yam_yam tarafından postalanan herşey
- Güneş Sistemi
-
Kuiper Kuşağı
Beğendiğinize sevindim sayın Admin...
-
Kuiper Kuşağı
KUİPER KUŞAĞI Neptün Ötesi Cisimler Kuiper Kuşağı, Neptün’ün yörüngesinin dışında Güneş Sistemi’ni bir halka gibi çevreleyen kaya ve buzdan yapılı cisimlerden oluşan bir kuşak. Neptün’ün yörüngesinin dışında yaklaşık 30 milyon kilometre genişliğindeki bu kuşak, Güneş Sistemi’nin oluşum artıklarını barındıran, henüz yeterince tanımadığımız bir bölge. Bu bölgede çapları 100 kilometreyi aşan, gezegen olmaya çalışmış ama başaramamış 1000’in üzerinde gökcismi bulunur. Bunların aralarında da bazılarını ileride kuyrukluyıldız olarak görebileceğimiz buzdan, tozdan ve kayadan oluşmuş irili ufaklı sayısız cisim. Bu alem içinde rahatça yaşadığımız gezegenler bölgesinden çok daha geniş bir alan kapsamakla birlikte, içindeki toplam kütlenin, Dünyamızın kütlesinin 10’da biri kadar olduğu düşünülüyor. Yani hepsini bir araya getirirsek Mars kütlesinde kirli bir kartopu elde edeceğiz. Şimdi elimize kozmik bir sopa alıp bu kartopunu Plüton büyüklüğünde birkaç büyükçe parçayla, milyarlarca küçük parçaya bölelim ve Merkür’den Neptün’e kadar kardeş gezegenlerimizin kapladığı alanın iki katı genişliğinde bir alana dağıtalım. İşte, Kuiper Kuşağı’nda ne varsa hepsi bu. Kuiper Kuşağı cisimlerinden ilki 1992 yılında bulunmuş olmasına rağmen, Hollanda asıllı Amerikalı astronom Gerard P.Kuiper 1951 yılında Güneş Sistemi’nin bu uzak aileyi de içerdiği varsayımıyla astronomi dünyasını şaşırtmıştı. Kuiper’i günümüzden yarım yüzyıl önce, Güneş Sistemi’nin Güneş’ten böylesine uzakta yer alan bu kalabalık aileyi de içerdiği savına götüren, belli kuyrukluyıldızların davranışına ilişkin oldukça temel bir kavramdı. Buz ve kayadan oluşan kuyrukluyıldızlar belli zaman aralığıyla Güneş Sistemi’nin dışından içlerine doğru yaklaşırlar. Güneş’in ışınlarıyla yeterince ısınıp yüzeylerindeki toz ve gazın bir kısmını parlak halelere ve upuzun kuyruklara dönüştürdüklerinde, görece küçük bu cisimlerin pek çoğu nefes kesen görüntüler sergiler. Kuiper ve bazı diğer astronomlar, Güneş Sistemi diskinin Neptün ya da Plüton’un sınırlarında aniden sona ermiyor olması gerektiği kanısındaydılar. Kuiper, Neptün ve Plüton’un ardında yer alan ve gezegenlerin oluşumundan arta kalan maddeleri içeren bir kuşak varsaymıştı. Bu dış bölgelerdeki maddenin yoğunluğu öylesine düşüktü ki, büyük gezegenlerin oluşması imkansızdı; ancak asteroit çapında daha küçük cisimler varolabilirdi. Milyarlarca yıl öncesinden kalma bu artık maddeler, Güneş’ten o kadar uzaktaydı ki, yüzey sıcaklıkları da elbette düşük kalmıştı. Bu tablo, onların buz ve çeşitli donmuş gazlardan oluşmuş olduklarını gösteriyordu. Demek ki bu cisimler, kuyrukluyıldızların çekirdeklerine benzer yapılardı. Kartopu Savaşı Bundan 4,5 milyar yıl önce, sonunda Kuiper Kuşağı’na yerleşecek olan cisimlerin sayısı çok daha fazlaydı. En dıştaki gezegenlerin ötesindeki bölge 100 trilyon kadar cisim barındırıyordu. Yani bugün bölgede varolan kütlenin 1000 katı kadar. Ancak bu kuşak o zamanlar bugünkü yerinde değildi. Günümüzde Kuiper Kuşağı, Güneş’ten 30 Astronomik Birim (AB) uzaklıkta başlıyor ve en az 50 AB uzaklığa kadar yayılıyor. Kimine göreyse 100 AB’ye kadar (1 AB = Güneş ile Dünya arasındaki ortalama uzaklık = 150 milyon km) . Çok önceleri, bu kuşağı oluşturan gezegen çekirdekleri Güneş’e çok daha yakındılar. Satürn, Uranüs ve Neptün’de öyle. Güneş Sistemi’nin erken evreleriyle ilgili bilgisayar benzetimleri, Uranüs ve Neptün’ün bugün bulundukları yerde yani Güneş’e 19 ve 30 AB uzaklıkta ortaya çıkmış olamayacaklarını gösteriyor. Kurama göre bu gezegenlerin şimdiki yerlerinde olsa olsa Plüton, haydi diyelim Mars ya da Dünya büyüklüğünde gezegenler oluşabilirdi. Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün’ün Güneş’ten 5-15 AB uzaklıkta oluşmuş ve daha sonra bugünkü yerlerine göç etmiş olmaları gerekiyor. Kuiper Kuşağı’ndaki cisimlerin sayısının azalması ve Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün’ün yörüngelerinin değişmesine neden olan şey Newton’un üçüncü yasası ile ilgili; “Her hareket eşit büyüklükte ters yönde bir hareket doğurur.” Dev gezegenlerin kütle çekimleri, yörüngeleri boyunca gaz ve tozu hızla emerek silip süpürdü. Gezegenlerin yolları yanında büyümeye çalışan her şey de ya gezegenlere çarptı, ya da daha sık olarak bölgelerinden dışarıya savruldu. Dev gezegenlerin hüküm sürdüğü bölgenin ötesinde 15-35 astronomik birimler arasındaki alandaysa Güneş Sistemi’nin artıkları, yeni başka cisimlerle çok ender karşılaştıkları için daha fazla büyüyemeyen cisimler toplanmıştı. Bunlar