Efendi Türkler tarafından postalanan herşey
-
Üstteki üyeyi görünce aklınıza ne gelio ?
bursecan´dan Alinti ben boyle bırsey gormedım adam yememıs ıcmemıs hıyarı buyutmus -------------------- Rua benim aklima cok kötü seyler geliyor,, sen bu resimi nasil yorumluyorsun
-
BU CIZIMLER HAYRETE DUSURUYOR
ellerine saglik cok güzel, bu resimleri bulmak cok zor! ama genede görürsem gönderecegim söz
-
Objektiflerin hıza yetişemediği anlar..
- Günün Espirisi
kara çarşafım BENIM,, I love Humeyni! I love- TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
slamcı televizyonda ’devrim’ yaptılar! İki uzmanın bir İslamcı TV kanalında, erken boşalmayı, iktidarsızlığı tartışması bizim medyamız tarafından "devrim" olarak değerlendirildi. Peki, gerçekten bu bir "devrim" mi? Yoksa ne? TÜRKİYE’de erken boşalma ve iktidarsızlığın bir İslamcı televizyon kanalında konuşulmasının "devrim" olduğunu anlamamız için iki örnek olay aktarmam gerekiyor. 1) El Quds el Arabi’nin 25 Temmuz 2007 tarihli haberi: Suudi Arabistan El Ray televizyon kanalında "Aşk Serüveni" adlı bir program var. Sunucusu kadın doktoru Fevziye el Dureym. Program eşler arasındaki evlilik, cinsellik gibi konuları işliyor. Örneğin, yüzleri kapatılmış bir grup Suudi erkek stüdyoda cinsel deneyimlerini anlatıyor. Bir programda, erkekler sevişme sırasında kadınlardan ne beklediklerini söylediler. Hatta biri sevişme sırasında kadının erkek polis üniforması giymesinin kendisini tahrik edeceğini belirtti. Yine Suudi Arabistan’da El Yom adlı bir başka televizyon kanalında, bir psikiyatrın yazdığı "Bir Lise Öğrencisinin Kaşkolu" adlı kitap tartışıldı. Kitap son yıllarda erkekler arasında eşcinselliğin arttığını; gençlerin kadınlara imrenip onlar gibi süslenerek kıyafetler giydiğini anlatıyordu. Her iki konu da Suudi televizyon kanallarında açıkça tartışıldı. Suudi TV kanalları "devrim" mi yapmıştı? Sorunun yanıtına geleceğiz ama bir haber daha aktarmamız gerekiyor. 2) El Ouds el Arabi’nin 5 Mart 2007 tarihli haberi: Mısır’da yayın yapan Rotana adlı televizyon kanalında program yapan Hale Sirhan, ülkesindeki fuhuş olayını cesur biçimde araştırıp ekrana taşıdı. Bu belgeselde üç hayat kadını, Kahire barlarında mesleklerini nasıl icra ettiklerini anlattılar. Program yayınlanır yayınlanmaz Mısırlı erkekler ayağa kalktı. Güya Hale Sirhan, milleti ahlaksızlık ve fuhuşa teşvik ediyordu; dine aykırı biçimde kadınları açık saçık göstererek namuslu kadınların aklını çeliyordu. Uzatmayayım, sonuçta sadece program yayından kaldırılmadı, Hale Sirhan da Mısır’dan kaçmaya mecbur edildi. Hale Sirhan’ın programı ile Fevziye el Dureym’in programı arasında ne fark vardı? Bu iki program arasında dağlar kadar fark vardı! Bu farkı bildiğiniz zaman, erkeklerin erken boşalmasını, iktidarsızlığını konuşup tartışan Türkiye’deki İslamcı televizyon kanalının "devrim" yapıp yapmadığını anlarsınız. İşte fark şudur: İslam’ı erkek egemen/ataerkil haline getirenler sadece erkeklerin sorunlarının konuşulmasına izin vermektedirler. Erkeğin her problemini televizyonda konuşup tartışabilirsiniz ama kadının asla! Bütün mesele budur. Ve türban sorununun temelinde de işte bu erkek egemen bakış açısı vardır. Aydınlanma dini olan İslam, erkek egemenliğinden kurtarılmadığı sürece kızlarımız Atatürk’ü değil, Humeyni’yi sevecektir.- 600 MILYON O... PARASI ÖDÜYORUZ
Türk erkeklerin Nataşa faturası 600 milyon doları buluyormuş Türk erkeklerin Nataşa faturası 600 milyon doları buluyormuş Prof. Hurşit Güneş, Türk erkeklerinin fuhuş yapan Rus kadınlar aracılığıyla Rusya’ya büyük bir miktarda döviz kazandırdıklarını öne sürdü. Bunu ayda 50 milyon dolar olarak hesaplayan Güneş, "Almanya’dan 1.5 milyar dolar işçi dövizi geliyor, bunun yarısını dışarı yolluyoruz. Yani yılda 600 milyon dolar o... parası yolluyoruz dışarıya" dedi. MARMARA Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hurşit Güneş, Türk erkeklerin fuhuş yapan kadınlar aracılığıyla Rusya’ya yılda 600 milyon dolar yolladıklarını öne sürdü. İşçi dövizlerinin yarısı Erzurum’da yapılan "Küresel dalgalanmalar gölgesinde ekonomik beklentiler’ panelinde konuştu. Konuşmasında fuhuş sektöründe dönen paralara dikkat çeken Güneş, Türkiye’nin, Almanya’daki işçilerin gönderdiği dövizin neredeyse yarısı kadar parayı fuhuş yapan kadınlar aracılığıyla Rusya’ya gönderdiğini belirtti. 50 bin hayat kadını Güneş, Rusya’da 500 bin hayat kadını olduğunu, bunların yüzde 10’unun Türkiye’de bulunduğunu ileri sürdü. Fuhuş yapan her kadının, Rusya’ya ayda 1000 dolar gönderdiğini dikkate alan Güneş, şu hesabı yaptı: "Ayda 50 milyon dolar, yılda 600 milyon dolar yapıyor. 600 milyon dolar ne parası ödüyoruz dışarıya? O... parası yolluyoruz." Hesaptan düşmek lazım Bu kalemin hesaplarda dikkati alınması gerektiğini savunan Güneş, şöyle konuştu: "Nasıl Almanya’dan işçi dövizlerimiz geliyor 1.5 milyar dolar. Geliyor ama onun yarısı kadar parayı da Nataşalara ödüyoruz. Bizim ekonomistler konuşuyor, ’Efendim, işçi dövizlerimizi yazdık, açık şu kadar oldu.’ İşçi dövizlerini yazıyorsun ama Nataşanın parasını yazmıyorsun. Onu da düş içinden bakayım. O zaman denge değişiyor tabi. Ama bunu konuşmuyoruz, konuşmamız lazım." Herkesin enflasyonu farklı Bu arada Türkiye’de enflasyonun herkes için eşit olmadığını anlatan Güneş, şunları söyledi: "Mesela gübrenin fiyatı yüzde 100’ün üzerinde arttı. Mazot derseniz o da arttı. Demek ki, çiftçinin enflasyonu daha yüksek. Gelelim bir asgari ücretlinin veya düşük gelirlinin enflasyonuna. Onlarınki de çok yüksek. Enflasyon yüzde 10 arttı ama gıda fiyatları yüzde 20’ye yakın arttı. Yoksul insanlar paralarıyla ancak karınlarını doyurabiliyorlar. Demek ki onların enflasyonu daha yüksek." Uyuşturucu yüzünden piyasaya dolar hakim PROFESÖR Hurşit Güneş’in bir ilginç tezi de, Türkiye’de dolar kullanımının yaygınlığına ilişkin oldu. Bu durum ile uyuşturucu trafiğini ilişkilendiren Güneş, şu değerlendirmeyi yaptı: "Türkiye’de dolardan çok Euro işlem görüyor. İhracatın yüzde 60’ı Euro ile yapılıyor. İşçi dövizleri Euro olarak geliyor. Avrupalı turistler Türkiye’de Euro harcıyor. Türkiye’ye Euro geliyor ama ithalat ödemelerimiz ise dolarla yapılıyor. Petrole, altına, demire dolar ödüyoruz. Yani Türkiye’ye Euro geliyor, dolar çıkıyor. Niye Türkiye’de herkesin cebinde dolar var da Euro yok? Nerede bu Euro’lar? Niye Türkiye’de bu kadar çok dolar var ama Euro yok? 75 milyar dolarlık uyuşturucu Türkiye’den geçer. Uyuşturucu da Euro ile değil dolarla alınıp satılır. Onun için Türkiye’de ibadullah dolar vardır, Euro yoktur."DHA- TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Türbanlı öğrenci, Humeyni’yi Atatürk’e niye tercih eder! İki türbanlı öğrencinin televizyon ekra-nında söylediği, "Atatürk’ü sevmiyorum. Humeyni’yi seviyorum" sözünü nasıl değerlendirmeliyiz? Sünni türbanlı öğrenci, Şii İmam Humeyni’yi neden sever? İslam Devrimi, İranlı kadınlara ne gibi "haklar" getirdi? Gelenekçi/muhafazakár ideolojilerin kadınlara dayattığı rol modeli konuşup tartışmanın zamanı gelmedi mi? HER Müslüman’ın bildiği gerçektir: Hz. Muhammed’in ölümünden sonra halifelik meselesinden çıkan çatışmalar ortaya iki güçlü mezhebi çıkardı: Şii-Sünni. Emeviler döneminde veraset yoluyla belirlenen halifelik, Abbasiler döneminde sembolik bir makama dönüştürüldü. Sünni gelenek, halifelik makamına sembolik değerler yükleyip dünyevi siyasal otoritenin etki alanını genişletti. Şii gelenek ise bunun tam tersi yolda gelişti; azınlık olmanın getirdiği bilinçle, siyasal, dinsel, sosyal ve ilahi olanı birleştirmeyi amaçlayan bir doktrin geliştirdi. Halifelik kavramı karşısına "imam" kavramını çıkardı. "İmam" cemaatin siyasal ve dinsel lideri olduğu kadar manevi konularda da en üst makamı oldu. Şii doktrinine göre, imam doğrudan peygamber soyundan gelen kişiydi. İmamın otoritesi, bireyin günlük yaşamından manevi dünyasına kadar tüm sorunlarda "yol gösterici" olmaya kadar giden geniş bir alanı kapsıyordu. Yani; siyasal liderlik yanında, İslam hukukunu en iyi bilen kişi olarak yorum yapma otoritesi de vardı. İlahi ve teorik olarak gerçek otoritenin tek ve meşru temsilcisiydi. Yanılmazdı. "Doğru İslam’ın" kavranması konusunda bir tür bilgi tekeline sahipti. Vs. Humeyni İran’ı Humeyni bir "imam"dı. Allah tarafından gönderilen ilahi yasaların mutlak, ebedi doğrunun ve toplumsal düzenin kuralları olduğunu söyledi hep. İnsanın mutluluğunun ancak toplumun bu kurallara uygun biçimde düzenlenmesiyle mümkün olacağını vurguladı sürekli. Peki, böyle bir toplum nasıl yönetilmeliydi? Humeyni’ye göre monarşi, İslam’a aykırıydı. Doğru yönetim "velayet-i fıkh"a dayalı bir İslam devletiydi. Bu devletin anayasası şeriattı. Yani insanın yaptığı değil Allah’ın kelamı ve Peygamber’in sünneti temel yasalar olmalıydı. Egemenlik kayıtsız şartsız milletin değil; şeriatındı. Bu nedenle İslami devletin yasama organı yasa yapmazdı; sadece bir danışma ve düzenleme organıydı. (Bazı çevrelerin, Türkiye’deki hukuk kurumuyla neden sürekli tartıştıklarını da bu çerçevede değerlendirilebilir miyiz? Ya da bazı hukuki kararlarda dini ulemanın görüşünün alınmasını isteyen anlayışı da yine bu çerçevede yorumlamak gerekir mi? Geçelim...) Humeyni rejiminde "yürütme" yetkisi kime ait olacaktı? Yanıtı basitti: Toplumun hem manevi, hem dini, hem de siyasal lideri olan Humeyni’ye. Kuşkusuz Humeyni’nin önerdiği düzen bir "cumhuriyet"ti. İdari işlerle ilgilenen görevliler ve danışma görevi yapan "yasama" organı bir seçimle belirleniyordu. Fakat bu düzen hiçbir zaman "demokrasi" olamazdı. Çünkü insan ürünü yasaya değil mutlak ilahi yasaya uymak zorunluluğu vardı. Uzatmadan soralım: Laik Türkiye’de yaşayan Sünni türbanlı bir öğrenci, Şii İmam Humeyni’yi neden sever? Sorunun yanıtından önce, Humeyni İran’ında kadının yerini de analiz etmeye çalışalım. Cinsiyet ayrımcılığı İslam Devrimi öncesinde sokak gösterilerinde kadınlar en öndeydi. Devrimden önce, siyasal gösterilere katılan kadınların, erkeklerle eşitliği ve katkılarının önemi üzerine kurgulanan İslamcı söylem, devrimden sonra siyasal iktidarı ele geçirir geçirmez kadının evcilleştirilmesi ve dindarlaştırılmasına dayalı özgün bir cinsiyet ayrımcılığının kurumsallaşmasına yöneldi. Bütün gelenekçi/muhafazakár ideolojiler gibi İslam Devrimi’nde de kadın; siyasette, iş hayatında veya başka herhangi bir alandaki kadın değil, sadece ve sadece ailede kadındı. Kuşkusuz tüm bunların altında kadına yönelik güvensizlik vardı. Bunun en çarpıcı örneği, ceza yasası Kısas’ta yer almaktaydı. 