Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Hımmm... Tamamdır Sayın Xlark... Özür dilerim, yanlış anlamışım... Yazdıklarınız tamamdır... Evet... Merak etmeyin, bende sizden çok şey öğreneceğim... Saygılarımla...
  2. Yazacağım bir şey yok, doğru düşünmüşsünüz... Saygılarımla...
  3. Sayın Xlark Tades Sizin söylediğiniz ile benim söylediğim arasında çok küçük bir ayrıntı farklılığı var ve bunun farkında değilsiniz... Bakın; "İnsanlar beyninin %5ini kullanır" Teorisi, Beynin %100lük bir kapasiteye sahip olduğu halde insanların bu kapasiteyi kullanaMAdıklarını, sadece %5lik bir kapasiteyi kullanabildiklerini ve kullanabileceklerini düşündürmektedir. Oysa Nöronların tüm hepsinin yani %100ünün kullanılması ya da kullanılmaması ya da Sinapsların tüm hepsinin kullanılıp kullanılmaması, Sinaps bağlarının güçleri ile ilgilidir ve zayıf bile olsalar "Hiç Kullanamayız" diye bir şey yoktur. Çünkü o bağı beyin kendisi oluşturmuştur ve o bağın farkındadır. Sadece kullanmıyordur o an için. Yukarıda örneğini açık açık verdim... Mesela şu an şöyle bir düşünün... 10 dakika boyunca hayatınızda yaşadığınız en güzel anları ve hatıraları düşünün... Tüm hepsini hatırlayabilecek misiniz? 10 dakika sonra başka anılarınızı da hatırlayabilirsiniz... Aynen örnekteki gibi... Yani o bağları kullanmıyorken, artık kullanıyorsunuz... Ve ne yaparsanız yapın hala o bağların büyük çoğunluğunu o anda kullanamazsınız... Yani beynin oluşturduğu ve sahip olduğu o tüm sinaps bağlarını ve nöronlarını aynı anda kullanamazsınız. Ancak bu belli bir %5lik kısmını kullanıpta belli bir %95lik kısmını kullanamadığımız anlamına gelmemektedir. Bilmiyorum anlatabildim mi... Saygılarımla...
  4. Denilemez... "İlah" denilen şeylere ya da alelade hiç bir Put'a "Tanrı" denilemez... "Tanrılar" ya da "Tanrıça" gibi kavramlar "Arapçı" zihniyetin bilmem nerelerinden uydurdukları kavramlardır. Referans istiyorsanız eğer; Ahmed Yesevi, Yunus Emre, Dede Korkut benim için referanstır... "Tanrı" kelimesinin Yaratıcı için kullanılması kadar doğal bir şey ve normal bir şey yoktur.
  5. Zihinsel Gelişim hem kalıtım hemde çevre faktörlerine bağlı olarak gelişim gösterir. Kalıtımsal olarak ailenin genlerinde var olan yapısal gelişim seyreder... Çevresel olarak ise hem çevre ve hemde yaşantılar Zihinsel Gelişimi etkiler. Birey ana rahmine ilk düştüğü andan itibaren zihinsel gelişime başlar. Annenin üzülmesi veya sevinmesi bile bu gelişimi etkiler. Bu mantık çok doğru... Üç cümlenizi renklendirdim. Çünkü tek bir şeyi anlatmak istemişsiniz galiba, ancak üç farklı konudan dem vurmuşsunuz, çok anlamsız olmuş... "Zeka", "Zeka Çeşitleri" ve "Hafıza" birbirlerinden çok farklı şeylerdir. Zeka: Genel olarak çevreye uyum yapabilme yeteneğidir. "Zeka Çeşitleri" ise henüz tam netleşmiş bir tanım değildir. Lakin şu an için 7 ve sonradan eklenen ve genel kabul gören 8 Çeşit zeka'dan bahsedilir. Hafıza: Hafıza dediğimiz ise edinilen bilgilerin hatırlanmasını sağlayan "Uzun Süreli Bellek"e yerleştirilmesi ile alakalıdır. Nörolojik olarak dış dünyadan aldığınız bir veriye ait kodlarla o veri beyne kodlanır ve siz bunu tekrar aynı kodları dış dünyadan algıladığınızda hatırlarsınız. "Uzun Süreli" ve "Kısa Süreli" olmak üzere iki hafıza çeşidir vardır. Evet, bu "Hafıza/Bellek" ve "Öğrenme" konularında sıkça verilen bir örnektir... "Sinaps" bağlarını beyin kendisi oluşturur. Şöyle ki: Beyinde "Nöron" sinir hücreleri vardır. Beynimiz doğuştan çok az sinaps bağı ile gelmektedir. Onlarda zayıf ve ana karnındaki yaşantılarla ilgili bağlardır. Nöron sinir hücreleri dış dünyada aldığı kodlara göre her koda has sinaps hücreleri oluşturur. Ve bu sinapsları yine birbirleri ile ilişkilendirir, bağlar. Kısaca Beyin, o bilmem kaç trilyon tane sinaps bağının hepsinin farkında. Orada olduklarını biliyor yani... Ve emin olun ki hepsini kullanıyor. Mesela siz küçüklüğünüzde bir olay yaşamıştınız. Diyelim ki bir araba sizin tanıdığınız bir kimseye çarpmıştı. Yıllar sonra bu kişiyi gördünüz ama tanımadınız. İşte o sinaps bağları çok zayıflamış demektir ve siz onları kullanmamışsınız pek. Sonra kişi size kendisini hatırlatacak şeyler söylemeye başladı: "Hani sene 1986 idi biliyor musun?" "Evet" (bakın bir bağı harekete geçirdi, kullandınız...) "O yıl hani mezuniyet gecemiz olacaktı, bildin mi?" "Aaa evet hatırladım" (ahanda bakın diğer bir sinapsta işleve geçti) "Geceye giden otobüsler vardı hani, bir duraktan kalmışlardı!" "Evet, hani şu son durak vardı, okulun yanında!" (al sana bir sinaps daha) "Orada hatırladın mı kırmızı bir otobüs vardı?" "Aaa hani şu şoförü uyuklayan mı?" (al bak bir tane daha sinaps) "Evet o. Hani o senin çaprazında birine hafiften çarpmıştı?" "Aaa, lan Mustafa? Sendin lan o... Naber ya? Kolun incinmişti di mi?" (konuyla ilgili tüm sinapslar faaliyette şu an...) İşte beynin böyle bir işlevi var. Kıyas, Mukayese, Düşünme falan hepsi budur... "Beynin %bilmem kaçını kullanıyoruz" diye bir şey HİÇ BİR AÇIDAN yoktur... Bilim böyle bir teoriyi ispatlamıyor, tam aksine köşesi ve bucağıyla beyni tümüyle kullandığımızı ispatlıyor bilim... O yüzden bu "%de kaçlık beyin kullanımı" konusunu kapatıp daha ciddi konulara geçelim... Zira pek bir faydasız olmaya başladı. Tekerrüre düştük ne yazık ki... (bu ithamım size değil Sayın Xlark) Saygılarımla...
  6. Çok teşekkürler Sevgili La_Bohéme... Anlaşılmak güzel şey yav...
