Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Osmanlı Musikişinaslarından Ermeni Asıllı Tatyos Efendi...Anlatmış işte güzel güzel...Vermiş bu eseri..Bugün Ömer Hayyam aldım...Yunus Emre bir nevi,Bir de Mevlana'da "Rubailer" ile "Mesnevi"...Şarap şişesinde balık olamadım şu an tabii kiAma kadehim dolu fiski...Kafam iyi,Bir haftadır bu baki...Kafam iyi...Tatyos Efendi bana hayatımın en güzel şarkısını verdi...Barış Manço'da bunu bana en güzel şekilde söyledi...Kafam hakkaten iyi şu an...Yazacak bir şey pek bulamıyorum.İlk defa bilmediğim bir renkte yazıyorum.Hayat hakikaten kötü.Keşke insanlar bu kadar yalan olmasalardı...Yalan bu hayat...20nci yüzyılda aşk acısı en fazla bir yıl sürecekte olsa,O bir yıl adama çok koyuyor...Ömür boyu sürüyor izi...Neyse,Sayın Admin bu şarkıyı görünür kılsın da,Siz de koyun rakınızı, şarabınızı, fiskinizi...Demlenin...Kuzenim şu an bana şöyle dedi:"Yatağa giriyorsun ya Ahmet...Yatak mezardır o an...Güneşi görüyosun ya sabahleyin,İşte o da Cehennemdir...Ne uyanmak istersin,Ne de uyumak..."Bilmem...Öyle işte...İnsan iki kere tek başına kalıyor:Bir terk edildiğinde,Bir de öldüğünde...
  2. İnan ki aldatmanın tek nedeni bu değil...
  3. Aman Tanrım yaa... İzlediğim en güzel filmlerden birisi... Hele şu psikopat subay çok ilginç bir rol... Adam resmen öldürme güdüsüyle donatılmış. