Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey
-
Tanrı var mıdır ?
Organik canlılar bir parça bilince ve bunlardan da İnsan tam bir bilince sahiptir... Bitkiler bilinç sahibi değildir... Formüllerle izah eder... Maddenin var olmasının nedeni Enerjidir... E=mc2'dir... Evrenin yaşı 13 ile 13.5 Milyar yıl arasındadır. Aslen bu Nesnel varlığın yaşıdır. Evren/Sonsuzluk hep vardır... Hayır, sonsuz olması gerekmez... Madde sonsuz da değildir... (Kaynak Kitap: Dünyanın En Ünlü Denkleminin Biyografisi: E=mc2) Dedik ya madde/nesne sonsuz değildir diye... Ama "Sonsuz" olmaması "Yok olacağı" anlamına gelmiyor... Varlığın kendisi yani Enerji var... Madde'de Enerjiye dönüşüyor; Hiçbir şey yok olmuyor... Kaynak: Adı geçen bilimsel kitap... İnsan ve Dna, Evrim'in kanıtıdır... Asıl önemlisi ise; Atomların salt sıcaklık ve basınç etkisi ile nasıl birbirlerine dönüşebilip En sonunda uygun ortamda yaşamı oluşturabildiğinin Bilimsel kanıtıdır. Zaten kimse bunlara tesadüfen oluşmuştur demiyor; Bu sizin kuruntunuz... Bende Evrim konusunda ipe sürülür tek birşey bilmeseydim, Evrimin tesadüflere dayalı olduğunu sanırdım! Şunların hepsi ise laf:
-
ZAZADAN MEKTUP
Dünyahepimizin... Şimdi insanlık mesajlarını bir kenarıya bırakın da, o kararı sizin vermeniz gerekli: "Türkler, Kürtler aracılığı ve Kürtlerin eylemleri ile Osmanlı döneminde Asimile edilmişler midir? Edilmemişler midir?" Buna yanıtınızı verin... Verdiğiniz yanıtın hem insani hemde kavramsal açıdan ne olduğunu ve ne anlama geldiğini sorgulayacağız... Ve bugün ele aldığınız kavramlara ışık tutacak... Hele hele bir "Kürt" olarak değil de, bir "İnsan" olarak cevap vermeniz/verebilmeniz/vermeye cesaret etmeniz oldukça önemli... Ayrıca sorunuzun içeriği aslında sandığınızdan çok daha ayrıntılı... Türklerin asimilasyonları, onların yalnızca "Kürtleştirilmeleri" biçiminde olmadı. Dikkat ederseniz hiçbir zaman "Türklerin Kürtleştirilmeleri Politikası" demedik. "Osmanlının Türkleri Asimile Politikası ile Kürtleştirilmesi" vurgusunda döndük... Bu Türkler arasında Araplaşan olmuştur, Rumlaşan olmuştur... Ama büyük çoğunluğu Kürtleşmiştir... Kimisi Aleviliği terkederek Sünnileşmiş ama Türklüklerini korumuşlardır... Kimisi Aleviliği terketmemişler ama Kürtleşmişlerdir... Kimisi Aleviliği terketmemişler ama Zazalaşmışlardır... Kimisi Aleviliği ve Türklüğü terkederek Şafii/Kürtleşmişlerdir... Kimisi Aleviliği ve Türklüğü terkederek Sünni/Araplaşmışlardır... Siz soruma yanıt veriniz... Yanıtınız doğrultusunda bir Asimile politikasının ne ve nasıl olduğu hakkında kafa yoracağız... Osmanlının kıyımı her zaman ağıza alınıyordu ancak 1950lerden sonraki Türk-İslamcılığın gemi eline alması ile bu bilgi ötelendi... Yoksa farkında olanı; yine bu bilginin farkında hala... Türklerin Zazalaşması konusunda ise bir fikir ortaya koyduğumuzu hatırlamırum. Türklerin Kürtleşmesi konusu etrafında döndük; Ya da sözünü ettiğiniz iddiayı ben gözden kaçırdım...