  7. Sayın Katakuta, Bu konuda size katılmıyorum... "Tanrı" kelimesi, Türklerin inandıkları Yaratıcıya verilen addır. Ve ondan başka hiç bir şey için kullanılmamıştır. Ne Hera, Ne Zeus, Ne Lat, Menat, Uzza... Bu şeylere "Tanrı" denilmesinin nedeni "Arapçı" zihniyettir ve sizin böyle bir zihniyette olmadığınızı çok iyi biliyorum... O yüzden sizde bu nitelemeyi terketmelisiniz... Ya o şeyler "Put" ya da "Tapını" falan denilmeli Ya da özel adları ile tanımlanmalıdır. Ama kesinlikle "Tanrı" denilemez... Türkler Müslüman olduktan sonra "Allah"a bu sefer "Tanrı" demeye başlamışlardır. Onu niteler olmuştur. Müslüman arkadaşlar o kadar bağlıysalar Kur'an-a, sizin belirttiğiniz o putlara Kur'an-da verilen isim "İlah"tır. Nasıl ki yaratıcının en özel adı "Allah" ise O Putların en özel adı da "İlah"tır... Kim ne derse desin, Ben forumdaki ilk günümden bu güne kadar ve gerçek hayatımda da "Tanrı" kelimesini kullanmaktan vazgeçmem ve o putlara da "Tanrı" denilmesine tepki gösteririm... "Tanrı" kelimesinin "Allah" yerine kullanılmasında sakınca yoktur. Zira Türk Evliyalar (Dede Korkut, Ahmed Yesev, Yunus Emre vs...) hep Tanrı kelimesini aynı anlamda kullanmışlardır... Saygılarımla...
  8. Siz de çok şakacısınız Sayın b@diCAN... Merak etmeyin Einstein'de en az sizin kadar şakacıymış... 1- Öncelikle ilgili konuları okuyup, biraz bilgi sahibi olup ondan sonra konuşmak gerek... 2- İnternet elinizin altındadır ve en azından google'ı kullanmasını bilmek gerek... 3- Bilip bilmeden her şeye bodoslamadan dalmamak gerek... 4- Zaten moralim deniz seviyesinin altında, insanı germemek gerek... Hoşçakalın... Selametle...
  9. Pes doğrusu Sayın Yeshua... Esnek gördüm sizi... Saygılarımla...
  10. "KıYaSlama" Yani "KYS" kökünden "muKaYeSe" Türkçesi ile "Karşılaştırma"... Ya da dahada açarsak "Düşünme ve Düşünme Süreçleri" Diyorum işte, Beynin düşünüyor olduğunu kabul etmenizden başka bir çare yoktur... Laf arasında da kabul ediyorsunuz işte Ya bundan başka daha hangi Benlikten bahsediyorsunuz? Saygılarımla...
  11. Sayın Yeshua... Yine herzamanki gibi mantığınızda büyük çelişkiler ve eksiklikler var... Bunlara teker teker dokunmaktansa sadece bir eksikliğinizi belirteceğim ve zaten kurduğunuz tüm çıkarımlar birden çökecek... İnsanların beyinlerinin %5ini %10unu ya da %bilmem kaçını kullandıkları savı bir saçmalıktan öte bir şey değildir. Zira bu sadece bir deney sonucunda Einstein'in söylediği bir şakanın ciddiye alınması ile ortaya atılmış bir çıkarımdır. Beyin araştırmalarının revaçta olduğu dönemde bir bilim adamı bi farenin beyninin %90ını alır ve fare yaşamaya devam eder. Ancak bir çok fonksiyonu ile fare hala yaşamaktadır... Bir çok faaliyeti ise yerine getirememektedir. Bunun üzerine bir gazeteci Einstein'e bu deneyi hatırlatarak, beyninin ne kadarını kullandığını sorar ve Einstein "Heralden %10unu kullanmıyorum" kabilinden bir laf söyler... Araştırmalar göstermiştir ki insanlar ve tüm canlılar beyinlerinin %100ünü kullanırlar... %3üymüş %5iymiş falan bunlar yüz yıl kadar önce ortaya şaka yollu atılmış teorilerden başka bir şey değildir ve ne yazıktır ki büyük bir heyecan ile temellendirdiğiniz mantığınız büyük bir çöküntüdedir... Diğer çelişkilerinizi farkına siz varıverin artık... Saygılarımla...
  12. Evet "bütün işlevlerin toplamı" buraya kadar ok.. Ama bu toplam, ayrıyeten tek bir merkezde toplanmalıdır ve bu merkez son merkez olmalıdır.. Değilse askıdadır boştadır muhatapsızdır.. Delil aramana gerek yoktur olayın kendisi bir delildir, mantığı bir delildir.. SaygılaR.. Sayın Xlarak Tades... Bu yürüttüğünüz mantık güzel ancak vardığınız sonuç kötü... Bakın; "Tüm beynin bir merkeze ihtiyaç duyması" mantığınıza binaen şu var ki beyin tek bir bölgeye odaklanmadan da düşünebilmekte ve çalışabilmekte, işleyebilmektedir. Bunun örneğini "Beyin mi düşünür yoksa Ruh'mu?" adlı açtığım başlıkta vermiştim. Ne kadar internette bulamasamda öyle olduğundan emin olduğum bir haber vardı: Bir adam bir beyin rahatsızlığı geçirmişti ve Beynin sağ ve sol loblarını ayırmak zorunda kalmışlardı. Bu adam ilk ve tek olmuştu bu konuda çünkü sanki artık iki beyni vardı. Mesela sol gözüne ve kulağına farklı, Sağ gözüne ve kulağına farklı komutlar veriliyordu. Sağ göz ve kulağa verilen komuta göre vücudun sol tarafı farklı bir tepki veriyor ve diğer tarafı da farklı bir tepki veriyordu. İlginç olan şey ise vücudun sol tarafı (Sağ Lob), sol tarafından (Sağ Lob) "HABERSİZDİ"... ____________________________________________ ____________________________________________ ____________________________________________ Bakın, yukarıdaki yazıyı yazdıktan sonra size ispatlamak için net'te uzunca bir araştırmaya girdim ve sonunda diğer konuda da bahsettiğim ve Sayın Tarafsız ile birlikte haberdar olduğumuz ama bulamadığımız bilgiyi en sonunda buldum... Sperry, epilepsi hastalarınıtedavi etmek amacıyla, beyinin sağ ve sol yarım küreleri arasındaki iletişimi sağlayan yapı olan corpus callosumu kesti. Sperry ve çalışma arkadaşları daha sonra bu hastalardan, beynin sadece belli bir yarımküresi tarafından yapıldığı bilinen işleri yapmalarını istediler. Sonuçta, corpus callosumu kesilmiş bu hastaların beyinlerinin sağ ve sol yarımkürelerinin birbirinden bağımsız olara bilinç sahibi olduğunu gördüler. Bu araştırma, beyin işlevlerinin yanallaştırılması(ing. later alization of brain function) anlayışının gelişmesini sağladı. Ayrıca buradan da faydalanabilirsiniz... Bakınız, Şüphe bırakmayacak kadar açıktır... Düşünen şey "Beyin"dir... Siz istediğiniz kadar teori arayın ama teoriye ihtiyaç duymayacak kadar net bir şekilde yasalaşmış bir kanundur bu... "Düşünen şey beyin midir?" gibi bir teorinin ortaya atılması zaten "Bilim" açısından çok abes olurdu. Zira iki ihtimal vardır size göre: "Ruh mu düşünür?" "Beyin mi düşünür?" Biz "Felsefik" ve "Mantık" olarak bu soruları sorabiliriz lakin "Bilim" soramaz ve bu türlü bir soru üzerine teori üretemez. Bağırsak mı düşünür? Pankreas mı düşünür? diye sorabilir Bilim... Lakin inceleme olanağı olmayan "Ruh"a nazaran "Ruh mu düşünür acaba?" diye bir soru soramaz ve buna dair bir teori üretemez... Öyleyse kabul edebileceğimiz tek bir nazar vardır; "Beyin düşünür..." Zaten alıntıladığım ve daha önceki konuda bahsettiğim örnekte de açık ancak meğer ki boşuna yazmışım o zamanda, tek umursayan Sayın Tarafsız olmuş... Bilim tüm "Düşünme İhtimali" olan organlar üzerinde deneylerini yasalaştırmış ve Beyin'in düşündüğünü ortaya koymuştur. Siz istediğiniz kadar başka bir merkez arayın... Loblar arasındaki iletişimi kesmediğiniz sürece her iki lob bütüncül olarak, Kestiğiniz vakit tek başlarına düşünmektedir. Sizin artık şüphe edemeyeceğiniz kadar açık ve nettir... Eğer hala kabul etmezseniz şu soruyu sormak zorunda kalacağım: Eğer düşünen şey Ruh ise, iki lob arasındaki bağı kestiğimizde, aynı beynin aynı bedende iki farklı düşünce, davranış, tavır ve tepki sergilemesinin nedeni nedir? Yoksa Ruh'u da mı ikiye kesmiş oluyoruz ya da iki tane mi ruh taşıyoruz her ihtimale karşı, biri eskir falanda diğerini kullanırız diye... Bakın, çok ciddi söylüyorum... Belki Beyin konusunda bir uzman değilim ancak yine de söylediklerimin arkasında duracak kadar eminim iddialarımdan. Siz? Sizce de doğrusu ortada değil mi?____________________________________________ ____________________________________________ ____________________________________________ Konuyu kapatayım artık derken, yine araştırmaya devam ettim ve sonunda o bahsettiğim haberi de buldum... Bölünmüş Beyin Haberini okuyun mutlaka... Bence anlaşılmaması için hiç bir neden yok... Saygılarımla?
