İNTERLOCK tarafından postalanan herşey
-
Ben güldüm, siz de gülün madem :)
- Ben güldüm, siz de gülün madem :)
- Ben güldüm, siz de gülün madem :)
- ERİŞİLMEZ İKON'UN SAHİFESİ.....
.. YALAN: Dolay kutupsal etkileşim alanı. YARATMA : Dolay kutupsal etkileşim alanı içindeki bireyin, objektif görüş/düşünüş sınırları dahilinde, şahsi kriterleri ve kurgulama gücü ile eyleme geçmesi. Birey; Farkında olmadığı "Yalan" içinde, "Yaratı" işlemini, Orijinal Fenomanal Mevcudat'ın "Pasif" vasfı ile yapar.. ..ve pek tabii, bilginin artışı sonucu, faaliyete ve uç noktada, saf doğruya ulaşacaktır.. Belki, "varoluş" böyle ifade edilebilinir..- Eski İstanbul Fotoğrafları
.. Bakırköy Taşmektep Orta Okul'um.. Artık yok- Fıkra :)
.. Mecnun çölde ve dalınç halinde dolaşıyor; "Leylâm Leylâm.." diyerek inliyormuş kendi kendine. Bu ara bir adamın önünden geçmiş. Adam namaz kılıyormuş. Bozmuş namazı hiddetlenmiş, başlamış Mecnun'a bağırmaya: "Bre densiz adam, sen nasıl insansın? Kör müsün? Namaz kılıyoruz burada.. Namaz kılanın önünden geçilir mi?" Mecnun cevap vermemiş. Adam daha da sinirlenmiş: "Bari konuş Allah'tan korkmaz, ne susuyorsun?" Mecnun, kükremiş: "Hadi ben Leyla'nın aşkıyla seni görmedim. Sen Mevlâ'nın aşkıyla beni nasıl gördün?" ..- Böyle Buyurdu Zerdüşt - F. Nietzsche
.. Nietzsche’de Özgürlük Sorunsalı ve Devlet Nesneleşme ve özgürleşme konularıyla ilişkisi içinde tartıştığımız “özgürlük” sorunsalı, Nietzsche’nin felsefesinde güç istemi savıyla birebir bağlantılıdır. Nietzsche, özgürlüğe dair şunları söyler; “İnsanın içindeki en korku dolu ve temel arzu, güç dürtüsü -ki bu dürtü “özgürlük” diye adlandırılır- en uzun süre kontrol altında tutulması gereken arzudur. Eğitim ve terbiye için bilinçsiz içgüdüsüyle ahlakbiliminin bugüne kadar güç arzusunu kontrol altında tutmayı hedeflemesi bundan dolayıdır: Zorba bireyi kötüler ve toplumsal refahı ve vatanseverliği yücelterek, sürünün güç içgüdüsünü vurgular.” (G.İ.458, Afz.720) Nietzsche’ye göre insanın özgür olma arzusunun kaynağı “güç dürtüsü”dür. Özgürlük; “savaş ve zaferden hoşlanan insan içgüdülerinin, diğer içgüdülere hükmetmesidir” (P.A.116, Afz.9-38). Doğayı ve dolayısıyla insanı devindiren güç istemi, sadece “özgürlük istemi” olarak insana yansımaz. Aslında bu istenç, sürü içgüdüsünden tutun da en yüksek tip insana kadar her insanda kimi zaman gizlenmiş, kimi zaman yansımış olarak ve kimi zaman da açıktan açığa gözlemlenebilir. Örneğin; güç istenci, özgürlük istenci olarak ezilenler arasında da görünür. Görünürdeki hedef, sadece özgür kalmaktır. (G.İ.485, Afz.776). Benzer şekilde bu istenç, kimi zaman kendini “boyun eğme, iktidarda olanlar için kendini vazgeçilmez ve yararlı kılma” olarak da görülür (G.İ.484, Afz.774). Nietzsche’ye göre insan, özgürlüğü güç sahibi olmadığı sürece ister. Güce bir kez sahip oldu mu, daha fazla güç ister; bunu hala yapmıyorsa, “adalet” yani eşit güç ister. (G.İ.492, Afz.784). Nietzsche’de özgürlük, güç istencinin, güç dürtüsünün çeşitli kisvelere gizlenmiş bir yansıması olarak açığa çıkar ve insanın asıl amacı, özgürlüğü edinmek değildir, özgürlük gücü edinmek için “bir ara basamak”tır. Çünkü insan, güç sahibi olmadığı ölçüde özgürlüğü arzu eder bu istenç, ilk etapta adalet ve eşit güç gibi çeşitli söylemlerle maskelenir. Nietzsche’ye göre “maksattan kaynaklanan tüm olaylar, gücü artırma maksadına indirgenebilirler” (G.İ.420, Afz.663). Nietzsche’nin, etik açıdan “iyi” ve “kötü”ye dair yaklaşımı bile güç istenci savı ile ilişkilidir: “İyi olan ne?- Güç duygusunu, güç istemini, insandaki gücü yükselten her şey. Kötü olan ne? - Zayıflıktan gelen her şey. Mutluluk ne? Gücün arttığı duygusu- bir direnişin aşılması.” (D.12, Afz.2) Görüldüğü üzere Nietzsche’ye göre insandaki özgür olma arzusu, bireyin toplum içindeki durumu da dahil olmak üzere canlılığın güç istenci dürtüsüyle ilişkili olarak bir ara basamaktır. Aslında insan, farketmese dahi karşı koyulmaz bir güç istemi ile çeşitli kisvelerle gücü arzulamaktadır. Çünkü Nietzsche, canlılığın olduğu her yerde güç istenci olduğunu ve hizmetkarların iradesinde bile efendi olma arzusu yattığını düşünür. (BBZ.118). Daima kendini aşmak zorunda olan hayatın olduğu yerde istenç de vardır. Fakat bu istenç yaşama istenci değil, “güç istenci”dir. (BBZ.119). ..- İNTERLOCK ÖZGÜN ŞİİRLERİ..
