Zıplanacak içerik

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. tabi tabi, biz de yedik...
  2. Bu insanlar eski Türk Şaman Geleneğinin uzantısıdırlar. İslamiyet ile kendi öz inançlarını harmanlamışlardır. Görünüşte İslamidirlar ama temelleri, kökenleri Şamanist gelenektir. "Allah"a, "Çalap" "Tangrı" diye hitap ederler...
  3. Din bir Felsefe değildir. Felsefede sorgulayabilirsiniz, Dinde yalnızca iman edersiniz. İnsanlar dinsizken de huzur bulabilirler Hayatları daha da anlamlı olabilir. Konfüçyus bir din mensubu değildi örneğin! Din zararlı ellerde en zararlı silah haline de dönüşebilir. İstediğiniz her konuda kullanılmaya uygun hale getirilmeye müsaittir! İnsanların bir yaratıcı korkusu ile "İyi Birey" olmaları, o insanları "İyi İnsan" yapmaz. Akıllarındaki o "Yaratıcı" imajı yıkıldığında, "İyi İnsan" olarak kalmak için bir nedenleri kalmaz. İnsanlar "Tanrı Vardır" diye değil, ölçüleri "İnsan" olduğu için "İyi İnsan" olmalıdırlar. "Allah Vardır" diyerek suç işlemeyen bir insan, kafasındaki "Allah" imajı azıcık zedelendiğinde Ya da bir Allah'a inanmaktan vazgeçtiğinde, "Allah Vardır" diye işlemekten çekindiği suçları işlemek için artık bir nedeni kalmaz. O yüzden insanın "Sabiti", yine hiç bir biçimde değişmeyecek olan "İnsanlık Ölçüsü Değeri" olmalıdır. Kafanızdaki Tanrı fikri yıkılabilir ama kazandırdığınız takdirde o İnsanlık Ölçüsü yıkılamaz. Çünkü insan yaşadığı sürece "İnsan" olarak kalacaktır. O insan ister inançlı olsun, ister inançsız olsun; Bilinçli bir insana yakışmayacak hiçbir adi suça bulaşmayacaktır; Kendi insanlık onuruna yakıştıramayacaktır. Ayrıca şu da vardır ki, tüm ülkelerde hapishanede suçlu olarak bulunan insanların hemen hepsi inançlıdır. Oysa size göre suç işlememeleri gerekirdi! Demek ki din, suç işlemek konusunda o kadar etkili değilmiş. Ancak inançlı ya da inançsız bir mahkuma "İnsan Ölçüsünü" kazandırdığınızda, artık suç işlemekten çekinebiliyor. Tamam, bundan sonra neye inanıp inanmamamız konusunda size danışırız; olur mu? Ölçütümüz siz olursunuz...
  4. Kürtlere rağmen bir Kürt Devletinin hala kurulamamış olması olabilir...
  5. Sen bugünkü gömme adetlerinin tümüyle İslami olduğunu mu düşünüyorsun? Ölü gömme adetlerinde; mezara tahtalarını neredeyse 45 derecelik açı ile koymaktan, mezar taşlarının abide gibi dikilmesine kadar; Birisi öldükten sonra ardından 7, 41 ve 52nci günlerde tören yapılması, adına etli yemek verilmesi, helva karılması, başına taş dikilmesi, ölüyü kefenleme... Hepsi İslam öncesi Türk Kültürünün de geleneğidir zaten. Türkler Müslüman olduktan sonra bu adetleri bırakamamışlar ve en azından içine dua ekleyerek İslami bir hale bürümüşlerdir ve sürdürmüşlerdir. İnançsız bir insanda diyelim ki Türk ise eğer, İslami duaları o törenlere dahil etmeden o gelenekleri pek ala yerine getirebilir ve ölüsünü o biçimde gömebilir. Ayrıca Anne-Babalarımızın ölülerine de değer verdiklerini uslamlayarak/düşünerek, o inançsız insanları yumuşak olabileceklerini düşündüğünüz karınlarından vurmak amacıyla, onlara hakaret edermişçesine ve küçümsermişçesine bu biçimde bir ileti yazabilmenizi hiç ahlaki bulmuyorum. Biz genelde konularımıza anne ve babalarımızı ve hatta onların ölülerini bile dahil etmiyoruz. O yüzden biraz tartışma adabı edinerek tartışmaya katılırsanız çok daha verimli olur kanısındayım. Saygılarımla...