  13. Bakınız, "Tanrı" dediğimiz ya da "Tanrı" olarak adlandırdığımız "O", bir Tasarımcı olmadığı gibi aynı zamanda bir Padişah ya da Hükümdar falan da değildir. Ya da "Oyun"lar düzenleyen, kurgular kuran bir senarist ya da yönetmen falan da değildir... Tanımladığınız "Tanrı" nitelemesine oturttuğunuz "Şey", kesinlikle ve kesinlikle "Tanrı"yı "Tanrısal Özelliklerinden" arındırmaktadır. Çünkü: Eğer Tanrı yaratığı şeylerde bir "Amaç" güdüyorsa, demektir ki kendiside yaşayacağı bir sürece tabidir... Zamana ve Mekana dahil olmak zorundadır ki bir "Amaç"a ulaşabilsin. Şöyle düşünün: Tanrı "Yarattığı Zamanın" içinde olmalı ki, belli bir süreç yaşayıp, sonunda güttüğü amaca ulaşsın... Mantık bu denklemi gerektirmektedir. Eğer bir Amaç Gütmek durumundaysa Tanrı, o amacına ulaşacağı bir süreyi, zamanı da yaşayacak olması kaçınılmazdır. Mantık ilkeleri bunu gerektirir... Düşündüğünüz Tanrı'ya ait böyle bir çıkarım "Mükemmel Tanrı" inancının yanından bile geçmemektedir. Bu yüzden inandığınız "Tanrı" bir amaç güden, bir amaca hizmet eden, bir amaca tabi olmakla da "Mükemmel Olmayan" bir Tanrı'dır... Ayrıca "Şeytan" meselesine bence daha mantıklı yaklaşmalısınız. "Şeytan" denen şey "Özgür İrade"nin değil "Kötülüğün" temsilcisidir. Nasıl ki İslam'da "Kader" denilen kavram "Halkı İtaat"e alıkoymak için değitirilmişse, Hıristiyanlıkta'da "Şeytan" ile "Özgür İrade" AYNI tutulmuş ve 'İman!'lılardan İsa'ya, Çoban/Pastör'e ya da artık dini lideri kimse ona "Koşulsuz" ve "Sorgusuz" itaati istenmiştir. Özgür İrade ile Hıristiyanlık sorgulanırsa "Şeytan"lık yapmış olacaktır çünkü... Gereğince de ya Aforoz edilir ya da yakılır... Şeytan sadece ve sadece kötülüğün simgesidir ve çok komiktir ki "Hıristiyanlıktaki Şeytan İnancı" ve Simgesi, Hıristiyanlığın "Yok Etmek" istediği "Pagan Kültürü"nün bir ürünüdür. İnsanların içine giren, Bedenini ele geçiren, Kan'la beslenen, Boynuzları ve Dikenli kuyruğu olan, Elinde bir çatal bulunduran bir Şeytan... Azrail'de elinde Orak ile dolaşıyor... Semitik dinlerin gelişimi çok hazindir bence... Ortaya çıktıkran sonra büründükleri görünen anlamları çok farklıdır. Yok etmek istedikleri yada üzerlerinde baskın olmak istedikleri inançların esirleri olmuşturlar, kaynaşmıştırlar. Ya da politize edilmiştirler. Bunlar arasında en politize olan ve en çok değişeni Hıristiyanlıktır ki ilk dönemiyle alakası bile pek kalmamıştır. Üzerine baskı kurduğu "Pagan Kültürü"nün esiri olmuştur. Hz. İsa tasvirlerinin ve efsanelerinin, Hıristiyan inancının barındırdığı nüveler; melek, şeytan, cin, peri, Meryem Ana, İsa, Tanrı Baba, Tanrı Oğlu, Kutsal Ruh'lu İnsan gibi tasvirler hep pagan kültürünün ürünüdürler. İnanmayanlara birazda olsa Mitoloji okumalarını tavsiye edebilirim. Müslümanların inançlarına gelince; Mısırda, baskı altına almak için uğraştıkları Mısırlıların inançlarına esir olmuşlardır. Osiris Rahipleri kendi inançlarını gizliden gizliye yaşatmışlar ve Ezoterik bir İslam inancı ortaya çıkarmışlardır. Yine İran ve Türk inançları da aynı niteliktedir. Alevilik "İran Aleviliği" ve "Türek Aleviliği" olarak genel olarak ayrılabilir ancak birbirlerinden farklıdır. İranlılarınki Mazdek dininden kaynağını alır, Türklerinki ise Gök-Tanrı inancından... Kısacası her zaman söylerim; "Dinlerin Savunulmaya İhtiyaçları Yoktur." Çünkü ortada dururlar ve kendileri kendi savunmalarını yapmaktadırlar, başarılı ya da başarısız... Tüm inançlar kaynağını aynı şeyden alırlar: Dünyayı Anlamlandırma Güdüsünden... O yüzden "Aynı Gerçeği" farklı farklı dile getirirler, Yaptıkları şey bundan farklı bir şey değildir. Özetle şunu demek istiyorum: Baştan beridir yazılarınızı takip ediyorum ve "Bila Kayd'ü Şart/Kayıtsız Şartsız" bir kabule koşullanmışsınız gibime geldi. Umarım inandıklarınızı mantık süzgecinden geçirirsiniz... Saygılarımla...
