Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey
-
Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü..
Televizyonda izledim ilk olarak. Dünde arkadaşımın gönderdiği tam versiyonun izledim... Buram buram tasavvuf ve özgünlük yatıyor içersinde. Bence Türk Sineması'nın en güzel örneklerinden birisidir. Hele müzikleri... , film bittiğinde tam olarak çalıyor.Hele Yunus Emre'nin deyişleriyle bezenmesi zaten beni benden aldı...
-
Dini inancınıza saygı gösteriliyor mu?
Çağa uydurma gibi bir şeye gerek yok. Toplumlar kendi kurallarını zamanı geldikçe ortaya koyarlar zaten... Veraset sisteminden sonra Anayasa/Liberal sisteme geçiş gibi... Kısasa Kısas ya da Recm cezaları gibi... Bu konuda herhangi bir karşıtkabulünün olduğunu düşünmüyorum aslında ama siz niye özellikle bu alanda istediniz? Yoksa diğer alanlardaki kabullere güvenemiyor musunuz?
-
arzum onan /mehmet aslantuğ
Alakası bilene yok bikerem...
-
Takva
"De ki: Değişmeyen gerçek geldi, sahte ve tutarsız olan yıkılıp gitti. Zaten sahte ve tutarsız olan er ya da geç yıkılıp gitmek zorundadır." Film Kur'an-daki bu ayet ile başlıyor... Muharrem kendi haline yaşayan bir Dindar'dır. Kendi dünyasında mutlu ve mesuttur. Günleri hemen aynı ritimde atmaktadır. Dininin gereklerini yerine getirmektedir, o kadar. Geçimini sağlayacak kadar para kazanmaktadır ve fazlasında gözü yoktur... İşte bu sırada içinde bulunduğu tarikatin şeyhi ona tarikatin mallarının kirasını toplama görevi verir. Çünkü Muharrem'in dünya malında gözünün olmaması, onıu güvenilir kılmaktadır. Ancak bu Muharrem için iyi olacak mıdır? Kendi dünyasında; teknolojiye, şehvete, yalana, riyakarlığa kapalı bir hayat süren Muharrem'in hayatında cep telefonu, diz üstü bilgisayarı, özel otomobili, her gün gördüğü güzel ve çekici kadınlar ve dahi yalanlar dolanlar vardır... Dış Dünyaya açılan Muharrem "Yalan"larla tanışmış ve yalan söylemeye başlamıştır. Bunun iç hesaplaşmasını yaşamaktan kurtulamamakta ve vicdani suçluluğunu duymaktadır. Hesabını verememektedir. Bu bir yana artık haram'da yemiştir ve ardı arkası kesilecek gibi görünmemektedir. Bunun hesabını vermek bir yana kendisine itiraf etmek bile onu incitecektir. Her günah işleyişinde daha da agresifleşmekte, kendisini kaybetmekte, elinde titremeler belirmektedir. Kısaca Muharrem, bulaşmaktan korktuğu tüm günahlara yavaş yavaş bulaşmakta ve bu korkusu yüzünden kendisi ile büyük bir çelişkiye düşmektedir. Rüyasında "Cinselliği" yaşadığı kızı gerçek hayatta görmesi ise onu büsbütün bitirir... Film; Bir dini ya da inancı kötülememektedir. Beyinlere kazınan "Tanrı Korkusu" ve "Günah İşleme" kavramlarının ve bunlar temelinde "Hesap Verme/Verememe" iç duygusunun "Bastırılmışlık" karşısında ne gibi travmalara neden olabileceğini açıkça göstermektedir. "Değişim"den haklı olarak belki de, korkmanın manidarlığını anlatır. Çünkü değişim gerçekten zordur... "İnanç" açısından değişimin sancısını çekmemiş olan kimselerin, filmde anlatılmak isteneni, anlatıldığı haliyle anlayabileceklerini sanmıyorum açıkçası. Lakin bu sancıyı hakkıyla çeken insanların, filmin her karesinden önemli anlamlar çıkaracağını adım gibi biliyorum... Film başladığından öte Nazım Hikmet Ran'ın şu dizeleri ile biter: "Çok alametler belirdi, vakit tamamdır. Haram, helal oldu, Helal haramdır. Kendi kendimizle yarışmaktayız gülüm, Ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı, Ya da dünyamıza inecek ölüm..." Bence bu filmi izlememek eksikliktir. Oyunculuğa tek bir kelime dahi edemiyorum zaten; Muhteşem... Saygılarımla...
-
Allahın varlığına deliller
Yunus Emre'den... Nice bir besleyesin, Bu kadd ile kameti Düştün dünya zevkine Unuttun kıyameti Dürüst kazan, ye yedir, Bir gönül ele getir Yüz KABEden yiğrektir, Bir gönül ziyareti Uslu değil delidir Halka salusluk satan Nefsin müslüman etsin Var ise kerameti Yunus imdi sen dahi, Gerçeklerden olagör Gerçek erenler imiş, Cümlenin ziyareti . __________________ Bir kez gönül yıktın ise Bu kıldığın namaz değil Yetmişiki millet dahi Elin yüzün yumaz değil Yol odur ki, doğru vara Göz odur ki, Hakkı göre Er odur ki alçak dura Yüceden bakan göz değil.
