Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Artropod

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    310
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Artropod tarafından postalanan herşey

  1. Herkes hoşgelmiş. Burası bildiğiniz gibi değil.Ben girdiğimden beri sürekli kilo veriyorum
  2. Başka bir konudaki yazımdan bir alıntı: ''Bakara 29: ''O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı . Sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir.''(Elmalılı Hamdi Yazır Çevirisi) ''O,yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı.Sonra semaya yöneldi,onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi.O,herşeyi hakkıyla bilendir.'' (Diyanet çevirisi) Burada göğün yeryüzünden sonra oluşturulduğu,ilk önce Dünya'nın olduğu belirtilmektedir.Ve yeryüzündeki istisnasız herşey insan için yaratılmış...Şimdi 'Hiç düşünmez misiniz?'' teşviği ile birlikte bakıldığında bir müslümanın bu ayeti Big Bang ile mantıki şekilde bağdaştırabilmesi mümkün değildir.Göğü atmosfer olarak alsa yine yeryüzündeki herşeyden sonra oluşmuş olamayacağı bilimsel olarak sabittir. ...Müslüman Kuran'daki bu ifadelerden yola çıkarak Dünya'nın oluşumu üzerine yeni bir teori oluşturabilmelidir ki Kuran'ın bilimle çelişmesinin imkansız olduğu iddiası havada kalmasın.Aksi takdirde Kuran'ı bilime uydurabilme amaçlı kelime ve yorum oyunları kendisini avutabilir ama bilimsel olarak hiçbir anlamı yoktur.'' ''Göklerle yerin bitişik iken ayrılmış olması'' sözünü Big Bang gibi çok kapsamlı bir teorinin kanıtı olarak görmenin bilimsellik düzeyi ile yukarıdaki ayetin neyi nasıl çürüttüğünü görebilmek arasında iyi bir muhakeme yapılabilmelidir.Yani hiçbir şey o kadar kolay değildir bilimde.
  3. İlginç,değil mi?Nuh'un kendisine inanan kişileri ve bunca hayvanı kurtarmasında metafiziki bir olay da yok aslında.Adamcağız 950 sene kavminin arasında didinip duruyor.Haldır haldır fiziki bir gemi inşa ediyor,sonrası tufan.Belki de fazla yaşamak için işi ağırdan almıştır,inanç bu ya.
  4. Tarihsel kişiliklerle ilgili kanaatlerin rivayetlere dayalı olduğunu yazdım.Kuran'ın kategorisi ise Allah'dan geldiğine inanılmasıdır.Ben onu da Muhammed'in nabza göre verdiği şerbetler olarak niteliyorum. Birkaç kez forumun farklı yerlerinde yazmıştım.Kuran'ı tamamen parantezsiz ve yorumsuz okumayı deneyelim.Öyle olunca bugünkü bilim düzeyinde müslümanların neden yeni bilimsel teoriler ortaya koyamadıkları,bilimde öncülüğü uzun süre önce yitirdikleri anlaşılabilir.Kuran'da bilimsel olduğu iddia edilen ayetler,bir kısım buluşların sonradan Kuran'a atfedilerek ve bunun düzmece parantezlerle açıklanmaya girişilmesiyle yorumlanmaktadır.Örneğin Bing Bang şu an için birçok çevre tarafından kabul edilen bir teori olduğundan bu,Allah'ın herşeyi bir anda ''Ol!'' demesiyle yarattığının kılıfı haline getirilmeye çalışılmaktadır.Oysa Kuran'da Bing Bang'e dair zorlamayla bile doğru düzgün bir işaret bulunamaz.
  5. Tarih boyunca belki de en az onun kadar güvenilir milyonlarca kişi gelip geçmiştir.Bir insanın gençliğinde güvenilir biri olarak tanınması ile sonradan peygamberlik ilan etmesi arasında mantıki bir bağ kurmak ancak inançsal bir zorlama ile olur.O zaman ben de inançsızlığım temelinde bir bağ kurabilirim: Muhammed'e neden 40 yaşından sonra bir haller oldu? Muhtemel nedenleri,Hatice ile evlenmesinin getirdiği avantajlar ve Hatice'nin amca oğlu Varaka bin Nevfel ile içli dışlı olması,Varaka'nın diğer kitapları iyi biliyor olması ile histerik Mehdi inancının ve kendini kahin zannetmesinin de etkisiyle Hatice'nin habire gördüğü rüyaları kendi zorlama yorumlarıyla Muhammed'in beklenen bir peygamber olduğuna yorması sonucu Muhammed'in de kendini efsunlu bir kişi olduğuna inandırıp,her yerden sesler işitip,önceki kitaplardaki hikayelerin etkisiyle de Cebrail diye hayali bir varlık görmesi ya da bunu iddia etmesi,sonrasında insanların bugünkü uyduruk şeyhlerin etrafında dizi dizi sıralanması gibi onun etrafında sıralanması,Muhammed'in işi büyütüp ganimet peşine düşmesi,kendisine inanmayanları öte tarafla tehdit edip,onları hedef göstermesi,etrafında kim varsa kendisine eş olarak helal kılması vs.... İşte bunları yapabilmesinde de gençliğinde çok dürüst ve güvenilir bilinen biri olmasının payı kuşkusuz ki vardır.İnanmayanlar Muhammed'in bunları yaparken Al İlah denen putu Allah adıyla pazarladığına kanaat getirirler,inananlarsa Allah'ın zaten ezeli ve ebedi olan tek yaratıcı olduğuna ve Muhammed'i peygamber olarak seçtiğine iman ederler.Öyle ya da böyle,tarihsel kişilikler üzerine getirilen kanaatler rivayetlerin yorumlanması ile mümkündür. Saygılar...
