Zıplanacak içerik

İNTERLOCK

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

İNTERLOCK tarafından postalanan herşey

  1. İNTERLOCK şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Hayvanlar Alemi
  2. İNTERLOCK şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Hayvanlar Alemi
  3. siesta'da kısa bi rüya demincek seni gördüm rüyamda epeydir buradaymışsın da ben seni farketmezden gelmişim birazcık küsüksün gibiydin yapmamıştım aslında ama rüya ya! baktım olmuyor şımarıp sataştım sana parmağımla değdim vücuduna çö dedim gıdık yaptım öyle baktın ters gibi sonra sımsıcak sarıldın nasıl oldu bilmem ben koca-adam birden kucağındaydım bana seni anlat dedim nasılsın n'apıyorsun felân değil kimsin anlat nasıl bakıyorsun dünyaya eğer o iki adam girmeseydi araya ikisi de birer plâstik koltuk almışlar bilmem kaç paraya hangisi değerini bulmuş tartışmaktalar orasını burasını koltukların sallaya mallaya rüya ya! işte onlar girmeseydi araya biliyorum sen anlatırdın kimsin hem hem daha sıcak sımsıcak sarılırdın bana demincek uyandım ve seni hatırladım sanki epeydir buradaymışsın da garmezlikten gelmişim küsmüşsün bana rüya ya! işte çö diyorum gıdık yapıyorum sana
  4. Rüya ile ilgili bu bilgi, artık bulunması çok zor bir kitaptan nakildir. Bedri Ruhselman'a ait, "ruh ve kâinat" adlı üç ciltlik eserin içinde yer alan tarif ve yorumları aynen aktarıyorum. Yararlı olacağını umarım. ** Hatırlama halinin diğer bir varyetesi daha vardır ki bu da gene ilk bakışta işleri karıştırıcı gibi görünür. Fakat bununda aynı prensip dahilinde kolaylıkla izah edilebileceğinden eminiz. Hatırlamanın bu varyetesini "RÜYA" şeklinde görüyoruz. Menşei ve sebebi ne olursa olsun, "RÜYA" bir "HATIRLAMADIR".. Tabii uykuda az çok bir degajman hali vukua gelmektedir. Bu sırada dışarıdaki ihtizazlar ve ruhta bulunan intibâlar beyne uğramadıkları için, daha doğrusu ruhun dikkat melekesi bu yolda bir faaliyet göstermediği için uyandıktan sonra insan, uykusunda geçen zamandan haberdar olmaz. Yani onun bağlı şuur sahasında, uykuda iken geçen hadiselere dair hiç bir bilgi husule gelmez. Böyle olunca, uykusunda doğrudan doğruya perisprisi ile tesir alan ve vehbi (inee) hayatında yaşıyan bir insan nasıl oluyor da gördüğü rüyaları uyandıktan sonra hatırlayabiliyor? Bu sualin cevabını mümkün olduğu kadar doğru verebilmek için evvela bizzat sualin sorulma şeklini tashih etmek lâzım gelecektir. Zira burada rüyanın hatırlanması bahis mevzuu olamaz, söylediğimiz gibi rüya bizatihi bir hatır-lamadır. Yani, artık biz rüya'ya uykuda olup bitmiş bir hadise olarak bakamayız. O, daha ziyade uyanık hale ait, bağlı şuuru ilgilendiren bir olaydır. Şimdiye kadar söylediklerimizden anlaşılacağı üzere, bağlı şuur uykunun değil, uyanık halin, yani ruhun maddeye bağlanmış halinin vasfıdır. O halde burada cevaplandırılması lâzım gelen başka bir sual vardır ki o da uyanık hale ait bir hatırlamadan ibaret bulunan rüyanın nasıl husule geldiğidir. not: Okurken yorulmamanız için, uzun olan bu bölümü parçalar halinde nakledeceğim.. Saygı ve sevgiler..
