Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey
-
Erdoğan: Partime 'AKP' diyen ******
Kendisinin tavırları, ani çıkışları, parlamaları, söylemleri, duruşu ve kasılışı, hitabı göz önüne alındığında pek sağlıklı bir çocukluk geçirdiği söylenemez. Çok agresif... Aynı zamanda aniden parlıyor... Geçmişinden getirdiği sokak arası kabadayılığını, bulunduğu makamda sürdürmemesi gerektiğini kavrayamıyor... Ayrıca büyük olasılıkla sara hastalığı var... Dediğim gibi; sağlıklı bir çocukluk geçirmemiş olmalı... Bence üç kişiydiler ve birisi sakallıydı...
-
Allah ın varlığını ispatladım
Arkadaşım, biz bir bardaktan ya da bir kaseden söz etmiyoruz... Uzayda "İç" ya da "Dış" diye bir şey yoktur... Uzayda Kuzey ya da Güney, Yukarısı ya da Aşağısı diye bir şey de yoktur... Bak "Uzay Yolu: Nemesis"i izlemeni tavsiye ederim, orada buna değinir. Yani "İçinde enerji var oluyorsa, enerji olmadan da bla bla bla..." diyemeyiz... Sanırım "Enerji"nin ya da benim benimsediğim adla "Varlık"ın neliğini tam anlatamadım... O bahsettiğin uzay var ya hani? Sonsuz boşluk... Ahanda işte o ne kadar sonsuz ise, aynı sonsuzlukta Enerji var... Yani Evrenin sonsuzluğu, enerjinin kendisi... Enerji olmayabilecek olsaydı, büyük olasılıkla Evren diyebileceğimiz sonsuz boşluk da olmazdı. Aslında evren sonsuz bir boşluk da değildir; her yeri enerjidir... Enerjinin kendisidir... Nasıl ki Okyanusda su olmasaydı, okyanusa okyanus diyemezdik; Uzay'da enerji ile kaplı olmasaydı, onu tanımlayamazdık... Uzay bir kap değildir ve içi ya da dışı enerji ile dolu ya da boşabilir değildir. Uzay, kendisi başlı başına Varlığın kendisidir. Yani aslında gerçekte ne olduğunu da hiç bilmediğin ve anlayamayacağın bir şeye inanıyorsun; öyle mi? Eğer tanımlayabilseydin, senin sözcüklerinle tanımlanabilseydi sanırım bir özelliği kalmazdı! Bence de tüm varlığın meydana geldiği Elmalı Pasta'nın tarifini biz bu boyutta aradığımız için asla bulamayacağız. Ama işte her şey o Elmalı Pasta'dan meydana gelmiştir... Bak bende ispatladım! İspat, böyle olmaz...
-
Allah ın varlığını ispatladım
Arkadaşım, sen Enerjiye ister 1 dersin, ister 256 dersin... Enerjiye istediğin şeyi demekte özgürsün; istersen Elmalı Turta de... Ama senin o kafanda tasarladığın "Enerjinin bile olmadığı yokluk" diye bir ortam "YOK"... Bunu, diğer forumdaşlarımı bilmiyorum ama "sana" nasıl anlatabilirim, inan hiç bilmiyorum... Sorunumuz temel olarak şu: "Benim kafamda canlanan sonsuz..." İşte, senin bu tasarın yalnızca sana ait, senin uslamladığın ancak eksik bilgi sonucunda yanlış çıkarımsadığın bir "Sonsuzluk"... Öncelikle "Hiç bir şeyin olmadığı bir yokluk"un tanımını nasıl yaparsın? Bunu sorgulaman lazım... Hiç bir şey yok! Pek ama nasıl yok? Ya da Tapını/Allah bu boşluğun neresinde? Veya bu sonsuz boşluk, Tapını ile birlikte mi var yoksa ondan önce de var mıydı? O sonsuz boşluğu Tanrı mı yarattı? Bizim şu an "Sonsuz Boşluk" dediğimiz Evren, senin bahsettiğin "Sonsuz Boşluk"ta mı var oldu, yoksa sende aynı "Sonsuz Boşluk"tan mı söz ediyorsun, yani Uzay'ı mı kastediyorsun? Eğer Tapını bu sonsuz boşlukdan önce ise, o sonsuz boşluğun zaman olarak bir başı ve sonu var mı? Burada iki şeyi çok iyi bilmen lazım: Eğer aynı "Sonsuz Boşluk"dan söz ediyorsak; Enerji'nin bile olmadığı bir Sonsuz Boşluk tasarımı Bilimsel olarak mümkün değil ve bir gerçekliği yok... İkinci olarak Salt Enerji'nin olduğu ve benim kastettiğin "Sonsuz Boşluk"da Nesne olmadığı için Zaman mümkün değildir ve o Sonsuz Boşluğun ne zamandır var olduğu söz konusu değildir; çünkü zamansallığını ölçümleyebileceğimiz bir nesne yoktur. Einstein şöyle der; "Uzayda tek bir gezegen olsaydı, onun 100.000 km hızla mı döndüğünü ya da yerinde mi durduğunu asla ve kesinlikle bilemezdik..." Yani bir başka sabiti olmak zorunda ve sen eğer o Sonsuz Boşluğun da Tapını tarafından yaratıldığını söyleyeceksen; nasıl ve ne zaman yarattığını asla bilemeyeceğimiz bir şeyi bize kaktırmaya çalışmış olmaz mısın? Hayır, söylemlerine bakınca "Enerji"nin aklına bile gelmediği, işin içine katmadığın çok belli... Ha belki aklının bir köşesinde vardı ama Enerji'nin neliğini pek önemsemediğin için teğet geçtin diyebilirim en fazla ama işine içine katmadın; bu belli... İşte o boşluk yalnızca kafanda var. Gerçekte böyle bir boşluk yok ne yazık ki... Hey! Bir dakika! "Kaçınılmaz bir gerçektir..." lafı bana aittir, ben söylerim hep! Telif hakkı isterim! Her neyse, gerçekte "Gerçekliği olmayan" bir