Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Yok be HaYaT... Herkes öyle bakmıyor aslında. Bir çok yaşantıyı "Kendisinden Önce" bırakmayı kabullenebiliyor... Akla Yatan Kadın mı? Heyecan Katan Kadın mı? İkisinin bir arada olması en iyidir bence... Yaa! Hem heyecanı yaşayacaksın her şeyiyle, Hem de aklına yatacak... Mesela oturup en ciddi tartışmaların kavgasını yaparken, O hırçılıkla ve sinirle saatlerce birlikte olabileceksin... Bağırırken birbirinize, birden sarılıp öpüşebileceksiniz... Kendinizi kaybedebileceksiniz yani... En güzel anlarınızda birbirinizin olurken, Tatlı bir gerginlik yaşayabileceksiniz mesela... Yatağın bir ucuna kaçıp, sizi deli edecek, omuz silkip sizi itekleyecek... Sonra tatlı bir huzur yaşayacaksınız sarılarak... Bir ömürü paylaşırken birlikte, aynı zamanda en hararetli kavgaları da yaşayabileceksiniz... Kaybetmenin korkusunu yaşatacak kardeşim kadın dediğin... Ürkeceksin "Ulan elimden kayıp gidiyor göz göre göre" diye, hiç gitmeyeceğini bilsen bile... Döneceğini bilsen bile... Sonra tabi özleyeceksiniz. Döndüğünde bakıp gözlerine "Hoş Geldin" diyeceksiniz ve yine o heyecanları daha bir güzel yaşayabileceksiniz... Hem aklınıza yatacak, Hem heyecan katacak... Böyle kadınlar var mutlaka... Lakin hep kaybediliyorlar sonunda... Kalmıyorlar hayatınızda... Neden bilmiyorum... Sadece ona kırılmayacaksınız ve sadece size kırılmayacak... Her şeye rağmen birbirinizin olma kararlılığında olacaksınız... Zor olsa da... Seveceksiniz işte... Gerçekten severseniz O kadın hem aklınıza yatar, Hem de heyecan katar...
  2. Bu yazıyı yazmış olmayı gerçekten çok isterdim... Öyle olmuyor ama... Sevgiye hiç bir zaman yer bulunmuyor... Hatta sevgi en sonlarda geliyor çoğu zaman... Ya anlasanıza; "Sensiz nefes alamıyorum" dediğinizde aldığınız cevap "Bilmiyorum, yapabileceğim birşey yok" ise eğer daha ne kadar sevgiye inanmaya gücünüz yeter ki? Ya da o sevgi sizin için daha ne kadar inandırıcı olur? Ama yine de sevgiyi dolu dolu yaşamak istiyorum... Hayatta yanımıza alabileceğimiz tek şey o çünkü. En varlıklı anınızda, gözlerinizi kapatın. Sadece bunu yapın... O zaman elinizde kalan tek şeyin ne olduğunu göreceksiniz. Hakikaten çok güzel bir yazı... Her şeye rağmen sevgi sahibi olmak ve onu yaşatmak çok güzel.
  3. Emin ol ki çok daha fazlasını istiyorsunuz... Ve hiç bir zaman yetinmiyorsunuz.
  4. Aslında bahsettiğim bu değildi pek.. Mesela ben yarı vejeteryanım hakikatende. Etle aram hiç iyi değildir... Bunu ilişkimde sorun yapmam ki? "Değişmek" derken bunları kastetmiyorum... Nasıl desem... Ya hani geçmişte iyi ya da kötü insanlar girip çıkmıştır hayatımıza. Ve bizi bugün "Biz" yapan deneyimlerimiz olmuştur mutlaka... İşte o gidenlerin bizi değiştirmelerine izin vermişiz ya zamanında? Bunu yapıpta, sonra "Ben sevgilim için değişmem" diyebilmeyi mantıksız buluyorum. Oysa ki geçmişimizde bize kötülükleri dokunanlar bizi değiştirebiliyorlarken, sevgilimiz onlardan daha mı az kıymetli? İşte bu İnattır... O kimselerin değiştirmesine izin vermişizdir bizi, sevgilimizi de onlarla bir tutarız bilinç altında. Ve deriz ki "Zamanında başkaları için değiştim, artık senin için değişmem..." Ya o bundan çok daha fazlasını hakediyorsa? Ya eskilerden çok daha farklıysa? Ben açıkçası birisini seviyorsam, gerçekten bunu hissettiğimde kendimden fedakarlıkta bulunmak koymaz. Çünkü onun buna değdiğini düşünürüm. Eğer değmediğini düşünüyorsam, gerçekten sevmiyorum demektir... Eğer onun için değişmek bana koymuyorsa, onu hissedebiliyorsam, yani kim için değişebileceğimin kararını kendim verip değişebiliyorsam, gerçekten hissettiğim bir sevgiyi tadıyorum demektir. İşte sana değişimden küçük olumlu bir örnek vereyim mi? Mesela dediğin gibi her insanın olmazsa olmazları vardır mutlaka demiştin; Doğru... Benimde vardı, ki herkesi her zaman her yönüyle olduğu gibi kabul edemezdim... Daha sonra sevince, bunu öğreniyorsunuz... Hep derim; Eğer ben "Sevdiğim içinde olsa değişemem" deseydim, Zar zorda olsa tutunduğum ama güzel bir aşka sahip olamazdım... İnsan aşabiliyor bazı şeyleri, tabi değerliyse ve hakediyorsa... İnceden bir laf soktun sanırım ... Bilmiyorum... Kötü... Hayat berbat aslında. Ben sadece en iyi şekilde tutunmaya çalışıyorum sanıyorum... Mesela şu "Aşk" denen şeyi hissetmeyi seviyorum ve hissettiğim zaman engellemiyorum... Yaşamak güzel çünkü... Şimdiye kadar çocuklarım olur muydu!? Evlilik hayallerim yok artık pek... Bazen hayat istediğiniz şekilde gitmiyor. Hep derim; Birileri her zaman bir karar verir, Ve birileride her zaman o karara katlanmak zorunda kalır. Doğanın kanunu bu... Ayrıntıcılığım bana batan eylemlerde değildir. Mesela "Bize" ait tek bir kelime bile, bana sarfedilmiş uzun sevgi cümlelerinden ve methiyelerden bile çok daha anlamlı gelir... Küçük kötü eylemlere takılmam ama küçük hoş eylemleri önemserim... Valla şu saatte o kadar depresif bir durumdayım ki, artık bu konuyu düşünecek moralim pek yok... Uyuyamıyorum ve uyuz bir haldeyim... Her şeye rağmen kısasa kısas yapma diyorum... Size küfredene küfretmek ne kadar doğru? Size vurana vurursanız, ondan ne farkınız kalır? İnsanlar o üçüncü tokadı atacaklardır mutlaka, bunu biliyorum... Adım gibi eminim... Arkadaşım söylemişti şu sözün argosunu: "Sevene söverler, Söveni severler" Ama her şeye rağmen görüyoruz işte, "Tokat atmak" kötü bir şey... Tokatı yiyen biz olduk diye niye aynı kötülüğe bulaşalım ki? Ya çok kötü bir eyleme maruz kaldık diyelim... Aynısını yaparak acımız hafifleyecektir belkide, öç almışiz gibi... Ama o eylemi yapan ve kızdığımız ve belki de nefret ettiğimiz kimseden ne farkımız kalacak? Kendimizden de nefret etmemiz gerekmez mi, çünkü o kimsenin aynısıyız artık? Ne olursa olsun, yine de kısasa kısası kabul etmiyorum... İnsan iyi olmak zorunda... Herşeyin temeli sevgidir. Dünyanın gerçeklerini öğrendim bugün: -Bencillik -Menfaat -Para Söylediğin gibi tokatlar ardı ardınca gelecek belki... Yine de bu gerçekleri reddediyorum ben, benimsemiyorum. Bu gerçekleri uygulayan insanlar gibi olmamak için... Sana bir şey diyeyim mi? Ne kadar iyi biriyim bilmiyorum. Ben sadece iyi bir insan olmak istiyorum. Bunun için uğraşıyorum, Ve öyle kalmaya çabalıyorum... Ama şu var ki hayatım hiç istediğim gibi gitmiyor ne yazık ki... Demek ki bende bir sorun var, yani kabullerimde... Düşündüğüm şeylerin yanlış şeyler olduğunu düşünmeye başladım artık, itiraf edeyim... Evet, insanlar bende ne görüyorlarsa ben O'yum belkide... Bilmiyorum ne kadar doğru bakıyorlar bana. Lakin ben iyi biri olmak istiyorum sadece... Ne var biliyor musunuz Sayın Figgaro? Bazen yaptığınız tek bir hata, hayattaki tüm doğrularınızı götürüyor... Ve bu hatanın, yaptığınız hangi hata olacağı belli olmaz hiç... O yüzden durabildiğiniz kadar çok hatadan uzak durun... En azından Tüm doğrularınızı götürecek hatayı işlemekten o denli uzak olursunuz... Saygılarımla Sayın Figgaro...