1981’de meclisten geçerek yasalaşan Kısas, ilk İslam toplumlarının cezalandırma anlayışını yansıtıyordu. Yani, şeriata dayalı, esas olarak öldürme, cinsel suçlar ve içki içmek gibi kamu düzenini tehdit eden eylemleri cezalandırma, öç alma anlamına gelmekteydi. Kısas, kadını ikincil insan konumuna getiriyordu. Örneğin: Kısas’ta öncelikle taammüden işlenen cinayetlerde kadınlar şahit olarak kabul edilmiyordu. Ve daha acısı: Kısas’a göre, Müslüman bir kadını öldüren Müslüman bir erkeğin kısas ile cezalandırılabilmesi için, öldürülen kadının yakınlarının cezanın infaz edilebilmesi için ödemesi gereken kan parası, bir erkek için ödenmesi gerekenin yarısı kadardı! Yani kadının yaşamının değeri erkeğinkinin ancak yarısına eşitti. Kadınlara yönelik ayrımcılığın çarpıcı bir başka örneği ise, zina halinde kocası tarafından görülen bir kadının yine kocası tarafından öldürülmesi halinde katilin cezalandırılmamasıydı! İslam Devrimi kadınlara bazı "haklar" da getirdi kuşkusuz!: Çokeşliliği ortadan kaldırmadı. Evlilik yaşı 18’den 13’e düşürüldü. Okullarda kız ve erkeklerin ayrı sınıflarda ve mümkünse ayrı binalarda öğrenim görmeleri şartı getirildi. Ders araç ve gereçleri ile ders kitapları kız ve erkekler için ayrı ayrı düzenlendi. Erkek öğretmenlerin kız öğrencilere ders vermesi engellendi. Bazı meslekler kadınlara yasaklandı; yargıçlık gibi... Tüm bunların amacı, kadının geleneksel analık-eşlik rolünü pekiştirerek, toplumsal hayattan elini eteğinin çekmesinin istenmesiydi. Velev ki simge Kara çarşaf, İslam Devrimi’nden önce Şah despotizmine karşı tepkinin sembolüydü. Bu nedenle sadece İslamcıların değil her siyasal görüşten kadının giydiği bir giysiydi. Kadınların çoğu devrimden sonra, artık bir simge haline gelen/getirilen kara çarşafı bir daha çıkaramayacaklarını düşünmemişlerdi bile. Düşünmemişlerdi; çünkü başta Humeyni olmak üzere din adamlarının İslam’da zorlamanın olmayacağı sözlerine inanmalarıydı. İslam Devrimi’nden sonra örtünmek rejimin sembolü haline geldi. Örtünmeyen kadınlar çeşitli biçimlerde saldırılara uğradı. 4 Temmuz 1980’de Humeyni’nin isteğiyle kamusal alanda çalışan kadınların örtünmesi zorunlu haline getirildi. Özel sektörde bu karara uydu. Esnaf ve tüccarlar örtünmeyen kadınlara satış yapmamaya başladı. Zorunlu örtünmeyi protesto eden ve bu nedenle gösteriler düzenleyen kadınlar, "Amerikan ajanı", "Şah yanlısı" ve hatta "fahişe" olarak adlandırıldı. Ayetullah Ali Hamaney, Tahran Üniversitesi’nde örtünmeye karşı çıkan kadınlar hakkında bakın neler söyledi: "Onlara **** demek istemiyorum, çünkü ***** yaptıkları kendilerini ilgilendirir. Bu başı açık kadınların eylemleri ise toplumu ilgilendirmektedir. Bu nedenle onları karşı-devrimci olarak adlandırıyorum." Rafsancani ise kadınları uyarıyordu: "Önce bunlar ikaz edilmeli. Sonra yasalar var; ahlaka aykırı giyinip dışarı çıkanlar bu davranışlarından dolayı mahkemelerde cezalandırılacaklardır. Gördüğüm bu eğilim nedeniyle çok endişeliyim. Korkarım ki en sonunda müdahale edilmesine izin vermek zorunda kalacağız." Özellikle çalışan kadınlar üzerinde yoğunlaşan örtünme zorlamaları kentli, meslek sahibi, eğitimli kadınları olumsuz etkiledi. Çaresizdiler. Çünkü sosyalistlerden liberallere kadar her siyasal çevre kara çarşafı emperyalizme karşı mücadelenin bir simgesi olarak görüyordu! Örtünmenin, emperyalizmle mücadeleyle, kadının metalaştırılmasıyla ne ilgisi vardı; bunlar o günlerde tartışılmadı bile. Tartışmadıkları için, toplumdan dışlanan, mülteciliğe zorlanan ve hapishanelerde ölüme yollananlar da bu kesimler oldu. Neyse, konumuz "aydın aymazlığı" değil. Konumuz, laik Türkiye’de Sünni türbanlı bir öğrencinin Şii İmam Humeyni’ye olan hayranlığıydı. İngiltere sömürgesi bile olmayı kabul eden bu genç türbanlıları kim ne zaman, nasıl yetiştirdi? Asıl mesele ne biliyor musunuz? İslam’ı sadece erkek egemen/üstün (ataerkil) bir anlayış haline getirenler kendi gündemlerini eve hapsettikleri kızlarımızın da gündemi haline getiriyorlar. Bu da varsa yoksa türban meselesi! Bu nedenledir ki, gündeminde sadece türban olan bu kızımız, meseleye salt bu noktada yaklaşınca doğal olarak sömürge olmayı bile kabul edip, mezhepsel farklılıkları bir yana atıp Humeyni’yi sevebiliyor. İran’ın onu ilgilendiren tek tarafı kadınlarının örtülü olması. Peki, kadının tek sorunu üniversiteye başörtüsüyle girebilmesi mi? Hadi genelleyelim, kadın örtününce tüm sorunları ortadan kalkıyor mu? Bu kızımıza göre öyle. Yoksa kadını kara çarşaftan (ki İslam’da kara çarşaf yoktur) kurtarmaya çalışan, toplumsal hayatın içinde erkekle eşitleyip cinsler arası eşitsizliği kaldırmaya uğraşan Atatürk’ü niye sevmesin. Sonuçta; İslam erkeklerin elinden kurtarılmadığı sürece türbanlı kızlarımız Atatürk’ü değil, Humeyni’yi sevmeye devam edecektir.- FOTO! FOTOĞRAFLAR
- EURO 2008 Haberleri
ELENİRSEK HESABI TERİM VERİR Türk futbolunun yetiştirdiği en büyük yıldızlar arasında gösterilen Sergen Yalçın anlatiyor SANEM ALTAN Kariyeri başarılarla dolu.. Beşiktaş, F.Bahçe, G.Saray ve Trabzon’un hepsinde birden oynamış tek futbolcu unvanı onda. 5 şampiyonluk gördü, ligde 105 gol attı Artık futbolu bıraktı.. Spor yazarlığında adres olarak VATAN’ı seçti.. ELENİRSEK HESABI TERİM VERİR Türkiye için tarihi bir maça çıkıyoruz bugün. Kazandığımızı farzedersek, Milli Takım’ın Euro 2008’de ulaşabileceği en üst nokta neresi olur? “TURNUVADAKİ başında sorsanız, “Türkiye’nin en fazla çeyrek finale çıkma şansı var” derdim. Çünkü A ve B gruplarından Almanya ile Portekiz’in lider çıkıp yarı finale gitmesini bekliyordum. Bizim de bu 2 takıma karşı şansımız olmazdı. Ama Hırvatistan Almanya’yı yenip lider olunca, bu kurgu bozuldu. Biz 2. olarak gruptan çıkarsak çeyrek finalde Hırvatlar’la oynayacağız.. Türkiye ile ilgili şunu söyleyebilirim: Akıllı olursak yarı finale çıkma şansımız var. Aslında Çekler’i eleyebilirsek Hırvatlar’ı da eleyebiliriz. İkisi de aynı tarz takım..” Fatih Terim