.. AYRIK-ÜLKE SÜRGÜNÜ; SÖZLERİNDE YILDIZLAR.. dünün münzevi ormanlarında samur okaliptüs ormanlarında seni arıyorlardı habersizdim kıstakta başaşağı atlas çiçekleri port louiste üç-ceylan ebru tomurcuklarıyla ilmikler gecenin kırık dürtülerini kör-görünmezler ile örümcekler olağanüstü cümbüş figürleriyle iç-eziği bir veda' sunmaktalar tasarlanmış bi gece hizmetinde el-vedalar esiyor şimdi vel' fecrde yola çıkıyorum özgün damlacıklarlı bi buket sana işaret çiçekleriyle serüven dizeler yanıbaşımda anlatmaya geliyorum vezavi ki hem-zamanlar dışı kızıl-pas rengi günlere ait çevrintinin tuhaf hikâyelerini ek-süre sonra birlikteyiz işte türev-ü hazz bahçende senin -ki tüm çerçevelerin dışında- yıldızlar on bin gece yağmuru ve mâhtâbın düşmesine ân-kala ..- THE GULLIVER'S SHIP..
geliniz ıspanak-giller bu gün spinach ıspanağı pişirelim nerede ısmılak var hemen pişirelim etkili mesaj sistemine girelim nesıl olucak diyosan google'a girelim system impact message yazalım öğrenelim dişi isek sims oynayalım simülasyon takılalalım abone kimlik modülümüzün kirasını ödiyelim er kişiler maslaka gitsinler yolda manca alsınlar fekat mancalı donkey-shout'a bulaşmasınlar aman ha! olsunlar uzaklaşsınlar belgrat ormanlarına kaçsınlar gerekirse eşkıya olsunlar tırların yolunu kessinler fon musıkisi olaraktan hotel california çalsınlar transa felen girip acip garip bi boyuta geçsinler fekat bahçelerinde zinhar kendir ekmesinler doping yapmasınlar kıymalı ıspanak ile yanında temcid pilavı yemeyiniz emi şindi ıspanağımız nedir? pancar nebatatının bulunduğu fasiledir. menşeî garbî asya'dır. müselles eşgalinde kılsız-tüysüz yaprakları makbul-mukabil sebze olarak istimâl edilir. bol quantumic halliyetî potasyumu- sirkeyi ihtiva ettiğ'çün artritik olan bazı beşer fasilesinin nikris hastalığından muzdarib olanların sık sık yimelerini tavsiye ederim böbrek sancısı yapar yimeyiniz. hafif müleyyinlik verir fekat bazen diyareye sebebiyyet verebileceğinden yiyebilir fekat yimeyebileceksiniz tabiatı münkabiz olanlar ise def-i hacet yapana kadder yisinler sonra yimesinler ara sıra yisinler bide demir mürekkebatı havî oldukta kansız kişi olmamak için yeyiniz fekat çok kan yapar zarar verir yimemelisiniz şimdi arif ustadan pişirmesinin tarifi: malzemeler: ıspanak, soğan, yağ, pirinç, salça, tuz-karabiber, su ve ocak-kiprit gaz maske hepisini soyunuz pirinci ayıklayınız fekat yıkamayınız özü gider hepisini bi arada tenceremize yerleştirelim kimseyi ayrı kılmayalım bölücü felân olmayınız maazallah kısık ateşte ööle pişim pişim pişsin diye bekliyelim fekat kaşık sokup sokup karıştımayınız kargaşa çıkartmayınız gece vakti soka çıkıp ta anarşik olmayıp ıspananızın başında paşacık oturunuz bek bek bekleyiniz o tıkır tıkır kaynar misler gibi ekşi ekşi kokular saçar 20 dakka sonra tenceremizi tavamızı ocaktan indirelim pişmiş şeyi kaygan tabaa alalım çünkü tencere tavamız bize lâzım olucaktır kaygan tabaa aldığımız mükemmel pişmiş ıspanak boranimizi mis kimin gıçık olduumuz komşulara yediriniz afiyet olsun -işte o budur!- DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
.. Rüya Üzerine bi dialog; Inception filminden.. -Beni öldürmeye mi geldin? Bunun ne olduğunu biliyorum. Uzun yıllar önce bunlardan bir tane görmüştüm. Yarı hatırladığım bir rüyada tanıştığım bir adama aitti. Bazı radikal fikirleri saplantı haline getirmiş bir adamdı. -En dirençli parazit hangisidir? Bakteri mi, virüs mü? -Bağırsak solucanı mı? -Bay Cobb'un söylemeye çalıştığı şey "Fikir!" Fikir dirençlidir ve çok çabuk yayılır. Fikir beyine bir kez yerleşti mi yerinden sökmek neredeyse imkânsızdır. İyice şekillenmiş ve kavranmış bir fikir burada bir yere saplanıp kalır. -Senin gibi biri çalsın diye mi? Evet, rüya halindeyken bilinciniz korunmasız kalır, bu da düşüncelerinizi tehditlere karşı savunmasız kılar. -Buna fikir çalma denir. -Bay Saito, bilinçaltınızı en yetenekli hırsıza karşı bile kendini koruyacak şekilde eğitebiliriz. -Bu nasıl olabilir ki? -Çünkü en yetenekli hırsız benim. Sırlarınızı bulmak için zihninizde nereyi araştırmam gerektiğini biliyorum. Hileleri biliyorum. Size uyuduğunuzda bile savunmanızın asla çökmemesini öğretebilirim.. Ama