İNTERLOCK tarafından postalanan herşey
-
Mevlana 'dan Sözler
.. Fârigu'l-kalb ol mutî-i ısba'ayn Kim mey-i lâ-eyn ile mest oldu eyn çeviri: İçini boşalt, Hakk'ın iki parmağı arasında mutî' ol! Bütün âlem, yokluk âlemi'nin şarabı ile mest olmuştur. kişisel çeviri: değiş! diyen iç sesini dinle ve ona peki de! o vakit gönül ile bağlantı kolayca kurulur ve zaman-dışı görünmeyen âlem'e girince akıl da gider orada sığınacak bi yer bulur ..
-
İBN SİNA, TABİAT VE GÖRSEL HİKÂYELER
.. Şeyh el-Reis'e göre üç sınıf Ârif vardır: Takva Ehli ve zühd sahibi olan "Zahid". Düşüncesini İlahî kudsiyete çeviren "Abid". Aydınlanma/İşrak ve vecd ile marifete ulaşan "Ârif". Ârif'in tek gayesi, Hakk'ı/ Hakk-al Yakîn bilmek ve onunla özdeşleşmektir. Onun yaşamı te'yid edilmiş/doğrulanmış irade ile başlar/affirmant will. Ve zühd, takva ve ara-sıra birleşim/ittisal/ aracısız bağlantıyı tatma ile devam eder. Allah ile sürekli ittisal ile de son bulur. Ârif'in bu mertebeler/ boyutlardan geçmesi ve realiteleri yaşaması, kozmosta yaptığı yolculuğa tekabül eder. O, hayal dünyasını bırakır ve hakikî dünyayı elde eder ve yolculuğu sona erdiğinde Ârif, Hakk'ın ve Hakk'ın kozmik tezahürlerinin yansıtıldığı /tecelli ettiği âyine/mir'at olur. Ârif'in tüm varlığı, varlığının merkezinde algıladığı Hakk'a dönüşür ve Hakk ile sadece ruhu aydınlanmaz, bedeni de kalbindeki ışık nedeni ile, hastalıklardan uzak hale gelir. Bu içsel aydınlanma sayesindedir ki, o, normâl insanların bilemeyeceği gelecek/future hakkında bilgi sahibi olabilir. O, eşyayı/şey/object da her zamanki haliyle değil, onları ruhsal dünyanın sembol/icon/remz/işaretleri olarak asıl şekli ile de görebilir. İslâm Kozmoloji Öğretilerine Giriş Seyyid Hüseyin Nasr İnsan Yayınları-1985 Hakk-Al Yakîn: -Mârifet mertebesinin en yükseği. -En yakînî bir surette hakikatı müşahede edip yaşamak hali. Meselâ; ateşin yakıcı olduğunu bütün hislerimizle ve yakından duyup yaşadığımız gibi. Yakîn: -Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek. -Ma'rifet ve dirayetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i Yakîn denir, Ma'rifet-i Yakîn denilmez. -İlm el-Yakîn: Göz ile görür derecede veya görerek, müşahede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman görüyoruz. Orada ateşin varlığını ilmen biliyoruz, demektir. Bu bilme derecesine ilm-el Yakîn deniyor. -Ayn el-Yakîn: Ateşe yaklaşıp, gözlerimizle görürsek ona, Ayn-el Yakîn bilmek deniyor. -Hakk al-Yakîn: Daha da ilerliyerek bütün hislerimizle ateşin varlığını anladık ise; ateşin yakması ve sâir sıfatlarını da bildik ise, bu nevi'den olan ilmimizin derecesine de: Hakk-al Yakîn deniyor. -Hakk al-Yakîn: Abdin sıfatları, Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarında fâni olup, kendisi onunla ilmen, şuhuden, hâlen beka bulmaktadır. (Ö. Nasuhi Bilmen)
-
YÜZLEŞME
.. hadi kalk da bi kek yap! bare.. insan neler yapar isteyince bu bi şey değil düşününce ben de tarifi öğrenince kalktım sana/bana kek yaptım! ..
-
Cumhuriyetin 91. Yıldönümü Kutlu Olsun!