  5. Hımmm... Sayın Figgaro... Felsefe, Mantık ve Psikolojiden dalmışsınız... Tartışmak çok zevkli geçeceğe benzer... Başlayalım mı? İlişkilerimden ziyade tüm yaşamım böyledir. Değişime asla kapatmam kendimi. Bu hayatta edineceğim çok şey var ve edinebileceğim her şeyi edineceğim. Tamamdır. Bilimsel bir kabuldür ve buna yanlış demiyorum, diyemem. Zira bununla ilgili bir yazı da yazmıştım Psikoloji bölümüne. Ancak atladığınız noktalar var ve aşağıda belirteceğim... Farkedeceksiniz... İnsanların "olmazsa olmazları"nı belirleyen şey, yine insanların kendi öz yaşantılardır... Öyle değil mi? Peki sormak isterim; Niye eski yaşantılarınızın sizde olmazsa olmazlar yaratmalarına izin veriyorken, yeni yaşantılarınızın ve hatta sevgilinizle olan yeni yaşantılarınızın o olmazsa olmazları değiştirmesine izin vermiyorsunuz? Ya da yeni kabuller edinmenize neden olmalarını niçin engelliyorsunuz? oysaki o olmazsa olmazlarınız oluşurken böyle bir engellemede bulunmamıştınız öyle değil mi? O olmazsa olmazlarınızda zaten bu yüzden kalıplaşmıştı sizde? O zaman niyeyeni olmazsa olmazlar edinmeyesiniz ki? Zamanında değişebilirken başka şeyler için, adı "Sevgili" olunca mı değişim "Kötü" ya da "Kişiliğe Kasıt" oluyor? Sormak istediğim şey; Sizi "Figgaro yapan şeyler" sizin geçmişteki edinimleriniz değil mi? Geçmiş yaşantılarınızın sizi bugünkü "Figgaro" yapmasına izin vermiştiniz ve işte bugünkü "Figgaro"sunuz şu an... Peki bundan sonra yaşayacaklarınız hakkında nasıl bir yargınız var ki değişime kapalısınız? Ya iyi şeyler yaşayacaksanız ve iyi bir değişime kapattıysanız kendinizi? Hayatı kaçırmış olmaz mısınız? Ve en önemlisi, kendinizi değişime açtığınızda yine ortaya çıkan kişi "Figgaro"dan başkası olmayacak ki? Hatta asıl "Figgaro" o olacak, çünkü kendisinin farkına varacak o zaman... Unutmayın, her halükarda sonuçta o yol "Figgaro'ya çıkacak... Merak etmeyin... Damara göre şerbet işi yalancıların oyunudur. Biz insanın ne kadar yalancı olduğunu anlamak zor elbet ancak gerçek yüzünü görmek yine de mümkün. Ayrıntılar insanı her zaman ele verir, unutmayın. Bunu yakalayabilmek önemlidir. Ben her zaman en ufak ayrıntıları bile biriktiririm... Verebilmek önemlidir. Karşınızdakinin istediğini, severek ve isteyerek, zevkle verebilmek... Yani gerçekten sevebilmek önemlidir. Bakın şu var; Gerçekten sevdiğinizvakit, ilk başlarda sevginiz için veriyorsunuz ve belki bu biraz sahte oluyor. Ama o sevgi içinize işledikçe o verdiklerinizi benimsiyorsunuz. Ve hakikaten değişebildiğinizde artık içinizde geliyor o şeyler ve sahtelik olmuyor ortaya çıkan şey... Yani değişiyorsunuz, sevginiz size yeni kabulleri benimsetiyor ve kişiliğiniz toparlanıyor... İşte o zaman sevgilinizle bir bütünü oluşturyorsunuz. Ben şimdiye kadar, kendimde bunu yaşadım hep... Belkide yapımdan kaynaklanıyordur. Değişmek için değişilmez ki zaten... Değişimi benimsemiş olmak lazım. Kendinizi iyi ya da kötü yaşantılarınıza esir etmemek lazım. İnsanların yaptığı en önemli hata, yaşantılarıyla hesaplaşmak yerine onlara göre bir değişim sergilemektir. Oysa yaşantılarımıza rağmen bir değişim sergilemeliyiz. Mesela bize dokunana bir kötülüğün acısını hafifletmek için aynı kötülüğe sahip çıkarız ve aynı kötülüğe bürünürüz. Bu bir tür hesaplaşmadır: "Sen yaptın, bak aynısını da ben yaptım..." Oysa o kötülüğe göre değil o kötülüğe rağmen değişmeliyiz... "Ulan sen kötü bir şey yaptın ama ben anladım ve senin gibi olmayacağım..." demeliyiz... Değişim budur... Belirli Yaşanmışlıklardan bahsetmişsiniz, bizi "Biz" yapan... Peki bundan sonra yaşayacaklarınızda yine sizin yaşantılarınız olmayacak mı zaten? Önceki yaşantılarınız iszde değişmez özellikler kazandırmış... Buna izin vermişsiniz... Bundan sonraki yaşantılar başkasının yaşantısı mı olacak ki yine sizde başka kabuller oluşturmasına engel oluyorsunuz? Kaç parçaya bölüyorsunuz ki hayatınızı, kaç miladınız var? Her açıdan bakalım... Mantıkta olur, Felsefede olur, Psikolojide olur, Toplumbilimde olur... Hayat bir oyun değildir. Hayat gerçeğin ta kendisidir. Eğer hayatınızın sizde "Değişmez Kabuller" oluşturabildiğini ve bunların sizi değiştiremeyecek kadar etkilediğini söyleyebiliyorsanız, hiç bir oyun bu kadar ciddi değildir... Oyunların kuralları ile hayatın kuralları farklıdır. Hayatta siz kendi kurallarınızı da koyarsınız ve bu kurallar kaçınılmaz olarak değişkendir. Değişken olmak zorundadır. Oyunların kurallarını siz koyamazsınız ama... Yani demek istediğim şey şu: Hayatta oyunun kurallarına uymak zorunda kalan bir edilgen olmayın, kendi kurallarını koyan, hayatla başa çıkabilen ve "Değişmemeye Esir Olmayan" bir "Etken" olun... Değişmezlik oyunlarda olur. Başlarsınız ve aynı kurallarla bitirirsiniz oyunu. Lakin hayat son nefesimize kadar değişir. Bu yüzden kendi kurallarımızda değişmek zorundadır. Yoksa asla ve asla kendiniz olamazsınız. Çünkü "Etken" olamayan ve "Edilgen" olan hiç bir insan "Kendisi" olamaz. Kötü yaşantılarınıza "Göre" olumsuz bir değişim sergilemeyin, yaşantılarınıza "Rağmen" olumlu bir değişim sergileyin... Size kötülük yapanlara benzemeyin mesela... Bu bir oyun değil, bu hayatın kendisi... Ve tek bir kuralı var: "Değişimin kendisi olmazsanız eğer, kendinizde olamazsınız..." Sinirli değilim yanlış anlamayın... Felsefi konularda çok ciddi bir yapı sergilerim sadece o kadar... Saygılarımla...
  6. Bu "Benzeşmek Korkusu" nedir biliyorum. İnsanlar asla ve asla "Kendibaşlarına" bir "Benlik" oluşturamaz. Kişilik "Son Nefese Kadar" değişmeye "Mahkumdur". Bu kaçınılmaz olandır. Mutlaka birilerine ya benzeyerek ya da birilerine tepki göstererek benliğinizi oluşturursunuz. Birisine benzeyerek bir kişilik oluşturmak ile Birisine tepki göstererek kişilik oluşturmak arasında fark yoktur. Yaşam "Etki-Tepki"nin bir sonucudur. Etki => Tepki Neden => Sonuç Bu denklemdir hayatı var eden. Bu "Benzemek"i "Kişiliğin Değişmesi" olarak alıgılamak çok saçma. Hemde çok... Çünkü zaten her an bir değişimin parçasıdır kişiliğimiz. Son nefesimize kadar... Öyleyse hangi kişiliğin değişmesinden korkuyoruz ki? Başımıza gelen kötü bir olay mesela... Diyelim ki çok sevdiğiniz o kimse, sizi kendi rahatı ya da zevki için terketti... Hemde tüm hayallerinizi yıkarak, bir anda... Kişiliğiniz mutlaka etkilenir değil mi? Artık daha güvensiz olursunuz karşı cinsinize? Eğer değişmek kötü idiyse bunu yapmamalısınız, Yani güvensiz olmamalısınız, yoksa dediğinizle çelişirsiniz. Her ne gelirse başınıza, ne kadar kötü şeyler yaşarsanız yaşayın, kişiliğiniz değişecek ya sonunda! Hani artık "Ben" olmayacaksınız ya değişince! O başınıza gelen kötü şeylerden ders çıkarmamanız gerekir... Ya da iyi şeylerden iyi sonuçlar çıkarıp onları da benimsememeniz gerekir. Çünkü her halükarda kişiliğiniz değişecektir. Oysa kişiliğinizin değişmemesi gerekiyor değil mi? Hep aynı noktada kalmanız gerekiyor değil mi? Durağan olmanız gerekiyor değil mi? Bundan 20 yıl sonra çocuğunuzla bir kimlik çatışması yaşamanız gerekiyor mesela illa ki, çünkü illa ki bugünkü kişiliğinize hapsolup kalmanız, kişiliğinizin değişmemesi gerekiyor değil mi? "Kişiliğin Değişmesinden Korkmak"... Mantıksız... Hele en mantıksız tarafı şu ki; Hem karşınızdakini "Herşeye Rağmen" ve "Herşeyden Çok" sevmekten dem vuracaksınız, Hemde o herşeyden çok sevdiğinizi söylediğiniz kişiye benzemekten çekineceksiniz... Oysa size kötülük yapanların etkisiyle