yardımımı istiyorsanız bana karşı tamamen açık olmalısınız. Aklınızdan geçenleri eşinizden, terapistinizden ve herkesten iyi bilmeliyim. Rüyada olsak ve sırlarla dolu bir kasanız olsa, o kasada neler olduğunu bilmeliyim. İşlerin sorunsuz yürümesi için, zihninize tamamen girmeme izin vermelisiniz. ** ** ** -Beynimizin gerçek kapasitesinin çok az bir kısmını kullandığımız söylenir. Uyanıkken böyledir. Uykudayken zihnimizin yapamayacağı bir şey yok gibidir. -Ne gibi? -Bir bina tasarladığını düşün. Her cephesini düşünerek oluşturursun ama bazen sanki kendiliğinden oluşmuş gibi hissedersin. Ne demek istediğimi anlıyor musun? -Evet. Sanki keşfediyormuşum gibi olur. -İçine doğmuş gibi değil mi? Rüyadayken zihnimiz sürekli bunu yapar. Yarattığımız dünyayı eş zamanlı olarak algılarız. Zihnimiz bunu öyle iyi yapar ki farkına bile varmayız. Bu da o sürecin ortasına girmemize şans tanıyor. -Nasıl? -Yaratıcılık kısmını devralarak ve işte burada sana ihtiyacım var. Hayal dünyasını yaratacaksın. Özneyi o rüyaya sokacağız ve bilinçaltı o dünyayı kaplayacak. -Gerçek olduğunu düşünmelerini sağlayacak kadar detayı nasıl yaratacağım? -Rüyadayken gördüklerimiz bize gerçek gibi gelir değil mi? Ancak uyandığımızda bir tuhaflık olduğunu fark ederiz. Bir şey daha sorayım: Rüyanın başlangıcını hiç hatırlamazsın değil mi? Olup bitenin ortasında bulursun kendini. -Sanırım evet. -Peki buraya nasıl geldik? -Şeyden geldik!? -Düşün Ariadne, buraya nasıl geldin? Şu an neredesin? -Rüyada mıyız? -Şu an eğitim programında, uykudasın. Bu rüya paylaşımı konusunda ilk dersin. -Rüyadaysak niye yüzünü kapatıyorsun? -Çünkü sadece bir rüya değil. Yüzüne cam yağarsa çok acır. Gerçek gibi hissedersin. Bu yüzden ordu, eğitim programında rüya paylaşımını uyguluyor. Askerler birbirini vurup, bıçaklayıp, boğduktan sonra uyanıyor. ** -Mimara neden ihtiyacınız var? -Birinin rüyayı tasarlamasıgerekiyor değil mi? Beş dakika daha deneyelim. -Beş dakika mı? Ama en az bir saat konuştuk. -Rüyada beyin fonksiyonlarımız daha hızlı çalışır, bu yüzden zaman daha yavaş akıyor gibi gelir. Gerçek dünyada 5 dakika, rüyada 1 saate denk gelir. Bakalım 5 dakikada neler yapabileceksin. Bunlar temel tasarım. Kitapçı, kafe, hemen hemen her şey var. -İnsanlar kim? -Bilinçaltımın yansımaları. -Senin bilinçaltın mı? -Evet. Rüyama girip bu dünyayı yarattın. Özne benim, insanları benim zihnim yerleştiriyor. Bilinçaltımla konuşabilirsin. Öznenin zihninden bilgi çekmenin bir yolu bu. -Başka nasıl yapıyorsunuz? -Zihnin otomatikman, korumak istediği bilgiyi koyacağı kasa ya da hapis gibi güvenli bir yer yaratıyoruz. Anladın mı? -Sonra kasayı kırıp bilgiyi çalıyorsunuz! ** -Rüyaların görsel olduğunu düşünürdüm ama aslında daha çok hissetmekle ilgili. Fizik kurallarıyla oynarsak neler olur merak ediyorum. -Esaslı oldu değil mi? -Evet. -Neden bana bakıyorlar? -Çünkü bilinçaltım bu dünyayı başkasının yarattığını hissediyor. Sen çevreyi değiştirdikçe yansımalar üzerine gelmeye başlar. -Üzerime gelmeye mi? -Rüya sahibinin doğasındaki farkı hissediyorlar. Akyuvarların enfeksiyona saldırması gibi bir şey. -Bize saldırırlar mı? -Hayır. Sadece sana. ** -Harika, ama etrafı değiştirmeye evam edersen ne olacağını söyledim. Tanrım! Bilinçaltına sakin olmasını söyler misin? -Bilinçaltımı kontrol edemem unuttun mu? -Çok etkileyici.. ** -Bu köprüyü biliyorum. Burası gerçek bir yer değil mi? -Evet her gün okula bu yoldan gidiyorum. -Asla hafızanda olan yerleri yaratma. Daima yeni şeyler hayal et! -Bildiğin yerleri tasarlaman gerekmez mi? -Sadece detayları kullan. Sokak lambalarını, telefon kulübelerini ama asla tüm çevreyi değil. -Neden? -Çünkü anılarından oluşan bir rüya inşa etmek, hayal ve gerçek arasındaki farkı ayırma yetini kaybettirir! Inception ..- OLSADA YESEK! :)
.. ama bunu yiyebiliyorum.. siz de buyurunuz.. ocak başı.. çınar altı..- Birisi Çay Yapsada Şöyle Sıcak Sıcak İçsek
.. alırızz.. ve benden da.. kahvaltı sofrası.. buyurunuz.. not: bu kinayesizdir..- Birisi Kahve Yapsa da İçsek Şöyle Hüpppppppppppppp Diye
.. okkalı.. manzaralı.. kinayeli.. bi kaffe.. buyursunlar bakalım..- GÜNAYDIN
.. çiçeklere.. çiçekler.. merhaba.. ..- KİRACI, Roman Polanski filmi...