-
ZAZADAN MEKTUP
Doğrucudavut... Kimden kaynak getirirsen getir, kabul etmeyeceklerdir... Bilmediklerinden ya da anlamadıklarından değil; Art niyetten ve amaçlılıktan dolayı kabul etmeyeceklerdir... Kürtler söz konusu olunca burada "Hümanizmanın" en alasını yapanlar, Türkler söz konusu olunca görmezler, duymazlar ve bilmezler... Çünkü kendileri "Türk" değildir ve "Türkleri" anlamaları için hiçbir nedenleri yoktur! Çünkü onlar "Kürttür"ler... Ha ama biz Kürtlerin mağduriyetlerini anlarız... Dillerinin yasaklanmasının haksızca olduğunu söyleriz... Kürtçe konuşuyorlar diye hapse atılanlarının haklarının sorulması gerektiğini söyleriz... Hatta Kürt arkadaşlarımız, aile çevremiz olur ve Kürtçeden gocunmayız... Onlara yapılan haksızlıklara da karşılık veririz; ki verdik... Ama konu Türkler olunca; duuuur... Türkler hep barbardır, hep işgalci, hep yağmacı, hep savaşçı... Ne kadar kötülük varsa hep Türklerin başının altından çıkmıştır... Bakın bunları "Türkçü" olduğumdan söylemiyorum... Hangi halk olursa olsun, yok edilmesi amaçlanmış bir halkın haklarının korunması ve dile getirilmesi insanlık görevidir... Kürtleştirilmiş ve Katledilmiş Türklerin haklarını görmezden gelenlerin ise İnsanlık ve Onurluluk konusunda hiçte tutarlı ve samimi olduklarını zerre kadar düşünmüyorum... Bir tanesi bile çıkıp, araştırıp; "Ya hu hakkatende Kürtler, Osmanlının ve kendi beylerinin önderliğinde Türkleri katletmişler; asimile etmişler" deme cesaretini gösteremez... Örnek 1: =>
-
ZAZADAN MEKTUP
Türkler Kürtleştirilmişlerdir. Bu, Osmanlar zamanında olmuştur. Bunu söylemenin neresi çelişkidir? Osmanlılar zamanında olan bir Kürtleştirme sürecini "Osmanlıları anlatmayın" diyerek anlatmamı istemek ne kadar zekicedir; ki Diyarbakırlı bunu istemişti!
-
Beethoven'i Anlamak (2006)
Kumtanesi, o duyguyu hissettirebildiysem eğer çok sevinirim... Bu filmi izlemeden önce bir müzisyen arkadaşım, Beethoven'ın müziği nasıl hissettiğini açıklıyordu. Her insanda olan -ki bunu ayrıntılamaya çalışmıştım- ama farklı yönlere yoğunlaşma bu tür bir duyumsaması var... Sonra filmi izledim ve arkadaşımın ne demek istediğini çok iyi anladım... O kadar... Film çok güzel; tavsiye ederim... Hele 9ncu Senfoni'nin çalındığı 15 dakikalık bölüm yok mu? Eminim 9ncu Senfoni'yi hiç bu kadar güzel dinlememiş ve izlememişsinizdir... Bunu kesinlikle söyleyebilirim...
