Artropod tarafından postalanan herşey
-
BURADA HER SORUYA CEVAP VERİLİR
Yazım sayın mmustafa'ya hitaben yazılmamıştır.İronik bir ilham sonucu yazıyorum.Paulus gibi... Scientology Tarikatı'nın mensupları bunu okusa çok gücenirlerdi.Onlar da uzayı gezmediler,3 dinin mensupları da soyut bir alemi gezmediler ama onların dinlerine inandıkları kadar scientologlar da insanları dünyaya uzaylıların getirdiğine can-ı gönülden inanırlar.Yani konu inanmak olunca uzayı gezmiş olmak da cinleri melekleri görmüş olmak da gerekmez tabi.Bu çerçevede, bir inanç diğerine üstünlük sağlayamaz.Uzaylılar gerçekten de varsa ve birgün çıkıp pikniğe gelirlerse,peşlerinden ''Bunlar evliya!Koşun koşun sayısal lotoyu bilirler belki!''diye cesurca koşan kişilere de rastlanılabilir,belli mi olur. Amerikan filmlerinde hıristiyanlığın etkisini bayağı bir hissetmek mümkündür.Örneğin ,Kurtuluş Günü filminde dünyayı hıristiyan ABD Başkanı uzay mekiğine atlayıp nasıl da kurtarmıştı da ben gülmekten yerlere yatmıştım Armageddonlar,Şeytan'ın Günü gibi filmler de cabası.Onları da çok harika filmler diye izleyen az değil hani. Zamanında çok ezilen Yahudiler öyle bir senaryo yazmışlar ki daha kolay kolay yeryüzünden silinmez.Silinecek olsa da tortuları mutlaka kalır. Yahudinin kurtarıcısı Yahudi Mesih,hıristiyanın kurtarıcısı İsa Mesih,müslümanın kurtarıcısı da Mehdi,ama kim olduğu tam belli değil,arasıra kendinden şüphe edenlere rastlanılıyor,çok da eğlenceli oluyor doğrusu.Birara Hasan Mezarcı'nın suratını Ay'da görenler olmuştu.Onların kurtarıcısı da oymuş demek ki.Yeni yeni dinler,yeni yeni kurtarıcılar.Tanrı ile konuşan çalılıklar (İngilizcesini biliyoruz) falan filan. Benim de kurtarıcım Charlie Chaplin.O ölmedi aslında.Tekrar gelip dünyayı kurtaracak.Ona inanmayanların sonsuza kadar kaşınmaktan derileri yüzülecek,inananların ise gülmekten suratları sonsuza kadar botoxluymuş gibi gencecik kalacak...Evet evet,yalnız şimdi birilerini bunlara inandırmak gerek de 2000 sene öncesinde değilim ki,nasıl olacak bakalım artık...
-
AKP KAPATILACAK... Evet evet iddialıyım, bu partı kapatılacak...
Bilinçliler en az bilinçsizler kadar,sürü psikolojisindekiler kadar cesur olmalıdır öncelikle.Çocuklarını iyi yetiştirmelidir.Herkesin buzdağının görünen kısmında birbirine yapmacık bir şekilde güldüğünü ama altta derin bir nefret sakladığını bilmeli,uyanık olmalıdır.Birbirleriyle sınırsız bir dayanışma içinde olabilmelidir.Özüne dönmeyi kendisine dava edinmelidir.Bu özü saltanatlarda,haremlerde,para düşkünlüğünde değil,bozkırlardan doğan birlik ruhunda aramalıdır. İsrail resmen ve fiilen yoktan varedilen bir devlettir.Bunu aklıyla,çalışmasıyla ve gizli planlarıyla yapmışlardır.Bir Yahudi ne pahasına olursa olsun Büyük İsrail emelini hayatının merkezine yerleştirmiştir ve kimse onu oradan söküp atamaz. Peki ya biz?Biz başkalarının değil yalnızca kendi aklımızın peşinden gitmeliyiz.Kendi ortak aklımızın.Etrafımıza,çocuklarımıza,kimi bulursak onlara bu vatanın üzerinde bu vatanla ilgisi olmayan,paraya ve silaha tapan,çocuk masallarını buradaki bazılarına da yutturmuş olan katakullicilerin bu topraklar üzerindeki emellerinin hiçbir zaman son bulmayacağını anlatabilmeliyiz,onurun paradan önce geldiğini.
-
Zana: "PKK Kürtlerin sigortasıdır"
Bu diyarların 11 Eylül olaylarından sonra müslümanları nasıl ötekileştirdiklerini ve bunun altında yatan nedenleri,dünyayı nasıl bir paraya kul etme sürecinde olduklarını,sadece ucuz işgücünü kendilerine çekebilmek için nasıl demokrasi havarisi göründüklerini de bir zahmet siz öğreniverin.Doğru,bilmemek ayıp değil.Siz,bir ırk dahi olmayan yapmacık bir toplamalar grubundan doğmuş ABD'ye bu kadar hayran mısınız bilemem,ama benim Almanya'ya Fransa'ya Hollanda'ya falan hayran olduğum yok.Sömürgecilere sömürge zihniyetindekiler hayran olur.Maalesef kendinizi o kadar kaptırmışsınız ki bir cepheye ait olmaya,karşınızdaki herkesi belirli kalıplar haline sokmadan düşünemiyorsunuz.Aynen AKP zihniyeti.Bakın ben bilmiyorum.Saydığınız ülkelerde PKK sempatizanları polis arabalarından bile bayrak sarkıtarak provokasyon yapabiliyor.Peki kimya,fizik,matematik gibi dersler kürtçe veriliyor mu? Aman rica ederim,şikayet ediyor mu etmiyor mu Zana'nın ifadelerinde apaçık bir şekilde görülüyor.Tayyip Bey zamanında yılın Avrupalısı seçilmişti.Şikayetini ona da yapabilir.Yalnız işin ucunda hakaret,küfür yemek falan var,benden söylemesi. Sokakta kürtçe konuşmayı yasaklamak faşizmin ağababasıdır.Bu konuda zaten sizden farklı düşünmüyorum.Bir ara kızıl renk giymek de neredeyse suçmuş.Bunlar bazen kürtçe konuşan,bazen uzun saçlı,bazen satanist falan avlarlar.Düşünce yapıları yamuk.Faşist faşisttir. O zaman Zana'nın PKK gibi ayrılıkçı bir fikir yapısına sahip olduğu ve çözümü burada gördüğü düşüncem doğrulanmış oluyor.Ülkeyi kendi ülkesi olarak görmezse kendisini Kürt'ün milletvekili olarak gördüğü açıktır.Yani kendi deyişinizle Kürt Milleti'nin vekili.Eğer öyleyse açık açık federasyon mu istiyorlar,Kuzey Irak Kürtleri ile birleşmek midir amaçları açıklasınlar.Ben askerlikte aralarında kürtçe konuşuyorlar diye kimseye farklı gözle bakmadım.Dikkat çekmek istediğim nokta,toplumda biraraya gelindiğinde dil ayrımının tehlikeli sonuçlara gebe olduğudur.Kürtler ikinci sınıf vatandaş olarak tabi ki görülmemelidir.Fakat ortak paydada türkçenin devlet kademelerinde kürtçeye bir önceliği olması çok doğaldır. Yobazlaşmış siyasi sitem diyorsunuz çok doğru,peki yobazlaşmış kafaların başımızdan inmesini hiç mi istemiyorsunuz?Üstelik ABD ve AB'nin her dediğine eyvallah denerek bir ülke yönetilebilir mi?Bu mudur idarecilik?Seçim öncesi,dalga geçer gibi kömür,gıda falan dağıtıp seçim sonrası aynı kişilere burun kıvıran bir güruh neyi temsil edebilir kapitalizmin ve sofu faşizminin emellerinden başka? Açıkçası ben kimseye üç beş gözüyle falan bakmam.Kimse için de kefelerim yoktur.Ben bölge anlayışıyla bakarım olaya.Ola ki Kürtler'i temsil ettiğini söyleyen PKK gibi diğer farklı kökenli kişilerden de bu tür örgütler ve çeteler kurulsa bakışım aynı olur.20 milyon çocuğu 20 milyon kişi olarak değiştirmeniz Zana'dan daha gerçekçi bir yaklaşım tabi ki.Güneydoğu ve doğuya gitsem ve yerleşsem belki ben de türkçeden ziyade kürtçe konuşup anlaşmak durumunda kalırım.Bu beni negatif yönde etkilemez.Artık oranın ahalisinden olmuşumdur.Önemli olan insanlık değerlerinin dilini konuşup konuşmadığımızdır.Yani dışarıya çıktığımızda gördüğümüz ortamdır,şartlardır.Asıl bunların geliştirilmesi gerekir.Çıkış noktası budur,demeye çalışıyorum.Ağrı'nın bir köyüne okul götürüldüğünde oradakiler 'İyi bu okul geldi de bunlar türkçe eğitim verirse ben kızımı bu okula göndermem.' mi diyecek şimdi.Ben diyorum ki herşey sırayladır.Sakin bir şekilde düzgün anlayışlar geliştirilmelidir.Ha bu PKK'nın işine gelir mi,gelmez tabi.Ama ne olursa olsun devletin oraya bedava ve düzgün bir eğitim götürmesi zorunludur.Bunu da yapacak olanın AKP olduğunu hiç zannetmiyorum.Diğer örtülü faşist anlayıştaki partilerin iktidardayken yapmadıkları gibi.Bunun gerekçesinin de herhalde oranın halkının okul değil cami talep ediyor olması gibi bir safsata olabileceğini hiç sanmıyorum. Karşı çıkan parti bol ama doğal olarak medyada hiçbir zaman yer bulamazlar.Gerçekçi ve içinde son derece kaliteli kişiler bulunduran partiler her zaman olmuştur ve olacaktır.Ama DTP Kürtler'in partisi olduğu iddiasından vazgeçmedikçe çoğu kesim tarafından antipatik bulunmaya devam edecektir. Yine Kürt-Türk ayrımıyla yaklaşmışsınız cümlelerime.Sayısız Kürt kökenli yurttaşımızla Türk kökenli yurttaşımız evlilikler yaptı da kanlar çoktan birbirine karıştı.Ben halk derken genelden bahsediyorum.Beni sanki Naziler adına konuşan ve her bahsettiği şeyde Aryen ırkının önceliğini gözeten Hitlervari bir anlayıştaymışım gibi yorumlamayın.Birarada yaşayan herkes artık bir halka dönüşür.Kendisini bilerek izole edenler başkadır.'Şu kürde bak hele.' diyen ile 'Şu türke bak hele.' diyen arasında hiçbir fark yoktur.Küçük insanlardır. Bunu ne PKK ne DTP ne de AKP çözebilir.Siyasete tek bakış açısı ile yaklaşmayan ciddi bir sol oluşum çözebilir,diye düşünüyorum.Kürtler'in içinde de farklılaşmış dillere sahip olanlar var.Birbirini tanımaya ve uzlaşmaya dönük oluşumlara açık kapı bırakılmazsa uzlaşma olması mümkün değildir.Kürt kökenliler PKK'yı,Türk kökenliler de her türlü ayrımcı faşizmi dışlamak zorundadır.Tek yönlü çözülemez hiçbir şey.