gerçekten orijinal olan malzemeyi, Güneş’e daha yakın konumlarda gelişen iç gezegenleri oluşturan aynı yapıtaşlarını içeriyorlardı. O dönem Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün birbirine oldukça yakın konumdaydılar. Sürekli değişen dizilimleriyle bu gezegenler, dışarıdaki gezegenciklerden giderek daha çoğunu çekiştirerek daire biçimli yörüngelerini büktüler ve içlerinden bazılarının bu havuzdan koparak içeriye düşmelerine ve dev gezegenlerin kütleçekim pençelerine yakalanmalarına yol açtılar. Bu, 500 milyon yıl kadar sürecek bir kartopu savaşını başlattı. Dev gezegenler, kuyrukluyıldızlardan başlayıp Plüton kütlesine kadar olan bu kartoplarını birbirlerine, daha içlerindeki küçük gezegenlerin üzerine ve dışarıya, Güneş Sistemi’nin sınırlarına fırlatıyordu. Hatta bazıları tümüyle sistemin dışına, yıldızlararası boşluğa atıldılar. Sonuçta çok sayıda cisim ya yok oldular, ya da yıldızlararası uzaya savruldular. Elbette bu kartopu oyunundan Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün de hiçbir şey olmamış gibi çıkmadılar. Diğer cisimlerle olan tüm bu etkileşimler onların yörüngelerinden sapmalarına ve bugünkü yörüngelerine yerleşmelerine neden olduğu gibi, Kuiper Kuşağı’ndaki cisimlerin sayısında da müthiş bir azalmaya neden oldu. Plüton’un Apoleti Kuiper Kuşağı’nın keşfi ve bu kuşakta zaman içinde keşfedilen cisimler Plüton’un da gezegen apoletinin sökülmesine neden olacaktı. Plüton’un 1930 yılında keşfedilmesinden sonra Güneşi Sistemi 9 gezegen ve çok sayıda küçük gezegenlerden oluşan bir sistem olarak kabul edilmeye başlanmıştı. Ancak Kuiper Kuşağı’nın keşfinden sonra Plüton’un durumu sorgulanmaya başlandı. Üstelik, geçtiğimiz yıllarda keşfedilen Sedna ve Quaoar gibi büyüklükleri Plüton’unkine yaklaşan Neptün tesi cisimler tartışmaları iyice alevlendirdi. 29 Temmuz 2005’ de keşfedildiği duyurulan ve daha sonrasında da adı Eris konulacak olan 2003 UB313, bardağı taşıran damla oldu. Çünkü Eris, Plüton’dan büyüktü. Eris’in kütlesi, Plüton’unkinden %27 daha fazla, çapı da % 8 daha geniş. Bu değerler Eris’i Kuiper Kuşağı’nın en büyük cismi yapıyor. Bir süre gezegen tanımının yeniden yapılması için çalışan Uluslararası Astronomi Birliği (IAB) , gezegenin yeni bir tanımını yapmak üzere 2006 yılının Ağustos ayında toplanma kararı aldı. Bu konu üzerinde çalışan bir grup gökbilimci çalışmalarının sonucunda ortaya çıkan gezegen tanımını duyurdular. Buna göre bir gök cismi; 1-Kendisi de bir yıldız ya da bir gezegenin uydusu olmamak koşuluyla bir yıldızın çevresinde dolanıyorsa, 2-Kütlesi onun yuvarlak bir biçim alması için yeterliyse, bu gökcismi bir gezegendir. Bu tanıma göre daha önce gezegen sayılmayan Ceres, Eris ve Charon da gezegen sayılıyordu. Bu gelişme bilim çevrelerine ve basına duyurulduktan sonra, gezegen sayısının 12’ye çıktığı yönünde bir çok haber yapıldı. Ne var ki, bu tanım yeterli görülmemişti. Sedna ve Eris’in kaşifi Mike Brown, şimdiye kadar keşfedilmiş 53 gök cisminin bu tanıma uyar göründüğünün ve aramalar sürdükçe sayının 200’ü geçmesinin işten bile olmadığını öne sürdü. Uluslararası Astronomi Birliği bu tanımı kongre süresince tartıştı v e kongre sonucunda öncekilere yeni bir koşul daha eklendi. Buna göre, önceki koşulları da sağlamak üzere, bir gökcisminin gezegen olabilmesi için yörüngesi civarını “temizlemiş” olması da gerekiyor. Ceres küçük gezegen kuşağında, Plüton, Charon ve Eris de Kuiper Kuşağı’ndaki sayısız gök cismi arasında dolanıyorlar. Uluslararası Astronomi Birliği’nin yeni gezegen tanımının “yörüngesini temizlemiş olma” koşuluna uymayan ancak öteki koşulları yerine getiren cisimlere “cüce gezegen” denmesi kararlaştırıldı. Çok sayıda aday olmakla birlikte ilk aşamada cüce gezegen olarak kabul edilen gökcisimleri Ceres, Plüton ve Eris. Yeni Ufuklar NASA, Plüton ve Kuiper Kuşağı’nda bulunan gökcisimleri hakkında ayrıntılı bilgi toplayabilmek için “Yeni Ufuklar” (New Horizans) adlı uzay aracını Ocak 2006’da başarılı bir şekilde fırlattı. Bu uzay aracı büyük ihtimalle bir cüce gezegene giden ilk uzay aracı olacak. Şubat 2007’de Jüpiter’in yanından geçen Yeni Ufuklar, her şey yolunda giderse 2015 yılının Temmuz ayında Plüton’a varmış olacak. Plüton ve Charon’un yapısı ve atmosfer özellikleri gibi alanlarda veri toplayacak olan bu araç daha sonra 5 yıl boyunca bu bölgede bulunan öteki Kuiper Kuşağı cisimlerini incelemek üzere yoluna devam edecek. Bu sayede Kuiper Kuşağı hakkında daha fazla bilgi edinmiş olacağız. Kaynaklar : Bilim ve Teknik Dergisi Temmuz 1996 (s 20-21) Ekim 2006 (s 25-27) Eylül 2007 (s 5) Ekim 2007 (s 50-53) yam_yam Mart/2008
-
ALLAH A İNKAR NASIL OLMALIDIR...