-
Beethoven'i Anlamak (2006)
"Enemy at the Gates/Kapıdaki Düşman" filminin Alman zeki Binbaşısı Erwin König'i canlandıran Ed Harris, bu sefer Beethoven'ı canlandırma yükünü omuzlarına alıyor... Siz "Kapıdaki Düşman"da kimi sevdiniz bilemem ama Ed Harris bence tam bir asker gibi öldü; kasketini çıkararak ve ölüme gülümseyerek; onu öldürecek olana tebessüm ederek... İşte o rolü ile Ed Harris benim hayranlığımı kazanmıştı zaten... Tabii ki daha önce "Beautiful Mind", "the Thruman Show", "Apollo 13" filmlerindeki performansını saymazsak! Aslında gerçek hayatta yaşamamış olan "Anna Holtz" karakterini ise Truva'da "Helen" karakteri ile tanıdığımız "Diane Kruger" canlandırıyor ve hakkını veriyor... "Anna Holtz" dünya çapında bir müzisyen olmak için; kadınların bu konuda birşey yapamayacakları düşüncesinin hakim olduğu bir dünyada, Viyana'ya geliyor... Dönemin kadına bakışı ve özellikle müzik dünyasındaki yerleri oldukça güzel işlenmiş... Ama ben yönetmenin asıl vermek istediği duyguyu pek önemsemiyorum; Hiç de önemsemem zaten! Asıl değinmek istediğim ve merak ettiğim şey; Eğer filmi izlediyseniz, Beethoven'ın "Müziği" nasıl hissettiğini hissedebildiniz mi hiç? Bunu çok merak ediyorum... Şöyle anlatabilirim sanırım; Hayatınızda ilk defa tavla oynamaya başlıyor ve özellikle öğrenmek için çok çaba sarfediyorsanız, Çok kısa bir süre sonra ve siz tavlayı öğrenene kadar, Otobüste, yemekte, ders çalışırken vs. kafanızda hangi zar geldiğine ne oynayabileceğiniz ile ilgili İstemsiz kurgular oluşur... Normalde siz düşünmüyorsunuzdur ama o kafanızda sizden bağımsız olarak biçimleniyordur... Ve siz bunun farkındasınızdır... Engelleyemiyorsunuzdur ve zevk da alıyorsunuzdur... Ya da resim çizmeye oldukça hevesli ve doyumsuz olduğunuzu düşünün. Kafanızda çizeceğiniz karakterler akıp gider... Hangi resmin neresinde hangi kalem darbesini vuracağınızı HİSSEDERSİNİZ... O an o resmi büyük bir tutku ile çiziyormuş gibi... O an çizdiğinizi hissettiğiniz o çizgilerde kendinizi hissediyormuş gibi... Adeta kalemin sesiniz duyarsınız, Kağıdın yüzeyini yalayışını duyumsarsınız... Bu hissi kaybetmek istemezsiniz... Veya çok hevesle aldığınız bir enstrümanda çalmaya çok heveslendiğiniz bir parça... Siz yolda yürürken, o parça kulağınızda o enstrümanın sesi ile tınlıyordur... Örneğin bir flütse bu; Parmak darbelerinizi, nefesinizin tonlamasını, çıkan sesi... Ve hatta yanlış çaldığınız notaları bile o an içinizde bir yerlerde hissedersiniz... O an çalıyormuş gibi... Flütün ağızından girip, ardından çıkan hava akımında sörf yapıyormuşsunuz gibisinizdir... Notların arasından akıp gidersiniz... Hissedersiniz... O flüt ve şarkı olursunuz... Hatta yapmak istediğiniz bir maket gibi... Yaptıştırdığınız her köşesi ve kenarı siz olursunuz adeta... Bunlar, benim yaşantılarımdan duyumsadıklarım... Ama asıl anlatmak istediğim; Her insanın bir biçimde Beethoven'ın duyumsamalarından özürlü olmadığına inandığım... Her insan bir biçimde benzer şeyler hissediyor... Eşref Armağan'ı hatırlayın örneğin... Gözleri doğuştan görmüyordu ancak gören bir insan kadar derinlik algısına sahipti... En kalıcı benzetme, en abes benzetmedir... En abesi ile anlatayım, psikolojik bir saplantıdan hareketle; Saplantılı bir cinsel doyumsuzluğunuz vardır. "Hayır" diyemeyecek kadar... Hormonlarınız kafanıza hücum ediyordur... Öyle bir noktaya gelirsiniz ki; Hayalini kurduğunuz kişinin nefesini hissedersiniz. Sürekli sürekli sürekli... O kadar ki; İnsanları artık buna göre sınıflandırırsınız... Hatta bir süre sonra belki vaz geçersiniz Ve sadece aldığınız zevke bakarsınız... Kişi ya da nesnenin önemi kalma; Aldığınız haz, "Siz" olursunuz... Kafanızda, o hazzı daha iyi nasıl hissedebileceğiniz ile ilgili şeyler dönüp durur. Size daha iyi yaşabiliyor olmasından çok daha fazla bir önemi kalmaz partnerinizin... Gözlemlerimden biliyorum... Beethoven'da Müzik ile sevişiyordu işte... Onu beyninin her kıvrımında hissediyordu... Kulakları oldukça ağır işitiyordu ama her notanın titreşiminin tenini yalayışını duyumsayabiliyordu... Kafasının içinde tek bir tınının olmadığını düşünebilirsiniz... Belki de doğru; kafatasımızda sesler yankılanmaz... Ama Beethoven o sesi tüm benliğinde İliklerine kadar hissediyordu... O kadar hissediyordu ki; Bir süre sonra kendisi olmaktan çıkıp, O müziğin ve melodilerin kendisi oluveriyordu... Notalar ve es'ler her nefes alışı, kan akışı haline geliyordu... Karşısındaki eser, "O" oluyordu... Filmin ikinci yarısında 9ncu Senfoni'yi dinleme fırsatı buluyorsunuz... Sanki Beethoven gerçekten yaşıyormuş gibi... Ed Harris öyle içten canlandırıyor ki; O mimikleri öyle veriyor ki, Yerinizden kalkıp, orkestrayı sizin yönetesiniz geliyor... "Bethooven Copyright/Beethoven'ı Anlamak" "Nietzsche Ağladığında"dan sonra izlediğim en güzel biyografik filmlerden birisi... Kesinlikle tavsiye ederim... Özellikle o 9ncu Senfoni'yi hissedebilme fırsatı için...
-
SİVAS MADIMAK'TA DUMAN HALA TÜTÜYOR. 16 yıl önce bugün Sıvas’ta Pir Sultan Abdal’ı anmak için toplanan insanlar diri diri yakılmıştı.
Filistin'deki yangını da İsrail söndürüyor işte!
-
Başınızdan Geçen İLGİNÇ OLAYLAR...
Orta okuldayım... Sınıfımızda benimle aynı adda ama benim iki katım bir eleman var... Eleman çok pis; kızlara sarkıyor falan... Akşam karanlığında okuldan çıkıyorduk ve bu eleman lambaları kapatıp, kızlara dalıyordu; bir kaç erkeği de gaza getirip... Bende o sıralarda ufacık bişeyim; daha işte 12 yaşındayım ama boy kısa yani o dönem... Bu yine bigün lambaları kapattı; kızlar bağırışmaya başladı... İngilizceci Betül Hoca girdi sınıfa: "-kim kapattı lambayı!" Ya hu insanların soyadları vardır değil mi? Soyadıyla birlikte söylesenize elemanın adını? Hoca beni en ön sıradan bir tuttu; bir kaldırdı... Sağ kroşe iniyo, sol kroşe kalkıyo... O iniyo, ötekisi biniyo... Kızlar lambayı bir yaktı; dediler: "-Hocam o değil, ötekisi söndürmüştü!" Hoca bana bakıyor, dönüyor sınıfa bakıyor, dönüyor bana bakıyor... Benim kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak; Boşanır vadilere sırtlara sağanak sağanak... Kadın beni sıraya oturttu tekrar; Birde özür diliyor habire, eğilmiş de... Şeytan içimden; "Çak şunun suratına iki tane, görsün dayak yemek ne demek!" diyor... Ya hu ufacık çocuğum yaaa. Tek eliyle dövebilirdi beni; iki eliyle girişti ya kadın... Gaddar kadın yaa... Hala sinir olurum hatırladıkça... Ya insan az düşünür; "-Bu çocuk, bu boyuyla o lambanın düğmesine nasıl yetişsin?" Yuh be yuh... Nasıl yumruktu o öyle yaa...
-
Nevada Las Vegas
Japonya'ya Akademik açıdan gideceğim ben Angel. Şu İngilizceyi halledeyim gerisi hallolacak gibi bişey... Yine de ne olur ne olmaz diye kesin konuşmuyorum ama hiç belli olmaz... Tatil için gitmek pek bana göre değil. Sanki istesem de gidebilecekmişim gibi... Valla benim param, burada kemik (zar) sallamaya bile yetmez Kaldı ki; orada kumar oynayanlara bakmayı bırak; oraya gelebileyim Kendi yağımızla kavruluyoruz işte Gerçi benim normal bir sahilde birkaç günlük tatil yapacak vaktim bile yok artık. Zaten özenmiyorumda. Herkes başka başka şeylerden tat alıyor. Gezmek herkesin zevk alacağı birşey değil bence; Kimilerine araştırmak, yazıp-çizmek, resim-müzik yetiyor; Onların tadı da o işte...