-
Allahın varlığına deliller
Ben yine Vahdet'ten ele almak istiyorum Sayın Katakuta... Varlık dediğimiz şey devamlı bir değişim ve devinim içersinde. İbadet dediğimiz şeyin ise bence belirli kalıplara sığdırılması ve şekle büründürülmesi mantıksız. Çünkü şu var ki İnsan aldığı her nefeste yaşamın kıymetini tekrar tekrar anlıyor mu? Tattığınız her zevkte yaşadığınıza şükrediyor musunuz? İlla ki bir Tanrı'ya yakarmanız gerekmiyor: "İyi ki yaşıyorum" diyor musunuz? İntihar, bir canlının en son çaresidir yani çaresizliğidir. Çünkü yaşam değerlidir. Bunun farkında mısınız? Ve diğer yaşamlara saygı duyuyor musunuz? Bir böceği bile incitmekten çekiyor musunuz mesela? Ya da insani değerlere sahip çıkıyor musunuz? İnsan hayatına saygı gösteriyor musunuz? İyi birisi olmaya çalışıyor musunuz peki? Yalandan, riyadan, nefretten ve kötülükten uzak durmaya çalışıyor musunuz? "İyi" bir insan olmaya mı öykünüyorsunuz? Hayatınızı "İyi" ve "Saygı" temelinde "Erdemli" olmaya mı adadınız... Bence asıl İbadet budur... Çünkü şeklen "İbadet" dediğimiz şeyin "Dinsel" tanımı şudur: "Kendi paçanı kurtaracak eylemler dizgesi..." Özür dilerim, belki biraz argo bir tanımlama oldu bu ama tanımına bakarsanız sadece kişinin kendisine dönük ve kendisini kurtarmaya yönelik eylemler olduğunu görürsünüz. Ancak yukarıdaki saydığım "Erdem"lerden daha güzel bir "Paça Kurtarma Yöntemi" yoktur. Hem kendi paçanızı "İnsan" olarak kurtarırsınız ve hem de diğer insanlara faydanız dokunur. Ne güzel demiş Hacı Bektaş-ı Veli: "Hararet nardadır saçta değildir, Akıl baştadır taçta değildir, Her ne arar isen kendinde ara, Kudüs‘te, Mekke’de, Hac'da değil..." Kısacası demek istediğim Sayın Katakuta... "Varlık" var oluşu ile ve devinimi ile birlikte, her an zaten Tanrı'ya ibadet etmektedir. Mevlana semazenliği bu yüzden ortaya atmıştır. O'na göre "Var Oluş" ya kendi etrafında dönerek ya da başka bir merkezin etrafında dönerek yani her an bir değişimin ve bir devinimin içersinde olarak Kendisini ve yani Tanrı'yı kutsamakta ve ibadet etmektedir. Doğru ya da yanlış... Ben bunu benimsiyorum... Saygılarımla...
-
Dini inancınıza saygı gösteriliyor mu?
Fakat dikkat ettim, konu açılalı 2 sene olmuş... Neyse... Konuya verilen ilk cevabı destekliyorum: Olay bence bundan ibarettir ancak bu birazda insanın yaşadığı ortam ile ilgili bir şey diye düşünüyorum. Kendi ailenizde ya da dışarıda bile karşınızdakine saygı duyduğunuz sürece saygı görmeniz kaçınılmazdır. Ben saygı duyuyorum ve bunu hissettiriyorum. Bu yüzden şimdiye kadar benimsediklerim ve düşündüklerim çoğu zaman aşırı bulunsa da çevremde, her hangi bir tatsızlık ya da huzursuzluk yaşamadım... Saygılarımla...
-
Yaşasın Ateizm !
Tanrı "kil" değil ki onu biçimlendireyim. Varlığı bir bütün olarak düşünmelisin... Bak Yunus Emre demiş ki; "Sen Sana Ne Sanırsan, Ayrığa'da Onu San..." Herkes bu düşünceyi "İnsan Sevgisi"ni nitelediği şeklinde yorumlar. Oysa ki görünürde öyledir. İç anlamı şöyledir: Yunus Emre "Varlığı" bir "Bütün" olarak ele alır. "İnsan küçük bir Kainattır" düşüncesinin uzantısıdır bu. Mesela sen kolunu, bacağını, kafanı bedeninden ayrı düşünmezsin. "Ben" dediğin zaman kastettiğin kolunla ve bacağınla, kafanla birlikte bir "Bütün"dür... "Sen"sindir. İşte "Ayrık"a da bunu sanmalı yani düşünmelisin. Ayrık dediği "Evren"dir, Yani "İnsan"ı kaplayan evren... Yani insandan "Ayrı" olduğu düşünülen, sanılan ve insanın hakimi olduğu düşünülen, sanılan "Doğa" ve "Varlık"... Hepsi bir "Bütün"den ibarettir, başkası değil... İşte "Tanrı" O'dur... Görebildiğin ve göremediğin her "Var" olan şey sonsuza uzanır... Başını ve sonunu bulamazsın, Dönüşüm içersindedir ve var kalmak zorundadır. Kısaca dokunduğum "Sen" ne kadar gerçeksen, "Tanrı"da o kadar gerçektir... Çünkü sen ve tüm varlık "Tanrı"nın KENDİSİ... Senden ve benden ayrı ve başka bir Tanrı yok... Tüm varlık "O"... Aynen dediğin gibi; "O" Sendin... Senden ayrı bir "Tanrı" değil...