sav için kullandığından dolayı ses etmiyorum. O söylediğin hiç bir şeyin olmadığı boşluk, kaçınılmaz bir gerçeklik değildir. Hatta kaçınmamız gereken bir hayaldir. Hayır, yokluk olmak zorunda değildir. Siz, hep bir şeylerin yoktan var edildiğine koşullandığınız için bunu kanıksıyorsunuz ancak ne yazık ki sana kötü bir haberim var; Varlık, ister enerji formu ile olsun ve ister nesnel formu ile olsun hep vardır. Başı ve sonu olmamacasına vardır "Varlık". Nesne'nin başı vardır, belki sonu da olacak... Belki tekrar Enerji formuna geri dönecek ama sonuçta hep var olan Enerji formunda sürecek... Sonra belki yeniden bir Big-Bang ile yeniden Nesnel kimlik, fizik kazanacak... Ve sonra yine yeniden Enerji olacak... Belki de o Fiziğin olmadığı Salt Enerjinin yasası da bu kadar basittir; Belki de, sayısını bilemeyeceğimiz sonsuzlukta sonsuz kere Big-Bangler yaşanmıştır ve bu hep böyle sürüp gitmektedir. İlkinin olması gerekmiyor; Evren çok tuhaf... Bir başlangıcının olması, bu nesnel evrenin "İlk" olması demek değildir... Biz, sonlu bir varlığı olan ve en iyi anlamlandırabildiği, duyumsayabildiği şey "Sonluluk" olan beynimizle "Sonsuzluğu" kavramaya çalışıyoruz... Belki sonluluğunun farkında olmayan bir tenya, bizden daha iyi biliyordur sonsuzluğun ne olduğunu... Hayır dostum, söylediğim gibi Sonsuz Boşluk var ise ve Allah/Tapını her şeye gücü yeten ise, o sonsuz boşluğu da onun yaratmış olmasını düşünmek kaçınılmaz bir uslamlamadır. Eğer o sonsuz boşluğu da Tanrı yarattı ise, yukarıdaki soruları yanıtlamanızı beklerim. Bana matematikmiş falan sayılarla gelmeyin. Sayılarla o kadar iyi değildir aram; hep söylerim. Ancak söylediklerinizin Bilimsel bir tutarlılığı olmadığını söyleyebilecek kadar anlarım Bilimden. Ve yine söylediklerinizin kendi içinde de tutarlı olmadığını söyleyebilecek kadar Mantık ve Felsefeden de anlarım. Sen, Enerji'nin bile o sözünü ettiğin hiç bir şeyin olmadığı Sonsuz Boşluk'da olmadığını savlıyorsun. Ancak Bilim, Enerji'den önce bir şey var mıydı; bilemiyor... Bunu deneyimleyemiyor. Yani ben "Enerji, kremalı pastadan yaratılmıştır. Her şeyden önce Kremalı pasta yaratılmıştır ve enerji de ondan yaratılmıştır. Sonra da gezegenler var edilmiştir" desem, Bilim çıkıp da bana Enerji'den önce Kremalı Pasta'nın yaratılmamış olduğunu tanıtlayamaz. Öncelikle şunu kavraman lazım: Bilim, kavrayabileceğinden daha fazlasını kavrayamaz. Çünkü Bilim, Nesneldir. Big-Bang'dan saniyenin bilmem kaçında bir süre sonraki anını kestirebiliyoruz; çünkü o an bir nesnellik kazanıyor enerji ve bu yüzden fizik kuralları işlemeye başlıyor; kendisini buluyor. Ancan Big-Bang'den önce bir Enerji'nin var olduğunu, nesne'nin enerji'nin bir formu olduğunu kavrayabilmemizden dolayı kestirebiliyoruz; ancak Bilim ve yasaları nesnel olmayan ve Salt Enerji'nin bulunduğu bir ortamda tepkisiz/etkisiz kalıyor. O yüzden o Enerjinin neliğini kesin bir biçimde deneyimleyemiyoruz; çünkü salt enerjinin olduğu bir ortamı yaratmak imkansız. O ortamı deneyimlemek, yine nesnel bir varlığa sahip bizim varlığımızda imkansız... Tam olarak bu yüzden; "Salt enerjiden de önce ne vardı?" sorusuna en sevdiği yemeğin adını söyleyen ve buna kesinlikle inanan birisine, yanlış olduğunu nasıl tanıtlayabileceğiz? Freud şuna yakın bir söylemde bulunur: "Bir kimse, yeryüzünün merkezinde bir marmelat kütlesinin olduğunu iddia etse ve biz oraya hiç gidememiş olsak, mantık olarak o adamın söylediğinin gerçekten mümkün olmadığını bildiğimiz halde yine de orada marmelat olmadığını kesinlikle iddia edemeyiz. En azından bunun sorgulanabilir olduğunu kabul etmemiz gerekir. Gerçekten de orada marmelat yoktur ve hiç gitmediğimiz halde öyle olduğunu da biliriz ama Bilim yanlış bile olsa o yargıyı sorgular." Bunu örnekliyorum; Çünkü savınızın aslında pek önemli bir şey olmadığını ama yine de eleştirmeye değer olduğunu söylüyorum. Şunu unutmamalısınız; Uslamladığınız şey soyuta atamaya o kadar müsait ki, sizin çıkardığınız sonuç ile Zeytinyağlı Dolma'ya tapan birisinin çıkaracağı sonuç çok farklı değildir aslında. Kısaca; Varlığı kavrama çabanızı takdir ediyorum ve bunu elbette ki sürdürmenizi tavsiye ediyorum. Ancak doğru soru ve yanıtlarla gitmenizi de salık veririm. Çıkarımlarınızı soyuta atamaya çabalamayın ya da sonuçlarını soyuta atamaya yönelik, o yönde eğilimli soyuta atanmış nitelikli sorular sormayın... Yarasa'yı da dinleyin; Bilim yapın, yapamıyorsanız takip edin... Saygılarımla...