için tüm yorumcular “Hep macera arıyor. Sahaya normal takımı çıkarmıyor” diyorlar. Terim neden böyle yapıyor? “TÜRKİYE öyle macera arayacak bir takım değil. Çünkü biz ne Portekiz’iz, ne de İspanya.. Bizim takımda “3 kişiyi geriye al, 5 kişiyi ilerde oynat, santrforu orta sahaya çek” gibi fanteziler olamaz.. Zaten kadro yapısı olarak böyle bir derinliğimiz ve kalitemiz de yok ki! Sen tutup Tümer’i orta sahada oynatamazsın. Tümer’in öyle bir fizik ve teknik kapasitesi yok ki! Sen agresif oynayan bir orta sahaya karşı Aurelio’nun yanında Tümer’i oynatırsan belaya davetiye çıkarırsın. Tümer’i, Emre Aşık’ı, sağbekte Hamit’i oynatırsan büyük riskler alırsın. Riski alırsın ama her seferinde maçı çeviremezsin. Keşke her takım İsviçre gibi olsa.. Halbuki Çekler beton gibi.. Bizim en büyük yanlışımız orta sahada. Elimizde ne kadar iyi, sert adam varsa orta sahada oynatmamız, oyunu oraya yıkmamız lazım. O bölgeyi kaybedersek, maçı da kaybederiz.” Servet sakat, G.Zan sakat, Emre Aşık-Emre Güngör ikilisinin defansın göbeğinde oynama ihtimali bile var.. Bu şartlarda Çekler’e karşı nasıl oynamalıyız? “BEN Karel Brückner olsam, Türkiye’nin defansının göbeğinde böyle bir zaaf varken mutlaka Koller ile Milan Baros’u çift forvet oynatırdım. Öyle yaparlarsa defansımız büyük ızdırap çeker. Servet arkada, Aurelio ile Emre ön liberoda takımın bel kemikleri. 3’ü de sakat.. Bu 3 adam yokken Türkiye etkisini kaybeder, zaafımız büyük yani. Çekler’in defansına bakarsak, kaleci Cech’i anlatmaya gerek yok.. 4 savunmacıları da İtalya Ligi’nde oynuyor. Onlara gol atmak kolay değil. Orta sahaları sert, hücumcuları da, özellikle Milan Barros çok etkili.. Yani komple bir takımlar.. Gelelim bizim maça.. Eğer Fatih Hoca bu işi biliyorsa takımı defansif oynatmalı. Eksiklerimiz var, defansımız sorunlu, forvetlerimiz formda değil.. Risk alırsak ağır bir yenilgi yaşayabiliriz.. Aurelio’ya büyük iş düşecek, defansın önünde toparlayıcı olması gerekecek.. O kötü oynarsa işimiz biter.. Stoperde 2 Emre’nin oynadığını düşünüyorum, düşününce de gözlerimi kapatıyorum. Bizdeki eksikler nedeniyle Çekler’i % 51 şanslı görüyorum.. Rakip yan toplarda çok etkili.. Biz ise yandan kesilecek ortalarda veya geriden atılacak uzun toplarda en iyi kadromuzla oynarken bile sıkıntı yaşıyoruz.. Hele ki Servet kendini riske edip oynamazsa çok üzülürüz.. Çekler, Portekiz maçında kaç pozisyon buldular yan toplardan.. Biz ise İsviçre’den bile yan top golü yedik.. Tek şansımız haddimizi ve nasıl oynamamız gerektiğini bilmemiz.. Oyunu istediğimiz gibi yönlendirebilirsek ayakta kalırız.. Bunun şartı da sağlam ve parçalanmaz bir defans-orta saha bloğu kurmak, forvette de Semih gibi topu tutan bir ismi oynatmak.. İnsanların içini karartmak istemem.. Çekler ne Almanya, ne Portekiz kadar güçlü.. Yani aklımızı kullandığımız ölçüde şansımız var.. Yapmamız gereken kontrolü elde tutup 90 dakikayı gol yemeden bitirmek.. Bulursak araya bir gol sıkıştırmak. 23 kişilik kadroyla ilgili de eleştirilerim var ama şimdi konuşmak doğru değil.. Terim böyle seçti, başarılı olursa aldığı riskin karşılığı olur.. Başarısız olursa bunun hesabını vermek zorunda kalır bütün Türkiye’ye..” Semih sonradan mı oyuna girmeli, 90 dakika mı oynamalı? “ELİNDE Fatih Tekke gibi bir santrforun olsa, Semih’i 2. yarıda sokarsın.. Ama yok işte! Şu aşamada Semih’i kenarda bekletemezsin.. İsviçre’ye gol atmış, morali de yerinde, elin mahkum ilk 11’e koyacaksın..” Rakip kalecinin Cech olması seni ürkütmüyor mu? TAMAM çok iyi kaleci ama gol yemez diye bir kural yok.. Yeter ki biz rakip kalenin önüne kadar gidebilelim.. Takımı taşıyabilecek oyuncularla oynayalım.. Arkada kalırsak zorlanırız, gol yeriz, atamayız.. Tekrar söylüyorum maçın avantajlı takımı Çek Cumhuriyeti.. Ama takımı iyi koordine edip, sağlam ve bir arada tutabilirsek bizim de şansımız var.. Yani şansımız var. O da fazla macera aramazsak, santrfordan kaleci yaratmaya çalışmazsak, doğru oyuncuları doğru yerlerde kullanırsak var.. Defansı emniyete almadan saldırırsak başımız belaya girer.. Sadece savunma yaparsak aynı şekilde.. Dengeli, kontrollü biçimde oyunu tutmalıyız, orta sahamız çok çalışmalı, sağ açıkta da Tuncay’ın yerine kesin Hamit oynamalı.. Orta sahayı yumuşak oyunculara bırakırsak Çekler bizi darmadağın eder.. ‘H. Şükür artık futbolu bırak’ “HAKAN Şükür artık Milli Takım’a lazım değil. Belki bu röportajı okursa kendisine bir mesaj alsın diye söylüyorum: Hakan artık futbolu bırak kardeşim! Çünkü sen artık misyonunu doldurdun. Yakın arkadaşımsın, seni çok da seviyorum. Ama artık başka bir çerçeveye geçmen lazım. Geçen sene G.Saray’da şampiyonluk yaşadın, bir sürü zorluk da çektin. İstersen teknik direktör ol, istersen spor yazarı.. Senin önün açık, dürüst adamsın, futboldan alacağını aldın, ihtiyacın da yok. G.Saray’ı da, Milli Takım hocasını da zor durumda bırakma.. Artık yorma insanları.. Futbolu bırak yeter.” ‘Allah bize yardım ediyor’ “İSVİÇRE maçının 45. dakikasına kadar gördüğüm Milli Takım rezalet, oyun düzeni rezalet, kadro seçimi yanlıştı. Terim İsviçre maçının ilk devresinde ne kadar yanlış kadro çıkarırsa çıkarsın, devre arası yaptığı 2 hayati değişiklikle ne kadar önemli bir teknik adam olduğunu gösterdi. Oyuncu değişiklikleri dışında Allah’ın yardımıyla beraber kazandık. Öyle ahım şahım da oynamadık. Bir galibiyet aldık diye sakın rüya görmeyelim. Milli Takım henüz iyi oynamıyor. Çek maçı penaltılara kalırsa ihtimaller % 50-50 olur. Volkan da iyi kaleci, Cech de.. İnşallah şans bu kez de yanımızda olur.”- KPSS SORUSU OLSAYDI NE CEVAP VERİRDİNİZ