  6. Dostum, bu konuyu da konuştuk ve bak aynen yapılan tespiti aktarıyorum: O 44 kişinin öldürülmesindeki olay elbette ki devletin verdiği silahlar ile oldu ancak korucuların içinden geldikleri yapı onları kendi içlerinde sınıflaşmaya da itmiş. Yani o Aşiret yapısı içersinde 1nci Sınıf, 2nci Sınıf, 3ncü Sınıf biçiminde kendi aralarında kurgulanmışlar korucular. Ve o katliam çıkar çatışmasından dolayı meydana geldi. Zaten bu çok açık bir biçimde haberlere de yansıdı; kimse kadın-kız davası ya da töre ile sınırlamadı olayı. Yani bunu devletin eğitim götürememesine de yükleyebilirsiniz; Devlet o yapıyı yıkacak yönde bir eğitim de götüremedi diyebilirsiniz... Ancak götürdüğünde de, o yapıyı yıkmak istemeyenler bu sefer devleti Asimilasyon ile suçluyorlar! Götürmediğinde de devletin oraya sahip çıkmayışından yakınıyorsunuz... İyi de bu yapı nasıl çözülecek? "Gel gel gel" deyip, geleni döveceksiniz. Geri gittiğinde de "Hiç bize gelmiyorsun" deyip yakaracaksınız... Var mı böyle birşey. Bakın benim kaç yıllık arkadaşım, Van'da ilkokul öğretmenliği yapıyor. "Askerin giremediği köy" diye adlandırdığı köyde teröristler, eğitim vermesin diye tehdit ediyorlar. Göndere Türk bayrağı çektiği an teröristler basıyor okulu; tehdit... Ve buna köylüler de destek veriyorlar... Kaldı ki orada o öğretmen bir devlet propagandası da yapmıyor... Her deyişinizde: "bunlar küçük bir parçası" deyip geçiyorsunuz ama ya hu hırsızın hiç mi suçu yok? Ağasına kul köle olan, şeyhinin ayaklarına kapanan o halkın, Bilinçlenmeye direnen o halkın hiç mi suçu yok? Ya hu her dönem bir sürü araştırmacı gidiyor o bölgelere Ve emin olun takip ediyoruz... Her suçu devlete yüklüyorsunuz ancak ortada eğer bir Kürt sorunu varsa (ki ben etnisiteye atamıyorum), Bu sorunun baş aktörlerinden birisi devlet ise diğeri de o soruna ad olanların şeyhleri ve reisleri, çağdışı Aşiret ve Tarikat toplumsal yapılarıdır... Kürt Sorunu dediğiniz olgu Aşiretlerin varlığının kabul edilmesi durumu değildir. Aşiretlerin ve Tarikatların hala varlıklarını korumaları ve hala çıkar çatışmasını sürdürmeleri sorunudur asıl sorun. Olguları "devlet şunu yaptı, şurada şu işkenceyi yaptı, burada şu adamı helaya tıktı" diyerek çözümleyemezsiniz. Celali İsyanları, Kuyucu Paşa'nın küçücük çocuğun başını kesmesiyle bastırılmamıştır... Ama o çocuğun başını kesen Kuyucu Paşa asılsaydı da çözülemezdi; O çocuğun kafasını kesmeseydi de çözülemezdi. Osmanlının çıkıp farklı bir uygulama koyması ile de çözülemezdi. İsyancıların isteklerini yerine getirmesi ile de çözülemezdi. Çünkü asıl sorun başkaydı, tespit edilen sorun başkaydı; Asıl çözüm başkaydı ve çözüm olarak ortaya konulan şey bambaşkaydı. Kürt sorunu olarak tanımladığınız olguda da böyledir. Olay, Türkiye Cumhuriyetinin uyguladığı yasalarda bitmiyor. Dahada öncesinden geliyor ve daha da derine iniyor. Kürtler bugün bir "Vatandaş" olarak hak istemiyorlar. Ve gerek siz, gerek diğer arkadaşlar bunu hep hasır altı ediyorsunuz. Kürtler bugün kendilerini "Etnik Azınlık" olarak tanıyrak, mozaik olarak tanımlayarak hak yani ayrıcalık istiyorlar. Yani Lazların, Çerkezlerin, Rumların, Gürcülerin, Boşnakların ya da bilmem