  6. İnsanlara nasıl yaşamaları gerektiğini öğretmeye ve dolayısıyla içten içe dayatmaya çalışan her zihniyetin altında insani özellikleri programlamaya,yani insanı robotlaştırmaya yönelik bir güdü yatar.Birileri sizi zorla kendi istediği gibi olmaya doğru yontmaya çalışmaktadır.Bu bir bakıma kaçınılmazdır ve sürekli çatışma yaratır.Fakat dişiler üzerindeki baskılar üstü ne kadar örtülmek istense de çoğunlukla dayanılmaz boyutlardadır.Baskının sınırı yoktur.İnsanı ortadan kaldırmaya kadar varır.Esasında bu tür baskıların kaynağında dişinin kendi dişilik özelliklerinin doğallığına,örneğin kızın çok güzel olmasına,doğal cezbediciliğine,hatta sesine kadar varabilen bir hınç ve dişiye güvensizlik beslenmektedir. Doğanın bu güzelliklerini çekemeyen,doğallığın ne olduğundan zerre kadar haberi olmayan bir alt düzey kişinin,beynini doldurabildiği tek şey hınçtır.Tahrik üzerine bir ahlak kurmak.Ona buna herşeye karışmak,kendi bataklığında çırpınmak ve bu bataklığa çekemediklerini ise hıncının zehriyle ortadan kaldırmak. Bir yerlerde birileri hala fetvalar veriyor.Bu tiplere bir anda bakıldığında insan diyebilmek için kişinin insan olmaktan utanası gelir.Bunlar da bunlara inananlar da ancak doğaya karşı olan hınçtan beslenen organizmalar olabilirler. Dişiyi bir et parçası olarak görmek: Tehlike iki yönlüdür.Bir taraftan özgürlüğü hiçe sayanların,öteki taraftan bir başka bataklıktan fırlayan et pazarlayanların arasına sıkıştırılmaya çalışılır kızlar.İnsanlıktan çıkmışların cinsellik üzerinden toplumları robotlaştırması,herşeyi doğallığından,kendindeliğinden ayırıp yaşam onurunu sıfırlaması neredeyse kanıksanmış haldedir. Dişiliği bir pazar haline getirmek de,varlığına bile katlanamayıp zincire vurmak da cinsellik üzerindeki baskıdır.İkisi de aptallaştırır.Ama insan olmak zor iştir.Cinselliği asil bir şekilde,doğaya uygun yaşamak da insan olabilmenin en temel koşullarından biridir.
  7. sizi dinlemek güzel,çok şey öğretiyor yazdıklarınız...

  8. En başta cunta rejimleri ve manidar bir şekilde değiştirilen anayasalar zaten siyaseti bir tiyatro sahnesine çevirerek bazı senaryoların hazırlayıcısı olmuşlardır.61 Anayasası kuşkusuz birçok bakımdan özgürlükçü bir anayasaymış.Ve sonrasında ise birileri tarafından açıkça planlanmış bir şekilde tasfiye edilmiş.1970'de Bülent Ecevit CHP Genel Sekreteri iken ordunun yakın gelecekte bir ABD tertibi sonucu halk üzerinde bir dikta rejimi kurarak belirli ekonomik çevrelerin daha güçlü bir konuma getirilme yolunu açma tehlikesinden bahsettiğinde bazı sol çevreler tarafından dahi çok fazla ciddiye alınmamış.Belki bu ılımlı sol diyebileceğimiz kesimin orduyu her zaman sosyal hukuk devletinin baş dayanaklarından biri olarak görmesinin bir yanılgısı olarak görülebilir.Fakat 80 darbesiyle ülkenin nasıl bambaşka bir hale getirildiği ve ekonomik ve sosyal planda solun sesinin neredeyse tamamen kesildiğini göz önüne aldığımızda partilerin ve sivil oluşumların istenildiğinde ne kadar kolay şamaroğlanına çevrilebildiğini de görmekteyiz. Acı gerçeği her kesimin görmesi gerekir.Çok partili hayata altyapısız,taklidi bir sözde demokrasiyle geçilme denemesinin ve bu sürecin türlü beceriksizlikler ve öngörüsüzlükler sonucu sürekli darbelerle kesilmesinin sonucunda ülkeye tamamen hakim olan anlayış,daha çok parası olanın siyasette daha çok söz sahibi olması,gelişmemiş bölgelerdeki toprak reformunun tam olarak gerçekleştirilmemesi,kaymak tabaka herdaim karlı çıkarken,zaten üzerine sürekli basılmış,kısık çıkan sesi dahi yok edilmiş olan alt tabakaların bir de terör olgusuyla karşı karşıya bırakılması,bu teröre kurban gidenlerin hep bu alt tabakadan çıkıyor olması ile bu kişilerin düzenin iki kat mağduru haline gelmeleri ve hepten ortada bırakılmaları sonucunda batıya sürekli artan göçler,büyük bir karmaşa,cehaletin mafyaya alet olması,mafya ilişkilerinin sivri zekalılarca partilerin göbeğinde olmazsa olmaz hale getirilmesi,kaymak tabakaya dahil olanların başkalarının mağduriyeti üzerinden oy toplaması,zenginin hep daha zengin olması ve ortada ne devletçiliğin ne halkçılığın ne de inkılapçılığın kalması. Halkın en temel özelliği ekmek derdinde oluşudur bence.Zorda kalan vasat bir insan yönlendirilmeye hazırdır.Başka çaresi kalmamıştır artık.Sosyal devlet davasından koparılmış bir korku devletinin çaresiz bir insana vereceği ne olabilir?Ve o çaresizin devlet hakkındaki düşüncesi güvene mi,nefrete mi,korkuya mı dayalıdır?Sonuçta olacak şey öyle ya da böyle o kişinin kendisine umut vaadedenin veya para sunanın yanına koşmasıdır.Bu mafya olur,terör örgütü olur,etinden sütünden yararlanmak isteyen kapitalist olur,ama birisi çıkar mutlaka.İşte siyaset bugün için bu duruma bir panzehir üretmekten tamamen yoksundur.Devlet kendi içerisinde bile birbirini yemekle uğraşmaktadır.Ortada samimiyet denen kavramın zerresi yoktur.Her seçimde sanki çok şey değişecekmiş gibi ortalıklarda kahkahalarla halka vaadler saçanlar,en demokratik olanların kendileri olduğunu iddia edenler,seçildikten sonra ne dokunulmazlıkları kaldırırlar,ne %10'luk seçim barajını indirirler,ne terör sorunu için ne de eğitimsizlik sorunu için öncelikli çözümler üretirler.İşte bahsettiğimiz,kendi çıkarından başka birşey amaçlamayan,birbirine en karşıt olanların bile uzlaşabildikleri,çözümsüzlüklerden beslenen düzenin gözleri fıldır fıldır oynayan figüranları.Onlara benzemeyenler de böyle bir düzende,seçildikleri 5 sene içerisinde hep azınlıkta kaldıklarından curcunaya kurban giderler. Halkın değişik kesimlerinden gelen bilinçli ve değişim yanlısı kişilerin öncüleri olacakları geniş çaplı bir oluşumun hayalini kurarken,bunun bugüne kadar defalarca üstüne basılarak,açmazın unsuru haline getirilme çabasının parayla ve silahla başarılmış olması gerçeği kara bir leke olarak,insanı olumsuz düşüncelere itebilir.İnsanların ilk önce insan olma şerefini herşeyin üzerine çıkarması gerekli.Bireysel anlamda yapabileceklerimiz kendi çevremizle sınırlı olabilir,ama güçlü ve bağımsız fikirlerin ölümsüz olma özelliğine güvenmek gerekir yine de.Özgür düşüncenin bayrağının yere düşürülmemesi için her zaman gönüllü birileri çıkacaktır.