İktidar partisi hâlâ özeleştiri yapmaya yanaşmıyor. Parti içinde bu noktaya neden ve nasıl gelindiği sorulmuyor, tartışılmıyor. Oysa gerçek apaçık ortada. Sonuç, ulus dilediğimi yapma yetkisi verdi diye yola çıkan RTE kafasıyla alınan bir sonuç. RTE’nin yasaları ve anayasayı bildiği yolda değiştirmeye yönelen demokrasi anlayışıyla, “siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz” diyen bir zamanların baş bakanı arasında fark var mı, yok! Yüksek Mahkeme’nin kararını “vahim” diye niteleyen, kararı işitince “tir tir titrediğini” söyleyen, türban âşığı, laikliğin geri anlamda yeniden tarif edilmesini isteyen Bülent Arınç haklı. Gerçekten ortada vahim bir tablo var; Yüzde 47 oyla gelen AKP’nin içine düştüğü durum, vahim! Düştüğü çukurda debelenip duruyor. Anayasa Mahkemesi’nin kesin kararına karşı yargı açısından yapacağı pek fazla bir şey yok! *** Hayretle izlenen manzara; partide RTE’nin izlediği politikaları eleştirecek tek bir adama rastlanmıyor. Oysa RTE, anayasaya karşı harekete geçtiğini, anayasanın değiştirilmesi önerilemeyecek 2. ve 4. maddelerinin arkasından dolanarak türbanı üniversiteden başlayarak kamuya da yayma politikasının iflas ettiğini kabul edip buna göre bir strateji izlemeyi düşünmüyor da… “…Anayasa Mahkemesi’nin kararı yüce Meclis’in yasama yetkisine doğrudan bir müdahale olup; kuvvetler ayrılığı ilkesinin açık ihlalidir …” diyen bir yoruma başvuruyor. Gerekçesi nedir bu söylemin: Türban yasası 411 oyla kabul edildi. Bu gerekçenin anlamı ise, Yüksek Mahkeme “TBMM’nin yasama yetkisine doğrudan müdahale etmiştir” deyip topu parlamentoya atmak! Ola ki yeni siyasal manevralar peşinde. Merkez Yönetim Kurulu kararının açıklanmasından hemen sonra apar topar gece yarısı TBMM Başkanı Köksal Toptan’ı ziyaret ve 50 dakikalık muhabbet… RTE kaynaklı yeni olasılıkları akla getirmiyor mu? *** Eli kolu mahkeme kararı ile bağlanan, çoğunluk lideri, TBMM Başkanı’nı gece yarısı çay içmek için ziyaret etmemiştir herhalde. Köksal Toptan tarafsız olması gereken bir başkan, bir hukukçu. Türban yasağını kaldıran yasa önerisi önüne geldiği zaman anayasanın 2. ve 4. maddelerine aykırıdır diyebilirdi. Demedi, öneriyi görüşülmek üzere komisyona gönderdi. Meclis Başkanı öneri Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ile çelişiyor diyemedi. TBMM’de görüşülmesine yeşil ışık yaktı. Önceki gün AKP tarafından topun parlamentoya atıldığını görenler Köksal Toptan’ın neler söyleyeceğini fazla merak etmediler. Sonuçta, AKP’nin aldığı sonuçta Köksal Toptan’ın hukuksal davranışının da payı olduğunu bilerek, “herhalde Meclis’i hukukunu korumaya çağıracağını” tahmin etmekle yetindiler. Oysa, Toptan dün yaptığı açıklamayla AKP’nin kararı anayasa aykırı bulan görüşlerine koşut bir tavır takındı. “Erkler başka bir erkin yerine geçemez... Yüksek Mahkeme’nin yasayı şekil bakımından denetlemesi gerekirken esasa girdi... Yetkisinin ötesine geçti...” gibi söylemlerle... Köksal Toptan tarafsız olması gereken bir başkan, bir hukukçu.. velakin, bir AKP’li! *** Çare? Ört ki ölem diyebilmeli AKP (RTE) ve türban defterini kapatmalı. Yok RTE yine duygularının, bilinen amaçlarının tutsağı olursa yeni serüvenlere yelken açabilir. Örneğin yeni bir anayasa paketi ile Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini budayabilir. Her şey olabilir RTE ile.. inadın tutsağı bir karakterden her şey beklenebilir. MHP, yine AKP’yi tuzağa düşürüyor havası basarak RTE’nin yeni bunalımlara olanak sağlayacak anayasal girişimlerine destek de verebilir. Ne ki bütün bu çabalar, AKP’nin iddia ettiği gibi bu girişimler Meclis’in yetkisine doğrudan müdahaleyi ortadan kaldırmaya yönelik eylemler olmayacak… AKP’nin başta türban anlamsız politikalarına hizmet veren girişimler diye tanımlanacak! .....................- KPSS SORUSU OLSAYDI NE CEVAP VERİRDİNİZ
Sayin karabekir' tamam okadar detaylara girmiyelim,, Türkiyede mecazi anlamda cok kelimeler kullaniliyor bu gercegi kapatamayiz!! gelelim soru meselesine ya sayin karabekir' o soruyu soran benim! mümkünmüdür degilmidir diye kafamdaki birseyi aciklik getirmek acisindan, sizin bilgilerinizi rica ettim,, kafamdaki düsünceyide bir müddet sormayin oda bende kalsin? Saygilarimla Hoscakal- FORUMUN YENI YÜZÜ COK SÜPER
sayin Admin sizleri tebrik ediyorum kutluyorum forumun yeni yüzü cok güzel insanin icine serinlik veriyor bu arada katilimin yüksek seviyeye cikmasida ayri mutluluk saygilarimla- TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Ben Fadime Şahin değilim! Humeyni hayranı kızlara soruşturma açıldı Fatih Altaylı’nın ’Teke tek’ programında yaptığı açıklamalarla bir anda gündeme oturan Nuray Canan Bezirgan'ın başlattığı tartışma bugün de sürüyor. Son olarak Cumhuriyet Başsavcılığı Bezirgan hakkında soruşturma başlattı. “Humeyni’yi seviyorum, Atatürk’ü sevmiyorum” sözleriyle olay yaratan Bezirgan açıklamasının kamuoyunda büyük tepki görmesi karşısında “Ben Atatürk’e karşı değilim. Fanatik birileri bana zarar verebilir. Ben saygısızlık etmedim” sözleriyle kendisini savundu. AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, bir televizyon programına katılan Nuray B. hakkında, buradaki bazı sözlerinden ötürü, Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığınca soruşturma açıldı. Soruşturmanın, 5816 sayılı "Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun"un 2. maddesi uyarınca