.. "tenant" kavramı üzerine bi kelimeye dönüş ya da üzerine şöyle bir yorum.. bence daha açık bi anlam ifade edebilir: "international long-distance checking from banish-mental and excommunication.." "uluslararası uzun mesafe kontrolünün ya da 'mülk sahibi tarafından denetimi' nin 'dünya kiracısı' üzerinde uygulanmasından ve yetersiz görülmesinden itibaren zihn/cobweb üzerinden bi talimatla gözlemci'nin görevinden uzaklaştırılması; Aforoz.. Bir anlamda; Denetici ile Gözlemci arasındaki iletişimin.. her hangi bir sebeb ile arıza yapması.. ve sonucunda bağlantının askıya alınması.. Siber Denetim ..- KİRACI, Roman Polanski filmi...
http://youtu.be/ZmhIMbdecEU The Tenant; 1976 yapımlı, Yönetmenliğini Roman Polanski'nin yaptığı, Roland Topor'un Le Locataire Chimérique adlı romanından uyarlanmış, Psikolojik gerilim filmi. Fransızca adı: Le Locataire olarak da bilinir. Polanski'nin Apartman Üçlemesinin, Repulsion ve Rosemary'nin Bebeği filmlerini takip eden son filmidir. 1976 Cannes Film Festivalinde de yarışmıştır. Vikipedi ** Yönetmen: Roman Polanski Yapımcı: Hercules Bellville Senarist: Roland Topor/Gérard Brach/Roman Polanski Oyuncular: Roman Polanski/Isabelle Adjani/Melvyn Douglas Jo Van Fleet/Bernard Fresson/Lila Kedrova Claude Dauphin/Sheley Winters Müzik: Philippe Sarde Görüntü yönetmeni: Sven Nykvist Sanat yönetmeni: Françoise Bonnot Yapım yılı: 1976 Gösterime Giriş: 26 Mayıs 1976 Fransa 11 Haziran 1976 ABD 1987 Türkiye Süre: 125 dk. Dil: İngilizce/Fransızca DVD çıkış tarihi: 1 Temmuz 2003 ** Konu ve Yorumlar: Zihnine sürekli akan ve sonunda gözlerinin önünde, kulağının dibinde beliren imgeler yığınının, hastalıklı bir zihnin elle tutulamaz tecessümü olup olmadığını zor anlayan Trelkovskynin hikayesi. Polanski'nin Repulsion ile başlatıp Rosemary's Baby ile devam ettirdiği ve şizofreni ile paranoya ekseni şeklinde isimlendirdiği, iki nokta arasındaki en kısa yolun üçüncü istasyonu. İçerdiği yoğun görsellik, tıpkı Repulsion-daki gibi derinlik mefhumunu fazlasıyla kullanan kameraların kullanımı ve başarılı atmosfer yaratımı sayesinde doruğa çıkmıştır. Senaryoda aksayan noktalar vardır ancak o kadar kusur kadı kızında da olur demiş atalarımız. Siz atalarımızı boşverin çünkü Roland Topor'dan uyarlamadır senaryo. Küçük rollerdeki oyuncuların bile sürükleyici performansları ve bir eliyle orkestra yönetip, diğeriyle klavsen çalan Mendelssohn misali Polanski'nin yönetim-oyunculuk ikilisini başarıyla sürdürdüğü lezzetli filmdir. electric warrior ** Polonya göcmeni Yahudi'dir Trelkovksy. Film boyunca etrafta David'in yıldızlarını görürüz. Kendi hayatının oyuncusu degildir Trelkovsky. Garsondan martini ister brandy gelir; kahve ister, sıcak çikolata gelir.. Hayır diyemez. Kendine uzaktan bakabilen bir insandır Trelkovsky. Yalnız, otel odasinda yatağının üstünde oturup düşünebilen bir insandır Trelkovsky; Ve aynı zamanda intihar etmek için silah almaya çalışırken dayak yemek üzere olan bir insandır. Hrundi Bakshi'nin Fransa görmüşüdür Trelkovsky. Polanski'nin sizofreniyi, kimliksizligi, kisiliksizligi yuceltmesidir bu film. hemingway ** Filmin ilk bölümünde, Trelkovsky daireyi kiralarken verilen "tuvalet koridorun sonunda" bilgisi, filmin başında gösterilen silah klişesi misali, gayet manidardır. Zira Trelkovsky ancak filmin sonunda tuvalete gider ve anlarız ki, gördüğü tüm halüsinasyonlar ve yaşadığı panik ataklar kakasını tutmasından ileri gelmektedir. Sevgili Polanski, "her sabah tuvaletinize gidiniz kakanızı yapınız" gibi anarşist bir alt metin yerleştirmiştir filmine... Ama dikkatli gözlerden kaçar mı, kaçmaz ! neen ** Trelkovsky karakteri Fransa’da yaşayan aslında yabancı kökenli ve ev bulmakta zorlanan bir gençtir. Ev sahibi ile görüşmesine binaen, evde daha önce Simone Choule isimli birinin yaşadığını ve intihar ettiğini öğrenir; Daha sonra ise ölmediğinin kendisine bildirilmesi üzerine onu hastanede ziyaret eder. Bu ziyarette, Choule kendisine bakıp olanca yüksek sesle bağırır, daha sonra hastaneye telefon eden Trelkovskly Simone’un öldüğünü öğrenir. Filmin ilerleyen bölümlerinde Trelkovsky’nin Simone’a dönüşümünü izleriz. Onun içtiği sigaraları içer, onun ojelerini sürer, onun giydiği elbiseyi giyer, onun gibi çıkan dişini duvardaki bir oyuğa saklar ve filmin sonunda da mumya-varî bir biçimde sarılı olarak yatarken kendi imgesini görerek kulakları sağır eden çığlıklar atar.. sanatlog.com: kusagami san ..- REPULSION - TİKSİNTİ
.. şöyle bi ilâve yapabilirim: paralel ve görülemeyen ve soyut boyutun etkilerİ göz önüne alınmayarak/boşlanarak ve bu nedenle bağlantının tek taraflı kesilmesi durumunda, beyin'in Arachnoid/Ankebut ya da CobWeb programlarına farkına varılmadan girilir.. Repulsion kelimesi: "An cobweb design and mental delusions.." "Bir örümcek ağı tasarımı ve zihinsel sanrıları.." anlamına da gelir.. ..- REPULSION - TİKSİNTİ