değişmekten çekinmezsiniz... Oysa başınıza gelen herşeyin sizi değiştirmesinden çekinmezsiniz... Hoşunuza giden şeylerin sizi değiştirmesinden çekinmezsiniz... Başınıza kötü bir şey geldiği zaman, acınızı hafifletmek için o kötülüğe bürünmekten çekinmezsiniz... Ama hayatınızdaki belkide en güzel ve anlamlı şey için, sevgiliniz için değişmekten korkarsınız. Bu ne biliyor musunuz? Bu "Bencillik"tir... Biri size bir kötülük yaptığı zaman, tepki verir ve yeni bir edinim kazanmaktan, kişiliğinizi o yaşantınıza göre değiştirmekten ve hatta katı bir insan olmaktan çekinmezsiniz de, Sevgilinizin size hayatını adamasına rağmen, böyle güzel bir şey için bir damla dahi yumuşamazsınız... Bu ne yaman bir çelişkidir... Bir de onu herşeyden çok sevdiğinizi, herşeyiniz olduğunu söylersiniz... Oysa başkaları için değişirken, onun için değişmeyi aklınızın ucundan ancak korkuyla geçirirsiniz... Komik... Ondan sonra istersiniz ki sevgiliniz size güvensin, inansın... Değişim kaçınılmazdır. Düşünün başınıza gelen kötü şeyler için ne kadar değiştiğinizi ve değişeceğinizi, Ve başınıza gelen en iyi şey için değişmenin ne kadar güzel olabileceğini düşünün bir de... Hadi herşeyi bir yana bırakın, Aynı çelişki ve korkuyla, sevgilinize zerre kadar değer vermeyerek ömür boyu yaşamayı bir kenara bırakın... Düşünün... Zaten her an, her yaşantımız biri değiştirmiyor mu? Freud kişiliğin 0-6 yaşlarında oluştuğunu söyler ancak bu değişmez değildir. Ericson ise bu kuramı tamamlar: "Kişilik son nefese kadar değişmeye devam eder." Peki siz hangi kişiliğin değişmesinden korkuyorsunuz? Ve kim için değişmesinden korkuyorsunuz? Zaten değişecek olması kaçınılmaz olan kişiliğinizin, çok sevdiğiniz sevgiliniz içinde değişmesinden mi korkuyorsunuz? Daha da komik... Bu değişim niye hayatınıza çok güzel anlamlar katan o kimse için olmasın? Niye size kötülük yapanlar için değişebilirken, Sevgiliniz için değişemiyorsunuz? Bu mantıksızlık değil mi? Değer vermemek değil mi? Çelişki değil mi? Ya da bu Sevgi mi? Değişim kaçınılmazdır. Önemli olan ne kadar değerli ya da değersiz bir değişim yaşadığınızdır. Birazda başınıza gelen kötü şeyler için değil, Başınıza gelen iyi şeyler için değişin, değişebilin... İnsan kendisini yalnız ve yalnız tek bir şekilde var edebilir; "Değişimin Kendisi" olarak... "Değişmiyorsanız" eğer, asla ve asla kendinizi yakalayamazsınız. Herşey için değişebilirken sevgiliniz için değişemiyorsanız eğer, hiç bir şey sonsuza kadar sürmez... Süremez... Biraz sevgiliniz olacaksınız, Sevgilinizde biraz siz olacak... Benzeşeceksiniz. O sizin iyilerinizi toplayacak, Siz onun iyilerini... Unutmayın, sizi siz yapan herşey Dün hayatınızdan giden, Bugün hayatınıza giren ve hayatınızdan giden, Yarın hayatınıza girecek olan herşeydir... Sevgilinizde bunlardan birisi ve belki de en önemlisidir, en önemlisi olacaktır... Ve tavsiyemdir; Onun için değişmeyi göze alamayacağınız, Onun için değişemeyeceğiniz Ve Sizin için değişemeyecek, Değişmesinide umamadığınız hiç kimse ile sonsuza kadar sürecek bir birliktelik hayali kurmayın. Çünkü bu koşullarda zaten sonsuza kadar sürmesi imkansızdır. Çünkü asla ve asla "Tek Bir Yürek" olamazsınız. Gerçek sevgiyi yakalayamaz ve asla sevgilinizin gözü ile bakamazsınız dünyaya. Ne istediğini hiç anlayamazsınız. Beklentilerini karşılayamazsınız eğer birazcık bile sevgilinize benzeyemiyorsanız ve benzemekten korkuyorsanız. Hep bir tarafınız mutlaka aç kalır ve sevgilinizi hep bir yanıyla yarım bırakırsınız. Neyse, Konu uzun ama vakit dar... Sonuç olarak; Hayatınıza giren en güzel şey için değişebilmekten korkmayın. Çünkü unutmayın ki zamanında, hayatınıza giren en berbat ve en ********* şeyler için değişebildiniz. Emin olun ki sevgiliniz, o değişebildiğiniz ve sizi değiştiren iğreçliklerden kat ve kat değerli. Saygılarımla...
  7. Sayın Katakuta ve Sayın Scgksk... Aslında bunu defalarca açıkladım lakin hala aynı sulardayız sanıyorum. Bakınız, Kur'an-ın "Toplumsal Nitelikli Yargıları" bundan teeee 1400yıl öncesi Arapları içindir. Sayın Katakuta aslında çok iyi bilirler, bir çok ayet savaşlar sırasında veya hemen öncesinde ortaya çıkmıştır öyle değil mi? Hatta size göre; Hz. Muhammed bir çok yerde kendi menfaati için "O An" uydurmuştur... Mesela ganimet elde etmek için falan... Dolayısıyla aslında söylediğim şeyi normalde sizin savunmanız gerekiyor, lakin sanıyorum ki aksini savunmak biraz işinize geliyor... Bakınız; Kur'an-ın yukarıdaki koyulaştırdığım ayetlerde de açıkça geçtiği üzere mesela bir ayetinde "Mekkeliler"e göre hitap edildiği belli. Mekkelilerin yaptıklarına "Karşı" olarak bir eylem ya da tavır sergilenmesi isteniyor. Bugün hangi Müslüman için "Mekkeliler" ya da "Ebu Cehil" tehlikesi vardır? Ya da diğer ayetteki gibi Mescid-i Haram yanında o kast edilen müşriklerle savaşma olasılığı vardır. Veya şöyle ele alalım, o dönemde "Kısas" normal bir uygulamadır ve tavsiye edilmiştir. Bugün bu uygulamanın bir geçerliliği ve medeniliği yoktur. Ya da Kur'an-da geçiyor diye bugünün medeni toplumlarında köleliği mi getirelim? Var mı mümkünü? Getirebilir misiniz? Dolayısıyla bu hükümde teee 1400yıl öncesinin toplumlarına ait bir hükümdür. Ya da 4 eşle evlenmek meselesi... Bugünün medeni toplumlumlarında, savaş olsa bile kaç kadın ikinci eş olmayı kabul eder? Ya da kabul etse bile "Toplum" buna mahal verir mi? Mesela ben yörüğüm ve ailem Sünni, ki ben sünniliği benimsemiyorum. Bizim sülalede ne olursa olsun, isterse hastalıktan kırılsın, ikinci bir eş lafını ağızına alsa bile bir koca, adamı tefe koyarlar... E nerde kaldı dinin hükmü? Geçerliliği nerede? Kurtuluş savaşı sırasında bile o erkeklerin çoğunluğunun harbe katıldığı yıllarda bile öyle evlilikler görülmemiştir hiç. Bugün yapılan çoklu evliliklerde zaten Kur'an-a uyularak yapılmıyor ama kılıfı o... Neyse... Dolayısıyla Türk toplumu o hükümlerin geçerliliğini çoktan eskitmiştir. Yani demek istediğim aslında çok açık ve aksini kimse savunamaz. Ben o hükümleri reddediyor değilim. Yani o hükümler "O Günkü Araplar İçin" geçerlidir, kabul edilebilir ve belki de uygundur... Lakin bugüne hitap etmez ve etmemesi gayet normaldir. Bundan daha doğal bir şey yoktur... "Ediyor" diye bir ton kitap yazılmış ve bir çoğunu okudum ya da en azından inceledim diyebilirim. Hepsinde aynı martaval, aynı kasmaca mantık... Hep koşullanma peşinde gidilmiş. Oysa bu kuralları reddetmenin dinle ya da imanla alakası yoktur. Eğer varsa bugün tüm Türklerde zerre kadar Müslümanlık yoktur. Çünkü ben şimdiye kadar kısas cezasının uygulandığını yada uygulanmasını talep edeni görmedim. Ya da birden fazla eşle evlenme gayretinde olanı da görmedim bizimkilerde falan. Söylemek istediğim açık ve nettir ve aksi ispat edilemez. Su götürmeyecek kadar açıktır. Sayın Abraham. Kur'an-ı haftalık dergi yapmadım. Bu konuda yazdığım bir çok yazı mevcuttur forumda. Bulup okuyabilirsiniz. Hz. Muhammed öldükten daha 30 yıl geçmeden Kur'an-ın bir çok Toplumsal Hükmü uygulamadan düşüyor. Hemde Hz. Muhammed'in vahiy katibi olan Muaviye tarafından yapılıyor bu... Hani Vahiy Katipleri daha doğrusu Sahabe cennetlikti? Madem öyle, kaldı ki adamlar Hz. Muhammed'in vahiy katipliğini yapmış, onlardan daha iyi mi bileceksiniz? Muaviye şurayı kaldırıp Veraset sistemini getirmiştir... Yalan mı? Gidin bakın tüm kitaplar yazar... E Müslümanlar demiyor mu, Kur'an "Şura"yı tavsiye