-
Haddini aşma!
AKP'lilerin asıl amaçları,hayaliyle yanıp tutuştukları gün bir gelecek olsa,zamanında üniversite öğrencilerine *********** adı ile hakaret eden Hülya Hanım dışarıya adımını atamaz hale gelirdi.Ama hem zenginlerin, hem ünlülerin hem de tüccarların esnafların genelinde şöyle bir anlayış vardır: ''Bugün para kazanıyor muyum,hükümet bana karışmıyor mu,ona bak sen.Gerisini koyver gitsin.'' Öyle olunca da herşey güllük gülistanlıktır,istikrar havalarda uçuşuyordur.Gerçi Hülya Hanımın istikrar neyine,kendisi elini sallasa 50 işadamı peşinde be ya.
-
Tuncay Özkan'ı fotoğraflayan başörtülü gazeteci tartaklandı
Şu anki haliyle halkın çoğunluğunun istediği olsa şimdi bu forumda millet birbirine ancak ilahiler yazabiliyor olurdu.Ne bir özgürlüğe ne de solcu düşüncelere en ufak yer kalırdı. Evet,halk halk da nasıl bir halk?Komşusunu ayak üstü dolandıran,bilimle değil göbek atma ile ilgilenen,dini gazlarla kendinden geçen,türbelere çaput bağlayan,şeyhin meyhin peşinden koşan,aklını kiralamış,doğaya zerre kadar özen göstermeyen,dakika başı küfreden,turistlere yolunacak kaz veya **** kadın gözüyle bakan,sigara içmeden 15 dakika bir yerde adam gibi oturamayan,entellikle yani akılcı düşünmekle dalga geçen,isyan gibi kendini ifade etmek gibi bir özelliği ve niyeti olmayan,bedava birşey için gözü dönüp birbirini ezen,zar zor doğru düzgün cümle kuran,fazla bağıranın haklı çıktığı bir halk mı? Hiç merak etmeyin,bu halk önünde sonunda kim güçlü çıkarsa onun yanına koşar.Silahsa silahın,paraysa paranın. Devrimcilik gücünü halktan alırsa anlamlı olur.Ama güvenilebilecek bir halktan.O yüzden insan gibi yaşamak için isyan etmek kellenizi götürür,geride adınız kalır...
-
Zana: "PKK Kürtlerin sigortasıdır"
Kişilerin 'Her halkın kendilerini özgürce ifade edebileceği,din ya da ulus gibi başat bir unsurun olmayacağı,herkesin sınırsızca kendisini adlandırarak istediği gibi konuşup eylemde bulunabileceği,'Benim dilim budur,mecliste de bu dilde konuşurum kimse karışamaz.' diyebileceği bir masallar diyarı gördünüz mü hiç?Yani dünyada ülkelerdeki kurucu unsurların içindeki çoğunluğun anlayışının ülkenin bütünlüğü için herhangi bir baskı yapmadığını?Konuya tarafsız yaklaşmak DTP için de mümkün değil herhangi bir başka oluşum için de. Bakın 'Kürt Milleti' ifadesini kullanmışsınız.Ben böyle kullanmıyorum ve Zana'nın Kürt kökenli yurttaşlarımız adına konuşma yetkisinin olmadığını,bir ihtimal DTP'ye oy verenler adına konuşabileceğini belirtiyorum.Ve inanıyorum ki Zana Türkiye'yi İngiliz Parlamentosu'na şikayet ederek de bundan sonra da herhangi bir uzlaşmacı tavrın içine girmeyeceğini göstermektedir.Ayrıca Kürt kökenliler dahil muazzam miktarda masum insanımızı öldürmek haksızlığa bir tepki ise bu örgütün içinde kimlerin birbirinin ayağını kaydırıp güç kazanabilme amaçlı ne tür işlere girişebildiğini tahmin dahi edemiyorum. Ordunun mükemmel olduğunu falan da savunmuyorum ayrıca.Darbelerin kasıtlı olarak kapitalist dünya kurmacasına adaptasyon amaçlı olduğundan da en ufak kuşkum yok.Benim savunduğum siyasetin bu vaziyetinde ordunun müdahalesinin kaçınılmaz olduğu fenomenidir.Esasen de siyasetin berbat vaziyetini ancak toplu bir halk uyanışıyla ve 'Ben kürdüm sen lazsın şu arnavut,öteki zaza,beriki çerkez.'' demeden kendi emeğine ve yarattığı değerine bilinçli bir şekilde sahip çıkarak,beynini PKK'ya ya da orduya satmadan,toplu bir tepki koyarak aşabileceğimize inanıyorum.Bir çocuk babasının etkisiyle ne Öcalan'ı kurtarıcı olarak görmelidir ne de Türkeş'i Özal'ı Erdoğan'ı,sadece kendi gücüne inanmalıdır,öyle yetiştirilebilmelidir.Lakin maalesef bizim halkımızda sürü psikolojisine yatkınlık olduğundan zoru gördü mü hemen kendisini teslim etme yaygındır. Ben hiçbir şekilde Kürt kökenliler üzerine bir yargıda bulunmuyorum.Bunu hiçkimsenin yapmaya hakkı da yoktur.Haksızlığa her kültürden kişi tepki vermelidir.Baran da haksızlığa tepki vermelidir,Oğuz da,Mirsad da.Ama bu tepki bir şekilde PKK ile bağdaştırılırsa işte o zaman Kürt kökenlilere başka gözle bakılmasının önüne geçilmesi gittikçe zorlaşacaktır.Ve ben DTP'de buna karşı herhangi bir iyiniyetli çaba göremiyorum.Aşırı milliyetçi kesim ne kadar hamaset edebiyatı yapıyorsa karşılarındakiler de o kadar bir hamasetle tepki vermektedir.Bir kördöğüşünden başka birşey göremiyoruz.Şu an ülkeyi yönetmeye çalışanlar öyle bir hamaset edebiyatı yapıyorlar ki Atatürk'den bahsedildiği anda içinde inanılmaz bir öfke duyan sayısız insan var bu ülkede,azınlıkta da değiller.Kürt kökenlileri islam ile Kürt-islamcılıkla ayartmaya çalışıyor bu kurnazlar.Ve karşılarındaki istisnasız herkesi öyle bir ötekileştirdiler ki kimse ne halkçılıktan ne de gelir adaletinden bahsedemez oldu.Bugün Yozgat'da yaşayan birinin durumu Urfa'da düğünde geline 100 kilo altın takandan daha mı iyidir?Oradaki de Kürt kökenli,Kürt halkı için ne yapıyor?Para kültür tanımıyor,alıyor satıyor,eviriyor çeviriyor.Ama birileri kalkıp tüm ekonomik sömürüyü hiçe sayıp işi dilini resmi kurumlarda konuşamamanın insanlık dramı olduğuna getiriyor. Ben örneğin DTP'nin Fatih Terim'in maaşı konusundaki çıkışına yüzde yüz hak vermiştim.Ama bu tür konular savundukları diğer konular yanında sönük kalıyor.Yani asıl meselelerinde etkiye tepki verelim derken yeni etkiler ve sonu olmayan sarmallar üretiyorlar diğer partiler gibi.Ne yazık ki hem halkçılığı hem birleştirici unsurları savunan,ayrımcılığa karşı partilerin oy oranı ise % 0.5 lerde kalıyor. Belirttiğim gibi,öyle bir kültür karmaşası içindeyiz ki ne yaparsanız yapın,sizin kılığınızdan bakışınızdan,hatta eğitiminizden dahi tahrik olup tepki gösterebilir insanlar.Herşey zaten potansiyel bir etki edendir.Kürt kökenliler içinde birbirlerine düşman olanlar,aşiretçilik,mafyaya karışma yok mudur?Diğerlerinde ne kadar varsa onlarda da bu yollara sapanlar boldur.Önemli olan düzgün insanların birbiriyle dayanışmasıdır.Saflar oluşturup kurşun atmakla hiçbir şey hallolmaz. Şöyle bir alaka var: Sokakta kimse birbirine karışamaz.Lakin ortak kamusal alanlarda dil sorunu çözülebilir mi?O çocuklara askerde türkçeyi öğretmeyip,kürtçe bilen komutan mı getirecekler?Dil konusu öyle Zana'nın 20 milyon çocuk gibi asıl boş argümanlarıyla çözülecekse o kafada olanlar hayal görmeye devam edecekler demektir.İsteyene okullarda seçmeli olarak kürtçe,boşnakça,arnavutça gibi diller öğretilsin.Buna asla karşı çıkmam.Öncelikle her yere okul götürülmelidir,işte Zana kendi ülkesinde öncelikle bunun kavgasını vermelidir.Bunun kavgasını veren herkesin yanında olunmalıdır.İngilizler'e bu tür şikayetlerle ne elde edilmek isteniyor onu irdelemek lazım.Ayrıca bugün ülkedeki baskın kültür zaten dayatılmış bir Türk kültürü falan değildir,hiçbir halka ait bir kültür de değildir.Karmaşık bir *********.46 kültürü diyorum ben ona.Resmi anlayışla yaşanan gerçekler arasında çok derin bir uçurum vardır. Saygılar...
