürü Pécs yakınlarında, linyit Dorag’da ve Tatabanya’da, Tuna ötesinde ve Slavokya sınırında işletilmektedir. Romanya sınırında önemli ölçüde tabii gaz, Balaton Gölünün batısında petrol çıkarılmaktadır. Nisbeten az miktarda manganez ve uranyum yatakları da vardır. Macaristan sıcak su kaynakları bakımından oldukça zengin olup, bunlardan bir kısmı tıbbi değer taşımaktadır. Özellikle Budapeşte veBudin, dünyanın en güzel kaplıcalarına sahiptir. Böyle 100’ü aşkın sıcak su kaynağı Budin içinde ve civarında mevcuttur. Tuna ötesi topraklarının ve dağlarının bitki örtüsü yaprakları dökülen ormanlardan (meşe, kayın, ıhlamur, kestane) meydana gelmiştir. Fakat bunlar bozkır şartlarının hüküm sürdüğü Büyük Ova yakınlarındaki arazide aniden kaybolur. Önceleri Macaristan’da başka yerde bulunmayan bazı balıklar, büyük av hayvanları ve çok sayıda göçmen kuşlar bulunuyordu. Günümüzde bunların çoğunun nesli tükenmektedir. Fakat hala bazı enteresan kuşlara (mesela siyah leylek) ve memeli hayvanlara (vaşak, kurt gibi) dağlarda ve Büyük Ovanın uzak köşelerinde rastlanmaktadır. Nüfus ve Sosyal Hayat 10.600.000 nüfusa sahip Macaristan, nüfus dağılımı bakımından üç büyük tarihi ve ekonomik bölgeye ayrılır. Tuna ötesi(Transtuna), Büyük Ova ve Kuzey yüksek arazisi nüfusun yaklaşık % 48’i Büyük Ovada, % 38’i Tuna ötesinde, % 14’ü de kuzey yüksek arazisinde yaşamaktadır. Macar halkının % 45’i şehirlerde, % 55’i köylerde yaşar. Kilometrekare başına nüfus yoğunluğu 93 kişidir. En büyük şehri, sanayi ve kültür merkezi Budapeşte olup, nüfusu 2.115.000’dir. Macaristan etnik yapısı itibariyle Orta Avrupa’nın en homojen devletidir. Nüfusun % 97’si Macar’dır. Macarca, Fin-Uygur dil ailesine dahil olup, ülkenin resmi dilidir. Macaristan’da az miktarda Almanlar, Slovaklar mevcuttur. Nüfusun % 67’si Katolik, % 28’i Protestan, % 3’ü Ortodoks, % 2’si Yahudidir. Mecburi eğitim 6 yaşında başlar ve en az 8 yıl devam eder. Ülkede 16 civarında üniversite, 75’i aşkın yüksek teknik okul mevcuttur. Macar halkı ancak çok küçük bir oranda özel mülkiyet edinme hakkına sahiptir. Üretim mallarının hemen hemen hepsi devlet kontrolündedir. Siyasi Hayat Macaristan’da ilk yazılı anayasa, 18 Ağustos 1949’da kabul edildi. Anayasaya göre devlet bir halk cumhuriyetidir. Devlet gücünün en yüksek organları, parlamento (milli meclis) ve başkanlık konseyidir (hükumet yönetim kurulu). Tek meclisli parlamentonun 349 üyesi, başkanlık konseyinin 21 üyesi vardır. Başkanlık konseyi üyeleri, parlamentodan seçilir ve parlamentoya karşı sorumludur. En üst idari merci, bakanlar kurulu olup, üyeleri hükumet yönetim kurulunun tavsiyesi üzerine parlamento tarafından seçilir ve azledilir. Başkanlık konseyinin başkanı Macaristan’ın devlet başkanıdır, bakanlar kurulu başkanı ise başbakan gibi görev yapar. Mahalli, ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetler, bir üst seviyedeki bölge otoritesine karşı sorumlu olan konseyler hiyerarşisiyle yönetilir. Macaristan, 19’u komita ve beşi komita statüsünde olmak üzere 24 idari üniteye bölünmüştür. Bunların konseyleri doğrudan doğruya bakanlar kuruluna karşı sorumludur. Adalet işleri anayasa mahkemesi, yüksek mahkeme ve komitaya, belediyeye ve mıntıkaya ait mahkemelerce yürütülür. Anayasa mahkemesi ve yüksek mahkemenin hakimleri, beş yıllık süreyle parlamento tarafından, diğer hakimler ise üç yıllık süreyle mahalli konseyler tarafından seçilir. Savcı başkanı, altı yıllık süreyle parlamento tarafından seçilir ve buna karşı sorumludur. Komünistlerin iktidarı ele geçirdiğinden 1990’daki seçime kadar, bütün genel seçimlerde, sadece komünistlerin hakim olduğu bir partinin seçim listesi oy kullanma hakkı olanlar tarafından tek liste olarak kullanılmakta idi. 1989’da Komünist Parti feshedildi. 