.. sevgili @@tülvent.. @@irinçköl.. ve sn. admin'im.. sunumlarınız.. ve emekleriniz için teşekkür ederim.. ne güzel.. cumhuriyet kelimesinin anlamı üzerine:
-
Ece Zereycan Beşar Esad Röportajı
.. peki efendim @@democrossian..da.. "büyüklerimiz daha iyi bilir.." bakımından.. bekliyorum.. "du bakali n'olcek?" ..
-
Kuran'ın Tarihsel Geçerliliği Hakkında Bir Deneme
sevgiler bizden @@binyamin genç üyemiz.. canımız.. he bi elif ba'yı öğrenek de.. bi kitab ne demek bilelim de.. sonacıma tartışırık.. omaç mı efladımıs.. eferin.. senin de bayramını kutlarım.. merhaba.. ..
-
Kuran'ın Tarihsel Geçerliliği Hakkında Bir Deneme
.. ben de anlamadım zati.. ustam..efendim.. anın içün soru-yorum işte.. bi fikriniz var mı? cumhuriyet bayramımızı kutlarım.. merhaba.. ..
-
Kuran'ın Tarihsel Geçerliliği Hakkında Bir Deneme
. teşekkür ederim @@Suheyla efendim.. faidelendim.. diğer arkadaşların da.. bu konudaki bilgilerini paylaşmak.. isterim.. merhaba.. ..
-
Kuran'ın Tarihsel Geçerliliği Hakkında Bir Deneme
.. arkadaşlar.. dostlar.. bilginize dayanarak epeydir bu konuyu tartışıyorsunuz.. benim de merak ettiğim bi şey var.. arapça'da: W Q X harflerini görüyoruz.. fekat lâtince harfler ile türkçeye çeviri yapılmış meallerde bu harfler yok.. kur'an'ı arapça olarak okuduklarını söyleyen.. kur'an bilimcileri.. böyle yapılmış bi transcription'ı kabul ediyor ve bu yoldan/üzerinden bizlere, yani halka tefsir ediyorlar.. ama o harfleri hiç kullanmıyorlar.. bi açıklama getirebilecek var mı? not: örneğin kur'an'da arapça olarak yazılmış Q harfini, X harfini lâtin harfleri ile yazılmış arapça çeviride hangi harf..? olarak okuyoruz.. ** Festehaffe kavmehu fe atâûh, innehum kânû kavmen fâsikîn. Firavun, kavmini küçük düşürdü (ezdi). Onlar da kendisine itaat ettiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplumdu. Diyanet çevirisi ** yukarıdaki ayet.. lâtin harfleri ile yazılmış.. ancak arapça.. bu ayette bahsini ettiğim harflerden biri ya da bir kaçı var mı aceba? teşekkür eder.. ilgi göstermeniz hususunu arz ederim.. ..
-
Ece Zereycan Beşar Esad Röportajı
1982 doğumludur. Ankara Üniversitesi Dil Bilimi mezunu ve tam Adanalıdır. İlk iş deneyimi olan Kanal B de o kadar başarılı olmuştur ki! hemen ana haber spikeri olarak ekranlarda görülmüştür. Çalıştığı kanalın sahibi Mehmet Haberal'ın ergenekondan tutuklanması ve telefon kayıtlarının çıkması üzerine hakkında çıkan asılsız dedikodulardan dolayı işinden istifa ettiği söylenilmektedir. En son 17 Ağustos tarihinde tutukluluğu Cerrahpaşa hastanesi Kardiyoloji Bölümünde devam eden Mehmet Haberalı gece ziyaret ettiği iddası ile tekrar haberlere konu olmuş balık etli, erken emekli sipiker kızımızdır kendileri.. ece zereycan: uludağ sözlük bilgi olsun diyerek.. kim bilebilir? ..