-
Zana: "PKK Kürtlerin sigortasıdır"
PKK'nın temel amacı kuşkusuz,Kürtler'in yoğun olarak yaşadıkları ve tarih boyunca kendi toprakları olarak gördükleri bölgedeki kurulması tasarlanan bir 'Kürt Ulus Devleti'ne katkı sağlamaktır.Bu noktada DTP de özü itibarıyla ayrılıkçı bir oluşumdur.Kanımca,PKK'yı savunanların öncelikle bu amaca önem veriyor oluşları,isteseler de istemeseler de ABD ve İsrail'in Ortadoğu planının vazgeçilmez bir unsuru olarak tamamıyla bir maşa olarak kullanılma durumunda olduklarını gözlerinden kaçırmakta ya da artık kendilerini buna da razı bırakmaktadır. Bu amaç dahilinde PKK kendisini Kürt kökenli Türkiye yurttaşlarının asilime olmamaları ve onlara kendi bakış açılarında bir ulus bilinci aşılanabilmesi çerçevesinde onların sigortası olarak nitelendirir,zira bu kendilerine biçilen önemin zorunlu bir yansımasıdır.Bana kalırsa Kürt kökenli yurttaşlarımız diğer yurttaşlarımız gibi gerçek anlamda ekmeklerinin derdine düşmüş durumdadırlar.'Bir devlet kursak da herşey ne kadar harika olur.' gibi bir düşünce DTP gibi oluşumlar tarafından onlara bir kurtuluş reçetesi gibi sunulmaktadır.'Halkların Kardeşliği' sloganının da PKK açısından samimi bir yaklaşım olduğuna açıkçası hiç ihtimal verilmemeli,diye düşünüyorum. Peki Türk Ordusu'nun duruma bakışı ne yöndedir?Bence siyasette hiçbir kurumun içindeki bireysel unsurların topyekün bir şekilde aynı düşünce tarzıyla tamamen aynı yönde düşündüğü savunulamaz.Yani ordunun içinde doğaldır ki ABD'ye yakın bir kanat karşısında Rusya,Çin ve İran'a yakınlaşılmasını savunan diğer bir kanat ya da çok daha farklı düşüncede olan başkaları gibi farklı görüşlerde kurmaylar vardır.Yalnız bunların birleşmek zorunda oldukları temel dava Türk Ulus Devleti'nin sınırlarının ve üniterliğinin ne pahasına olursa olsun korunmasıdır. ABD'nin ortaya çıkarılan Ortadoğu haritalarını göz önünde bulunduracak olursak,açık bir şekilde Türkiye,İran ve geçmişteki Irak'ın güçlü üniter devlet özelliklerine karşıt bir oluşum amaçlandığı ve bugün itibarıyla Irak açısından bunun başarıldığını görüyoruz.Esasına bakarsak ,ordu bu tehdidin farkına herkesten önce varmıştır ve kurmaylar tarafından şöyle bir kanaate varılmıştır ki,Türkiye'nin bütünlüğü açısından siyaset bazı durumlarda siyasetçilere terkedilmeyecek kadar ciddidir.İster beğenelim ister beğenmeyelim,ordu da kendi stratejisini kendisi belirleyen ve siyasete müdahale etmekte bir an dahi sakınca duymayan,Türk Ulus Devleti'nin üniter yapısının sigortasıdır.Ve bu özellikle laiklik karşıtı olanların fena halde sinirlerini bozmaktadır.Öte yandan,Ordu PKK'nın tam olarak bitmesini istemez mi,bu çok tartışılmıştır ama Türk tarihine baktığımız zaman,yakın dönemde PKK ortaya çıkmamışken de 50'lerden 80'lere kadar ordunun sürekli siyasete müdahale etmiş olduğunu görmekteyiz zaten.Uzun dönemde de Türk ordularının her zaman devletin en önemli unsuru ve mevkii olduğu görülmektedir. Soğuk Savaş döneminde Türkiye'nin çıkarının hem siyaset hem ordu tarafından ABD'den yana tavır almakta görülmüş olması ise bugünün şartlarında hiçkimsenin açıkça ABD'ye ciddi bir karşı çıkış gösterememesinin köklerinde yatan bir etkendir bana göre.Türkiye'nin Yahudilerle de ABD ile de tarihinde ciddi bir anlaşmazlığa düşmediğini biliyoruz.Ancak ne var ki,ABD yakın dönemde bizi de direk olarak etkileyen Ortadoğu Planı'nı fiilen yoğun bir şekilde uygulamaya giriştiğinden artık 70'lerin sonlarında birçok şeyin farkına varan gençlik gibi,antiemperyalist bir duruş göstermeyi ordu da bir elzem olarak eline almıştır.Birçoğumuz askerde ''Hedef Türkiye'' videosunu izlemişizdir.O videoda açık şekilde,Türkiye'nin sınırlarının korunmasının antiemperyalist bir anlayıştan geçtiği ve SSCB'nin çöküşüyle birlikte dünyadaki emperyalist tehdidin handi ülkeden kaynaklandığı haritalarla ifade edilmektedir.Bu da olayın ayrı bir yönüdür. Ülkeler için tehdit hiçbir zaman bitmez.Bugün PKK olur yarın Hizbullah olur,DHKP-C olur,yeri gelir bunlar birbirlerine karşı kullanılır.Ama karşı koyuşu gerçekleştirebilmek ve devleti yönetebilmek kaliteli adamların işidir,herkes beceremez,beceremeyince de nerede uyduruk gündem var ona sarılırlar,yurttaşları sadece yürüyen oylar olarak görürler. Nitekim Güneydoğu ve Doğu bölgelerimiz siyasetçiler tarafından içlerinden gitmek bile istemedikleri bölgeler oldukça,gerçek sorunlar şeffaf bir şekilde oranın ahalisiyle paylaşılmadıkça,oraların insanına içtenlikle sevgi duyulmadıkça,insana değil sadece paraya yatırım amacı güdüldükçe,yani kalitesizlik ve vizyonsuzluk siyasetin her zerresine işlemeye devam ettikçe PKK'nın da,ordunun siyasete müdahalesinin de sonu gelmez. Saygılar...
-
ENGELİLER İÇİN VERGİ REHBERİ .....
Düzenlemelerde,kanunlarda,basın yayın organlarında neden çoğunlukla engelli sözcüğünü kullanmaya özen gösterilmez de özürlü,sakat,kör gibi ifadeler kullanılır bir türlü anlam veremem.(İçerik bir alıntı olduğundan ve sayın forumdaşımız haklı olarak orijinalini korumuş olduğundan dolayı kastım ile hiçbir ilgisi yoktur.Yanlış anlaşılmasın diye yazayım dedim.) Görme engelli,zihinsel engelli,duyma engelli şeklinde bahsetmekte zorluk değil ince düşünce vardır.Çoğu ortamda engellilerimize çok da kolaylık sağlayıcı uygulamalar yok ne yazık ki,bari bahsedilirken özel bir saygı duyulsun.Sayın Yayamaz Kayımca,ben de sizi başlıklardaki ifadeleriniz ve bu konudaki değerli paylaşımlarınızdan dolayı tebrik ederim.
-
19 Mayıs Kıyafetleri ve AKP Ekibinin Cinsel Dürtüleri
Erlerin çoğunun,dinin başını çektiği manevi değerleri için savaştıklarını ve vatanı savunmayı bilinçaltında cihadın bir gerekliliği olarak hissettiklerinde gerçeklik payı olduğu şüphesizdir. Ancak,tarihimizdeki zaferler açısından baktığımızda ,burada göz önünde bulundurulması gereken temel durum ise askerlerin o başarıyı sağlamalarında birincil sebep olan komutanların başarısıdır.Türk ulusunun savaşçı karakteri ne dine ne de herhangi bir metafizik öğeye bağımlıdır.Türk'ün karakterinde hükmetme ve güçlü devletler kurma tutkusu herşeyin üzerindedir ve içinden çok büyük komutanlar ve birleştirici liderler çıkarmıştır. CHP'nin kurulduğundan beri savunduğu ilkeler bugün bazı kesimler tarafından neredeyse kızıl faşizm olarak adlandırılma noktasına getirilmiştir.Ülkemizde laiklik hassasiyetiyle kendisini ifade etmeye çalışanlar bazıları tarafından o kadar uzun yıllar kafir ve komünist olarak nitelendirildiler ki artık bu anlayış bir anlamda genlere işlemiş oldu.Ve maalesef gelir adaleti naralarıyla iş başına gelen kimsenin bu adaleti zerre kadar umursamadığı da her fırsatta tecrübe edildi,sağ ya da sol sözcükleri de ekmeğinin derdine düşen halkın gözünde giderek daha çok anlamsızlaşmış oldu. Ben de böyle bir hataya düşmüş ve doğru olduğuna inanmıştım önceden.Fakat sonra düşündüm ki tamamen zıt fikirde olduğum partilere sempatizanları tıpış tıpış gidip her seçimde oylarını atıyorlar,hatta bir nevi satıyorlar.Öyleyse oy vermeyen ya da boş kullanan birisi bunu bir tavır olarak yapıyorsa ya parti kurmalıdır-ki olabilirliği akla dahi getirilmez- ya da tavrından vazgeçip tamamen zıt düşündüğü partinin karşısındaki bir partiye oyunu mutlaka kullanmalıdır.Sonuçta başkasının kullandığı oy benim de hayatımı etkiliyor.Ben neden tamamen etkisiz kalayım?Hiçbir siyasetçi de,bu adam niye oyunu atmamış,diye oturup ağlamayacağına göre... Bu tür çelişkileri aşabilmede gerçekten antiemperyalist düşüncede olan kişilerin -dindar ya da dinsiz- aynı safta buluşabilmesi zorunludur.Tam bağımsız bir ülke olabilmenin yolu yurttaşların birbirlerine baktıkları zaman nefret yerine nasıl uzlaşabileceklerini akıllarına getirdikleri oranda yürünebilir. Saygılar...
-
DOĞA SIĞINILACAK LİMAN MI?