  14. Diyelim ki evden çıkarken kapınızı kapattınız, kapandığının sesini duymanıza rağmen dönüp tekrar açılıp açılmadığına bir baktınız... Ve; Diyelim ki evden çıkarken kapınızı kapattınız, kapandığının sesini duydunuz, kapandığından emin oldunuz... Ancak dönüp tekrar kontrol ettiniz ve hatta açıp tekrar kapattınız. Açıp tekrar kapatmasanız bile yine de dönüp tekrar uğraştınız, kapandığından emin olduğunu halde... İkinci halde siz Obsesif Kompülsif Bozukluk sergiliyorsunuzdur... _______________________ Obsesif Kompulsif Bozukluk hemen her yaşta görülebilecek ve genelde depresyon ile birlikte görülen bir rahatsızlıktır. Kişinin kabul etmek istemediği düşünce veya görüntülerin, istem dışı olarak bireyde tekrar etmesi ve bireyde rahatsızlık yaratacak derecede yaşanılması olarak tanımlanabilir. Yukarıdaki örnekteki kadar basit bir tanımlaması yoktur aslında. Temel olarak sahip olunan bir deneyimin sonucunda edinilmiş bir kazanımın, akla takılan düşüncelerin "İstemli" olarak uzaklaştırılmamasını içerir. Kişi saplantılarının saçma olduğunu bildiği halde bu saplantılarını uzaklaştırmaz, saplantılarına sahip çıkar ve tekrar eder. OKB öncelikle gündelik hayatta ve sosyal yaşantıda bir çok sorunlar doğurmaktadır. Obsesyon (Saplantı) ve Kompulsiyon (Takıntı) şeklindede görülebilmektedir. Obsesyon/Saplantı "Düşünce" şeklinde ortaya çıkmaktadır. Kişi, kafasına takılan kendisini rahatsız eden düşünceden kurtulamamaktadır. Kişi zamanla; İğrenme, korkma ve şüphelenme duyguları yanısıra Anksiyete/Endişe krizine de girmektedirler. Hafif veya Ağır bir şekilde tekrar edebilir. Kompulsiyon/Takıntı "Düşünce" şeklinde olmakla birlikte "Davranış" olarakta kendini gösterebilmektedir. Kişi kendisini rahatsız eden düşüncelerden kurtulmak için başka şeyler düşünmeye ve başka davranışlar sergilemeye yönelir. Takıntılar, Endişeyi arttırıcı bir özellik sergiler. Örnek olarak bir kaç şekilde ortaya çıkabilir: Mesela bir kimsenin günlük davranışlarında "Tanrı" inancına dayalı olarak "Aşırı Kontrollü" davranması, hatalarında yada günahlarında aşırı korkuya kapılması, rahatsız edici bir huzursuzluk yaşaması veyahut ruhi bunalımlara, korkulara girmesi bu tanımlaya örnek olabilmektedir. Ya da bir kimsenin, "Cinsel İlişki"de "Anne/Baba"sının aklına gelmesi ve cinsel soğukluk yaşaması veya "Cinsel Suçlarda/İstismarlarda" genellemeler yapması da bir örnek olabilmektedir. Konu ile ilgili olarak bne kendimden bir örnek vereyim: Bazen hafif bir Kompulsif Davranışım olmakta. Mesela küçükken bir arkadaşımın yalan söylemesinden dolayı öğretmenimden dayak yemiştim, Ve sınıfta .... olmuştum. Şimdi ne zaman yalan söylemek zorunda kalsam çok geçmeden mutlaka belli ederim. Çünkü hemen ertesinde büyük bir huzursuzluk duyarım içimde ve büyük ihtimalle söylemişsem eğer yalanımı itiraf ederim. O yüzden büyük huzursuzluk duyacağımı bildiğim için en baştan yalan söylemiyorum. Sizin var mı böyle takıntılarınız? Yargılayın kendinizi? Bir kaç link: Obsesif Kompulsif Davranış Bozukluğu 1 Obsesif Kompulsif Davranış Bozukluğu 2 Obsesif Kompulsif Davranış Bozukluğu 3 Obsesif Kompulsif Davranış Bozukluğu 4 Mutlaka göz atın bu linklere bence... Saygılarımla...
  15. La_bohéme... Ne var biliyor musun? Aldatma işini kim yaparsa yapsın, Mutlaka kendisini haklı çıkaracak bir ipucu yaratmıştır... Bakın, aldatmak sadece "Bedenen" olmaz... "Ruhen"de olur... Eşini sevmeyen bir insan düşünün... Evliliği süresince başka bir insana aşık olabilir değil mi? Bazı nedenlerden dolayı eşinden ayrılamıyor da olabilir... Aldatmış olur... Başkasını sevmekte haklıdır ancak aldatmış olur... Eşini seven bir insan düşünün... Evliliği süresince, eşini sevmesine rağmen başka bir bedenle ilişki kurabilir değil mi? Ama eşini sevdiği için ayrılmıyordur... Aldatmış olur... Başkası ile birlikte olmakta kendisince haklıdır ancak aldatmış olur... "Severek"te aldatırsınız insanı, "Cinsellik"le de aldatırsınız... "Ait" olamıyorsanız, sevemiyorsunuzdur. Eşinizin başkası ile yatmasını kaldırabilir misiniz? "Aitlik" duygusu "Bencillik" değildir... Ait olmak "Sevmekten" ileri gelir... "Ait" olmak demek "Bencilliği Aşabilmek" demektir... Çünkü kendini aşıyorsun ve sevdiğine adıyorsun... Bu bencillik olabilir mi? "Beden" sadece bir deri parçası değildir... "Beden" aynı zamanda sevdiğin kişidir. İçinin yansımasıdır... "Sevgili"dir... İnsanları "Ruh" ve "Beden" olarak ayıramazsın. İnsan Ruhu ve Bedeniyle bir "Bütündür"... Ne düşünüyorum biliyor musun? ... Her neyse, Artık bu konuda daha fazla yazmak beni çok boğuyor... Saygılarımla...
  16. Sayın Xlark Tades, Sizin anlayacağınız dilden ve ne ironiktir ki Sayın Tarafsız'ın hep söylediği gibi bu sefer "Felsefe"yi saf dışı bırakarak konuşmak zorundayım... Şimdi karşınızda bir bilgisayar var ve işlem yapıyor öyle değil mi? Komplike/Bütüncül bir yapısı var... Oyun oynuyorsunuz, nasıl çalıştığını biliyorsunuz. Mesela Sayın Bilimselci çok yararlı olarak "0" ve "1"lerle çalışmasının pransibini anlatmıştı. Şimdi be o prensibi öğrendim ve sizde biliyorsunuzdur mutlaka; O prensipleri öğrendikten ve ortaya koyduktan sonra artık "Ulan bu alet nasıl oluyorda işlem yapıyor, çalışıyor" Diye sormanın bir alemi var mıdır? İşte bende bunu diyorum. Bir "Bütün" olarak insan (beyin) düşünür. "Madde Düşünebilir mi?" konusunda tartışmayı buna getirmek istedim, olmadı... Sonra bunu niteleyen bir konu açtım, sanıyorum ki yine olmadı... Burada da olmadı... Merak etmeyin, Soru sormak ve sorgulamak konusunda kendime, hiç bir şeyde güvenmediğim kadar çok güvenirim. Foruma girdiğim günden beri (ve dahi aslında gerçek hayatımda bu güne kadar) karşılaşıpta sorgulamadığım şey kalmamıştır. Evrim konusunda bir çok sprum var lakin henüz evrime o soruları yöneltmem gerektiğini düşünmüyorum. Çünkü o nitelikte bir konu açılmadı henüz forumda. İnsan hiç bir şekilde Bilgisayara ya da Televizyona benzemez. Evrim var ise eğer, en basit yapıdaki bir canlı bile en karmaşık işlemleri yapabilen en güçlü bilgisayardan bile daha yeteneklidir, çünkü bulunduğu ortama uyum sağlayabilir. Hiç bir zaman hiç bir metal, plastik, kauçuk, mika vs... alaşımlı robot ya da bilgisayar, en basit yapıdaki bir canlının yapabildiği şeyleri yapabilecek düzeyin yarısını bile yapabilecek hale gelemeyecektir. O yüzden ben bu Televizyon/Bilgisayar = İnsan/Canlı benzetmesinden sıkıldım. Hiç bir şekilde benzemiyor. Ve benziyorsa eğer, Bilgisayarın bir işlemi sonlandırması için sizin ona bakmanıza ihtiyacı yoktur. Açın bilgisayarı, Çalıştırın Norton Antivirüs Pro'yu. Kapatın ekranı ve gidin yemeğinizi yiyin, çayınızı için... Sonra gelin ve ekranı açın. Bakın Norton siz bakmadan da bulup tespit etmiş tüm virüsleri falan. Ama yine de söylüyorum; Bu hiç bir şekilde "Canlı" ile kıyaslanamayacak bir şeydir... Saygılarımla...