1990’da yapılan seçimi Merkez Sağ Parti kazandı. Parlamento, yasama yetkisini sadece hükumetin kanun tasarılarını tasdik etmekte kullanır. Bakanlar kurulu ekseriya, parlamentonun tasdikine sunmadan resmi emirler yayınlar. Ekonomi Tabiat şartları tarım için elverişli bir durum arz eder. Toprakların % 67’si işlenmeye elverişli, % 15,3’ü çayır ve otlaklardır. Toprağın % 97,6’lık bir kısmı devlet çiftliklerine ve kooperatiflere ait olup, devlet sektörünün elindedir. Esas tarım ürünleri buğday (2.742.000 ton) ve mısırdır (3.800.000 ton). Bunlar Kisalföld, Tuna ve Tisza arasındaki bölge ve Alföld’de yetiştirilir. Bununla beraber ekili tarlaların % 40’ını meydana getiren tahıllar, sanayi bitkilerine göre önemini kaybetmektedir. Doğudaki kurak bölgelerde ve Tisza Vadisinde sulanan topraklar artırılarak, pirinç üretimine ve meyve ağaçları yetiştirilmesine ve hatta pamuk üretimine imkan sağlanmıştır. Tokaj, Bakony Tepesi ve Eger’de bağcılıkla ilgili ürünler, Mecsek Tepelerinde meyve ağaçları özellik kazanır. Hayvancılık her zaman önemli bir rol oynar. 2.000.000’dan fazla sığır, 3.277.000 civarında koyun yetiştirilir. Macaristan, hammaddeleri ve enerji kaynaklarının azlığı sebebiyle, sanayileşmede zorluk çekmektedir. Miskole yakınlarındaki Kazineborcika’da, Budapeşte’nin güneyindeki Dunajvaras’ta, başkentin banliyösündeki Çsepel kombinalarında çelik ve dökme demir üretilir. Bununla beraber, hammaddelerin büyük kısmı ithal edildiğinden, taşkömürü zor ve pahalı şartlarda işletildiğinden demir sanayii az kar getirir. Boksitin bolluğu, bunu işletmek için enerji ithal etmesine rağmen, Macaristan’ı Doğu Avrupa ülkelerinin en fazla alüminyum üreten ülkesi yapmıştır. Bütün sanayi merkezlerinde bilhassa Budapeşte’de bulunan makina aletleri, ulaşım malzemeleri imalatı (traktör, motosiklet, otobüs, demiryolu malzemesi) sanayiinin temel sektörünü teşkil eder. Kimya sanayi Macaristan’ın sülfürik asit, kauçuk ihtiyaçlarını ve çok sayıda petrol cinslerini karşılar. Miskole, Tatabanya ve Budapeşte bölgesinde büyük kimya kombinaları kurulmuştur. Tekstil ve gıda sanayii önceden beri önemini devam ettirmektedir (un sanayii, şeker sanayii gibi). En önemli endüstri merkezi, fabrikaların üçte birinin bulunduğu Budapeşte’dir. Dış ticaretin üçte ikisi Doğu Avrupa ülkeleriyle, özellikle Rusya ile (% 30’dan % 35’e kadar ithalat ve ihracat) sonra Çekoslovakya iledir. Ticaretin geri kalanı Batı Avrupa, Arjantin ve Birleşik Arap Cumhuriyeti ile yapılır. Hammaddeleri ve yarı mamul maddeleri (ithalatın üçte ikisi) ithal eder. Makina endüstrisi (% 30 ila % 35), tüketim endüstrisi ve gıda endüstrisi ürünlerini ihraç eder. İthalat ve ihracat dengelidir. Turizm gelişmektedir. Beşte dördü Rusya ve diğer sosyalist ülkelerden olmak üzere her yıl 2.500.000 turist Macaristan’ı ziyaret etmektedir. Turizmi geliştirmek için, kış sporları ve sıcak su tesisleri modernleştirilmiştir. Macaristan iyi bir ulaştırma şebekesine sahiptir. Karayolu ağı ve demiryolu ağı Budapeşte’de düğümlenir. 30.000 km’ye ulaşan karayollarının % 99’u asfaltlanmıştır. Demiryolu ağı ise 13.200 kilometredir. Tuna ve Tisza nehirleri üzerinde ulaşım önemli bir rol oynar. Budapeşte, Terihegy’de milletlerarası bir havaalanına sahiptir.
  23. _asi_

    Lüksemburg

    LÜKSEMBURG Lüksemburg ya da resmî adıyla Lüksemburg Büyük Dukalığı (Lüksemburgca: Groussherzogtum Lëtzebuerg, Fransızca: Grand-Duché de Luxembourg, Almanca: Großherzogtum Luxemburg), Batı Avrupa'da denize kıyısı olmayan küçük bir devlettir. Toprakları Belçika, Fransa ve Almanya ile çevrelenmiştir. Başkenti, ülkeyle aynı adı taşıyan Lükemburg'tur. Lüksemburg'un nüfusu yarım milyonun biraz altında ve yüzölçümü yaklaşık 2.586 kilometrekaredir. Ülkede parlamenter temsilî demokrasi ile birlikte anayasal krallık sistemi vardır. Grandük unvanını taşıyan bir kral tarafından yönetilir. Eski dönemlerden, günümüzde ayakta olan en büyük dukalıktır. Ülke son derece gelişmiş bir ekonomiye sahiptir ve kişibaşına düşen millî gelir ortlamasında IMF ve Dünya Bankası verilerine göre birinci sırada yer alır. Tarihî ve stratejik önemi kurulduğu Roma dönemine dek uzanır. Lüksemburg, Avrupa Birliği'nin, NATO'nun, OECD'nin, Birleşmiş Milletler'in, Benelüks Topluluğu'nun ve Batı Avrupa Birliği'nin kurucu üyelerindendir. Ülkenin başkenti ve aynı zamanda en büyük yerleşim birimi olan Lüksemburg, Avrupa Birliği ile ilgili pek çok sayıda kurum, kuruluş ve dairenin genel merkezliğine ev sahipliği yapar. Lüksemburg, Roma ve Cermen kültürlerinin kesiştiği bir noktada yer alır ve bu iki uygarlığın da ülkenin kültürel yapılanmasında büyük payı vardır. Lüksemburgça, Almanca ve Fransızca olmak üzere üç resmî dilin bulunduğu ülke laik bir devlet yapılanmasına sahip olsa da Lüksemburg halkının büyük çoğunluğu Roman Katolik Kilisesi'ne bağlıdır. Lüksemburg Büyük Dukalık Sarayı Tarihçe Bu küçük ülkenin tarihi 963'te kont Siegfried'in Lütteburg Kalesini kurdurmasıyla başlar. 