Yapımı : 1965 - İngiltere Tür : Dram /Gerilim/Korku/Psikolojik Süre: 105 Dak. Yönetmen : Roman Polanski Oyuncular : Catherine Deneuve, Patrick Wymark,Ian Hendry John Fraser,Yvonne Furneaux Senaryo : Roman Polanski, Gérard Brach,David Stone Yapımcı : Gene Gutowski, Michael Klinger ** Hikâyesi Özel yaşamını manikürcü olarak kazanan Carol, cinsel duygulara karşı ilgili olup, hem de iğrenen genç bir kız. Londra'da beraber oturduğu kızkardeşiyle birlikte yaşamakta. Bir gün, kızkardeşi Helen evli erkek arkadaşıyla birlikte tatil yapmak için geziye çıkar. Carol evde tek başına kalır. Olaylar bundan sonra başlar Yanlızlıktan dolayı korkularına esir olan Carol, gerçek ile hayâli ayırmaz hale gelir, psikolojisi bozulan Carol akıl sağlığını yavaş yavaş yitirmeye başlamıştır. ** Analizler: Polanski'nin "Apartman" üçlemesinin ilk filmi. İkincisi: Rosemary's Baby Sonuncusu: The Tenant vacation ** Oldukça yavaş ama güzel ve farklı bir film. Çok belirgin öğeler içerir; bozulmuş, korkunç gözüken tavşan eti, çimlenen patatesler, çatlayan duvarlar, duvarlardan çıkan eller gibi. Siyah beyaz olması filmdeki ekstremliği daha da belirgin hale getirmiş. Catherine Deneuve, 22 yaşında çevirdiği bu filmde son derece sakin ve içine kapanık bir kızın rahatsız birine, hatta bir katile dönüşmesini çok iyi oynamış. festis ** Psikoloji temeli üzerine kurulu bir analiz. Psikolojik değişim başarılı şekilde yansıtılabilmiş. Filmin yapım yılı da göz önüne alınınca, güçlü bir senaryoya sahip olduğu söylenebilir. Özellikle nesneler üzerine kurulu psikolojik bir teması var. İlgili nesneler resmen gözünüze girdikçe size çok itici gelmeye başlıyor. Nesneleri özellikle yorumumda belirtmiyorum. Işık seçimi ve özellikle evin dizaynı tam yerli yerinde. Catherine'in güzel yüzü altındaki sapkınlığı da müthiş bir tezat oluşturmuş. Ama en önemli eksisi filmin müzikleri. Aman tanrım o ne kötü bir müzik, resmen filme konsantreniz bozuluyor. Özellikle müziklerde Chico Hamilton varsa bu filmleri izlemeyeceğim. Allah hiçbir kadını yanlızlıkla imtihan etmesin; bu da işin şakası. gogola ..- THE CALL OF CTHULHU
The Call of Cthulhu / Cthulhu'nun Çağrısı Yönetmen : Andrew Leman Senaryo : Sean Branney / H.P. Lovecraft Görüntü : David Robertson Müzik : Chad Fifer / Ben Holbrook Yapım : 2005 / ABD süre : 47 dak Oyuncular : Matt Foyer, Bruce Graham, Andra Carlson, Mike Dalager Hikâyesi: Cthulhu adı verilen bir varlığa dair efsaneyi araştıran ve ölmek üzere olan bir profesör, bu görevini yeğenine devreder. Amcasının ölümünden sonra bıraktığı dökümanları inceleyerek bu yaratığı araştırmaya başlayan adam, parçaları bir araya getirdiğinde korkutucu bir gerçekle yüz yüze kalır. Artık yavaş yavaş akıl sağlığını yitirmeye başlayacaktır. ** Senarist: Howard Phillps LOVECRAFT 1890-1937 Providence, Rhode Island, A.B.D. Dehşet havasının egemen olduğu fantastik öyküleri ve kısa romanları ile tanınan yazar, Gotik öykü türünün 20. yüzyıldaki en büyük ustalarından biridir. Birçok öyküsü, 1923'ten sonra Weird Tales adlı dergide yayımlandı. Başka gezegenlerden gelen korkunç yaratıkları konu alan "CTHULHU MYTHOS" adlı öykü dizisinde, zaman ve uzayın altüst oluşu temasını işledi. "THE CASE OF CHARLES DEXTER WARD-1928" ve "AT THE MOUNTAINS OF MADNESS-1931" en iyi kısa romanlarıdır. KISA NOT: Necrogenic/necrogenous/necrologist/necromancy Ölüde yaşayan/ölü madde kaynaklı/ölmüş kimseler hakkında yazı yazan kimse/ölü çağırma, ölü falı ** İMGELEM necronomikon ya da necronomicon anladıklarınız ya da anlamlandıramadıkarınız sizin ürünleriniz imgeleminizin dünyası gri kurşuni renkli havaya adanmışlık kuşkunun hiçliğin mer'alarında otlaya dursun günahınızın keçileri onlar elbet ekilen tohumların fidesi açlığın kara ölümün evlatları kuzeyin rüzgârlarında doğumun simgesi ölümün yaşamsal olanla ahdi ya hep ya hiç derecesinin ben liğe indirilen kamçısı sadece ilençli olanın duyumsadığı yaşadığını zannedenin ise mezartaşı yazıtı ana rahimini parçalayarak çıkan kan ile yazılan eleji bu eleji ki düşüşün uçurumlarından yuvarlanır dilegelir leviathan kanlı gözyaşlarına boğulur alacakaranlığın pencerelerinden izler hiçliğe katılışını nedenini o da bilmez bir kurgunun aktöresidir gülen demokreithos ağalayan herakleithos tiyatronun simgesel maskları misali boşluktan geldi boşlukla gidiyor anaforların gel-gitleri sürüklüyor yarların yamacından duruidler yapışmış yakasına bir kere ilahlarına sunak olarak kanını sunmak için lûtfen bu kadehten sizde için! unutma denizinde kendinizi unutmak için! yudumlayın kan şarabınızı dirilişiniz için! sıhhatimize diyerek.. ..- OLSADA YESEK! :)
.. olsa da yesek.. dersin. şlask-kadak.. ver verirler önüne.. "şekerim va.. afedersin!" dersin.. yasık bene yaw.. çok acıyom bene.. sis de acıyınıs bare.. aha sis yeyin bare.. pis şiyler sisi.. gösünüs doysun he mi? frambuslı mı nemiş.. hiç sevmem ki zati.. ..- İNTERLOCK ÖZGÜN ŞİİRLERİ..
