Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

yam_yam

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.202
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    9

yam_yam tarafından postalanan herşey

  1. "Ey îmân edenler! Belirli bir vâdeye kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın Bunu, aranızda bir kâtib doğru olarak yazsın Erkeklerinizden iki de şâhid tutun Eğer iki erkek bulunmazsa, şâhidlerden kendilerine güvendiğiniz bir erkek ve -biri unutunca diğerinin hatırlatması için- iki kadın yeter" Bu bir ayrım değil midir? "Trajikomik" kelimesini tam olarak kavrayabilmek için, yukarıdaki ayette ifade edilenleri makul gösterme adına ortaya konan bahanelere de bir göz atabilirsiniz...
  2. yam_yam

    Bilimsel Ateizm Balonu

    Bilimden zerre nasiplenmemiş insanların, kutsal kitapların tanrının sözüymüş gibi aktardıkları "eskilerin masalları"nı bilimsel gerçekmiş gibi gösterme çabalarına sık sık şahit oluruz. Göğün, kitabın sahifelerini katlar gibi katlanacağı masalını "Big Crunch" olarak adlandırılan teoriyi destekler gibi göstermek hem bilimsel hem de tarihsel yetersizlikten kaynaklanmaktadır. Bilim tarihini okuyanlar, bu masalların tarihini ve bilim insanlarının bu tip masalları yıkmak adına gösterdikleri çabalar neticesinde ne tür sıkıntılara katlanmak zorunda kaldıklarını da iyi bilirler. İsterdim ki bu arkadaşlar önce genel bilim konularını özümsesinler ve fikirlerini de bu özümsenmiş bilgiler üzerinden beyan etsinler. Bu şekilde kendimizi hem daha sağlıklı, hem de daha nitelikli tartışmaların içinde bulabilirdik. Ancak yukarıda yazılanlarda neyi nasıl tartışacaksın? Göğün yeryüzüne bir tavan olduğunu sanan ilkçağ insanlarının inançlarını, günümüz bilimsel verileriyle kıyaslamak, hele hele bu verilerin ilkçağ inançlarının gerçekliğinin göstergesi olduğunu öne sürmek hangi akilane yöntemle izah edilebilir? Görülmeyen, hissedilmeyen, maddi olmayan bir takım varlıklar olduğunu öne sürüp, bu varlıkları, şu an bilimsel bir değeri olmayan ve tamamen matematik oyunları neticesi ortaya konmuş takyon adlı sanal parçacıklarla savunmaya çalışmak ne tür kaygıların eseri olabilir? Üstelik takyonların hangi özellikleri "eskilerin masalları"nda anlatılanlarla uyumluluk göstermiş ki bu türden bir savunma içerisine girilebiliyor? Absürdlükler deryası içinden alınmış bir kelimeyi, Türkiye'nin en üst seviyesindeki bilim kurumuna "boncuk bulmuş" edasıyla sunmak da ancak bize has bir özellik olsa gerek...
  3. Bu güzel tebrik kartını çok geç gördüğüm için gerçekten üzüldüm... Çok teşekkürler sevgili birce...
  4. yam_yam

    MARDUK SÖYLENCESİ

    Beğendiğinize sevindim sayın erdogan...
  5. yam_yam

    MARDUK SÖYLENCESİ

    Bu güzel yorumunuz için teşekkürler sayın ChatMaster.. Konuya fırsat buldukça devam etmeyi düşünüyorum, umuyorum yakın zamanda devamı gelecektir...
  6. yam_yam