  5. İNTERLOCK şurada bir blog başlığı gönderdi: İNTERLOCK's Blog
    .. agnia 23/07/2005 : 14:22:20 Gelecekte en popüler iş "yeni dünyalar" projeleri olacak. Bir projede binlerce insandan oluşan bileşimler çalışacak. Bileşimler yarışacak; önce mekanlar, sonra koşullar, daha sonra bilinç kazanması planlanan oyuncu prototipleri hazırlanacak. prototipler kendilerini hazır hissedene kadar onların içinde konaklayacaklar. Öngörülebilecek en yüksek olasılıkların hesaplanması için onbinlerce alt kontratlar yapacaklar. İnce ince dokuyacaklar. Sonra sonuçtan emin mutlulukla sahneye çıkacaklar. Yine de kazalar olacak! Peki buna üzülecekler mi? Yoooooo... O kadar çok detay var ki bunu akıl almaz. Bir gün detaylara şöyle bi bakayım dediydim; geri dönemiyordum nerdeyse! Küçük bi örnekleme çabasına gireyim: bir insan (günümüzde) sadece tek objeye bakabilir, onu ya bütün olarak görmeyi seçer ya da objenin içinden yine tek bir noktaya zoom yapapabilir. Bu küçültme işlemi gözün kabiliyeti oranında içeri doğru götürebilir; fakat hep BİR NOKTA ya zoomdur bu. Gelecekte bir birleşim (geleceğin insansıları) ise, bi objeye baktığında, onun tüm (yine de sonsuz değil) bileşenlerine anı anda zoom yapabilir! Bu çoklu zoom işlemi şu anda olmuyor mu? Pek tabi oluyor ama bilinçle algılanamıyor. Sezgisel dediğimiz (farkındalıklı olmayan) bu bütünsel algılama, geleceğe doğru atılmış milyarlarca maladır!. Geleceğin duvarını örüyor o malalar. Şu anda yalnızca tek zoom luk iş yapabilen eski bir prototipiz biz. Gelecekte aynı işi yapan bi baska daha birleşim, daha bi çok birleşim olduğunu düşünün! Bunların her birinin fırlatmış oldukları binlerce malanın birbirleriyle çarpışma olanak/olasılık girdaplarını hesaplayın! İki bileşimin bu çarpışmalar için her bir karşı mala ile kontrat yapmaları gerektiğini de düşünün! Akıl alacak şey değil. Eğer orada zaman dondurma gibi kayıp dağılmamış olsaydı bu tek dünya planlaması bi kaç milyar yıl sürerdi! Nasıl birleşeceğiz peki? Asla birbirimize benzemememiz gerekiyor. Her insan TEKtir ve öyle kalmalıdır. Gelecekte bir birleşim işte bu biricik/tek parçaların her birinin gönül rızasızyla kendi iradesini o birleşim'e sunması/bağışlaması ile mümkün olacak. Bizi bundan şu anda ne men ediyor? İrademizi (ki bu sevgidir) kendimizden çekip guruba devredemiyoruz. Birleşebilmek için kendimizden bi tane daha olmasını arzu ediyor ve deli gibi onu bulmaya çalışıyoruz. Ne çaresiz bir çaba! Bu mümkün değil. Bu oyun trilyonlarca yıl bile bu şekliyle devam etse, hayır biz GELECEĞE geçemeyiz! İnsanlar bilinçsizce/sezgisel olarak hep gurup kurmaya itiliyorlar. Bu itilim çoğunlukla korkudandır. İyi ki varmış korku! Fakat kurulan guruplar dünya tarihinde hiç bi zaman (en azından 25 bin yıldır) -gurup- kelimesinin ötesine yani -bileşim- olmaya geçemediler. Buna fırsat kalmadan dağıldılar. Biz burada şu anda bin ayaklı bir binayak'tan bahsediyoruz. Ayakların her biri özgün olacak ve iradesini(sevgisini) birliğe devretmiş olacak. Tıpkı şu anda vücudumuzun her biri -özgün-, uzuvlarının hücrelerinin iradelerini bize bırakmış olmaları gibi! Kimbilir onlar(uzuvlarımız) da bu iradeyi bize bırakmak için kaç trilyon yıl çabaladılar! Deli gibi korkuyorlardı herhalde.. Oysa verdiler de ne oldu? Biz uzuvlarımızı çok seviyoruz, onları ölüm pahasına koruyoruz (önce can sonra canan şeklinde), aslında korkacak bişey yokmuş meğerse! Bunu anladıkları için (uzuvlarımız) şimdi keyif yapıyorlar Gerçi onlarda hala bütünlerini bize terketmediler, eğer etselerdi