Kuran'da ''Hiç düşünmez misiniz?'' diye sorulmasının eleştirilecek bir tarafı yoktur.Yani,tefekkür ve bilim anlamında ele alındığında müslümanların gelişime yönelik bir motivasyon içine girmeleri gerekmektedir.Fakat bugün bunu genel anlamda özgür bilimsel atılımlarla gerçekleştirme niyeti yerine geçmişteki ispatlanmış bilimsel buluşları geriye dönük olarak Kuran'a atfetme ve kelime oyunlarıyla Kuran'da şifre aramaya kadar varan anlamsızlıklarla yapmaya çalışanlar baskın çıkmıştır.Kuran'dan yola çıkarak gerçekleştirilecek bir bilimsel buluş müslümanlara artık zor mu gelmektedir yoksa Kuran'daki cümlelerin arapça oluşu her türlü yoruma kolaylık mı tanımaktadır tartışılır ama müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerdeki bilimsel gelişmişlik düzeyinin bugünkü hali ''Hiç düşünmez misiniz?'' ifadesinin sadece ibadeti ve zikri düşünmek şeklinde işlerine gelmiş olduğu söylenebilir. Kuran'dan astronomi ile ilgili olan bir kaç örneğe bakalım: Bakara 29: ''O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı . Sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir.''(Elmalılı Hamdi Yazır Çevirisi) ''O,yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı.Sonra semaya yöneldi,onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi.O,herşeyi hakkıyla bilendir.'' (Diyanet çevirisi) Burada göğün yeryüzünden sonra oluşturulduğu,ilk önce Dünya'nın olduğu belirtilmektedir.Ve yeryüzündeki istisnasız herşey insan için yaratılmış.Kuşkusuz bunlar insanın yaratılmasından ve Dünya'ya gönderilmesinden önce olan şeyler.Ayrıca insan Dünya'ya bir çeşit ceza sonucu gönderiliyor. Şimdi 'Hiç düşünmez misiniz?'' teşviği ile birlikte bakıldığında bir müslümanın bu ayeti Big Bang ile mantıki şekilde bağdaştırabilmesi mümkün değildir.Göğü atmosfer olarak alsa yine yeryüzündeki herşeyden sonra oluşmuş olamayacağı bilimsel olarak sabittir.''Yeryüzündeki herşey'' in içine dinazorlar da ister istemez dahildir ve dinazorların da insanlar için yaratılmış olmasını bir müslüman kendisine açıklamak durumundadır. Tüm bunlar sonuç vermezse,müslüman Kuran'daki bu ifadelerden yola çıkarak Dünya'nın oluşumu üzerine yeni bir teori oluşturabilmelidir ki Kuran'ın bilimle çelişmesinin imkansız olduğu iddiası havada kalmasın.Aksi takdirde Kuran'ı bilime uydurabilme amaçlı kelime ve yorum oyunları kendisini avutabilir ama bilimsel olarak hiçbir anlamı yoktur. Mülk 5: ''Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle donattık ve onları, şeytanlar için taşlamalar yaptık. Ve onlar için alevli ateş azabını hazırladık.'' Burada da halk arasında 'yıldız kayması' olarak bilinen olayın aslında şeytanları kovma amaçlı olması ile bilimin nasıl bir ortak yanı olabileceği yine müslümanların kendilerine açıklamaları gereken bir olgudur. Nuh 15-16: ''Görmediniz mi Allah yedi göğü uygun tabakalar halinde nasıl yaratmış?" ''Ve Ay'ı bunların içinde bir nur yapmış, güneşi de bir lamba kılmış.'' Buna göre güneşin ve ayın yedi kat göğün içinde olduğu tartışmasız bir şekilde ortaya çıkmaktadır.Yani bu yedi kat atmosfer falan değildir.Ayın ışık olması ile ışığı yansıtan bir kaya olması arasındaki fark da ''Hiç düşünmez misiniz?''i uygulayan bir müslüman tarafından herhalde anlaşılabilir. Bence bu tür örnekler halihazırdaki bilimsel ispatlara devşirilme anlyaşına kurban gitmektedir.Gün gelip öyle bir hal alabilir ki,Kuran'ın 1000 çeşit farklı anlayışla çevrilip farklı yorumlanması işi çığırından çıkarabilir.Nitekim bazı ilahiyat profesörleri tahminim kendilerinin bile tam anlayamadıkları yorumlara girişmektedir. Öte yandan ateistlik bilimsel bir sonuç olma iddiasında zaten değildir.Ateist bilim,inançlı bilim gibi bir ayırım olması da mümkün değildir.Tarihten gelen ve şu an itibarıyla yaygın olan dinlerin dogmalarının birçok açıdan bilime ve gelişmesine aykırı olduğu iddiası ile bilime bakar ateistler.Birşey ispatlama çabası ile yoğun bir şekilde dindarlar ilgilenmektedir. Birşeyi kanıtlamak amaçlı yola çıkmak ile o şey üzerine bilimsel metodları kullanarak eğilmek ve sonuçta Yaratıcı'ya yönelik inanç hakkında kanaate varmak farklı şeylerdir.Bilimsel sonuçları anlamlandırarak kişisel fikre ulaşmak üzerine yazdığınız kısma katılıyorum. Bence dinin bilimsel olarak bahsedilebilecek kısmı tarihidir.İnanca ait özellikleri ve iddiaları bilimsel olarak ispatlanabilecek olsa din olmaktan çıkardı.Örneğin bir ateist duanın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğine,inançlı biri ise çok şeyi değiştirebileceğine inanır.Bu konu bilimin konusu olacak değerde bir konu değildir.İspatlanabilirlik içermez. Hem ateizmi hem dinleri felsefe bazında düşündüğümüzde daha sağlıklı sonuçlara varılabileceğini düşünüyorum.Ne var ki din,iman kavramının özelliğiyle kendisini hem bilimin hem felsefenin ötesinde gördüğünden,nihayetinde vahiy kavramı dışında gerçek anlamda ölçü olarak alabileceği birşeyin olduğuna inanmıyorum.Onlara olsa olsa teferruat gözüyle bakar. Saygılar...
-
Dini Konular
Dini konular gerçekten diğer konulara nazaran çok yoğun ve zaman zaman üstüste birkaç cümlenin yıldızlanmasını zorunlu kılan tartışmalara gebe.Bu açıdan adminlerin de bir futbol maçında iki tarafa da yaranamayan hakem durumunda kalmaları her zaman olasıdır. Ben yine de,dini konularda tartışan forumdaşlarımızın diğer birçok forum sitelerindekine göre konuları mümkün olduğunca az kişiselleştirdiklerini düşünüyorum.Dini konular üzerine kurulu birçok sitede konuların tamamen dışına çıkılıp birbirini hiç tanımayanların kişisel kavgasına ve seviyenin sıfıra inmesine şahit olmuşuzdur. Kuran'daki ifadelerin yıldızlanması konusunda niyete bakılıyor olmasını doğru buluyorum.Kişinin karşısındakine cevap yazarken ''Artık bu konuda seninle muhatap olmuyorum,oku şunu sana Kuran cevap versin...'' tarzı bir yazı yazması ile ''Kuran'da bu konudan şu şekilde bahsedilir...'' yazılması bambaşka şeylerdir.Tabi forumdaşlarımızın kötü niyetle yazmadıkları ifadelerin anlatıma kurban giderek yıldızlanmış olma olasılığı da olayın başka bir boyutu.Sonuçta bir inananın Kuran'daki cümleleri kırparak alıntılaması da ihtimal dışı birşeydir. Saygılar
-
Demokrasi ile Demokraaasi Birgün...