nelerin benzer sorunları Ne onların ve ne de sizlerin zerre kadar umrunuzda değil... İşte bu yüzden Etnik-Milliyetçi olarak tanımlanıyorsunuz ve Etnik-Milliyetçilik yapıyorsunuz diyoruz; ister istemez... Türkler ve Kürtler kadar bu devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes asli unsurdur. Türk ya da Kürt değildir sadece... Ama hangi Kürt, çıkıpta "Demorkasi" ve "Hümanizm" ayakları ile yaptığı çağrıları (ki özde etnik-millyetçi tavırlardır), Diğer bir unsur için de talep etmiştir? Bu ülke de Yahudilerin Türkleştirilmesi gazete kampanyaları ile reklamlarla yapıldı biliyor musunuz? 1930larda İspanyolca konuşan Yahudileri Türkleştirmek için kampanyalar yapıldı. Gazetelere reklamlar verildi. Türkçe konuşan Yahudiler ödüllendirildi. Ve işin ilginci bunu talep edenler Yahudi Birliklerinin kendisiydi... Peki Yahudi halk bunu gerçekten istiyor muydu? Bilmiyoruz; gerçekten bilmiyoruz... Bir referandum yapılmadı ama biliyorum ki kimse kendi benimsediği dilini değiştirmek istemez. Bundan başka Varlık Vergisi yaptırımı da çok tartışıldı; Yahudilere yönelik... Rumlara yönelik 6-7 Eylül olayları da var... Bir Hırant Dink'e yönelik öldürme eylemi bile var... Hepsi de acı ve eğer hesabı sorulacaksa Ulusça sorulması gereken olaylardır... Ama hiç birisinin hesabını sormada tek bir Kürt Aydını!!! ya da tek bir Kürt Hümanisti!!! veya tek bir Kürt Demokratı!!! yok... Bu nasıl Aydınlıktır, bu nasıl Demokratlıktır, bu nasıl Hümanizmadır? O yüzden bana gelip de "Olaylar başkadır, nedenleri şöyledir böyledir; hümanizm, demokrasi bla bla bla" demeyiniz... Demeyiniz, çünkü inandırıcı değil... Çünkü hala bu ülkenin vatandaşı olan insanlar, bu ülkeye hesap sorabilme öz hakkını kullanmak yerine; Kendilerini ayrı bir Etnik Azınlık olarak tanımlayı tercih ediyorlar ve söylemleriniz de; onların söylemleri... İşte o anda da benim hangi hakkı savunmam gerektiği karmaşası doğuyor ve hizmet etmemiz gereken erdemler allak bullak oluyor. İşkencelere, haksız yaptırımlara karşı çıktığım zaman; Etnik-Kürt Milliyetçiliğine hizmet etmiş oluyorum... Bunun karşısında devletin bütünlüğünü savunduğum zaman; İşkenceleri ve haksız yaptırımları hoş görmüş sayılıyorum... Öyle olmayabileceğini savlamayın; forumdaki onlarca iletide bunu ispatlayabilirim... Oysa ki derdim ne herhangi bir Etnik Millyetçiliği savunmaktır, Ne de devletin haksız uygulamalarını hoş görmektir. Ancak siz ve savunduğunuz akım, karşımıza yalnızca bu iki tercihi bırakıyor... Bu iki tercihi bırakıyor ki, daha kolay parçalanabilelim... Çok merak ediyorum; gerçekten de Kürtler sütten çıkmış ak kaşık mıdırlar? Toplumsal ve bireysel olarak hiç bir sorumlulukları ve yükümlülükleri yoktur yerine getirmedikleri? Neyse, kısaca Kürtlerin iki sorunu vardır; - Hala Aşiret ve Tarikat toplum yapısını ve o toplum yapısının onlara kazandırdığı Ortaçağ toplumsallaşma kültürünü bırakamamış olmaları... - Hala Vatandaşlık bağının ne demek olduğunu algılayamamış ve o bilinci kazanamamış olmaları... Uygulamalar zaten o değişmesi gerekenler üzerine kurulu sevgili Mavi... O değişimler sağlanmadıkça, o uygulamalar pek değişecek değildir. Değişse bile işe yarayacak değildir.