eder diye? Şimdi Muaviyeyi kutsayıpta birde bunu diyen adam çelişkide değil mi? Demek ki Kur'an-ın bir takım hükümleri, o hükümleri kaleme alanlarca bile uygulamadan düşürülebiliyormuş, yerine daha yeniye hitap edeni getirilebiliyormuş... Bu bir yana Aşere-i Mübeşşere'den biri var ki Hz. Osman... Hz. Muhammed cennetle müjdelemiş değil mi onu... Bakın bakalım Kur'an-ın kaç hükmünü uygulamış ya da kafasına göre neler yapmış ve niçin öldürülmüş? Ya bu adam cennetlik... Kaç yerde uygulamış Kur'an-ı... Niye öldürülmüş? Hemde Müslümanlarca... Kur'an-a sadık Müslümanlarca... Hangisi daha sadıktı? Cennetle müjdelenip Kur'an-ın hitaplarını yapmayan yada onları geliştirip uygulayan Osman mı? Onu öldürenler mi? Ya da Hz. Ebubekir, Hz. Ömer... Ne kadar uygulamışlar Kur'an-ı? Devir değiştikçe neler sokmuşlar uygulamaya ya da hangi hükümleri görmezden gelmişler? Ya da Mutezile mezhebi Kur'an-ın nelerini tartışmış ve niye tartışmış? "1001 Gece Masalları"nın ortaya atılması bile apayrı bir meseledir bu yüzden, ayrı bir önem taşır... Hadi onu geçin Osmanlı'ya gelin... Kur'an-da olmadığı halde kaç tane Ferman verilmiştir Şeyhulislamlarca "Dine Uygundur" diye? Ya da kaç ferman dine uydurulmuştur... Vereceğim cevap mutlaka var ve her zaman söylerimde... Verilen cevaplar pek bir şey ifade etmiyor, zira Sayın Abraham'a verdiğim yanıtta zaten aradığı cevaplar açık ve net olarak koyulaştırılmış olarak var... Kur'an-a haftalık ya da asırlık dergi demiyorum. Kur'an-ın hükümlerinin "Neliğinden" bahsediyorum. Kim ne derse desin bu ayrım vardır. Çünkü açık ve net... Bakın, gidip ayetlerin nerede ne zaman ve hangi suretle indirildiğini okuyun... Bunları Sayın Katakuta belkide benden daha iyi biliyor. Sizde biliyorsunuz. Açık ve net... Lakin "Bugüne Yaymak" işinize geldiği için savunuyorsunuz belkide, üzgünüm... Oysa o türlü ayetler bugüne hitap etmez, edemez, imkansız... O ayetlerin ortaya çıktığı ilgili savaşlar o dönemde olmuş bitmiştir, bunun ötesi yoktur... Uhud Gazası için ortaya çıkan ayetler o savaş içindir Preveze deniz savaşı için değil... Bedir için olanlar Çanakkale Savaşı için değil... Mekkelilerin Müslümanları evlerinden atmalarına koşut olarak çıkan ayetler, Yunanlıların İzmir'i İşgali için geçerli değil... Yani bunu daha nasıl anlatabilirim ki? Mesela "Kafirleri bulup öldürün" şeklindeki ibareler, o an için mücadele halinde olunan kafirlere hitabendir. Bugün Müslümanları ilgilendirmez. Bugün çıkıpta "Kur'an-da böyle demiş, bulup öldürelim" diyen adamın zerre kadar aklı çalışmıyordur. Ve buna dayanarak "Ben Ateist'ten arkadaş edinmem" diyen adamında aklı hiç çalışmıyordur... Ya da ben Müslüman değilim, çünkü nedense arkadaşlarımın çoğu ya Ateist, ya Dinsiz, ya Alevi, ya Şii yada benim gibi kendi halince takılıyor işte... Açık ve net söylüyorum. Hangi ayet ne zaman inmişse, bunu Tarih Bilimine dayanarak okuyunuz. Görmemeniz için imkan yoktur. Gelelim şu "Kur'an Tanrı'dan mı İnmiştir?" meselesine... Benimbu konudaki görüşüm açıktır ve daha öncede yazdım. Sanıyorum ki Sayın Katakuta beni biraz zorlamak istiyor, muziptir kendisi biraz sağolsun ve affetsin Saygılarımla...
  8. Sayın Xlark Tades, Size cavaben yazmıyorum ancak bu yazınızla ilgili olduğu için yazıyorum... Lisans okurken, İstanbuldan Sakarya'ya Trenle dönüyordum. Sonra bir ara baktım ki karşımızdaki koltuktaki adam kalktı ve iki koltuğun üzerinde namaz kılmaya başladı. Tam o sırada da kondüktör içeri girdi ve biletleri sormaya başladı. İlk dikkatimi çeken şey; Tren sabit değil. Yani trenin ilerleyişi gereği yönü hiç kıbleyi göstermiyor. Kaldı ki 2 saat sonra son durağa inilecek, kazasını kılar ve hatta belki de namaz vakti geçmez bile hala... Neyse, kondüktör geldi. Hemen herkesten bileti sordu ama o adamın namazını bitirmesini bekledi ve gitmedi... Bekledi... Adam tabi rekatleri yanlış kılmak şöyle dursun, namazı bitiremiyor... Bitirmiyor. Kemal Sunal'ın bir filmi vardı, aynen öyle... En sonunda bitirmek zorunda kaldı ve indi. Kondüktör bilet sordu. Adamın bileti yok... Hakikaten bazen din, bazı açılardan da kolaylık yaratıyor. Kondüktör aldanıp, inatla beklemeseydi, abimiz beleş bir yolculuk yapacaktı... Ama bunun nedeni "Din" değil. Dikkati çekmek istediğim nokta, insanların vicdanlarının nasıl da "Din" kullanılarak sömürüldüğüdür. Saygılarımla...
  9. Sayın BrainSlapper, Sizi haklı çıkarmak gibi özel bir kastım yoktu ancak hakikaten o yazınızı okudum da, tam da düşeş gelmiş yazdılarımız... Sizin Araplar arasında bulunduğunuzu bildiğim için isminizi vermiştim. Yazdıklarım, yazmak istediklerimin sadece küçük bir parçası... Zaten bu türlü yaşantılarımı geçirdikten sonra, "İnanç" ya da "Din" denen şeyin TAMAMEN Bireysel olması gerektiğini ve hatta toplumu şekillendirme de "Etkisiz Olması / Hiç Etkisinin Olmaması" gerektiğine inandım... Mesela; Kuryelik yaptığım için sık başıma gelen bir şey... Taşra kesimlerede dağıtıma çıkıyoruz çoğu zaman ve genelde doğu kökenli göçmüş kimseler bulunuyor. Neyse, geçenlerde bir evin kapısını çaldım, teslimatları vardı. Kapı açılır açılmaz yüzüme kapandı, hemde şiddetlice... Nedeni: Benim erkek olmam ve namahrem olmam... Kadın ihtiyar, 70li yaşlarda... Düşünün yani... Kapı arkasından konuşuyor, nenem yaşında... Bir an kendimi "Sapık" gibi hissettim. Şimdi o kadın bunu güya dini "NaMahrem" duygusu ile yaptı... Ama bana kendimi kötü hissettirdi? Ve kime yapılırsa yapılsın, herkes kendisini kötü hisseder. "Sapık mıyım ki ben?" diye bir düşünür insan! Çünkü, ben yörüğümdür ve yörüklerde bu türlü şeyler yaşanmaz hiç. Nedense öyle koyu bir NaMahrem inancı yoktur kesinlikle. Ayrıntısına girmeyeyim ancak kimse kimseye "Zevk Unsuru/Aracı" olarak bakmaz ve kimseden kötülük beklemez. Bu yüzden öyle katı korkuları ve kompleksleri/karmaşaları yoktur. Demek istediğim, aslı nasıldır... Bu yoruma kalmıştır, Lakin "Din"in bir çok unsuru fazlasıyla abartılmış ve "Araplık" dindar olmanın ön şartı haline getirilmiştir. İnsanlara önce Cehennem ve Tanrı korkusu verilmiş ve bunun ardından da "Arap olmazsan olmaz" koşulu salık verilmiştir. Kim ne derse desin... Arapçı Zihniyet, her ne şekilde olursa olsun "Türk Kimliğine" her zaman "Düşman" olmuştur. Türkler bu dini 1000yıldan fazladır temsil etmektedirler ve kim ne derse desin eğer Türkler Müslüman olmasaydılar, bugün Müslümanlığın esamesi bile okunamazdı yer yüzünde... Eğer Türkler "GökTanrı" inancında kalsalardı, Müslümanlık Arap yarımadasına sıkışmış bir din olarak kalmaktan öteye geçemezdi. Lakin Araplar ve zamanın Arap Filozofları, Türklerin bu özelliklerini bildikleri halde, Türkler Kur'an-da geçen o kıyametin habercisi Ye'cüc-Me'cüc kavminin "Kardeş Kavmi" ve hatta kendisi olarak dile getirmeye utanmamışlardır. Hatta öyle ki, kendisini sevmeme rağmen, Sosyoloji'nin Babası İbn-i Haldun bile Türkleri "fazla düşünmeyen ancak savaşmayı iyi bilen" bir kavim olarak nitelemiştir. Diğer Araplar içinde bu böyledir. Nedense Onların anladıkları Arap İslam Kültürünü "Medenileştiren" Türklere karşı gizliden gizliye bir kin beslemişlerdir. Ve en sonunda söylediğim gibi bazı korkuları benimseterek "Araplaştırmaya" çalışmışlar ve büyük ölçüde ne yazık ki başarmışlardır. Haa, İnanmayan olursa; Hani Antonio Banderas'ın "13. Savaşçı" filminde canlandırdığı "Ahmed İbn-i Fadlan" adlı bir seyyah Arap var... Onun seyahatnamesini okuyabilirler mesela. Saygılarımla...