15. yüzyılda 4 Kutsal Roma Cermen İmparatoru Lüksemburg'dan seçilmiştir. Bunlardan I. Karl, Lüksemburg'u 1354'te dukalığa dönüştürmüştür. 1443'te Bourgogne Hanedanının eline geçen ve yüzyıllarca yabancı ülkelerin egemenliğinde yaşayan dukalık Bourgogne Hanedanından Marie'nin Avusturya imparatoru I. Maximillian ile evlenmesi sonucu Habsburglara geçmiştir. Habsburgların bölünmesi ile Lüksemburg ailenin İspanyol koluna geçti. 1684'te Fransa kralı XVI. Louis tarafından ele geçirildi. 1697'de Habsburgların geri aldığı ülke 1794'te yine Fransız işgaline uğradı. 1815'e kadar Fransız egemenliği altında kalan ülke Viyana Kongresi'nde bağımsız bir Büyük dukalık olarak Hollanda'ya geçmiştir. 1830 ayaklanmasından sonra Belçika'nın bir parçası haline gelmiştir. Fransız İmparatoru III. Napoléon'un ele geçirme girişiminin başarısızlığa uğramasından sonra 1827'de bağımsızlığa kavuşan Lüksemburg Büyük Dukalığı büyük devletlerin himayesi altına alınmış ve 1868'de üstünde birçok değişiklikler yapılmasına rağmen günümüzde de aynı geçerli olan anayasa kullanılmaktadır. O tarihten itibaren yansızlık politikası uygulamasına karşın her iki dünya savaşında da Alman işgalinde kalan Lüksemburg, 1947 Mart'ında Belçika ve Hollanda'yla iktisat ve gümrük birliği Benelüks'ü oluşturmuş, 1949'da NATO'ya, 1957'de Avrupa Ekonomik Topluluğuna üye olmuştur. Başkenti Lüksemburg, 2007 Avrupa kültür başkenti seçildi. Ayrıca kişi başına düşen yıllık millî gelirde dünyada ilk sıradadır (81.000$ 2006 tahmini). Diğer ülkelere nazaran zengin bir toplum olması, ülke topraklarının küçük olması ve çekirdek bir ülke olarak yaşaması ile doğru orantılıdır. Bunların dışında, Lüksemburg, dünyada halen bağımsız olarak varlığını sürdüren ve Dukalık sistemiyle yönetilen tek devlettir. Yönetim ve politika Ülkede parlamenter temsilî demokrasi ile birlikte anayasal krallık sistemi vardır. 1868 anayasası ışığında, yürütme gücü grandük ve çeşitli görevlere atanmış birkaç bakandan oluşan bakanlar kurulunun yükümlülüğündedir. Hükûmet başkanı, grandükün onayını aldığı sürece yasama konularında değişiklik yapma ya da yeni yasalar hazırlama yetkisine sahiptir. Lüksemburg ulusal meclisinin temsilcileri 5 yılda bir yenilenen seçimlerle işbaşına gelirler ve halk tarafından doğrudan seçilirler. 4 seçim bölgesinden toplam 60 milletvekili ülkenin tek meclisli parlamentosuna girer ve yasama yetkisini elinde bulundurur. Ülke Konseyi (Conseil d'État) adı verilen birim ise grandük tarafından atanan 21 sıradan vatandaştan oluşur ve Temsilciler Meclisi'ne görüşve önerilerini sunma hakkına sahiptirler. Ülkede, Esch-sur-Alzette, Lükemburg ve Diekirch şehirlerinde olmak üzere üç genel mahkeme; Lükemburg ve Diekirch'da iki bölge mahkemesi, Temyiz ve Fesih Mahkemelerinden oluşan Yüksek Adalet Divanı bulunmaktadır. Ayrıca İdari mahkeme ve anayasa mahkemesi de kurulmuştur ve bu mahkemeler de başkentte yer alır. İller, kantonlar ve komünler Lüksemburg, 3 ile bölünmüştür. Bu üç il kendi içinde toplam 12 kantona ve bu kantonlar da 16 komüne ayrılmıştır. Ülkedeki komünlerden 12'si şehir statüsüne sahiptir ve bunlar içinde en büyüğü başkent Lüksemburg'dur Ülkedeki iller 1. Diekirch 2. Grevenmacher 3. Lüksemburg Askeriye Lüksemburg'un NATO görevlerine göndermek ve ülke içinde savunma gücünü sağlamak amacıyla oluşturduğu küçük bir ordusu vardır. Yaklaşık 800 kişiden oluşan ülke ordusuna katılım, 1967 yılından bu yana isteğe bağlıdır. Denize çıkışı olmayan Lüksemburg'un donanması da bulunmamaktadır. Askerî havacılık kuuvetleri de olmayan Lüksemburg, buna karşın NATO'nun 17 adet savaş uçağının sahibi olarak kaydedilmiştir.Belçika ile yapılan iki tarafla antlaşmalar ışığında iki ülke ortaklaşa olarak bugün kullanımda olan bir askerî kargo uçağı finanse etti. Alscheid kırsalı. Coğrafya ve iklim Lüksemburg, Avrupa'daki en küçük ülkelerden biridir ve dünyadaki 194 bağımsız devlet içinde yüzölçümü bakımından 175. sıradadır. Ülkenin toplam yüzölçümü yaklaşık 2.586 kilometrekaredir ve en geniş noktasında 