HAMLET SEVDALARINDA BARBEQUE PARTİSİ ölü-pan cennetinde küstahça kuşanmışım lâ u bâli pal güvercin paramour sinyallerle taş kesilmiş bir kadın genel eğilimi uğruna mütereddid haşarı pasaklısı üst bagajında kömürlü bir şimendifer çeker tren katarını yönetiminde ise bağıl birimli mop-gençler birleşmiş grupları tümüyle konvansiyonel şahyar deresi böler mülkleri saltanatıyla inilder dilenci kadın bezecikli yavrusuyla geniş alan gözlüyorum fikirlerim muhayyer ..- Böyle Buyurdu Zerdüşt - F. Nietzsche
.. Özelde Hristiyanlığa, ve genel olarak da insanın yaşam arzusunu dizginleyen, içgüdülerini körelten tüm dinsel inanç ve düşüncelere karşı çıkan Nietzsche, “bir hayvanı, türü, bir bireyi, içgüdülerini kaybettiğinde, ona zararlı olanı seçip onu yeğlediğinde” yozlaşmış kabul ettiğini belirtir ve yaşamı, “gelişim, süreklilik, tüm güçlerin toplanması, güç içgüdüsü” olarak ifade eder. Nietzsche’ye göre “istem gücünün olmadığı yerde düşüş vardır” (D.14-15, Afz.6). Bu bağlamda Nietzsche’nin bahsini ettiği gelişim, “doğaya dönüş” anlamını içerir; “büyük işler yapmak için, büyük işlere izin verilen yüksek, özgür, hatta ürkütücü doğaya ve doğallığa doğru…” (P.A.126, Afz.9-48). Nietzsche’nin decadence olarak ifade ettiği çöküş/çürüme, O’na göre aslında bir gerekliliktir. Çünkü atıklar, çöküş ve yok etme, yaşamın ve yaşamın büyümesinin gereklilikleridir; Çöküş fenomeni yaşamın herhangi bir artışı ve ilerlemesi kadar gereklidir (G.İ.46, Afz.40). Nietzsche, yaşamdan kopuk ve insanın yaşama güdülerinin zıttı olan değerlerin ve değerlendirme biçimlerinin pesimizme, pesimizminde “en büyük değerlerin, kendi öz değerlerini düşürmesi” (G.İ.27, Afz.1) anlamına gelen nihilizme sebep olduğunu düşünür. Nietzsche’nin perspektifinden bakıldığında “pesimizm, nihilizmin bir ön hazırlık şeklidir” (G.İ.30, Afz.9) ve “modern pesimizm, modern dünyanın yararsızlığının bir ifadesidir” (G.İ.44, Afz.34). İnsansal özniteliklerin yitirilmesi ve başka bir özne tarafından manipüle edilerek o öznenin amacının aracı/nesnesi haline getirilmesi açısından nesneleşme/araçlaşma/şeyleşme, Nietzsche’nin felsefesinde genel bir çöküş ve çürümenin bireysel ve toplumsal olarak ortaya çıkmasına karşılık gelir. Fakat bu çürüme/çöküş, Nietzsche’ye göre doğal bir gerekliliktir. “Sürü içgüdüsü”nün topluma egemen olması, insanla onun özniteliklerini ifade eden içgüdüleri arasına bir set çeker. Bu engellenme, bireyin sürü toplumu içerisinde, yaşamın inkarı sayılan ve tüm doğal içgüdüleri reddeden yoz değerlerle yaşamasını zorunlu kılar. Sürü ahlakının egemen olduğu toplumda bireyin kendini gerçekleştirmesi mümkün değildir. Çünkü sürü, güçlü bireylere karşı saldırgan, adaletsiz, ölçüsüz, arsız, saygısız, yüreksiz, yalancı, sahte, merhametsiz, sinsi, kıskanç ve intikam doludur. (G.İ.205, Afz.284) Nietzsche barışsever, alçak gönüllü, cesur, dürüst, vicdanlı adaletli, hoşgörülü gibi niteliklerin nereye kadar araç veya egemen bir etkinin doğal sonuçları olarak kesin bir amaca ve akıbete bağlı olup olmadığını sorgular; Nietzsche’ye göre bu niteliklerin hiçbiri kendi iyiliği için “iyi” değildir, bir sürü içgüdüsünün sonucudurlar. (G.İ.204, Afz.284) Decadent’in bireyde ve toplumda başgöstermesiyle birlikte “bir hastalık olarak” nihilizm öyle bir boyuta ulaşır ki, artık eski değerlerin ve değerlendirme biçimlerinin kullanılmasına olanak yoktur. Bu bağlamda Nietzsche, “eski levhaların kırılıp parçalanmasını ve yerine yeni levhaların asılmasını” öğütler. (B.B.Z.203). * Paradigma Felsefe Sözlüğü, “Decadence” maddesi, Ahmet Cevizci ..- DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
.. Rüya Üzerine bi dialog; Mavi Tüy'den alıntı.. ** ** "Sen hiç yalnızlık çekmez misin Don?" Ohio'da, Ryerson kasabasında, kafeteryada otururken aklıma gelmişti bunu sormak. "Çok şaştım bunu.." "Şşşt!" dedim. "Sorumu bitirmedim. Birazcık olsun yalnızlık çekmez misin?" "Senin.." "Dur. Bütün bu insanları birkaç dakikalığına görüyoruz. Arada sırada kalabalık içinde bir yüz belirir ve orada kalmak ve bir merhaba demek, beş on dakika konuşmak ihtiyacını veren güzel bir kadın. Ama benimle on dakika uçar veya uçmaz ve çeker gider. Ben de ertesi gün Shelbyville'e giderim ve onu bir daha hiç görmem. Bu yalnızlıktır işte. Ama ben kendim kalıcı değilken, kalıcı dostlar da bulamam herhalde." Don sessizdi. "Yoksa bulabilir miyim?" "Şimdi konuşabilir miyim?" "Konuşabilirsin sanırım" Bulunduğumuz kafeteryada hamburgerler, ince yağlı kağıda sarılıydı. Ve kağıdı açtığınızda da ortalığa susam tanecikleri