Paylaşmak önemlidir.. Hele ki bilgi paylaşımı çok daha önemlidir. Ancak daha da önemlisi, doğru bilgiyi paylaşmaktır. İnsan doğru bildiğini zannedebilir; pek çok kişinin de kendince kesin doğruları olabilir. Ancak doğru bilinenler yanlışlandığında ve doğrusu gösterildiğinde bunu kabullenebilmek de bir erdemdir. Şimdi bize "üstad" diye sunulan, zamanının bilim adamları ile aşık atıp onları bastırdığından dem vurulan bir şahsın, bırakın astronomi, moleküler biyoloji gibi bilim dallarını, radyo gibi günümüzde çok basit kalan bir teknoloji için bile kırkbin başlı, kırkbin dilli melekler örneğiyle, ******** bile denemeyecek ifadelerle anlatmasına ne diyelim.. Hadi ona bir şey demiyelim de, bu zâtın yazdığı bilmem kaç bin sayfalık kitaplarını ezberleyip, sonra da gelip bize ahkâm kesenlere ne diyelim. Hadi ona da bir şey demiyelim de, yarım-yamalak olarak bile tabir edilemeyecek bilgisiyle, hiç bir karşı argüman sunmadan karşısındakini hezimete uğrattığını iddia eden birilerine karşı edecek bir iki lafımız da olsun artık..
-
ALLAH A İNKAR NASIL OLMALIDIR...
Yani muhatap olmayayım, abesle iştigal etmeyeyim diyorum ama el insaf yahu... Şu Said Nursi denilen ve kerameti kendinden menkul şahsın bilimle uzaktan yakından ilgisi olmadığı gibi, talebelerinin de ondan aşağı kalır olmadığı muhakkak.. Yahu birisi bana "Metafiziksel Astronomi" nin ne tür bilim dalı olduğunu açıklayabilir mi? Ey ucundan kıyısından bilimle ilgilenen forum halkı , "Metafizik" ve "Astronomi" gibi iki zıt kavramdan türetilmiş bir ucubeden nasıl bilim olarak bahsedilebiliyor bir izah ediverin lütfen.. Ve ey ucundan kıyısından bilimle ilgilenen forum halkı; DNA'nın sarmal modeli 1950'lerden sonra ortaya konabilmişken, henüz çok yeni sayılabilecek "Moleküler Biyoloji" gibi bir bilim dalı nasıl oluyor da bahsi geçen kerameti kendinden menkul bu şahsın Dünya'nın her yerinden gelen bilim adamlarına verildiği iddia edilen feyzden hemen sonra yol alamıyor da, daha sonra teknolojinin ilerlemesiyle yol alabiliyor. Ey forum yönetimi ve forum üyeleri; Bu iddilar resmen ve alenen "s-a-f-s-a-t-a-d-ı-r" . Bu iddialar için literatürde kullanabilecek daha uygun ve daha nazik ifadeler de yoktur.
-
RED EDİLEMEZ KESİNLİKTE ALLAH ın İSPATI
Gerek yok.. Okumadığınız her sözünüzden anlaşılıyor. Yazdıklarınızın hangi birini düzelteyim... Ben böyle bir şey söylemedim. Füze için yerçekimi kuvvetinin hayati önem taşıdığını, elektron için ise bu kuvvetin görmezden gelinebilecek bir değer olduğunu söyledim. Bakın yine aynı şeyi yapmışsınız.. Üstelik benim söylemediğim bir şey için "Evet, bu doğrudur" diyerek tasdik de etmişsiniz. Elektronlar yer çekiminden muaf değillerdir. Kütleçekim kuvveti, diğer 3 kuvvete oranla en uzun menzile sahip olmasına karşın en zayıfıdır. Bu kuvvet makro büyüklüklerde etkilidir. Atomaltı parçacıklarda ise etkisini tümden kaybetmese de , görmezden gelinebilecek bir öneme sahiptir. ******* Elektronlar yörüngelerinde sabit değillerdir. Bu yörüngelerini foton soğurarak ya da salarak sürekli olarak değiştirebilirler. Hatta enerjilerini yeteri kadar artırabilirlerse atomdan bile kurtulabilirler. Daha kuvvetlerin ne olduğunu bilmiyorsunuz ki *****. Parantez içine yazmanız gereken "Elektromanyetik Kuvvet" olmalıydı. Sizin kuantumdan habersiz olduğunuzdan şüphem yok da, benim kıyısından köşesinden tutmuşluğum var. Size tavsiyem, yanlışın peşinden koşacağınıza nedir ne değildir diye açıp okumanız. Yoksa sürekli böyle zor durumlara düşmeniz kaçınılmaz olur.
-
'Karadeniz, Nuh Tufanı'yla oluştu'
Ve geçmiş dönemle ilişkili her su baskını Nuh Tufanı'nın kanıtıdır öyle mi? Ne saçma sapan bir haberdir bu böyle... Buzul çağından çıkmış bir Dünya'da, buzların hızlı bir şekilde erimesiyle bir yerlerde su baskınlarının görülmesini beklersiniz zaten. * Bu araştırma ile Nuh'un yaşadığı kanıtlanmış mı? * Bu araştırma ile Nuh'un bağlı olduğu topluma ait kalıntılar bulunmuş mu? * Bu araştırma ile Nuh'un Gemisi bulunmuş mu? Hadi bütün bunları geçtik diyelim, bu su baskınının yağmur neticesinde olduğu ıspatlanmış mı? Eeee ... Öyleyse bu araştırma Nuh'un nesini ıspatlamış?
-
RED EDİLEMEZ KESİNLİKTE ALLAH ın İSPATI
Konuyu benim imzama getirdiğinize göre, kuantum fiziği konusunu kavramış görünüyorsunuz.. Bu da bir gelişmedir...
-
RED EDİLEMEZ KESİNLİKTE ALLAH ın İSPATI
Kuantum fiziği ile klasik Newton fiziğini aynı potaya koyup örneklem yaparsanız, yukarıdaki gibi eciş bücüş bir örnek çıkar ortaya. Mikro sistemdeki parçacıkların maruz kaldıkları kuvvetlerle makro sistemdekilerin maruz kaldıkları kuvvetler farklıdır. Bir füze için havanın uyguladığı sürtünme kuvveti ve Dünya'nın yerçekimi kuvveti hayati önem taşır. Oysa ki elektron için yer çekimi kuvveti görmezden gelebilecek bir önem taşır. Hareket halindeki bir elektron için üzerine uygulanan bir sürtünme kuvvetinden de bahsedemeyiz. Neymiş ; elmalarla armutlar toplanamazmış... Tahmin edebilmek güç değil... Kuantum fiziği hakkında zerre fikri olmayanlara, içerisinde "Allah" geçen ne verirseniz makbuldür... Bunca yıldır ateistim; bana bunun için geçerli tek bir neden gösterin, derhal kelime-i şahadet getirip müslüman olacağım... Akıl yolu ile reddedilebilecek bir hipotezin, yine akıl yolu ile ortaya konmuş olması gerekir;******..