-
Allah ın varlığını ispatladım
Yaptığınız işlem son derece tutarsız ve kesinlikle güvenilir değil... Hem Felsefi olarak ve hem de Bilimsel olarak geçersiz... Geçersizliği tanıtlanabilir... Ayrıca şu "İnkar" sözüne takılmayın... "İnkar" ya da "Red" dediğiniz şey; aslında var olan ama varlığı kabul edilmeyenler için kullanılır. Bir suç işlersiniz; bunu inkar edersiniz... Bir eylemde bulunursunuz; bulunduğunuzu inkar edersiniz... Sizde var olan bir şeyden söz edilir; sizde olduğunu inkar edersiniz, var olduğu halde, var olmadığını savlarsınız... Öyle olduğunu bildiğiniz bir şeyin, aslında öyle olmadığında diretirsiniz; gerçekliğini inkar edersiniz... Askerlik hizmetini yapmanız hukuki bir zorunluluğunuzdur ama bu görevi reddedersiniz... İslam'ın mantığına göre "Allah/Tapını" kaçınılmaz bir gerçekliktir ve varlığı, aslında ona inanmayanlarca da bilinmektedir ve inanmayanlar zaten inatlarından dolayı inanmamaktadırlar yani inkar etmektedirler... Sizinde bu mantığı sürdürüyor olmanız ve insanların inkarcı olduğunu savlamanız olağan... Ancak İnançsız hiç kimse Allah/Tapını'nın varlığını inkar etmiyor... İnkar edebilmesi için Allah/Tapını'nın varlığının kesin olarak o kimsece de biliniyor olması lazımdır... Biliyor olsun ki, var olduğunu inkar etsin... Yani var olmayan bir şey; inkar edilemez... İnançsızları bu açıdan ele alın... Ayrıca Bilim'de tesadüflere yer yoktur. Herşeyin bir nedeni vardır... Ancak yine biz, yer yüzünde kendi varlığının farkına varabilecek kadar gelişmiş bir beyne sahip olduğumuz için; beynimizin doğal uslamlaması sonucunda hep "Amaçlı Nedenler"e takılıp kalırız... Yani eğer beş parmağımız varsa bunlar; bize göre kesinlikle beş parmağımızı kullanabileceğimiz bir amaç için, beş parmağımızı kullanabileceğimiz nedenlerle var olmuşturlar... Oysa ki illa ki bir amaçları olması gerekmiyor var olanın... Ha işlevlerinde oldukça başarılılar ama amaçları o işlev değil... Dahası; aslında bir amaçları da yok... Biz, iki ayaklı olmamızı; dik yürüyebilme amacına borçlu değiliz... İki ayak üzerinde yürüyoruz; çünkü bu bizi daha pratik yaptı... En azından belki daha iyi kaçabildik etçillerden ve beynimizin gelişebilmesi için gerekli kafatası yapısını geliştirdi bu sayede... Ama bunu bu amaçla yapmadı; bu sonucu doğurdu ama amacı bu değildi... Bir amacı yoktu; sadece yaşamda kalması böyle mümkün oldu ve yaşamda kaldı; o kadar... Yerde bulduğunuz paranın oraya düşmesinin amacı; sizin onu bulmanız değildir... Sizin onu bulmanızın nedeni; o paranın oraya düşmesidir... Ama siz o paranın amacı değildiniz... Sizin de amacını o parayı bulmak değildi... Ama bir biçimde buldunuz işte ve amaçsız nedenlerden dolayı o paraya sahipsiniz... Ayrıca evrende olup bitenlere kimsenin gücü yetmiyor; bunu biliyoruz... Bunu bilebilmemiz için bir dinin bunu söylemesi gerekmiyor... Kainata gücümüzün yetmemesi; öyleyse, pek ala başka bir Tapınının da varlığını ortaya koyabilir öyle değil mi?
-
Allah ın varlığını ispatladım
Hiç bir şey elbette ki kendiliğinden var olamaz... Her şeyin bir nedeni vardır... Biz "Nedenselliği" hep, doğa karşısında aslında oldukça küçük ve çelimsiz ama içerisinde oldukça nitelikli; yine de kusurlu; kendi merkezinde düşünmekten kurtulamadığı için kusurlu beynimizle yorumluyoruz; ki zaten bunu yapabileceğimiz başka bir organımız da yok! Hiç bir şey yoktan var olmamıştır... Yoktan var etmek diye bir eylem hiç olmamıştır... Nesnenin olmadığı yerde, nesnenin yerini doldurabilecek başka bir nelik; enerji mutlaka vardır... Doğru yanıtları bulman için doğru soruları sorman ve doğru yanıtlar üzerinden tekrar doğru soruları sorman ve bu süreçte devamlı doğru çıkarımları yapabilmen gerekmektedir... Kendinizce ispatladığınızı düşündüğünüz şeyin genel-geçer bir gerçekliği yoktur... Mesela ben neden var oldum? Doğumumdan yaklaşık 9 ay kadar önce insanlık için küçük ama benim için çok büyük bir yarışta 23 kromozomlu bir yapının ilk galibiyetini alarak 23 kromozomlu başka bir yapı ile birleşme birinciliğini elde etmesi ile "Ben" var oldum... Benim ortaya çıkmamı sağlayan bireyler de yine doğumlarından hemen hemen aynı süre önce böyle bir yarışmanın galibi olarak var oldular; tıpkı siz ve ebeveynleriniz gibi... Allah neden yok? Soruyu şöyle sorabiliriz belki: Xarph dağının arkasında beş gözlü ve pembe bıyıklı Kronorph kişisi niçin yok? Yokluğun "Neden olmadığı" sorulabilir mi?