varoluş, sapmasız haline geri dönebilirdi. Bi yerlerde söylemiş olmalıyım: Birleşmek, BİR olduğuna aymanın yavaşlatılmış sürecidir. Her şey, bütün düğüm şu noktada çözülecek; kendimizden bir tane daha aramayı bıraktığımızda. Sarılın, ne duruyorsunuz, şu anda size en yakın duran kişiye sarılın. O belki şu anda yalnızca fiziken yanınızda olandır; taksi şöförüdür, otobüste yanınızda dikilendir, içki masasında yanınızda oturan, ya da şu anda sevişmekte olduğunuz, ya da beşiğini sallamaktan yorulduğunuz oğlunuzdur. Ne fark eder, onların her biri ASAL sayıdır, kendinden başka bir tek BİR’e bölünür. Şu anda gördüğünüz ilk kişiye sarılmanız yeterli. Yaptınız mı? Şimdi birleşik ama tek damla gibi görünüyorsunuz. Başka damlalar da çekilecek size artık; çünkü yoğunluğunuz/çekim gücünüz arttı. İnsanın DNA sında var olduğu söylenen 40000 genden her biri özel bilgiler içeriyor. Yani her biri TEK! Fakat yine de kırkbini de birleşip iradelerini DNA ya devretmiş görünüyorlar. Onlar yaptıysa biz neden yapamayalım? İşte bana göre gelecek böyle inşa ediliyor Not: Gelecek diye yukarıda tarif ettiğim her şey zaten şu anda olmaktadır. Bu eş-zamanlılığı ifade etmek gerçekten biraz zor! bağlantı moortip 09/08/2006 : 09:41:22 ben felsefe pek bilmem.. delil aramam.. ancak konu başlığı "hikmet" öyleyse, hikmet'ten bahs edelim.. mes'ele, fikirler ile tasavvurlar arasındaki bağı kabul veya redd etmek pozisyonunda ne yapacağımızı bilmek ise.. cari olan muhit tesirlerinin etkisi altında kalıp- kalmadığımızın tartışmasını yapmak ve hükm'e gitme yolları aramak ise.. bir problemimiz olduğu takdirde, çabuk ve kolaylıkla nasıl çözebileceğimizin yolunu bulmak için araştırmalar yapmak ise.. uzatmadan söyliyeyim.. ve fazla bilmiş olmanın da gereği yok.. sevgili agnia'nın yukarıdaki ifadelerini dikkat ile ve öneririm bi kaç kez okuyunuz.. nedensellik ve eşzamanlılık üzerine derinleşiniz ve sonra sizi bağımlı kılan, şu ana kadar "edinmiş olduğunuz" değerlerin/kriterlerin "hatalı/eksik/yetersiz" olabileceğinin mümkün olduğunu, acı da olsa ve hiss ya da duygu dahi olsa kabullenmeye çalışınız. büyü gibi.. belki sihr.. nasıl değişiveriyor her şey.. akmaya başlıyor hayat.. ve sizi de alıp-götürerek.. farklı bi ülkeye.. kendi bildiğince.. özgürce.. ..
  6. eski bi istanbul masalı.. Bir zamanlar İstanbul'da, dul ve çok fakir bir kadın yaşarmış. Çok yoksul olmasına rağmen, yıllardır birlikte yaşadığı kedisine iyi bakar, sever, yiyecek bir lokma bulduğunda onunla paylaşırmış. Çok zaman, gûya anlıyormuş gibi onunla uzun sohbetler yapar, meşgûl olurmuş. "Ne yapalım evlâdım? Bu gün Allah bu kadar verdi. Ben bu kadara da şükrediyorum, sen de şükret." dermiş. Fakir kadın, kedisi ile böylece uzun zamanlar geçirmiş. Nihayet, bir gün, bir lokma ekmek dahi bulamayarak aç kalmış. O gece kedisini kucağına almış demiş ki: "Bu akşam ben açım. Sana da bir şey veremiyorum. Allah, belki yarın bir parça rızık gönderir. O vakit karnımızı birlikte doyururuz." Bu sırada kedi, kadının yüzüne hüzünlü hüzünlü bakıyormuş. Bu durumdan kederlenen kadın, kediye tekrar hitab etmiş: "Darıldın mı yoksa? Ne yapayım? Elimden bir şey gelmiyor. Eğer istersen, seni bırakayım, git. Belki başka yerde yiyecek bulur, beslenirsin." Fakir kadın, ertesi sabah uyandığı zaman kedisini evde bulamamış. Fakirliğini, açlığını, çaresizliğini unutarak kediyi aramaya başlamış. Fakat kedi bir daha görünmemiş.. Kederlenen kadın çaresiz kulübesinde yapayalnız kalmış.. Aç.. tok.. yıllar geçmiş.. Bir kış mevsiminde, karlı