  17. Sayın Xlark Tades, Teori olmasına pek gerek yok. Çünkü araştırmalar doğrultusunda elde edilen veriler "Düşünme" denen şeyin temel olarak nasıl olduğunu ortaya koyuyor. Bunu diğer konuda yeterince anlattım, siz anlamak istemiyorsunuz. İddiamı destekleyen verileri de sunmuştum, mantığını da çizdim. Sizin mantığınıza bir çok soruda yönelttim ama anlaşılan havada kalıcak... İlla ki bir son "Ben" olmasına gerek yok Sayın Xlark Tades... Bir "Bütün" olarak siz zaten "Ben"lik sergiliyorsunuz. Mantık dediğinizi gerektirmiyor. Her nasıl bir mantıkta yürüyorsanız, sizin kurduğunuz mantık öyle gerektiriyor. "Yapısalcı" ve "Naturalist/Doğalcı" mantık öyle gerektirmiyor ne yazık ki... "Lokal/Yerel" bir "Tek Ben" olması gerekmiyor kesinlikle. Öyle bir "Ben" olacaksa eğer, mantık gerektiriyor ki onunda bir yapısı olmak zorundadır. Monitör örneği ise eğer, O Monitöre bakan bir monitör, Ve ona bakan bir monitör daha... Hani ayna ile kamerayı karşı karşıya getirdiğinizde içiçe görüntü elde edersiniz ya!? İşte kurduğunuz mantık öyle sonsuza kadar gider... Saygılarımla...
  18. Sevgili Sevgilim, Çok sağol... İlk defa bir yazıma destek verdin... Peki ne diyor Bilimsel teoriler? "Ruh"mu düşünür diyor? "Ruh"un düşündüğünü söyleyen kaç tane teori var? Bütün verileri koyun ortaya, neyin düşünüğü ile ilgili bir teori ortaya atılacaksa bu "Bütüncül Özellikteki Madde Olarak Beyin"in düşündüğü ile ilgili bir teori olacaktır mutlaka. Çünkü "Madde" olmayan, görülemeyen, deneye tabi tutulamayan bir kavram üzerine herhangi bir teori ortaya atmaz bilim. Çünkü onu, Ruh'u inceleyemez ki! Ortaya atacağı teori mutlaka söylediğime yakın olacaktır... Siz ne derseniz deyin, kurduğum mantık bilimseldir ve gerçekçidir... Saygılarımla...
  19. 11 Mayıs 2007 tarihi itibariyle forumun en gözde bayanı la_bohéme'dir... ___________________________ la_bohéme Bugün, 12:54 AM Üyeler Katıldığı Tarih: 10-October 06 İleti: 1789 Gösterim: 4690 ___________________________ Saygılarımla...
  20. Sayın Xlark Tades... Taş, Toprak, Su gibi alelade bir "Madde"den bahsetmiyoruz. Son derece karmaşık, Proteinlerden ve Sinir hücrelerinden oluşan, kendi içinde sinirsel bağlar kurabilen bir"Yapı"dan bahsediyoruz. Bakın ben "Beyin" konusunda son derece "Yapısal"cı birisiyimdir ve söylediklerimin sonuna kadar arkasındayım. Sayısal verileri ile aram iyi olmasada "Mantığını" anlayabildiğimi düşünüyorum. Size, o "Bilimde Olmayan Mantık"ıma dayanarak, sizin mantığınızın ne kadar çürük olduğunu ispatlayayım, zira Mantık, Psikoloji, Felsefe gibi ilimler özel ilgi alanımdır. Bakınız, sizin söylediklerinizle hareket edelim ve sizi öyle çürütelim. Öteki konuda şunu söylemiştiniz: "Beyin Veri Saklama yeridir ve ruh bu verileri alıp mukayese eder." Beyin'in veri saklama yeri olduğunu kabul ediyorum ancak ek olarak Beyinin yapısı gereği sahip olduğu nöron sinir hücreleri ve sinaps bağları ile düşünme eylemini yerine getirdiğini biliyorum. Faraza diyelim ki "Düşünme/Mukayese Etme" eylemini "Ruh" denen şey gerçekleştirdi. Öyleyse "Hafıza Kaybını" açıklamanız gerekmektedir bize. Şöyle ki: Beyin bir Veri Saklama yeri diyorsunuz, doğrudur. Ruh bu verileri Anlamlandırır ve birbirleri ile mukayese eder diyorsunuz. Şöyle oluyor demek ki size göre: Duyularımız dışarıdan bir veri alıyor, Beyin Nöronlarla bu verilere has Sinaps bağları oluşturuyor. Böylece yeni bilgi Beyin'e Kayıtlanmış oluyor. Sonra nasıl ve hangi bağlarla oluyorsa oluyor, Beyin bu verileri "Ruh" denen ve maddesel olmayan bir şeye her şeye rağmen iletebiliyor bu verileri. Bu ruh, bu yeni kayıtlanmış verileri (artık nasıl bir yapısı varsa) eski kayıtlı verilerle karşılaştırıp, mukayese edip yeni veriler oluşturuyor (ki nasıl bir yapısı varda bunu yapabiliyor onu da bilmiyorum). Ve yine her nasıl ve hangi bağlarla yapabiliyorsa bu yeni bilgileri tekrar beyine gönderip anlamlandırılmış bilgileri beyine kaydediyor. Ondan sonra yine veri geliyor. Yine ruha iletiliyor... vs... vs... vs... Böyle uzayıp gidiyor. Sizin kurduğunuz mantık bu olmalı. Bakın ne kadar Bilimsel bir mantık öyle değil mi? Ne kadar ciddi ve anlamlı... Gelelim bu mantığınızdaki çıkmazlarınıza... Öncelikle bu mantıktaki en önemli çıkmaz; Ruh'un "Verileri Depolayamıyor Olması"dır. Çünkü eğer depolasaydı, "Hafıza Kaybı" gibi bir durum söz konusu olamazdı. Çünkü "Manevi" bir varlık olarak "Bilgi Depolayıcı" olan bir ruh, maddi kazalardan zarar göremez ve böylelikle de hafıza kayıpları olmazdı. Öyleyse "Ruh" Bilgi Saklayıcı/Veri Depolayıcı değildir. Böyle ise eğer, Bilgi Saklayıcı olMAyan "Ruh" önceki anlamlandırdığı bilgileri de doğal olarak, yeni bilgileri Beyine gönderip işlettirdikten sonra unutacaktır. Bu da demek oluyor ki Ruh, her yeni bilgi edindiğinde eski tüm kayıtlı bilgileri yeniden gözden geçirecek ve Beyin ile bağlarını (ki nasıl bir bağdır bu bilmiyorum) hep taze tutmak zorunda kalacaktır. Ki burada açıklamanız gereken bir şey daha var ki "Beyin" ile "Ruh" arasındaki bağı sağlayan nedir? Bu bir yana; Önceki bilgilerini, anlamlandırmalarını "Unutan Ruh" nasıl olacak ta "Unuttuğu" bilgilerden yargılanacak? Böylede bir çıkmaz var... Ben hatırlamadığım şeylerden niye yargılanayım ki? O zaman "Cennet"e gitmenin en kestirme yolu, ölmeden bir kaç dakika önce kafaya bir çekiç darbesi yiyip, hafızayı kaybetmek... Nasılsa Ruh zaten hiç bir şey hatırlamıyor. Dolayısıyla öteki tarafa gittiğinde ne sorarlarsa sorsunlar öööyle boş boş bakınacak etrafa, başka kaçarı yok bunun. Şimdi burada sakın ha: "Ama kararları Ruh veriyor, o yüzden yargılanacak öteki tarafta" demeyin. Siz bunu demeden, ben sizi yine cevaplayayım; Öncelikle "Ruh" dediğiniz gibi ise eğer, dediğim gibi "Kayıt Yapamayan" bir özelliğe sahiptir. Kayıt yapamadığı için "Ruh"un "Önceki Kazanımları"ndan bahsetmemiz mümkün değildir. Böylelikle "Ruh"un "Mukayese" için iki kaynağı olmak zorunda: 1- Ya kendisini yaratan "Tanrısal Öz"e dayanarak Mukayese yapacak. 2- Ya da verileri kaydeden "Beyin"in eski kayıtlarına dayanarak Mukayese yapacak. İlkini alırsak eğer: Tanrısal Kaynağa göre Mukayese yapıyorsa eğer Ruh, hiç bir zaman "Hatalı Mukayese" yapmaması, yani günah işlememesi gerekir. Çünkü mantık olarak "Tanrı" temiz ve iyidir. Ve böylelikle aynı kaynağa bağlı Ruh'un da "İyi Mukayeseler" yapması kaçınılmazdır. Özetle bu mantığı anlatabilmişimdir diye düşünüyorum ve sonuç olarak diyorum ki: aşikardır ki her insan kötü şeylerde yapabildiğine göre, demek ki Ruh "Tanrısal bir kaynağa" dayanarak mukayese YAPAMIYOR... İkincisini ele alırsak eğer: Ruh, Beyin'in kayıtlarına göre Mukayese yapıyorsa eğer Geçici bir varlığı olan "Beyin"den, kalıcılığıyla Üstün olan Ruh, kendisinden alçak olan "Beyin"in verilerinden sorumlu tutulamaz. Çünkü eninde sonunda o beyini terkedecek ve kendi bünyesinde hiç bir bilgi kayıt etmediği için dolayısıyla hiç bir şeyi de hatırlamayacak ve bilmeyecektir (reenkarnasyon inancıda buna dayanmaktadır). Çünkü yaptığı mukayeseler kendisine değil Beyinin kayıtlarına dayanıyor, beyinin mukayeselerine dayanıyor... Bu mantığı da öz olarak verebildiğimi düşünerek yine söylemek istiyorum ki burada da kaçınılmaz olarak kabul etmeniz gereken Metafizik bir bilgi vardır ki, o da: "Ruh Bilgileri Kaydeder" bilgisi olmalıdır. Kaldı ki bilgileri kaydeden yerin Beyin olduğunu sizin kabul etmeniz bir yana bilimde ispatlamıştır. Bakınız, Sizin "Ruh" dediğiniz bu kavramın "Psikoloji"deki tanımı "Kısa Süreli Bellek"tir. Tüm anlamlandırmalar ve o hep dillendirdiğiniz "En Son Görmeler" orada gerçekleşir. O eski ve yeni bilgilerin karşılaştırıldığı, anlamlandırıldığı, mukayese edildiği yer "Kısa Süreli Bellek"tir. Buradan "Uzun Süreli Bellek"e aktarılır. Yani yukarıdaki sizin mantığınızda "Ruh" dediğimiz yere "Kısa Süreli Bellek"i koyarsanız eğer, tüm çıkmazlarınızdan bir anda, üç kelimecik ile kurtulabilirsiniz. Bütüncül bir yapı olarak Beyin'in nasıl düşündüğü hem Nörolojik olarak ve hem de Psikolojik olarak apaçık ve Bilimsel olarak ortadadır. Hemde kuşkuya hiç şüphe bırakmayacak kadar. Bunu burada güzel bir şekilde verebildiğime de hakikaten çok inanıyorum. Umarım "Mantık" konusunda yardımcı olabilmişimdir. Tekrar hatırlatmak istedim iletinizi... Bakın, Evrim konusunda falan itiraf etmeliyim ki sizin kadar bilgili olmayabilirim belki. Belki bir çok konuda daha çok şey biliyor olabilirsinizde benden. Ancak ben çok ciddi bir şekilde iddia ediyorum ki, yazdığım tek bir kelime dahi "Mantık" süzgecinden geçmeden yazılmamaktadır. Ve yine iddia ediyorum ki belki çok şey bilmenize rağmen siz iyi bir mantık süzgecinden geçirmiyorsunuz bildiklerinizi ve geniş düşünmüyorsunuz, özür dilerim. Maddenin Nasıl Düşündüğü ile ilgili birçok veri vardır ve ortadadır. Bunları ayriyeten anlamlandırmak, mantığını kurmak sizin işinizdir. "Ruh" denen şey kesinlikle sizin söylediğiniz gibi bir şey değildir. İnatla söylüyorum ki: Felsefe ve Mantık iyidir... (Sayın Tarafsız içindi bu , kızmaz umarım ) Saygılarımla... Yazımın Uzunluğundan Dolayı Özür Dilerim
  21. Ancak bu kadar komik olur yaa... Öldüm gülmekten. Video asagi eklenmistir...
  22. Beyin mi düşünüyor, Ruh mu?, Daha net tartışalım... Bir madde olarak beyin düşünüyor. Bunun tartışmasını yapmıştık ve sanıyorum ki büyük oranda sonuçlanmıştı. "Ruh"un "Maddi Süreçleri" anlamlandırabilmesi için "Maddi" bir özellik göstermesi gerekmektedir. Oysa Maddi bir varlığı yoktur. "Ruh" denilen şey sadece ve sadece Tanrı'ya isnad edilen bir tanımlamadan başka bir şey değildir. Tanrı'nın insandaki hali Ruh'tur. Yani o sadece bir kelimedir, o kadar. Aynen Hz. İsa için ne denir Kur'an-da ve İncil'de hatırlayın? "O Tanrı'nın Kelimesidir." Ve ekler, İsa için şöyle der: "Ruh'ul Kuds/Kutsal Ruh" İsa sadece bir temsildir ve tüm insanları temsil eder. Tanrı (ki benim Tanrı anlayışım açıktır) insanda kendine "Ruh" demiş... "Doğa olayları"nda "Melek" demiş... vs... vs... vs... Böyle sürüp gidiyor. Saygılarımla...