  7. Olay, kesinlikle bir "direniş"tir. Feodal ve Teokratik yapıyı korumaya çalışan ve bunu, olayı etnik-milliyetçiliği bile kullanarak sağlayan kesimin medeniyete karşı direnişidir. Bugün "Kürtlerin kültürü yok ediliyor" çığırışında bulunanlara aslında sormak isterim; Aşiret ve Tarikat yapısını beğeniyor musunuz? Bu çağa ve Kürt insanlarımızın sömürülmelerine yakıştırabiliyor musunuz? Beğeniyor ve yakıştırabiliyorlar ise ne ala; konuşacak bir şey yok. Ancak bu yerel egemen güçlerin korunmasını "Kültürün korunması" olarak algılayıp, Birde "İnsanlarımız sömürülmesin" diyebiliyorlarsa, bu büyük bir çelişkidir. Hem zaten hangi kültürün korunmasından söz ediyoruz? Ya da hangi kültür değişime direnebilmiş; Direnen hangi kültür yok olmaktan kurtulabilmiş? Bugün yapılan şey, Etnik-Milliyetçiliğin, Hümanizm ve Demokrasi kullanılarak meşru bir hale getirilmesi Ve bu kisve altında, aslında bölgenin Aşiret ve Tarikat yapısının korunmasıdır. Garibim bazı ilkeli etnik-milliyetçi arkadaşlar da bunu farkedemiyorlar, ben ona hayıflanıyorum. Onların sırtından amacını sağlayan da sağlıyor... Nasıl ki Demokrasi, şeriatçılar tarafından, daha ilkel bir ilke için araç olarak kullanılıyorsa; Kürt Etnik-Milliyetçileri de aynı ilkel ve çağdışı amaçları için demokrasi ve hümanizm yaftasını araç olarak kullanıyorlar. Hiç Etnik-Milliyetçilik, daha medeni bir düşünceden daha ileri olabilir mi?
  8. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Politika Bilimi
    İyi de, 1915 olaylarında halkın karşılıklı öldürüşmesinde masum insanların hayatlarını kaybetmesine biz de üzülüyoruz. Bizim (ya da benim) hoşum gitmeyen şey; bunu devletin planlı bir soykırım politikası ile yaptığının iddia edilmesidir. Kaldı ki durum bir soykırım amacından fersah fersah uzaktır.
  9. Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu'daki feodal yapı ve Aşiret sistemi çözülmedikçe hiçbir sorun ortadan kalkmaz. Bakın daha bugün, Sason'da araştırma yapmış bir akademisyen ile konuştuk. Sason'da büyük oranda Arapça konuşulduğunu tespit etmiş. Oysa ki Sason, Kürt ayaklanmalarının da çıktığı bir bölgeydi ve Kürtler, Ermeniler, Zazalar birlikte yaşardı. Ama şimdi büyük oradan Arapça konuşuluyormuş. Nedeni ise zamanında Türkiye'ye sığınan arapların, bölgeye yerleşmeleriymiş ve bölge Araplaşmış. Ama buna karşın Aşiret ve Şeyhlik yapısı hala devam ediyor. Hala şeyhinin abdes suyunu içen tarikatler, reisinin ayağını öpen aşiretler var. Siz o Ortaçağ feodal ve teokratik yapıyı çözmedikçe, istediğiniz kadar Devlete ya da başka bir unsura suç atın; Sorunun zerresini çözemezsiniz. Feodal ve Teokratik yapının değişmesini, çözülmesini istediğimizde, alıngan arkadaşlar "Siz Kürtlerin kültürlerini yok etmeye çalışıyorsunuz, asimile etmek istiyorsunuz" diye yaygara yapıyorlar. Nedir peki? Feodal ve Teokratik yapı bugün işler ve medeni bir yapı mıdır? İnsanların bir şeyhin kulu ve kölesi olması bu çağa yakışır mı? Bir reisin buyruğunda çalışması yakışır mı? Bu mudur kültür? Bu mudur Kürtlük? İster kabul edin, ister etmeyin... Kürtler, Ortaçağ Feodal ve Teokratik yapının kısıtladığı bir kültürde sıkışıp kalmışlardır. Bu yapı kırılmadıkça da hiç bir sorun düzelmeyecektir. Çünkü devlet ile sorunları olan aşiretlerin bu sorunlarının kaynağı, her zaman dediğim gibi, bu yapılarının Osmanlılar tarafından kayırılması ve korunmasına karşın, yeni Türk Devletinin bu yapıya uygun olmayan ve daha çağdaş bir yapılanmaya öykünmüş olmasıdır. Olay açık ve net bir biçimde Tarihsel olarak budur. Bugün hedef şaşırtmaca ile olay etnisiteye atanıyor olabilir; sorun o değildir...