bir gecede, fakir kadın yatağının içinde yorganına sarınmış olduğu halde oturuyor, tesbih çekiyormuş. Karanlık odasında kendisini arayacak kimsesi olmadığından dolayı gözleri yaşararak Allah'tan yardım ve rızık istiyormuş. Derken, birdenbire şiddetle kapı çalınmış. Geç bir vakit kimin geldiğini merak eden fakir kadın, korka korka kapıyı açmış. Bakmış ki karşısında biri beyaz, öteki esmer iki genç duruyor. Sormuş: "Benden ne istiyorsunuz?" Delikanlılar cevap vermişler: "Arap Mesut'un evi burası mı?" Kadın önce sorudan bir şey anlayamamış, şaşkın şaşkın delikanlılara bakarken, birden bire hatırlamış: "Evet" demiş, "Arap Mesut'un evi burası. Ben de annesiyim." Meğer fakir kadının kaybolan kedisinin adı; Mesut'muş! Delikanlılar: "O halde"demişler, "Allah size ömür versin. Arap Mesut bir kazaya uğradı, yaralandı, uzunca bir müddet yaralı yattıktan sonra, bu sabah öldü. Bugün akşama kadar evinizi aradık, nihayet bulduk. İşte size mirasını getirdik!" Bunu söyleyen delikanlılar, arkalarındaki iki çuvalı yere indirerek, kadının odasına yerleştirmişler ve o dakikada hemen görünmez olmuşlar. Delikanlılar gittikten sonra kadın çuvalları açmış. Birinin içinde soğan kabukları, ötekinde ise altın ve gümüş paralar olduğunu görünce sevinmiş. Artık fakirlikten kurtulan kadın, kedisinin sayesinde ondan sonra rahat bir ömür sürmüş.. ..
  7. .. ama @@democrossian mevcud.. şu anda yanında.. iyice sana sokulmuş.. ten-in ile temass-ta.. ve dahası.. beyninin içerisine kadar giriyor.. damarlarında geziyor.. yetmedi.. mevcud; eğer emir gelirse.. seni yönetebilir.. istediği yere sevk eder.. istediğini gösterir.. istediğini söyletir.. istediğini dinletir.. "illa hû... Yâ hû..." ..
  8. -Dönemler ve yönetimler arasında karşılaştırma yaparak sonuçlara varma eğilimi, insan yardılışında var olan, bilinen bir eğilimdir. -Kimi yanlışlık olmadan başa gelir: Unutursun, bilinçsiz bir şey yaparsın, dolayısıyla doğru çizgiden, temel amaçtan uzaklaşırsın ve böylece yanlışa ve yanılgıya düşmüş olursun. -İşte bu nedenle: Kişi, kimi zaman tarihtekilerle ilgili bir çok haber işitir, durumların değişimlerini, devrimleri gözönünde tutup değerlendirmez ve ilk bakışta aklına ne gelmişse, ne duyup düşünmüşse ona göre bir anlayışa varır, eskileri, gördükleriyle karşılaştırır öyle değerlendirir haberi. Oysa arada birçok değişimler olmuştur, nice başkalıklar vardır. Bunu hesaba katmadığı için yanılgıların arasında bocalar kalır. YANLIŞ DEĞERLENDİRMENİN BİR ÖRNEĞİ: -Bunun bir örneği, (Zâlim) Haccac'la ilgili haberler aktarırlarken, tarihçilerin, onun babasını, (bugün bilinen) öğretmenlerden biriymiş gibi anlatmalarıdır. -Oysa çağımızda öğretmenlik, geçim yolu sayılan uzmanlık dallarından bir meslektir. Soyluların seçmeyi kendileri için küçüklük saymakta oldukları bir meslek. -Öğretmen kökünden kopmuş bir ağaç niteliğinde düşük ve küçük kişidir bugün. -Horgörülen ücretli zanaat adamlarından ve uzmanlardan birçoğu, adamı olmadıkları üst basamaklara adım atmaya yeltenirler. Erebileceklerini sanırlar o basamaklara. Onları bu yeltenişe iten, tutkularının kuruntularıdır. Çoğu kez tutundukları ipler ellerinde koparak yokolmanın, tükenmişliğin çukurlarına düşmüşlerdir böyleleri. Bunlar, ermek istedikleri şeylerin, kendileri için olanaksız olduğunu kavramazlar. -Zamanımızın öğretmenleri işte böyle, geçim yolu olsun diye seçilen birer meslek ve zanaat adamıdırlar. -İlk islâm döneminde, Emeviler'de ve Abbasiler'deyse öğretmenlik böyle değildi, o dönemlerde bilim ve