  9. Ne yazık ki büyük çoğunluğumuzun siyasetten uzaklaşmış ya da siyasete hiç yakınlaşmamış oluşu,siyasilerden gerçek anlamda uzlaşmacı ve hayatı yüceltmeye,yükseltmeye dönük samimi adımlar beklemiyor oluşu çıkmazları daha da derinleştiriyor.Siyaset çoğu kişi için artık cephelere bölünmüş olmak demek.Siyaseti ele geçiren fanatiklerin yaptıkları ise partileri takım tutar gibi tutmak,genel başkanların her dediğini doğru saymak,farklı düşünenlerin kafasının ezilmesini içten içe dava edinmek,gittikçe artan tahammülsüzlükler,hatta birbirini anlamaya dahi çaba göstermemeyi siyasetin gereği zannetmeler,ötekileştirmeler,hedef göstermeler.Tüm bunları bilerek isteyerek yapmak ve gerilimsiz yaşayamamak. Siyaseti ötekinin yaptığını bozmak olarak,çözümsüzlüğü kendi teminatı olarak görenlerin kültürlere,farklılıklara,uzlaşmaya,yaşamı zenginleştirmeye,özgür düşünceye tahammül etmeye yönelik bir düşünce yapısında olamayacakları aşikardır.İşte bu noktada aklı başında,toprağını,vatanını gerçekten seven ve bunu soğukkanlılıkla,şov yapmadan ortaya koyabilen kişilerin birbirlerine karşı cephe almak hatasına düşmemeleri gerekir.İnsanları ayırabilen o kadar çok potansiyel olgu vardır ki,fikir dünyası çoğunlukla bunlar yüzünden felç edilir.Her yapının,kültürün kuşkusuz olumsuz tarafları da vardır.Önemli olan,fikirlerin bu olumsuzlukları eritebilecek seviyeye çıkarılabilmesidir.Peki gerçekçi baktığımızda soğukkanlı,yapıcı fikirler üretmeye çalışanların siyasette uzun süre tutunabildiklerini söyleyebilir miyiz?Mümkün değil.İnsanlara hayatlarını yükseltmek için fırsat eşitliği vermekten bahsedenler neredeler?Zamanında koca koca laflar edenler dönüp de ülkenin halen en ufak şeyde birbirine girdiğini,hemen hemen hiçbir şeyin çözülmediğini gördüklerinde ne düşünüyorlar acaba?Bence o makam koltuklarının sıcaklığından başka birşey düşünmüyorlardır.Akıllarında kalan ve kalacak olan sadece odur.Siyaset tarihinde üzerinde uzlaştıkları tek şey bugünkü neye yaradığı belirsiz düzendir.Tüm değerleri değersizleştirdikleri,toplumu sadece tüketmeye alıştırdıkları,sağlığın ve çocukların hiçe sayıldığı,birkaç büyük şehir tüketecek diye diğerlerinin haldır haldır ürettiği,bir kısmın teknoloji çağında,bir kısmın ortaçağda yaşadığı sakat ve kısır bir düzen. Böyle bir düzenin içinde topluma baktığımızda da bir yerlere sürüklenmeye alıştırılmış yığınlar görüyoruz.Her köye doktor ve okul girmiyor ama çok daha önemliymiş gibi televizyon,magazin gibi şeyler giriveriyor artık.Bu insanlar başkalarının şımarıkça yaşantılarını izledikçe fikirleri nasıl şekilleniyor,kendi hayatını nasıl görmeye başlıyor,düşünen yok.Böyle olunca,kültürler bir topyekün kültürsüzlüğe doğru elenmeye başlıyor.Çünkü ortada açık bir dengesizlik var.Hayat gittikçe daha çok parası olanlara benzemeye endeksli olarak yaşanmaya başlıyor.Farklılıkların da,geleneklerin de olumlu,zengin yönleri değil,garip,eciş bücüş yönleri ön plana çıkarılıyor.Kişiler şiveleri yüzünden dahi bilinçaltında ötekileştiriliyor.Dolayısıyla uzlaşmanın olmadığı yerde birbirine daha çok benzeyenler gruplaşmaya ve birbirlerinden destek almaya,palazlanmaya başlıyor.Din,mezhep,etnisite,eğitim düzeyi gibi olgular benzerleri birleştirirken,geneli ayrıştırıcı ve bölücü etki yapıyor.Verilen cevaba göre insanlar sanki kek gibi kalıplara sokulacakmışçasına her yerde ''Memeleket neresi?'' sorularıyla bilinçli ya da bilinçsizce kökenler ön plana çıkarılıyor.Öyle ki tutulan futbol takımları dahi artık ayrıştırıcı bir unsur haline getirilebiliyor. Velhasıl ben aklı başında,kararlı,yüksek iradeye ve fikirlere sahip olanların siyasetin çürüklüğüne karşı duruşta bir güç birleşimine gitmek zorunda olduklarını düşünüyorum.Artık insanlar birbirinin köylüsü olup olmadıklarından çok fikir yapılarının olgunluğuna yönelik bir arayışa girebilmelidir.İnsanları buna zorlayacak bir oluşumun yolları aranmalıdır ki gerçek anlamda bir gelişme yaşanabilsin.