-
AB sopasıyla Türkiye’ye diz çöktürüyor!
Ortada "Reel Gerçek" mi var? "Reel olmayan gerçek" nasıl oluyor peki? Sarıgöl; bir geldin, pir geldin yine! "Reel Gerçek" varmış... Bir de "Yanlış False" var biliyor musun? Sonra "Soyut Metafizik" var mesela... Hatta "Nesnel Madde" bile var... Hahha ha hha haa Kimi zaman da Yangın yanıyo, ölü ölüyo... Arap kızı camdan bakıyo... Hobaaaa... Tey tey tey... Tengeriin çıldırdı haaanımm... Ve olaylar gelişir...
-
Nevada Las Vegas
Yok yaa; Resident Evil'ın konusu o çölde geçiyodu, orada deney yapıyolardı... Şimdi hatırladımmm... Bende Las Vegas ne alaka deney falan diyorum Ben en iyisi Japonya'ya gitmekten vazgeçmiim
-
Nevada Las Vegas
Ya hu bu Nevada, vadisi mi çölü mü ne olan yer değil mi? Orada Amerikalı Bilim adamları sürüyle deney mi ne yapıyormuşlar! Meşhur yav işte! Uzay araçları iniyor kalkıyor falan! Seneye Kıbrıs'a kongreye gidiyorum. Sonra da doktorayı Nevada'da verebilirim! Alırlar mı beni?
-
AB sopasıyla Türkiye’ye diz çöktürüyor!
Bakın, benim camilerle manevi bir bağım yok... Ama kültürel olarak kaçınılmaz bir bağımız var... Yunanistan'da Kurtuluş Savaşından önce 500den fazla cami vardı. Hepsini yıktılar... Bugün, tek bir tane cami kaldı ve İnsan Hakları çerçevesinde bunu kültür mekanı olarak koruyorlar... Geri kalanlarının hepsini yıktılar... Geçen yıllarda, o kültür mekanı olarak korudukları söylenen camide ise Ahlaka Aykırı (P.rn.) filmler oynattıklar ve bu yönde bir sinema olarak kullandıkları ortaya çıktı; olumsuzluk yarattı ama medyaya yansımadı pek... Kültür Mekanı olarak adlandırıp, ahlaka aykırı filmler oynatıyorlar; sinema salonu ne de olsa... Bulgaristan'ın, Yunanistan'ın yaklaşımları pek farklı değil... Üstüne üstlük, Ayasofya'nin Hıristiyan ibadetine açılmasını istiyorlar... Biz Müslüman ibadetine açılmamasını isterken; müze olarak kalmasını düşünürken... Açalım mı Hıristiyan ibadetine? Oyun hepsi...
-
Günün anlamı ve önemine istinaden
Hadi yaaa! Bu kadar da açık söylenmez ki ama!
-
AB sopasıyla Türkiye’ye diz çöktürüyor!