öğretim, tam bir uzmanlık işi, bir meslek durumuna gelmemişti daha. Şeriat sahibinden işitileni olduğu gibi aktarma ve bilinmeyen dinî konuları öğretme niteliğindeydi. O da sadece başkasına iletme, duyurma biçimindeydi. -O zaman toplumu yöneten saygın ve soylu kişiler, Tanrının kitabını, Peygamberin hadislerini halka öğretme görevini de yapıyorlardı. Ama bir uzmanlık niteliğindeki öğretim biçiminde değil, haber iletme, haber duyurma anlamındaydı yaptıkları görev. -Bu görevi de şunun için yapıyorlardı: Öğrettikleri kitap, kendi kitaplarıydı. Peygamberlerine inen ve aracılığıyla doğru yola erdikleri kitaptı. Öğrettikleri islâm da, kendi dinleriydi. Uğrunda savaşmışlar, insanları öldürmüşlerdi. O dinin aracılığıyla toplumlar arasından sivrilip, özel bir yer tutmuşlar, saygınlaşmışlardı. Bu nedenle büyük bir tutkuyla iletiyorlardı onu herkese. Topluma anlatıp duyurma çabası gösteriyorlardı. Büyüklük duygusu, onları alıkoyamazdı böyle bir görevi yapmaktan. Başkaları istediği kadar burun kıvırsın, onları bu çabadan kimse uzaklaştıramazdı. -Buna şu durum bir kanıttır: Peygamber, çeşitli Arap elçileriyle birlikte en büyük, en yakın arkadaşlarını da göndermişti. O elçilerin geldikleri topluluklara islâmın ilkelerini ve dinin getirdiği uygulama alanına giren konularını öğretsin diye. Peygamber önce cennetle müjdelenmiş on arkadaşını, sonra da üstünlük yönünden kimler o on kişiyi izliyorsa onları gönderdi. -Ne zaman ki islâm iyice yayılıp yerleşti, islâm inanırları dal-budak saldı, giderek uzak ülkeler toplumları gelip yönetimi sahiplerinden aldı, geçen zamanla birlikte durumlar değişti, islâm yeni oluşumlar içine girdi, temel kaynaklardan şer'î hükümler çıkarma çabaları çoğaldı- çünkü olaylar ve ilişkiler çoğalmıştı-; işte o zaman, hüküm çıkarma çabalarında yanlışları önliyecek yasa koyma gereği duyuldu. Ve işte o zaman bilim, öğrenim ve öğretimi gerekli kılan bir uzmanlaşma alanı durumuna geldi. Sanatlar, zanaatlar, kafa yorulan meslekler arasına girdi. -Öğretim işi, ayrı bir uğraş durumuna gelince, devlet yöneticileri, hanedan, yalnızca ülkeyi-devleti yönetmekle yetindiler. Bilim ve öğretim işi, başkalarına bırakıldı böylece. Öğretim de geçim yolu sayılan bir uğraş oluverdi. Bilim ve öğretim işi böyle bir durum alınca, parlak yaşam süren soyluların ve devlet adamlarının yukarılarda olan burunları, onların bilime-öğretime girişmelerine engel oldu. Ve bu mesleğe yönelmek, horgörülenlere düştü. Dolayısıyla bu mesleği seçen kimse, soylular, egemenler katında küçük görüldü. -Yusuf Oğlu Haccac'ın babasına gelince: Sakîf kabilesinin ulularından, saygınlarındandı bu kişi. Biliyorsun, Sakîf'in Araplardaki soyluluğu, Kureyş kabilesiyle boyölçüşecek saygınlıktaydı. Ama Yusuf'un Kur'an öğretmesi, çağımızdaki türden bir öğretmenlik biçiminde değildi. Ücrete dayalı bir meslek, bir sanat değildi. -Anlattığımız gibi, islâmın ilk çağlarında nasıldıysa öyleydi onun öğretmesi. Mukaddime-I ..
  9. RUBAİ.. el âlemle esrardan söz açma. erenler derneğinden sürülmüş iki yüzlülerle yar hikâyesi konuşma! yabancılarla ancak yabancı gibi konuş. diken yiyen deveye ancak dikenden bahset! kendini ateş üstündeki tencere gibi farz et: kendi kendine coş, kayna ama her tarafa yalpalama! maksadın cevahir bulmaksa yürü acele et, cevher tarafına doğru çabucak koşmaya bak! ey ay yüzlü güzelim: sensiz kalınca bulutlar gibi çok ağladım. hasret ve hicran elinden çok inledim. sensiz.. sensiz oturduğum zaman candan ayrılırım. sensiz yaşarsam utancımdan ölürüm.. MEVLÂNÂ..