  10. İnsanların seçebildiği ve seçemediği unsurlar ve bunların bir bütün olarak o kişinin belirleyicileri olmaları hayatın kendisinin en temel özelliklerindendir.Göreceli her kavram için 'Kime göre,neye göre,kriteri nedir?' soruları sorulabilir. Dünya görüşü ve bu temeldeki ahlak anlayışı her zaman yapmacıktır ve öyle olmak zorundadır.Kişilerin çevresel etkenlere karşı oluşturdukları içsel tepkiler kendi nihai menfaatiyle bir çatışmaya girer.Bu durum,yani işin içinde bir şekilde menfaatsel tepkilerin de yer alıyor olması genetik,bireysel,ailesel,soysal,toplumsal,ulusal,inançsal aşamalarda kendisini gösterir.Menfaat arayışı,çevrenin baskısı ve ayrıca da yarattığı fırsatlar,şartlanmalar ve alışkanlıklar görüşlerin,kanaatlerin oluşmasında birbiri içine geçmiş unsurlardır. İlk aşamada içgüdüleri ile hareket eden,yönlenen insan,sonrasında ailesinin ya da onu yetiştiren kişilerin ona neyin iyi neyin kötü olduğunu kendi değerlendirmeleri kapsamında aşılamasıyla yoğun bir şekilde belirlenmeye başlar.Biraz daha büyüyüp ailenin dışındaki hayatı tatmaya başladığında ise bazı şeylerin sandığından daha değişik olduğu gerçeğiyle karşılaşması onu bir şekilde güdüsel olarak destek aramaya iter.Bu noktada,hissetmese dahi,ilişkiler artık menfaat ve güç ilişkileri şeklinde kendisini göstermeye başlamıştır hayatında.Diş geçirebildikleri ile gücünü ve tahakkümünü istese de istemese de kabul etmek zorunda kaldıklarını ayırt etmeye başlar bilinçaltı.Bu ise belirlenmenin yoğun biçimidir.Bu anlamda herhangi iki kişi tamamen aynı olaylara maruz kalamayacağından,en küçük farklı detaylar dahi dünya görüşü ve ahlak anlayışlarını bambaşka yerlere sürükleyebilir. Aslında kişiler görüşlerin,kuralların ve ahlak anlayışlarının,güç ilişkilerinin zorlamalarıyla ve arada uzlaşılan birbirine muhtaçlık dereceleriyle belirlendiğini kabul etmeye yanaşmaz.Herşeyden önce açık açık iddia etmese dahi herkes kendisini her olayda içten içe haklı hisseder.Bir eylemi gerçekleştirmiş olması,bir kanaate varmış olması kendisinde onu yapmak için mutlak bir hak görmüş olması demektir.Menfaat,tüm olayları her an denetler.Önemli olan bu menfaatin ölçeğidir.Bu menfaatin ölçekleri de yine oluşan baskı ve fırsatların alanıdır.Bence algının da özü burada yatar. Öte yandan,bence önemli olan,kişinin ne söylediğinden,görüşlerinin ne olduğunu açıklamasından çok herhangi bir zor durumda,zorluk derecesine göre nasıl davranacağıdır.Yani gerçeğin kendisini nasıl açığa vuracağı.Bu tür durumlarda görüşlerin ve o yüceleştirilen sözde ahlakların yerle bir olup olmayacağı,düşünce farklılıklarının eriyip menfaat birlikleri haline dönüşüp dönüşmeyeceği,insanların ne derecede sağlam karakter oluşturabilmiş oldukları daha gerçekçi biçimde izlenebilir.
  11. Demek ki size göre İslam'ın dışında bir tarih yok.Herşeyin ölçüsü İslam.Ezelden beri hep İslam belirleyici olan.Bu durumda objektif tarih anlayışı da Kuran'a uymaz.Türk ile müslümanlığı birbirinden ayrılamaz gördüğünüz gibi tarihi de Kuran'a bakıp yazmaya kalkarsanız kendi içinizde çelişmemiş olursunuz tabi.Fakat tarihten iyi anlayanların içinde ne derece ciddiye alınırsınız o belli değil. Siz laik cumhuriyetçileri İslam süpürücülüğüyle tanımlıyor da olabilirsiniz.Ama öte yandan siz de tarihe kendi cephenizden şekil vermeye çalışıyorsunuz.Bu durumda karşı tarafı eleştirmek anlamsız kalıyor.
  12. Ben 'islamdan temizleme' anlamında yazdım,yani arındırmayı kendi anladığım şekliyle.Tabi ki siz dindar kimliğinizle başka türlü bakacaksınızdır olaya.Fakat tarih dindar ya da dinsiz bakış açısıyla yorumlanırsa islam öncesi-islam sonrası diye anlamsız bir ayrıma gidilir.Devletin ve toplumun bekası ve Türk yönetim anlayışının tarih boyunca büyük komutanlarca yönlendirildiğini göz önünde tutmak gerekir.Öyle görünüyor ki,cumhuriyete geçilirken bunu sağlayan başkomutanın dindar bir kimliğinin olmayışı ve laikliği getirmiş olmasıdır esas mesele.Böyle olunca İslam'ı yok etmek isteyenlerle işbirliği içerisinde görülmektedir kimilerince.