başlatıldığı ve Basın Savcılığınca yürütüleceği öğrenildi. "BEN FADİME ŞAHİN DEĞİLİM" Humeyniyi severim Atatürk'ü sevmem diyen türbanlı kadın savunmaya geçti. Hilal TV Haber Müdürü Gazeteci Arzu Erdoğral’a demeç veren Nuray Bezirgan Atatürk düşmanı olmadığını ve sözlerinin çarpıtıldığını söyledi. " "ATATÜRK DÜŞMANI DEĞİLİM" Benim daha önce Kanada’da olduğum yeni ortaya çıkmış gibi davranılması hayret verici… Atatürk düşmanı değilim. Altaylı ısrarla sordu “Fikirlerim uyuşmadığı için sevmiyorum” dedim. Düşmanlık demek çok yanlış… Humeyni’yi seviyorum cümlesi de tamamen çarptırıldı. “Şah’ın zulümlerine karşı başkaldırı olduğu için, iyiyi hakim kılmak kötüyü ortadan kaldırmak için sadece liderlik vasfını seviyorum” dedim "NASIL OLUR DA FADİME ŞAHİN’E BENZETİRLER" ‘İngiliz mandası’ olduğumu söylüyorlar. Kendi yorumları ile, nasıl yaparlar bunu. 3 çocuk annesi evli biriyim ailem var. Kardeşlerim var. Nasıl olur da beni Fadime Şahin’e benzetirler? Fadime Şahin olmayı asla kabul edemem. Müslüm Gündüz ve Fadime Şahin benzetmesini ne hakla bana yaparlar. Bunu yapanlar iftiralarından vazgeçmez ise dava açacağım. Uğur Dündar bile yorum yapmasına rağmen en azından aradı, fikrimi sordu ama hakkımda asılsız haber yapanlar bunu yapmadı… KÖŞE YAZARLARI BEZİRGAN İÇİN NE YAZDI? Nuray Canan Bezirgan'ı bugün ünlü gazeteciler de köşelerine taşıdı. İşte "Atatürk'ü sevmiyorum, Humeyni'yi seviyorum" sözlerinin yankıları... ............................... Ben Atatürk’e karşı değilim. Fanatik birileri bana zarar verebilir. ozaman soralim bizlerden sizlere ne zaman zarar geldi?- KPSS SORUSU OLSAYDI NE CEVAP VERİRDİNİZ
sayin ali0_1' olurmu öyle sey yağcılık" durumuna getiren yok, hukukcu arkadasimizi cami hocasi gibi hitap edince! benim bildigim ögrencilerin ögretmeni olur? saygilarimla- GENELKURMAY’IN “YENİ DÜŞMAN” TANIMI
Vatanseverliğe Ergenekon Dediniz! Ergenekon’u Asıl Şimdi Göreceksiniz! Yeni Şafak’ın 3 Haziran 2008 günü birinci sayfada başlık üstünden yayınladığı haberi sevinçle okuduk. Aynı haber, İBDA-C’den isim çalan Taraf gazetesinde bir gün önce yayımlanmış. GENELKURMAY’IN “YENİ DÜŞMAN” TANIMI Genelkurmay “düşman” tanımını değiştirmiş, yeni düşman Kuzey Irak’tan işgal tehdidini yönelten o büyük devlet! 2002 yılının 24 Temmuz günü ABD Ordusu Nevada’da 22 gün süren Türkiye’yi işgal tatbikatı yapmadı mı? Bu tatbikata Bin yılın Meydan Okuması (Millenium Challenge 2002) diye pek iddialı isimler takmadılar mı? 2003 Temmuzunda başımıza çuval geçirmediler mi? En önemlisi BOP diye Türkiye’mizi parçalama projeleri yapmadılar mı? Hatta haritalarını bile NATO toplantılarında subaylarımıza göstermediler mi? Bu durumda Genelkurmay, “düşmanın siyasi, fiziki, ekonomik, psikolojik işgaline uğrayan bölgede” işgali engellemek ve vatanı kurtarmak için Gayri Nizami Harp, yani özel savaş hazırlığı yürütmeyecek de, teslim bayrağı mı gösterecek? YAPMASA SORUMLU OLUR Belgeler asıllarına ne kadar uygun bunun hiç önemi yok. Yeni Şafak’ın duyurduğu, işgalciye karşı özel savaş hazırlığı Türk Ordusu’nun bugünkü merkezi görevidir. Ordu, elbette bu görevini yapacaktır ve yapıyor. Eğer yapmasaydı, sorumlu olurdu. ABD’nin emperyalist çıkarlarına hizmet eden kontrgerilla anlayışı, daha 1990’ların başında terk edilmiş ve Türk Ordusu cephesini Irak’ın Kuzey’inden gelen tehdide dönmeye başlamıştı. ABD’nin buna cevabı 1993 yılında geldi; Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis’i şehit ettiler. DÜŞMANIN TELAŞI Özel savaş, artık Süper NATO dönemindeki gibi ABD için değil, vatan savunması içindir. Yeni olan budur! Tehdidi yöneltenler bundan rahatsız. Düşmanın ülke içindeki kuvvetleri de telaşa düşmüş ve korkmuş. ABD ve İsrail güdümlü AKP iktidarı ve Neoliberal-Fethullahçı medyası çırılçıplak meydanda. Hangi cephede yer aldığını utanmadan sergiliyor. 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde, ABD’nin “Bizim oğlanlar” dediği Amerikancı darbecilerin çizmelerini öpenlerin, 1990’lardan beri Türk Ordusu’na karşı psikolojik savaş görevi yapmaları anlamlıdır. O zaman da Amerikancıydılar ve SüperNATO güdümlü kontrgerillanın elemanı olarak görev yapıyorlardı; bugün de aynı görevi bu kez Fethullahçı Gladyo’nun maaşlı memurları olarak yürütüyorlar. AKP’NİN YAYIN ORGANLARI Yeni Şafak ve teferruatları, bu yayınlarıyla Türk Ordusu’nu neredeyse “terör örgütü” olarak ilan ediyorlar. Yeni Şafak AKP’nin gayrı-resmi organıdır. Türkçesi Hükümet, basındaki aletleri aracılığıyla Türk Ordusu’na karşı savaşıyor. Bu da “manzara-i umumiye”nin bir parçasıdır. İktidar sahipleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Esas Hakkındaki Görüşü’nde belirttiği gibi “çıkarlarını yayılmacıların emelleriyle birleştirmiş” durumda. AKP BU NEDENLE KAPATILACAK AKP niçin kapatılacaktır, çok açık. Çünkü Türkiye’ye işgal tehdidi yönelten “yeni düşmanla” ve içerideki bölücü ve gerici aletleriyle cephe tutmuştur. Tayyip Erdoğan’ın 31 yerde ilan ettiği Büyük Ortadoğu Projesi görevi, bu açıdan bir ihanet itirafıdır. Abdullah Gül ise, işgal tehdidini yönelten o devletle “2 sayfa 9 maddelik gizli anlaşma” yaptığını kendi ağzıyla itiraf etmiştir. (Vatan, 24 Mayıs 2003) Durum açıktır ve ürkütücüdür: Türkiye’nin tepesinde, Genelkurmay’ın “yeni düşman” diye tanımladığı devletin görevine girenler ve gizli sözleşme yapanlar oturmaktadır. AKP’yi kapatma davası bir vatan savunması davasıdır. VATAN SAVUNMASI İÇİN HALKA DAYANAN ÖZEL SAVAŞ Cepheler kurulmuştur. AKP ve aletleri, vatan savunmasını suç