-
YARATICIMIZIN YERYÜZÜYLE iLGiLi AMACI NEDiR?
Lafazanlık... Cerbeze... Demagoji... Önceki iletimde yazdıklarım açık ve nettir. Aynı açıklık ve netlikte cevaplar beklerim; hakkım budur... Madde "Enerji"ye dönüşmüştür, Tersi bugün mümkün mü bilmiyorum ama Sayın Yam_yam'ın önceki iletileri beni mümkün olduğu konusunda tatmin etmişti. Saygılarımla...
-
Yaşasın Ateizm !
Sayın Xlark Tades... Hani Tanrı hiç bir şeyi gereksiz ve amaçsız yere yaratmamıştı? Hiç bir şey "boş" ve "hiç" değildi? Size "Boş" geliyorsa eğer "Tanrı" gereksiz şeyler yaratmış olmalı... Herşey "Gerçek"ten ibaret olmalı, eğer Tanrı herşeyi "amaçlı" yarattı ise... Her şey "Tanrı"dan geldi ise eğer, ki bu Kur'an-da dahi yazar... Herşey en az Tanrı kadar gerçek olmalıdır... Çelişkidesiniz sayın Xlark Tades... Biliyorsunuz... Ya ben Tanrı'yı biçimlendirmiyorum ki? O zaten var... Sen varsın mesela... Sen gerçeksin değil mi? Varsın... Ateş, toprak, yağmur olmuş, Hava olmuş; ayaz vermiş sana... Kalbin olmuş, Ruhun olmuş, Aklın olmuş Yol göstermiş sana... Pentagram'ın "Bir" adlı parçasından... Tanrı "Madde"de var, var ama sen ona o ismi vermiyosun o kadar... Başka bir farkımız yok...
-
Yaşasın Ateizm !
"Kişiden" ya da "Madde"den ayrı bir "Tanrı" yok ki zaten... Ama ikinci cümlen doğru; Var olan şey yani gerçek olan şey olsa olsa kişinin kendisidir... Ve zaten kişinin kendisi Öz'de Tanrıdır, Tanrısaldır... "Ene'l Hakk" demiş Hallac-ı Mansur... Arapçadaki "Hakk" kelimesi, Türkçe'de "Gerçek" anlamına gelmektedir. "Ene'l Hakk" tümcesinin Türkçesi şudur: "Gerçek olan Benim/Ben Gerçeğim" Yani olsa olsa kişinin kendisidir gerçek olan... Aynen dediğin gibi... Sevgilerimle...
-
YARATICIMIZIN YERYÜZÜYLE iLGiLi AMACI NEDiR?
Madde, enerjinin form değiştirmiş halidir. Birbirlerinden ayrı değildirler ve bir dönüşüm içersindedirler. Kömür Maddesini yaktığınızda Enerji açığa çıkar. O enerji tekrar Maddeye dönüşür mü? Bunu pek bilmiyorum ancak formülize edildiğinde olabileceği anlatılmıştı daha önce forumda. Kısaca mantık olarak yaptığınız değerlendirme hatalıdır. "Gerçek" dediğimiz şey insanı her açıdan tatmin edebiliyor olmalıdır. Sizin "İlah" inancınız hiç bir şekilde ispatlanamıyor. Sadece "Gönül"de kalıyor ve oradan öteye geçemiyor. "Manevi" teşekkülleri ispat edemiyorsunuz, kanıtlayamıyorsunuz... Cin, Peri, Melek kavramlarını anladığınız hali ile ispat edemiyorsunuz. Lakin ben anladığım her hali ile ispat edebiliyorum... "Madde Harici Bir Şey Yoktur" tezi hiç bir şekilde zorlanmamaktadır. Çünkü "Madde Olmayan" hiç bir şey "Var Değildir". Varlığın en temel karşılığı "Madde"dir. Maddeden ayrı bir "Tanrı" düşüncesi, tamamen "Şirk" kapsamı içersine girmektedir. Çünkü en baştan "Tanrı"ya koşut ve eşit olarak "Maddi" varlığı kabul etmiş olursunuz. Bunun başka hiç bir açıklaması yoktur ve asıl şirk budur. Bakın, Ciddiyetle söylüyorum... Ne derseniz deyin ve hangi kılıfa sokup sunarsanız sunun... "Maddeden Ayrı" bir "Tanrı" anlayışı her halükar'da "Şirk"tir. Çünkü "Tanrı"dan başka bir varlık kabul etmiş olursunuz. Oysa ki tek "Var" olan 'O'dur... Ve görüyoruz ki "Var" olan şey "Varlığın ta Kendisi"dir... Işık konusunda ise şunu söylemek isterim; Işık hem dalga özelliği gösterir, Ve hem parçacık özelliği gösterir... Saygılarımla...
-
Allahın varlığına deliller
İbn-i Rüşd'e göre "Varlık" Tanrı'nın varlığının zaruri sonucudur. Tanrı "Var Olduğu" için "Varlık" Var olmak zorunda kalmıştır, yoksa Tanrı Tanrı olamazdı...
-
Yaşasın Ateizm !
Eee... Tanrı bu... Ne yapacağı belli olmaz
-
YARATICIMIZIN YERYÜZÜYLE iLGiLi AMACI NEDiR?