    MARDUK SÖYLENCESİ

    MARDUK SÖYLENCESİ “Kültürel motiflerimiz, eğitim sistemimiz, iletişim medyamız bu hale getirmişti onu. Toplumda kabul gören savlar, sahte ve yanıltıcı olanlardı. Buckley’ye gerçek bilimi ucuz taklitlerinden ayırt etme yöntemi hiç öğretilmemişti. Bilimin nasıl işlediğinden tümüyle habersizdi.” Yukarıdaki ifadeler ünlü gökbilimci Carl Sagan’a ait.(1) Sagan bu ifadeleri , bindiği bir takside kendisine metafizik konulardan bahseden şöförü anlattıktan sonra kullanıyor. Ardından da ekliyor : “Araştırmalar, Amerikalıların yüzde 95’inin “bilim cahili” olduğunu gösteriyor. Bu, bir köleye okuma yazma öğretmenin çok ciddi cezalarla yasaklandığı İç Savaş öncesi dönemde, neredeyse hepsi köle olan Afrikalı-Amerikalıların cehalet oranıyla aynı.” (2) Ne yazık ki bu durum yalnızca Amerika için geçerli değil. Üstelik “Amerika’da bile durum buysa, diğer coğrafyalarda nasıl olduğunu düşünmek bile istemiyorum” diye söylenmeden edemiyorum. Üniversite eğitiminin nüfusumuza oranla çok düşük kaldığı ülkemizde, gelecek nesillerin yetiştirilmesinden sorumlu öğretmen adaylarımızın durumu da pek umut verici değil. 2007 yılında ODTÜ Eğitim Fakültesi’nde 18 bin öğrencinin yüzde 53,4’ü bilimin güncel hayatta karşılaşılan sorunlara cevap vermede yetersiz kaldığı durumlarda ‘din’ i en güvenilir kaynak olarak niteliyor. (3) Yüzde 11,6’sı da metafizik ve parapsikoloji olarak nitelemiş. “Hiçbiri” diyenlerin oranı yalnızca 35,1. Ancak üniversite öğrencilerinin büyük bölümünün evrim teorisini dini kaygılarla kabul etmediğini düşündüğümüzde, baz durumlarda dinin bilimin önüne geçtiğini de görüyoruz. Araştırma da dikkat çeken noktalardan bir diğeri de, öğrencilerin ders kitapları dışında okudukları kitap türlerine ilişkin verdikleri cevaplar… Yüzde 77,2 Roman , yüzde 36,4 Tarih ve yüzde 28,7 dini kitaplar. Bu rakamları gördükten sonra popüler bilim kitaplarının kitapçı raflarında neden hacimsiz kaldığı daha net anlaşılıyor. Ne yazık ki bu tablonun oluşmasında, Carl Sagan’ın da dediği gibi kültürel motiflerimiz ve eğitim sistemimiz yanında iletişim medyamızın da büyük payı var. “Mars’ta yaratık bulundu” gibi absürd haber(!)ler , çok önemli bilimsel buluşlardan bile daha fazla yer kaplıyor basında. Haber sitelerinde bu tür haberlerin altına yazılan okur yorumlarını ise özellikle okumanızı öneririm. Zira o yorumlar bizim bir aynamız gibi; konunun neresinde olduğumuzu tam anlamıyla görmemizi sağlıyor. Dünya Dışı Yaşam Kuşkusuz Dünya dışı yaşam konusu da insanların en çok ilgi gösterdiği konuların başında geliyor. Bilimin bu konuda çalışmaları olmakla birlikte ne söylendiği belli ; “Henüz bilmiyoruz…” Ancak bu cevap pek çok insan için yeterli değil. Bunun bilincinde olan bir takım çevreler de (özellikle “Ufocular”) , evrende başka canlılar olabileceği varsayımını istismar ederek kazanç sağlama peşinde. Bu konuda kitaplar yazılıyor,internet siteleri kuruluyor, hatta hatta müzeler açılıyor. Bugün dünya üzerinde pek çok insan Dünyamızın sıklıkla ‘UFO’ lar tarafından ziyaret edildiğine inanıyor. Bazıları daha da ileri giderek uzaylıların insanlarla iletişime geçtiğine, hatta insanları kaçırarak üzerinde araştırmalar yaptıklarına inanıyorlar. Özellikle Amerika’da yaygın olan bu inanış, istatistiklere de “Amerikalıların yüzde ikisi, çoğunluğu sürekli olmak üzere, başka dünyalardan gelen varlıklarca kaçırılıyormuş” (4) şeklinde yansıyor. Dünya dışı yaşam fikri aslında çok eskilere dayanmıyor. Bu fikrin ortaya çıkışı, 19.yüzyılda Mars’ı gözleyen ve gözlem sonuçları olarak Mars’ta kanallar olduğu savını ortaya atan Percivall Lowell’a bağlanabilir. (5)O tarihten sonra da Marslılar fikri hızla popülerleşmişti. Pek çoğumuz “Marslıları” konu edinen filmlerden en az birini izlemiştir. Yakın zamana kadar, Mars yüzeyindeki bir tepeciğin insan yüzüne benzer bir görüntü sergilemesi nedeniyle, bunun Dünya dışı canlılar tarafından yapıldığı ve insanlara bir mesaj olduğu yönündeki fikre sahip insanlar hiç de az değildi. Neyse ki gelişen teknolojinin de etkisiyle Mars’ın o bölgesinin daha ayrıntılı bir fotoğrafı çekilmiş ve bunun yalnızca bir göz yanılgısı olduğu ortaya çıkmıştı. (Bknz: 6) Marduk Söylencesi Uzunca bir süredir Güneş çevresindeki bir turunu 3600 yılda tamamlayan ve yakında Dünya’nın çok yakınından geçerek yeryüzünde çeşitli doğal afetlere neden olacağına inanılan bir gezegenden bahsediliyor: Marduk. Marduk aslında Babil ve Asurluların yaradılış destanlarında yer alan, tanrıların en bilgesi ve güçlüsüdür. Kötü tanrı Ti’âmat’ı öldürmesi için özel olarak görevlendirilen ve onu öldürerek Babil şehrini kuran, yeri ve göğü yaratan, kendisine destek veren iyi tanrılara hizmet etsin diye insan soyunu da yaratan tanrı. Ancak yazar Zecharia Sitchin 1976 yılında yayımladığı “12. Gezegen” adlı kitabıyla Marduk’a yeni bir tanımlama getirmişti. Sitchin’e göre Güneş sistemimizin Püton’un ötesinde bir başka üyesi daha vardı; Babillilerin Marduk, Sümerlilerin de Nİ.Bİ.RU adıyla tanıdığı , yaratılış mitinde göksel çarpışmanın kahramanı olarak anlatılan bir gezegen. Buraya kadar spekülatif de olsa masum bir iddia gibi görünebilir; ancak Sitchin’in iddiaları bununla sınırlı değil. Kısaca, Marduk gezegeninin 3600 yılda bir Dünya’nın yakınından geçtiği, bu gezegende insanlardan çok daha önce gelişmiş “Annunnakiler ya da Nefilimler” diye tanımlanan ve uzay gemilerine atlayıp gezegenler arası yolculuklar yapabilen canlıların olduğu, İnsanları kölelik yapmaları için DNA’larıyla oynadıkları primatlardan elde ettikleri, bu canlıların yaşam sürelerinin 30-35 bin yıl olduğu gibi sıra dışı iddialar öne sürmüş Sitchin. Sitchin’in bu iddialarını içeren kitabının oldukça ilgi çektiğinden şüphe yok. Günümüzde hala bu gezegenin olabileceğini düşünen insanların sayısı hiç de az değil. Sitchin bu iddialarının kaynağının Sümer, Babil, Asur gibi eski Mezopotamya uygarlıkları olduğunu öne sürüyor. Bu uygarlıkların yazılı miraslarından bolca alıntı yaparak, iddialarını destekleme yoluna gitmiş. Bu alıntıları yorumlarken de hayal gücünün sınırlarını zorlayan yorumlar çıkmış ortaya. Bu noktada Sitchin’in pek çok iddiasının spekülatif olduğunu söylemeye gerek yoktur sanırım. Ancak bu tür iddialar içerisinde sık sık “bu bulgular Eski Ahit ve İncil’i doğrular niteliktedir” türü ifadeler kullanması oldukça rahatsız edici. Türkiye’de Sitchin’in açtığı yoldan ilerleyerek Marduk’u doğrulama adına “2012: Marduk’la Randevu” adlı kitabı yazan Burak Eldem bile, Sitchin’i şu sözlerle eleştiriyor: “Sitchin bütün bu yorucu çalışmayı, aslında bir tek saplantı uğruna gerçekleştirmiştir: Musevi inançlarını ve Eski Ahit’i doğrulamak; İbraniler’i Sümerler’in mirasçısı yaparak “seçilmiş halk” motifine tarihsel destek sağlamak! Bu uğurda, son derece zekice yakalanmış ve titizlikle oluşturulmuş bir incelemeye semitik milliyetçiliğin ve dindarlığın gölgesini düşürür.” (7) Burada Sitchin’in tüm iddialarına yanıt vermek mümkün değil; zira daha önce de belirttiğim gibi pek çoğu tarih mirası metinlerin zengin bir hayal gücü ile yorumlanmasından kaynaklanan spekülatif iddialar. Ancak bazılarına değinmek istiyorum. 