  10. Y Tu Mama Tambien / Ananı Da Çok güzel bir Meksika filmi... Yönetmen : Alfonso Cauron Oyuncular : Ana Lopez Mercado, Gael Garcia Bernal, Diego Luna Yapım Yeri : Meksika Yapım Yılı : 2001 Süre : 105 Dakika "Paramparça Aşklar ve Köpekler" filminden sonra izlediğim en güzel filmlerden birisi. Zaten oyunculardan birisi de o filmde oynayan çocuk... Ergenlik çağındaki Tenoch ve Julio, başlarına vuran cinsellik güdüsünün esiri durumundadırlar. Tabi kız arkadaşlarıda... Her fırsatta... Ancak tabi başka haz aramaya başlarlar ve filmin sonunda, ironik bir şekilde arkadaşlıklarını bitirende bu olur. Filmin adının "Ananı da..." olmasının nedeni de bu zaten... Cinsellik güdüsünün bazı şeylerden ne kadar güçlü, tehlikeli olduğunu ve nasılda dizginlenmesi gerektiğini ortaya koyan bir film. Ana Morelos, bu yakışıklılardan birinin kuzeninin karısı. Ayrıntısına girmeyeyim ki izleyecekler için tadı kaçmasın. Bunların hayatına giriyor ve dramatik bir şekilde çıkıyor. Ve unutmayacakları çok güzel şeyler öğretiyor bunlara... Filmin en güzel yanı "kırkambar" gibi küçük hikayeler var içinde. Filmin akışı içinde birden yolda kaza sonucu ölmüş bir fakirin hayat hikayesini dinliyorsunuz, Ya da çiftlikten kaçmış 27 domuz giriyor hayatınıza... Ya da Julio'nun kız arkadaşının annesinin neler yaşayacağı... Belki de bundan 10 yıl önce olmuş bir araba kazasının hikayesini dinliyorsunuz... Bence çekiciliği bir yana akıcılığı yönünden de çok güzel. Film boyunca, sanki Şehrazat'ın bir sonraki hikayeyi anlatmasını bekler gibi başka bir küçük hikayercik var mı diye bekliyorsunuz. Ve en güzeli ne biliyor musunuz? Bunun farkında bile olmuyorsunuz... Bir süre sonra farkediyorsunuz o hikayeleri ve ne zamandır anlatılmadığını da farkediyorsunuz. Çok ilginçti yaa... Ve filmden en güzel replik şu: Ana, Julio ve Tanoch'un Cinsellik deneyimlerini anlatırken kavga yaşamaları sonucunda söylediği şu laf çok süperdi: "Bu kadar çabuk boşaldıktan sonra, kimin kimi yaptığının ne önemi var?!" Ama şimdiden uyarayım: Filmin benim izlediğim altyazısı hakikaten çok güzel... Ve hatta isteyen olursa mutlaka veririm. Çünkü çeviren kişi her kimse, bizimespri anlayışımıza ve bizim kavrayışımıza göre çevirmiş. Deyimler, espriler, küfürler... Hersi tamamen Türk zekasına göre işlenmiş. Ve şu var filmden kopukluk arzetmiyor... Örtüşüyor... Anlıyorsunuz yani... Ben DivX formatında izledim ve benim izlediğim alt yazıyla izleyenler ne demek istediğimi anlayacaklardır. Ben bu kadar çok gülmemiştim bir alt yazılı filmde ve bu kadar çok içime sinmemişti bir film. Hem anlam bütünlüğü var, hemde tamamen size hitap ediyor. Ama uyarım şu ki; Film küfürlü, Ve Cinsellik içerikli... 18 yaşından küçükler izlemesin... Ama gerçekten en sevdiğim filmlerden birisi ve bu tarzda film varsa bildiğiniz yazarsanız hakikaten çok sevinirim. Sayın Admin'den özellikle tavsiyeleri bekliyorum... Saygılarımla...
  11. Sizi tekrar buralarda görmek güzel Sayın GeceKuşu... Arap Kültürü'nün "Türk Toplumu" üzerindeki olumsuz etkilerini ve hatta Türkleri Araplaştırmaya öykünen her türlü nüveyi gözler önüne sermeyi her ne şekilde olursa olsun destekleyebilirim. Bu tür şeylerin "İnançtan" ziyade bir takım art niyetler barındırdığını düşünmekteyim ve bu türlü duygular "İnançlar"la birleştirilerek topluma "Zorla" benimsetilmektedir. Sadece "Cima" konusu değildir ki önemli olan. Sadece Cinsellikte Araplaştırılmıyoruz ki? "Mesela"larımı sıralayayım size ve dahi apaçık bir şekilde gözler önüne sererek... Sayın BrainSlapper biliyorlardır sanıyorum ki pilavı falan "el ile" yemek Araplara has bir şey değil mi? Lise yıllarımda "Fethullah Gülen"in "Abi" adlı simsarları arkadaşlarımı "Ders Anlatmak, ÖSS'ye Hazırlamak" bahanesiyle toplarlardı. Bu takımın İzmir kolunu Körfez Dershaneleri oluşturmaktadır. Son derece kümelenmişlerdir. Neyse, yaptıkları toplantılardan birine katılmıştım ve kaşık/çatal bir kenarda dururken elle yemeye başlamışlardı. Şaşırmıştım ve tok olduğumu söyleyip yememiştim. İşin ilginci bunu "Peygamberin Sünneti" bahanesiyle yapıyorlar ve iç acıtan taraf ne biliyor musunuz? Bu çocukların tek bir tanesinin atasında dahi Araplık yoktu... Aradan zaman geçti ve kendisini dahada kaptıranlar artık ceplerinde "Misvak" taşımaya başlar oldular. "Temizliğin Simgesi" imiş. Damarlarında tek bir damla Arap kanı olmayan bir çok kimse, artık Arap olmuştu... Dahası mı? Sonra bir gün otobüse bindim... Arka sıralarda takkeli, kahverengi cübbeli ve elinde tesbihli bir şahıs... Bilin bakalım kim? Kendisini "ÖSS'ye Çalışmak" martavalları ile o akıma kaptıranlardan bir şahıs... Yazık... Oysa belkide hayatında tek bir Arap dahi görmedi bu çocuk ve evlendiği kızcağızı da kara çarşafa bürümüş... "Örnek Müslüman" Bundan başka üniversitede rastladıklarım çok daha komikti doğrusu. Bir eleman vardı ki aynı tayfanın sadece bir örneği idi; Sevgilisini ya da onlara göre nikahlısını, ki imam nikahı kıyarlar mulaka "zina olmaya" diye el ele tutuşmaları bile, üç-beş adım arkasından yürütürdü... Bu olayı üniversite de görmek beni dehşete düşürmüştü... İki kısım vardı; Birincisi Kur'andaki bir ayete dayanarak saçlarını kısacık tıraş edenler, Diğeri de Hz. Muhammed'in sünnetidir diye saçları omuzuna kadar uzatanlar ve çember sakal bırakanlar... Bilemiyorum yaa... İnsanlara neler oluyor hakikaten bilemiyorum... "İnanç" neyse, kişinin kendi tercihi... Gerçi giyim kuşam da öyle ama "Araplaşmak" niye be kardeşim? Çarşaf niye? Sevgilini üç-beş adım arkadan yürütmen niye? Saç-Sakal niye? Cübbe-Tesbih niye?
  12. Her zaman söylüyorum... Kur'an-ın bu tabirleri değil bugüne, ortaya çıktığından 30yıl sonrasına bile hitap etmez. Çok açık bir mantık hatanız var... Sureler, açık ve net bir şekilde "O Döneme Ait" olarak ortaya çıktıklarını belli ediyorlar. İbareleri koyulaştırdım, farketmemek mümkün değil... Ayetlerin indirildiği durumlar ve zamanda incelenirse, o anki duruma ait olarak belirtildikleri çok kolay anlaşılır. Kesinlikle bugüne hitap etmezler. Bugünkü müslümanları ilgilendirmez o ayetler. Benimseyip benimsememeleri önemli değildir hatta benimsemelerini gerektirecek bir durumda yoktur. Ne bugün tartıştığınız herhangi bir Müslüman, bir Dinsiz tarafında Mekke'den atılmıştır, ne de herhangi bir Dinsiz'in herhangi bir Müslümanı Mekkeden atma ya da Mescid-i Haram yanında Müslümanlarla savaşma niyeti vardır. İnançlar artık bireyselleşmiştir/bireyselleşmelidir ve dolayısıyla Medeni Toplumlarda "İnançlara" dayalı bir toplumlaşma olmayacağı için böyle İnançsal kaygılarda olmayacaktır. Kısacası bugün hiç kimse; "Ulan bu mişrikler bizi Mekke'den çıkarmışlari gelin hemen öldürelim" diye bir Ateist'i ya da Dinsiz'i öldürmez. Çünkü Kur'an-da öldürülmesi belirtilen kimseler, kanlı bıçaklı (ki her iki taraf için geçerlidir bu ibare), savaş halindeki düşmanlardır. Dikkati çekmek istediğim husus şudur ki; Bence yanlış yorumlanıyor bu ibareler. Çünkü sorarım öncelikle, Bugünkü herhangi bir Müslümanın, bir İnançsızdan nefret etmesi için bir neden var mıdır? Somut bir neden var mıdır? Hangi İnançsız, bir Müslümanı bugün Mekkeden def etmiş ki? Ya da bu forumda tartışan Dinsiz ve Müslümanların Mescid-i Haram yanında savaşma ihtimalleri var mıdır ki? Ayrıca bugünün Medeni toplumları, Ortaçağ Toplumlarındaki gibi "İnanç" bazında mı kamplaşmıştır? Tabi ki Ortaçağ Zihniyetini "İnatla" yaşatan toplumlar hariç... Kısaca demek istiyorum ki; Bahsedilen ve "Müslümanların Benimsemeleri Gerektiği" şekliden tabir edilen Ayetler ve Hükümler, 1400yıl öncesinin "Din" bazında kamplaşan/kümeleşen Arap Toplumuna hitap etmektedir ve bugün bu gibi hükümleri benimseyip benimsememenin "Dindar" ya da "Müslüman" olup olmamakla hiç bir alakası bulunmamaktadır. Hangi kefeye konulurum bilmiyorum ancak, ben bu gibi hükümlerin bugün hiç bir geçerliliğinin ve kabul edilebilirliğinin olduğuna inanmıyorum ve zaten öyle bir amaçta olduklarını da sanmıyorum. 1400yıl öncesinin yargılardır bunlar, o kadar... Sayın Abraham... Alıntıladığınız ayetlerdeki ibareler doğru ya da yanlış, bunun yorumunu yapmıyorum. Lakin görünen bir gerçek var ki o ayetler bugünün Müslümanlarına hitap etmiyor. Ve o ayetlerin haksızlığını, bugüne ölçerek ispatlamanız mantık olarak hata yapmanıza neden oluyor. O yüzden "O Gün/O Dönem" için o ayetler ne kadar doğrudur ve gereklidir, bunu tartışmak çok daha verimli olur... Emin olun bu konuda hiç bir fikir belirtmiyorum, sadece konudan nasıl verim alabiliriz bunu söylemeye çalışıyorum... Umuyorum ki açık olabilmişimdir... Saygılarımla...