-
Allah ın varlığını ispatladım
Söylemleriniz ve savlarınız kesin bir bilimsel kanıt oluşturamaz. Yalnızca soyuta atanmış basit bir uslamlamadır... Öncelikle "Varlık" diyebileceğiniz şey yalnızca "Nesne/Madde/Meta" değildir. "Enerji"de varlığın bir yönü, bir biçimidir. Gezegenler ya da sizin "Nesne" dediğiniz öğeler yokken, "Enerji" vardı... Hem de bir noktada sonsuz yoğunluğa ulaştıktan sonra nesnel gerçeklik kazanan bir enerji... Şu halde "Sonsuz Boşluk" denilen ortam aslında iliklerine kadar "Enerji" ile dopdoludur... "Yokluk" diyebileceğiniz bir tanımlamadan olabildiğince uzaktır; Çünkü salt enerjinin varlığı, yokluk demek değildir... Olur, Felsefe ile de devam edebiliriz... Sonsuz Boşluğun aslında "Sonsuz Enerjinin Var Olduğu Bir Ortam" olduğunu boylu boyunca anlatmama gerek yok... Ama şunu ayrıntılamak isterim: Enerji, sonsuz yoğunluğunda nesnel bir gerçekliğe dönüşmeden yani enerji, madde formuna dönmeden önce; Yani kısaca "Madde/Nesne" yokken var olan o ortamda "0"ı tanımlayabileceğimiz bir değerlendirme sabiti yoktur. Çünkü 0'ı bir başlangıç ya da merkez olarak kabul edebileceğimiz Fizik kurallarının geçerli olabileceği Fizik yani Nesne yoktur... Salt Enerji yani o sonsuz boşluğu aslında tamamen kaplaya enerji henüz nesnel bir ivme kazanmadığı için fizik/nesne kanunları da doğal olarak yoktur. Ha ama "Fizik/Nesne"nin olmaması, o Salt Enerji'nin kanunlarının olmadığı anlamına gelir mi? Gelmez... Çünkü belirli ancak bizim algımızdan ve belki de tespit edebileceğimizden çok daha aşkın olarak kendisine özgü kuralları vardır ki eninde sonunda o kurallar çerçevesinde nesnel formuna dönüşmüştür. Dolayısı ile sıfırı yok etmek ya da var etmek veya bilmem kare kökünü alıp üç eklemek gibi bir uslamlama yapamazsınız... Ha ama sizi şu "0 Noktası" denilen şey yanıltabilir. Enerjinin nesne formuna dönüşmeden yani Big-Bang'den hemen önceki sonsuz yoğunluğuna "0 noktası" denir. Bu sıfır noktasında nesnel yasalar işlemez, çünkü henüz nesne yoktur. Ancak bu "Yokluk" demek değildir, çünkü bir "Varlık" olarak "Enerji" vardır. Enerjinin de kendi yasaları vardır. Belki biz tam olarak çözemiyoruz ancak var. Var ki; bu yasalar işledi ve enerji yoğunluğu nesnel bir forma dönüşebildi; Devinimi sürdü... Bu, kaçınılmaz olandı... O sonsuz boşluğun içinde algılanabilen şey yalnızca madde değildir. Enerji'de algılanabilir... Tübitak Bilim ve Teknik Dergisi, bir kaç sene önceki bir yayınında uzayın bomboş olmadığını ve tespit edilebilen her köşesinin enerji ile dopdolu olduğunu ortaya koymuştu. Ayrıca, Maddeyi "1" olarak tanımlayamazsınız... Enerji ne oluyor o zaman? Sıfır mı? Enerji doğal etkenliği bakımından sıfır olamayacak tek şeydir... Enerji hep vardır, o sizi dinlemez, sözünüzü tınlamaz... Kendi yolunu izler, ilerler... Değişir, değiştirir, etkiler, sürüklenir ama size bakmaz, sizden etkilenmez... O kendisini ortaya koyar, sizin tanımlamanızı umursamaz... O varlığı yaratan birisi olduğu çıkarımı yapılamaz. Çünkü öncelikle atadığınız numaralandırma oldukça tutarsız... Sonralıkla da bunların ardından yaptığınız çıkarım nesnel bir gerçekliğe dayanmaz... Öncelikli önem "Soru"dadır, "Yanıt" sorudan daha önemli değildir. Her zaman söylerim; "Doğru yanıtları bulmak ve doğru çıkarımları yapmak için; doğru soruları sormak ve ardından doğru soruları sormak gerekir..." Sorduğunuz sorular ve yaptığınız çıkarımsamalar ortada... Niye? Eğer bu çıkarımlar sizi bir Tapınının varlığına götürebiliyorsa; ben bu çıkarımlara dayanarak benim paramı Ali'nin çaldığını da iddia edebilirim! Eğer Doğanın yaratıcısı, dinin sahibi ise; Dinin, doğa yasaları ile kesin bir tutarlılık sergilemesi gerekir... Henüz dinlerin doğa yasaları ile kesin bir tutarlılık izlediğinin tanıtlanabildiğini pek sanmıyorum... Size uslamlamalarınızda başarılar...
-
ZAZADAN MEKTUP
Bende bunu daha önce anlattığımı ve tekrar anlatmanın anlamsız olduğunu söyledim... Yeterince açık sanırım... Diyarbakırlı; Atatürk dönemi sonrasını, Atatürk'ün "Ne Mutlu Türküm Diyene" ya da "Bir Türk Dünyaya Bedeldir" söylerini hedef alarak mı sorguluyorsun? Aman yaa, açık, tutarlı ve net ol lütfen... Ayrıca şunu eklemek istiyorum; Atatürk elbette ki eleştirilmez ve sorgulanamaz değildir. Elbette ki onun da eksik ya da hatalı veya sonradan yanlışlanabilecek politikaları olmuştur... Benim demek istediğim; Atatürk'ün "Ulusalcılık" ve "Türk/Vatandaşlık" anlayışı bellidir... Hem de Etnik-Milliyetçilik ile suçlanamayacak kadar nettir... Sorgularken, en azından Etnik-Milliyetçilik ile suçlamama erdemliliğini göstererek sorgulayın... Örneğin Atatürk'ün Afetinan'a yazdırdığı Medeni Bilgiler kitabının yayınlanıp yayınlanmaması gibi bir tartışma vardı geçmişte... O kitabın içeriği ve demokrasi anlayışı bellidir... 1930ların demokrasi anlayışı vardır ve elbette ki günümüzün demokrasi anlayışı ile birebir örtüşemez... Bu açıdan eleştirilebilir, hatta dönemi ile örtüşüp örtüşmediği de eleştirilir ama günümüzün gerisinde olmakla suçlanamaz; Çünkü doğası gereği geridedir... Zamansal fark var çünkü... Şunu da belirtmek isterim; Atatürk'ü ve benimseyişlerini bir dogma haline getirmek oldukça tehlikelidir. Zaten kendisi de ardında bir dogma ve kutsal ayet bırakmadığını söyler... Eleştirilemezleri yoktur yani... Bunları yalnızca bir örnek olarak veriyorum; konuyu kaynatmak istemiyorum... Özetle şunu diyebilirim; Eleştiri ve tespiti doğru hedef üzerinde yapmak gerekir... Senin "Atatürk Sonrasını Eleştiriyorum" demene karşın bir çok iletinde Atatürk'e doğrudan atıldığını görüyoruz...
-
en korkunç filim hangisi?
"Shutter"i izlemenizi tavsiye ederim... Ben korku filmlerini pek sevmem ama bu film hakkaten güzel... Hele hele fotoğraf çekme merakınız varsa... Hatta foto-şip-şak varsa elinizde, bir süre el süremeyebilirsiniz... Kore yapımı bir filmdir... Ve emin olun; sonunu kestiremiyorsunuz...
-
Erdoğan: Partime 'AKP' diyen ******
Yok yeaaa... Adamlar zaten ABD referanslı kapak attılar Türkiye'ye... ABD nasıl yarattıysa, gitsinler geriye ABD'ye... Arap Ülkeleri de bize yakın; Arap Ülkelerine giderlerse kurtulmuş sayılmazuk...