  10. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Politika Bilimi
    Evet, Osmanlı arşivinin bir kısmının Bulgaristan'a kese kağıdı olarak satıldığı ve bir kısmının da Seka'ya atık kağıt olarak aktarıldığını da söylemem gerekiyor sanırım. Kim bilir nice değerli belge yok olup gitti. Şu an Bulgaristan'da, Osmanlı Arşivine ait olup, bizde olmayan belgeler var. Türkiye'nin en önemli Arşivcilerinden Prof. Dr. Atilla Çetin, içi sızlayarak anlatırdı bize...
  11. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Politika Bilimi
    Dünya Hepimizin, genelde devletler önemli olaylar tarihe mal olmadıkça resmi belgeleri ortaya çıkarmazlar. Örneğin İngiltere 50 yıl geçmedikçe hiçbir belgeyi ortaya koymaz. Aynı şey Amerika'da belki de daha uzun bir süre için geçerli. Bu uygulama evrenseldir; her devlet yapar bunu; olağandır... Türkiye'de ise henüz Osmanlı arşivinin 10da 1i okunamadı, açıklığa kavuşamadı... Türkiye'nin tarihçilik ile ilgili eksiklerini bilmiyorsunuz sanırım. Ben hayal etmiyorum; sizden okuduklarımı tanımlıyorum...
  12. Hakkaten limitsiz sallamışsın...
  13. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Politika Bilimi
    Bilmiyo musun kaplan, Türkler tarihte yoktur... Türklerin kendileri bile kendilerini tarihte görmezler ya da en azından yanlış görürler...
  14. Her yönetim ne için araçtır söyler misin? Demokrasi bir yönetim şekli değildir ki? Laiklik de bir yönetim şekli değildir, ne alaka? Bunlar; ilkelerdir, prensiplerdir. Laf oyunu yapmayın, ne dediğiniz anlaşılmıyor; açık ve net bir biçimde yazın ifadelerinizi... Değilse ben bu yazınıza bir yanıt vereceğim ama bu sefer "Yok ben öyle demek istemedim" diye yaygara yapacaksınız. O yüzden çok açık ve net, sade ve anlaşılır yazın lütfen... Tayyip Erdoğan'ın, "Demokrasi İlmi açıdan da bir araçtır" dediği günleri de biliyoruz. Şimdi bana gelip de, İlmi (bunun bizim bildiğimiz 'Bilim' olmadığı, heralde ki 'Leddün İlmi' olduğu bellidir) olarak demokrasinin bir araç olduğunu söyleyebilen birisini örnek göstermeyin. Demokrasi, bir araç ya da amaç olarak tanımlanamaz net bir biçimde. Yani sizin, ona nereden baktığınız ile ilgilidir bu. Eğer Şeriatçıysanız, demokrasiyi elbette bir araç olarak kullanıp, bir süre takıyye yapıp, kendi dininizin ilkelerini yerleştireceksinizdir, erleştirmeye çalışacaksınızdır. Eğer Demokratsanız, şeriatçı da olsa tüm fikirlere saygı duyacak ve herkesin kendisini temsil hakkını tanıyacaksınızdır; demokrasi korunduğu ve demokrasiyi koruyacak kendi koruyucu unsurlarının varlığı olduğu sürece kaygı yaşamayacaksınızdır ve demokrasi sizin için bir amaç olarak kalacaktır. Eğer Devrimciyseniz, Demokrasiyi araç olarak görüp sonunda onu sonlandırabilecek Şeriatçı akımların varlığını o kadar da kolay sindiremeyeceksinizdir, bir kaygı içerisinde olacaksınızdır kaçınılmaz olarak. Eğer Laik bir bakışınız da varsa, devlet sisteminde Şeriatçı akımların yer almasını elbette ki hoş karşılamayacaksınızdır; çünkü dinsel yönetim biçiminin laiklik ile kesinlile örtüşemeyeceğinin farkındasınızdır. Madem ki Tayyip Erdoğan'ı örnek verdiniz; Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bu en zeki!, en bilgili!, en bilimsel! ve hatta adeta zekası paçalarından akan başbakanının şu söylemini hatırlayalım: "Hem Müslüman hem Laik olunamaz. Ya Müslümansınızdır ya da laik. İkisi bir arada olmaz; ters mıknatıslanma yapar!" "Ters Mıknatıslanma"ymış... Şükür ki Kuantun'dan girip Genel Görelilik'ten çıkması bu tür tanımları yaparken Ünlü Düşünür! ve Feylesof! Tayyip Erdoğan... Bir müslüman açısından sorgulamıyorum ama dinsel dogmaları, toplumsal sistem olarak algılayan hiç kimse Laik ya da Demokrat olamaz... Hele hele devrimci hiç olamaz... Yüzlerce yıllık bilgilere takılıp kalır...