-
DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
esasen senin temel kabullerini.. olaylara.. dünyaya bakış açını.. eğitiminden dolayı oluşturduğun felâsifeni eleştirecek.. değişmen için çaba gösterecek felân değilim.. niçün? bikoz bana böyle bi şi yapsalar.. acip bozulurum da ondandır.. @@democrossian dostum.. burada fikir teatileri yapıyos yaw.. inan (yok olmadı! biras geniş bakalım: trust..) eleştirilerini dikkatle okuyorum.. diğerlerine söylediklerini de.. sen bana bi değer vermişsin.. teşekkür ediyorum.. o değerin değerini biliyorum.. vee "kıs kıs sırıtıyorum işte!" va mı bi deycen? hade yallah bakem.. anca gidersin.. neriye? etrafı dağıtmaya.. peşindeyim.. birlikteyim.. bu cenahta bisle başa çıkcak kimesneler yoktur.. by ..
-
Yabancı Dizi Önerir misiniz?
http://youtu.be/T4etGIGRqNk
-
Yabancı Dizi Önerir misiniz?
.. The Prisoner (2009) - 6 Bölüm Ian McKellen , Jim Caviezel , Hayley Atwell Kaçırılan ve "Köy" olarak bilinen uzak bir adaya gönderilen bir hükümet ajanı hakkında 1960'lardan kült favori serisi için bir güncelleştirme.. ** ** yukarıda ve dizi hakkında yapılmış olan yorum dizinin içeriği hakkında hiç bi fikir vermiyor.. izleyin ve görün.. dünyanızı yeniden betimleyin.. çünki sizi izliyorlar.. "hiç bi şey göründüğü gibi değil!"
-
Mevlana 'dan Sözler
medrese ve menare olmadıkça virane kalenderlerin durumları girmez düzene! im'an; küfür ve küfür de im'an olmadıkça bir hâk kulu, müsliman olur mu söylesene! ..
-
İBN SİNA, TABİAT VE GÖRSEL HİKÂYELER
İbn Sina peripatetik eserlerinden oldukça farklı olan üç görsel hikâye yazmıştır. Risale fil-Aşk ve İşarat'ın son bölümleriyle birlikte bu hikâyeler onun, "Batıni Felsefesi" nden geriye kalanlardır. İsmi geçen eserler İbn Sina'dan sonraki birkaç yy da içlerinde Suhreverdi'nin de bulunduğu bir grup İşrakî hakim tarafından ele alınmış ve yorumlanmışlardır. Daha sonraki yy larda yaşayan bilgeler ve son yy da İran'daki hakimler tarafından yapılan ve İbn Sina'nın ilkeleri ile ilgili araştırmaların tamamı, bu ilk yy daki yorumlara dayanır. Bu hikâyeler, yazarın entellektüel bakışını yansıtan sembolik dilde yazılmış metinlerdir. Bu sembolik dil, sadece yazar tarafından yapılan bir kinaye değildir, aynı zamanda hikâyelerin ayrılmaz parçasıdır. Bu hikâyelerinde İbn Sina evreni, İlâhi Bilgi'nin veya Marifet /Gnosis / Ruhsal Bilgi'nin yol aldığı geniş bir "Semboller Kozmos'u" olarak ele alır. Kozmos, Arif için dışsal bir nesne değil, içsel bir gerçekliktir, Arif tabiatın tüm çeşitliliklerini kendi varlığına aksetmiş bir şekilde algılar. Evrendeki fiziksel ve astronomik elementlerin transformasyonu sayesinde, marifete giden yolda yürüyen yolcu/salik, kozmosun sürekli kendisinde içselleştiğini/interiorised ve sonucunda kendisinin "Cosmic Crypt/Kozmik Şifre" nin ötesine geçtiğini farkeder. Tabiattaki günlük olayların, insanoğlu'nun bilincinde mantıksal olarak açık ve anlaşılır olması gibi, kozmik gerçekliklerin sembolik görünüşü ve onların "Ruhsal Dünyanın Gölgeleri" haline gelmeleri, Arif'in yeni ve aydınlanmış bilincine dayanır. Arif'in göklerde yazılı arketip/archetype/prototype/İlkörneklere dayanan tabiat tezahürlerini görmesini sağlayan, daha aşkın mertebeler/evrelerdeki varlıkları farkedebilmesidir. İbn Sina, İşarat'ın sonundaki bölümlerinde, Ariflerin sınıflamasını/classification ve görsel hikâyelerdeki bir yolcu olan Arif'in kendine has niteliklerini anlatır. İslâm Kozmoloji Öğretilerine Giriş Seyyid Hüseyin Nasr İnsan Yayınları-1985 Peripatetik: -Peripatetism= Aristotalesçilik. -Gezginci. -Bir yerden bir yere yaya dolaşan. -Aristo felsefesine ait ya da taraftarı kimse. Peri-Pathetic: -Tümel/Küresel/Globally bir gök altında ve Yörüngesi üzerinde yüklendiği külfet bağlamında ve törel boyutta yolculuk eden "Kişi/Persona/Salik"nin heyecan verici, etkileyici suretler/formal/configuration ile ilişkili Tikel gelişimi..