İnsan Maddedir... İnsan Düşünür... Madde Düşünür... Sayın Tarafsız... Ben öncelikle insanı "Bir Bütün/Yek Vücut" olarak ele alırım. Ve insan bu haliyle Evren'in yani Varlığın bir parçasısıdır. Evren ise tüm herşeyi içine alarak bir "Bütün"dür... İşleyişi ile ve devinimleri ile hem insan ve hemde insan ile birlikte Doğa'nın Kendisi de bir "Bütünlük" arzetmektedir. Şimdi burada şu akla geliyor, ki yine basit bir Aristo Mantığı ile ele alalım: Varlık "Doğal" olmakla birlikte belirli yasalara ve kurallara göre işleyiş arzetmektedir. Bunu hiç bir Akıl inkar edemez... Öyle ise İnsanda bulunduğu ve düşündüğü! iddia edildiği haliyle, bedenin ölümü halinde bedenden çıktığı düşünülen "Ruh"ta bu doğa yasalarına bağımlıdır, çünkü içinde bulunduğu "Beden" o yasalara tabidir. Böylelikle "Ruh"ta o yasalara tabi olma durumuna "İndirgenebiliyor" ise bu demektir ki "Ruh" aynı zamanda "Doğa"nın bir parçası da olabilmekte yani "Maddi" bir varlık sürebilmektedir... (Bu çok basit bir Aristo Mantığıdır; Üçüncü Halin İmkansızlığı çerçevesinde...) "Ruh" madem ki mantık olarak "Maddi" bir varlık sürdürebiliyor olmalı, öyle ise "Bilim"ce ele alınıp ispatlanabiliyor olmalıydı, ki bunun imkansız olduğunu biliyoruz... Aynı zamanda "Ruh", Hz. Adem'in ağızından üflendiği hal ile Tanrı'nın da Nefesi veyahut Tin'i olduğuna göre bu demek oluyor ki Tanrı'da "Maddileşebilmektedir"... Aristo Mantığının "Tümevarım" ilkesi, Farabi ve İbn-i Rüşt, İbn-i Sina bu yöntemi kullanmışlardır. Ayrıntısına girmemekle birlikte; Tanrı'nın Madde'den "Ayrı" olduğu düşüncesinin, ardılı tüm düşüncelerle çelişecek bir düşünce olduğunu çokça ifade etmiştim. Tanrı Madde'den "Ayrı" olamaz. "Ayrı" olduğu düşüncesi Gazzali'de ve Sünnet Mezheplerinde mevcuttur... Biz mantığa devam edelim: İslam'da şu düşünce var mesela: "Tanrı'nın, insanı kendi suretinde yaratmış olması..." Hangi manada "Kendi Suretinde" yaratmıştır? Hep düşünmüşümdür... Her neyse, Ayrıntıya girmeyeceğim... Sonuç olarak evrende iki önemli disiplin var: Matematik ve Mantık... Her bilgi ve düşünce, edinim belirli bir Mantığa dayanmalı ve her ne ise tutarlı ve Mantıksal olmalıdır. "Tanrı"da ele alınsa "Madde"de ele alınsa, hiç bir şekilde bundan bağımsız olamaz... Ene'l Hakk... Saygılarımla...
-
Tanrı'dan Tanrı'ya, Topraktan Toprağa...
Saygı her zaman benden... Doğrudur... Yazacaklarımı "Tanrı" ya da "Tesadüf" kavramlarını dışarıda bırakarak okumanızı rica ederim. Mesela bir deste iskambil kağıdını alalım. Sırası ile Maça, Karo, Sinek ve Kupa ve her biri As'tan Papaz'a kadar dizilecek olsun. Bu kartların mevcudiyetinde bu şekilde dizilme olasılığı elbette ki vardır değil mi? Elimize alalım ve rastgele! karıştıralım... Hiç bir zaman bu şekilde sıralayamayız belki de, imkanı yoktur... Ama o şekilde dizilme olasılığı mutlaka vardır. Bu ise "Tesadüf" demek değildir. Varlğı bir "Bütün" olarak ele almadıkça bu sorun çözülemez diye düşünüyorum. Mesela bilgisayarı ele alalım yine. Her bir direnci ya da elektronik parçası bilinçli olarak yerleştirilmiştir değil mi, insan tarafından? Profesyonel bir Bilgisayar Mühendisi ya da Elektronikçi (görevi gereği) hangi parçanın ne işe yaradığını, ne tepki vereceğini/nasıl çalışacağını, en basitinden hangi oyunu bile kaldırıp kaldıramayacağını, Hangi komutları yazdığınızda ne ile karşılaşılacağını, tozlandığında ya da statik ya da herhangi bir elektrik akımına maruz kaldığında neler olabileceğini, kısaca her hangi bir durum ile ilgili bir çok şeyi bilebilmektedir öyle değil mi? Mesela 64Mb'lik bir Ekran Kartına, 256Mb ekran kartı isteyen bir oyun yüklediğinizde çalışmayacağını ya da grafiklerin bozuk çıkacağını bilir öyle değil mi? İşteTüm Varlık'ta böyle. Eğer siz bir olgu ya da Süreç içersindeki tüm etkenlere hakim olabilirseniz "Olasılık" denen "Bilgi"yi de ortadan kaldırırsınız. Kaldı ki bu şekildeki bir varlıkta zaten "Tesadüf"lere kapalıdır. Tesadüf, insanların madde ve olaylar arasındaki ilişkileri ve çelişkileri adlandıramamasından ve anlamlandıramamasından kaynaklanan bir isimden ibarettir. Diyelim ki havaya bir balon bıraktınız. Balon kendi hacmince, havanın kaldırma kuvvetince, rüzgarın ettiği etkice, havadaki yoğunluğa bağlı olarak bize göre "Rastgele" ancak "Doğa"ya göre "Kanunlar" çerçevesince uçar. Bir arkadaşınız havaya rastgele bir taş atar ve o taş yine aynı etkilere bağlı olarak gider o balonu vurur. Bu "Tekil" olarak "İnsana Göre" Tesadüf olarak adlandırılabilir, lakin Doğa bir Bütün olarak ele alındığında tüm bu hareketler belirli yasalara bağlıdır ve asla ve asla tesadüf eseri değildir. Size bu konu ile ilgili bir ip ucu olarak "Akıl Oyunları/Beatiful Mind" adlı filmi tavsiye edebilirim. Bilinç ve O Bilincin sahibi varlığın tümden kendisidir... Saygılarımla...