82 kilometre uzunluğunda, 57 kilometre genişliğindedir. Lüksemburg doğusunda, Almanya'nın Rheinland-Pfalz ve Saarland eyaletleri ile, güneyde Fransa'nın Lorraine bölgesiyle komşudur. Batısında ve kuzeyinde Belçika'nın Almanca konuşulan bölgeleri ve Lüksemburg ile Liège illeriyle çevirilidir. Ülkenin kuzey ucunda Ardenler uzanır. Yoğun ormanlarla kaplı bu bölgeye Ösling (Lüksemburgca: Éislek adı verilir. Bu bölge engebeli arazi yapısına sahiptir ve ülkenin en yüksek tepesi olan 560 metrelik Kneiff da burada yer alır. Bu bölge çok seyrek nüfuslanmıştır. Burada yer alan tek kasaba olan Wiltz, nüfusu 4 bini biraz aşan bir yerleşim birimidir. Ülkenin güney bölümü ise Gutland olarak adlandırılmaktadır ve Ösling'e göre daha yoğun nüfuslanmıştır. Bu bölge daha çeşitlidir ve coğrafi olarak 5 altbölgeye ayrılabilir. Lüksemburg platosu, ülkenin orta-güney bölümünde yer alır. Burada geniş, düz bir alanda kumtaşı oluşumları gözlenir. Küçük İsviçre bölümü, ülkenin doğusunda yer alır ve sarp kayalıklar, yoğun ormanlarla kaplıdır. Moselle Vadisi, ülkenin en alçak kesimleridir. Güneydoğu sınırına yakın bir noktadadır. Kızıl Topraklar ise ülkenin en güneyinde ve güneybatısında yer alır. Bu bölge Lüksemburg'da sanayinin en önemli merkezlerinin ve ülkenin en büyük şehirlerinin bulunduğu yerdir. Lüksemburg-Almanya sınırı, üç akarsu ile belirlenir: Moselle Nehri, Sauer Nehri ve Our Nehri. Ülkede yer alan diğer önemli akarsular Alzette Nehri, Attert Nehri, Clerve Nehri ve Wiltz Nehri'dir. Sauer ve Attert nehirlerinin vadiler Ösling ve Gutland arasındaki sınırı oluşturur. Lüksemburg Köppen iklim sınıflandırmasında Cfb ile saınıflandırılan Batı Avrupa deniz iklimine sahiptir. Özellikle yaz sonlarında yoğun miktarda yağış alır. Nüfus bilgileri Etnik yapı Lüksemburg'un yerli halkı Kelt kökenli, ancak Fransız-Alman ırkları ile karışıktır.20. yüzyılda artan göç oranları ve göçmen sayısıyla Belçika, Fransa, Almanya, İtalya ve büyük çoğunluğu da Portekiz'den olmak üzere binlerce kişi ülkeye giriş yapmıştır. 2001 nüfus sayımlarında ülkede Portekiz vatandaşlığına sahip 58.657 kişi yaşadığı belirtilmiştir.Yugoslav Savaşları'nın başladığı dönemden beri Lüksemburg, Bosna-Hersek, Karadağ ve Sırbistan'dan büyük oranda göç almıştır. Her yıl ortalama 10 bin göçmen alan Lüksemburg'a son dönemde yapılan göçler büyük oranda Avrupa Birliği üyesi ülkelerden ve Doğu Avrupa ülkelerinden yapılmaktadır. 2000 yılı verilerine göre ülkede 162.000 göçmen vardır ve toplam nüfusun %37'sini oluşturmaktadırlar. Bunun yanısıra ülkede sığınma hakkı istemiyle başvuranlar da dâhil, toplam 5 bin kayıtdışı göçmen olduğu sanılmaktadır. Diller Lüksemburg'da, Lüksemburgca, Fransızca ve Almanca olmak üzere üç resmî dil vardır. Lüksemburgca resmî dillerden biri olmasının yanısıra dukalığın ulusal dili olarak kabul görmekte ve hemen hemen tüm Lüksemburglu tarafından bilinmektedir. Lüksemburgca, Almanya sınırında, Almanların konuştuğu lehçeye yakın bir dildir ancak Fransızcadan yoğun biçimde etkilenmiştir. Ülkedeki resmî dillerin üçü de çeşitli alanlarda birinci dil olarak kullanılmaktadır. Lüksemburgca günlük hayatta konuşulan dil olma özelliğine sahiptir ancak yazılı dilde pek kullanılmamaktadır. Resmî yazışmaların büyük bölümü Fransızca yapılır ancak okullarda en çok öğretilen dil ise Almancadır. Basın-yayın organlarının büyük çoğunluğunun ve ülkedeki Katolik Kilisesi'nin de dili Almancadır. Lüksemburg'da eğitim de üç-dillidir. İlköğretimin ilk yılları Lüksemburgca yapılır. Daha sonra kullanılan dil Almanca olarak değişir. Ortaöğretimde ise öğretim dili Fransızcaya döner.Ancak ülkede ortaöğretimden mezun olabilmek için ülkenin üç resmî dilinde de yeterlilik belgesi gerektiğinden ülkede okul bitirme diploması almadan eğitim kurumlarını terk edenlerin sayısı oldukça yüskektir. Özellikle göçmen ailelerin çocukları bu konuda büyük güçlüklerle karşılaşmaktadırlar. Ülkenin üç resmî dilinin yanısıra, İngilizce de zorunlu eğitim süresince öğretilmektedir ve Lüksemburgluların büyük bir bölümü İngilizceyi iyi biçimde konuşabilmektedir. Bunun dışında, Portekizce ve İtalyanca ülkedeki en büyük azınlık dilleridir. İnançlar Lüksemburg laik bir devlet olmasına karşın, devlet bazı inançları resmîş olarak