Patrikhanenin açılması Laikliğe bütünüyle aykırıdır. Patrikhane'nin özel bir yapılanması ve teşkilatlanması vardır. Kendi karar verebilme yetisi doğar. Yani diyelim ki bir Kilisenin papazı bir hukuki yolsuzluk yaptı; Patrikhanenin varlığı demek, o papazı devletin değil o patrikhanenin sorumlusu yargılayacak demektir... Uç örnek veriyorum; Bir Kilise papazı, bir kızı taciz mi etti? Devlet yargılayamaz; Patrikhane'nin "Ekümenik" sıfatını alması demek, o yargılama hakkını alması demektir... Ayrıca Ortodoks Hıristiyan tebaa hakkındaki Dinsel (ve dolayısı ile toplumsal) kararların, Ekümenik Partikliğin kendisini tabi kıldığı devletin alması demektir; Ki Fener Patrikhanesi ile Vatikan'ı yaklaştırma çabalarının ardında da bu vardır... Patrikhane'yi Avrupa'nın desteklemesinin ardında da bu vardır... Yani en basitinden Yargıda bir çok başlılık gelir, Hıristiyan tebaayı kimin temsil ettiği konusunda çok başlılık gelir... Hıristiyan tebaa, Patrikhanenin bağlı olduğunu bildirdiği devletçe mi yönetilir; Yoksa Türkiye Cumhuriyetince mi? Ki Osmanlı bu çok başlılık yüzünden yıkılmıştı... Osmanlının son döneminde bu sorunlar çok yaşandı... Lozan'dan ve bu süreçten haberi olmayan insanlar, "Azınlık" olgusunu "Paranoya" olarak nitelemeleri çok normaldir. Çünkü diğer tartışmalarda da ne kadar birikimli olduklarını gördük! Ancak Paranoya değildir... Tarih tekerrür ediyor; Çünkü Amerika ve Avrupa, Türkiye'nin kendi tarihini hiç bilmediğini ve ders almadığını çok iyi biliyor... Burada çok açık söylüyorum; Patikhanenin açılması ile tehlike doğacağı düşüncesinin bir "Paranoya" olduğunu ima edebilen hiçkimsenin Konu hakkında doğru dürüst bir cümle kuracak, iki kelimeyi bir araya getirebilecek kadar bile bilgisi yoktur... Boşuna hiç kimse kendi bilgisizliğini, diğerlerinin Paranoyası olarak boşuna adlandırmasın; yemezler...
-
ZAZADAN MEKTUP
Ben şöyle birşey yaşamıştım: Ben 3 yaşımdayken, akrabalarımızı tanımaya yeni başlamışım; Yani adlarını falan ezberlemeye... Amcam hergün bahçeden geçerken, Ben bir süre boyunca "Senin adın ne? Sen kimsin?" diye sormuşum. Amcam da hep yanıtlarmış bana; tekrar tekrar... Annem o zaman düşünmüş; "Bu çocuk ya muzipliğinden soruyor devamlı Ya da zekasında bir sorun var; aklında tutamıyor!" Neyse ki muzipliğimden soruyormuşum; Herkes benim kadar şanslı değil anlaşılan... Yanıtı bin kere anlatıldığı halde anlayamayıp, Aynı soruyu defalarca soranlar var çünkü! Pardon ama Türklerin Kürtleştirilmesini, Osmanlı Devletine girmeden nasıl anlatacağız? Bunu aklı alabilen herhangi bir insan anlatabilir mi bana? Türkler zaten Osmanlılar zamanında Kürtleştirilmiştir! Osmanlıyı anlatmadan, Türklerin Kürtleştirilmelerini nasıl anlatacağız? Böyle akıl dışı bir komedi var mı ya hu! Şöyle bir soru sorulabilir mi? "Bana kendi bebekliğini anlat ama 0 ile 6 yaşlarını anlatma!" Ben böyle bir soru soracağım zaman, önce kendime şu soruyu sorardım: "Acaba ben yeterince zeki miyim?" Gerçi o soruyu sorabilecek potansiyelden, Önce kendisini sorgulama kapasitesini beklemek çok çok fazla olurdu!
-
ALLAH VAR MIDIR, NE YAPMIŞTIR?
İslam Felsefesinde "Kal'ü Bela" denilen bir inanış var. Allah, Adem'i yaratır ve sonra onun neslinden gelecek olan tüm insanlığı birden yaratıp karşısına alır ve "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" der. İnsanlar da "Sen bizim Rabbimizsin; inanıyoruz ve tasdik ediyoruz" derler. Bu bir anlaşma niteliğindedir. Benim bildiğim kadarıyla bu olay Kur'an-da geçmiyor. Ama İslam mantığı bunun üzerine kurulmuş gibi duruyor. Yani Allah, insanlara, önce bir anlaşma niteliğinde kendisini bildiriyor, kabul ettiriyor. Sonra insanlar yeryüzüne geldiklerinde/doğduklarında bu gerçeği (ki İslama göre) yeniden anlamaya geliyor. İslama göre insanların doğuştan Müslüman olarak doğuyor olması da bu düşünceden kaynaklı büyük olasılıkla. Daha sonra insanlar Müslüman kalarak ya o sözleşmeye tabi oluyorlar; ya da Müslümanlığı öğrenmeyerek/başka din seçerek o antlaşmayı bozuyorlar. İslam'ın "Sınav" mantığı da buradan hareket ediyor aslında; ki bu benim İslam algım...