  15. Kimdi bunu söyleyen, biliyorum ben bu sözü. Hatta geçen gün bir arkadaşıma da bu sözü kullanmıştım... Ama bu söz erkekler için değil, kadınlar için söylemiştir aslında; Orada "Erkek" değil, "Kadın" yazması lazım...
  16. Hep bu örneği veririm ama insanların aklında yer etsin istiyorum: Ahmet Taner Kışlalı, Atatürk'ü sevmeyenler için der ki; "Bir İslamcı/Şeriatçı Atatürk'ü sevmemekte haklıdır. Çünkü Atatürk, o kimsenin istediği ve hayalini kurduğu düzeni yıkmış, yerine laik bir devlet kurmuştur." Şimdi bu noktadan bakınca bir kimsenin Laikliği baskıcı bulması, Özellikle herhangi bir dinin tasavvurlar ve emirlerini "Yaşamsal ve Toplumsal Hükümler" olarak, Ya da "Dünya Düzeni" olarak algılayan birisi için Laiklik Elbette ki "Baskıcı" olarak algılanacaktır. Aynen Tayyip Erdoğan'ın "Demokrasi"yi "Araç" olarak benimsemesi ve dile getirmesi gibi... İslamcı/Şeriatçı kesime göre demorasi elbette ki "Araç"tır, Çünkü amaçlarına ulaşmadaki en yumuşak karın ve en kullanılabilir şey Demokrasidir... Doğal olarak aynı kesim elbette ki Laikliği "Baskıcı", "Devrimciliği" ise "Soysuzlaşma / Kendine Yabancılaşma", "Ulusalcılığı" da "Irkçılık" olarak lanse edecektir...
  17. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Politika Bilimi
    "Ulusalcı" bir kimsenin tarihi gerçekliklerden korkmasını pek mümkün görmüyorum; kendimden biliyorum. Arşivlerin açılıp, sonuna kadar değerlendirilmesi konusunda en hevesli insanlardan birisiyimdir bir Tarihçi olarak. Gerçi Genel Kurmay hemen büyük çoğunluğunu zaten yayınladı ama siz, yayınlayanın Genel Kurmay olmasından dolayı, yayının "Taraflı" olduğunu düşünmeye eğilimlisinizdir tabi ki... Arşivlerin açılmasından korkup korkmamak temel olarak politikacıların sorunudur. Zaten Sözde Ermeni Soykırımı polemiği tamamen politik bir güdümden daha ileri değildir. Öyle ki bu polemiği sürdüren ve dillendiren hiçbir devlet Bilimsel olarak konuya eğilme tavrında olmamışlardır, olmayacaklardır. Olayın tarihsel bir gerçekliği yoktur; Eğer olsaydı, İngilizler İstanbul'u işgal ettiklerinde ellerinde bulundurdukları devlet arşivindeki tüm belgelere (vardıysa) ulaşma imkanındaydılar; ulaşırdılar. Ama ne İngilizlerin ne de başka bir işgalci devlet böyle bir belge gösterememiştir. Tuhaf değil mi bu sizce? Soykırım yaptığını iddia ettiğiniz devletin arşivi 3 yıl boyunca elinizde olacak... Ermenilerin katledildiklerini iddia ettiğiniz bölgede aylarca işgalci olarak kalacaksınız... Ama ne arşiv elinizde olmasına karşın tek bir soykırım belgesi elde edemeyeceksiniz, Ve ne de işgal ettiğiniz ve soykırımın yapıldığını savladığınız topraklarda, işgal süreniz boyunca tek bir Ermeni toplu mezarlığı bulamayacaksınız... Ve bende soracağım: Hiç mi sağ duyulu bir insan yoktur ki; Demokrat ve tarafsız olduğunu savladığı halde bunu sorgulamasın!?