-
DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
@@Radya ne güzel..
-
THE GULLIVER'S SHIP..
.. "niçün bazılarına doğruyu anlatamayız?" sorunsalı üzerine associationism bakış açısına ilişkin bi deneme: 2. bölüm hafıza olmasaydı yıldızları her gece görecek fekat bir daha hatırlamayacaktık. biz ihtisas ve hafızanın yardımı ile işe başlayıp idrak safhasına çıkarız. bu safhada bir gece görünen ziya huzmeleri görme hissinin ilerisine gider; bu ziya huzmelerinin daha evvelden görünen ziya huzmelerinin aynı olduğu idrak edilir. ihtisaslar derhatır edildiği gibi fikirler de hatırda/hafızada tutulabilir; meselâ, yıldızlar ile güneşlerin dimağımızda fikir halinde teşekkül etmiş mefhumları vardır. bir adam bu iki fikri , diğerlerinden ayırıp bir araya getirerek idrak vetiresi ile yeni bir fikir ortaya atar ve: "yıldızlar, birer güneştir.." der. bu bize dimağın batî fekat lüzumlu inkişaf tarzını gösterdiği gibi, büyük işlerin de küçük işlere istinad ettiğini gösterir. bu keyfiyyet bütün düşüncelerin, bir dimağ tedaî'sinden meydana geldiği hakikatine canlı bir misâldir. bütün düşünce ve fiilleri, birtakım şeyleri bir araya getirmek, bunları biribirinin refiki kılmak ve aralarında münasebet hasıl etmektir. biz bu tedaî yi, muayyen gayeler dahilinde bilâ-ihtiyâr yaparız ve muayyen bir nuktaya gelince artık kendimizi zorlamayız. vetire'yi durdurduğumuz nuktada menfaatlerimiz nihayet bulur. düşünme bizim için bir vakıa, tesadüfî bir şey olmayıp, kendi kendimize yaptığımız bir iştir.. ..
-
ERİŞİLMEZ İKON'UN SAHİFESİ.....
.. Belli bir durum; efektif-aktüel olaylar ve içerdiği problemler karşısında bulunan bir birey, durumunu değerlendirirken geçmiş izlenimlerinden yararlanır. Olaylara kıymet koyar. Önceden yaşadığı serüven ve aldığı intıba/ izlenimler, bireyin duyu organları ve sinir yapıları üzerinde genetik bir etkiyi önceden bırakmıştır/kayıtlanmıştır. Ve bu etki genelde çözümlenememiş egosal bilgilerdir. Beyin sinir hücrelerinin/nöron yüklendiği bu tür bilgiler, karşılaşılan her yeni bir durum ile içerdiği olayların dizini karşısında yapılacak değerlendirim işleminde/soyut aşamada, veri olarak ussal işleme dahil olur. Ego verileri, sorunla birleştiğinde gerilimi artırarak, nöron hücre yapısında iyonlaşım meydana getirir. Nihayetinde, ussal işlev yeterli sonucu vermeyecek, durum acı çekmeler ile devam ederek, bireyi değişime/yeni bilgi edinimine zorlayacaktır. Anlaşılan o ki, tahayyül'de olagelen problem, tasavvur boyutunda çözüme ulaşamadığında boyun altına inerek, sinir sistemi, kas, kemik ve damar sistemleri düzeninde arıza meydana getirecek, ızdırap faktörü devreye girecektir. Bu noktada şöyle bir yargıya varmak olasıdır: Birey durum içerisinde çektiği sıkıntının analizini nedenlere/kozalite yükleyerek gerçekleştirme yoluna giderse/günü kurtarmak ve ötelemeler, problemi çözümsüz kılacaktır. Ya da acı veren nedenleri ya da sorunlarını, "gelişim için vesile/occasion" olarak öngörür, gelişimi için bir fırsat olarak kabul ederse, ussal yöntemi doğru kullandığı, karşılaşacağı olaylar ile doğrulanacaktır. ..