-
insanın kuyruğu
Cambridge Üniversitesi'ni bitirdiniz ve bilimsel yayınları H.Y'nin sitesinden takip ediyorsunuz... Eğer siz Cambridge Üniversitesinden mezunsanız (ki zerre ihtimal vermiyorum) , o üniversite sizi mezun ederek ününü haketmiyor demektir...
-
Kurana göre kız çocuklarının evlilik yaşı
Hadisler yalnızca Muhammed'in sözlerinden ibaret değildir. Hadisler hem sözleri, hem de davranışları konu edinirler. "Ve ben davranıştaki sünnete Kuran doğrultusunda güveniyorum ama sadece ibadetler bazında, ya da Kuran a aykırılık teşkil etmeyecekler bazında." ve "Kitabım açısından yine örnek alınması gereken ufak yaşta evlilik değil yaşıt eşler kavramıdır" demişsiniz. Peki Kur'an'a göre yaşıt bir kızın tarifi nasıl : "Memeleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar var." (Nebe'/ 33)
-
DİNOZORLAR
DİNOZORLAR Dünyada çok az yaratık insanların merakını dinozorlar kadar uyandırmıştır. Yeni yapılan araştırmalar, bu devlerin yaşamlarının da en az esrarengiz sonları kadar ilginç olduğunu gösteriyor. Günümüzden 230 milyon yıl önce yeryüzünde görülmeye başlanan dinozorlar, 165 milyon yıl boyunca dünyaya hakim oldular. Dinozorlar hakkında zihinleri en çok meşgul etmiş olan konu onların ölüm nedenleri olmakla beraber, nesillerini 165 milyon yıl nasıl sürdürdükleri de en az bunun kadar araştırmaya değer görünüyor. Dinozor kelimesi ilk defa 1842 yılında İngiliz anatomist Sir Richard Owen tarafından, yeni ortaya çıkarılan fosillerin o zamana kadar bilinmeyen başka bir hayvan türüne ait olduğu anlaşılınca kullanılmıştı. Owen, bu dev yaratıkları tanımlamak için iki Yunanca kelimeyi birleştirmişti: denios (korkunç) ve sauros (sürüngen). Büyük Yok Oluş Üç yüz milyon yıl boyunca yeryüzünü kaplayan ve onu biçimlendiren Paleozoik yaşamı için trajedik bir yok oluş söz konusu olacak ve deniz türlerinin %90-95’i, karasal türlerinse yaklaşık %70’i yeryüzünden silinecekti. Böylesi bir yok oluşa neyin yol açmış olabileceği konusunda bilim adamları yıllardır tartışıyor. Pek çok kuram arasından öne çıkanlar, bir gök cisminin yolunun yeryüzününkiyle kesişmesi ve volkanik aktivitelerin etkinliği oldu. Son yapılan araştırmalara göre 251 milyon yıl önce gerçekleşen kitlesel yok oluşun, atmosferdeki karbondioksit düzeylerindeki ani ve büyük yükseliş tarafından tetiklendiğini gösteriyor. Elde edilen sonuçlar, atmosferde hızla yükselen sıcaklıkların, okyanuslardaki oksijeni derinlere sürükleyerek okyanus döngüsünü nasıl etkilediğini ve buradaki çoğu canlı için yaşamı nasıl olanaksız kıldığını gösteriyor. Permiyen dönemi (292-251 myö) sonunda, üst enlemlerdeki sıcaklıkların günümüzdekinden ortalama 20 derece daha yüksek olduğu, yaygın volkanik etkinlik sonucunda da atmosfere büyük miktarlarda karbondioksit ve sülfürdioksit karıştığı görülüyor. Bu verilere göre ortaya çıkan senaryonun başlangıç bölümü şöyle: Sera gazı olan karbondioksitin atmosferde artan düzeylerine bağlı olarak, okyanus suyu sıcaklığı yüksek enlemlerde önemli ölçüde arttı; ısınma yaklaşık 4.000 metreyi kapsar duruma gelince, okyanuslarda görece soğuk suyun aşağıya inerek, taşıdığı oksijen ve besinleri okyanusun derinlerine bıraktığı normal döngüleri etkilemeye başladı; karbondioksit oranını düşürecek canlıların kalmaması, bu sefer ısınmayı daha da hızlandırdı. Bu kitlesel yok oluşla birlikte Paleozoik dönem kapanmış ve Mezozoik dönem başlamıştır. Mezozoiğin ilk dönemlerinde Permiyen yok oluşundan kurtulmayı başaran az sayı ve çeşitlilikte canlı grubu, uyumsal açılımla boşalan ekosistemlere yayılır. Bu nedenle Mezozoiğin ilk dönemi olan “Trias” yaşamı, Paleozoiğin canlıları ile Mezozoiğin canlıları arasında bir geçiş dönemidir. Trias’ın (251-205 myö) sonlarına doğru ilk memeliler ve timsahlar ortaya çıkmış, ancak Mezozoiğin geri kalanına damgasını vuracak olan dinozorlar henüz çok çeşitlenmemiştir. Devlerin Çağı Trias döneminde yeryüzü “Pangea” adı verilen dev bir kıtadan ve “Panthalassa” denilen dev bir okyanustan oluşuyordu. Ana kıta henüz devasa bir çöl yapısında, sadece okyanus kıyılarında tropikal ormanlar yer alıyordu. Mevsimler aşırı yağışlı ve aşırı kurak dönemler halinde geçiyordu ve bitkiler sadece yağış alan kıyı bölgelerinde yaygındı. Yeryüzünde tek bir kara parçası olmasına rağmen, Pange’nın farklı bölgelerinde oldukça farklı bitkiler baskındı. Bol yağış alan kuzey ve güney Pangea’da geniş yapraklı sık ormanlar yaygınken kurak ekvatoral bölgelerde seyrek ormanlar vardı. Ancak Permiyen yok oluşu son felaket değildi. Permiyen yok oluşundan yaklaşık 50 milyon yıl sonra Trias’ın sonunda, deniz yaşamının %20’sini, karasal yaşamın ise neredeyse yarısını yok eden bir başka felaket bekliyordu dünyayı. Trias’ın sonunda gerçekleşen bu yok oluş, sonraki dönem olan Jura’da (205,1 – 142 myö) dinozorların yayılmasına fırsat vermişti. Dinozorlar bu dönemde çeşitlenip gelişti ve dev boyutlara ulaştı. Jura döneminin sonlarına doğru sauropod’lar, yeryüzündeki en büyük canlılar olarak hâkimiyetlerini ilan etmişlerdi. Bu dönemin süper dev dinozorlarının en büyüğü 23 metre boyunda ve 12 metre