12.Gezegen Sitchin, Sümerler’in astronomi konusunda günümüz toplumundan daha ileride olduklarını iddia ediyordu. Bunu “12” rakamının Sümerlerdeki öneminden bahsettikten sonra şöyle dile getiriyor: “Bu güçlü, kesin 12 sayısı nereden kaynaklanıyordu? Göklerden. Çünki güneş sistemi, yani mulmul, bizim bildiğimiz gezegenlere ek olarak, Anu’nun gezegenini de içermekteydi;… İnsanlığa Dünya’nın gerçek yapısını ve gökleri öğreten Nefilimler, kadim gökbilimci rahiplere sadece Satürn’ün ötesindeki gezegenleri bildirmekle kalmamış, en önemli gezegenin, gelmiş oldukları gezegenin varlığını da öğretmişlerdi: ONİKİNCİ GEZEGEN.” (8) Burada dipnot olarak söylemem gereken 12 sayısına ulaşılırken Güneş Sistemi’ndeki 9 gezegen (artık sekiz), Ay, Güneş ve Marduk dahil ediliyor. Ay ve Güneş’in dahil edilmesi ise Sümerler’in gökyüzü hesaplamaları yaparken Ay ve Güneş’i de hesaba kattıkları iddiasından kaynaklanıyor. Sitchin adı geçen kitabını yazdığında Güneş Sistemi’nde 9 gezegen olduğu kabul ediliyordu. Ancak Uluslar arası Astronomi Birliği 2006 yılının Ağustos ayında toplanarak, Plüton’un artık gezegen olarak tanımlanmayacağını karara bağladılar. Bunun nedeni de Kuiper Kuşağı’nda tespit edilen ve Plüton’dan daha büyük oldukları anlaşılan gökcisimleri oldu. Eğer Plüton gezegen olarak tanımlanacaksa, bunlar da gezegen olarak tanımlanmalıydılar. Zira 2005 yılında keşfedildiği duyurulan Eris’in kütlesi Plüton’unkinden %27 daha fazla, çapı da %8 daha genişti. Sitchin’in iddia ettiği gibi Sümerler’e gezegenler hakkında Dünya dışı canlılardan haber geliyor olsaydı, mutlaka Sedna ve Eris gibi cisimlerden de bahsetmeleri gerekirdi. Zira Sitchin’e göre Sümerler Plüton’u görmedikleri halde Plüton’dan haberdardılar. Öyleyse 12 sayısına neden Plüton’u dahil ettiler de, Plüton’dan daha büyük olan Eris’i dahil etmediler? Tıp Sitchin, Sümerler’in tıp konusunda da ileri olduklarını düşünüyordu. Evet Sümerler belki yaşadıkları çağa göre tıp konusunda oldukça ilerleme kaydetmişlerdi; ancak Sitchin Sümerler’in bu konudaki bilgilerini de Nefilimler’den aldıklarını ima ediyor ve şöyle diyor: “Sümer tıp metinleri, teşhis ve reçetelerle ilgilidirler. Bunlar Sümer doktorlarının asla büyü ve sihirbazlığa sığınmadıklarının kanıtıdırlar.” (9) Ancak Sitchin’in de zaman zaman alıntı yaptığı ünlü Sümerolog Samuel Noah Kramer, Sitchin ile aynı fikirde değildir. Kramer , Sümerli hekime ait bir tablet hakkında sihir ve büyüye başvurulmamasının ilginç olduğunu belirttikten sonra şöyle devam ediyor: “ İÖ. Üçüncü binyılda Sümer’de hastalıkları iyileştirmek için büyü ve cin çıkarma ayinlerinin bilinmediği anlamına gelmez bu. Tam tersine, büyülü sözlerin yazılı olduğu ve yazıtların yazarları tarafından da böyle olduğu belirtilmiş altmışa yakın küçük tabletten açıkça görüldüğü üzere böyle uygulamalar yapılıyordu. Sümerler, daha sonraki Babilliler gibi, birçok hastalığı hastanın bedenindeki zararlı cinlere bağlıyorlardı.” (10) Kramer, Sümerler’in tıp konusunda (En azından Sitchin’in sandığı kadar) ileride olmadıklarını da şöyle ifade ediyor: “Kadim metnimiz bir açıdan fazlasıyla düş kırıklığı yaratıyor. İlaçların hangi hastalıklara iyi geldiğini belirtmediği için tedavi edici değerlerini denetleyemiyoruz. Sümerli hekim deney ve doğrulamaya başvurmadığına göre, büyük olasılıkla pek etkin değiller. Çoğu ilacın seçiminde kuşkusuz atalardan kalma, bitkilerin güzel kokma niteliğine duyulan sonsuz güvenin yansıması vardı.” (11) Birdenbire Çiftçilik İnsan birdenbire mi çiftçi oldu? Sitchin’e göre “Evet”. Sümerler’in de birdenbire ortaya çıktığını iddia ettiği gibi Sitchin insanoğlunun birdenbire çiftçi oluverdiğini iddia ediyor. Sümerler’in ve Sümer uygarlığının birdenbire ortaya çıktığı iddiasının cevabı ancak bir başka yazının konusu olabilir. Zira çok geniş ve spesifik bir konu. Ancak çiftçilik hakkında söyleyecek birkaç şey olabilir. Önce Sitchin’in iddiası: “İnsan, sonsuz başlangıcından sonraki bir çok milyon yıl boyunca doğanın çocuğu oldu; yabani bitkileri topladı, vahşi hayvanları avladı, vahşi kuşları ve balıkları yakaladı. Ama tam insanın yerleşimleri azalmaya, oturduğu yerleri terk etmeye, maddi ve sanatsal başarıları gözden kaybolmaya başlarken; tam o sırada, aniden, hiçbir bariz neden ve öncesinde bilinen aşamalı bir hazırlık yokken, insan çiftçi oluverdi. “ (12) Tahmin edebileceğiniz gibi Sitchin bu işte de Nefilimler’in parmağı olduğunu iddia ediyor. Ancak Sitchin, “aniden,hiçbir bariz neden ve öncesinde bilinen aşamalı bir hazırlık yokken” diyerek kendi cümlesi ile çelişkiye düşüyor. Zira “yabani bitkileri toplamak” çiftçiliğe başlamak için hem bariz bir neden, hem de aşamalı bir hazırlıktır. Bitkilerin evcilleştirilmelerini araştırırken, Jared Diamond’un “Tüfek, Mikrop ve Çelik” adlı kitabında çok önemli bilgilere ulaştım. İnsanların uzun alıntılardan çabuk sıkıldıklarını biliyorum. Ancak bu noktada uzunca bir alıntı yapmayı uygun buluyorum; zira bu konunun oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Üstelik sıkılmayacağınızdan da eminim. Hem bitkilerin nasıl evcilleştiğini görecek, hem de doğal seçilimi daha iyi kavrayacaksınız. Gerçekten insan nasıl olmuştu da bitkileri evcilleştirebilmişti? İşte yanıtı: “Bitki evcilleştirme, bir bitkiyi yetiştirmek ve böylece bilerek ya da bilmeyerek o bitkinin, insanlar için daha yararlı hale gelecek şekilde genetik değişikliklere uğrayarak yaban atalarından farklılaşmasını sağlamak biçiminde tanımlanabilir. ………. Bitkilerin evcilleştirilmesi işinin 10.000 yıllık bir geçmişi vardır. Kuşkusuz ilk çiftçiler aldıkları sonuçlara ulaşmak için moleküler genetik yöntemlerini kullanmadılar. İlk çiftçilerin yeni ürünler geliştirmelerine modellik edecek mevcut hiçbir ürün yoktu. Bu yüzden ne yaptıklarının farkında olamazlardı, sonuçta lezzetli bir yiyeceğe sahip oluyorlardı, o kadar. Öyleyse ilk çiftçiler hiç farkında olmadan bitkileri nasıl evcilleştirdiler? Değerli ürünler için evcilleştirme tarihleri büyük değişiklikler gösteriyor: Bezelye MÖ 8000 yılına gelindiğinde evcilleştirilmişti, zeytin MÖ 4000 dolaylarında evcilleştirildi, çilek ortaçağa kadar evcilleştirilmedi. Dünyanın pek çok bölgesinde yenebilir pelitleri için aranan bir ağaç olan meşe ağacı gibi, milyonlarca insanın çok değerli birer yiyecek saydığı ürünleri veren yaban bitkiler bugün hala evcilleştirilmemiştir. Peki niçin bazı bitkilere göre başka bazı bitkileri evcilleştirmek insanlar için daha çekici ve kolay olmuştur? Gelin evcilleştirme olayına bitki açısından bakalım. Biz bitkiler için binlerce hayvan türü arasında bilmeden onları ‘evcilleştiren’ bir hayvan türüyüz. İnsan da