-
DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
Ne zaman hayvansal ruh, dış duyulardan çekilip iç duyulara döner, böylece algılayıcı özbenlik, engel ve uğraştırıcılıklarından bir ölçüde kurtulup yükünü azaltır ve bellekte var olan biçimlere başvurur, o zaman bileştirme ve çözme yoluyla, bellekteki biçimlerden düşsel biçimler oluşur. Böyle oluşan biçimlerin çoğu yadırganmaz. Çünkü bunlar kısa süre önce algılanmışlardan çıkarılıp yapılmışlardır. Sonra, bu biçimleri, dış duyuların toplayıcısı olan "ortak duyu/hiss-i müşterek" alıp kendine indirir. O zaman dış beşduyu'nun algılaması gibi algılar. Bir an olur ki, algılayıcı özbenlik iç duyu güçleriyle uğraşırken, kendi tinsel varlığına da bir an yönelir. İşte aynı aşamada kendi tinsel varlığının algısıyla doğrudan algılar olur. Çünkü algılayıcı özbenlik, böyle bir algıya yatkın bir yapıda yaratılmıştır. Kendi tinsel varlığıyla algıya geçerken kendisiyle ilişkili şeylerin de biçimlerini kapıp alır. Ve sonra düşgücü alır bu biçimlenmiş düşünceleri. İşte bu aşamada düşgücü, bunları, ya gerçekte olduğu gibi ya da benzerlerini, bilinen ve tanınan kalıplar içinde imgeler. Bunlardan bazı benzer olanlarının alınıp betimlenenleri, düşyorum/tabiri gerektiren türüdür. Algılayıcı özbenlik gerekli algılamalarda bulunmadan önce, düşgücünün bellekte bulunan biçimleriyle bileştirme ve çözmeye girişmesi ise, karışık düşleri oluşturur. Sağlam bir hadise göre Peygamber şöyle der: "Düş, üç türlüdür: Tanrıdan olan düş, melekten olan düş ve şeytandan olan düş." Bu açıklama, bizim konuyla ilgili anlattıklarımıza uymakta; Bizim "açık düş" olarak ifade ettiğimiz, "Tanrıdan olan"dır. "Benzer görüntüler, yorumu gerektiren benzerlikler" dediğimiz de "melekten olan", "Karışık" dediğimiz de, "şeytandan olan" dır. Çünkü şeytan, her türlü boşun ve saçmalığın kaynağıdır. İşte "DÜŞ" ün gerçeği budur. Düşe yol açan, onu hazırlayan "UYKU" da yine anlattığımız biçimde rol oynar bu olayda. Düş olayı, insansal ruhun özelliklerinden biri olarak insanların tümünde vardır. Hiç bir insan bu olay yönünden boş değildir. Her insan, uyanıkken karşılaştığı şeyleri, daha önce düşünde gördüğüne bir çok kez tanık olur. O zaman kesinlikle anlar ki, algılayıcı özbenlik, uykuda bilinmeyene ulaşıp algılayabiliyor. Algılaması da gereklidir. Olay, uykuda gerçekleşince başka durumlarda da gerçekleşmemesine neden yok. Çünkü algılayıcı özbenlik, aynı özbenliktir ve özellikleri, bütün bu durumları içine alacak biçimde, her zaman vardır onda. Gerçeğe ulaştıran Tanrıdır. Nimeti ve iyiliği ile.. İbni Haldun Mukaddime
-
DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
.. peki.. ..