-
Haykır...
Haykırmak istediğin bir şey ve bu haykırışını duymasını istediğin birisi var mı?
-
Yaşasın Ateizm !
Tanrı "Herşey"dir... Tanrı "Herşeyde"dir... Tanrı "Herşeyin Kendisi"dir... Aslında tek bir kelime adhi eklememe gerek yok... Tebrikler...
-
Tanrı'dan Tanrı'ya, Topraktan Toprağa...
Naçizane, Bilim'de "Olasılık" denen şeyin de olduğuna inanmıyorum. "Olasılık"lar, bir olaya ya da olguya etki eden etmenlerden en az birinin, ne şekilde etki edeceğinin bilinmemesinden kaynaklanan ve insanların "Bilim"e yamadığı bir düşünce veyahut bilgidir diye düşünüyorum. Söz konusu bir olay ya da olguya etki eden etkenlerin her biri en ince ayrıntısına kadar ele alınıp hesaplanabilseydi eğer, bizim için doğaya dair bir "olasılık"tan bahsetmek mümkün olmayacaktı. Eynen şöyle ki; Bir luna parkta bir oyuncağa binmek için sıraya girmişsinizdir. Oyuncağa binenler dolduğu zaman oyuncak hareket etmeye başlar ve siz oyuncağın durup size sıra gelmesini beklersiniz. Burada şu etkenler önemlidir; -Oyuncağın kaç dakika oynadığı, -Sırada kaç kişinin olduğu, -Bir kimsenin, bileti kaç dakikada aldığı (yani biletinizi kaç dakika da alacağınız) -Elektriklerin gitmeyecek olduğunun bilinmesi, vs... vs... vs... Diyelim ki bizim oyuncağa binmemiz için gerekli tüm etkenler yukarıdaki dört şıktan ibaret. Bu dört şıkkı kontrol edebildiğimiz ya da devinimlerini hesaplayabildiğimiz vakit ortada "Olasılık/İhtimal" denebir şey kalmaz. Çünkü sonucun nereye varacağını kesin olarak kestirebiliriz. Bugün bilim herhangi bir olaya etki eden etkenlerin hepsini birden ele alıp kontrol edemediği ve kesin olarak hesaplayamadığı için "Olasılık" denen şey vardır. Mesela Evrim'in ilk adımında etki eden etmenler tam olarak bilinebilseydi ve hesaplanabilseydi, bir olasılıktan değil bir kesinlikten bahsedebilirdik... Bunlar sadece benim doğru olduğuna inandığım görüşlerimdir. Eksikliğim ya da hatam var ise eğer arkadaşlarımın bana bunu göstermeleri boyunlarının borcu ve hatır gereğidir, müteşekkir kalırım... Saygılarımla...
-
Tanrı'dan Tanrı'ya, Topraktan Toprağa...
Sayın GeceKuşu; İletinizin bir yanlış anlaşılmadan dolayı bu şekilde olduğunu düşünüyorum. Çünkü Ajitasyon yapmak gibi bir niyetim yoktu. "Tesadüf" olarak nitelediğim şey eğer "Doğa Yasaları"nın kapsamı dışında olan yani bu yasalardan bağımsız olarak meydana geldiği düşünülen anormallikler ise eğer, doğa'da böyle bir şey yoktur diye düşünüyorum. Mikro Beta Sözlük'te Tesadüf'ün anlamı şu şekilde: Yine buradan hareketle "Rastlantı"nın tanımı da şu şekildedir: Buradan devamla; Doğa'da olan yada olacak olan hiç bir olayın ya da olgunun veyahut tek bir devinimin dahi "Doğa Yasaları"ndan bağımsız ya da bu yasaların gerektirdiğinden ayrı olarak meydana gelebileceğine en ufak bir ihtimal dahi veremiyorum. Çünkü "Doğa"nın "Göreceli Olsa Bile" mutlaka ve mutlaka yasaları vardır ve en ufak bir devinimi dahi bu yasalara bağlı olarak meydana gelmektedir. Aklınıza hangi doğa olayı ya da olgusu gelirse gelsin, asla ve asla tesadüften bahsedemeyiz. Şöyle ki; Diyelim ki belirli mesafeden, bulunduğumuz yerden ileri ve yükseğe doğru bir taş fırlattık. Ve bu taş bir kuşu vurdu. İşte bunu "Görece" tesadüf olarak adlandırsak bile aslında bir tesadüf değildir. Çünkü siz o taşı belirli bir ivme, belirli bir hız ile atmışsınızdır. Hava akımı ve yer çekimi o taşa belirli bir hız kaybı ve yön kazandırmıştır. oradan geçen kuşta yine kendi sahip olduğu uçma yasaları çerçevesince uçmaktadır. Ve oradan geçmesi de o kuş için bir "Tesadüf" değildir. Çünkü o da belirli yasalara tabi olarak oradan geçmektedir. Tıpkı sizin açınızdan o taşı atmanızın tesadüf olmaması gibi. Bilinçliydiniz o taşı atarken ve doğa'nın da "Yasa" dediğimiz bir bilinci ya da iradesi vardır. Kısacası bizim bir "Yanılsama" ile "Tesadüf" olarak adlandırdığımız şey aslında son derece göreceli bir tanımdır ve doğa'da öyle bir şey yoktur. Biza sadece maddelerin birbirinden bağımsız devinimlerinin çeliştiği ya da çakıştığı durumlara "Tesadüf" yakıştırmasını yapmışızdır ve aslında yine tüm evrenin yasaları ve devinimi bir "Bütün" olarak görülür ve ele alınırsa anlaşılır ki tek bir hareketimiz bile tesadüf eseri oluşmamaktadır. Hepsi belirli koşullara dahildir. Bu açıdan inatla söylüyorum ki "Tesadüf" ile "Tanrı" arasında fark yoktur. Tek gerçek gerçekliğin kendisidir. Saygılarımla...