içinde olmak üzere bütün hayvan türleri gibi bitkiler de serpilebilecekleri bölgelere döllerini yaymak ve genlerini sonraki nesillere aktarmak isterler. Genç hayvanlar yürüyerek ya da uçarak yayılırlar ama bitkiler için böyle bir olanak yoktur, bu yüzden onlar da otostop yapmanın bir yolunu bulmalıdır. Bazı bitki türlerinin rüzgarla kanatlanıp uçabilen ya da su yüzeyinde yüzen tohumları vardır, ama bunun dışında başka pek çoğu tohumlarını, lezzetli bir meyvenin içine gizleyerek ve olgunlaşan meyvenin reklamını renk ya da koku aracılığıyla yaparak hayvanları kandırıp taşıtırlar. Karnı acıkan hayvan meyveyi ağzıyla koparır ve yutar, sonra yürür ya da uçar gider, daha sonra meyvenin atası olan ağaçtan uzak bir yerde tohumu ya ağzı yoluyla ya da dışkısıyla çıkarır. Bu yolla tohumlar binlerce kilometre uzaklara taşınırlar. Bitki tohumlarının bağırsağınızda sindirilmeye karşı direndiklerini ama dışkınızın içinden filizlendiklerini öğrenmek sizi şaşırtabilir. Yaban bitki türlerinden çoğunun tohumunun yeşerebilmek için önce bir hayvanın bağırsağından geçmesi şarttır. Örneğin bir Afrika kavunu türü sırtlan benzeri bir Afrika kurdu tarafından yenmeye öylesine uyum sağlamıştır ki bu türe ait kavunların çoğu bu hayvanların dışkıladıkları yerlerde yetişir. Hayvanları kendilerine çeken ‘otostopçu’ bitkilere örnek olarak yaban çileklerini düşünün. Çilek tohumları henüz daha olgunlaşmadığı, ekilmeye hazır olmadığı zaman tohumların üzerini kaplayan etli meyve yeşil, ekşi ve serttir. Sonunda tohumlar olgunlaştığında etli meyveler kızarır, tatlanır ve yumuşar. Meyvelerdeki renk değişikliği ardıçkuşu gibi kuşları çekmeye yarayan bir işarettir, kuşlar meyveleri koparır, uçar giderler, daha sonra ağızlarından ya da dışkılarıyla tohumları dışarı atarlar. Doğal olarak çilek bitkisi bekledi bekledi de ancak tohumları saçmaya hazır olduğu zaman kuşları kendine çekmek amacıyla harekete geçmedi. Ardıçkuşları da çilekleri evcilleştirmek gibi bir amaç taşımıyordu. Çilek bitkisi doğal seçilim yoluyla evrimleşti. Ham çilekler ne kadar yeşil ve ekşiyse o kadar az sayıda kuş, tohumları hazır olmayan meyveleri yiyerek tohumları ziyan etti; çilekler ne kadar kırmızı ve tatlıysa o kadar çok sayıda kuş onların olgun tohumlarını çevreye saçtı. Belli hayvan türleri tarafından yenip çevreye saçılmaya uyum sağlamış böyle sayısız bitki vardır. Nasıl çilekler kuşlara uyum sağlamışsa pelitler de sincaplara, mangolar yarasalara, bazı ayakotu türleri karıncalara uyum sağlamıştır. Bu süreç tüketicilere daha yararlı olacak şekilde ana bitkide genetik değişikliklerin meydana getirilmesi olarak tanımladığımız evcilleştirmenin bir yarısıdır. Ancak hiç kimse bu evrim sürecini ciddi ciddi bir evcilleştirme olarak tanımlayamaz çünkü kuşlar, yarasalar, başka tüketici hayvanlar tanımın öteki yarısını yerine getiremez; bilinçli olarak bitki yetiştiremezler. Aynı şekilde, yaban bitkilerin evrimleşip tarım bitkilerine dönüşmesi sürecinin ilk bilinçsiz evreleri, insanlar tarafından henüz bilinçli olarak yetiştirilmeyen bitkilerin, insanları meyvelerini yemeye ve tohumlarını dağıtmaya davet edecek biçimde evrimleşmesinden oluşur. Tıpkı Afrika kurtlarınınki gibi insanların dışkı yaptıkları yerler ilk bilinçsiz üreticiler için bir deneme çiftliği olmuştur. Dışkımızı yaptığımız yerler yediğimiz yaban bitkilerinin tohumlarını rastgele ektiğimiz yerlerden yalnızca bir tanesidir. Yenebilir yaban bitkileri toplayıp evimize getirirken kimileri yolda dökülür, kimileri evlerimizde. Bir meyve çürür, içindeki tohum hala çok iyi durumdadır, yenmeden çöpe atılır. Ağzımıza attığımız meyvenin parçası olan çilek tohumları çok küçüktür, kaçınılmaz olarak yutulur ve dışkımızla birlikte dışarı atılır, ama kimi tohumlar çok büyüktür onları yutmadan çıkarırız. Böylece bizim tükürük hokkalarımız,, çöplüklerimiz, dışkımızı yaptığımız yerlerle birlikte ilk tarım araştırma laboratuarlarını oluştururlar. Tohumlar bu laboratuarların hangisine düşmüş olurlarsa olsunlar bazı yenebilir bitkilerin tohumlarıdır; yani bir nedenle bizim yemeyi seçtiğimiz bitkilerin tohumları. Böğürtlen toplayıp yediğiniz günlerden hatırlarsınız, belli böğürtlenleri ya da böğürtlen fidanlarını seçersiniz. Sonuçta ilk çiftçiler etli meyvelerin büyüklerini ektikleri zaman onların büyük bir olasılıkla daha büyük meyveler vereceğini bilmiyorlardı ama bilerek tohumları ekmeye başladıkları zaman elbette toplamak için seçtikleri bitkilerin tohumlarını ekeceklerdi. Sonuç olarak, sıcak nemli bir günde, sivrisineklerin arasında böğürtlen toplamak için dikenli bir çalılığın içine girecekseniz herhangi bir böğürtlen çalısının içine girmezsiniz. Bilmeyerek de olsa hangi çalının daha umut verici olduğuna, buna değip değmeyeceğine karar verirsiniz. Elbette ki bir ölçütünüz büyüklüktür. Büyüklerini seçersiniz, çünkü bir takım küçük kötü çilekler için güneşte yanmaya, sivrisineklere yem olmaya değmez. Tarım bitkilerinin yaban atalarına göre niçin daha büyük meyvelerinin olduğu gerçeğini bu bir oranda açıklamaktadır. Özellikle süpermarketteki çileklerin, yabanmersinlerinin kırda yetişenlere göre ne kadar iri olduğunu hepimiz iyi biliriz; bu farklar ancak son yüzyıllarda ortaya çıktı. Baka bitkilerdeki böyle büyüklük farkları,ekili bezelyelerin,insan eliyle seçilim yoluyla, yaban bezelyelere göre on kat daha ağır olacak şekilde evrimleştiği döneme, tarımın ilk başlangıç dönemine kadar gider. Küçük yaban bezelyeler avcı/yiyecek toplayıcıları tarafından, tıpkı bugün bizim küçük yabanmersinlerini topladığımız gibi, binlerce yıl toplanmış, sonunda en güzelen büyük yaban bezelyelerin seçilip ekilmesi-yani çiftlik dediğimiz şeyin başlaması- bezelyelerin büyüklüklerinin her yeni kuşakta artmasına kendiliğinden katkıda bulunmaya başlamıştır.” (13) Sanırım Diamond’dan yaptığım bu alıntı, tarımın nasıl başladığı ve bitkilerin nasıl evcilleştirildiği konusunda yeterince açıklayıcı bilgiler içeriyor. Buradan da çiftçiliğin başlangıcının hiç de Sitchin’in dediği gibi “aniden,hiçbir bariz neden ve öncesinde bilinen aşamalı bir hazırlık yokken” olmadığı anlaşılıyor. Sitchin burada da diğerlerinde olduğu gibi kendi hayal gücü çerçevesinde oluşturduğu bir iddiayı desteklemek için tek taraflı bakış açısı sergilemiş. Ayrıca tarımın başlangıcında olduğu gibi Sümer uygarlığının başlangıcı için de “birdenbire uygarlık” tanımlaması yaptığını daha önce de belirtmiştim. Ancak Sitchin bu noktada bilginin güç demek olduğunu, yazının da bilgiyi aktarmak için en önemli araç olduğunu, ve yazıyı Sümerler’in bulduğunu göz ardı ediyor. Elbette yazı, bilginin doğru ve çok daha çabuk ulaşmasını sağlayarak Sümerler’in kısa zamanda üstün bir uygarlık kurmasının en önemli faktörüydü. Annunnakiler Sitchin Sümer tanrılarının aslında Marduk gezegeninde yaşayan Annunnakiler (ya da Nefilimler) olduğunu iddia ediyordu. Annunnakiler insanlardan çok çok