  13. Bu yazıyı gerçekte kim yazmıştır bilemiyorum ancak bu yazıyı daha önce bir kitapta okuduğumu hatırlıyorum. Belki bir Tarih dergisi falanda olabilir, emin değilim. Lakin şunu söylemek istiyorum, bu "Yasaklar" dini ya da inançsal şeyler değil. Tamamen "Arap Kültürü" ile ilgilidir. Mesela bu yazıdaki en önemli ipuçlarında birisi "Öpüşmek"... Bildiğim kadarıyla "Öpüşmek"ten en eskiden beri bihaber olan toplumlardan biriside Araplardır ve "Dudaktan Öpüşme Kültürü" diğer kültürlerden önce Batı kaynaklıdır diye biliyorum. Doğu toplumları öpüşmeyi sonradan görmüşlerdir. Dikkat ederseniz, doğu insanında hala dudaktan öpüşmek adeti pek yoktur ya da pek bilinmez, bilmezler bunu ve ayıp karşılarlar hatta. Şunu demek istiyorum ki Araplarda da bu böyle görülmekte bildiğim kadarıyla ve zamanında kimin kafasına estiyse artık, kendi kültünün etkisiyle böyle bir şey uyduruvermiş gibime geliyor... Bu da "Güneş Kültü" kaynaklı bir inanış olabilir. Her neyse, hepsini teker teker irdelemek yersiz. Çünkü şimdiye kadar böyle bir listenin çeteresini tutupta ona göre ilişkiye giren kimseye hiç rastlamadım. Saygılarımla...
  14. AŞK herşeyi affedermi? "Aldatılmak" hariç diğer herşeyi affedebilir belkide...
  15. Bilmem... İyi aslında sanırım bazen... Ama bazen çok kötü... Mesela bazen inatçılık yapıldığında, anlaşılıyor; Tatlı-Sert olunuyor ve karşındakinin sevgisini hissedebiliyorsun... İnatdına söylüyor bir şeyleri ama "Size Rağmen" değil, "Sizin İçin"... İşte o zaman her duygunuz taptaze kalıyor, capcanlı... Ama bazen, sırf inat olsun diye inatçılık yapılıyor, Yani "Size Rağmen"... O zamanda soğuk yeller esiyor... Sevgiden dolayı olmuyor yapılan inatçılık, Ya da uyuz edip bişeyleri, bazı heyecanları ayakta tutmak içinde olmuyor... Başka şeyler için oluyor... Bunu araya soğukluk girmesinden anlıyor insan. Karşındakinin sevgisini hiç hissedemiyor o zaman... Hatta değersiz olduğunu görüyor çoğu zaman böyle inatlarda... İşte o zaman o ilk inatlaşmada hep canlı kalan duygular, Bu inatlaşmada darbeler yiyor... Sevgilerimle...
  16. Bide ona göre sevgili seçsen yandık yani haa... Bilmem mi... Azalmışmış, yalana bak... Birde bana sor azaldımı azalmadı mı? Ben bu kadar inatçı insan görmedim... Fazla inatçılık kötüdür ama be... Fazla naz aşık usandırır derler...
  17. Bana "Ça" ekinin DilBilimsel özelliğini anlatır mısınız? Ne ekidir bu "Ça" eki? Mesela nerelerde kullanılır? Hangi anlamı katar? Etken midir, edilgen midir? Başka hangi kelimelerde kullanılabilir ve kullanılır? Bu bilgiyi vermeniz şarttır, gereklidir... Eğer tek bir AD için özel olarak uydurulmuşsa o ek TDK'da Türkçe'yi bilmiyor demektir ne yazık ki... Mesela sizin lakabınızı ele alalım... Türkçe öyle Tersten yazılmaz öyle değil mi? Şimdi; Forumdaki En kültürlü, En zeki, En araştırmacı, En bilgili kişi olarak siz öyle yazdınız diye "Sedat KralX"in "Xlark Tades" halini tek örnek olmasına rağmen doğru mu kabul edelim? Öyle mi kullanalım... Ya da "Kral" kelimesinin sonuna artık hep "X"mi ekleyelim? Hemde Türkçe de "X" harfi olmamasına rağmen? Yoktur arkadaşım... Türkçede "Dişileştirme" ekleri yoktur... Herhangi bir Türkçe ada, "Ça" ya da başka bir ek ekleyerek onu dişileştiremezsiniz. Türkçenin Dil yapısında böyle bir özellik yoktur. TDK değil bu konunun piri bile böyle bir şeyi iddia edemez. "Ça" diye bir ek yoktur, bir ada dişilik anlamı katan... Herhangi bir Türkçe ada "Ça" ekleyip "Ahanda bu kadın adı oldu" diyemezsiniz... TanrıÇA kelimesi uydurma ve mantıksız, Türkçeye aykırı bir kelimedir. Türkçe'yi ne kadar bildiğiniz ayan beyan ortadadır... Eleştirinizi ve Şaka/Latife/Esprinizi merakla bekliyorum... Saygılarımla...
  18. Sayın Xlark Tades... Bende çok bilmiş ifadeleri sevmem hiç... Merak etmeyin Muazzez İlmiye Çığ'ın sıkı bir takipçisiyimdir. Ve bu ifadelerin geçtiği makaleleri okuyalı oldu bayağı... Yine tasvip etmesenizde ben kaynağı vereceğim: Lakin unuttuğunuz bir şey var... Bakın "Çok İlahlı" dinlerde, Tanrılar "Dişi" ve "Erkek" nitelemeleri ile insanlaştırılmışlardır. Lakin Türkler için Tanrı "Tek"tir... Ve Cinsiyeti yoktur. Muazzez İlmiye Çığ hocanın tespitinde "Tanrıça" olarak adlandırdığı tanım hatalıdır ancak orada kastettiği şey "Tin" yani "Ruh"tur. Türklerde "Tanrı'dan başka her şey özel bir Ruh'a sahiptir ve cinsiyetleri vardır. Lakin onlar "Tanrı" değildirler ki?! Muazzez İlmiye Çığ hoca "Türk Dil İnkılabı"na çok sıkı bağlı olduğu ve arapça kelime kullanımını sevmediği için o kelimeyi kullanmış olmalı kanımca. Ayrıca beni internetten bilgi edinmekle suçlarken, iki dakika da birebir aynı ifadelerin geçtiği makalelere ulaşıp alıntılamışsınız nedense, ilginç bir çelişkidir... Şunu hatırlatayım, Sayın BrainSlapper'ın "Konfederasyon Tanrılar Birliği" örneği vardır hep. Erkek ve Dişi Tanrı kavramları o inançlar için geçerlidir. Mesela Çinlilerin inançları, Mısırlıların inançları, Yunanlıların inançları, Ya da Avrupa'nın diğer Paganist inançları öyledir. Lakin Gök-Tanrı inancı Tek-Tanrılı bir inançtır. Aynen İslam gibidir yani... O yüzden Gök-Tanrı'nın cinsiyeti yoktur. İslam ile tek farkı, İslam'da Meleklerinde cinsiyeti yoktur Ama Gök-Tanrı inancında Tin/Ruh-Meleklerin cinsiyetleri vardır. Yetenekleri ve özerklikleri vardır lakin Tanrı veyahut İlah değillerdir. Eğer o kadar çok biliyorduysanız bunu da biliyor olmalıydınız mutlaka... Sayın scgksk... Benim kendimi Müslüman/İslam olarak adlandırmamın nedeni öznel sebeplere bağlı. Aynen "İnançları" öznel olmaları gibi... O yüzden ne olduğum hiç önemli değil. Adlara önem vermem... Saygılarımla...