yüksekliğindeki Brachiosaurus’dur. Sanılanın aksine çok az sauropod başı dik gezebiliyordu. Boyun yapıları buna uygun olmadığı gibi, kanın o kadar yükseğe pompalanması da mümkün görünmüyor. Fakat boyunlarını kaldırmasalar bile, uzun bir boyun bu hayvanların gövdelerini kımıldatmadan geniş bir alanda otlamalarını sağlıyordu. Jura döneminden sonra gelen Kretase (142 – 65,5 myö) dinozorların altın çağı olmuştu. Jura ile Kretase arasında bir kitlesel yok oluşun yaşanmaması, iklimsel koşulların uygunluğu ve parçalanıp birbirinden uzaklaşan kıtaların farklı biyocoğrafik bölgeler oluşturması nedeniyle Kretase yaşamı, yalnızca dinozorlar için değil, pek çok canlı grubu için çeşitliliğin arttığı bir dönem oldu. Bilinen dinozorların %40’ı Kretase’nin son 15 milyon yılında ortaya çıkar. Tyrannosourus rex ve Triceratoplar gibi pek çok ünlü dinozor da bu dönemin canlıları arasındaydı. Dinozorlara ait fosil kayıtları aslında hayli yoksuldur. Bozulmamış, kemikleri iyi korunmuş, müzede sergilenmeye uygun iskeletlere oldukça az rastlanır. Fosiller zamanla dağılır. Hava koşullarına maruz kalan kemik parçalanabilir. Bazı fosillerin bulunduğu bölgede o kadar çok minik iskelet parçası vardır ki hayvanların uçaktan düşmüş olduğunu sanabilirsiniz. Buna rağmen Çin’in Liaoning bölgesi gibi paleontologlar için hazine sayılabilecek bölgeler de var. Bu bölgede çok zengin bir canlı çeşitliliği varlığını sürdürüyorken, yaklaşık 130 milyon yıl önce bir takım yanardağ etkinlikleri olmuş. Çok sayıda canlı bir anda, yanardağlardan püsküren küllerin altında kalmış. Bu kül, yalnızca karadaki canlıların değil, göl ve akarsuların da üzerine çökerek her yeri kalın bir örtü gibi kaplamış. Bunun sonucunda da buradaki tüm canlılar, bugün kolayca incelenmelerine olanak sağlayacak kadar iyi bir şekilde korunmuşlar. Çünkü her şey o kadar kısa sürede gerçekleşmiş ki yanardağ külünden oluşan bu “battaniye” bir anda ölen bu canlıların oksijenle temas etmesini önlemiş. Buna bağlı olarak, canlılar, çürümeye fırsat olmadan fosilleşmişler ve normalde çürümeyle ortadan kalkacak olan dokular korunmuş. Öyle ki, fosillerde tüyler, balık pulları, böcek kanatları, çiçek parçacıkları bile kolaylıkla görülebiliyor. Paleontologlar fosil iskeletleri çözümleyerek hayvanların davranışlarını kestirebiliyorlar. Örneğin, kemiklerdeki ısırık izleri, beslenme düzeni konusunda bilgiler veren dişlerdeki aşınma, fosilleşmiş dışkıların içinde bulunan maddeler çok değerli bilgiler sağlıyor. Bunlara bakarak, dinozorların çoğunun az çok düzenli bir sürü yaşamı sürdükleri ortaya çıkarılmıştır. Ayak izleri küme halinde yer değiştirdiklerini gösteriyor, ama bunların geçici toplaşmalar mı, kalıcı sürüler mi olduğu bilinmiyor. Bugün 600 dinozor türü tanıyoruz. Boy merdiveni, tavuktan daha büyük olmayan en küçükten, 26 metre boyunda, 50 ton ağırlığındaki otobur diplodocus’a uzanıyor; arada, 15 metre boyunda, 6 metre yüksekliğinde, 20 santimetrelik hançer biçiminde dişleri olan, etimolojik olarak “zorba kertenkelelerin kralı” anlamına gelen tyrannosaurus’lar var. Çoğu bilim adamı, dinozorlar için sıcak ya da soğukkanlı diye kesin bir değerlendirme yapmaktan kaçınsalar da “Dinozorlar metabolik olarak hemen her şeyi yapabiliyorlardı” görüşüne bağlı olarak dinozorların birçok değişik sıcaklık düzenleme tekniği geliştirmiş olabilecekleri düşünülmektedir. Aynı şekilde vücutları ısıyı koruyabilen büyük hayvanların soğukkanlılığa; nispeten küçük ve aktif predatörlerin ise sıcakkanlılığa eğilim göstermiş olmaları olasılığı, genelde kabul edilen bir görüştür. Tüm dinozorlar hareket ve duruşla ilgili yaklaşık bir düzine ortak iskelet karakteri paylaşırlar. Ayak bileği ise bu konudaki en belirleyici bölgedir. Bacak yapıları, dinozorları daha önceki yaratıklardan ve şimdiki sürüngenlerden ayıran özelikler taşır. Örneğin timsahta ayaklar vücudun yanlarından çıkar; oysa dinozorlarda bacaklar atlarda olduğu gibi gövdenin altındadır. Bu özelliğin, gövdelerini yerden kaldırmalarına, ayakları üzerinde yürümelerine ve olasılıkla hareketlerine çeviklik kazandırmaya yaradığı sanılmaktadır. Paleontologlar, kalça yapılarına göre başlıca iki dinozor türü olduğunu belirtiyorlar. Onlara göre “sauruschian”lar, sürüngenlere benzeyen; “ornithischian”lar ise kuşlara benzeyen bir kalça yapısına sahiptiler. Sauruschian grubu, bilinen birçok dinozor türünü kapsamaktadır. Bunlara örnek olarak, içlerinde brontosaurus’ların da olduğu dev yapılı, dört ayaklı, uzun boyunlu, otçul sauropodlar; ve Tyronnosaurus rex’in dahil olduğu etçil theropod’lar verilebilir. Ornithischian grubu ise, tamamen otçullardan oluşmaktaydı. İki ayaklı ördek gagalı dinozorlar, zırhlı stegosaurus’lar ve boynuzlu ceratopsian’lar bu gruptandı. Koca gövdeleri ve upuzun boyunlarıyla ağaçların tepesinde otlayan sauropodların tapınak sütunlarını andıran bacakları, bunların kaç ayak üzerinde yürüdükleri konusunda kuşku bırakmıyor. Korku filmlerinin vazgeçilmezi Tyrannosourus rex’in karidesinkini andıran çelimsiz kollarının da yürümek ya da koşmak için gelişmediği