önce gelişmişler ve Dünya’ya yaklaşan gezegenlerinden uzay gemilerine atlayarak Dünya’ya gider gelir olmuşlardı. Sitchin kitabında Annunnakiler’den sıkça bahsediyor.Bunu da yine eski Mezopotamya uygarlıklarının yazılı miraslarından alıntılarla yapıyor. Örneğin Sümerler’in tanrıları için biçtiği 30-35 binlik yaşam sürelerinin Annunnakiler’in gerçek yaşam süreleri olduğunu iddia ediyor. Bu sürelerin normal olabileceğini de şu şekilde ifade ediyor: “Bu kadar çok yıl yaşarız çünkü biyolojik saatlerimiz, Dünya’nın güneş çevresinde bu kadar çok dönmesine göre ayarlanmıştır. Bir başka gezegendeki yaşamın da o gezegenin devirleri tarafından “ayarlanmış” olduğu konusunda çok az şüphe olabilir. Eğer Onikinci Gezegenin Güneş çevresinde aldığı yol böylesine uzunsa, bir yörünge dönemini Dünya’nın 100 yörünge dönüşü yapmasıyla aynı zamanda tamamlıyorsa, o zaman Nefilimlerin bir yılı bizim 100 yılımıza eşittir. Eğer yörüngeleri bizimkinden 1.000 kat daha uzunsa, o zaman 1.000 Dünya yılı sadece bir Nefilim yılına eşit olur.” (14) Hayır… Bu kadar çok yıl yaşarız, çünkü hücrelerimiz belli sayıda çoğalabiliyor. Hücre içerisindeki kromozomların her iki ucunda bulunan ve “telomer” olarak adlandırılan DNA-protein kompleksinin her bölünme sonrası belli ölçüde kısalması, hücrelerin neden belli sayıda çoğalabildiklerini açıklıyor. Telomer uzunluğu kritik bir noktaya ulaşan hücre artık daha fazla çoğalamıyor; bu da “yaşlanmak” anlamına geliyor. Marduk’un 1 yılının bizim için 1000 yıl olması “zaman” ile ilgili bir konu değildir. Zamanın izafiliği güneş çevresinde atılan tura göre değil, hıza ve kütle çekimine göre değişir. Sümerliler tanrılarını insan görünümünde resmetmişlerdi. Oysa ki Dünya’dan bağımsız olarak uzayın herhangi bir bölgesinde insan ile aynı evrim sürecinden geçerek insan benzeri canlıların oluşma ihtimali neredeyse sıfırdır. Üstelik Güneş çevresindeki bir turunu 3600 yılda tamamlayacak bir gökcisminin, yörünge uzaklığına bakacak olursak yüzey sıcaklığının -240 derecenin üzerinde olması gerekir. Zira Resmi adı 2003 VB12 olan Sedna’nın bile, Güneş’e olan uzaklığı Plüton’un yaklaşık 3 katı kadar (yaklaşık 18 milyar km) ve sıcaklığı da -240° C. (15) Bu koşullardaki bir gezegende de yaşam olma ihtimali pek mümkün görünmüyor. Bir gezegendeki yaşam süresini, o gezegenin yıldızına olan uzaklığına bağlayıp diğer koşulları göz ardı etmek çok da gerçekçi bir yaklaşım olmasa gerek. Netice itibari ile Sitchin, eski Mezopotamya uygarlıklarının yazılı miralarında anlatılanları aslında yaşanmış gerçekler gibi sunmaya çalışmıştır. Örneğin “Burada, sadece, kadim metinlerde ilahi krallık için tanrılar arasında yapıldığı bildirilen savaşların, hiç tartışmasız meydana gelmiş olaylar olduğunu vurgulamamız yeterlidir.”diyebilmiştir. Oysa ki mitlerle, gerçekleri karıştırmamak gerekiyor. Zamanım kısıtlı olduğundan şimdilik bu kadarına değinebildim. Ancak devam etmeyi düşünüyorum. Sitchin’in diğer bazı iddialarına olduğu gibi Burak Eldem’in de bir takım iddialarına verilmesi gereken cevaplar var. Umuyorum onları da en kısa zamanda yeni bir yazı konusu yapacağım. Kaynakça: 1 - Carl Sagan / Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı s: 3 2 - Carl Sagan/ age s:5 3 - http://www.haber10.com/haber/103039/ 4- Carl Sagan age s:65 5- Bilim ve Teknik Dergisi Mart/2007 s: 103 6- http://www.bulutsu.org/ggg/?gun=070421 7- Burak Eldem / 2012: Marduk’la Randevu s:270 8- Zecheria Sitchin/12. Gezegen s:219 9- Zecheria Sitchin age s:46 10- Samuel Noah Kramer / Tarih Sümer’de Başlar s:90 11- Samuel Noah Kramer age s:89 12- Zecheria Sitchin age s:18 13 – Jared Diamond / Tüfek, Mikrop ve Çelik s: 150-154 14- Zecheria Sitchin age s:270 15- Bilim ve Teknik Dergisi Mayıs/2004 s:48
  7. İbrahim'in, babası için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi. Onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim, çok içli, yumuşak huylu bir kişiydi. Sayın ftoyd; Anlaşıldı ki siz de "işine gelen"cilerdensiniz... Bir önceki mesajınızda; "ilk yazdığınız ayette ki dost edinmeyin kelimesinin, aslında veli edinme, yani davranışlarda onları referans alma olduğunu daha önce arkadaşlar aktardılar yeterince.." diyerek tefsir örnekleri veriyordunuz, yalnızca bir mesaj sonra bakıyoruz ki tefsir düşmanı kesilmişsiniz... Ancak farkında olmanız gereken şey, İslam'a getirilen eleştirilere tefsirler olmadan cevap getiremeyeceğinizdir. Tefsirlerin taraflı yorumlarla yapıldığı bir gerçek. Ancak burada taraf olunan İslamdır. Unutmamalısınız ki, İslam'a toz kondurmama adına pek çok ayetin gerçek anlamı tefsircilerce örtülmektedir. Anlayacağınız tefsirler İslam'dan soğutmak için değil, İslam'a tutundurmak için taraflı yapılıyor. Bize küfür etmediğinizi mi sanıyorsunuz? Tanrı sözde "küfür etmeyin" diyor ama, Muhammed satır aralarında bize demediğini bırakmamıştır. Siz bu ayetleri her okuduğunuzda bize hakaretleri sıralıyorsunuz zaten. Ondan sonra da "küfretmiyorum" diyorsunuz... Bu ayetlere kalpten inandığınızı söylüyorsunuz ama, kalbiniz başka diliniz başka konuşuyor... "Kötü sıfatlar ahirete inanmayanlara aittir. En yüce sıfatlar ise Allah'ındır. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." Bazen göstermiş olduğunuz iyimserlik tebessüm etmeme neden oluyor. Kafir de olsalar iyilik yapanların Allah katında kabul göreceğini sanıyorsunuz. Ne de olsa "iyilik" ilahi bir kavramdır. Ancak tanrınız sizinle aynı fikirde değil ne yazık ki.. O çok egoist bir tanrı. Ne yaparsan yap, ağzınla kuş tutsan, kendisine inanmadıktan sonra bir değeri, bir hükmü yok. De ki: Amelleri en çok boşa gidenleri size bildirelim mi? Onların dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Oysa onlar güzel işler yaptıklarını sanıyorlardı. İşte onlar, Rabblerinin âyetlerini ve O'nun huzuruna çıkacaklarını inkâr etmişlerdir de bu yüzden iyilik altında yaptıkları bütün amelleri boşa gitmiştir. Artık kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız. (Kehf 103-104-105) İşte görüyorsunuz ya, İslam sandığınız gibi bir din değil... Sizin iyimser yaklaşımlarınız İslam için bir değer ifade etmiyor. İslam için "iyilik" kavramının bir önemi yok; İslam yalnızca taraftar toplama peşinde...