-
Kölelik
Amerikan tarihinin bu yönünü çok iyi bilmiyordum açıkçası dostum. Ancak dediğim gibi; sistemler de uygulamalar da değişiyor; Sonuçta olay beleşe çalışmaktan, emeğini para karşılığında satmaya geçiyor. Haa, bu köleler için kötü olmuştur demiyorum. Sonuçta ileriye yönelik bir adımdır; İdeolojik olarak onaylarız ya da onaylamayız ama Kapitalizmin bu yöndeki gelişimi Ve Abd'nin Kapital bir sisteme bürünmesi süreci, kölelik için iyi olmuştur. Kölelik kalkmıştır nihayetinde. Ama şu geliyor aklıma; Amerikan İç savaşında ölen aydınlar ardıllarını bırakmamış olmalı Ya da ardılları onlar kadar etkili değildi. Sonuçta 1970lerde o yaşlı zenci teyze, otobüste arka sırada oturmayı reddedip fitili ateşlemeseydi Daha ne kadar zenciler ikinci sınıf vatandaş olarak kalacaklardı... Dediğine çıkıyoruz: Hürriyet, o kadar da umrunda değil Kapitalizmin... Sanırım Amerika'da o aydın kesim savaşa gittikten sonra Savaşı kazananlar sistemi kendilerine göre yapılandırdılar... Kısa Amerikan Tarihi dersi için sağol
-
Mimikler (smiley)
Rua'nın ikinci versiyonu... Ama Godzilla'ya haksızlık etmiim, o da güzel espri yapıyor... Birde akıllı deli çıktı başımıza... Forum iyice şenlenmiş yaf...
-
Dogmatizm, Determinizm ve Olasılık ” Üzerine
İnstantkarma, paylaşımın için çok teşekkür ederim... Önem verip yanıtlamana sevindim gerçekten...
-
Kölelik
Doğrucudavut, bence de üretim ilişkileri çok farklı bir noktaya gidecek zamanla. İnsanların, bu ilişkiler çerçevesinde nerede durmak isteyeceği çok önemli: Üretim yapacaklar mı? Üretimi kontrol mü edecekler? Modern Çağın köleliği artık "kol gücü"nü aşıyor. Dediğin gibi Beyin Gücü de bir kölelik unsuru yaratıyor. Örneğin Hindistan; Dünyanın en iyi bilgisayar programcıları oradan yetişiyor ama büyük oranda Amerika ve Avrupa sömürüyor. Sadece Bilişimde değil, Akademik ortamda da kölelik aynı biçimde ilerliyor; Zeka ve Zihinsel faaliyetler, üretim ilişkilerini biçimlendirdiği kadar Sömürünün de hedefi oluyor. Ancak besin, giyim-kuşam ve diğer ürünler açısından gidişat, insanın neredeyse tamamen elini çektiği bir ortama doğru akıyor. Ben Kapitalizmi falan sevmem, Sosyalizmi benimsiyorum ama yine de gelecek için, "İşçi Hakları"ndan bahsedebileceğimiz bir ortamın var olup olmayacağını kestiremiyorum o kadar kesin bir biçimde. Hak talep edebilecek bir işçi sınıfı bile olmayacak belki... Artık bir çok insan; en azından gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerde, paraya elini sürmüyor bile... Herşey kartlarla hallediliyor. Paranın karşılığı ise ne ile belirleniyor? 2nci Dünya Savaşından önce Altın ileydi, 2nci Dünya Savaşından sonra Petrol ile belirlenmeye başladı... İyi ama Petrolden sonra ne ile belirlenecek? Şu an Petrol ile birlikte Amerikan güvecesi yani dolar ile belirleniyor... Yani demek istediğim; Gelecek, tüm üretim ilişkilerini ve para piyasasını, insanın elinden insan eliyle alacak başka bir sisteme gebe gibi geliyor bana. İşte bu noktada nefret ettiğim Kapitalizm'de, sevdiğim Sosyalizm'de