  19. Sayın BrainSlapper'a Doğrudur Sayın BrainSlapper, normaldir Çünkü Doğanın kendisinden hareket ediyor. Hareket noktası doğanın kendisi. Doğaya bakıp bir bilinç sergiliyor Gök-Tanrı inancı. Gök Tanrı'yı niteleyen özel bir Belge yoktur lakin Belgelerde Gök Tanrıyı niteleyen ibareler vardır. özellikle TANRI KUT METE HAN ve diğer Hakanlar "Gök Tanrı"nın buyruğuyla başa geldiklerini söylerler. Bu inanç ve nüvesi olan Ağacın Kutsallığı inancı Osmanlılara kadar gelmiş, Osman Beyin "Rüyasında Ağaç Görmesi" efsanesi ve "Padişah'ın Tanrı'nın Gölgesi Olması" kabulü, Eski Türk inancı ile İslamiyetin örtüştürülmesinden ya da örtüşmesinden gelir. Niyazi Berkes bunu belirtiyor bir kitabında. Ayrıca Türklere göre kazanılan ya da kaybedilen her savaşın tek sebebi Tengeriin Boşig/Gök-Tanrının Takdiri'dir... Tanrı dediğiniz gibi "Gök Yüzü" değildir. Çok daha derin ve aşkın bir niteliktedir. Türkler eski inançlarına dair bir çok bilgi aktarmışlardır. En önemlilerini Dede Korkut Hikayeleri anlatır. Gök Tanrı ve Allah inançları "İslam Öncesi Gök Tanrı İnancı"nı anlatan ve sonrasında Türklerin Gök-Tanrı ile Allah'ı nasıl aynılaştırdıklarını ya da zaten benzeştiklerini kavradıklarını ortaya koyar. Ayrıca 2. Gök Türk devletinin Çin Esaretinden kurtulup kurulması da GökTanrı'nın isteğiyle olmuştur şeklinde ibareler vardır. Sayın BrainSlapper, sizden "Gök-Tanrı'nın Kişi Seçmediği" bilgisini duymak beni şaşırttı. Tarı Kut Mete Han'ın ve kanında Kut taşıyanların ancak hakan olabilmelerinin manası nedir peki? Zira "Kut/İktidar" ve "Ülüğ/Kısmet" inançlarını biliyorsunuzdur. "Kut" "Aşina Soyu"na ait "Yönetme Erki ve Yetkisi"dir ve Gök Tanrı tarafında bu soyun kanına verilmiştir. Hak etmeyen hükümdardan da bu Kut "Ülüğ" olarak gelir alınır yani kısmetinden çıkarılır. Bunun ayrıntısına gerek duyulmayacak kadar net bir inançtır bu. Bugünkü "Kut(lu)" kelimesini kökeni budur zaten, Gök-Tanrı kaynaklıdır. Mesela başa geçen her hakan öncelikle köklerinin aşina soyuna dayandığını ispat için silsileler çıkartır ve mesela 17nci yüzyılda bile, ki Türklerin Müslüman oluşlarından 700yıl kadar sonradır, Özbek Hakanları başak geçtiklerinde soylarının mutlaka Cengiz Han'a dayandığını ispatlamak zorundaydılar. Şibani Muhammed Han en güçlü Özbek Hakanı idi ve 1503 yılıydı sanıyorum, Özbekleri toplar toplamaz bunu yapmış, soyundaki Kut'u Cengiz Han'a dayandırmıştır. Bunu iyice ayrıntılamama gerek yoktur. Lakin bu düşünce sistemi, bugün algıladığımız İslam'daki gibi "Özgür İrade'nin Olmadığı Kader" anlayışıyla aynı değildir. Gök-Tanrı inancındaki "Kut" ve "Ülüğ" inançları "Haketmeye" dayanır ve doğal bir özellik arzeder. Neyse, ayrıntısı uzun... Bunu duyduğuma hiç şaşırmadım Sanıyorum ki ben böyle adlandırmaları sevmiyorum. Çünkü Avrupa kökenli Panteizm ve Deizm ile çok farklı bir yapıları ve özellikleri var. Avrupalı tanımlardan çok daha özneller. O yüzden Panteist ya da Deist diyemem. Çok güzel... Bakın bu söylediğinize noktasına kadar katılıyorum ve alkışlıyorum... Olması gerekende böyle bir inançtır... Hımmm... Gök Tanrı inancındaki "Uçmak/Uçmağa Varmak", bizim anladığımız gibi "Ölmek" demek değildir. "Uçmağ" Türklere has bir "Cennet" inancıdır. Ayrıntısına girmeye gerek bıkramayacak kadar net bir öte dünya inançları vardır. "Tamu" ise karşılığını "Cehennem" olarak bulmaktadır. İyi insanlar öldüğünde "Uçmağa Bardı (Vardı/Uçtu)" denilirdi. Gök Tanrı inancı Madde ile İçkin ve Maddeden Aşkın bir özellik sergiler. Tasavvuf/Vahdet-i Vücut ile benzeşmesi bir yana aynısıdır bana göre. Zaten itiraf etmeliyim ki beni çeken de bu olmuştur. Ama Panteist ya da Deist diyemeyeceğim. Çünkü Gök-Tanrı ya da Vahdet-i Vücut'taki Allah inancında Tanrı, madde'yi öylece "Oluş"a başı boş bırakmamıştır. Tanrı "Aşkın" yönü ile bir değişmezliğe sahiptir ve madde öyle olmaya öykünür, Tekamül ve ya bazılarına göre "Evrim" ile "O" olmaya öykünür. Lakin aynı zamanda Tanrı "Herşey" ve "İnsanın Kendisi" olmakla birlikte "Değişimin"de kendisidir... Kısaca Panteizmdeki gibi "Madde=Tanrı" inancına ek olarak Vahdet-i Vücut'ta, Aşkın ve varlığın "Olmaya Öykündüğü" bir Tanrı vardır. Panteizm ile Vahdet-i Vücut arasındaki ufan ayrıntı budur. Gök-Tanrı inancından kaynaklı olması da bir yana "Şah Damarınızdan Daha Yakınım" ve "Herşey Tekrar Ona Döndürülecektir" ibareleri, İslam'ın da aynı niteliğini sergiler. Tanrı Maddede İçkin olmakla birlikte, Maddeden Aşkındırda... E tabii ki İylik ve Ceza dünyevidir. Atalar Kültü'de buna dayanır zaten. Öte Dünya yani Uçmağ/Cennet ve Tamu/Cehennem tanımları bir "Ceza"dan çok kişinin "Huzur"lu olup olmamasını niteler gibi geliyor bana. "Gözlerim Açık Gider" "Gözüm Arkada Kalır" gibi tanımlamalar bu kökene dayanır. Cennet ya da Cehennem öyle acı çekilecek ya da mutlu olunacak yer olmaktan ziyade, Ölümden sonra Tanrı'ya karışmada, kişinin "Huzurlu" olup olmaması durumudur. Bence Türklerin Gök Tanrı inançları, kesinlike küçümsenemeyecek ve yadsınamayacak kadar değerli ve özgün bir inançtır. Ve mutlaka en azından bilinmesi, incelenmesi gerekir. Kaldı ki ben benimsiyorum da... _____________________________________________ Sayın Xlark Tades'e Sayın Xlark Tades... "Tanrı" ADI'nın kullanılmasını "Türk Dilinin Korunması"na yüklemiyorum. "Arapçı Zihniyet"in ART NİYETİne ve Karmaşasına/Kompleksine yüklüyorum. Ayrıca benim yabancı dil bilgim yeterince yoktur ve kullandığım yabancı kökenli kelimeleri, o Arapçılar gibi ART NİYETLE kullanmıyorum ve her yazımda göreceğiniz gibi bir ayraç ile diğer dildeki tanımını yazarak yazıyorum mutlaka... Bir yanlış anlaşılma olmasın diye... Şu Tanrıça konusuNU "Atlayan Kişi" olmadığım gibi, sizin bu konuYA "Atlayan Kişi" olacağınızı bildiğim için değinmedim ona. Çünkü sizin en büyük eksiğiniz bu idi zaten... Çünkü "Tanrıça" kelimesi hiç bir zaman Türklerde bir anlam ifade etmemiştir. Çünkü Türkler "Erkek" yada "Kadın" bir Tanrı inancına sahip değillerdir. "Erkek Tanrı" inancı Çinlilerde vardır ve onların "Gök ve Yer İlahları" "Erkek"tir. Hiç bir zaman "Tanrı" ADInın "İsm-i Müennes/Dişileştirme Adı" olarak kullanımı yoktur ve olmamıştır. Çünkü Türklerde bir ismin "Dişileştirimesi" gibi bir Dil Dizgesi/Gramer Yapısı yoktur. Bu yapı Arapçada ve Fransızcada vardır. Arapçada "İsm-i Müennes/Dişileştirme" ve "İsm-i Müzekker/Erkekleştirme" vardır. Mesela "İlah" kelimesi sonuna "e" koyarsınız ve dişileştirmiş olursunuz, böylelikle "Hera" ya da "afrodit" için "İlahe" diyebilirsiniz. Örnekler: Ali => Aliye Nuri => Nuriye Cemil => Cemile Salih => Saliha İlah => İlahe Azıcık Türkçe biliyorsanız, Türkçenin böyle bir özelliğinin olmadığını bilirsiniz. Dolayısıyla "Tanrı" ADInın nasıl ki "İlah" karşılığında kullanılması "Art Niyetli" "Kasıtlı" ve "Uydurmaca" ise "TanrıÇA" kelimeside aynı şekildedir ve UYDURMACAdır. Mesela Türkçe bir ad olan "Yıldırım"a "YıldırımÇA" diyerek "Dişileştiremeyiz, çünkü öyle bir Dil Dizgesi/Grame Yapısı yok. Ya da "Dolunay"a "DolunayÇA" deyip dişileştiremeyiz. Bu "ÇA" eki eklenelerek GÜYA dişileştirilen "Tanrı" kelimesinden BAŞKA BİR KAVRAMIN OLMAMASIda yine bu ART NİYETİn açık ve seçik göstergesidir. Türkçede böyle bir kullanım yoktur ve böyle bir kullanım Türkçeye aykırıdır... Dil Dizgesi/Gramer Yapısı bilgisine bakarsak, kimin bu konularda hassas ve ciddi olduğu görülmektedir. Benim yabancı kelime kullanmam, özendiğim için değil, genelde kullanılan yabancı kelimelerin Türkçelerine dikkat çekmek içindir ve Türkçesi olduğu halde başka bir kelime kullanılmasına cidi şekilde karşıyım... _____________________________________________ Sayın Scgksk'ye... Haklı olmak ne kadar güzel bir şey yaa... Eğer "Müslüman Olmak" Arap Olmayı gerektiriyorsa, Araplar gibi davranmayı gerektiriyorsa... Siz Arap olabilirsiniz Sayın Scgksk... Ben Türk'üm... _____________________________________________ Sevgili Sevgilim La_Bohéme'e Hımmm... Arap Milliyetçileri "Allah"ı, aynen Yahudiler gibi "Milli" (örneği yukarıda var bolca) ama her nasılsa "Evrensel" bir Yaratıcı olarak gördükleri için, senin bu söylediğin bu anlamda doğru oluyor Sevgili(m) La_Bohéme'im... Ama ben bu "Milli Yaratıcı" görüşünü bir kenarı bırakarak ele almak istemiştim, o kadar. Ama "Ateizm" açısından ele alırsak, her ikiside "Milli" ve "Yerel" inançlar olduğu görüşüne göre, haklısın... Ama ben Ateist değilim ki? Hem sen utanmıyon mu sevgilinin çelişkisini buraya taşımaya? Hı? Ayıp değil mi? Alla allaa... Saygılarımla...