saçılıyordu; susamlar pek işe yaramazdı, fakat hanburgerler iyiydi. Don da ben de bir süreliğine konuşmadan yedik. Ne söyliyeceğini merak ediyordum. "Richard, bizler mıknatısız, değil mi? Hayır, mıknatıs değiliz, demiriz; bakır teller ile sarılmış demirler. Böylece kendimizi mıknatısa dönüştürmek istediğimiz zaman yapabiliyoruz. İçimizde var olan cereyanı, tellerden geçirince, kendimize çekmek istediğimiz her şeyi çekeriz. Ayrıca, mıknatıs nasıl çalıştığını da merak etmez. O öyledir ve doğası gereği bazı şeyleri çeker, diğerlerine dokunmaz." Ağzıma bir patates atıp kaşlarımı çattım: "Bir şeyi söylemedin ama. Bunu nasıl yapıyorum?" "Sen bir şey yapmıyorsun. Kozmik yasalar var, unuttun mu? Benzer benzeri çeker. Sen olduğun gibi kal, sakin, açık ve parlak. Biz olduğumuz gibi parlarken, her dakika, gerçekten yapmak istediğim bu mu? diye sorarken ve kendi kendimize 'evet' yanıtı verdiğimizde onu yaparken, bu otomatik olarak bizden bir şey öğrenemiyecekleri iter ve bizim kendilerinden bir şey öğrenebileceklerimizi bize çeker." "Ama bunun için de epey inanç gerek ve bu arada da epey yalnızlık çekersin." Hamburgerlerin üzerinden garip garip baktı: "İnanç sahtedir," dedi. "İnanca gerek yoktur. Betim/Tasavvur/Depict gücüne gerek vardır." Aramızdaki masanın üzerini temizledi. Kızarmış patatesleri, ketçabı, çatal ve bıçakları ve tuzlukları bir kenara itti. Neler olacağını, ve gözlerimin önünde nelerin belireceğini merak etmiştim. "Bir susam tanesi kadar betim gücün varsa," diyerek, örnek bir susam tanesini masanın ortasına çekti: "Her şeyi yapabilirsin." Susam tanesine, sonra da yüzüne baktım: "Siz mesihlerin bir araya gelerek bazı konularda fikirbirliğine varmanızı isterdim," dedim. "Ben, tüm dünya bana karşı iken gerekenin inanç olduğuna inanırdım." "Hayır. Ben görevde olduğum süreç içinde bunu düzeltmek isterdim ama epey güç bir mücadeleydi. İki bin yıl, beş bin yıl önce, Betim/Tasavvur gücü için bir sözcükleri yoktu ve pek de ciddi olan taraftarları için bulabildikleri en iyi sözcük 'inanç' tı. Ayrıca o zaman susam tohumları da yoktu." Susam tohumları olduğunu çok iyi biliyordum ama bu yalanı duymazlıktan geldim. "Bu mıknatıslama işleminde betimlemem mi gerekiyor yani? Illionis'in Tarragon Kasabasında çayırlığı dolduran kalabalık arasında güzel ve mistik bir kadın belireceğini mi tasavvur edeyim? Bunu yapabilirim. Ama, olacak olan da o kadarda, yani benim çizdiğim resmin içinde kalır.." Don, yüzünde umutsuz bir ifadeyle, o anda Em ve Edna'nın kafeteryasının teneke kaplı çatısı ve soğuk ışıklarıyla temsil edildiği göğe baktı: "Sadece senin senin çizdiğin resimde mi? Elbette ki orada olacak! Bu dünya, senin zihninde resimlendirdiğin/bilgin kadar betimlediğin gibidir, bunu unuttun mu? Düşüncen neredeyse, deneyimin de oradadır; bir insan düşündüğü şeydir. Korktuğum başıma geldi işte; Düşün ve zengin ol; Eğlence ve kâr için yaratıcı tasarımlar; Olduğun kişi olarak nasıl arkadaş edinirsin? Senin betimlemelerin Olan'ı bir noktaya kadar değiştirmez, gerçeği hiç etkileyemez. Ama biz Warner Brothers'ın dünyalarından/Depict, MGM'in yaşamlarından/film söz ediyoruz ve onların her bir saniyesi yanılsama ve hayaldir/Illusion. Biz gözleri açık rüya görenlerin, kendimiz için yarattığımız sembollerle gelen rüyalardır." Kendi önünden bana doğru bir köprü kurarmış gibi çatalıyla bıçağını bir sıraya dizdi: "Rüyalarının ne anlattığını merak ediyorsun, değil mi? Uyanık yaşamındaki nesnelere bak. Ve senin için ne anlama geldiklerini sor kendi kendine. Yaşamında ve ne yana dönse uçak bulunan sen!" "Evet ama Don," dedim. Biraz ağırdan almasını, ve bunların hepsini bir anda üzerime yığmamasını isterdim; dakikada bir mil, yeni fikirler için çok büyük bir hızdı. "Eğer rüyanda uçak görürsen, bu senin için ne demektir?" "Özgürlük. Uçak rüyaları kaçıştır, uçuştur, kendimi özgürlüğe bırakmaktır." "Sana ne kadar açık konuşmamı istersin? Uyanıkken görülen rüyalar da aynı şeydir; Seni bağlayan her bir şeyden, sıkıcı sevmediğin işlerden, otorite ve baskıdan, can sıkıntısından ve yerçekiminden kurtulmak iraden. Senin fark etmediğin tek şey, 'zaten özgür olduğun ve hep özgür olduğun' dur. Bu şeylerden yarım susam tanesi kadar olsaydı sende.. Sen zaten senin sihirbaz/illusionist yaşamının mutlak efendisisin.. Sadece tasarım gücü, ha? Sen ne diyorsun?" Garson kadın bir yandan tabakları kurularken arada sırada da garip garip Don'a bakıyor, adamın kim olduğunu merak ediyordu. "Demek sen hiç yalnızlık çekmezsin, Don?" dedim. "Eğer yalnızlığı