-
bügün neye çok üzüldün,yada kızdın?
bügün neye çok üzüldün,yada kızdın?, kafaya takmayalım,paylaşalım rahatlıyalım(aramızda kalacak:) Bugün La_Bohéme'in İzmir'den ayrılmasına çok üzüldüm... :(
-
Tanrı'dan Tanrı'ya, Topraktan Toprağa...
Hay hay... Evet, Bulunduğumuz ortamın kendisini "Gerçek" olarak kabul etmek... Çünkü zaten öyle... Hislerden öte her şeyiyle tanımlayabildiğimiz ve anlayabildiğimiz, kavrayabildiğimiz bir gerçeklik sunuyor çünkü bize "An"ımız... Madde'nin başı ve sonu olmak zorunda mı? Ya da nereden çıkıyor Maddenin sonunun olduğu varsayımı? Ya başı ve sonu yoksa? Ya madde herşeyiyle gerçeğin ta kendisiyse? Saygılarımla...
-
Tanrı'dan Tanrı'ya, Topraktan Toprağa...
Siz beni ne kadar kaale almasanızda, ben yine de cevap vermek istiyorum. Cevap vermeye tenezzül etmezseniz yine saygı duyarım. Bu üç akım elbette birbirinden farklıdır lakin ortak ya da benzer kabulleri yok değildir. Mesela Vahdet-i Vücut'ta Varlığa/Mevcudiyete bir "Gerçeklik" olarak bakar, Panteizm'de, Ateizm'de... Gelip geçici bir "Rüya" olarak algılamaz ve tasavvur etmezler. Her neyse, Ateizmin ve Pantezimin açıklamalarını Ateist ve Panteist arkadaşlar yapsınlar... İşte yasalarıyla, yapılarıyla, kuralları ile ve işleyişi ile Tüm Varlık başlı başına bir "Bilinçlilik" sergiler. Bunu "Beyin Düşünür mü?" adlı açtığım konuda ve "Madde Düşünebilir mi" adlı konuda anlatmaya çalışmıştım ve Sayın BrainSlapper'de yukarıda çok güzel örnekleyerek vermişler. Elbette ki Varlığın temeline "Tesadüf/Rastlantı"yı koyarsanız bu bir tutarsızlık olur. Hiç bir şekilde varlığın bir tesadüf eseri olduğuna inanmıyorum. Ayrıca "Bilim"in de "Tesadüf"ü kabul ettiğini de hiç sanmıyorum. Çünkü bir "Sonuç"un başına "Tesadüf"ü koyarsanız eğer, artık "Neden" sorusunu soramazsınız. Oysa bilimi bilim yapan "Neden?" sorusudur. "-Şu neden olmuştur?" "-Tesadüf..." "-...!?" Bir de şöyle bakalım: "-Şu neden olmuştur?" "-Tanrı..." -...!?" Gördünüz mü? Aralarında hiç bir fark yok... Şu açıdan bakalım birde: "-Şu neden olmuştur?" "-Bir saniye... Dur... Beni tıkayıp bırakacak hiç bir cevaba yönelmeden önce şunun nedenini bir araştırayım..." "-bla bla bla..." "-vs... vs... vs..." "-Ahanda bu..." "-Peki bu neden olmuştur?" "-Dur ben bunu yine Tanrı ve Tesadüf'e bağlayıp tıkamadan araştırayım..." ... Böyle gider bu... Kısaca Bilim'de Tesadüflere yer yoktur... Ayrıca Bilim Tanrı ile de ilgilenmez... Tanrı Hendeshane Yüksek Öğrenim Okulu... Ya nerede bunun planı projesi? Taslak metni nerede? Karalama çalışmaları da yok! Ya öyle bir Tasarlama falan yok... Herşey bir Oluş ve Nedenler çerçevesinde olup bitmektedir. Tanrı'da bunun özündedir... Bu kadar basit... Bakın Sayın Xlark Tades... Gerçekten iddia ediyorum ki ben bu "Beyin" ile ilgili hemen tüm haberleri sıklıkla araştırır ve incelerim, emin olun... Ve size bir link vereceğim, ki bu haber daha bir ay olmadı çıkalı... Görün yarım yamalak canlı oluyor muymuş... Ve yorum yapmıyorum buna... Ben burada bir fikir sunmak istiyorum. Evrim konusunda o kadar çok derin bilgili olmadığımı her zaman söylerim ancak Evrimi hiç bilmiyor ya da bir fikir sahibi değilde değilim. Eğer evrim var ise bu da mutlaka varlığın bilincine bağımlı olarak olmuş olmalı...