  13. Tevrat ve İnciller konusunda o kadar iyiniyetlisiniz ki bir musevi veya hıristiyanı şaşkınlık içinde bırakırsınız.Kitaplara bütünün değişmemiş parçaları olarak bakmanız sizin açınızdan sorun yaratmıyor olabilir.Fakat Tevrat'daki Rab o kadar hınç dolu ve insansı ki İncil ve Kuran'dakini bile yok etmeyi kafaya koymuştur.Kendi yarattığını kendi başına bela edip sinir krizleri geçiren bir Rab bence Yahudiler'in tarihine oldukça uygun düşüyor. Tevrat-Yaratılış 3: ''6 Kadın ağacın güzel meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi. 7 İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar. 8 Derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB Tanrı'nın sesini duydular. O'ndan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler. 9 RAB Tanrı Adem'e, "Neredesin?" diye seslendi. 10 Adem, "Bahçede sesini duyunca korktum. Çünkü çıplaktım, bu yüzden gizlendim" dedi. 11 RAB Tanrı, "Çıplak olduğunu sana kim söyledi?" diye sordu, "Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?" 12 Adem, "Yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesini bana verdi, ben de yedim" diye yanıtladı. 13 RAB Tanrı kadına, "Nedir bu yaptığın?" diye sordu. Kadın, "Yılan beni aldattı, o yüzden yedim" diye karşılık verdi. 14 Bunun üzerine RAB Tanrı yılana, "Bu yaptığından ötürü bütün evcil ve yabanıl hayvanların en lanetlisi sen olacaksın" dedi, "Karnının üzerinde sürünecek, yaşamın boyunca toprak yiyeceksin. 15 Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu Birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, Sen onun topuğuna saldıracaksın." 16 RAB Tanrı kadına, "Çocuk doğururken sana çok acı çektireceğim" dedi, "Ağrı çekerek doğum yapacaksın. Kocana istek duyacaksın, seni o yönetecek." 17 RAB Tanrı Adem'e, "Karının sözünü dinlediğin ve sana, meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetlendi" dedi, "Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın. 18 Toprak sana diken ve çalı verecek, yaban otu yiyeceksin. 19 Toprağa dönünceye dek ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın. Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın Ve yine toprağa döneceksin." 20 Adem karısına Havva adını verdi. Çünkü o bütün insanların annesiydi. 21 RAB Tanrı Adem'le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi. 22 Sonra, "Adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu" dedi, "Artık yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli." 23 Böylece RAB Tanrı, yaratılmış olduğu toprağı işlemek üzere Adem'i Aden bahçesinden çıkardı. 24 Onu kovdu. Yaşam ağacının yolunu denetlemek için de Aden bahçesinin doğusuna Keruvlar ve her yana dönen alevli bir kılıç yerleştirdi.'' Tevrat-Yasa'nın Tekrarı 7: ''1 "Tanrınız RAB mülk edinmek üzere gideceğiniz ülkeye sizi götürdüğünde, önünüzden birçok ulusu -Hititler'i, Girgaşlılar'ı, Amorlular'ı, Kenanlılar'ı, Perizliler'i, Hivliler'i, Yevuslular'ı, sizden daha büyük ve daha güçlü yedi ulusu- kovacak. 2 Tanrınız RAB bu ulusları elinize teslim ettiğinde, onları bozguna uğrattığınızda, tümünü yok etmelisiniz. Bu uluslarla antlaşma yapmayacaksınız, onlara acımayacaksınız. 3 Kız alıp vermeyeceksiniz. Kızlarınızı oğullarına vermeyeceksiniz; oğullarınıza da onlardan kız almayacaksınız. 4 Çünkü onlar oğullarınızı beni izlemekten saptıracak, başka ilahlara tapmalarına neden olacaklardır. O zaman RAB size öfkelenecek ve sizi çabucak yok edecek. 5 Onlara şöyle yapacaksınız: Sunaklarını yıkacak, dikili taşlarını parçalayacak, Aşera putlarını devirecek, öbür putlarını yakacaksınız. 6 "Siz Tanrınız RAB için kutsal bir halksınız. Tanrınız RAB, öz halkı olmanız için, yeryüzündeki bütün halkların arasından sizi seçti.'' Tüm bunlardan sonra bu Rab işler istediği gibi gitmedi diye 'Haydi bakalım lanetlendiniz!' demeliydi zaten,ondan da ancak bu beklenirdi.Ama önceden de bir söz vermiş,şimdi bu Yahudiler ne yapsınlar,vaadedilmiş topraklar için öldürmeye devam,değil mi?
  14. Merak etmeyin.Eğer ben başka bir ülkede yaşayıp da Türkiye'de yaşadığımı zannetmiyorsam bu ülke İslam'dan arındırılamaz.Bu saatten sonra topyekün İslam'ın terkedilebileceğini düşünmek bayağı gereksiz bir korku müslümanlar için.Ortada bir gerçek varsa yönetimin ümmetçilikten arındırıldığıdır.
  15. 9 Asır önce mi başladı Türkler'in tarihi?Türkler'in kökenine inecek olursak şamanizmden kopuşu da kökten geçmişten kopma olarak görebiliriz.Osmanlı'nın ümmetçiliğine Türk'ün ulus bilincini yamamak bayağı eğreti duruyor.Ümmetçi ümmetçidir.Kendisine sadece İslam tarihini esas alır.Kavramlar karışınca herkes kafasına göre geçmiş uydurur.
  16. Devrimler kimilerinde travma etkisi yaratır,bu çok normaldir.Kendisini gelişmeye,bilgiye aç hissetmeyen,teba olmaktan kurtulmaya niyeti olmayan,çok uzun süre olduğu gibi kalmaya alıştırılmış,dünyayı sadece kendi birkaç kilometrekarelik alanından ibaret gören ve herşeyi sabit sananlar için devrimler ve güçlü değişimler birer travmadır.O yüzden bu tür şeylere ve savunucularına iyi gözle bakmaz ve yanaşmazlar. Dengir Mir Mehmet Fırat ve AKP tayfası aldıkları oyların çoğunluğunu kimlerin oylarının oluşturduğunu iyi bilmektedir.Ne olursa olsun,bu onların bilinçaltındaki bir çeşit güvencedir.Bu oy oranının rahatlığı ile Türkiye bürokrasisinin işlerine gelmeyen kısımlarını sürekli olarak AB'ye ve ABD'ye şikayet ederler.Bu şikayetler de ne ilginçtir ki genel anlamda insan haklarıyla ilgili değil,hep dini istedikleri gibi yaşayamamak üzerinedir.Fakat vaziyete bakınız ki,halkı Batı tarzı yaşama ve çağdaşlık seviyesine yönlendirme niyeti içeren devrimleri yine o Batı'ya şikayet etmenin bir anlamda üstü örtülü şekilde ''Bunlar size benzemeye çalışıyorlar.Oysa biz size benzemenin kötü ve travmatik bir durum yarattığını savunuyoruz.Ne yani sizin gibi yaşamak ilericilik mi şimdi?'' demeye geldiğini anlamazlar. Partilerini çabucak kapattırmak gibi bir amaçları olduğuna artık iyiden iyiye inandırıyorlar insanları.Sanırım kapatılırlarsa da yine yaşantı tarzlarından nefret ettikleri Batılı abilerine koşup ''Anayasa Mahkemesi bizi dövdü!'' diye ağlayacaklardır.Ama üzülmesinler,o abileri onlara mutlaka bir güzellik düşünür.Travma geçirmeye değmez.