  23. Daha önce hiç bir şekilde yapmadım, bundan sonra da olur mu yada katılır mıyım bilmiyorum ama bir çok forumda ya da sitede hep "Buluşmalar" düzenlendiğini biliyorum. Ve bunlarda genelde hep öyle geyik yapılan pek gereksiz arkadaşlık sitelerinde oluyor. Bu forum bence o sitelerden biraz daha elit bence. Ve bu çekildeki buluşmalar belki çok daha düzeyli olacaktır mutlaka. Burada bir çok şeyi paylaşıyoruz birbirimizle ve ne kadar farketmesekte gerçek hayatımıza aktarıyoruz. Mesela bahsettmişizdir çok kere: "..... şöyle birisi var, çok güzel yazıyor." "Şöyle birisi var, beni deli ediyor." diye, gerçek hayatımızdaki insanlara... Olur mu bilmiyorum ama burada hiç öyle buluşmalar yapılma ihtimali var mı? Sadece merak ettim. Siz başlayın, ben zaten gaza gelirsem çoşarım Saygılarımla...
  24. Öyleyse siz bir Hıristiyan mısınız, değil misiniz? Aslında ne olduğunuz beni ilgilendirmiyor, lakin: diyerek sırf İncil reklamı yapmanız beni düşündürüyor. İnancınızı yayma isteğinize saygı duyarım lakin neliğiniz hakkında çok açık ve net bir tavır sergiliyorsunuz aslında. Neyse, konumuz bu değil. Hıristiyanlık ve dahi Hz. İsa Yahudi kökenlere sahiptir. Ve Hz. İsa hiç bir zaman Yahudi olmadığını söylememiştir. Sadece Tanrı'nın bir takım yenilikler gösterdiğini belirtmiştir. Bundan ziyade Eski Ahit'i reddetmez. Yalanlamaz. Hz. Yahya "Mesih" olamayacağı gibi Hz. İsa'da "Mesih" olamaz kesinlikle. Çünkü: Bilindiği gibi Hükümdarlık Asası'ndan kasıt "(Kral) Peygamberlik"tir. Peygamberlik (asası) Hz. Muhammed'e kadar hep Yahudi soyuna gelmiştir. Ufak bir mantıkla düşünelim: Yahudilerdeki Peygamberlik silsilesinin, ayette belirtildiği üzere Yahuda'nın elinden çıkması için ne gereklidir? Tabii ki Yahuda Soyundan GelMEYEN bir kişinin bu yetkeyi ele alması gerekmektedir. Eğer kişi Yahuda soyundan gelirse, o yetkeyi Yahuda'nın soyundan alamaz, dolayısıyla ayet yerine gelmemiş olur. Böylelikle ayette belirtilen o beklenen Mesih Hz. İsa'da değildir kesinlikle. Çünkü Hz. İsa'da Yahuda soyundan gelmektedir. Bir Yahuda, nasıl olurda kendi soyunun sahip olduğu bir yetkeyi kendi soyundan alabilir. Hz. İsa kesinlikle ve kesinlikle "Mesih Değildir." Yahudiler Hz. İsa'nın "Kırallığını" bu yüzden kabul etmemişlerdir. O'nu bu yüzden yadsımışlardır. Bir Peygamber olmasına rağmen o beklenen kişi "tek başına" Hz. İsa değildir. "Tek Başına" diyorum, çünkü "Mesih"lik iki peygamber ile tamamlanacak olan bir yetkede olabilir. Bu şekilde imalar var lakin şu an henüz araştırıyorum. Her halükarda ayete uygun düşen kişi Hz. Muhammed olmaktadır. Öncelikle Yahuda Soyundan gelmemektedir ve lakin Hz. İbrahim (Hz. İsmail oğlundan) soyundan gelmektedir. Burada size ayette geçen "Şilo" veyahut aslı ile "Şalah" kelimesinin anlamını ve arapça karşılığını sormak isterim... Bakın, söylediklerinizi ispat için bana ayet falan vermeyin. Zira ben Kur'an-a atfedilen bilgilerin ispatında dahi Kur'an-dan ayet konulduğunda pek itibar etmiyorum. Bu konuda Sayın Katakuta'nın bir lafı vardı: "Kur'an doğru söylüyor. Nerden belli. Çünkü Kur'an öyle söylüyor..." Tam hatırlayamadım ama aşağı yukarı böyle bir şeydi. Sayın Katakuta kaynaklı değil ancak ben en baştan beridir pek ve öyle sık sık ayetler üzerinden konuşmayı sevmiyorum ve bunu yapmıyorum genelde. O yüzden sizinle de Mantık ve Felsefe üzerinden gideceğim ve bunu o ayetleri irdeleyerek yapacağım... Şimdi, Deyişinize göre "Hz. Yahya" Hz. İsa'ya yukarıdaki sözleri söylemiştir. Kısaca Hz. İsa'nın Hıristiyanlığın nitelediği "Kutsal Ruh"u taşıdığını biliyordu. Yani Hz. İsa'nın "Tanrı Oğlu (BarAbba)" olduğunu biliyordu. Öyleyse, nasıl oluyorda Hz. Yahya, Hz. İsa'nın, yani kendisinden daha üstün olan bir peygamberin yada Tanrı Oğlu(BarAbba)nın havarisi olmadı? Bildiğiniz gibi Hz Yahya Hz. İsa'nın Akranı idi ve bir Peygamber idi. Hz. İsa'nın gerçekten ne olduğunu şüphesiz ki verdiğiniz ayetler gereğince bildiğine de göre niçin O'na tabi olmadı? Söylemek istediğim şudur ki hiç sorgulamadan kabulleniyorsunuz bazı şeyleri. Bakınız, Yine hala "Maddeden Ayrı Bir Tanrı"nın var olduğu kabulüne düştünüz. Oysa bunu en baştan kabul etmek, üzerinden gideceğiniz her düşünceyi birbiri ile en baştan çeliştirir. Madde'den ayrı ve "Tanınmayı İsteyen" bir Tanrı anlayışı en baştan çürük bir anlayıştır. Tanrı'nın niyeti "Tanınmak" olsaydı eğer, bunu daha etkili yollarla yapardı, en azından reklam verirdi. Oysa sizin niyetiniz ne ise, Tanrı'nın niyeti de odur... Bakın çok güzel bir laf vardır: "Sen beni dilersen, bende seni dilerim" diyor özetçe Hz. Muhammed... Yani siz Tanrı'yı ne kadar dilerseniz, o da sizi o kadar diliyor. Ve asıl olan "İnsanın Kendisine Yönelmesi"dir. İnsan kendisine yöneldikçe Tanrı'nın ne olduğunu anlıyor. Neyse, uzatmak yerine özetleyeyim. Çünkü gerisi bayağı bir sarpa sarar... =>Siz kendinize yönelmeyi ne kadar çok isterseniz, bu şevkiniz daha da artacaktır. Çünkü bu süreçte iç huzuru bulacaksınızdır. İşte o zaman Tanrısallığınızın farkına varırsınız. Çünkü Sizin istemeniz, aynı zamanda Tanrı'nın istemesidir. Çünkü "Tanrı" sizsiniz aslında. Size şah damarınızdan daha yakın olan yine kendinizsiniz. Tanrı "Etken" olarak dışarıdan bir dünya yaratmadı. Tanrı zaten vardı... İşledi... Kendisini işledi... Size, bana... En küçük bir kelebeğe bile ya da bir ot'a... Var oldu, oluş oldu, ol'du... Anlatmak istediğim, orada burada sizin tanımlayamadığınız gibi bir Tanrı anlayışı çok temelsiz ve çürüktür. "Tanımlayamadığınız" diyorum, çünkü "Tanrı'nın Neliği"ni tanımlayamıyorsunuz. "Fiziki" ya