istemiyorsam. Zaman zaman çevremde olan başka boyutlardan arkadaşlarım vardır. Tıpkı senin gibi." "Hayır, ben bu boyutta, bu tasarım dünyasında diyorum. Bana ne demek istediğini göster, bana mıknatısın küçük bir mucizesini göster.. Bunu öğrenmek istiyorum" "Sen bana göster," dedi. "Yaşamına bir şey sokmak için onun zaten orada olduğunu betimle." "Ne gibi? O güzel kadın gibi mi?" "Ne olursa. O kadın değil. Önceleri küçük bir şey." "Şimdi mi deneyeyim bunu?" "Evet." "Pekâlâ.. Mavi bir tüy." Boş bakışlarla baktı yüzüme. "Richard? Mavi bir tüy mü?" "Kadın gibi olmasın dedin, küçük herhangi bir şey dedin." Omuzlarını silkti: "Pekâlâ. Mavi bir tüy. Tüyü betimle şimdi. Her çizgisini, kenarını, ucunu, koparıldığı yerdeki V biçimindeki yarığı, sapın çevresindeki incecik tüyleri güzelce resimle. Sonra da bırak gitsin." Bir an gözlerimi kapattım ve zihnimde on beş santim boyunda, kenarlarında gümüşî bir rengi alan mavi bir tüy düşündüm. Karanlıkta ağır ağır uçan bir mavi tüy. "İstersen çevresini altın bir ışıkla sar. O iyileştirici bir etkiyi gerçekleştirmeye yarar ama bu mıknatıs işinde de yararlıdır." Tüyümü altın sarısı bir pırıltıyla kuşattım. "Tamam." "Oldu. Şimdi gözlerini açabilirsin" Gözlerimi açtım. "Tüyüm nerede?" "Eğer onu zihninde betimlerken açık ve seçik görmüşsen, şu anda koskoca bir Mack gibi üzerine geliyordur." "Tüyüm mü? Mack gibi mi?" "Mecazî olarak, Richard.." ** Bütün gün bir tüyün ortaya çıkmasını bekledim ama çıkmadı. Akşam üzeri sıcak hindili bir sandviç yerken onu gördüm. Bir süt kutusu üzerinde küçük bir resimdi: Scott Mandrası için Mavi Tüy Çiftliği tarafından paketlenmiştir. Bryan, Ohio. "Don, tüyüm!" Baktı, omuzlarını silkti: "Ben senin gerçek bir tüy istediğini sanmıştım." "Başlangıç olarak her tüy olur, değil mi?" "O tüyü betimlerken, öyle tek başına mı çizdin, yoksa elinde mi tutuyordun?" "Tek başına." "Eh, işte bu da durumu açıklıyor. Eğer mıknatısladığın şeyle beraber olmak istiyorsan kendini de resmin içine koymalısın. Özür dilerim, onu söylemeyi unutmuşum." Garip, ürkütücü bir duygu. Olmuştu! İlk nesnemi bilinçli olarak mıknatıslamıştım! "Bugün bir tüy, yarın bütün dünya!" dedim. "Dikkatli ol, Richard, yoksa pişman olursun.." ** Yaşamının her olayı ve bütün insanları sen onları oraya çektiğin için oradadırlar. Onlarla ne yapacağın sana kalmış bir şeydir. Richard Bach- Ölmeden Önce Görülmesi Gereken Yerler
.. siz dikkat çekmişsiniz ama.. bu benim için.. bi özel tekrar olsun.. kızmazsanız efendim.. ha long körfezi kuzey vietnam/hanoi UNESCO tarafından dünya mirası olarak ilân edilmiş bi harikalar diyarı.. ben burada takılı kaldım.. ..- THE GUNS OF NAVARONE
** kişisel bi ilâve.. Lecher Bridge/Lecher Line: İki paralel iletkenden oluşan transmisyon hattı parçası.. Türkiye'deki Adı: Navaron'un Topları Tür : Savaş / Macera / Dram / ? ! Yönetmen : J. Lee Thompson Yapım : 1961, ABD Süre : 158 dk. Oyuncular: Gregory Peck/David Niven/Anthony Quinn Stanley Baker/Anthony Quayle/James Darren Irene Papas/Gia Scala/Richard Harris Konusu: Mallory, Andrea ve Miller imkansız bir görevi gerçekleştirmekle yükümlü olan müttefik sabotajcılarıdır. Zaptedilmesi son derece güç olan Nazi hakimiyetindeki bir adaya gizlice nüfuz etmek ve tuzağa düşürülmüş 2000 İngiliz askerinin kurtuluşuna engel olan, iki dev uzun menzilli sahra topunu yoketmekle görevlendirilmişlerdir… Bilgiler: Karalistede anılan senarist Carl Foreman; (High Noon, The Bridge on the River Kwai) 50′li yıllar boyunca isimsiz çalıştıktan sonra adını ve saygınlığını yeniden sağlamak durumundaydı. Bunu gerçekleştirmek için, Alistair MacLean’ın çok satan romanı "Navarone’un Topları" nı beyazperdeye aktarmaya karar verdi. Mükemmel bir oyuncu kadrosu ve dev bir prodüksiyonla film büyük başarıya ulaştı. En İyi Film Ödülü de dahil olmak üzere yedi dalda Oscar Ödülü adayı gösterilip bunlardan En İyi Özel Efekt Oscar Ödülü’ne layık görüldü… Foreman başarı kazanırken durumdan asıl faydalı çıkan MacLean oldu ve romanları beyazperdede, aralarında Ice Station, Zebra ve Where Eagles Dare’in de yeraldığı birçok macera dolu destana kaynak oldu. Bununla birlikte Navarone’un Topları, MacLean uyarlamaları arasında en başarılı yapım olmakla kalmayıp, aynı zamanda hatırı sayılır macera aksiyon filmleri arasında yeraldı… Not: Transmisyon: Transmission: Trans-Mission Elektrikli taşıtlarda dingilin motora göre gerek dikey gerek yatay düzende hareket etmesini sağlayan organ .. - Ben güldüm, siz de gülün madem :)
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.