Çok partili parlamentoya geçildiğinden beri iktidarlarda söz sahibi olmuş,ülkenin gidişatına direk etki etmiş olan partilerin genel seçimlerdeki oy oranlarını karşılaştırmak istedim: 1950 - DP % 52.7 --- CHP % 39.4 1954 - DP % 57.6 --- CHP % 35.4 1957 - DP % 47.9 --- CHP % 41 1961 - CHP % 36.7 --- AP % 34.8 1965 - AP % 52.9 --- CHP % 28.7 1969 - AP % 46.5 --- CHP % 27.3 1973 - CHP % 33.3 --- AP % 29.8 1977 - CHP % 41.3 --- AP %36.9 1983 - ANAP % 45.1 --- Halkçı Parti % 30.4 1987 - ANAP % 36.3 --- SHP % 24.7 --- DYP % 19.1 --- DSP % 8.5 1991 - DYP % 27 --- ANAP % 24 --- SHP % 20.7 --- RP % 16.8 --- DSP % 10.7 1995 - RP % 21.3 --- ANAP % 19.6 --- DYP % 19.1 --- DSP % 14.6 --- CHP % 10.7 --- MHP % 8.1 1999 - DSP % 22.1 --- MHP % 17.9 --- FP % 15.4 --- ANAP % 13.2 --- DYP % 12 --- CHP % 8.7 2002 - AKP % 34.4 --- CHP % 19.4 --- DYP % 9.5 --- MHP % 8.3 --- ANAP % 5.1 --- DSP % 1.2 2007 - AKP % 46.6 --- CHP(+ DSP) % 20.8 --- MHP % 14.3 --- DP % 5.4 ÇOK AZ OY ALAN UÇLARDAKİ PARTİLER HARİÇ: 1987: SAĞ % 55.4 --- SOL % 33.2 1991: SAĞ % 67.8 --- SOL % 31.4 1995: SAĞ % 68.1 --- SOL % 25.3 1999: SAĞ % 58.5 --- SOL % 30.9 2002: SAĞ % 57.3 --- SOL % 20.6 2007: SAĞ % 66.3 --- SOL % 20.8 1950'DEN BU YANA YİNE UÇLAR HARİÇ, ORTALAMA OLARAK: SAĞ % 51.8 --- SOL % 31.7 1987 SONRASI ORTALAMA: SAĞ % 62.2 --- SOL % 27 Dikkat edildiğinde 1950'de çok partili demokratik seçime geçildiği gibi sağcı anlayış iktidara sahip olmuştur.CHP'nin aldığı oy DP'nin oyuna bir türlü yetişememiştir. Darbeden 1 yıl sonra,Menderes'in idam edildiği 1961 yılında yapılan seçimde ise görüldüğü gibi CHP yine de oyunu arttıramamış ve hatta düşüş yaşamıştır.Bu arada DP'nin ardılı olarak görebileceğimiz AP CHP'ye çok yakın bir oy oranına sahip olmuştur.Hemen ardından gelen 1965 seçimlerinde ise artık AP'nin başında Süleyman Demirel vardır ve bir daha da siyaset sahnesinden silah ya da kanun zoru olmadığı müddetçe kolay kolay çekilmeyecektir ve -artık yine neler vaadettiyse- aldığı oy CHP'nin neredeyse 2 katıdır. AP başarısını bir sonraki seçimde de yinelemiştir.Sonrasında 12 Eylül'ün ilk perdesi olan ve 61 Anayasası'na ve ABD'ye karşıt sol oluşumların devlet politikasına muhtemel etkilerini tasfiye niteliği taşıyan 12 Mart Muhtırası'nda Bülent Ecevit'in takındığı tavır 1973 seçimlerinde Ecevit'in CHP'sine olan güveni tazelemiştir.Ama sonuca baktığımızda o zaman CHP'nin oyunu çok da arttırmış olduğu söylenemez.Yani yine sağdan sola bir kayma yoktur. Kıbrıs Barış Harekatı Ecevit'in ülke genelinde güçlü bir lider karizması edinmesinde etkili olarak 1977 seçimlerinin sonucuna etki etmiştir.Bana kalırsa,77 seçimlerinde solun ülke tarihindeki en yüksek oyuna ulaşmasına karşın yine de tek başına iktidara gelememiş olması sol adına bazı şeyleri başarmanın seçim yoluyla olabileceğinin pek safça bir düşünce olduğunu göstermesi açısından çok önemlidir. 70'lerin sonundaki iç çatışmaların devlet geleneğinin statikliğine bir tehdit oluşturması ve genel bir huzursuzluk haline dönüşmüş olması ABD'nin son derece işine geliyordu.80'lerde tüm dünyada birden ayyuka çıkacak olan Yeni Dünya Düzeni hazırlıkları için Türkiye deki belirsizlik tam bir biçilmiş kaftandı.Dolayısıyla böyle bir ülkede darbe sonrası sular durulduğu anda başa ABD'de ihtisas yapmış,hatta Dünya Bankası'nda çalışmış,oyunculuk becerileri yüksek,küreselleşmeye uygun olarak bir anda vahşi kapitalizme kucakları açacak biri layıktı.Özal'ın yaptıklarının ülkeye olan etkileri,siyaset alanında belki de en çok tartışılmış konuların başında gelir.Bence,Özal zamanında yapılanlar ekonomiye olan reel ve nominal etkileri arasında gerçekçi bir karşılaştırma yapılarak ve ithalatın mı üretimin mi,alnının teriyle çalışmanın mı kısa yoldan parayı götürmenin mi yüceltildiği göz önüne alınarak yorumlanmalıdır.Sonraları Özal'ın uygulamalarını gören birçok kişi arasında 'Menderes'in ne günahı vardı da idam edildi?' tartışmaları olagelmiştir. 80'lerin sonu ve 90'ların başında bazı kesimler tarafından Erdal İnönü'nün solda ayrı bir hava estirebileceğine inanılmış,ancak ne var ki bu da parodilere malzeme olan bir koalisyondan öteye gidememiştir. Özal'ın vefatı sonrası Demirel'in çok uğraşmasına rağmen bir türlü süresini uzattıramadığı Cumhurbaşkanı makamına oturması ile birlikte ve Mesut Yılmaz'ın Özal'a benzer özelliklere sahip olamamasının da etkisiyle ülkede hissedilen bir ABD ihtisaslı ilgi çekici kişilik eksikliği bir süreliğine Tansu Çiller ile giderilmiştir. 90'lı yıllar yine ülkenin ekonomisini dışa açma,özelleştirme,ama buna karşılık üretimi ve gelir adaletini arka planda tutma çabasıyla geçmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki,Erbakan ABD'nin pek de hesabında olmayan ve kendi bildiğini okuyan inatçı bir kişiliğe sahip oluşuyla ABD'nin hiç işine gelmeyen bir siyasetçi olmuştur.Dini hassasiyetlerini olmadık biçimlere sokarak,laikliğe adeta meydan okuyan bir siyaset gütmesi siyaset sahnesindeki bir harakiri olarak nitelenebilir.Bu anlamda 28 Şubat süreci de laiklikle ilgili haklı hassasiyetlerin ötesinde,ABD'yi kendi amaçlarına uygunluk açısından oldukça memnun etmiş olmalıdır. 28 Şubat'ın ardından zoraki biraraya gelen hükümetlerde yine Bülent Ecevit başrolü oynasa da hem fiziki açıdan hem de hafıza açısından sağlık durumunun bu görevi yürütmesine izin vermeyeceği aşikardı.99 seçimlerinden sadece 2 ay önce Abdullah Öcalan'ın ABD'nin özel çabasıyla Hükümet'e teslim edilmesi ise Ecevit'in ABD'ye karşı bir siyaset izlemesini adeta imkansızlaştırmıştır. Önce deprem,sonrasında malum ekonomik kriz ise ülke ekonomisinin ve altyapısından nasıl bir içler acısı halde olduğunu ibretlik bir şekilde göstermişti.Bunlar her hükümetin başına gelebilecek şeylerdi aslında.Önemi ülkenin yarım asır boyunca gerçek anlamda ilerici ve gelişmeye yönelik bir yönetimle hiç ilgisi olmayan bir anlayış geleneğiyle yönetilmiş olduğunu ve demokrasiye sadece parti sayısının arttırılmasıyla geçilemeyeceğini gözler önüne sermesiydi. Yuvarlana yuvarlana giden,bir anda çökmesi de bir anda doğrulması da mümkün olmayan ülkemiz siyaseti ve ekonomisi 2000'lere direrken bir enkaz görünümündeydi.Peki bu durum yine kimin işine gelecekti? Ne pahasına olursa olsun,Özal'ın önderi olduğu küreselleşmenin,sıcak paranın bir çekim merkezi ve Yeni Dünya Düzeni'nin parçası olma ve IMF'den kopmama davası devam etmeliydi.Türkiye bir seçime daha gidiyordu.Bu sefer Erbakan safdışıydı,zaten yasaklı olmasa bile artık ne sağlığı ne de inadının gücü istese de birşeyler becermesine engeldi.Ama onun bir öğrencisi vardı ve ülke genelinde tutuluyor,ayrıca da İstanbul'da seçimlerden zaferle çıkıyordu.İslamcıydı ama iktidara gelebilmek için yumuşayıp ılımlı bir hale rahatlıkla gelirdi.'Milli Görüş'ün sadece adı milli idi belki de.Sonradan belirtildiği gibi içlerine işlemiş bir anlayış,bir dava değil,sadece bir gömlekti onlar için,işine gelmedi mi çıkarıverirdi. Refah kapatılmış Fazilet açılmıştı,o kapatılmış potansiyel oylarını kapabilecek hemen bir AKP açılmıştı.En önemlisi de ortada zamanında tek başına iktidar olmuş bir Özal gerçeği vardı. Daha önce,İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinde RP adayı Tayyip Erdoğan ANAP adayı Ali Talip Özdemir'i önemli bir oy farkıyla geride bırakmıştı.Dolayısıyla bu gerçek,kısa bir dönem ANAP'ın başına geçen Ali Talip Özdemir'in Özal'ın politikalarını devam ettirme iddiası Recep Tayyip Erdoğan'ın bu politikaları devralması ve güçlü bir şekilde sürdürebilmesi olanağının yanında sönük bırakmaktaydı.Yani ön plana çıkacak isim,o zamandan mağdur rolü için biçilmiş kaftan olan Tayyip Erdoğan'dı.Özal gibi,her kesime hitap etme çabasına girecek,etnisite konusunda çıkışlar yapacak,ABD'nin sözünden çıkmayacak,kabinesinde ABD ile süpürme pazarlıkları konusunda deneyimli kişiler yanında eski solcuları dahi bulundurabilecek,'oy nasıl alınır'ın uzmanı olacak bir devletçilik karşıtı,Amerikan askerlerine dua dahi okuyabilen bir nefer. Nitekim tam da planlanan şey seçimlerde gerçekleşti.AKP'nin karşısındaki tek parti CHP idi.Ancak ne olursa olsun solun oy potansiyeli belliydi.Seçim çalışmaları da rüşvet anlayışı ile ilerlemiyordu.Zaten ABD politikaları için tehlike arzedecek bir sol bu sistemde varolsa bile barınamazdı. 2002 seçimlerinde tek başına iktidar zaferi,yıllar sonra gelen devlet kademelerine yayılma imkanı ve bunun çok etkin ve planlı bir şekilde başarılması. Bu süreçte tüm AKP karşıtlarının Türkiye'nin ilerlemesinin önündeki engeller olarak lanse edilmesinin iktidar medya organları ile gerçekleştirilmesi.Sırf oy koparabilmek amacıyla ''Kürt sorunu var.'' söyleminin ön plana çıkarılması ama ''Sorun var,çözüm yok.'' anlayışına sahip olduklarının çok az kişi tarafından farkına varılması.Üstüste yapılan gaflar,öfke dolu sözler,türbanı dini simge olmaktan çıkarıp kendi siyasetlerinin simgesi haline getirmeler,kendi çiftçisini azarlamalar,önüne geleni özelleştirmeler,yılın Avrupalısı seçilmeler ve balyoz maceraları derken 2007 seçimlerine varıldı. AKP'ye gerçek anlamda muhalefeti ulusalcılar yapıyordu ve bu yüzden bazı kesimlerce statükoculukla eşdeğer tutuldular.CHP ise bir anlamda ulusalcı muhalefetten medet ummaktaydı.Deniz Baykal AKP'nin oy avcılığından hiç haberi yokmuşçasına ''İktidara geldiğimiz zaman onlara diyeceğiz kiiiii,marş marş yüce divanaaaaa!'' söylemleriyle açıkçası kuru bir iddia öne sürüyordu.Bilmiyor muydu ki solun oyu genel anlamda iktidara yetebilecek kadar artmaz bu ülkede? Velhasıl 2007 seçimlerinde de CHP 2002 seçimlerindeki oyun üzerine ancak DSP'nin 2002'deki oylarını ekleyebildi ve peri masalı çabuk sona erdi. Özal'ın veliahtı,Özal'ın 1983'de aldığı oy oranını dahi geride bırakmıştı.Yani görülüyordu ki,aynı politikalar aynı sonucu veriyordu.Halkın anlayışında değişen hiçbir şey yoktu.Ayrıca Cumhurbaşkanı koltuğundaki kişi artık Atatürk ilkelerine bağlı birisi değildi.Bundan daha iyisi olamazdı. Bu durumda muhalefet yapmak gittikçe daha tehlikeli bir iş haline gelmeye başlamıştı ki yine bir parti kapatma davası ortaya çıktı.Bu sefer de CHP'nin tutunabileceği tek dal bu oluyordu. Ama bugüne kadar yaşanan deneyimler açık şekilde gösteriyor ki,herhangi bir zorlama ya da darbe sonucu düşürülen bir hükümetin üzerinden pek fazla zaman geçmeden onun bir ardılı meydana çıkıp eski politikaları kolaylıkla devralıp aynı oy potansiyeline ulaşabiliyor.İşte ülke siyasetinin gözler önündeki açmazı. Sol bu açmazdan kurtulabilir mi?Kendi içinden kendi güçlü ve cesur liderlerini çıkarabilir mi?Türk siyasetinde ABD'ye açık şekilde meydan okuyabilecek bir karakter olabilir mi?Taşın altına elini koymaktan öte taşı sırtlayacak olan her kesimden insanlar tam bağımsız bir Türkiye için,her türlü faşizme karşı,kültürleri yaşatarak,özgür bilinci destekleyerek ,AB ve ABD'nin güdümünden çıkarak,şekilciliğe değil öze değer vererek yeni bir kurtuluşun kapısını açabilirler mi? Benim Türkiye siyaset tarihinden çıkardığım sonuçlardan biri,kuru kuruya orduya güvenerek bir pasifliğe yönelmenin hiçbir şeyi halletmediği, tam tersine, herşeyi daha da çıkmaza soktuğudur.Bence bu da merkez solun kendi açmazıdır. Saygılar...