  18. Geleceğe Dönüş III'de Dr. Emmet Brown'ın bir sözü var... Zaman Makinesinin, süreğen zamanda çarpıklıklara yol açmasına neden olduktan sonra onu yok etmeye karar veriyor önce Ve sonra şöyle diyor: "Önce Zaman Makinesini yok etmeliyim. Daha sonra evrenin henüz keşfedilmemiş iki alanına eğileceğim; Uzay ve Kadınlar." (ilki 'Uzay' olmayabilir )
  19. Laf oyunu yapmayın lütfen. Laiklik, kendi dinsel dogmalarını ve uygulamalarını genel-geçer kılmak isteyen herkes için kesinlikle "Baskıcı"dır. Eğer geçmişi ve halkı Hıristiyan olan bir ülke olsaydık, Laik uygulamalar Hıristiyanlık çerçevesinde biçimlenecekti ve o zaman da yine Laikliğin, Hıristiyanlığa karşı baskıcı olduğunu savlayacaktınız. Yahudi olasydık; yine aynı sonuçla karşılaşacaktık. Sonuçta Laiklik, her türlü dinsel yaptırımın kişinin iradesi dışında uygulanmasını engellemeye, din ve vicdan özgürlüğünü sağlamaya yöneliktir. İster İslam misyoneri olsun ister Hıristiyan; her türlü dini teşekküller elbette ki bundan doğal olarak rahatsız olacaktır. Kısaca "Baskıcı olan laiklik" ya da "Baskıcı olmayan laiklik" diye birşey yoktur. Laik ilke, dini kurallar karşısında elbette ki yaptırımcı ve kararlıdır.
  20. Biz hep Çanakkale Savaşları ile ilgili olarak Liman Von Sanders Paşa'ya olumsuz gözle baktık ya da baktırıldık. Hep Atatürk'ün Alman komutanlarla anlaşamadığı bilgisinden hareket ettik. Oysa Liman Von Sanders, Çanakkale Savaşının en çetin ve umutsuz günlerinde Mustafa Kemal'deki askeri dehayı keşfedebilecek kadar bilgili Ve komutayı ona verdirtecek kadar ileri görüşlüdür bence. Eğer Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşlarında bir önder olarak sivrilmişse, Bunun nedeni Liman Von Sanders'in komutayı ona bırakabilme iradesinden kaynaklanmıştır. Değilse komutayı kendisi sürdürme inadında da bulunabilirdi ve Mustafa Kemal, Anafartalar Kahramanı olamayabilirdi diye düşünüyorum.