-
Tanrı'dan Tanrı'ya, Topraktan Toprağa...
Sayın BrainSlapper, Yazınızın daha yeni farkına vardım, özür dilerim... Hakikaten çok şaşırdım okurken... Çünkü çok güzel anlatmışsınız. Alıntılayarak cevaplamak isterim... Panteizm ile Vahdet-i Vücut arasında ufak ama önemli bir farklılık var sayın BrainSlapper. Panteizm yine aslına bakarsanız "Vahdet-i Vücut" kaynaklı bir görüştür. Spinoza'dan başlatırsak eğer, Spinoza İspanya'da Muhiyiddin Arabi'den etkilenmiş bir Yahudi'dir ve düşündüğüm kadarıyla kendi Kabbala inancını da bu düşünce ile yoğurmuştur ve "Panteizm" ortaya çıkmıştır. Vahdet-i Vücut daha önceden beridir vardır diye düşünüyorum. Diğer "Aynılıklar" bir yana farklılıklar sadece şuradan kaynaklanır: "Panteizm" Varlık ile Tanrı'yı anlattığınız biçimde "Aynı" görür... Buna bir şey demiyorum ve aşağıda belirteceğim. Lakin fark şurada; "Vahdet-i Vücut"ta Varlık ile Tanrı'yı bir görür, aynen anlattığınız gibi... Lakin şöyle de bir şey vardır, "Vahdet-i Vücut" o "Tüm Bilinç"e "İnsan Bilinci"nin "Erişebileceği"ni düşünür. Çünkü; "Kainat/Alem Büyük Bir İnsan, İnsan Küçük Bir Kainat/Alem"dir... Geçmişten bugüne gelen ve geleceğe uzanan Varlık Sürecini "Tanrı'ya Tekamül Etme" olarak görünür. Panteizm'de bu görüş eksiktir. Panteizm'e göre Tanrı ile Madde birlikte vardır... Bu böyle sürüp gider. Vahdet-i Vücut'ta Tanrı ile Madde birlikte vardır ve fakat İnsan Zihni o Tüm Bilinç'e ulaşabilecek haldedir ve bu amaçtadır. Kısaca "Vahdet-i Vücut", "Panteizm"in tüm kabullerine ek olarak "İnsanın Tanrı'ya Ulaşma Çabası"nı ve "Ulaşabileceğini"de içerir. Dediğim gibi, bir ayrıntı var arada... İnsanın "Tanrı"ya bir de şu şekilde bir "Dönüşü" var Vahdet-i Vücut"a göre: Yazınız ve örnekleriniz çok çok güzeldi ve ekleyecek pek bir şey yok. Tek eklemek istediğim şey asıl söylemek istediğim. "İnsan Küçük Bir Alem, Alem Büyük Bir İnsan" Anlattığınız gibi Alem ile İnsan Zihni bir kabul ediliyor. Ancak Alem'in zihni elbette ki İnsan zihninden daha baskın ve üstün... Lakin "Aşkın/Ayrı" değil. Çünkü "İnsan" zaten o Alemin bir parçası. İşte Vahdet-i Vücut, insan zihninin o "Alemin Kendisi" olabileceğini savunur. Bu size, Ateizme ve Panteizm'e göre çok Fantastik kaçacak bir görüştür, ki apaçıktır... İnsan Zihninin "Alemin Kendisi" olabilmesi de bir süreçtir. Ve sonunda gelinen nokta "Ene'l Hakk"tır... Yani Hakikatin kendisi olma... O "Tüm Bilinç"e erişme ve o "Tüm Bilinç"in kendisi olabilme... Diğer tüm kabuller aynıdır. Belki uzlaşma sağlanması gerekiyorsa şöyle diyebiliriz: Vahdet-i Vücut Fantastik bir Ateizmdir.. Bilmiyorum ne kadar tutturabildim, Gerçekten Ateizmi benimsemiş arkadaşlar kızmasınlar bu nitelememden dolayı...
-
YARATICIMIZIN YERYÜZÜYLE iLGiLi AMACI NEDiR?