-
ZAZADAN MEKTUP
Bunu defalarca anlattım... Umarım dönüp inceleme inceliğini gösterirsiniz... Özet olarak; Öncelikle Selçukluların Oğuzlara yönelik politikalarını; Sonra Osmanlının başından temel alarak Türk Beyliklerine ve 1402 Ankara savaşından sonra ve Yavuz Sultan Selimden beridir Anadolu, Kürtler ve Türkmenler üzerindeki politikaları ayrıntılı olarak incelemelisin... Ayrıca Abdülhamit'in Hamidiye alaylarını da detaylı bir biçimde araştırmalısın... Bunların hepsini anlatmıştım ve tekrar kafa şişirmek istemiyorum; zira sıkılmış olanlar mutlaka vardır aynı şeyleri yazmamdan... Yine de çok isterseniz özel olarak Ö.M.'den anlatabilirim... "Azınlık" ve "Asli Unsur" gibi bir ayrımın İnsani olduğunu düşünmüyorum. Lozanda da "Azınlık" gibi bir ayrıcalık tanınmamıştır hiç bir zümreye... BÖLÜM III. AZINLIKLARIN KORUNMASI MADDE 37. Türkiye 38. ile 44. Maddelerde yer alan hükümlerin temel yasa olarak kabul edileceğini ve hiçbir yasa, yönetmelik ya da resmi uygulamanın bu hükümlerle çelişmeyeceğini; hiçbir yasa, yönetmelik ya da resmi uygulamanın bunlardan üstün olamayacağını taahhüt eder. MADDE 38. Türk hükümeti doğuş, milliyet, dil, ırk ya da din farkı gözetilmeksizin Türkiye'de yaşayan herkesin hayat ve özgürlüğünün tam olarak korunmasını teminat altına almayı taahhüt eder. Türkiye'de yaşayan herkes kamu güvenliği ve ahlaka aykırı olmadıkça ister halk arasında (public) ister özel yaşamında her tür itikat, din ve inancın gereğini yerine getirmekte özgür olacaktır. Gayrimüslim azınlıklar, bütün Türk uyruklular için ülkenin bir bölümü ya da tamamında Türk hükümetince ulusal savunma ve kamu düzeninin korunması gerekçesiyle alınan önlemlere tabi olarak, seyahat ve göç etmekte tam özgürlük sahibi olacaktır. MADDE 39. Gayrimüslim azınlıklara mensup Türk uyruklular Müslümanlarla aynı yurttaşlık haklarına ve siyasal haklara sahip olacaktır. Türkiye'de yaşayan herkes, din farkı gözetilmeksizin yasa karşısında eşit olacaktır. Hiç bir Türk uyruklunun, örneğin kamuda işe alınma, kamu görevi yerine getirme ya da onurlandırılma ya da iş ve meslek edinme gibi yurttaşlık haklarından ve politik haklardan yararlanmasında din, itikat ve inanç farkı gözetilmeyecektir. Hiçbir Türk uyruklunun özel ilişkilerinde, ticarette, ibadette, basında ya da her tür yayında ya da halka açık toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanmasına kısıtlama getirilmeyecektir. Resmi dilin mevcut olmasına bakılmaksızın Türkçe konuşmayan Türk uyruklulara mahkeme önünde kendi dillerini sözel olarak kullanmaları için yeterli olanak sağlanacaktır. MADDE 40. Gayrimüslim azınlıklara mensup Türk uyruklular yasa karşısında ve gerçek yaşamda öteki Türk uyruklularla aynı muameleyi görecek ve aynı güvenceye sahip olacaktır. Özel olarak, , buralarda serbestçe kendi dillerini kullanmak ve kendi dinlerinin gereğini yerine getirmek hakkına sahip olarak, masraflarını kendileri karşılayarak, her tür hayır kurumu, dinsel ve toplumsal kurum, her türden okul ya da eğitim ve öğretim amaçlı başka kuruluş kurmak ve denetlemekte eşit hak sahibi olacaklardır. MADDE 41. Kamusal eğitim için Türk hükümeti gayrimüslim uyruklarının hatırı sayılır bir oranda yaşadıkları kent ve ilçelerde böylesi uyruklarının çocuklarına ilköğretim okullarında kendi dilleri aracılığıyla öğretim verilmesi için yeterli olanak sağlayacaktır. Bu hüküm Türk hükümetini bu okullarda Türkçe'yi mecburi dil kılmaktan ala koymayacaktır. Gayrimüslim uyruklarının hatırı sayılır bir oranda yaşadıkları kent ve ilçelerde bu azınlıkların eğitim, din ya da hayır amaçlı devlet, belediye ya da başka bütçelerden yararlanmaları ya da bu bütçelerin kullanılmasında hakkaniyetli bir pay almaları teminat altına alınacaktır. Söz konusu paylar, bu kurum ve kuruluşların yetkili temsilcilerine ödenecektir. MADDE 42. Türk hükümeti, gayrimüslim azınlıkların, aile içi ve kişisel anlaşmazlıklarını kendi adetlerine göre çözmelerine izin verecek önlemleri almayı taahhüt eder. Bu önlemler, eşit sayıda Türk hükümet temsilcisi ve söz konusu azınlıkların her birinin temsilcilerinin yer aldığı özel komisyonlarca ele alınacaktır. Görüş ayrılıklarında Milletler Cemiyeti Konseyi ve Türk Hükümeti aralarında anlaşarak Avrupalı bir avukatı hakem tayin edecektir. Türk hükümeti yukarıda söz edilen azınlıkların kilise, sinagog, mezarlık ve diğer dinsel kuruluşlarına tam koruma sağlamayı taahhüt eder. Halihazırda Türkiye'de mevcut sözü geçen azınlıkların inanç vakıflarına ve din ve hayır kurumlarına bütün olanak ve yetkiler tanınacak ve Türk hükümeti yeni din ve hayır kuruluşlarının kurulması için, bu türden diğer özel kurumlara garanti edilen gerekli olanakların hiçbirini reddetmeyecektir. MADDE 43. Gayrimüslim azınlıklara mensup Türk uyruklular inançlarının ya da dinsel telakkilerinin ihlaline yol açabilecek hiçbir eylemde bulunmaya zorlanmayacak ve kendi tatil günlerinde mahkemeye çıkmadıkları ya da herhangi bir yasal işlemi yerine getirmedikleri gerekçesiyle herhangi bir kısıtlamaya uğratılmayacaktır. Bununla birlikte bu hüküm böylesi Türk uyrukluları, kamu güvenliği gerekçesiyle bütün öteki Türk uyruklulara getirilen mecburiyetlerden bağışık kılmayacaktır. MADDE 44. Türkiye, bu bölümde yer alan önceki maddelerin Türkiye'nin gayrimüslim uyruklarıyla ilgili bölümlerinin uluslararası ilgiye mahzar mecburiyetler oluşturduğunu ve Milletler Cemiyetinin teminatı altında olduğunu kabul eder. Bunlar Milletler Cemiyeti Konseyinin çoğunluğunun onayı olmadıkça değiştirilemez. Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, ve Japonya, Milletler Cemiyeti Konseyi'nin çoğunluğunca onaylanan bu maddelerin herhangi bir şekilde değiştirilmesine onay vermeyeceklerini kabul ederler. Türkiye ayrıca, Türk hükümetiyle anlaşmayı imzalayan devletlerden herhangi biri ya da Milletler Cemiyeti üyesi başka herhangi bir devlet arasında bu maddelerden kaynaklanan hukuksal ya da olgusal sorunlarda ortaya çıkacak herhangi bir görüş ayrılığının Milletler Cemiyeti Sözleşmesinin 14. Maddesi uyarınca uluslararası bir anlaşmazlık olarak ele alınacağını kabul eder. Türk hükümeti, böylesi herhangi bir anlaşmazlığın, diğer taraf bunu isterse, Uluslararası Daimi Adalet Divanınca ele alınacağını kabul eder. Daimi Divan kararı nihai olacak, hüküm, Sözleşme'nin 13. Maddesi ile aynı kuvvet ve etkiye sahip olacaktır. MADDE 45. Türkiye'nin gayrimüslim azınlıklarıyla ilgili olarak bu bölümdeki hükümlerde tanınan haklar aynı şekilde Yunanistan tarafından kendi topraklarındaki Müslüman azınlığa tanınacaktır. Lozan dışında ve sonrasındaki kasıtlı kısıtlamalardan Lozan ve Atatürk dönemi Türkiye'si sorumlu tutulabilir mi? Yanıtlamak isteyen varsa ve yanıtlanırsa sevinirim... Saygılarımla...
-
4 Kitap...
İlk kitap; "Atatürk ve Aydınlanma" Yazarı, Doç. Dr. Kemal ARI... Kitap, Atatürk'ü çeşitli yönleri ile ama asıl önemlisi "Atatürk" dediğimiz kimsenin aslında kim olduğunu anlatıyor... Şimdi aklınıza "Mustafa" filmi gelebilir... Hani şu, "Atatürk"ü güya "İnsani Yönü" ile anlatan ama aslında amaçlı olduğunu düşündüğüm film... Açıkçası parantez açmak istiyorum; Can Dündar önce "Sarı Zeybek" ile insanların sevgisini ve güvenin kazandı, Sonra "Mustafa" ile de asıl amaçladığı darbesini vurdu... Aynen Lord Kinross'un "Ataturk: the Rebirth of a Nation/Atatürk: Bir Milletin Yeniden Doğuşu" adlı kitabı ile önce sevgiyi kazanıp, sonra "Kutsal Anadolu Toprakları" ile de asıl amaçlı darbesini indirmesi gibi... Ya da bende bu izlenimi yarattı(lar)... İşte "Atatürk ve Aydınlanma" ise Atatürk'ü "Atatürk" yapan şeylerle anlatıyor... Örneğin Halkın katılımını amaçlayan Cumhuriyetçi bir sistemi amaçlamasının nedeninin ne olduğunu irdeliyor; içki içmesi ya da evlenmesi gibi sadece kendisini bağlayan şeyleri değil... Hani biz hep; Abdülhamit'in istibdatından ve Osmanlının çöküşünün kaçınılmaz olduğundan, sisteminin çağa uymadığından yola çıkarak anlatırız... Bu kitapta ise Atatürk'ü ortaya koyan şeylerin aslında sadece bu yarım yüzyıllık süreç olmadığını; çağlar ötesinden, hatta Aristo'dan akıp Jan Jak Rousseau'dan fışkıran ve Türk Devriminde kendini ortaya koyan çok başka şeyler olduğunu görüyoruz... Ve açıkçası; bizi buna ikna ediyor... Tam da benim sevdiğim gibi; Felsefe ağırlıklı bir kitap... Devamının geleceğini hissettiren bir kitap... İkinci kitap ise: "Rutan Aşireti ve Necimoğulları: Milli Mücadeleden Günümüze..." Yard. Doç. Dr. Kenan Kırkpınar'ın yazdığı eser, İstiklal Madalyası almış ve Kurtuluş savaşına aktif destek vermiş, Mardin/Derik'li Rutan Aşiretinin geçmişini ve bugünün anlatıyor... Devletin "Kürt" algısından, Kürtlerin "Devlet" algısına ve Cumhuriyet sürecindeki ayrışmalara ya da bütünleşmelere başka bir açıdan; bir aşiretin çerçevesinden bakıyor... Üçüncü kitap; "Tarih Yaşanmış Hayattır; Şerafettin Turan ile Söyleşi" Okutman Alev Gözcü'nün söyleşi olarak ortaya koyduğu eser, Hocaların hocası olarak da bilinen Şerafettin Turan'ın bir biyografisi ve röportajı niteliğinde... Kitap oldukça kalın ama zaten Şerafettin hocanın hayatına bakacak olursak az bile; çok derin birisi... Çünkü bir ay kadar önce kendisi ile tanışma fırsatı buldum ve 80 yaşını geçmiş olan Prof. hala capacanlı görünüyordu... Hala gözleri tam bir devrimci olarak bakıyordu... Atatürk'ün "benim nazarımda 70 yaşındaki bir devrimci hale ter-ü taze genç; 20 yaşındaki bir yobaz ise yaşlıdır" sözü aklına geliyor insanın... Şerafettin hoca oldukça da esprili birisi... Dördüncü kitap; Yine Kemal ARI'nın "Türk Ticaret-i Bahriyesi ve Mübadele Gemileri" adını taşıyor. Bu kitap e-kitap olarak da yayınlanmakta... Şuradan okuyabilirsiniz... Gemiler sadece demir yığını mıdır? Belki size öyle gelebilir... Ama içlerinde taşıdıkları hayatlardan aldıkları parçalar ile kendi ruhlarını oluşturmuşlardır belkide... Onlarca göçmenleri taşıyan bu gemiler gibi... Bu kitapları alabilirseniz eğer önsözlerine ya da teşekkürler bölümlerine bir bakmayı ihmal etmeyin... Belki tanıdık isimlere rastlarsınız...