-
TOPLUMLAR-HUKUK VE SÖZDE DEMOKRATLAR
Tayyip Erdoğan AKP iktidara gelmeden az bir zaman önce nasıl da 'Değiştim ben yahu,değiştim.Eski Tayyip değilim.Korkmayın.' gibisinden açıklamalar yapmıştı da liberal demokratlarımızın içine su serpilmiş,hepsi birer AB,türban ve özelleştirme savaşçısı kesilivermişlerdi,halen de böyle bu işler.Ah işte,zaman yine kimsenin 'Değiştim' demekle değişmediğini defalarca gösterdi.Demokrasi bir araç onlar için,kendileri diyorlar,dünya alem duydu.Amaca gelince suspuslar.Hem demokrasi araç,hem bunu diyenler AB'ye üyelik idealinin öncüleri,liberaller de peşlerinde. Eski futbolcuların ister istemez kafalarına çok top çarpmıştır.Sonradan sonraya bayılmak,garip bir biçimde değişmek ya da değiştiğini zannetmek,baygın bakışlarla kitleleri hipnotize etmek,aniden sinirlenmek,anlamsızca laflar savurmak gibi semptomlar görülebilir,ama hepsinde değil tabi yanlış anlaşılmasın,sadece bastırılmış ihtirasları olanlarda. Sağlıcakla...
-
DOĞA SIĞINILACAK LİMAN MI?
İnanca yönelik sağlıklı bir yorum yapabilmek için 'bilmek','tahmin etmek' ve 'inanmak' kavramları arasında iyi bir muhakeme yapılması gerektiğini düşünüyorum. Şöyle ki,birşeyi 'bilmek' akıl sağlığı yerinde olan herkesin tartışmasız gerçekleri diğerleriyle birlikte ortak ve anlaşmazlığa düşülmeyecek şekilde kabul etmiş olmasıdır.Örneğin Ay'ın Dünya'nın etrafında döndüğünü hepimiz biliriz. 'Tahmin etmek' ise bilinmeyen,üzerinde henüz kesin bir ortak karara varılmamış bir olgunun ne şekilde gerçekleşmiş olabileceği veya devamında nelerin olabileceği üzerine fikir yürütmektir,olabilirliklerle ilgilidir,henüz bilme aşamasına ulaşılamamıştır.Buna örnek olarak meşhur evrim kuramının genetik özelliklerden ve çevresel şartlardan yola çıkarak tüm canlıların ortak bir atadan türediğini günün birinde bilimsel bir kesinlikte gösterebileceği tahmini verilebilir.Evrim kuramı bir evrimin var olduğuna yönelik işaretlerden yola çıkılarak her kuram gibi tahmin etme,fikir yürütme ile geliştirilmiş ve canlıların tasnifinde önemli bir rol edinmiştir. 'İnanmak' denildiğinde henüz kanıtlanmamış,yani herkesin kesin algıları dahilinde olmayan ve bu anlamda farazi nitelikteki bir olgunun düşünüldüğü şekliyle gerçekten var olduğu kanaatidir.Aynı zamanda o olgunun henüz bilinemiyor olsa da bir şekilde bilinebileceğine yönelik bir kanaattir.Ama tahmin etmede olduğu gibi bir metoda,somut bir akıl yürütme zincirine bağımlı değildir.Tanrı inancı ve ileri aşaması olan,şüpheyi akla dahi getirmeden iman örnek verilebilir.Sonuçta herhangi birşeye yönelik inanç ise tabi ki dinlerin tekelinde değildir. Sizin vurguladığınız şekliyle dini inanç,bence sadece doğa ile olan karşılıklı ilişkiden değil aynı zamanda son derece karmaşık bir gerçeklik olan 'kişinin kendini bile bir türlü çözememesi' durumundan doğar.Ortada tesadüfi bir olgu olduğu iddiası değil,kendini doğa ile içiçe geçmiş bir halde anlayabilme çabasından doğmuş bir olgu olduğu iddiası vardır.Sonuçta insan bilemediği sebepleri kendisine bir şekilde açıklama gayretine girerek endişesini hafifletme gereği duymuştur ki bu da doğal bir süreçtir.Bu,en çok ilgisini çeken şeylerle başlayarak Güneş,hayvan,kendi eliyle yaptığı putlar gibi haller almıştır.Öyle ki, bugün bir müslüman evinde kendi istediği yöne doğru namaz kılamaz,bu günahtır.Mümkün olduğunca Kabe'ye doğru dönmek zorunludur.İbadetteki bu uygulama dahi Allah anlayışının bütünüyle soyut olmadığına dair bir göstergedir.Kabe bir sembol olarak bile görülse,sembol birşeyin somutlaşmış halidir.Artık ona doğru dönülmezse yapılan şey gerçek bir namaz değildir. 'Ya Kainata düzen koyan bir bilinç vardır ya da herşey tesadüften ibarettir.' anlayışı özünde kısır bir anlayıştır.Zaten bilim bu anlayışı yıkabilmek amacında kendini bulur.Bir bulutsuyu ele alalım.Bilim 'Bu bulutsu tesadüfen biraraya gelen tozlardan oluşmaktadır.' demez,diyemez.Onun önceki bir kütlenin kalıntıları olup olmadığını araştırmak gibi bir görevi vardır ki bu yüzden bilimdir. Ayrıca bir de çok sık kullanılan tesadüf-rastlantı kavramına bakmak gerek.Diyelim ki bir kaplan çok aç ve yiyecek ararken bir ceylanın ileride su içtiğini görüyor.Bu durumda kaplanın ceylanla tamamıyla,yani motivasyon dışı bir rastlantı sonucu karşılaştığı savunulamaz.Ama bu aynı zamanda da bir rastlantıdır.Kaplan ceylanı avlayıp yemiş ve enerjisini kendisine katmış olsun.İşte burada bilim çıkıp da bu iş bir rastlantıdan ibarettir demez,kaplanın ceylanı neden yediğini ortaya çıkarır,motivasyonu bulur.Bu motivasyonun özü,canlılığın ortaya çıkışı için de bir referans olarak alınabilir.Önceden vurguladığım 'Varlıktaki güç edinme süreci' kuru,saf rastlantıyı da herşeydeki üstün bilinç senaryosunu da yıkmaktadır.Bilinç yönünden baksak ''Bu üstün bilinç yaratıklarını birbirine mi düşürmektedir?'' sorunu belirir.Saf rastlantı yönünden baksak da ''Zerreler sadece rastlantı ile biraraya geliyorsa bireysel motivasyonu,güdüleri ne yapacağız?'' gibi bir sorun çıkar karşımıza. Kainattaki düzenin mükemmel olduğuna kanaat getirildiğinde bir meteorun Dünya'ya çarpmasında illa ki bir ulvi neden,bir bilinç aranması zorunlu hale gelir.Yatıp kalkıp bu düşünülecektir.Meteorun düştüğünü bilirsiniz.Sebebini tahmin etmeye koyulursunuz ama rastlantıya yoramazsınız ve sonunda aklınıza en çok ne yatıyorsa ona inanırsınız. Fark gayet açıktır.Maddeye veya enerjiye bağlayanlar bu bağladıkları şeylere tapmamaktadırlar ve onlardan doğaüstü şeyler dilememektedirler. Bilimin başka bir arayışa yer bırakmamak gibi bir tasası olduğunu düşünmüyorum.Kendi sağlam metodları kendi arayışı için vardır.Bilim,güvenilebilecek bir ortak paydadır.Ve yine belirttiğim gibi bir süreçtir.Gittikçe daha çok yapılmaya başlandığı gibi,bilimi bilinçli bir yaratıcıyı bulmanın maşası haline sokmak ise büyük bir yanılgıdır.Çünkü bu yanılgı da başka arayışlara yer bırakmaz. Saygılar...
-
Suudi Arabistan´da Arap adaleti!