  8. Hala anlayamıyorsunuz değil mi? "Ey müminler! Babalarınızı, kardeşlerinizi, imana karşı küfrü benimseyip sevdikleri takdirde kendinize dost edinmeyiniz. Yani başkaları ve yabancılar şöyle dursun, velileriniz olan öz babalarınızı, öz kardeşlerinizi bile kâfirliği müminliğe tercih edip de sevgi duydukları takdirde, hele hele küfürden vazgeçme ümidi kalmadığı takdirde onları kendinize dost edinmeyin, sırdaş tutmayın, onları veli tanımayın, sizin üzerinizdeki velayet haklarını kabul etmeyin, ve onu kullanmalarına izin vermeyin, onların emirlerine uyup da küfre hizmet etmeyin, küfre yardımcı olmayın. Hasılı yakınlık duygusunun etkisine kendinizi kaptırıp da onları kendinize dost ve yardımcı saymayın, yakın akrabalığı, ve yakınların gözetilmesi hakkındaki ilâhî emirleri, yukarıdan beri durumları gözler önüne serilen müşriklerden berâete engel zannetmeyin. ve sizden her kim onlara dost olur dostluğu kabul eyleyip onların velayeti altına girerse, onların isteklerine uyup onlara yardım ederse, onlara bel bağlar, onlardan uzak durmazsa, işte onlar da (yani onların dostluğuna bel bağlayan ve velayetlerine sığınanlar da) o zalimlerden başkası değillerdir. Zira velayet hakkını ehlinin ve mevkiinin gayrine koymak da haksızlığı irtikâp etmektir. Allah böyle yapanlara da hidayet nasib etmez." Yukarıdaki alıntı Elmalı'nın ilgili ayet tefsiridir. Altını çizdiğim ifadeleri dikkatle okuyun, yeterince açıktır sanırım... Ne acıdır ki, kendinden olmayanlara karşı dostça duygular beslenmesini men etmiş bir din için hala "barış ve kardeşlik dinidir" denebiliyor.
  9. "Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir." (Tevbe 23) 'Anne ve babaya saygı ve sevgi' güzel ahlaklı olmanın temel taşlarından biriyse eğer, İslam'ın ahlakı sakat bir ahlaktır. Sakat bir ahlakı dikte eden bir öğretiyi, kendine hayat felsefesi olarak kabul etmiş birinden de ahlak dersi vermesi beklenemez. İki reşit insanın aynı yatağa girmesini ahlaksızlığın en büyüğü addedip de, sırf Allah'a inanmadığı için ana/babaya düşman olmayı erdem sayan bir öğretinin, yüz milyonlarca insan tarafından kutsal kabul edilmesi insanlık için ne büyük bir talihsizlik... Bana kutsal kitapları okumamı telkin etmeyin lütfen; Eski Ahit de dahil olmak üzere defalarca okudum, hala da okuyorum. Binlerce yıl önce yaşamış toplumların ilkel anlayışlarına kutsallık atfedilerek, insanlığın fikirsel gelişiminin önüne nasıl set çekildiğini üzülerek izliyorum. Günümüz toplumsal normlarının binlerce yıl önceki anlayışa göre şekillendirilmesi gerektiğini iddia edenleri üzülerek izliyorum. Bana "ukala" , "kendini beğenmiş" yakıştırması yapanların, kutsal kitapların muhteviyatından bihaber oldukları halde "tekrar okuyun" telkinlerini üzülerek izliyorum.... Konumuza dönersek; Suçu önlemek adına suç işlemek, adalet anlayışı ile örtüşmez. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Madde 5 : Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez. Bu maddenin umurunuzda olduğunu sanmıyorum; zira İslam'ın buna benzer 4-5 maddeyi daha ihlal ettiğini biliyoruz. Peki siz tüm bunları göz ardı ederken neye dayanarak ABD'nin Irak'ta yaptıklarını ya da İsrail'in Filistinlilere yaptıklarını "zulüm" olarak nitelendireceksiniz? İşkenceyi bir "suç önleme mekanizması" olarak kabul ediyorsanız, ABD'nin Irak'ta ve Guantanamo'da yaptıklarını da onaylıyorsunuz demektir. Bakın sözlerinizin ucu nerelere varıyor... "Ama ben bunu kastetmemiştim" diyeceksiniz.. Bence bir daha düşünün...
  10. Hırsızlık, semavi dinlerin ortaya çıkmasından çok önce de 'suç' olarak nitelendiriliyordu. Hırsızlığın kötü bir şey olduğunu kavramak için öncelikle bir tanrıya iman etme zorunluluğu teistlerin kendini kandırma yöntemlerinden biridir. Hırsızlar koğuşunda yatanların hepsinin ateist olduğunu mu sanıyorsunuz? Belirli bir ahlaki anlayışa sahip olmak için, bir tanrıya ihtiyaç olmadığı gerçeğini nedense kabullenemiyorsunuz.. 12 yıllık ateistlik de dahil olmak üzere, 30 yıllık hayatım boyunca kimseden bir şey çalmadım. (Durun...Bu doğru değil..İtiraf ediyorum, 8-10 yaşlarındayken komşunun bağından bir kaç salkım üzüm aşırmıştım.) Allah'tan korktuğum için değil, insana, daha da önemlisi kendime olan saygımdan dolayı. 'Allahsız' ların her türlü kötülüğü yapmaya hazır ve nazır olduğu önyargınız beyninize yapışmış bir kere. Biz ne yapsak söküp atamayacağız. Ancak hiç bir şey bilmiyorsanız İslam ülkelerine bakın... Bana suç oranı sıfır olan bir toplum gösterebilir misiniz? "İnsanlar dinlerini tam anlamıyla yaşasalardı olurdu" gibi abes bahaneler üretmeye kalkmayın. Tüm dünya ülkeleri ve dünya tarihi örnektir ki, din hiç bir zaman suçu önleyememiştir. Hatta pratikte uygulanamayacak kanıt yöntemiyle tecavüz gibi suçları teşvik bile etmiştir. Sonuç itibariyle bize Allah sevgisi değil, İnsan sevgisi lazım. Kendinden olmayan Ana/baba/kardeşe bile düşman olmayı salık veren İslam da, insan sevgisini sağlayabilecek en son kurumdur. Bu da böyle biline....
  11. "Din insanları zombileştiriyor" diyordum da inanmıyorlardı... Bir kişi "ben insanım" diyor ise, fikriyle de, zikriyle de, fiili olarak da bunun gereğini yerine getirmelidir. Ceza, bir takım "insansı"ların vandalist dürtülerini icra edecekleri ve bir takım "insansı"ların da yine vandalist dürtülerinin tatmini için stadyumları doldurmalarını sağlayacak bir olgu değildir. Ceza, bundan çok daha yüce bir amaca hizmet etmelidir. Bir görevi de adaleti sağlamak olan devlet, sağlıklı bir toplumun idamesi için çaba harcamaladır; sakat bir toplum oluşturmak için değil. Sizin savunduğunuz adalet anlayışı, hem fiziken hem de ruhen sakat bir toplum oluşmasına neden olur. Siz hürriyeti bağlayıcı cezaları süre olarak eleştirebilirsiniz; buna ben de katılabilirim. Ancak siz "3 yıl değil 5 yıl olmalıdır" ya da "8 yıl değil 15 yıl olmalıdır" gibi bir öneri sunmuyor, direkt olarak şiddet içerikli ceza öneriyorsunuz. Zira maksadınız üzüm yemek değil, bağcı dövmek...
  12. Konu şer'i hükümler olduğunda, aklıma nedense hep (nur içinde yatsın ) Babil kralı Hammurabi gelir... Kısas hükümleri de dahil olmak üzere, zamanına göre oldukça adil sayılabilecek hükümler içeren yasalar koymuştur Hammurabi. Daha sonra bu yasalar pek çok uygarlığı etkilemiş ve o uygarlıklar tarafından da benimsenmiştir. Kendinden yüzyıllarca yıl sonra gelen İslam da dahildir buna... Ben müslüman arkadaşları anlayamıyorum... Kendilerine baktığınızda, yüce bir anlayışları vardır; karıncayı bile incitmezler.. Ancak bir de bakıyorsunuz, tarihin derinliklerinde kalmış olmasını umduğunuz işkence yöntemlerini şuursuzca savunabiliyorlar. Daha ilginç olanı ise, recm cezasının Kur'an'da olmadığından bahisle bu cezanın uygulanmasına karşı çıkanlar var. Recm cezası barbarca, ancak el ve ayak kesmek son derece adil bir ceza... Suç ve ceza soyut kavramlardır, kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Ancak bir inanç uğruna binlerce yıl önceki suç ve ceza unsurlarını savunmak, din denen olgunun insanın fikirsel gelişiminin önüne set çekerek nasıl binlcerce yıl yerinde saymasını sağladığını göstermek için güzel bir örnek.. Siz hiç cezaevinde 6 yıl geçirdiniz mi ki, bir kıyaslama yapabiliyorsunuz? İslam'da olduğu gibi öldürülenin ailesi, yüklü bir çek karşılığında öldüreni affettiği zaman adaletin sağlandığını mı sanıyorsunuz? Ya da birbirini seven iki reşit insanın nikahsız olarak yatağa girmesiyle kırbaçlandıkları, hatta taşlanarak öldürüldükleri zaman adalet yerini bulmuş mu oluyor? Adalet her vicdanda ayrı tecelli eder... Ama adalet asla vicdansız olmamalı...
  13. yam_yam