-
THE GULLIVER'S SHIP..
.. hiç durmadan radyasyon yayan godot'u bi yakalarsam.. muck muck! blogcumlarım amucalar ve teyzelerim küçük büyük kardeşlerim çözdüm olayı hadi veriniz parayı; izlemciler tarafından izlenen godot niçün izlenmeye gelmemiştir? gelemezdi! isterdi belkim bilemeyiz fekat gelemezdi! vladimir gardaşımız çook uğraşmıştı emme tık yokmuştu niçün? ne bilem kurkulayana sorunuz emme soramassınızz samuel abey yolcudur abbas (el-musa deyu okuyabilirsüz) neyse işimize bakalım vladimir gardaşa estragon çok zulüm ederdi nerden bilirim yakın otururduk civarda turbalık kokuşmuştu yane her akşam aynı nane gogo vır vır vır didi pıs pıs pıs tıs yoktu yokmuştur amma şu noktada bi ifşa mucip oldu amcalarım abilerim sizleri ve dünyamızı samoş abim aldattı sona kısım kısım sırıttı sırrını hiç kimselere söllemedi ölle de mefta canımıs ve vah vah! açıklıyorum: estragon avrattı! (bayan, no! kadın dimektir) çadı kimin bişiydi önce meyil vermişti fekat sonra karşıt olmuştur necromanciçi magicçi vs olmuştur hep üzülürüm bu vak'a'ya ah vah.. ikinci sahnemizde ise bir iki yaprak ağacımızda a a annamıştık gene olmamıştı tutmamıştı the lih totemimiz ongun abey işe yaramamıştır pozzo'mus seksiydi güçlüydü gözü hiç bişey görmezdi lucky'den başka sebeb "kör kimin bu işlerin peşinde.." didi gogo :~/ çatlasındı.. yatay kesit cantçı abilerimiz şapkacı brother ve samuelin yavrileri fala bakmışlardı efal meful tefeül felan demiştiler özne ile yüklemi bi edip önermeler yaptiler ve dediler ki: "oh oh demişlerdir siz bu way'a giriniz godot gelicek gelince cennette yeriniz hasırdır (bahusus hasır'dır..) güzel günler görüceyiz çucuklar aynı hatta suvarede ilaveten renkli mikisi de var.." işte bildirdim yılların sırrını açtım by by eyi günleer.. dip not hamişi: muzip ve sofistik ve juggaling kişilik samo seni öslüyoruz daim göslüyoruz horus horus afaka bakıyoruz ilâve dip notum: samonun bazen white sea de akdeniz yane jonklörlük felân yaptıı hissi kablel vukusuna kaptırdığım oluyo.. kim bilir?
-
DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
.. işte sevgili @@democrossian tek göz ile evreni seyretmekte.. olduğunun itirafı.. açıkça sormuş olsa idin.. yine açıkça söylerdim.. ve bundan sonra da.. kafana bi şey takıldığında.. peşin hüküm verecek yerde sor.. sana doğruyu söylerim.. burada ifade ediyorum ki.. bendeniz cennet kuşu'nun.. o cemaat ile hiç bir ilişkim olmamıştır.. bir defa ve bir pazar sabahı.. eyüp'te kahvaltıya davet ettiler.. gittim.. o kadar.. ancak şunu söylemek isterim; Said-i Nursî öğretmenimdir.. öğrenicisi olmaktan şeref duyarım.. ara-sıra görüşürüz.. baş başa.. ama aramıza kimesneler giremez.. sokmam.. açıklamak boynumun borcu idi.. çünki sordun.. en azından imâ ettin.. en açık biçimde söyledim.. merhaba.. ..