  17. Müjde Ar'ın yorumları harika.Ama bomba Kayacı'dan gelmiş yine: Ben de bir taraftan ülkemizdeki hem yararsız hem de pahalıya patlayan bazı yabancı futbolcuları ve teknik adamları düşünüyorum.Bu hayat kadınları söylenene göre 600 milyon dolar götürüyormuş ülkeden.Yahu yeri geliyor bütün sene sakatım ayağına yatan yabancı futbolcu sırf tek başına haybeden 10 milyon dolarları avroları cebe indiriyor.Ödenen bonservis de ayrı bir zarar.Halen de bazıları ''Sınırsız yabancı hakkı isterim.Daha çok para dökmek istiyorum.Nasılsa taraftarlarımız hemen koşup o adamın formasını alıyor,maçlara gelip sinir krizleri geçirip rahatlıyor,yine biz kazanıyoruz.'' derler. Şimdi iki profesyonel kitleyi birlikte düşündüğümüzde kadınlar karşılığını peşinen verirken,futbolcular basınla,taraftarla,yöneticilerle dalga geçip gidiyor,üstelik kovulursa da hiçbir şey yapmadan çatır çatır tazminatını cebe indiriyor.Ne ala memleket!
  18. Sayın ftoyd,esasına bakarsak kendinizi bu kadar sıkıntıya sokmanıza anlam veremiyorum.Herşey önünde sonunda gelip sezgiye dayanıyorsa kitaplardaki kelimelerin sürekli üzerinde durmanız da anlamını yitirir.Herhangi bir dildeki ''duygusal bir eylem belirten'' hiçbir sözcüğün diğer dillerde mutlak anlamda tek bir karşılığı yoktur zaten.En az iki üç karşılık gelir önünüze.Bir Yaratıcı'ya varan bir fikir üzerine önceliği ve hatta son sözü sezgiye bıraktığınız takdirde deizme oldukça yaklaşırsınız.Ola ki kitapları tam olarak anlayamayacağınız veya çağlara göre farklı farklı anlamlar çıkabilmesi ekseninde düşünüldüğünde ortaya o zamanki verilmek istenen anlamın istemeden de olsa tam tersi bir anlam çıkarmanız her zaman olasıdır.Örneğin müvâlât sözcüğünü 'sevgi beslemek,yakınlaşmak,yardım etmek veya tam bir itimat içerisinde uymak' anlamında düşünmek mümkündür.Örneğin apayrı bir kültürden gelen bir Brezilyalı 'Ben Kuran'ı bu yaştan sonra nasıl tam olarak anlayayım,o zamanın Arapları bu sözcüğü nasıl anlamışsa öyle mi anlamam gerekiyor,bu nasıl mümkün olacak?'' dediğinde vereceğiniz karşılık ''Sezgilerine güven.Allah yardım eder.'' olursa,size gelebilecek haklı bir yanıtı duyar gibiyim: ''Öyleyse hıristiyanlıktan niye vazgeçeyim?Ya da kitapları okuyup kafamı karıştırmaya ne gerek var?''. Eğer o kişiye şöyle derseniz: ''Zaten İncil'de de sana gerekli olan tüm bilgiler var.Onu oku yeterlidir.'' Bu sefer yine kafası karışıp size ''Öyleyse Kuran'a ne gerek var?'' diyebilir pekala.Bu anlamda sizin anlayışınızı deistik bir inanışın hayatına zorla kutsal kitap sokmaya çalışması,anlaşılmayan yerlerde ise anlama çabası gösterenlere de ayrıca kuşkuyla bakılması ve çoğu zaman bir belirsizliğe varılması gibi görüyorum.Yanlış anlamayın.Kendi içinizdeki arayış gibi hepimizin içinde bir arayış vardır ve yaşam sürdükçe bunun sonu gelmez.Sadece bir türlü çözülemeyen şeyin siz ve sizin gibi düşünenler için ''Tek kaynak Kuran mı,yoksa diğer kitaplar da aynı oranda kaynak mı?'' sorusunun tam bir cevabına ulaşılamıyor oluşu ve ortada çelişkilerin bulunması olduğunu düşünüyorum. Örneğin,bir musevi için,hem değişmediğini kabul ederek Tevrat'a tam olarak inanıp buna göre davranmak yeterliyken,öte yandan Kuran'da İsrailoğulları'nın sonradan lanetlendikleri,bozgunculuğa koştukları yazılıysa,Kuran'ı hiç okumayan ama Tevrat'a uyan birisinin bundan nasıl haberi olacak?Halbu ki bir inanan için ikisinin de kaynağı aynı değil mi?Yani,bir inançlıya göre,doğrunun kemale ermiş sadece bir şekli olması gerekmez mi? Saygılar...
  19. Erkek olmak,neyin dişiye bırakılmayacak kadar ciddi olduğunu ayırdedebilmektir.Aynı şekilde,dişi olmak da,neyin erkeğe bırakılmayacak kadar ince olduğunu ayırdedebilmektir.
  20. Bilginiz için teşekkürler,zaten önemli olan da hep daha kaliteliye doğru çabalıyor olmak. Saygılar...
  21. Saygıdeğer admin abilerim ablalarım, Benim bir maruzatım var: Forumun yeni yüzü dolayısıyla teşekkür ederken,sizlere bir daraltımı sunmak istedim.Ben forumu açtığımda karşıma çıkan ''BU KIZLAR ARKADAŞ ARIYOR'' reklamını gördüğümde içime bir daraltı geliyor.Aklıma afedersiniz bilenler bilir,Kıbrıs'daki bazı kulüpler geliyor.Hayır bu siteyle de ilgili değil,birçok sitede böyle tabi de hemen karşılaşınca garipsiyorum işte.Bu yazımın direk muhattabı siz de değilsiniz,biliyorum ama yine de yazmak istedim.Ne yapalım bazı kısımlara Orion takımyıldızını uygun görürseniz de birşey diyemem doğrusu Şimdi bu maruzatım için bir psikiyatriste mi gitmeliyim,yoksa reklamcılık üzerine yüksek lisans mı yapmalıyım ya da herhangi bir tavsiyeniz,öğüdünüz var mı? Saygılar...