açık. Ancak yüz milyonlarca yıl dünyamıza egemen olmuş bu canlıların irili ufaklı türlerinin nasıl yürüdükleri konusundaki bilgilerimiz o kadar berrak değil. Bu bilgileri ya paleontologların sınırlı sayıda buldukları fosil parçalarına getirdikleri yorumlardan, ya da dinozor ressamlarının düş güçlerinden ediniyoruz. Dev Yumurtalar Dinozorlar yumurtluyorlardı. Kimi dinozorların da kuşlar gibi kuluçkaya yatıyor olmaları gerekir. Yuvalarının çoğu kalın bir bitki katmanından oluşuyordu. Bu bitkilerin mayalanması hem sıcaklık hem de nem sağlıyordu yumurtalara. Dinozorların yavruların yetiştirilmesinde geliştirilmiş bir eğitim dizgesine sahip bulundukları, dahası bir tür tekeşlilik uyguladıkları varsayılabilir. Yumurta çatladığında alabildiğine kırılgan olduklarından, ana babanın yavrulara göz kulak olması gerekliydi. Bir bakıma yavruların yumurtadan çıkmalarına, hareket etmelerine, korunmalarına bin bir özen gösteren timsahlar gibi. Uzun dönemli yavru bakımı konusundaki en iyi ve en yeni kanıt, 2007 yılında ABD’nin Montana Eyaleti’nde toprak içindeki yuvalarında fosilleşmiş olarak bulunan bir dinozor ailesine ait. Kalıntıları birbirine geçmiş durumdaki bu aile, bir yetişkin, iki de genç dinozordan oluşuyor. Bu fosilleri önemli kılan bir başka özellik de, dinozorların kazıcı canlılar olmadıkları yönündeki baskın görüşü yıkıyor olması. Zira iskeletler tam olmasa da hayvanın 2,1 metre boyunda (yarıdan çoğu kuyruk olmak üzere) burun kısmının geniş, omuz ve kalça bölgesinin de oldukça güçlü ve kazmaya uygun yapıda olduğu anlaşılıyor. Bunun yanında, araştırmacıları yuvayı kazanın dinozorların kendisi olduğuna ikna eden bir başka ayrıntı da, bir odacıkta sonlanan “S” biçimindeki sığınak-yuvanın iki metreyi biraz aşıyor olması; yani neredeyse tamı tamına yetişkin dinozorun uzunluğunda. Dinozorların yavruları nasıl besledikleri henüz net olarak bilinmiyor. Ana babaların kendi yediklerini çıkarıp yavrulara verip vermedikleri, ya da bunların yuva çevresindeki bitkilerle tek başlarına beslenip beslenmedikleri araştırılıyor. Yavruların, büyürken birkaç çevresel ortam değiştirdikleri varsayılıyor. Acı Son 165 milyon yıl boyunca dünyaya hakim olmuş bu canlılar 65 milyon yıl önce Kretase’nin sonlarında yok oldular. Bugün bilim insanları tarafından genel anlamda kabul gören varsayım, Meksika’nın Yucatan bölgesine düşmüş olan bir göktaşının dinozorların sonunu getirdiği yönünde. Bu varsayımın genel olarak kabul görmesinin nedenlerinden başlıcaları, Yucatan’da bulunan Chicxulub Yanardağı ağzının 200 kilometre genişliğinde ve 65 milyon yıl öncesinden kalmış olması, bu bölgede yalnız uzaydan gelmiş taşlarda yüksek oranda bulunan bir madde olan iridyumun izlerine rastlanması ve çok yüksek basınç sonucu oluşabilen değişimlerin gözlenmesidir. Kurama göre çarpmanın sarsıntısı çok büyük bir toz bulutu oluşturmuş, güneşi kapatmış, sıcaklığı 0 derecenin altına düşürmüştür. Işık yoluyla soğuma, fotosentezi yavaşlatmış, bu, bitkileri öldürmüş böylece bütün besin zinciri bozulmuş, önce bitkilerle beslenen otoburların, ardından onlarla beslenen etoburların ölümüne neden olmuştur. Bir başka kurama göreyse, dinozorları yok eden etkinin nedeni yanardağlardır. Bu kurama göre de, Yucatan’da gözlenen ve yerkabuğunda bulunmayan iridyum izleri, uzaydan gelen bir göktaşını destekler gibi görünse de, yerkabuğunda bulunmayan iridyum yerkürenin derin katmanlarında bulunmaktadır. Büyük yanardağ patlamalarıyla magmanın yukarı doğru itilmesi de bu madeni yüzeye çıkarmış olabilir. Hindistan’ın kuzeybatısında, Dekkan’da, 4 metre kalınlığında lav akıntısı izine rastlanmıştır (bu da yaklaşık 2 milyon metreküp lav demektir). 700 bin yıl boyunca etkinliğini sürdürmüş, gerçekten çılgında bir yanardağ püskürmesidir söz konusu olan. Senaryoya göre püskürmeler sonucu toz bulutlarıyla korkunç boyuttaki karbon gazı dünya iklimini altüst etmiş, yağmurlarla okyanusları aside boğmuş, fotosentezi bozmuştur. Dinozorlar gittikten sonra Dünya, beslenmek için canlı bitkilere en az bağımlı grup olan küçük memelilere kalmıştı. Daha önceki bir derlememde de belirttiğim gibi, dinozorlar yok olmasaydı belki de “Homosapiens”e giden süreç gerçekleşmeyecekti. Kaliforniya, Pasena’daki jet itki laboratuarı bilim adamlarından Kevin Baines, “Dinozorlar ortadan kalktığı için biz varız. Çünkü etçil dinozorlar gezegende kol gezdiği müddetçe bizim insansımaymun benzeri atalarımızın evrimleşmesi imkansızdı. Zeki olabilmeleri için hayvanların belli bir büyüklüğe ulaşmaları gerekir ve o büyüklüğe ulaşmadan hepimiz yenmiş olacaktık” demiş. Kaynakça : Bilim ve Teknik Dergisi / Nisan/2007 s:13 Bilim ve Teknik Dergisi / Kasım 2005 s:67 Bilim ve Teknik Dergisi / Eylül 2005 Bilim ve Teknik Dergisi / Aralık 2004 Bilim ve Teknik Dergisi / Ekim 1993 http://www.biltek.tu...ojik/index2.htm National Geographic Türkiye Mart/2003 s:18 Hayvanların En Güzel Tarihi/T.İş Bankası Kültür Yayınları s:35-39 yam_yam Şubat/2008
-
Kurana göre kız çocuklarının evlilik yaşı
O temeli İslam'dan çok çok önce Babil Kralı Hammurabi atmıştı zaten...