  10. İNTERLOCK şurada bir blog başlığı gönderdi: İNTERLOCK's Blog
    MANTIK: -geçerli olan ne, geçersiz olan nedir; -neler işe yarar biçimde tartışılıp kanıtlanabilir, neler kanıtlanamaz; -kategorik bir kıyas nasıl sınanır; -hep aptalca hatalar yapmaktan nasıl kurtulunur? *tersine, eğer öyle olduysa, olabilir; -eğer öyle olmuş olsaydı, olabilirdi: -ama olmadığına göre, değildir. -mantık işte budur! ETİK: -hangi davranışlar doğrudur ve hangi amaçlar iyidir? -davranışların doğruluğu, sonuçlarının iyiliğinden mi ileri gelir? -bir niyetin erdemliliğine, yönlendirdiği davranışların doğruluğuna bakarak mı hükmedilmelidir? *bir kuruluşun satış elemanı, elektrik tesisatınızın nasıl yenileneceğini size bütün ayrıntılarıyla anlatmışken ve köşe başındaki nalbur dükkanını işleten adam da fişle-prizi birbirinden ayırmayı bilmezken, malzeme alma işini köşedeki nalbur yerine, satış elemanının kuruluşundan yapmak daha az mı kötüdür? -insan davranışlarının bunlara az çok benzer pratik yönleri. ESTETİK: -güzellik ve sanat ve zevk, -standartlar ve yargılar ve eleştiri, -aristotales ve oscar wilde ve sharon stone. -sevdiğimiz şeyi niye severiz? -sanat sanat içindir diye bir şey var mıdır? -yoksa sanat, renk lekelerinden vemırıldanılabilir tonlardan ve bir satırdaki sözcüklerden ibaret bir şey midir? -bir sanat eserinden maksat nedir, bir şeyi temsil etmesi mi, yaratıcısının kimliğini ifade etmesi mi, yoksa izleyicisini kendisine çekmesi mi? -ve güzel nedir ile iyi nedir arasında bir ilişki var mıdır? EPİSTEMOLOJİ: -herhangi bir şeyi gerçekten biliyor muyuz? -ve eğer biliyorsak, bildiğimiz bu şey nedir? -ve onu nasıl bilebiliyoruz? -ve onu bilebildiğimizi nasıl bilebiliyoruz? -ve onu bilebildiğimizi nasıl bilebildiğimizi nasıl biliyoruz? vb. *geleneksel felsefi araştırma, -klasik epistemoloji üzerinde daha az, dil üzerinde daha çok; "nasıl bilebilirsin" sorusu üzerinde daha az, "ne demek istiyorsun" sorusu üzerinde daha çok durur olmuştur. METAFİZİK: -doruk noktası; dünya olarak da bilinen, şeylerin her şeyi kapsayıcı şemasını ve insanın bunun içinde oynadığı rolü anlamak amacıyla girişilen nihai kategoriler arayışı/didikleyişi. -eski buluşlar varlığı, özü, zamanı, mekânı, tanrı'yı, ben'i ve nedeni kapsamıştı. -bizi izlemeye devam edin. -ama nefesinizi tutmayın; -şimdi artık birçok felsefeci, metafiziği; "aşırı şiirsel" ve "bilim öncesi" sayıyor. fazla KÜLTÜR GÖZ çıkarmaz J.Jones-W.Wilson Boyner Yayınları ..
  11. .. kalbde bir zerre nûr-ı ma'rifet yüz muarriften olur âlî-sıfat gûşu mevkuuf-ı muarrif eylemek oldu âsâr-ı hicâb u zann u şek ** kalbdeki bir zerre ma'rifet nûru yüz muarriften daha iyidir kulağı muarrife tutmak, gaflet, zan ve şübhe eseridir kim ma'rifet ile kelimeleri bozmadan okuyabilirse onun gözüne her şey aslıyla apaçık görünür ve onun özü artık tevâtür ile yetinmez çünki her şeyin gerçeğini keşfetmiştir ** Muarrif: Anlatıcı, Tecüman, Cami ve tekkelerde isimler/nesneler/ şahıslar ya da figürler üzerinden üzerinden tarifler yapan; tarih ve harita'ya kıymet yükleyen derviş, müezzin ve imamlar. Tevatür: Kişinin kendi paradigması üzerinden ve o boyutta kendin arif ilân ederek, ve nesneleri göz önüne alarak ve ayrıca o güne kadar yapılmış tariflerden nakiller yaparak; geleneklere, an'anelere dayan söylencesi. ..