-
DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
Böyle bir aracılığa gerek duyulmasının nedeni şudur: "Oluş/yaradılış/tekvin/kün/genesis" yasası, yoğun olmayan/ince bir şeyin, yoğun şeyi etkiliyememesini gerektirir. Bedensel maddeler içinde "hayvansal ruh" incelip yoğunluğunu yitirince, "cisimlilik/organizma/ vücud/proje/de, karşıt kesimde olan/mübayin, yani beyn'i kontrol altında tutan/iletişim kuran ve bilgiyi aktaran bir varlığın etkilerini yüklenen araç/vasıta/ enstrüman olmuş olur. Etkilerini yüklendiği o varlık, "algılayan özbenlik" tir. Böylece algılayıcı özbenliğin etkileri de organizma/ vücud da hayvansal ruh aracılığıyla oluşabilmiştir. Yukarıda sözünü etmiştik, algılayıcı özbenliğin algısı iki çeşittir: Biri "dış" duyularla algısı. Bu dış duyular beş adeddir. Diğeri ise "iç" duyularla algısı. Bu duyular ise beynin güçleri/kuvve/astral, mental vs.beden'lerin üstünde kontrol gücü/check out olmak durumudur. Gerek iç, gerek dış duyularla sağlanan algıların tümü, algılayıcı özbenlik için engelleyicidir. Onu, kendisinin daha üstündeki tinsel varlıklardan/zevat-ı ruhaniyye bilgi algılamaktan alıkoyar. Aksine algılayıcı özbenlik, yaradılıştan bu tür algıya yatkındır, yeteneklidir. Dış duyular cisimli/objective oldukları için, algılarken güçlük ve sıkıntı çekmeleri yüzünden, uyku ve ağırlık çöker üstlerine. Epey uğraşıdan dolayı bu ağırlık ruhu kaplar. O nedenle tanrı onlara, kendilerini toparlama isteğini vermiştir. Algının yetkin/mükemmel biçimde soyutlanıp, güçlenmesi için. Bu da ancak, hayvansal ruhun, dış duyulardan/beş duyudan bütünüyle çekilip iç duyuya yönelimi ile mümkündür. İşte bedeni saran gece serinliği o toparlanmaya ve hayvansal ruhun iç duyuya yönelmesine yardımcı olur. Gece serinliğinde insanda bulunan doğal sıcaklık, vücudun derinliklerini ister ve onun dışından içine doğru iner. Bundan dolayı biniti olan hayvansal ruhu içe doğru sürüp, götürür. Gece serinliği böyle bir sonuca yardımcı olduğu için de uyku daha çok geceleyin gelir insana. İbni Haldun Mukaddime KUR'AN YUSUF-12: 76 "Dilediklerimizi derece derece yükseltiriz biz. Her bilgi sahibinin üstünde bir başka bilen vardır. "nerfe'u derecâtin men neşâ'ü ve fevka külli zî'ılmin 'alîm." Vücud mertebeleri muhteliftir. Ve vücud âlemleri ayrı ayrıdır. Ayrı ayrı oldukları için, vücudda rüsuhu bulunan, yani sağlam, sürekli ve bilgisi yeterli bir tabaka-i vücudun bir zerresi, o tabakadan daha hafif bir tabaka-i vücudun bir dağı kadardır ve o dağı istiab eder/içine alır/kaplar. Meselâ: Âlem-i şehadetten olan kafadaki hardal kadar kuvve-i hâfıza; âlem-i mânadan bir kütübhane kadar vücudu içine alır. Ve âlem-i hâricîden olan tırnak kadar bir âyine-i vücudun, âlem-i misal tabakasından koca bir şehri içine alır. Ve o âlem-i hâricîden/dış âlemden olan o âyine ve o hâfızanın şuurları ve kuvve-i icâdiyeleri olsaydı, bir zerrecik vücud-u hâricî kuvvetiyle, o vücud-u mânevide ve misâlide hadsiz tasarrufat ve tahavvülât yapabilirlerdi. Demek vücud rüsuh peyda ettikçe, kuvvet ziyadeleşir; az bir şey, çok hükmüne geçer. Hususan vücud rusuh-u tam kazandıktan sonra, maddeden mücerred ise, kayıt altına girmezse; o vakit cüz'î bir cilvesi, sair hafif tabakat-ı vücudun çok âlemlerini çevirebilir.
- GÜNÜN KARİKATÜRÜ... (Kendi dilini oluşturmak için, karikatür, metafor yaparak kendine has bir anlatım dili oluşturuyor... :). :(. :|...)
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.