-
Bisiklete meraklımısınız? Hergün kullanıyormusunuz?
Hımmm...Demek ki Shimanoo'nun zincir ile ilgili sorunu evrensel bir geçerlilik gösteriyor... Valla yeni bir bisiklet alır almaz, vitesini senin söylediğin vites ile değiştireceğim ya da o mekanizmanın bulunduğu bir bisiklet alacağım; çok heveslendim... Bisikletle bir bütün olunca, en ufak bir aksaklığını hissediyorsunuz ya hani? Çok süper bir duygu... Benim ehliyetim yok ve açıkçası araba sürmeye hevesim de yok... Ama kardeşim mesela; biz araba ile giderken durup dururken "bir sorun var" diyor... Adam yılların ustası tabi, anında tespit ediyor... Onun ne hissedipte anladığını biliyorum; Bisiklet sürerken bana da olur; Gidon mu hafif oynası, sele mi eğrildi, lastik mi indi azcık, pedal ya da tekerlek göbeği mi sarsıldı, zincir mi kopacak! (bu biraz kehanete giriyor )... Bak şimdi yaa, heveslendim... Dizüstü almak yerine acaba bisiklet mi alsam? Şimdilik boşver yaa; bisiklet için tezimi tehlikeye sokmayayım Ben BMX ile bir kaza yapmıştım... Bizim mahallede, sokağın ilerisinde eğimi dik ama kısa bir yokuş var ve devamı yine düz yol... O düz yoldan BMX ile son sürat geliyordum; tabi frenlere güvenerek... O kadar hırs yapmışım ki... O kısa yokuşta da iyice hızımı aldım tabii ki, bizim mahallede bir baktım arka fren salmış kendisini. Ön frene bir asıldım o hızla, havada nasıl takla attımı bende hatırlamıyorum. Meğer ön fren çok iyi tutuyormuş adi... Arabalarda hani bir yüzde vardır; Ön fren %70, arka fren %30 tutmalıdır... İkisi ayrı ayrı %100 tutmamalı... Bisiklette de ön fren, arka frenden çok daha yumuşak olmalı ve asla sıktığında ani fren koyacak kadar sert olmamalı... Arka fren de yumuşak olmalı ama sıkı ve güvenilir olmalı... En sevmediğim şey o frenin ciyyyk diye ötmesi yok mu? Adi frenden ve janttan oluyor; ayarlarından da kaynaklanıyor. Benim bisikletim çelik janttı valla, parlıyordu ayna gibi... Abi bisikleti tehlikeli yerlerde süreceksin ki tadı çıksın
-
Şİİ YORUMLARI İLE ZİNAYA KILIF
Size dikkatimi çeken çok güzel bir ayrıntıyı söylemek istiyorum... Arşivde rastladığım bir bilgidir: (burada 'tıkır tıkır tıkır' diyerek daktilo sesini hayal edin...) Tarih: 14 Ocak 1982 Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi Sayfa: 7 Konu Başlığı: "Öldürülenler vahşi hayvanlardır" Yer: İzmir Kent Arşivi Saat: 13:30 (bunu sallıyorum...) "Öldürülenler vahşi hayvanlardır" Söylemde bulunan kişi ise Humeyni... "Devrimci!" Humeyni... Gerçi Humeyni'ye nasıl devrimci denilebiliyor hala anlamış değilim ya neyse... Başlığı ilk okuduğumda, Humeyni'nin bir av partisi düzenlediğini ve avlanması yasak hayvanları avladığını ama tepki çektiği için böyle bir şey söylediğini düşündüm... (ne kadar iyi niyetliyim ben yaaa; kahretsin...) Haberin tamamını okuyunca dehşete düştüm; İran İslam Devrimi'ni desteklemeyen ve özellikle sol eğilimli olan bir çok insan öldürülüyor... Öldürülen insanların neliği Humeyni'ye sorulunca, sırf özellikle düşüncelerinden ve eğilimlerinden ve de kendisi gibi düşünmediklerinden dolayı öldürülen bu insanlar için "Onlar *******, biz insan öldürmedik hiçbir zaman; ****** öldürdük!" diyor... Vicdanı rahat ve bu yaptıklarını da Kur'an-ın ve peygamberinin şefaatine dayanarak ya da daha doğru bir söylemle; dayandırarak söylüyor... Şunu çok merak ediyorum; Atatürk'ü sevmediğini ve Humeyni'yi ise çok sevdiğini söyleyen Nuray Bezirgan, acaba bunları gerçekten biliyor muydu? Her şeyi bir kenarıya bırakın, bakış açısı belli; "Benim gibi düşünmeyen, vahşi bir hayvandır ve yaşamaya hakkı yoktur." Tam da Nuray Bezirgan'ın kafa yapısı işte bu aslında... Yakışır aslanıma...
-
Erdoğan: Partime 'AKP' diyen ******
Abi bunu okuyunca yerlere yattım gülmekten... Valla küfür gibi algılayabilir Tayyip... Her an Ergenekon'dan içeri alınabilirsin; dikkat et...
-
Ermeni sorunu
Öncelikle şunu söylemek istiyorum ki; tartışmaya, her ne kadar by_x_man ile pek sıcak başlamamış olsak bile "yiğidi öldürüp hakkını vereceksek" eğer, "İnsanlık" ve "İnsan Hakları" konusunda beni düşünmeye ittiğini, düşündürdüğünü söylemek istiyorum... Ben, Ülke içi birlik düşüncesinde ilke olarak "Ulusalcılık"ın en olası alternatif olduğunu ve Etnik-Milliyetçiliğin ise, ister Türk ve ister Kürt kökenli olsun daha ilkel ve ayrışmaya öykünen bir yapı olduğunu kabul ediyordum... İnsanların, elbette ki "İnsanlık" temelinde buluşmaları gerektiğinin de ayırdındaydım; ancak bunun Ülke içi birlik ilkesi olabilmesi bakımından kullanılabilir bir harç olarak hayata geçirilmesini o kadar olası bulmuyordum ya da belki de bu açıdan yeterince düşünmemiştim... Ancak by_x_man'in yukarıda alıntıladığım ve daha öncede aynı paralelde dile getirdiği düşünce, yani "İnsani Bakış"ın "Ulusallığın" da üzerinde olabileceği benimseyişinin olabilirliği bana çok uygun geldi. Daha önce; Ulusallığın eleştirilebilmesi için, Ulusalcılıktan daha yetkin ve geçerli bir benimseyişin ortaya koyulabilmesi gerektiğini söylemiştim ki, by_x_man'ın ifadesi bununla büyük oranda örtüşüyor. Ulusalcılığın, by_x_man'ın söylediği "İnsani Bakış Açısı" ile uyumlu bir biçimde benimsenebileceğini; ikisinin bir bütün ya da aynı bütünün birer yüzü olarak ele alınabileceğini ve Ulusalcılığın "Etnik-Milliyetçilik" demek olmadığını benimsiyorum... Ancak itiraf etmeliyim ki; İnsan Haklarının, Ulusalcılık ile birlikte var kalarak ancak yine de Ulusalcılığın da daha üzerinde öngörülmesi ve öyle benimsenmesi tabii ki ideal geliyor... by_x_man ya da diğer arkadaşlar bu görüşü paylaşır ya da paylaşmaz bilemiyorum; Ancak benim örgütlediğim düşünce örüntüsü budur ve tutarsızlığı ortaya konulana kadar bunu savunmaya devam edeceğim... Saygılarımla... Diyarbakirli... Gerçekte böyle düşünmediğini ikimizde çok iyi biliyoruz...