bugün kendi gerçekliklerini ortaya koyan temelleri kaybedecek gibi duruyor. Denilebilir ki; "Para hep var olacak!" İyi ama paranın hep var olması, artık temel değişim aracı olacağı anlamına gelmiyor. Değişim araçlarının artması da üretim ilişkilerini de etkileyecektir elbette; Yeni kontrol mekanizmaları oluşacaktır... Ee tabii ki bu süreçte hayatımıza yeni üretim araçları da girecektir... Kol gücü, beyin gücüne çevrilecek bu süreçte... Makineleri kontrol eden insanlar... Daha da ileride belki bu da daha bir üst seviyeye çıkacak ve makineleri kontrol etmemize gerek kalmayacaktır; bilemeyiz... Belki de Robotlar, hayatımıza Yapaz Zeka olarak girecekler... Ama bu sürecin en büyük düşmanı yine Kapitalizm olacak. Çünkü Cyrano'nun dediği gibi; Kapitalizm hep bir pazar ihtiyacı hisseder... Onun ürettiklerini üretemeyen ve o üretilenlerden yoksun; o üretilenleri almaya ihtiyaç duyan bir kitlenin olması gerekir Kapitalizmin yaşaması için. Birilerini mutlaka para karşılığında çalıştırması ve o parayı tekrar elde etmesi; bu döngüyü hep sağlaması gerekir... Hatta parayı satması ve o parayı tekrar kazanması... Bu yüzden Kapital kurmaylar bu süreci öngörüyorlardır ve mutlaka her zaman sömürülmeye hazır bir insan kitlesinin var olmasını sağlamaktalar... Ama birgün bir kırılma noktası elbette yaşanacak... Ne kadar uzun bir süre sonra olacak bu; bilmiyorum...
-
ZAZADAN MEKTUP
Bende size 100 defa anlattım; dönüp dönüp okuyunuz...
-
Atatürk'ün Tek Suçu
Hayırdır? Şimdi de Atatürk'e sahip mi çıkıyorsun?
-
Başınızdan Geçen İLGİNÇ OLAYLAR...
Ben yok falmış, yok medyumlukmuş falan; böyle şeylere inanmam... Ama lisedeydik, sınıfımızda Şule diye bir arkadaşım vardı. Birgün rüyamda, onun adının anlamını sordum ve bana "Ateş, Meşale alevi" olduğunu söyledi. Ama daha önce ne adının anlamına bakmıştım, ne de merak etmiştim. Ertesi günlerden birgün teneffüs arasında konuşurken İsimlerimizden konu açıldı... Bende rüyamı anlattım... Kız "Doğru, adımın anlamı o" dedi... Baktık, hakkaten öyleymiş... İyi ama ben daha önce hiç duymadığım ve bilmediğim halde; Ve eğer rüyalarımız, yaşantılarımızın bir nevi izdüşümü/yansıması ise Rüyamda gördüğüm şeyin anlamı nedir? Diye düşünürken... Birgün "Gizil Öğrenme" diye bir öğrenme çeşidinin olduğunu öğrendim... Ben o dönemde çok ansiklopedi okurdum... Rastgele bir sayfayı açar, rastgele bir maddeyi okur, O maddede geçen "bkz." yönlendirmelerine ya da metinde geçen bilmediğim bir kelimenin anlamına sıçrar... Oradan yine başka bir "bkz." yönlendirmesine ya da başka bir bilmediğim kelimenin anlamına geçerdim... İşte bu geçişler sırasında olacak; "Şule" adının anlamı gözüme ilişmiş ve ister istemez, bilinç dışı bir biçimde aklımda yer etmiş olmalı. Rüyamda da bilinç yüzeyine geçmişti... Psikolojinin gözünü seveyim... Herşeyi bilmem nelere atamamak lazım!
-
SİVAS MADIMAK'TA DUMAN HALA TÜTÜYOR. 16 yıl önce bugün Sıvas’ta Pir Sultan Abdal’ı anmak için toplanan insanlar diri diri yakılmıştı.
Yav, kurduğun bu benzetmeler... Süper...