Bir küfür yüzünden hayatları sonlandırılmak istenen 2 yurttaşımızın kurtulup kurtulmaması Cumhurbaşkanı'nın ne kadar umrundadır bilemiyoruz,ama üzerinden çok uzun zaman geçmeyen,İstanbul'a Dubai Towers dikme konusu o zaman bayağı bir umurlarındaydı.Şimdi nereden baksanız Arabistan'daki bu yurttaşlarımız kodaman işadamları değil,ellerindeki sermaye nedir ki adamdan sayılsınlar?Onları kurtarmaya kalksa yarın öbür gün iki kişi daha küfreder,di mi?Araplara göre de belki işin cılkının çıkmamasının tek yolu idammış.Hop el kes,kol kes,idam et,taşla falan filan,Arap hukuku... Oysa,bu bir kısım Araplar ve yardakçıları küçükkene güzel güzel Kıyamet Alametleri kitapları okurlar,orada yüksek binaların artmasının Kıyamet'in alameti,bayağı bayağı kötü şeyler olduğunu öğrenir,hatmederler de büyüyünce Dubai Towers yaptırma planlarıyla aslında neye tapıyor olduklarını bir güzel ispat ederler bu ileri derecede küreselleşmişlerimiz. Saygılar...
-
Hz. Musa Mucizeleri (!)
Hiç sormayın sayın Suheyla,işin Allah ile hiçbir ilgisi olmadığı kesin de,İncil'deki Baba Tanrı ile bayağı bir ilgisi var.Bush da ondan icazet alıp Irak'a girmişti zaten. Bakın Hitler de nasıl icazet almış kendince. Hitler'in 1922 yılındaki bir konuşmasından: ''Hislerim beni bir hıristiyan olarak Tanrı'ma ve bir savaşçı olarak Kurtarıcı'ya yöneltiyor.Beni bir zamanlar etrafında birkaç takipçisinden başka kimsesi olmayan ve bu Yahudiler'in ne olduklarının farkına varmış olan,insanları bunlara karşı savaşmaya çağıran adama,Tanrı'nın hakikatine yöneltti!Bu adam acı çekenlerin değil ama savaşçıların en üstünüydü.Sınırsız bir sevgiyle hıristiyan biri olarak,Tanrı'nın gücünün en sonunda kırbacıyla engerekleri ve kuluçkalarını tapınaktan nasıl defedeceğini anlatan pasajı (İncil'den bahsediyor) okuyorum.Yahudi zehirine karşı dünyayı kurtarmak için ne müthiş bir savaş. Bugün,2000 yıl sonra,en derin hislerle her zamankinden daha da çok farkına vardım ki,O çarmıhta kanını dökmek zorundaydı.Bir hıristiyan olarak görevlerimin arasında kendimin aldatılmasına izin vermek yok,fakat hakikat ve adalet için savaşmak gibi bir görevim var...Ve bizim doğru yönde hareket ettiğimizin gerekçesi ise gün geçtikçe büyümekte olan acılarımızdır.Bir hıristiyan olarak kendi halkıma karşı sorumluluğum var.'' İşte Bay Hitler Yahudi katliamına kendisini ve halkını böyle hazırlamıştı.Yani bırakın Allah'ın musevilere tekrar yardım etmesini,olay hıristiyanların Baba Tanrısı'nın istekleri ekseninde gelişmiş Naziler'e ve o zamanki hıristiyan Almanlar'a göre.Birileri birşeyi meşrulaştıracaksa hemen kutsal(!) kitabına sarılıp birşeyler uyduruvermiş içinden.Bu da bir taktik işte.Halklar böyle olursa,güden çok olur. Saygılar...
-
Zana: "PKK Kürtlerin sigortasıdır"
Zana Kürtler'in dünyanın bir numaralı emperyalisti İngiltere'nin parlamentosunda kaç kişinin gerçekten umrunda olduğunu sanmaktadır?Bir solcuysa orada ne aramaktadır,ne ummaktadır? Zana kaç tane Kürt kökenli gencin Türkçe'yi askerde öğrendiğinden haberdar mıdır?Asıl meselesi Kürt kökenli vatandaşların(20 milyon çocuk demiş) Kürtçe eğitim almak için yanıp tutuşup alamaması mıdır,yoksa ülkedeki genel eğitimsizlik,kalitesiz ve yetersiz eğitim midir? Karşısında konuştuğu kişilerin dedelerinin ya da babalarının Türk ve Kürt kökenli vatandaşların birlikte savaştıkları orduya mermi sıkmış olma ihtimallerini düşünmüş müdür? Kürt halkını Türkiye'deki tüm Kürt kökenli insanlar olarak düşündüğü belli.İki cümleyi birlikte ele aldığımızda bahsettiği Kürt halkı nasıl olup da hem tek devleti kabul edip hem de PKK'yı kendisinin sigortası olarak görmektedir?Tüm Kürt halkı adına konuşma yetkisini kimden almaktadır? Yarın bir savaş çıksa da herhangi bir işgalci ülkeye karşı savaşmak durumunda kalsak o adına farazi şekilde konuştuğu Kürt kökenli bir vatandaşımız belki de benden daha çok canını dişine takıp savaşacaktır.Zana nasıl bir bunalımın içindedir?
-
Yeni bir gezegen daha keşfedildi.........
Ciel et Espace'nin kendi sitesinde haber ''Yer'in 3 Mislinden Biraz Küçük Bir Dış Gezegen Tespit Edildi'' başlığıyla verilmiş. Bizim basınımızda haberin içeriği tamamen doğru verilmiş de başlık neden böyle atılmış bilinmez.Dikkat çeksin diye midir artık,ona yormak lazım.Hani sinemalarımızda da piyasaya sürerken yabancı filmlere orijinal isimleri yerine alakasız isimler verirler ilgi çeksin diye,bu da onun gibi herhalde. Güneş Sistemi'nin dışındaki en küçük ve Dünya'ya benzer olan gezegen olduğu anlaşılıyor sonuç olarak. Sonuçta Güneş bizim yıldızımızın adı.Yanılmıyorsam diğer yıldızlar gibi başka bir bilimsel ada sahip değil.Bunun dışındaki,gezegene sahip bir yıldızın sistemi için kavram karışıklığı olmaması için Güneş Sistemi denilmemeli gibi geliyor bana. Astronomlar tarafından Güneş'in sürekli olarak çok sıradan bir yıldız olduğundan bahsedilir.Şimdi de başka dünyalar peşindeyiz,bulunur mu bilinmez ama aranıyor olması dahi heyecan verici.
-
DOĞA SIĞINILACAK LİMAN MI?
Öncelikle doğanın ne olarak görüldüğü önemlidir.Kimileri kendisini doğanın bir parçası ve zincirin bir halkası olarak,kimileri ise kendisini özü itibarıyla doğadan ayrı ve sadece geçici olarak doğanın içine bir Yaratıcı'nın takdiriyle konulmuş olarak görür.Bana kalırsa,doğa canlı olan herşeyin toplamıdır,buna canlılığı sağlayan tüm enerjiler de dahildir,fakat bu enerjiler kusursuz bir aklın planına uymak gibi bir senaryonun oyuncuları değildir. İnsan kendisini de doğanın bir parçası,bir meyvesi olarak gördüğünde kendisinde ve doğallığında herhangi bir meşruluk arayışına girmez,yani bütünün bir parçası olarak,doğal bir sürecin sonucu olarak bugünkü durumundadır.Lakin bilincin olduğu yerde sorular hep olacaktır.Deneyimlerimizin yorumları olarak düşüncelerimiz bizi geçmişin yadsınamaması karşısında,gerçekleşmiş şeylerin ağırlığı altında ezilmekten kurtarmak gibi bir görev üstlenir.Bir 'anlam'. ''Neden?'' ''Nasıl?'' Ve daha sonrasında ise 'Bu gidiş nereye?'' İnsan bu sorulardan kaçamaz. Can alıcı sorunlardan biri de 'Adalet' sorunudur.Baktığımız zaman,doğada kendiliğinden oluşan bir adalet sisteminin olduğunu savunmak ütopik bir durumdur,yani belirlenmiş adil bir düzeni.Çünkü doğada iyi ve kötüyü açık bir şekilde koyutlayamayız.Gördüğümüz şey bir oluştur.Bir yere sürekli yağmur yağarken,diğer bir yere neredeyse hiç yağmaz.Bazı yerler yaşam açısından ılıman ve elverişliyken,bazı yerlerde yaşamak imkansıza yakındır.Hayvanların yaşamına bakarsak,örneğin yeni doğmuş kaplumbağalar doğuştan sahip oldukları genetik bilgileriyle denize yönelirken onları bekleyen kuşlara yem olurlar.Canlılar birbirlerini yiyerek hayatta kalabilmektedirler.Dünyada hem papatyalar,menekşeler hem de kaktüsler vardır.Hem kelebekler hem sivrisinekler,keneler vardır.Türlü meyveler,sebzeler de vardır,zehirli mantarlar gibi bitkiler de. Dolayısıyla ben,doğanın ne kendiliğinden bir akla sahip olduğunu ne de belli bir amaca yönelik topyekün bir senaryo olarak var edildiğini savunurum.Dinlerde ise doğa açık bir şekilde Yaratıcı'nın insana sunduğu,insanın bir sınav olduğu savunulan senaryoda oynayacağı rolde emrindeki tüketilecek bir kurgudur. İki görüş arasındaki kökten ayrılık,dinde doğa insan odaklı olarak yaratılmış ve amacı direk olarak insana yönelikken,yani insan doğanın sebebiyken,ateist bakış açısından doğa insanın sebebidir,insan doğal sürecin sonucudur ve bilinç de bilinçaltının bir sonucu ve şartlardan yararlanmayla oluşan bir gelişmenin birikimidir.Dindar görüş için bilinç amaçları yaratırken ve herşey en yüksek bilincin ürünü iken,ateizmde bilinç nesneleri öznel bir biçimde anlayabilen ve belli bir açıdan algılayan,özü bireylerin dışında olmayan,sonradan edinilmiş bir kurgudur,etken olan şey bilinç değil,dış dünyadaki kısıtlı sürelerde oluşabilen dengelerin bıraktığı izlerin kişide deneyimleniyor ve içselleştiriliyor oluşudur.Bir ateist için kendisine bir amaç yüklemiş bir soyut akıl yoktur,buna doğa da dahildir;doğa kör bir güç edinme sürecidir,akıl ise bir paket halinde bahşedilmiş bir şey değil,bu kör sürecin içindeki arayışın özel bir başarısıdır,denilebilir. Saygılar...