  22. Rand'ın öngörüleri gerçekten de fazlaca ciddiye alınması gereken öngörülerdir.Ben Rand'da çalışmış olan yazarların yaklaşık 20 sene önce yazdıkları kitapları okuduğumda bugün hakkında son derece gerçekçi ve isabetli yaklaşımları olduğunu görüyorum.Peki bu ABD'nin dünya üzerindeki jeopolitik planlarının tıkır tıkır işlediğini mi göstermektedir?Pek tam tıkırında olmasa da bayağı bir işliyor. Bizim temel sorunlarımızdan biri ise toplum olarak politika hakkında çok şey konuşup aslında hiçbir şeyin çözümünü ortaya koyamamamız.Bir kere biz NATO'ya üyeyiz.Bu durumda bize karşı içlerinde tarihten gelen derin bir hesaplaşma bulunan bir kısım Avrupa ülkesiyle aynı saftayız.Bu ülkeler arasıra eleştiriyor görünseler de arkalarını kime yaslamışlardır?Tabi ki ABD'ye.NATO=ABD'nin politik ve askeri gücü.Varşova Paktı çoktan yıkılmış olsa da Batı için tehlike hiçbir zaman sona ermez.Peki bizim yerimiz nedir bu Doğu'yu az çok hor gören medeniyetlerin arasında?Yine askeri gücümüz değil mi?Onlar bizi öyle görse de,Gazi'nin ileri görüşlülüğü çerçevesinde bizim onlara kuru kuruya itimat etme ya da kuru kuruya bir mutlak karşı çıkış içinde olmak gibi bir lüksümüz olduğuna inanmıyorum.Gelişmekte olan bir ülkeysek eğer,menfaatleri çok zekice değerlendirmek zorundayız.Ve son derece uyanık olmak zorunda. Cumhuriyet tarihimiz yadsınamayacak bir biçimde ABD'nin en sadık müttefikliklerinden birini yapmakla geçmiştir.Hem din açısından,hem kökenimizin Rusya ve doğrulmaya çalışan Çin ile husumet ilişkileriyle bir oranda belirlenmiş olması ABD için gerçekten büyük bir şans ve fırsattı ve halen de öyledir.Tarihimizde Yahudiler ile de ciddi sorunlar yaşamamış olmamız da bunun bonusu olabilir.Yani,ben aslında ABD karşıtlığı meselesinin Rusya'ya,Çin'e veya İran'a yakınlaşmak gibi bir duruma sebebiyet verecek şekilde bir devlet politikası haline gelecek güçte olduğuna inanmıyorum.Ordu ABD'nin Ortadoğu ile ilgili planlarının simgeleştiği haritalardan,yeşil sermayenin ve büyük sermayeleri oldukça muğlak bir şekilde edinmiş cemaat ve tarikatların başlarının illa ABD'lerde ve Almanya'larda yaşıyor olduğundan elbette ki haberdar ve her zaman düşünceli,B,C ve D planlarına sahip olmalıdır ve öyledir de.Lakin yakın tarihimizde ordunun açıkça ABD'ye diş geçirdiği bir olaya da rastlanılmamıştır.Yani derin ilişkiler hep derin kalacaktır.Türkiye'nin neden ciddi ve uygulamaya niyetli olduğu bir Orta Asya veya Balkan politikası yoktur?Türkiye ne şekilde belirlenen olmaktan çıkıp belirleyen ülkelerden biri olabilir?Orta Asya Türkleri sadece Sovyetler varken mi bir önem teşkil ediyordu?En son hangi devlet adamı Orta Asya ile ilgili ciddi açılımlarda bulundu? Bir diğer ilginçlik de ülkemizin şeriatçıları ABD'ye pek bir aşıkken,bir şeriat ülkesi olan İran ABD'nin en büyük düşmanlarından biridir.İster istemez akla 'ABD sünnileri ayartıyor mu?' sorusu gelebilir.Ama Irak'a baktığımızda da şiilerin yönetimde önemli bir güç edindiğini görüyoruz.Yani ABD hem şiileri hem sünnileri kendi istediği gibi ılımlılaştırmaktan çekinmez.Hem Türkiye hem de bugünkü Irak açık şekilde İran'ın panzehiridir,ABD kesinlikle bu ülkeleri kaybetmeme politikasını uygulayacaktır,buna zorunludur. Peki bizim ne zaman güçlü ve basiretli devlet adamlarımız olur?Ülkeyi kuranların mirasları sadece yenmek için midir?Bizim başbakanlarımız ne zaman koltuğun kenarına oturan ABD başkanlarının önünde sözlü oluyormuş gibi esas duruşta beklemekten,deliğe süpürülmemek için yalvarıp yakarmaktan başka şeyler yapıp,basiretlilik gösterir?ABD bu şekilde yönetilen herhangi bir ülkeyi kullanmak ister ve kullanır da.Acaba bu yüzden ABD'ye kızılabilir mi? Üniversiteye gelene kadar (ki ne yazık ki birçok genç bu fırsatı elde edemiyor hala) en azından liselerde sadece savaşları ezberletmekten başka birşeye yaramayan güvenilmez tarih kitaplarının dışında neden politika dersleri olmaz,yakın tarih neden yurttaşların kendi meraklarına bırakılır,anlaşılır gibi değil...
  23. ''Ahmet Necdet'i sevmem,Ahmedinecad'ı severim.'' Özgürlükçü Humeyni'ye gönülden bağlı dilberlerin sorulsaydı verecekleri diğer bir yanıt kuşkusuz böyle olurdu.İşte özgürlükçü İran.Bunlar da kadınların özgürlüğü için yahu.Ahlak polisi...Bunlar özellikle ülkenin en ahlaklı kişilerinden seçiliyor olsa gerek.Kim neresini kıvırmış,yüzüne ne sürmüş,üzerine kaç santimetre uzunluğunda elbise giymiş,fazla kikirdiyor mu,ölçüsü ne kadar olmalı gibi son derece önemli,can alıcı konularda uzmanlaşmışlar,bravo. Acaba arasıra 4 şahitle dolaşarak,evlerin pencerelerinden kafalarını uzatıp içeridekilere 'Hişt,siz evli misiniz?Getirin bakayım evlilik cüzdanlarınızı!'' da diyorlar mı?