-
Kurana göre kız çocuklarının evlilik yaşı
"Sünnet" nedir sayın ftoyd? Bu kelime size ne ifade ediyor? TDK'na göre "Hz. Muhammed'in Müslümanlarca uyulması gerekli sayılan davranışları ve herhangi bir konuda söylemiş olduğu söz." olarak ifade ediliyor. Yani Muhammed'in yaptıkları müslümanlar için İslam'a en uygun davranıştır; müslümanların da o davranışları örnek alması beklenir. Kaldı ki hiç bir dönemin ahlaki normlarının İslam ve Sünnet ile çelişmemesi gerekir. Bu ülkede sübyancılık üzerine bir anket yapılsa, büyük farkla en aşağılık suç olarak gösterilecektir. Ancak nasıl bir ironiyse, başta Doğu Anadolu olmak üzere hemen her bölgemizde kız çocuğunun 15 yaşın altında olduğu evliliklere sıkça rastlanmaktadır. Üstelik, büyük çoğunluğu müslüman olduğu söylenen bir ülkede internet üzerinden çocuk istismarına en çok rağbet gösteren ülkelerden biri olduğumuz gerçeği de cabası.. Evet bu bir kültür sorunudur. Ancak genelde kültürler, dini ritüeller ve motifler üzerine kuruludur. Eğer dini gelenekler bir uygulamayı olağan, hatta örnek alınacak bir davranış olarak sunuyorsa, bu uygulamayı ortadan kaldırmak çok zor olacaktır. Şimdi pek çok arkadaşımız İslam'da böyle bir geleneğin olmadığını, bunun tamamen bir çarpıtma, uydurma ve islamdan soğutma çabası olduğunu iddia edeceklerdir. Ancak bakın pek çok kişinin baştacı olan Fethullah Gülen bile inkar etmiyor: "O, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ahirete irtihal buyurduklarında daha yirmi küsur yaşlarındaydı: 8-9 yaşlarında iken kadınlık âlemine bir mürşide ve bir muallime olarak İnsanlığın İftihar Tablosu'nun saadet hanesine girmiş...." -http://tr.fgulen.com/content/view/13309/3/-
-
Kurana göre kız çocuklarının evlilik yaşı
Bu durum da çocuk yaşta evliliklerin onaylanabileceği anlamına mı geliyor öyle mi? Pes...
-
Küfre sapmışlar, şöyle derler;
Acaba gerçekten öyle mi; yani Dünya'da ne varsa her şey insanın işine yarıyor da, başka canlıların işine yaramıyor mu? Böyle bir genellemenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Bir "cam" ın varolma sebebi, insanın alet kullanabilme yeteneğine sahip olmasıdır. Bunu yalnızca zeka ve bilinç ile ilintilemek de doğru değildir. Bunun yanında, insan elinin alet yapabilme ve kullanabilme yetisine yetecek kadar gelişmiş olması da vardır. Birazcık antropoloji ile ilgilenirseniz, insan zekasının, alet kullanımı ile birlikte paralel olarak geliştiğini görebilirsiniz. İnsan zekası alet kullandıkça gelişmiş, zeka geliştikçe kullanılan alet sayısı da çeşitlenmiştir. Konuşmaya uygun gırtlak ve ağız yapısı sayesinde geliştirilen dil yeteneği de zekanın ve bilincin gelişiminde önemli rol oynamıştır. Doğa bizden daha akıllı bir yaratık neden yaratamıyor? Bir canlının belli bir bilinç ve zeka düzeyine erişebilmesi için (en azından Dünya yaşamı için) belirli kriterler var (Örn:beynin fiziki yapısı ve büyüklüğü, dil ve alet kullanabilme yetisi vs) . Bu kriterler de şu an için yalnızca insanda var. Ancak çok düşük seviyede de olsa diğer bazı canlılarda da bilinçten bahsetmek mümkün. Örneğin bilincin ilk adımını "kendinin farkında olmak" olarak düşünürseniz, yapılan bazı deneylerde şempanzelerin aynada akislerinin kendileri olduğunu farkettiklerini söyleyebiliriz. Ya da bazı hayvanların alet kullanabildiklerinden, hatta yapabildiklerinden (Türünü hatırlamadığım bir kuş [papağan olabilir] bir tel parçasını gagası ile çengel haline getirip onu kullanabiliyor) bile bahsedebiliriz. Son olarak, Dünyamızı ziyaret eden yabancı cisimler ve uzaylılar varlığı konusuna din olgusu kadar uzağım. Eski çağlarda insanlar, şeytan, hayalet, kutsal kişiler ve varlıklar gördüklerini iddia ederlerdi. Artık zaman değişti... Şimdi yeni trend ufolar.. Açıkçası bir tanrıya ne kadar inanıyorsam, ufolara da ancak o kadar inanıyorum...