  12. brahman; bireysel ruh.. olarak anlaşılabilir.. belki.. Cenab-ı Allah'ın.. Vâcib ve.. Teala oluşu ile.. kâinatın biran'da ortaya çıkışı gibi.. bu arada.. yaşam ve hayat.. kavramlarını.. eşanlamlı olarak kullanmayınız.. farklı iki boyutun.. ifadeleridir onlar.. bir anlamda.. görünen ve görünemeyen.. iç içe iki boyut.. ..
  13. İNTERLOCK şurada cevap verdi: TekKorkumsun başlık Şiir Forumu
    .. hoş geldin.. ..
  14. .. "without music, life would be mistake.." Ey istemim benim, sen her zorluğun mucizesi, zorunluğum benim! Koru beni bütün küçük yengilerden! Sen yazısı ruhumun, yazgı dediğim! Sen içimdeki! Üstümdeki! Koru ve esirge beni bir büyük yazgı için! Ve son büyüklüğümü, istemim, esirge en sonuncun için, -ki amansız olasın yengin içinde, Ah; kimler yenilmedi ki kendi yengilerine! Ah, kimlerin gözü kararmadı ki o esrik alaca karanlıkta! Ah, kimlerin ayağı kaymadı ki ve unutmadı ki yengisinde-ayakta durmayı! Ki ben bir kez dolu ve olgun olayım- büyük öğlede: dolu ve olgun, tıpkı eriyik maden gibi, şimşek yüklü bulut gibi, şişmiş meme gibi: -dolu ve olgun kendimle ve en gizli istemim için, okunu özleyen bir yay, yıldızını özleyen bir ok: -bir yıldız, dolu ve olgun öğlesinde, eriyik, delik deşik kutsanmış yokedici güneş oklarıyla: -kendisi bir güneş ve amansız bir güneşistemi, yengisinde yoketmeye hazır! Ey istem, her zorluğun dönüm noktası, sen benim zorunluğum! Esirge beni bir büyük yengi için!- nietzsche ....
  15. "Kozmik Dağ/Kaf"ın varoluşunun çeşitli düzeylerini anlattıktan sonra, Hayy İbn Yekzan, yolcunun dikkatini fiziksel sema' ların ötesinde yer alan Orient'e çevirir ve yer-yüzünün semalarının ötesinde Yüce Melekler Âlemi yer alır. Bu ülkeden çıkışı sağlayacak bir yol öğrenen ve çıkışına yardım edilen kişi, gökteki kürelerin ötesine geçmeye de bir yol bulur. Daha sonra, göz-açıp kapayıncaya dek, bir mabud'un yönettiği ilk yaradılışın haleflerini / posterity of the primordial creation anlatır. Evren'in Melik'i iki grup melek tarafından çevrelenmiştir: Birincisi ona en yakın olan büyük melekler, ikincisi ise Melik'in emirlerini bekleyen ve de en yüksek feleğin sınırında yer alan melekler . Bu meleklerin arasında en yalnız ve tek başına olan Melik'tir. Onun güzelliği, diğer bütün güzellikleri ortadan siler. Kim O'nun güzelliğinden birini ele geçirirse, tefekkürünü ebedi olarak ona yöneltir, bir göz kırpması kadar kısa bir zaman bile kendini ondan ayıramaz. Madde Çölünden, Evren'in Melik'ine kadar tüm resmi ve gayri resmi tezahürleri açıkladıktan sonra Bilge, yolcuyu kendisiyle birlikte, "Kozmik Dağ" olan İlahi Varlık'ın tahtIna bir yolculuk yapmaya davet eder: "Seninle sohbet ederken, seni uyanmaya teşvik ederek ve O Melike yaklaştırmaya çalışmasaydım, Ona karşı beni senden ayıracak ibadetleri yapmak zorunda kalacaktım.. Şimdi, eğer istiyorsan beni ta'kib et. Benimle birlikte O'na gel. Selâm.." Üç görsel hikâyenin ikincisi olan Risalet et-Tayr'da salik/yolcu Bilge'nin davetini kabul eder. Ve sonra evreni aşmak için, aslî yuvasına uçan bir kuş şeklinde yolculuğa başlar. 