  20. Sayın Fantastico, Şimdi bana şirk nedir tevhid nedir falan, bunları öğretmeye çalışmayın. Bildiğimi düşünüyorum çünkü... Gelelim "Tanrı" ÖZEL ADI'nı, "İlah" kelimesi ile nasıl aynı anlama sokabildiğinizin mantığına... "Tanrıdan başka tapınılacak yoktur!" Buna dayanmışsınız... İşte bende tam da bu yüzden diyorum ki, Arapçılar, Kur'an-ın tanımladığı Allah'ı "Arapların Allah"ı olarak nitelemişler, Onu "Milli Bir Tapını" olarak "Putlaştırmışlar"dır... Ve bu yüzden diğer toplumların tapınılarını en baştan "Put" olarak göstermişler Ve yüzlerce ve hatta bin yılı aşkın İslamlığa hizmet eden Türkleri ve onları dini geleneklerini, kültürlerini ve nüvelerini çekememişler, Türklerin "Öncü"lüğünü çekememişler ve böyle bir oyunu son 70yılda ortaya koymuşlardır ve 1000yıldır kimsenin alet olmadığı bu küçük laf oyununa sizler kurban olmuşsunuz. Kur'an-da anlatılan "Tapını" eğer "Mükemmel" olacaksa, "Mükemmel bir Tanrı" olacaksa tüm her şeye ve herkese hitap etmeli... Tek bir Milleti baz almamalı. Ama Arapların Tapınısı sadece Araplara torpil geçiyor. Türklerin inandıkları Gök-Tanrı ile Hz. Muhammed'in nitelediği Tanrı farklı değil bence. Nitelikleri ve özellikleri de farklı değil... Hatta Hz. Muhammed'in Hz. İbrahim ile, Hz. İbrahim'in Sümerlilerle ve Sümerlilerin Türklerle olan bağlarına bakarsak, bu benzerliğin nedenini anlarız. Ayrıca Mesela Mısır inancını şekillendiren Ön Asya akınları da muhtemelen belkide Türklerce yapılmıştı eski dönemlerde. Ve Mısır inancıda yine İslamiyeti şekillendirmiştir. Yani Türklerin Gök-Tanrısı ile Hz. Muhammed'in Allah'ı aynıdır, farkları yoktur. Kökenleri hemen hemen aynıdır. Türklerin inancı da yine Budizm ile benzerdir ve İslam Tasavvufu da ondan farklı değildir. Şimbi bu ilişkileri düşünerek sorarım: Hz. Muhammed'in Allah'ı ile Gök-Tanrı ya da diğer toplumların nitelediği Tapınılar niye farklı olsun? Saygılarımla...
  21. Anneniz paganist değil Sayın BrainSlapper... Kendisi aynen bizimkiler gibi Eski Türk İnançlarını yaşatıyorlar hala... Bildiğiniz gibi Türkler "Doğa'ya Aşık" bir toplumdu. Mesela yaşlı ulu bir ağaç gördüklerinde başlarındaki şapkayı çıkarırlardı İslam'dan önce. İslam'dan sonra "Yahudilik"ten gelen bir "Kep" takma inancı olsa da, Müslüman Türkler Tanrı'ya yakarırken yine baştan kep çıkarma adetini sürmüşlerdir. Bunu özellikle Kara Murat ve Battal Gazi filmlerinde falan görürsünüz. Tanrı'ya yakarırken baştaki başlık, tolga veya miğfer çıkarılır mutlaka. Ama Araplar ve Yahudiler çıkarmaz. Türkler ulu ve büyük ağaçların, yerin içine inen kökleri ve yukarı uzanan dalları ile "Sonsuzluğu" ve "Hayatı" temsil ettiklerini düşünmüşler ve sonsuz saygı beslemişlerdir. Onların Ruhları/Tinleri olduğuna inanmışlardır. Böylelikle doğanın sahip olduğu her canlıda kutsaldır. Bunları İslamiyetle birleştirmişlerdir. Mesela örümceklerin öldürülmemesi inancı, şu mağaranın ağızına ağ örme meselesinden geldiği düşünülür. Oysa Türkler İslamdan önce de hayvanları öldürmezlerdi. Saygılarımla...
  22. Bakın, Sayın BrainSlapper'in söylediği gibi, 1930lardan sonra dili Türkçeleştirilmeye gidilmiştir. Lakin daha sonraları Tarih çalışmaları ile birlikte bu dil çalışmaları paralel yürümeye başlamıştır. Ve daha sonra her nedense Kur'an-daki tüm kavramlar yerli yerince ve aynılığıyla kullanılırken, "Sadece" ve "En Çok" "İLAH" kelimesi değiştirilip, her dini konuda Arapça terimler kullanılırken,"İlah" kelimesi yerine "Tanrı" kelimesi kullanılır olmuştur. Ve dikkat edin, "Arapçı" zihniyete sahip akademisyenler hep "Tanrı" kelimesini "İlah" karşılığında kullanırlarken, "Laik" kesim "Allah" ile "Tanrı" kelimesini aynı kendi tarihsel anlamlarında kullanırlar. En azından benim tespit ettiğim kadarıyla öyle, tabi ki her akademisyeni tanımıyorum... Ama şu var ki, "Tanrı" kelimesinin "İlah" anlamında kullanılması kesinlikle kasıtlıdır. Çünkü ima edilmek istenen şey "Gök-Tanrı"nın bir "Put" olduğudur ve Kur'an-da geçen "Allah" ile benzeyemeyeceğidir. Çünkü bu Arapçı zihniyet, Türklerin "Tanrı" inancının samimiyetinden ve güçlülüğnden korkmakta, en azından bu şekilde Türkleri sindirmek istemişlerdir ve görüyorum ki ne yazık ki başarılı olmuşlardır. Eğer samimiyseniz, Tanrı'nın 99adının Arapçasını Kullanmakta gösterdiğiniz samimiyeti, "La İlahe İllalah" tümcesini savunurken de gösterin. Çünkü bu tümcede "Allah"a özel bir ad verilirken, "Allah Olmayan"a da "İlah" denilmesi gerektiğini açık açık belirtmiştir. Yani Kur'an da belirtilen "Allah"ın özelliklerini taşıyan hiç bir yaratıcıya "İlah" diyemezsiniz. Tanrı'ya "İlah" derseniz, Allah'da "İlah" demelisiniz. Çünkü Gök-Tanrı ile Allah birbirinin aynı özellikleri taşır. Tek'tir... Hesap sorandır... Tek yaratandır... Cennet ve Cehennemi yaratmıştır... vs.. vs.. vs.. Türklerin "Tanrı"sının "Kur'an"ın Allah'ı ile pek büyük bir farkı yoktur ve bence aynıdırlar. Gerçi BrainSlapper her halükarda her ikisine de "Put" diyor... Ama benim demek istediğim şey Müslümanlar açısından ele alınmalı. Müslümanlar için nasıl ki Allah bir Put değilse, Gök-Tanrı'da bir Put değildir. Gök-Tanrı bir "İlah" değildir. Çünkü "Allah" ile aynı özelliktedir. "İlah" değilse, ne olduğunu varın siz düşünün. Şu vardır ki, İster dini kaygılarla olsun, İster herhangi bir ön yargı ile olursa olsun Tek bir Türkçe kavramı bile hiç bir zihniyete kurban etmem... Karşıma dini inancı çıkarsalar bile... Karşısında olurum. Bu konuda hakikaten çok katıyımdır. O yüzden, Evet Sayın Xlark... Kasıtlı olarak "İngilizce" kullananlara da "İngilizci" diyorum... Saygılarımla...
  23. Dinlerin kutsallıkları sizinle ve sizin inancınızla, Kitapların kutsallıkları da ön ve arka kapakları ile sınırlıdır...
  24. Hayır arkadaşım... La İlahe : İlah Yoktur İllallah : Allah Vardır Neresinde "Tanrı" kelimesi geçiyor bunun? Kavramlar konusunda Kur'an-a sıkı sıkıya bağlı olanların "İlah" kelimesinin kullanılmasında Kur'an-a bağlı kalmamaları kendi en büyük çelişkileri ve mantıksızlıklarıdır. "İlah" kelimesi hiç bir şekilde "Tanrı " adı yerine kullanılamaz... Kullanan kimseler, nazarımda art niyetli ve Arapçıdır... Bunun başka bir seçeneği yoktur. Saygılarımla...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.