  24. Ülkemizde 'Hepimiz Ogün Samast'ız'' diyen tipler bile peydah olmuşken,onunla ülkemizin bayrağını aynı kareye sokup utanmadan resim çektiren devlet görevlileri varken bu kirliliklerin çözülebileceğine kim nasıl inansın? Katilin cinayet günü hangi akla hizmet beyaz bereyle dolaştığı anlaşılabildi mi acaba?Hiç mi anormal gelmedi görevlilere?Üstelik böyle bir olayın olabileceği istihbaratı alınıyor ve Hrant Dink'in hiçbir koruması yok,açık bir hedef. Cinayetten sonra bir de yetmezmiş gibi 'Plan yapmayın,böyle mıhlarız sizi.'' tarzı kliplerle ucuz kahramanlıklara girişenler eksik olmadı.Böyleleri vatanseverlik kavramını da kendilerine benzetmeye,kirletmeye çalışıyorlar.O kadar heveslilerse temizlemeye önce kendilerinden başlasınlar.
  25. Komünizmin önünde sonunda gerçekleşeceğini,bu kusursuz ve sevgi dolu paylaşım düzeninin devleti dahi sonsuza kadar ortadan kaldıracağı düşüncesinin ütopya olup olmaması konusunu sadece ekonomik ve sosyolojik anlamda değil,psikolojik ve biyolojik anlamda da ele almak gerekir.Şahsen din karşıtı olduğu iddia edilen bir sistemin hıristiyanlığın herkesin eşit ve kardeş olduğu fikrinden ve yeryüzünde kurulacak bir cennetin herkese mutluluk getireceği iddiasından şablon olarak fazla bir farkını görmemekteyim. Siz insanların ilk topluluk kurma dönemlerindeki dayanışma ve paylaşımın ideal durumundan söz ediyorsunuz,yani devlet yokken.Buna benim herhangi bir itirazım yok zaten.Doğa insanı değiştirirken insan da doğayı değiştirmiş,hatta emek gücüyle hayvan ve bitkilerin evrim yönünü dahi etkilemiştir.Dayanışarak büyük hayvanları avlamış,besin elde etmiştir.Küçük topluluklar,mağara ya da daha sonraki çadır yaşamı,bunlar kendi içerisinde sınırlı şekilde çiftleşen,birbirini çok iyi tanıyan ve güven duyan,tabi genetik olarak da birbirine en yakın insanların oluşturdukları büyüklü küçüklü topluluklardır. Lakin sürekli üreyen insanoğlunun doğal ya da toplumsal olarak bu tam paylaşımcılığı ideal durum olsaydı aynı mantıkla devletin ve sömürünün hiçbir zaman için var olmaması gerektiği de savunulmalıydı.Tarih ise farklı işlemiş.Geniş anlamda artık komünizmin ütopik bir durum olduğu ve silahların ve sömürünün hangi yolla yok edilebileceği sorunları benim nezdimde sabittir.Ayrıca tüm ideallik ve sabitlik iddiasındaki sistemlere ütopya gözüyle baktığımı yazmıştım.Fakat komünizmin özelliği,ilk dönemlerde ilkel şekliyle yaşanmış olması,ancak tarihsel aşamaların en sonunda kendisinin mutlak şekilde tekrar ortaya çıkacağı düşüncesiyle bilimsellik iddiasında olmasıdır. Toplumsallık ve doğallık konusunu birbirinden ayırmaya çalışmak pek bana göre değil.En basidinden,ülkelerin neden en çok komşularıyla sorun yaşadıklarının cevabı nedir?Genetik olarak farklılaşmış insanların her zaman dışarıya karşı,yabancıya karşı bir savunma ve bazen de toprak elde etmeye yönelik saldırıya geçtiğini görürüz.Tarih boyunca bu böyle olmuşken sosyal ve biyolojik olguları,yayılmacı tutkuyu hepten bir tarafa nasıl atabiliriz?Kendi arasında çoğalmış topluluklar,etnisiteler vs. kendi içlerinde paylaşımcıdır,bu da doğaldır.Fakat tüm dünya için bunun daimi şekilde başarılmasından bahsediyoruz. İşte ben üretim ilişkileri hiyerarşisinin şekil değiştireceğini,ancak hiçbir zaman yok olamayacağını savunuyorum. Marks'ın tüm dünyanın işçilerini birleştirme çağrısı gerçekleşmiş olsaydı,dünya planında topyekün bir sınıf mücadelesinden söz edilebilirdi.Ne var ki bugün ülke bazında baktığımızda sınıf mücadelelerinin (bu gerçek anlamda ancak bilinçli işçi sınıfının olduğu toplumlarda kendini bulabilir) komünizmi ne şekilde oluşmaya zorlayacağı komünistler içerisinde de tartışmalıdır,bildiğimiz gibi.Bu konudaki sorunun da yine kollektif bilincin dünyaya nasıl yayılacağı olduğunu düşünüyorum. Bugün kemalistlerin bir kısmı kemalizmin sosyalizmin bir aşaması olduğu paralelinde düşünmektedir.Fakat ben böyle düşünmüyorum.Atatürk'ün yeni kurulmuş bir cumhuriyette eğer isteseydi sosyalizmi getiremeyecek olduğuna da inanmıyorum.Tam ekonomik bağımsızlık antiemperyalizmden,yani başkalarının kendi ülkeniz üzerinde egemenlik kurmasına engel olmaktan geçtiğine göre bir kere sistem olarak kapitalizmi kesinlikle reddeder.Peki sosyalizme gelirsek,sosyalizmin içinde ne derecede milliyetçiliğin yeri vardır?Nihai ülkü doğrultusunda yoktur aslında.Devletçilik temelinde ulusal bir kalkınmayı sağlamak ve çağdaş ülkelerle başa çıkabilmek için illa kapitalist ya da sosyalist bir dava peşinden koşmak gerekmez.Atatürk'ün illa Marks gibi oturup yeni bir ekonomik sistemin temelini atacak bir kitap yazması gerekmiyordu. Kemalist kapitalist,kemailst sosyalist diye birşey olamaz.Bir cumhuriyet ki Atatürk'den sonra devrimini tamamlayamamış,feodal düzeni ortadan kaldıramamıştır.Bugün itibarıyla Türkiye'deki sistem nedir peki?Tanımlanabilir mi?Bence kapitalist-sosyalist seçeneklerine sıkıştırılmak sadece soğuk savaş döneminin basit bir yansımasıdır. Saygılar...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.