tanır. Böylece devlet dinî işlerde yönetimde söz sahibi olur ve din adamlarının atanmasında rol oynar. Bunun karşılığında, dinî kurumların giderleri ve din adamlarının ücretleri ödenir. Günümüzde Lüksemburg'da tanınmış inançlar Katolik Kilisesi, Rum Ortodoks Kilisesi, Rus Ortodoks Kilisesi, Yahudilik, Anglikanizm, Protestanlık ve İslam'dır. Lüksemburg'da 1980 yılından beri devletin dinî inançlara ve eylemlere ilişkin istatistiksel bilgi toplaması yasaklanmıştır. CIA'in 2000 yılı için yaptığı tahminlere göre Lüksemburg halkının %87'si Katolik Kilisesi'ne bağlı iken kalan %13'ü de Protestanlık, Rum Ortodoks, Yahudilik ve İslam inançlarına mensup ya da dinsizdir. Lüksemburg'da inançlar konusunda en güncel istatistik sonuçları Avrobarometre'nin 2005 yılında yürüttüğü çalışmalar sonucu elde edilenlerdir. Buna göre, Lüksemburg vatandaşlarının %44'ü tanrının varlığına inandığını, %22'si bir özel ruh ya da yaşam kaynağının olduğunu düşündüğünü, %22'si de herhangi bir tanrı ya da kutsal varlığa inanmadığını belirtmiştir. Ekonomi Lüksemburg ekonomisi istikrarlı, yüksek gelirli, büyüme hızı yüksek bir ekonomidir. Ülkede enflasyon ve işsizlik oranları son derece düşüktür. 1960 yılına dek çeliğin egemen olduğu sanayi sektörü, son dönemlerde çeşitlenmiş ve kimyasallarla kauçuk işlemenin payı artmıştır. Ülke Amerika Birleşik Devletleri'nden sonra dünyanın en büyük ikinci yatırım fonu merkezi ve avro alanı içindeki en önemli bireysel bankacılık merkezidir. Avrupa'nın en önde gelen sigorta şirketlerinin merkezidir. Bununla birlikte Lüksemburg hükûmeti son dönemlerde bir internet hamlesi gerçekleştirmiş ve bunun üzerine Skype, eBay ve Jajah gibi tanınmış internet şirketleri yerel ya da uluslararası genel merkezlerini Lüksemburg'a taşımışlardır. Ülkede tarım çok küçük oranda genelde ailelerin işlettiği çiftliklerde yapılmaktadır. Lüksemburg özellikle Benelüks Birliği'nin diğer iki üyesi Belçika ve Hollanda ile sıkı ticari ve ekonomik ilişkiler geliştgirmiştir. Avrupa Birliği'nin de üyesi olan ülke Avrupa Birliği'nin ortak pazar uyglamasından da yararlanmaktadır. kişibaşına düşen yıllık millî gelir ortalamasında dünya da birinci sıradadır.[14] Ülkelere göre yaşam kalitesi sıralamasında 4. sıradadır.2006 yılında ülkede işsizlik oranı %4.8 olarak ölçülmüştür.2005-2006 yılları arasında ilk kez uluslararası büyüme hızlarının sşük olmasından dolayı ülke ekonomisi carî açık vermiştir. Ulaşım Lüksemburg'da karayolu, demiryolu ve havayolu taşımacılığı hizmetleri son derece gelişmiştir. Son yıllarda özellikle karayolu ağı önemli ölçüde yenilenmiş ve 147 kilometre uzunluğunda otoyolla başkent komşu ülkelere bağlanmıştır. Başkenti, Paris'e bağlayan yüksek hızlı tren hattının kullanıma girmesi ile şehir garı yenilenmiş ve son dönemde Lüksemburg-Findel Uluslararası Havalimanı'na yeni bir yolcu terminali eklenmiştir. Yakın gelecekte başkentte şehiriçi ulaşımda cadde tramvayı ve komşu şehirlerle bağlantı içinde hafif metro hatları yapılması düşünülmektedir. Kültür ve sanat Lüksemburg tarihi boyunca kültürel bağlamda komuşlarının gölgesinde kalmış, uzun yıllar bir tarım ülkesi olarak anılmış ancak kendine özgü birtakım folklorik gelenekler geliştirmiştir. Ülkede büyük çoğunluğu başkent Lüksemburg'da bulunan pek çok müze vardır. Ulusal Tarih ve Sanat Müzesi, Lüksemburg Şehri Tarih Müzesi, Grandük Jean Modern Sanat Müzesi ve Diekirch'deki Ulusal Askerî Tarih Müzesi ülkenin en bilinen müzelerindendir. Eski ve iyi korunmuş kaleleriyle başkent Lüksemburg UNESCO'nun dünya kültür mirası listesinde yer almaktadır. Lüksemburg'dan, ressam Joseph Kutter ve Michel Majerus ile fotoğraf sanatçısı Edward Steichen gibi dünyaca tanınmış sanatçılar yetişmiştir. Steichen'ın The Family of Man adlı sergisi Clervaux'da kalıcı olarak sergilenmektedir. Başkent Lüksemburg, 1995 ve 2007 yıllarında olmak üzere iki kez Avrupa Kültür Başkenti olma özelliğini taşıyan tek şehirdir. 2007 yılında Avrupa Kültür Başkenti'nin Büyük Lüksemburg Dukalığı, Almanya'nın Rheinland-Pfalz ve Saarland eyaletleri ile Fransa'nın Lorraine bölgesini kapsayan sınırötesi bir alan olması kararlaştırıldı. Böylece bölgelerarası ilişkilerin arttırılması, geliştirilmesi ve karşılıklı görüş alışverişi sağlanması amaçladı.