    GÖNÜL

    Beğendiğinize sevindim.. Ben teşekkür ederim..
  14. yam_yam

    GÖNÜL

    GÖNÜL Kırıldı gönül, ağlıyor desem değil Ardından bakar gibi solan son bir kaç yaprağa Saplanıp kalmış sanki, kurumuş bir karış toprağa İhtiyacı yokmuş gibi, ne dosta ne de bir ortağa Niçin isyan etmekten uzak, böylesine yalnızlığa Solsa da zor yeşerttiği yaprakları İnat ediyor, yeni yeni filizler açıyor Şaşırtıyor, sanki gülücükler saçıyor Saklayamıyor, belli, ta derinde bir yerler acıyor Anladım, sevilmekten değil ama, sevmekten kaçıyor Haksız sayılmaz aslında, anlamak zor değil Biliriz, dayanmak kolay değil, ayrılığa, hicrana Aldığı yaralar ne akla sığıyor ne vicdana Ondandır, kaçtığı yer ne kuyuya benzer ne zindana Ama açılsa bile kapısı, el sürdürmüyor rindâna Güç olmasa gerek onu oradan çıkartmak Mesela bir taht üzerinde sevgiyi önüne sermek Belki geçirilecek bir ömür için bir söz vermek Evet, taşındığı beden neticede bir erkek Ama neden hala bu kadar narin, bu kadar ürkek Biliyorum ki, tatlı dil ona yetmeyecek Görmek isteyecek sevgiyi, derinden ve en safını Duymayacak asla, onu incitecek tek bir lafını İşte o zaman kırılacak mührü, açacaksın zarfını Kalmayacaktır aştığı, değil tepeler, dağların bile 'Kaf'ını yam_yam 12.08.2008
  15. Kozmoloji,arkeoloji, antropoloji ve ilk çağ tarihi hakkında zerre kadar fikir sahibi olmayanlar için uydurulmuş bu masallar , inancını destekleyecek en ufak bir veri bulamayanları tatmin etme çabası gütmektedir. İslam dediğiniz din, Sümer, Babil ve Mısır uygarlıklarından çokca etkilenmiş yahudilerin, bu etki ile oluşturdukları efsanelerle süslenmiş atalar tarihinin kötü bir kopyasıdır. Bugün İslam'ın evren hakkında söylediklerinin hemen hepsinin ilkçağ uygarlıklarının ilkel evren anlayışından aşırma olduğunu çok net bir şekilde biliyoruz. Kur'an'ın evren hakkındaki ipe sapa gelmez iddialarını bir de bilimi destekleyici unsur olarak sunmak da ancak ve ancak kozmolojiden ve ilk çağ tarihinden, kısaca bilimden bihaber olanlara özgü bir yaklaşım olurdu zaten.
  16. Bilmediğiniz bir konu hakkında görüş belirteceğiniz zaman bir kaç dakikalık bir araştırma çok işinize yarayacaktır. ****.. Acaba Türkçe mi Osmanlıca kaynaklıdır, yoksa Osmanlıca mı Türkçe kaynaklı?
  17. **** Dedik ki; "Kozmogoni, evrenin varoluşuna ilişkin düşünce ve inançlardır." Herhangi bir toplumun evren hakkındaki inanç ve düşünceleri o toplumun kozmogonisini gösterir. Soru: İslam'ın temel kaynağı olan Kur'an, evrenin varoluşuna ve yapısına ilişkin bir takım iddialar ortaya atmış mıdır? Cevap: Evet atmıştır... Bu, "Öyleyse bir 'İslam Kozmogonisi'nden bahsedebiliriz." demektir. Herhangi bir İslami yazın türünde, Allah'ın evreni yaratmasından, ya da İlahi kaynaklı bir evren anlayışından bahsediliyor ise, o kaynakta İslam Kozmogonisi de işlenmiş demektir. Bu son cümle sizin "İslam i Literatür de Kozmogoni Var mı dır ?" sorunuzun da yanıtıdır. Umarım bu yazdıklarım "kozmogoni" terimini kavrayabilmenize yardımcı olmuştur.. Olmadıysa, sizin için yapabileceğim fazla bir şey olmadığını da bilmenizi isterim..
  18. Öncelikle hangi kelimleri kullanıp hangilerini kullanamayacağım hususunda sizden feyz alacak değilim. Bahsi geçen kelimeyi bilen bilir; bilmeyenler için de tarafımdan parantez içerisinde açıklaması verilmiştir. Kullanılış şekli ve biçimi için de arama motoruna bu kelimeyi yazarak daha fazla bilgi edinebilirsiniz. "ALLAH Aşkına Söyleyin , Ne demek şu İslam Kozmogonisi ..?" demişsiniz. Bknz: http://www.turkish-media.com/forum/index.p...st&p=708030
  19. Bir başka başlık altında İslam kozmogonisinin tek başına Allah'ın hayal mahsülü bir tanrı olduğunu kanıtlamaya yeterli olduğundan bahsetmiştim. Ancak bazı arkadaşlar, Kur'an'ın evren hakkındaki pek çok ayetini görmezden gelerek bir kelime üzerinde dururlar ve o kelimenin de gerçek anlamından farklı bir yorumla günümüz bilinenine yamamaya çalışırlar. Haydi şimdi gelin Kur'an Kozmogonisi üzerine bir gezintiye çıkalım ve Kur'an'ın bize evren hakkında ne söylediğini hep birlikte görelim. Öncelikle evrenin yaratılışı... Enbiya Suresi'ne göre evren şu şekilde yaratılmıştır : "İnkâr edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?" (Enbiya 30) Kur'an'a göre başlangıçta gökler ve yer bitişiktir. Daha sonra Allah gökleri ve yeri birbirinden ayırmış ve canlı olan her şeyi de sudan meydana getirmiştir. Kur'an'ın bu söyleminin Tevrat'tan alındığına kuşku yok. Zira Tevrat'ta aynı şeyi şu şekilde söylüyor : “Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı. Ve yer ıssız ve boştu; ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve Allah’ın ruhu suların üzerinde hareket ediyordu. ………. Ve akşam oldu ve sabah oldu, birinci gün. Ve Allah dedi: Suların ortasında kubbe olsun, ve suları sulardan ayırsın. Ve Allah kubbeyi yaptı, ve kubbe altında olan suları, kubbe üzerinde olan sulardan ayırdı; ve böyle oldu. Ve Allah kubbeye Gök, dedi, Ve akşam oldu ve sabah oldu, ikinci gün." (Tekvin Bap 1) Bu ifadeler Müslümanlar için pek bir şey ifade etmeyebilir. Evrenin bu şekilde yaradılmış olamayacağını bilenler bu ayetler için "müteşabih" deyip geçebilirler. Halbuki buradan ne anlaşılması gerektiğini Sümerler bize binlerce yıl öncesinden haber bırakmışlar. Bakın Sümerler ne diyor: Gök Yer'den uzaklaştıktan sonra, Yer Gök'ten ayrıldıktan sonra, İnsanın adı konduktan sonra; An (gök tanrısı) göğü ele geçirdikten sonra, Enlil (hava tanrısı) yeri ele geçirdikten sonra... (S.N. Kramer / Tarih Sümer'de Başlar S:111) Ayrıca Kramer Sümer kozmogonisi hakkında şunları da söylüyor: " 'Gök-yer' üstten ve alttan, her yandan sonsuz bir denizle kuşatılmıştı ve evren bunun içinde, bir biçimde sabit ve hareket etmeden duruyordu" ...... "Bu ilksel deniz içinde, kubbeli bir göğün düz yerin üstüne konup onunla birleşmesinden oluşan evren, 'gök-yer' bir biçimde doğmuştur. Aralarında, yerden göğü ayıran, hareket eden ve genleşen 'atmosfer' vardır. Bu atmosferin dışında parlayan cisimler - ay,güneş,gezegenler ve yıldızlar- biçimlenmiştir. Gök ile yerin ayrılmasının -ve ışık veren göksel cisimlerin yaratılışının- ardından bitki, hayvan ve insan yaşamı varlık bulur." (a.g.e S:105-106) Şimdi bunları okuduktan sonra Kur'an'ın Enbiya Suresi'nde bahsettiği şeyin ne olduğu hakkında bir fikir edinmemiş olmak mümkün olmasa gerek... Gelelim Kur'an'ın evrenin yaradılışı hakkındaki bir başka mucizevi (!) ayetine; Rad Suresi 2.ayeti: "Allah, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş’a kurulan, güneşi ve ayı buyruğu altına alandır. " Benzer bir ifade Lokman Suresi'nin 31. ayetinde şu şekilde: "Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı...." Bu ayeti evren hakkındaki günümüz bilinenlerine göre yorumlama çabasına girecek müslüman arkadaşların yine bu ayet için de "müteşabih" demekten başka çareleri yok. Ancak yukarıda da bahsedildiği gibi göğün yer ile bitişik iken ayrıldığını ve göğün dünya için bir tavan olduğunu iddia eden ayetleri göz önüne alırsanız durum biraz daha netleşir. Bknz: "O, yeryüzünü size bir döşek ve göğü de bir bina kıldı." (Bakara 22) Bazı çevirilerde bu ayetteki "bina" ifadesi "kubbemsi bir tavan ya da çadır/çardak" olarak geçiyor. Kur'an'da bunu doğruluyor. Bknz : "Gökkubbe yarıldığı zaman," (Mürselât 9) Şimdi göklerin direksiz yaratılmış olmasını, ve gökkube olayını Yakut Türkleri kozmogonisinin izlerini taşıyan aşağıdaki şiire göre değerlendirelim : Tanri bir çadir kurmus, yeryüzünü kaplamis, Gökyüzü çadir olmus, dünyamizi saklamis. Gögü kötü ruh basmis, yere inmesin diye, Tanri çadiri asmis, bir koca direk ile. Bu direk dünyanin tam ortasindan uzarmis, ............ Nasıl, taşlar yerine oturmaya başladı değil mi? Bu şiir bize gökkubbe inancının başka toplumların kozmogonisinde de yaygın olduğunu gösteriyor. Bir de şu ayeti yazarak kubbe/tavan konusunu noktalayabiliriz : "Onlar, üstlerindeki göğü nasıl yapmışız, süslemişizdir bir bakmazlar mı? Onda hiçbir çatlak da yoktur." (Kaf 50) Sanırım bu yazılanlar iletimin başında da belirttiğim, "İslam kozmogonisi Allah'ın hayal mahsülü olduğunu göstermeye yeterlidir" ifademi yeterince anlamlı kılıyor. Aslında Kur'an, bazı müslüman arkadaşların iddia ettiği gibi bize evren hakkında mucizevi bilgiler değil, tamamen binlerce yıl önceki inançların kötü bir kopyasını veriyor. Şimdi gelelim, müslüman arkadaşların evren hakkındaki bunca ayeti görmezden gelerek mucize diye sunmaya çalıştıkları Zâriyât Suresi'nin 47. ayetine. Burada size ayetin mealini yazmayacak, sizden şunu isteyeceğim: -www.kuranmeali.com- adresine girin ve ana sayfadaki "Direk Erişim" menüsünden Zâriyât Suresini ve 47. ayeti seçin. Size karşılaştırmalı olarak ayet meallerini getirecektir. Göreceksiniz ki, farklı meallar var. Farzedelim ki, "bizim her şeye gücümüz yeter" benzeri mealler yanlış olsun. Onları safdışı bırakalım ve "genişleticiyiz" anlamı veren meallere bakalım. Bu meallerin pek çoğunda "onu" ifadesinin parantez içinde yer aldığını görürsünüz. Bu parantezin anlamı, aslında o kelimenin ayette yer almadığını, meali yapanın anlamı güçlendirmek için onu oraya koyduğunu gösterir. Yani ayet aslında "Biz genişleticiyiz" der (başlangıçta safdışı bıraktığımız mealleri göz önüne almazsak). Şimdi "genişleticiyiz" ifadesi bir fiili yani evrenin genişlediğini mi, yoksa bir sıfatı mı ifade eder. Açık ve net şekilde Allah'ın bir sıfatını ifade ediyor. Ayetin öncesine de bakarsanız ayet şöyle demektedir :"Göğü biz kurduk, biz genişleticiyiz." Şimdi tüm bunlardan sonra anlamamız gereken şudur : "Yer ve gök bitişikti. Biz onları ayırdık ve (sıfat gereği) genişlettik." Bundan ötesi yorumlar, İslam kozmogonisinden bihaber olanların, karşı tarafa 'mucize' diye yutturmaya çalıştıkları boş laflardan başka bir şey değildir. Aksini iddia edenler, İslam terminolojisinde evren hakkında ne kadar ayet, hadis vs. varsa toplayıp getirsinler de birlikte görelim ne olduğunu....
  20. İslam kozmogonisi (Evrendoğum.. Evrenin varoluşuna ilişkin düşünce ve inançlar) Allah diye bir tanrının olamayacağının başlıbaşına kanıtıdır. Başka bir kanıt aramaya da lüzum yoktur..
  21. Avrupa İnsan Hakları Beyannamesi'nin içeriğini hazırlayanlar insanlardı.. İlahi bir kaynağı bulunmadığı halde Tanrı'dan geldiği iddia edilen kurallardan daha erdemli olduğu su götürmez bir gerçek... Bu kuralların ihlal ediyor olması da bu gerçeği değiştirmeyecektir. Kur'an'ın kardeşliği öğütlediğini iddia edebilmek için Kur'an'dan ve İslam'dan bihaber olmak gerekir. Kur'an'ın kardeşliği ümmete dayalı ve şartlı bir kardeşliktir. "Benim dinimdensen kardeşimsin; değilsen tukaka" anlayışı kardeşlik anlayışı ile ne kadar bağdaşır. Bu zihniyet neredeyse Kur'an'ın tüm ayetlerine yansımıştır. Ayetlerin Nüzul sebepleri birer bahane ya da mazeret olamaz; zira bu sebepler Kur'an'da verilmek istenen mesajın içeriğini değiştirmemektedir. Ayetlerin Nüzul sebepleri birer bahane ya da mazeret olamaz; zira bu sebepler Kur'an'da verilmek istenen mesajın içeriğini değiştirmemektedir. Hangi nüzul sebebi "Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin." ayetinin içeriğini cici olarak göstermeye yetebilir? Ya da hangi nüzul sebebi birbirini seven fakat farklı dinden oldukları için evlenemeyen insanların dramını hafifletebilir? Müteşabih mi? Hangisi müteşabih? * Allah'ı inkar eden ana/baba/kardeşten yüz çevirmek mi müteşabih? * Birbirini seven fakat farklı dinden oldukları için evlenmelerine izin vermeyen ayet mi müteşabih? * İnsanların özel hayatı kimseyi ilgilendirmediği halde onları dövüp kınanmasını isteyen ayet mi müteşabih? * Bizim bildiğimiz kardeşlik anlayışı ırk,din,dil, mezhep farkı gözetmezken pek çok ayetinde bunun tersini söyleyen ayetler mi müteşabih? Hangisi?
  22. Araştırma konusunda bana telkin veya tavsiyede bulunacak durumda olduğunuzu düşünmüyorum; dahası, konunun vehametini kavradığınızı da sanmıyorum. Size İnsan hakları evrensel beyannamesinden bazı maddeler ve buna mukabil de Kur'an'dan bazı ayetler sundum. Bunlardan biri de, Madde 1- Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar. idi. Lakin siz kalktınız, "yok efendim o ayet sizin sandığınız gibi değildir,yok efendim nüzul sebebi şudur" gibi her ortalama müslümanda bulunan bir savunma mekanizması ile konuya girdiniz. Açıkçası yukarıdaki maddenin ne anlatmak istediğini anladığınızı sanmıyorum. Kur'an'daki pek çok ayet "siz/biz" ayrımı yapmaktadır. Bu ayrım müslüman olanlar ve olmayanlar şeklindedir ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile tamamen zıt bir anlayıştır. Bakınız maddenin sonunda "birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar" der. Bu tamamen erdemli bir davranışın telkinidir. Lakin Kur'an'ın kardeşlik anlayışı bile ümmetçidir. Kur'an'a göre anan/baban/kardeşin müslüman değilse, hiç tanımadığın bir müslüman sana anandan babandan daha yakındır. Bu kadar vahim bir anlayışı bile "ama yine de Kur'an ana ve baba ile iyi geçinilmesini ister" gibi bahaneyle sanki büyük bir lütufmuşçasına sunmak da bu zihniyetin vehametinin hangi boyutta olduğunu göstermeye yetiyor. Bana araştırmamı tavsiye edeceğinize, "kardeşlik" anlayışınızı bir daha gözden geçirin. Hala değişiklik yok ise, bir daha da "insan hakları" sözünü ağzınıza almayın..
  23. Çürüyen bir şey var ise o da "O ayet o anlama gelmez" aldatmacasıdır. Ortada "İman etmezlerse baba ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin" gibi açık seçik bir ayet dururken, "O ayet o anlama gelmez" fasaryaları ne kadar da anlamsız kalıyor....
  24. http://www.turkish-media.com/forum/index.p...;showentry=1529 PARDON!!!! BİRİSİ İNSAN HAKLARINDAN MI Bahsetti?
  25. Sanırım yine en güzel cevabı Yılmaz Özdil vermiş. Bakın ne diyor : "Hukuka tecavüz..." Böyle başlık atmış bir gazete. "Hukuk cinayeti" diyen de var. "Hukuka aykırı" diyen de. * 9'a 2 çıktı karar. Üyelere bakıyoruz... 1, Ankara Hukuk mezunu. 2, Ankara Hukuk mezunu. 3, Ankara Hukuk mezunu. 4, İstanbul Hukuk mezunu. 5, İstanbul Hukuk mezunu. 6, İstanbul Hukuk mezunu. 7, Ankara Hukuk mezunu. 8, Ankara Hukuk mezunu. 9, Ankara Hukuk mezunu. Geriye kaldı 2 üye... Biri, İşletmeci. Öbürü, İktisatçı. Ben size söyleyeyim. 11 hukukçu olsaydı... 11'e 0 çıkardı karar. "Kardeşim, dünyanın hangi ülkesinde iktisatçıdan Anayasa Mahkemesi Başkanı olur?" diye soracaklarına... Hukukçuların aldığı karara "tecavüz" diyorlar. Çünkü, bunların mantığına göre, hukukçu mukukçu yoktur... Bunların işine geldiği gibi karar veren iktisatçı "en iyi hukukçu"dur... Hele eşi türbanlı iktisatçıysa, "ordinaryüs hukukçu"dur. http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/hab...amp;yazarid=249
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.