'Ancak yolun üzerinde bulunan engelleri aşabilmesi için, diğer hayvanların tabiatında var olan bazı özelliklere de sahip olmalıdır..' Fakat buna rağmen avcıların tuzağına düşer ve kendini kurtaramaz. Bir gün oradan geçmekte olan bir kuş kafilesi onu görür, acır. Eğer kendileri ile birlikte hiç bir avcı ve tuzağın bulunmadığı o ülkeye gelmeye söz verirse, oradan kurtaracaklarını söylerler. Yardımlarını kabul eder, onların rehberliğinde dağları, ovaları aşar, en sonunda Kozmos'un dışına çıkar. "Uçuşumuz, bizi bir dağın iki eteği ve yeşil verimli bir ovadan geçirdi. Tüm tuzakları geçene kadar avcıların çabalarına hiç dikkat sarf etmeden/hiçbir değerlendirme yapmadan uçtuk. Sonunda, İlk Dağ'ın zirvesine ulaştık. İşte o zaman gözlerin bile görmekte zorluk çektiği, çok yüksekte Sekiz Zirve daha gördük..' Kuş, sabit yıldızlar göğüne ulaşıncaya dek tüm zirveleri geçer. "Orada yeşil bahçeler, güzel yerler, göz-alıcı köşkler gördük. Orada meyve ağaçları ve akan nehr yatakları vardı. Bütün bu güzellikler gözlerimi kamaştırdı. O kadar çok güzellikler vardı ki zihinlerimiz karıştı ve gönlümüz tedirgin oldu.." Orada diğer kuşlarla, yolculuğunu tamamlamış diğer nefisler ile karşılaşır. Onu karşılarlar ve sonra önünde uzananmakta olan yolculuğunun bittiği yer ve gayesi Evren Meliki'nin şehri hakkında bilgi verirler.. Salaman ve Absal'daki Ârif'in macerası ve sonunda da ölmesi, kozmostan, ilahi varoluşa ve devamında Tanrı ile birleşmeye doğru yapılan yolculuğun son aşamasını sembolize eder. Kozmosu terk ederken Ârif, bu zavahir âlemindeki tüm olumlu şeyleri kendi nefsiyle bütünleştirmiştir. Kozmik Dağ'ı geçmesi aşabilmesi için, gök kürelerini de kapsayan kozmostaki bütün varlıkların faziletlerine sahip olması gerekir. Kozmosu aşması için gerekli olan izn, kozmosu kendi varlığı ile bütünleştirmesi şartıyla verilmiştir. Hâl böyle olunca da nefsin ilahi kaynağına dönüşü anlamına gelen ölüm, kozmosun da kaynağına/origin dönüşüdür. Ârif, tüm yaratıklar adına Evren Meliki'nin şehrine girmek için izin ister, Kozmos da onunla birlikte Allah'a yakarır. Ve ilahi güzelliği tefekkür etmede onunla birlikte bu güzelliği paylaşır. Kozmosun ta ötelerinde yolculuk eden Ârif, evrenin normu ve tüm tabiatın ilahi rahmete mazhar olduğu kanal haline gelir. Onun Tanrı ile birleşmesi ile de, tüm evren bir kez daha yüce gayesi ile bütünleşir. Çünkü Ârif'in yaşamı; kozmosun yaşamı, ve Allah önündeki yakarışları; tüm tabiatın Yaratıcı önündeki yakarışları olmuştur.. İslâm Kozmoloji Öğretilerine Giriş Seyyid Hüseyin Nasr İnsan Yayınları-1985
  16. İNTERLOCK şurada cevap verdi: simin başlık Havadan Sudan Konular
    .. sendeki iştahı hissedince insan neler yapar isteyince bi koşu gittim tarif aldım biraz un ile yağ buldum çırptım, çırptım, karıştırdım elime yüzüme bulaştırdım kimse kimseye benzemez kendimi bi bilen ile yarıştırdım hamuru incecik açtım ve iştee sonucunda sana patatesli-kıymalı börek yaptııımm.. afiyet olsun.. şeker-kaymak dahi bal olsun..
  17. merhaba @ like a şirine hanım olur muymuş? demek ki olurmuş.. ben de yollara düştüğümde bilmez idim.. "insane neler yapar isteyince bu bir şey değil düşününce.." gece biraz tatım.. fena değildi.. sen de dene bakalım.. (uyakladım..) istediğin gibi bi cevab oldu ise "he" de tımmı? ..

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.