-
Ermeni sorunu
Ben senin yerine çizerim merak etme sardunyam...
-
Bisiklete meraklımısınız? Hergün kullanıyormusunuz?
SRAM kullanmadım ama Shimano'dan hiç sorun çekmedim ben. Gerçi vites geçişleri tıkır tıkır, sesli oluyor ama... Pek duyulmamış bir marka daha vardı, kuzenimin bisikletinin vitesi oydu ama çabuk bozuluyordu, her hafta ayarlıyordum yeni baştan... Bisikletin en zevkli kısmı vites ayarları bence, ofak ofak vidalar falan; kaldır arka tekeri pedalı çevir; olmadı bi daha sık-gevşet... Bizim buradaki tamirciler sevmezdi beni; herkesin bisikletini ücretsiz tamir ederdim; tabi alet-edevatı buldukları sürece... Neyse, konu Shimano'ydu... Shimano bana zinciri zorluyormuş gibi gelmiştir hep; Tek sorunum bir kaç kere zincir değiştirmem olmuştu; İlk zincir kopunca artık dikiş tutmaz yenisi... Bisikletin en zevkli kısmı elleri bırakarak sürmek bence... Bir keresinde amcamların oturduğu tepelik ama tatlı bir yokuşu olan semtte, en tepeden ellerimi bir bıraktım... Sonuna kadar... Süperdi...
-
Erdoğan: Partime 'AKP' diyen ******
İyi de a.k. partisi de pek hoş olmuyor ki... Her anlama büreyebilir tayyip bu kısaltmayıda... Yeter ki bürümek istesin...
-
Benim "Fobim" Var!
Olmaz olur mu, vardır yaa... Geçenlerde bir olay geldi, hastaneye gitmek durumunda kaldık... Acil'deydik işte; etraf bir tarafları kesik, parça parça insanlarla doluydu. Gerçi ben kurban kesilirken de bakamam ama ogün gördüklerim hep aklıma geliyor, irkiliyorum falan... Kötü bir duygu; Sanki benim kolumu kesiyormuşlar gibi oluyor...
-
Benim "Fobim" Var!
Kesik Cilt/Ten ile ilgili fobi var mı? Gerçi bakmaya korkmuyorum ama bakınca kötü oluyorum, aklıma geliyor hep, irkiliyorum...
-
Ermeni sorunu
by_x_man... Daha önce söylediklerim bundan çok mu farklıydı?
-
Ermeni sorunu
Tamam, by_x_man; erdeminden inanılmaz feyz alıyoruz, aydınlanıyoruz ama kastettiğin eğer benim şu iletimse, ironi yapmak istemiştim... O biçimde katı düşünmüyorum elbette... **
-
Ermeni sorunu
Canın sağolsun dostum...
-
Ermeni sorunu
Anlatabildin de, Anlaşılabilindi mi? Sen Türkçü Etnik-Milliyetçi bir açıyla sordun, Ve aldığın cevapta Etnik-Milliyetçi bir cevap idi... Çünkü kendisi Etnik-Milliyetçi birisi...
-
Ermeni sorunu
Hayır, aksine; Ulusalcılık adı altında Etnik-Milliyetçilik yapılmasından nefret ediyorum. Öyle yapanlar yüzünden sizin gibi insanlar ortaya çıkıyor çünkü; olguların netliğini göremeyen... Eğer sen haksızlıklara bu Ulusun bir bireyi olarak değilde bir Kürt olarak karşı duruyorsan, Bende bu Ulusun bir ferdi ve bir "Türk oğlu Türk" olarak senin karşında duruyorum. Sen kendini bu devletin bireyi olarak görmüyorsan; Çok belli ki devlete bazı hesapları birlikte sormak düşüncesinde değilsin... Bende bu hesabı benimle sormayacak olana karşı, kendi devletimi pek ala savunacağım... Bütün iletilerimi ve iletilerini oku; Kimin gerçekte kardeşlik mesajı verdiği ve kimin aslında Etnik-Milliyetçilik yaptığı... Kimin de kardeşlik çağrısına hep olumsuz yanıt verdiği ortadadır... Şu andan itibaren, senin kabullerinden hareket ederek diyorum ki; Sen ve senin gibi düşünenler (aklı başında Kürt kardeşlerimi ayrı tutarım); Değil baskı altında tutulmayı Asimile edilmeyi fazlasıyla hak ediyorsunuz. Ne yazık ki!!! devletin hiç bir zaman Asimile politikası olamadığı için var kalabiliyorsunuz... Bir Türk Etnik-Milliyetçisinin hangi gerekçelerle ve niçin Etnik-Milliyetçi olup Irkını kutsadığını, Seni tanıdıktan sonra çok çok iyi anlıyorum... Ve işin ilginç tarafı; Demek ki adamlar hep senin gibi düşünenlerle karşılaştıkları için bu kadar kararlı ve tutarlılar... Daha önce de söylemiştim; Bir Türkçü Etnik-Milliyetçi arkadaşım, niçin bu kadar katı olduğunu sorduğumda, Artık yorulduğunu ve karşısındakilerin anlama yetisinin gerçekten kalıtsal olarak genlerinde taşınmadığını savlamıştı... Arkadaşımın haklı olduğunu düşünmeye başladım; Yine de hala yanılıyor olmayı umuyorum...