-
Hayatın size öğrettikleri :
Öğrenmek... Mutluluğun kişiler arasında dolaştığını ve herkesin aynı anda mutlu olmasının imkansız olduğunu Borcun artık yiğidin kamçısı değil,sahtekarın can simidi olduğunu İnsanların genelinin karşı çıktıkları şeyin ne olduğunu dahi merak etmemiş olduklarını Çocukların kendi başlarınayken bir büyük gibi davranabildiklerini Ağlamayana gerçekten de meme verilmediğini Bir şeyden çok bahsedince yavaş yavaş anlamını yitirmeye başladığını İçkinin bazı durumlarda kesinlikle gerekli olduğunu Yaşamın nihai bir tanımının yapılamayacağını Aşkın çürümemesi için bir mucize yaratılması gerektiğini Kişinin her yandan dürtülen,bir güç kavgasının somutlaşmış hali olduğunu Günlük yaşamda söylenen 100 cümleden 99'u söylenmese de birşey kaybedilmeyeceğini Kimin gerçekten insan olup kimin olmadığını anlamanın bir yolunun bedava birşey dağıtmak olduğunu Yönetimlerin çoğunun zincirleme bir kaza sonucu ortaya çıkıp enkazda bilirkişi rolünü üstlendiğini Dünyanın depremler konusunda zırcahil olduğunu İnsan hayatının değerinin sürekli devalüasyona uğratıldığını 'Önemli olan iç güzelliğidir.' diyenlerin çoğunun aslında cüzdanın içinden bahsettiğini...
-
Selimbay'dan İslami İçerikli Yazılar
Hadis konusunun biraz rayından çıkmasına sebep oldum ama dönüp dolaşıp sizinle hıristiyanlık konusunda karşı karşıya geliveriyoruz işte. Ben Yuhanna 5.Bab'ın azıcık daha başına dönüp şunları da aktarmak istiyorum: 19İsa Yahudilere şöyle karşılık verdi: «Size doğrusunu söyleyeyim, Oğul, Baba'nın yaptıklarını görmedikçe kendiliğinden bir şey yapamaz. Baba ne yaparsa Oğul da aynı şeyi yapar. 20Çünkü Baba Oğul'u sever ve yaptıklarının hepsini O'na gösterir. Şaşasınız diye O'na bunlardan daha büyük işler de gösterecektir. 21Baba nasıl ölüleri diriltip onlara yaşam veriyorsa, Oğul da dilediği kimselere öylece yaşam verir. 22Baba kimseyi yargılamaz, tüm yargılama işini Oğul'a vermiştir. 23Öyle ki, herkes Baba'yı onurlandırdığı gibi Oğul'u onurlandırsın. Oğul'u onurlandırmayan, O'nu gönderen Baba'yı da onurlandırmaz. Şimdi 8.Bab'a gidiyorum tekrar: 13Ferisiler, «Sen kendin için tanıklık ediyorsun, tanıklığın geçerli değil» dediler. 14İsa onlara şu karşılığı verdi: «Kendim için tanıklık etsem bile tanıklığım geçerlidir. Çünkü nereden geldiğimi ve nereye gideceğimi biliyorum. Oysa siz nereden geldiğimi, nereye gideceğimi bilmiyorsunuz. 15Siz insan gözüyle yargılıyorsunuz. Ben kimseyi yargılamam. 16Ama yargılasam bile benim yargım doğrudur. Çünkü ben yalnız değilim, ben ve beni gönderen Baba, birlikte yargılarız. 17Yasanızda da, `İki kişinin tanıklığı geçerlidir' diye yazılmıştır. 18Kendim için tanıklık eden bir ben varım, bir de beni gönderen Baba benim için tanıklık ediyor.» Bu durumda 5.Bab'daki sözler ölüm sonrası için ise tüm yargılamayı İsa mı yapacak İncil'e göre?Baba Tanrı kimseyi yargılamıyor,vekalet vermiş oğluna. 8.Bab'a bakıyoruz,ölüm sonrası değil de hayata ilişkin bir yargıdan bahsediyorsa,İsa ve Baba Tanrı birlikte kimi nasıl bu dünyada yargılıyormuş,bu nasıl bir iş böyle?''Uydum imama'' der gibi ''Uydum Yuhanna'ya'' deyince anlaşılıyor mu bunlar? Sayın ftoyd,ben sizin ateistlerden böylesine nefret ettiğinize inanmıyorum.Yazınızın ateistleri dünyadayken cehenneme bir an önce atmak ister gibi bir düşünce ile yazılmamış olduğuna,fikirlerinizi savunma güdüsünün kuvvetinden kaynaklanmış olduğuna yormak istiyorum. Siz de biz de biliyoruz ki,hepimiz musevilere göre cehennemliğiz,sözde İsa'yı çarmıha geren museviler ve müslümanlar da hıristiyanlara göre cehennemlik,daha eski dinlere göre de onlardan önceki ve sonraki dinlere inananlar cehennemliktir.Hiçbir yorum bu gerçeği değiştiremez. Ama ateistler için kimse cehennemlik değil.Varlığı günah ve sevaba göre anlayıp yargılamak yok.Bunu anlamak o kadar da zor değil. Ateistlerin bir tek dinlerin kitaplarına kin beslediği,Hitler gibi adamlara tahammülü olduğunu savunmuşsunuz.Bence Hitler'in fikirlerini ve Yahudiler'e uyguladığı katliamı hangi düşüncelerden ve dini dogmalardan esinlenerek oluşturduğuna ilişkin bir araştırma yapın.Ateistlerin dinlerin dışında hiçbir şeyle uğraşmadığı,varsa yoksa sırf işlerinin dinlere saldırmak olduğu önyargısı üzerine de biraz araştırma yapsanız uygun olacaktır.Zira,asırlarca dinbazların kendileri gibi olmayanlara inanmayanlara uyguladıkları baskıları,şiddeti,bilimin açık şekilde güdük bırakılması ve felsefe düşmanlığı yapılmış olması gerçeğini de göz önüne almanızı öneririm. Saygılar...
-
Kedi Filozoftur
O kadar uğraşırım,ilgilenirim ama anlıyorum ki kediler kendilerini ele vermeyecek kadar karmaşık ve karakterli canlılar.Özellikle aç olmadıkları zaman ya bir kenarda oturup düşüncelere dalarlar ya plan kurarlar ya uyuklarlar ya da yaşlı bile olsa yeni doğmuş bir yavru gibi kendilerine oyun icat ederler. Onların köpeklerinkine benzer bir sahip algılamaları da yoktur.Öyle bir bakar ki ''Veriyorsan ver şu paranla aldığın salamlardan,yoksa ben kendime nasıl olsa yemek bulurum,sana mı kaldık.'' diyen bir ima vardır gözlerinde. Çeviklikte de üstlerine yoktur.Yavrularını yetiştirme şekillerinden her zaman dört ayak üstüne düşebilmelerine kadar birçok konuda uzmandırlar.Bence kediler hangi şartlar altında ne yapılması gerektiğini çok iyi kestirirler. Hayvanlar aleminin soğukkanlı filozofudur benim için kedi.
-
Bu SöZLeR ErKeKLerE!
Ben dayanamıycam bir tane de ofsayttan atıyorum : Cehennem bile küçümsenmiş bir kadın kadar kızgın olamaz. William Congreve
-
Arabistan'da bir kadın yüzüne bakan kocasını boşuyor !
İnsan bazen yorum yazarken nazıl yazacağını da şaşırıyor bu kadar yampirik olaylar karşısında. Be Kadıncağız,sen kocana hayat boyu yüzünü göstermiyorsun da bu adamcağız seni nerenden tanıyor? Başka yerlerini gösteriyorsun yani bol bol.Hayır,zorunda olmasa sesini de işittirmeyecek.O adam da ne gider böyle adetleri olanlardan kız alır,onun da kafada varmış demek ki. Aslında iyisi mi evlendikleri gibi kocaları kör etsinler,bu kadar harika aileler yıkılmamış,çağdaş çağdaş yaşamaya devam ediyor olurlardı. Bence böyleleri ekstradan bir de çocuk yapmama adeti çıkarsalar da bari soyları tükense.
-
Selimbay'dan İslami İçerikli Yazılar
Ben de sizi öldükten sonrasından değil,direk gündelik yaşamda olan olayların hikaye edilmesiyle ilgili cümleleri ölüm sonrasıydı öncesiydi diye makyajlamanızdan ve araya da Muhammed'i monte edivermenizden ötürü tebrik ederim.Bu yorum,'tomurcuk göğüsler'i 'muhteşem' , 'Huriler'i de 'bakir erkekler de olabilir' diye yorumlamanız kadar enteresan değildi ama yine de açık bir çelişkinin üstünü kapayamamış. Bir zamanlar her psikolojik ya da ilerlemiş nevrotik sorunu olanların içine cin veya şeytan girdiğinden emin olurmuş insanlar,çünkü bu tür hastalıklar bilinmezmiş.Biz de bugün için bilimin herşeyi açıkladığını iddia etmiyoruz zaten,bu bir süreçtir,bilimin bu tür şimdilik açıklanamayan olayları ileride de açıklayamayacağını sadece dindarlar savunuyor.Bir gerçek de bu savunulduğu müddetçe,o ülkelerde bilim insanlarının değil,cin çıkardığını iddia eden hocaların,sahtekarların daha çok saygı göreceğidir. 'Yargılayıcı gerçekler' vurgusunu yaşamı kendiliğindenliğinden çıkarıp özünü ötelerde aramak ve tamamen soyutluğun içine atarak,ödül ve cezaya tabi olduğu varsayımı anlamında kullanıyorum.Yani her dinde,ödül ve cezanın,günah ve sevap kavramlarının üstüne kurulduğu sözde soyut gerçekler olarak. Kimsenin hıristiyanlaşıp gerçeklerden tamamen kopmaması dileğiyle.Saygılar...