  24. _asi_

    Litvanya

    LİTVANYA DEVLETİN ADI: Litvanya Cumhuriyeti BAŞŞEHRİ: Vilnius YÜZÖLÇÜMÜ: 65.200 km2 NÜFUSU: 3.750.000 RESMİ DİLİ: Litvanca DİNİ: Hıristiyanlık PARA BİRİMİ: Ruble Baltık Denizi kıyısında yer alan bir Avrupa devleti. Kuzeyinde Letonya, doğusunda Beyaz Rusya, güneyinde Polonya, batısında Baltık denizi yer alır. Tarihi Ülkenin yerleşik halkı olan Litvanlar, Baltık kıyısına M.Ö 3000 yıllarında gelip yerleştiler. Uzun yıllar ticaretle uğraşarak geçimlerini temin ettiler. Baltık ülkeleri M.S. 9. asırda Vikinglerin istilasına uğradı. Fakat Litvanya bağımsızlığını korudu. Litvanlar 1236’da Mindavgas’ın idaresinde bir birlik sağladılar. Mindavgas, Hıristiyanlığı kabul ederek kendini kral ilan etti ise de Litvanlar Hıristiyanlığı kabul etmedi ve 1263’te Mindavgas’ı öldürdüler. Litvanya Grandüklüğü 1290’da yeniden birleşti. On dördüncü asır boyunca topraklarını genişlettiler ve bölgede en önemli güçlerden biri oldu. Litvanlar ancak 1387’de Hıristiyanlığı kabul ettiler. Litvanların Hıristiyanlığı kabul etmeleri Polonya ile sıkı ilişkilere girmelerine sebeb oldu. Bu ilişkiler neticesinde 1569’da Litvanya Polonya’ya bağlı bir bölge haline geldi. On sekizinci asrın sonlarında Polonya’nın parçalanması üzerine Rusya Litvanya topraklarını ilhak etti. Birinci Dünya Harbi sırasında Litvanya topraklarının büyük bölümünü Almanlar işgal etti. Aralık 1917’de Litvanya Ulusal Konseyinin bağımsız Litvanya Devletini kurmasına ses çıkarmayan Almanya, tam manasıyla bağımsız olarak hareket etmelerine izin vermedi. Ertesi sene Litvanya Almanya ile ilişkisini keserek yeniden bağımsızlığını ilan etti ve aynı sene Kasım ayında Augustinan Voldemanas başkanlığında bir hükumet kuruldu. Bu sırada Ruslar bölgede sosyalist bir idare kurmak için Baltık ülkelerini işgal ettiler. Kızılordu Litvanya,Estonya ve Letonya tarafından mağlup edilerek geri çekilmek mecburiyetinde bırakıldı. Litvanya bu sırada bölgede egemenliği kurmak isteyen Almanlara bağlı kaldı. Almanlar Litvanyalıların düzenli ordu kurmasına mani oldu. Alman orduları 15 Aralık 1919’da Litvanya’dan çekildi. Bir süre sonra Litvanya ve diğer Baltık ülkelerini tanıyan Rusya bir seri antlaşma imzaladı. Litvanya’da 1926 senesi Aralık ayında otoriter bir başkanlık rejimine geçildi. Milliyetçi tek parti yönetimi, Cumhurbaşkanı Antanas Smetona’nın 1929’da başbakanı görevden alarak kendini halkın lideri ilan etmesi ile iyice otoriter bir hal aldı. Almanya’nın 1939’da Polonya’yı yenmesinden sonra Rusya Baltık ülkeleri ile karşılıklı yardımlaşma anlaşmaları imzaladı ve bu ülkelerde askeri üsler kurmak için izin verilmesini istedi. Diğer Baltık ülkeleri gibi Litvanya da uluslararası alanda bir müttefik bulamayınca Ruslara üs kurması için izin verdi. 14-15 Temmuz 1940’ta yapılan seçimleri Sovyet yanlısı adaylar kazandı. Seçimler sonrası kurulan Litvanya hükumeti ve parlamentosu Sovyetler Birliğine katılma kararı aldı. SSCB Yüksek Sovyeti bu isteği onayladı ve Litvanya Sovyetler Birliği cumhuriyetleri arasına girmiş oldu. İkinci Dünya Harbi sırasında Almanya’nın işgaline uğrayan Litvanya’da 473.000’e yakın insan öldü. Savaşın ardından bölgeye hakim olan Sovyet hükumeti çok sayıda Litvanyalıyı sürgüne gönderdi. Sosyalist rejim yeniden kurulunca Litvanya’da 1951’e kadar gerilla harbi devam etti. 1951’den sonra iç karışıklıklara kesin olarak son verildi ve Sovyetler Birliği tamamen Litvanya’da hakimiyeti ele geçirdi. Litvanya 1991’e kadar Sovyetler Birliğini meydana getiren 15 cumhuriyetten biri olarak kaldı. Rusya’da başlayan reform hareketleri neticesinde 1991’de Litvanya bağımsızlığını ilan etti. Rusya Federasyonu dahil Avrupa devletleri Litvanya Cumhuriyetini tanıdı. Fiziki Yapı Yüzölçümü 65.200 km2 olan Litvanya topraklarında, geçmişteki buzulların tesiri yaygın olarak görülür. Genelde ülke toprakları düzdür. Kıyı düzlüklerinin ardından kum, çakıl