olarak görüyorlar; Türk Ordusu’nun işgal tehdidine karşı bütün milleti seferber eden, halka dayanan özel savaş hazırlığına cepheden saldırıya geçtiler. Görevdir, yaparlar! Türk Ordusu da görevini yapıyor. Genelkurmay Başkanı’nın özel savaşta görev alacak halk önderlerine, “sivil personele” yazdığı metin, her yurttaşın gönlüne akan, ciğerlerini dolduran, göğsünü kabartan bir görev belgesidir. Bu metin belgenin aslı mıdır, değil midir, hiç önemi yok. Yeni Özel Savaş anlayışının ruhunu veriyor. TÜRK ORDUSUNA “TERÖR ÖRGÜTÜ” SUÇLAMASI AKP’nin güdümündeki organların Türk Ordusu’nun işgale karşı özel savaş hazırlığına savaş ilan etmeleri, her vatan savunmasının aynı zamanda bir “iç savaş” olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. İşgalcinin tarafında olanlar, vatan savunmasını suç olarak görmektedirler. Bu nedenle Emniyet Genel Müdürlüğü raporunda görüldüğü gibi milliciliği “terör” kapsamı içine almışlardır. Sönmez Köksal ve Cevat Öneş gibi eski SüperNATO yetiştirmesi MİT yöneticileri de, PKK’yı “terör” kapsamından çıkartan ve yurtseverliği terörizm olarak gören anlayışın reklâmında görev yürütüyorlar. Öyle bir hava yaratmışlardır ki Genelkurmay Başkanı savunmaya geçerek “Türk Ordusu suç örgütü değildir” açıklamasında bulunmuştur. BÖYLE GİTMEZ Bu süreçte ya AKP, Türk Ordusu’nun vatan savunması hazırlığını resmen “terörizm” olarak ilan edecektir; ya da AKP kapatılacak ve Türkiye dış tehdide karşı milletin bütün olanak ve yeteneğini planlayan, örgütleyen harekete geçiren ve bir milli hükümete kavuşacaktır. İyi niyetli, temiz yürekli yurttaşlarımız olanlara inanmak istemiyor, isyan ediyor. “Türk Ordusu nasıl ‘terör örgütü’ ilan edilebilir” diye düşünüyor. ERGENEKON OPERASYONUNUN FOYASI ÇIKTI Ocak ayından beri yürütülen Ergenekon Operasyonu, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ve İşçi Partisi’ni, devlet içindeki bütün yurtsever kuvvetleri açıkça “suçlu” ve “terörist” olarak göstermiyor mu? ABD ve AB’nin taktığı ad, “Ergenekon terör örgütü” değil mi? Neoliberal-Fethullahçı medyada, aylardır isimleri verilerek darbecilikle, suç örgütü kurmakla, terör faaliyetinde bulunmakla suçlanan komutanlar, dünkü ve bugünkü Genelkurmay başkanları, kuvvet komutanları, ordu komutanları, siyasal parti başkanları ve yöneticileri, vatansever aydınlar değil mi? “Ergenekon terör örgütü” operasyonunun foyası meydana çıkmıştır. ABD’nin “uluslararası terör” diye suçladığı faaliyet Türkiye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Orta Asya’da, dünyanın her yerinde vatan savunmasıdır; milli devletlerin haklı direnmesidir. ANCAK SİLAHLA ÇÖZÜLEBİLECEK SORUNLAR ABD’nin silah kullanarak gelip Irak’ın kuzeyini işgal ettiği 1990’lı yıllardan beri, Nazım Hikmet’in deyişiyle “Bağır bağır bağırıyoruz”, Türkiye ancak silahla çözebileceği sorunlarla yüz yüze gelmiştir. Türkiye ancak güçlü devletle, güçlü orduyla barışı koruyabilir. Geçen hafta Kadıköy’de Türk Bayrağı yakanlar ve onları utanmadan destekleyenler, Türkiye’nin direncini tahrip ederek, barışa değil savaşa hizmet ediyorlar. Bunlar düşmanın iç cephedeki kuvvetleridir. Arkalarında AKP iktidarı olduğu için bugün küstah ve şımarıktırlar. Ancak işte o iktidarları yıkılıyor ve dağılıyor. Türkiye, milli hükümetini kuracak ve emperyalist düşmanın içerdeki yıkıcı faaliyetini kesinlikle etkisiz hale getirecektir. Halkın yüzde 99’u Türküyle Kürdüyle vatan savunması mevzisindedir. AKP’ye oy verdiği söylenen yüzde 47, vatan savunması için her uygulamanın yanında yer alacaktır. İşte milli irade budur. AKP’nin organları, istedikleri kadar suçlasınlar, ne kadar çamur varsa toplasın gelsinler, Genelkurmay’ın özel savaş hazırlıklarını yürütmesi, Ordu için bugün merkezi görevdir; şarttır. Ordu bunları yapmayacaktır da resmigeçit örgütüne mi dönüştürülecektir, yoksa ABD’nin vurucu gücü mü olacaktır? BANKERİN İNTİHARI NEYİ SİMGELİYOR Banker Kastelli’nin intiharı, insani açıdan acı bir olay! Ancak bu olay, küresel tefecilik sisteminin çıkmazını, umutsuzluğunu ve yıkımını simgeledi. ABD merkezli küresel mafya tarikat sistemi çarkını çeviremiyor; yürümüyor. Dünya ekonomisinin merkezi, Asya’ya kayıyor. Atlantik sistemi batıyor. Dünya tarihinde ancak yüzlerce yılda bir kez görülen bu olay yaşanırken, 3 Haziran akşamı Can Dündar’ın NTV’deki programında Mehmet Barlas, Ekrem Dumanlı, Emre Kongar ve Sedat Ergin’in yaptığı tartışmaya ne demeli? Sistemin efendileri, gazetecileri vb, yarınları düşünürken! 1960’larda, 1970’lerde, 1980 ve 1990’larda olanların tekrarından başka bir şey hayal edemiyorlar. BEYLER! KÜRESEL MAFYA ÇATIRDIYOR! Beyler, küresel mafya sisteminiz çatırdıyor. Atlantik sistemi yıkılıyor. Uygarlığın ekseni artık Asya’da. Dün olanlar yarın olmayacak! Yarın olacakları, dünün içinde bulamazsınız! AKP’niz de o sistemle birlikte gidiyor, anladınız mı? Vatan savunmasının başına geçen, Türkiye’yi birleştiren iktidar olacak, çağımızın devrim formülünü öğrenemediniz mi? Türkiye kaçınılmaz olarak bir milli hükümete gidiyor, farkında mısınız? Türkiye’nin var olabilmek için Kemalist Devrim rotasına girmesi kaçınılmazdır, biliyor musunuz? Türkiye bu büyük tarihsel atağını, emperyalist tarikatlardan, cemaatlerden, şeyhlerden, ağalardan, her tür Ortaçağ artıklarından kurtulan halkın özgürleşmesiyle, yani gerçek demokrasiyle hayata geçirecek, görmüyor musunuz? Vatanseverliğe Ergenekon dediniz! Ergenekon’u asıl şimdi göreceksiniz!- AKP KAPATILACAK... Evet evet iddialıyım, bu partı kapatılacak...