-
künhü'l-ahbâr...
Ne inanılmaz bir tespit.. Kutlarım ! Zaten genel olarak İlhan Selçuk'un gözaltına alınmasına gelen tepkiler, 83 yaşında birinin çete üyesi olamayacağı yönündeydi değil mi? Siz gündemi nereden takip ediyorsunuz *****?
-
Bu halk sahipsiz bir suru degil, halkin sesi duyulmali!
Değil %50 oy almış olmak, %100 de oy alsanız, bu durum sizi yasaların üzerinde bir yere taşımaz. Bu partiye verilen oyların tamamı, antidemokratik/antilaik bir anlayışın ürünü olduğunu göstermediği gibi, öyle olsa dahi çoğunluk kendini uçuruma sürüklemek ya da sürükletmek istiyorsa buna engel olmak da insanlık gereğidir.
-
Sosyal Güvenlik Reformu
Hükümet, Sosyal Güvenlik Sistemi'ni rahatlatmak adına kayıtdışı istihdamın önüne geçebilirdi; "velev ki" son seçimlerde işveren kesiminin büyük desteğini almasaydı.. Yalnızca 10.000 asgari ücretliyi kayıt altına almak, işsizlik fonu hariç aylık 2.000.000 YTL prim demek.. 775.000 YTL Gelir vergisi de cabası.. Ancak hükümet, işvereni rahatsız edecek bu tür adımlar atmaktansa, emekçi kesimin geleceğini karartan, emekçiyi işi bittikten sonra buruşturup çöpe atılacak köleler haline getiren bir yasa hazırlamıştır. Bu yasanın bu haliyle kabul edilmesi mümkün değildir. Gerekli tepkiyi yalnızca işçi sendikalarından beklemek hata olur; bu yasanın önüne geçmek için herkesin örgütlü bir tepki göstermesi şarttır.
-
Küfre sapmışlar, şöyle derler;
Yıldızlar hakkında sizden çok daha fazlasını bildiğimden şüphem yok. Kutup yıldızından yön bulmak için faydalanmak başkadır, kutup yıldızının varlık nedeninin sen yönünü bulasın diye olması başka.. Hiç mi akletmezsiniz?
-
Küfre sapmışlar, şöyle derler;
Kainatı sorguladığımda ortaya ne çıkıyor? Hımmm.. Bir bakalım ne çıkıyor: Üzerinde yaşadığım Dünya yaklaşık 4,5 milyar yıl yaşında... İnsan (sı) ise bu sürenin neredeyse binde birlik bir zaman diliminde görülüyor. Belli ki Dünya, insan için varolmamış... "Dünya nasıl oluşmuş acaba" diye bakıyorum, karşıma Güneş'in etrafındaki gaz ve toz bulutlarının sıkışmasıyla başlayan uzun bir süreç çıkıyor. Başımı çevirip gökyüzüne bakıyorum, kimi parlak, kimi sönük milyarlarca yıldız... "Yıldızlar nasıl oluşmuşlar acaba" diye bakıyorum, hidrojen ve helyum atomlarından oluşan yoğun gaz bulutlarının, kütleçekimi etkisiyle sıkışmasıyla başlayan yine uzun bir süreç çıkıyor.. "Ama..." diyorum, "bana böyle söylememişlerdi." Bana; "Emrimiz ancak bir tek emirdir. Göz kırpması gibidir. (Anında gerçekleşir.)" (Kamer 50) diyen bir tanrıdan bahsetmişlerdi. Evreni biraz sorgulayınca, anında gerçekleşen hiçbir şeyin olmadığını görüyorum. Üstelik bu tanrının, oluşumu milyonlarca yıl süren ve çoğunu göremediğimiz yıldızları bakın ne için yarattığını söylemişlerdi: "Kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye yıldızları sizin için yaratan O'dur." (En'am 97) Kainatı sorguladığımda, bana anlatılan tanrının bir masal olduğu çıktı ortaya.. Hem de öyle yalnızca çocuklara anlatılan değil, büyük küçük herkese anlatılan bir masal..
-
Güneş sisteminin dokuzuncu gezegeni ....
Açıklama yok.. Keşif yok.. Japon bilim adamları bilgisayar simulasyonlarına dayanarak 9. bir gezegen olabileceğini düşünüyorlarmış. Olabilir.. Saçma olan 9. bir gezegenin bulunması değildir; saçma olan, Dünya'dan daha küçük kütleli bir gök cisminin, iddia edilen mesafeden Güneş'te gözlenebilir etkilerinin olduğunun söylenmesidir. Saçma olan Marduk'tur.. Elmalarla armutları karıştırıp safsata üretmeyin.. Hala uçan adamın gerçek olduğunu düşünüyorsanız yapacak bir şey yok. Bir de David Copperfield'in gösterilerini izleyin derim.. Adam çok daha fazlasını yapıyor; uçuyor, insanı ortadan ikiye bölüyor, koca koca cisimleri yok ediyor falan filan.. Tüm bunlara bakıp bakıp bilimin ne kadar yetersiz olduğunu düşünebilir, cevapları uydurma mitolojilerde arayabilirsiniz.. Keyif sizin.. Bknz: -http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/index.php?kategori_id=4&soru_id=5171- Akıllılık göreceli bir kavramdır.. Bilimsel yöntemden şaştığınız sürece başkalarının çıkarlarına alet olmanız kaçınılmazdır. Ayrıca verdiğiniz linktede herhangi bir şey yok..
-
Güneş sisteminin dokuzuncu gezegeni ....
"Akıllı insanlar saçma şeylere inanır çünkü onlar akıllı olmayan nedenlerle vardıkları inançları savunmada yeteneklidirler."
-
Güneş sisteminin dokuzuncu gezegeni ....
Bu soruya bile gerek yok aslında.. Bir beyaz cüce ile gezegeni aynı sınıfa koyarak "kristal gezegen" tanımının yapılması astronominin neresinde olunduğunu gösteriyor zaten..
-
Güneş sisteminin dokuzuncu gezegeni ....
Hadi ama, görmemiş olamazsın sevgili Yarasa.. Hiç Superman filmi de mi izlemedin? Örneğin Kripton gezegeni kristal bir gezegendi.