ve çakıl taşlarından meydana gelen Ziezmariai Ovası yer alır. Ovadaki kum tepeleri sık çam ormanları ile kaplıdır. Ülke topraklarını sulayan akarsular Menderes meydana getirerek Baltık Denizine dökülür. Beyaz Rusya sınırında irili ufaklı göller vardır. İklim İklimi ılımandır. Atlas Okyanusundan gelen hava kütlelerinin etkisi altındadır. Yazlar genelde serin ve yağışlı geçer. Tabii Kaynaklar Madenler: Ülke topraklarında çeşitli madenler bulunur. Denizde petrol arama çalışmaları devam etmektedir. Başlıca madenleri sülfat, alçıtaşı, kireçtaşı, demir cevheri, turba, dolomit’tir. Bitki örtüsü ve hayvanlar: Ziezmariai Ovasında bulunan kum tepeleri çam ormanları ile kaplıdır. Yabani hayvan bakımından ülke toprakları çok zengindir. Başlıca av hayvanları sığır, mink, vaşak, yaban domuzu, geyik, kurt, tilki, susamuru, porsukdur. Ayrıca 300’den fazla kuş türü yaşar. Nüfus ve Sosyal Hayat 3.750.000 olan Litvanya nüfusunun % 80’ini Litvanlar, % 9’unu Ruslar, % 8’ini Polonyalılar, % 2’sini Beyaz Ruslar meydana getirir. Nüfusun büyük kısmı tarımla uğraşır. İlk ve orta öğretim mecburi olup parasızdır. Ülkede 12 yükseköğretim kurumu vardır. Seramik, ahşap oymacılığı ve dokumacılık gibi el sanatları yaygın olarak yapılır. Vilnius Catedra Ekonomi Ülke ekonomisi tarım ve sanayiye dayalıdır. Hayvancılık gelişmiş olup genelde mandıracılığa ve domuz besiciliğine dayanır. Başlıca tarım ürünleri keten, şekerkamışı, patates ve yem bitkileridir. Ülke dört ekonomik bölgeye ayrılmıştır. Doğu Litvanya’da metal işleme, ahşap işleme, genel imalat ve hafif sanayiden meydana gelen bir sanayi sektörü vardır. Güney Litvanya’da metal işleme, imalat ve gıda işleme sanayiinden meydana gelen bir sanayisi vardır. Hayvan yetiştiriciliği ve şekerkamışına dayalı tarım yapılır. Ülkenin elektrik üretimini karşılayan hidroelektrik santralleri bu bölgededir. Kuzey Litvanya tarım bölgesidir. Batı Litvanya ekonomisi ise gemi yapımı ve tamiratı ile balık işlemeciliğine dayanır.
  25. _asi_

    Liechtenstein

    LİECHTENSTEİN Liechtenstein ,İsviçre ve Avusturya arasında yer alan, denize kıyısı bulunmayan küçük bir ülkedir. Coğrafya ve iklim Lihtenştayn, Orta Avrupa'da, İsviçre ile Avusturya arasında yer almaktadır. 160 km²’lik yüzölçümü ile Avrupa’nın dördüncü küçük devletidir. Sınırları 76 km uzunluğundadır. Ren Vadisi ülkenin yarısını kaplar. Diğer yarısı ise, Alp bölgesinden oluşmaktadır. Hükümet merkezi, 5.000 nüfuslu Vaduz’dadır. Lihtenştayn, Özbekistan ile birlikte, kendisinin ve komşularının denize kıyısı bulunmayan iki ülkeden biridir. En yüksek noktası 2.599 m yüksekliğindeki Grauspitz dağları, en alçak noktası ise 430 m irtifadaki Ruggeller Riet’dir. Vaduz’da 2004 yılında ortalama sıcaklık 10 °C idi. Vaduz’da 2004 yılında ortalama yağış miktarı 891 mm olmuştur. Başkente tepeden bakan Schloss Vaduz, hâlâ Lihtenştayn Prensi'nin ikametgâhıdır. Nüfus Lihtenştayn’ın nüfusu 2004 yılı itibarıyla yaklaşık 34.600'dür. Nüfus yoğunluğu km² başına 216 kişi, artış hızı 2004 yıl sonu itibarıyla % 0,9'dur. Ülkede ikamet eden yabancıların oranı takriben %34’tür. Bunlardan 884'ü TC vatandaşıdır. Lihtenştayn’daki 1.000 kişiden 6'sı göçmendir. Lihtenştayn halkının yaş ortalaması 38,2'dir. Siyaset Lihtenştayn, demokratik parlamenter monarşiyle idare edilmektedir. Devlet başkanı Prens II. Hans Adam'dır. Prensin siyasi yetkileri hayli geniştir. Kanunları veto edebilir, referanduma sunabilir, parlamentoyu dağıtarak seçimlere gidebilir. Ancak 2003'te yapılan anayasa değişikliğiyle ülkede cumhuriyet ilan edilmesi halinde prensin bunu önleyecek veto yetkileri elinden alınmıştır. Parlamento 25 milletvekilinden oluşmaktadır. Başbakan Otmar Hasler'e bağlı dört bakan bulunmaktadır. Kabine, parlamentonun önerisi ile dört yıllığına göreve getirilir. Ülkenin milli bayramı 15 Ağustos'tadır. Ekonomi 2001 yılında Lihtenştayn’ın gayri safi yurt içi