Sayin DİPNOT' öyle degilmi Demokrasiyi arac olarak kullanan bir parti kapatılıyor.. kapatilmasa hayal kirikligi olur, böyle birseyde ancak ücüncü dünya ülkelerinde olur bir düsünelim Ülkeyi yarim asir girmedigi gerilim ortamına, bile bile sokan bir parti kapatılıyor.. bu sag sol olayida degil bir parti tarafindan militanca yöneten ve yönetilen ülkemizin degerlerini sokaga dökerek siyaset yapan Halkini azarlayan Memleketi babalar gibi satan bir parti kapatılıyor.. Kapatılma gerekceleri arasında, medya bilinçli olarak tek gerekce Laikliğe Aykırı' gibi göstermeye calıssa da? kisacasi "Vatana İhanet" gibi çok agır iddiaların oldugu bir parti kapatılıyor.. ve kapatilmalidir saygilarimla- GODZİLLA ve RUA Ortak Anı Defteri
godzilla Rua Arkadaslar bu nasil bir yer degistirme oldu?- Günün Espirisi
I love Humeyni!- TOPLUMLAR-HUKUK VE SÖZDE DEMOKRATLAR
sayin politika' yargi herseyin üstündedir, yargi bagimsizdir dünyada hic kimse yargiyi yargilayamaz! fakat ülkemizde ABD nin müritleri yargilamaya kalkiyor onu ortadan kaldirmaya calisiyor.. saygilarimla- Gülen Cemaati ile İlgili İlginç İtiraflar
Mevcut şeriatçı yapılanmalar içinde eğitime, dolayısıyla insana en fazla yatırımı yapan; ABD'nin tüm dünyada tarikatlara öngördüğü modeli ülkemizde en iyi uygulayan fethullahçılar, laik Cumhuriyetimizin öncelikli en büyük tehdidi konumunda. Arkalarındaki dış desteğin ABD olduğunu bugün artık Türkiye'de de, dünyada da bilmeyen yok. Bilindiği gibi, bu illegal yapılanmanın liderinin müritleri tarafından verilmiş "hocaefendi" ünvanı da Devrim Yasalarına göre suç. Ancak, suç olmasına karşın ülkemizdeki kimi etki ajanlarının, üstlendikleri tüm resmi sorumluluklara karşın, sözkonusu elebaşıları tanımlamakta kasden "hocaefendi"yi kullanmakta ısrar etmeleri, diğer illegal şeriatçı yapılanmalar için de özendirici faktör oluşturmuştur. Artık, süleymancılar, nakşiler, vilayet imamları için bile hocaefendi ünvanını alenen kullanmaya başlamışlardır. Dolayısıyla yurtiçinde ve dışında laik hukuk devleti aleyhine faaliyet gösteren hocaefendilerin yanısıra, hatta ahirete intikal ettikten sonra bile müritleri tarafından bu ünvana lâyık (!) bulunan hocaefendilerin sayısında da tuhaf bir artış gözlemlenmektedir. ...........- TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
sayin ftoyd' küfür kelimesinden baska yazinizin diger bölümlerinden hic birsey anliyamadim tahmin ediyorum buda sizin uzun yillar yurt disinda yasamanizdan kaynaklaniyor bazen anlasilmasi zor yazilar cikabiliyor! olsun önemli degil,, küfür deyince aklima geldi hic hoslanmam cezasi olmalimi olmali,, tabiki buda hapis veya idam degil agir para cezasi olmali biliyorsunuz batida bu böyledir... bu konuyu yani küfür konusunu cok detaylariyla yazmak istiyordum ama nasip olmadi??? saygilar- milli müsâbaka
Sayin Bozan Taksimi kapatin TÜRKIYEM MACI KAZANDI- KPSS SORUSU OLSAYDI NE CEVAP VERİRDİNİZ
sayin ali0_1' burda senin ögretmenine danisiyoruz mümkünmüdür degilmidir,, bu arada sen neyi izahat etmemi bekliyorsun?- KPSS SORUSU OLSAYDI NE CEVAP VERİRDİNİZ
HAYATIN ICINDE OLMAYANLAR Deniz Gezmiş'e 'ırkçı' diyen Kütahyalı, bu kez de "bağımsızlık'ı hedef aldı. Fethullah Gülen - Abdullah Gül çizgisinde yayın yapan Taraf Gazetesi Yazarı Rasim Ozan Kütahyalı, "Tam bağımsızlığı savunmak, tam barbarlığı savunmaktır" dedi. İşte Taraf yazarının "mandacılığı" savunduğu ve kendini kaybettiği o yazıdan bir bölüm: ( birileri hep kendini kaybeder birtürlü rehbersiz yürüyemez) Tam bağımsızlık, tam barbarlık demektir! RASİM OZAN KÜTAHYALI Kemalizm, düvel-i muazzama ile kavga etmeye odaklanmış, kendini mazlum ulusların öncüsü gören anti-emperyalist sol bir ideoloji asla değildir. Tam aksine "Düvel-i muazzama trenine içerdeki iktidarımı muhafaza ederek nasıl bu ülkeyi dahil edebilirim" sorusu Türk devlet zihniyeti için temel meseledir. Türkiye'de kendini solda tanımlayan ve aynı zamanda özgürlükçü-demokrat olduğuna inanan tüm çevrelerin iyi anlaması gereken bir şey var... Tam bağımsızlık demek tam barbarlık demektir... Bu tam bağımsızlık söylemi bütünüyle terk edilmelidir. Sadece Türkiye çapında değil evrensel bazda da "tam bağımsızlık" tam keyfilik, tam iktidar konsolidasyonu ve sonuç olarak tam barbarlık demektir. Bu üçüncü dünyalı Marksizm-Leninizmden türemiş ***** sözün ahlak adına, özgürlük adına, demokrasi adına ne bu ülke yurttaşları olan bizlere ne de Dünya halklarına hiçbir yararı yoktur. Güç/iktidar denen kavramın doğası gereği tam bağımsızlık barbarlıktan başka bir şey üretemez.- TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Adam, avlanmanın son derece yasak olduğu, yakalanınca çok yüklü para cezalarının kesin uygulandığı milli parkta, göl kenarında, kucağında kocaman bir balık ile parkın polis müdürüne yakalanmış.. 'Avlanma izniniz var mı?..' diye sormuş, polis müdürü.. 'Yok..' demiş adam, 'Gerek de yok çünkü bu balığı ben evimde besliyorum. Her gün buraya gelip gölde bir müddet yüzdürüyorum, ıslık çalıyorum dönüp geliyor, alıp eve götürüyorum..' 'Tamamen palavra..!' demiş polis müdürü, 'Balıklar bu dediğinizi yapamaz..' 'İnanın bu gerçek efendim.. İsterseniz göstereyim..' 'Tamam.. Görelim bakalım..' Adam balığı gölün derin sularına bırakmış, aradan birkaç dakika geçmiş, polis müdürü adama dönüp 'Evet?' demiş 'Evet ne?' 'Ne zaman geri çağıracaksın?' 'Neyi?' 'Balığı..' 'Hangi balığı?..' - Günün Espirisi
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.