da "Manevi" varlığının ne olduğunu bilmeden inanıyorsunuz. Anlamadan direkt olarak boyun eğmişsiniz gibime geliyor. Bu sadece ve sadece "İtaat"tir, "İman" değildir... "Kutsal Kayıt" dediğiniz hiç bir şey "Kutsal" değildir. "Kutsal"lık sadece ve sadece "İnsanlar Arası İlişkiler"e bağımlı bir anlama tabidir. "Bayrak" kutsaldır mesela... "Anayasa" kutsaldır... "Hukuk" kutsaldır... "Vatan" kutsaldır... Yüz yıl önceki "Din Temelli" şekillenen toplumlarda da Dinler ve Yargıları Kutsaldı. Çünkü İnsan ilişkilerine dayalı idi. Oysa "İnanç"lar "Saygı Duyulması" gereken şeyler olmasına rağmen "son derece bireysel" oldukları için kutsal olup olmamaları gibi bir durumları yoktur. Çünkü insan ilişkilerinde rol oynamazlar (oynamamaları gerekir). İnsan ilişkilerini olumlu ve tümden şekillendirmeyen hiç bir şeyin Kutsal olup olmamasından söz edilemez. Dolayısıyla "Kutsal Yazıtlar" o yazıları yazanların "Esinlenmeleri" ile (ki Hıristiyanlıkta havarilerin İncil yazmaları için bu "esinlenme" tabiri çok sık kullanılır. İncil onlara esinlenmiştir nüktesi çok geçer...) yazılmış şeyrden ibarettir. "Kötüdürler" ya da "Saçmadırlar" demiyorum. "Tanrı'yı anlatmazlar" demiyorum. Lakin "Tanrı"nın seçip bezemesiyle yazılmamışlardır. Tanrı'yı nitelerler ama o ayrı konu... O kayıtlarda "Sizin İçinizi Gören" yine sizin kendinizden başkası değildir. Bana cevaplar mısınız? Şu yeryüzünde sizin içinizi, sizden daha iyi bilen başka bir kimse daha var mı? Yok... Ya niye tüm ayetlerde ve tüm nitelemelerde neredeyse açıkça yazmasına rağmen, kendinizden ayrı bir Tanrı arayışındasınız? Bunu tüm insanlara soruyorum... Bunun nedeni, insanın kendisini "Yetersiz" görmesinden ve "Sığınacak" bir Tanrı'ya ihtiyaç duymasındandır. O kimseler bazı şeyleri anlamışlar ve anlatmak istemişler. Hz. İsa niçin "Tanrı" veyahut "Tanrı Oğlu/BarAbba" sanılıyor biliyor musunuz? Hallac-ı Mansur'un öldürülmesine neden olan anlayıştan dolayı: "Ene'l Hakk/Ben O'yum-Gerçek'im-Hakikat'im" Sizde yine de umut var Sayın Yeshua... Tanrı'nın insanı "Kendi Suretinde Yaratması"nın maksadı öyle uzun uzadıya terimlerle ya da kavramlarla anlaşılması zorlaştırılacak bir şey değildir. Bende zamanında "Üstün" "Erişilmez" "Ben'den Ayrı" ama "Yanlış bir Tanrı" inancına sahipken, öyle açık açık ortada durmasına rağmen uzun uzadıya terimlerle, kavramlarla açıklamasını yapmaya çalışıyordum. Lakin bu sadece "Saplantı"dan başka bir şeyden kaynaklanmıyor. Tanrı'nın insanı kendi suretinde yaratması, İnsanın "Tanrı" olmasından başka bir şey değildir. Bu kadar açık ve basit. Bu yüzden her insanı sevmek zorundasınız. Her insana saygı duymak zorundasınız. Bakın, Siz ya da ben... Bu forumdaki herkes emin olun ki EN AZ benim ve bizim kadar sorgulamıştır Tanrı'yı ve neliğini. Lakin şunu açıkça söylemek isterim ki bugüne gelene kadar Hıristiyanlıkta dahil bir çok yönelimden geçtim. Anladım ki Benden ayrı "Sevindirmem" gereken bir Tanrı yok kesinlikle. Muhteşem Tanrı'nın "Benim Sevindirmeme" ihtiyacı olacağını sanmıyorum. O kadar muhteşemse zaten mutludur değil mi? Benim ona inanmamla sevinecek bir Tanrı "Muhteşem" değildir. "Hz. İsa"nın o dediği yola girme çabasındasınız ve heyecanınızı anlıyorum lakin belki uzun ya da kısa bir süre göreceksiniz ki o yolun yanlış ucundan tutmuşsunuz. Çünkü emin olun ki Hz. İsa "Erişilmez" ve "Ayrı" bir Tanrı inancına sahip değildi. "Mutlu Etmesi Gerektiği"ne inandığı bir Tanrı'sı yoktu. Hz. İsa, Hz. Musa'nın ve Hz. Musa'nın da geldiği Mısır Kültü'nden geliyor. En açık anlamını "Kabbala Öğretisi" ve "İslam Tasavvufu"nda görebilirsiniz. Ancak ne yazık ki Hıristiyanlık bu anlayıştan en yoksun olanıdır. En yüzeysel alanıdır. Çünkü "Pagan" inancı, Hıristiyanlığı tamamıyla değiştirmiştir. Hıristiyanlık, Pagan Halka hakim olduğunu düşünürken, Paganizm Hıristiyanlığı içten içe fethetmiştir. Şeytan ve Melek tasvirleri, Cehennem ve Cennet nitelemeleri bu şekilde anlamlara bürünmüştür. Hatta Hz. İsa'nın doğumu ile Herkül/Herakles'in doğumu efsanelerine bakın. Neredeyse birebir aynıdır. Kısacası biraz kendinize yönelin. Kendinizden ayrı, erişilmez, mutlu etmenize ihtiyaç duyan bir Tanrı anlayışından azda olsa sıyrılın bir süreliğine. O zaman gerçek huzuru gördükçe Tanrı'nın ne olduğunu anlayacaksınız. Yolcuğunuzda başarılar dilerim. Hz. İsa'nın dediği gibi; "Bu yol uzun ve çetin..." Ama imkansız değil... Tek yapmanız gereken sadece gerçeği görmek... Hakikati görmek... Hakk olanı görmek... Kendinize yönelmek. Saygılarımla...
  25. Niye? Niye? Niye? Hz. İsa normalde de o kadar çok insan vaftiz etmemiştir ki? Vaftiz'i yapan ve Vaftiz'i asıl temsil eden insan sadece ve sadece Hz. Yahya'dır. Bu yüzden adı "Vaftizci Yahya'ya çıkmıştır. Ya ancak şu var ki Müslümanlar Hz. İsa'yı tanıdıklarını, sevdiklerini söylerler. Kaldı ki İncil'i "Ehl-i Kitap" olarak tanırlar. Hatta Hz. İsa'yı o denli severler ki çocuklarını adlarını vermek bir yana Ahi teşkilatları her peygamberi "Mesleki" olarak örnek almışlar ve Hz. İsa en ön örneği teşkil eder onlar için. Kısaca şunu söylemek istiyorum: Nasıl ki Şeytan Tanrı'yı bildiği ve tanıdığı halde lanetlenmişse, Müslümanlarda Hz. İsa'yı sevdikleri ve İncil'i Ehl-i Kitap olarak bildikleri halde cennete gidemeyecekler mi? Hasbel kader gidemeyeceklerse eğer cennete, hani Hıristiyanlığın Tanrı'sı en sevgi dolu Tanrıydı? Hemde İslamiyetin Tanrı'sının Onunla boy ölçüşemeyeceği kadar... Sonuçta insanları aynı yere göndermiyor mu? Saygılarımla...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.