hasılası 4,2 milyar İsviçre Frangı idi. Bu rakam, Türkiye’nin gayrısafi yurt içi hasılasının yaklaşık 1/60'ını oluşturmaktaydı. Lihtenştayn’da 250’den fazla çalışanı olan 15 işletme vardır. Ticari şirketlerin %70’inden fazlası 1 ila 9 kişi arasında kişi çalıştıran küçük işletmelerdir. Pek çok Lihtenştayn firması araştırma ağırlıklı alanlarda uzmanlaşmış olup, küresel pazar liderleridir. Lihtenştayn Ticaret ve Sanayi Odası’nda (LIHK) kayıtlı bulunan sanayi işletmeleri 2004 yılında araştırma ve geliştirme konularında yaklaşık 307 milyon İsviçre Frangı tutarında yatırım yapmıştır. Bu da kişi başına 8.900 İsviçre Frangından fazla bir rakama tekabül etmektedir. 2004 yılı itibarıyla Lihtenştayn’da 15 banka bulunmaktadır Lihtenştayn’daki bankalar 2004 yıl sonu itibarıyla 107 milyar İsviçre Frangı tutarında müşteri varlığını yönetmiştir. Bu bankaların toplam bilanço değeri takriben 34 milyar İsviçre Frangıdır. Komşu ülke İsviçre'nin bankaları ise aynı dönemde yaklaşık 3‚550 milyar İsviçre Frangı yönetmiştir. Lihtenştayn 2004 senesinde yaklaşık 104.000 turisti misafir etmiş ve bu turistlerden 50.000'i geceleme yapmıştır. Aralık 2005 verilerine göre Lihtenştayn’da işsizlik oranı %2,4’tür. Lihtenştayn, ağırlığını sanayi ürünleri ve imal edilmiş mamullerin oluşturduğu (gayri safi yurt içi hasılanın %40’ı) çeşitli mal ve hizmetler ihraç eden bir ülkedir. Lihtenştayn Ticaret ve Sanayi Odası’nda (LIHK) kayıtlı bulunan 32 sanayi şirketi, 2004 yılında 5,1 milyar İsviçre Frangının üzerinde ihracat gerçekleştirmiştir. Ülkenin kişi başına ihracatı yaklaşık 14.000 İsviçre Frangıdır. Lihtenştayn’da 2004 yıl sonu verilerine göre 29.500 kişi istihdam edilmiştir. Kişi başına 0,85 çalışan düşmektedir. Çalışanlardan yaklaşık 15.600'ü Lihtenştayn’da ikamet etmektedir. 13.900 kişi ise yurt dışından (öncelikle Avusturya ve İsviçre’den ) ülkeye girip çalışmaktadır. Ülkedeki iş gücünün üçte ikisini yabancı uyruklular oluşturmaktadır. Bunlardan 850'si Türk vatandaşıdır.[kaynak belirtilmeli] Lihtenştayn Ticaret Odası’na kayıtlı (LIHK) sanayi işletmeleri, 2004 yılında yurt dışındaki yaklaşık 187 kuruluşta 28.400 kişiyi istihdam etmiştir. Lihtenştayn Kronu 1898 yılından 1921 yılına kadar Lihtenştayn'ında kullanılan para birimidir.Metal paralar daha az,banknotlar daha fazla kullanılmaktaydı.1 Kron 100 hellere bölünmüştü.1921 yılında İsviçre'nin para birimi İsviçre Frankına geçildi. Lihtenştayn kronunun değeri,Avusturya-Macaristan kronu veya Avusturya kronuyla aynı değerdeydi. Ancak kronun istikrarsızlaşması nedeniyle franka geçilmiştir. Spor Ülke nüfusunun %45'i (15.510 kişi) en az bir spor derneğine üyedir. Her 198 Lihtenştaynlıdan biri bir spor derneği başkanıdır. Lihtenştayn Futbol Birliği, Lichtenstein’da üye sayısı en fazla olan spor kuruluşudur: 7 kulüpte toplam 2.500 üyesi vardır. Her 20 Lihtenştaynlıdan biri aktif futbol oyuncusudur. 2006 Mart FIFA dünya derece listesinde Lihtenştayn 124. sırada bulunmaktaydı. Alp disiplini kayak Kayak, Lihtenştayn’ın ulusal sporudur. Lihtenştayn Kayak Birliği 1936 yılında kurulmuştur. Bu birlik sekiz adet klübü ve yaklaşık 2.500 üyesi ile Lihtenştayn'da üye sayısı en fazla spor derneklerinden biridir. Lihtenştayn toplam 9 olimpiyat madalyası kazanmıştır, bu madalyaların hepsi de Alp disiplini kayak branşında kazanılmıştır. Böylece her 3.845 Lihtenştayn’lıya bir olimpiyat madalyası düşmektedir. Malbun’daki Lihtenştayn Kayak Merkezi, toplam 21 km uzunluğunda kayak pistine sahiptir. Çeşitli Lihtenştayn’da yaşayan T.C. uyruklular, İsviçrelilerden, Avusturyalılardan, İtalyanlardan ve Almanlardan sonra en büyük beşinci yabancı grubunu oluştururlar... Lihtenştayn’lı Manfred Schurti, 1972 senesinde Formula Süper V şampiyonasında Avrupa şampiyonu olmuştur. Yaklaşık 3.150 işletmesiyle Lihtenştayn’da 11 kişiye 1 işletme düşmektedir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.