Niye? Tanrı'nın kendi şahitliği yetmiyo muydu? Ya da Hz. İsa'nın şahitliği... Dört kişinin şahitliğine mi muhtaçtı Mükemmel Yaratıcı? Ne derseniz ve neresinden bakarsanız bakın, "Aşkın" ve "Ayrı" bir Tanrı anlayışının ilk kabulü ile sonraki kabulleri mutlaka ve mutlaka çelişir... Temeli çürüktür çünkü, Örnek 1... Bir de birileri çıkar şey demezler mi bunun için: Bozacının şahidi şıracı? Hiç bir şekilde benzer bir durum değildir... Bakın siz neleri örneklemişsiniz aynı maçta: "Tribünler..." "Teknik Direktörlerin oyuncu seçimi" "Maçın Ambiyansı" "Futbolcu Performansları" Benim örneğime bakın: "Hz. İsa'nın Dirilişi..." Aradaki farklılığı kavradınız mı? Aynı olay anlatılıyor... Aynı olayın dört farklı içeriği değil... Ya merak etmeyin, İncilleri o açıdan da değerlendirdim... Lakin bu mantık sadece ve sadece uydurma ve kıvırma bir mantıktır. "Mükemmel Tanrı"nın böyle oyunlara girişmesinin anlamı var mı? Versin tek elden kaynak di mi ama! Ya ne derseniz deyin, söyleyebileceğiniz her açıdan ele aldığımı sanıyorum zamanında ve hiç bir mantıklı tutarlılık sunmadı bana. Çünkü en baştan "Tanrı"yı ele alışı yanlış... O bir yana Hz. İsa'yı nitelemesi bile büsbütün "Mükemmel Tanrı" ideasıyla çelişir... 4 İncil'i istediğiniz kadar Puzzle/Yap-Boz oyununa benzetin, Tanrı böyle ucuz oyunlar peşinde koşmaz. Bakın ne var biliyor musunuz? O kimseler, sadece içlerinden geldiği gibi Hz. İsa'yı "Farklı Zamanlarda" yazdıkları eserlerde "Tanımlamak" istemişlerdir ve insanlar bu durumu abartmışlardır. Aynısı İslam'da da görülür "Mezhepleşme"lerde... Bugün bile daha yazılmışlığı 100 yıl olmamış bir risaleyi ezberlediği halde "Kur'an"ı bir kere bile okumayıp İslam mücahidi kesilen insanlar vardır. Bundan Yüzlerce yıl önce birilerinin çıkıp kendilerini "Aziz" "Pastör/Çoban" vs gibi tanıtıp insanları peşinden sürüklemiş olması ve yalan dolanlarla kandırmış olması son derece normal. Öyle ki açıça söylüyorum size... Gidin kiliselerin ikonalarına falan bakın, hepsi Pagan Kültürü ve İnancının etkisiyle ortaya çıkmış ikonlardır. Resimleştirme öyle başlamıştır ve Hıristiyanlık bugün Paganizm ile içiçedir. Sizin şu "Şahit" olayınız da aynen "Perilerin" "İlahelerin" "İlahların" ve diğer yaratıkların "Zeus"u farklı yönlerden onamalarının ve onu takdis etmelerinin uzantısıdır... Başka bir şey değildir... Kaza örnekleminiz çok hoşuma gitti... Mantıken tutarlı ama zorlama bir örnek... Minare ve kılıf misali... İnandırıcı değil... En azından "Mükemmel Tanrı" ideası var olduğu sürece imkansız bir mantık ve bu idea ile örtüşemeyecek bir mantık... Şöyle yapalım: Siz Tanrı'nın Mükemmel OLMADIĞINI ve insanlardan gelecek bazı şeylere, şahitliklere muhtaç olduğunu ve bu suretlede oyunlar, yap-boz'lar düzenlediğini, tek bir bakışla bir nitelemede bulunamadığını kabul edin ve böylelikle söyledikleriniz ile bir tutarlılık arzedin... Ya da Tanrı'nın Mükemmel OLDUĞUNU ve insanlardan gelcek hiç bir şahitliğe ihtiyaç duymadığını ve oyunlar düzenlemediğini kabul edin ve yine tutarlılık arzedin... Her neyse, size daha fazla "Tutarsızsınız" ithamında bulunmak istemiyorum, çünkü asıl cevabı Göbbels vermiş zaten: "Hıristiyanlık etkili, çünkü iki bin yıldır aynı şeyleri tekrarlıyor..." Ama asıl sizden şu "BarAbba" meselesini öğrenmek isterim. Çok küçük bir mantık yürütme ile işe koyulalım... "Abba" kelimesi İbranicede "Baba" demektir ve Yahudiler "Tanrı"ya özel olarak "Yaratıcı" ve "Koruyucu" olmasından dolayı "Baba" demektedirler. "Bar" kelimesi İbranicede "Oğul" demektir. İncil'den alıntıladığım ayette "BarAbba" adlı şahıs Yahudi bir Eşkıyadır. Hz. İsa'da "Yahudi" toplumunda ortaya çıkmış, o topluma ait, o toplumda yetişmiş, o toplumun ferdi olan, ve yani "İbrani" olanbir kimsedir. Hz. İsa'ya verilen isimde aynı zamanda "Baba'nın Oğlu/BarAbba"dır. Öyleyse Platus hangi "BarAbba"yı salıvermiş ve hangi "BarAbba"nın çarmıha gerilmesine izin vermiştir? Ya da sormak gerekiyor: Hz. İsa diye birisi gerçekten yaşadı mı? Yaşadıysa gerçekten öyle bir yargılamaya maruz kaldı mı? Kaldıysa bile salıverilen gerçekte kimdi? Bozacının şahidi şıracı mantığını dışarıda bırakarak ele alalım rica ederim. "İncilde şöyle diyor", "Yok şurasında böyle yazıyor", "Ahanda bak şunu demiş" gibi şeyler benim için kanıt değil. Ben her türlü bir çok verinin toplamına bakarım. Saygılarımla...