  21. Çok güzel demagoji gerçekten ama bak şu iletini irdeleyelim önce: Cumhuriyetin ilk dönemlerinde hangi isyanlar "Ulus Devlete Tepki" niteliğinde ortaya çıkan "Kürtçü Nitelikli" ayaklanmadır? Konu ile ilgilenen birisi olarak soruyorum; O isyanları irdeleyelim istersen... "Ulus Devlete Tepki" olduğunu ima ettiğin hiçbir Kürt ayaklanması, Kürtçü amaçla çıkmamıştır. Defalarca söyledim; Kürt isyanlarının temel nedeni, Osmanlı Devletinin verdiği ayrıcalıkları, Türkiye Cumhuriyetinden bulamayacaklarını bilen Ve Osmanlı devletine dini ve aşiret yapısı ile bağlı aşiretlerin, Yeni devlete Laik ve Halkçı ilkeler ile uyum gösterememelerindendir. Hiç bir ciddi araşırmacı, ilk Kürt ayaklanmalarını Kürtçülük ile birebir örtüştüremez. Kürtçülük amacı güden önder kadro her zaman Türkiye dışında kalakalmıştır o dönemde. Doğu Anadolu'daki Kürtlerin önemli bir kısmı gerçekten de Kürtleştirilmiş Türklerdir. Osmanlı zamanındaki bu süreci anlatmıştım. Ve bu süreç o dönemde de bilinen birşeydi. Hele hele 1930larda, henüz 60 yıldır Kürtleştirilmiş Türklerde bulunmaktaydı. Şimdi Türkleştirilen Kürtlere, Kürt olduklarını hatırlatmayı ödev sayarken, Kürtleştirilmiş Türklere, aslen Türk olduklarının hatırlatılmasına mı içerliyorsunuz? Komik... Ağrı dağı isyanların 1930 yılında oldu. İttihatçı kadro ve arta kalanları ise 1926da İzmir Suikasti ile idam edildi, edilmeyenler ise siyasetten, memurluktan ve askeriyeden men edildi, uzak tutuldu uzun yıllar boyunca. Nasıl olur da İttihatçı zihniyetin politikası sürüyor olabilir söyler misiniz? İttihatçı politikalar sürecektiyse, o kadro niçin ortadan kaldırıldı? O kadro, ittihatçı politikalar sürdürülemesin diye ortadan kaldırıldı canım arkadaşım... Bana o ittihatçı politikaları 1930larda sürdüren ittihatçı artıklarının isimlerini verebilir misin? Atatürk müydü mesela? Kürtlerin Aşiret yapısı, Türklerin beylik sistemi yok edilmek üzere güçlendirilerek yüzlerce yıl Osmanlılar tarafından korundu. Ayrıca Kürtler dini yapıları nedeni ile de İdris-i Bitlisi'den beridir Osmanlıya sıkı sıkıya bağlıdırlar. Yeni kurulan devlet ise Dini bağlılığı ve Aşiret kayırıcılığını reddeden Ulusal bir yapıdadır. Sence kayırılmış Kürt aşiretlerinin Türkiye Cumhuriyetine isyan etmek için yeterli sebep değil midir bunlar?
  22. Bunlar kesinlikle laf oyunlarıdır sevgili Mavi... Bakın, 1980 sürecinden bugüne kadar Kürtlere karşı yapılan uygulamaları ve yanlış kararları anlatırken Araya "Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşundan Beridir..." lafını sokuşturup, Sanki yapılanlar Cumhuriyetin ve dahası daha da arka planda Atatürk'ün ve kurucu kadronun suçuymuş izlenimi vermek hiç de masumca bir niyet değildir. Çok iddialı bir biçimde bu tümceyi araya sokuşturan Hasan Cemal, Nedense o dönemde olduğunu savladığı yaptırımlardan zerre kadar dem vurmayacak Ve sadece son 30 yılın yaptırımları üzerinde duracak! Neden? Bu tamamen art niyetli bir kalemin laf oyunudur. Satır arasına "Bakın bu haksızlıklar aslında Cumhuriyetin kuruluşundan beri var ama neyse..." pişkinliğine yatmaktır. Kim, hangi sağduyulu ve ciddi araştırmacı, Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki Kürt Ayaklanmaları ile bugünkü PKK'yı ya da o dönemki Kürt uygulamaları ile bugünkileri aynı kefeye koyabilir ve aynı biçimde nitelendirebilir? Haaa Hasan Cemal gibi ise o ayrı... Yaptığı şey; Diyelim ki bir çocuğun bir başka çocuğu haksızca dövmesini örnek göstererek O haksız yere birisini döven çocuğun dedesinin, zamanında başka birisini haklıca dövmesini, Bu çocuğun haksızca dövmesini örnekleyerek, "haksızlık" olarak lanse etmesinden başka birşey değildir. Ya da şöyle sorayım: Son 30 yılda yapılanlar, Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılanların haksız olduğunun kanıtı olabilir mi? Kaldı ki o dönemde neler yaşandığını değil siz ya da ben, Hasan Cemal bile net bir biçimde bilmiyor; emin olun...
  23. "İrade" varlığını nesnel kaynaklardan alan bir kavramdır. Aynen matematiksel kavramlar gibi. Normal hayatta Tanjant'ı ya da Kosinüs'ü göremeyiz. İrade dediğimiz şey insan beyninin bir fonksiyonudur, özelliğidir ya da ürünüdür; Ne derseniz deyin... Kaynağı nesneldir... Kaynağı; var olandır...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.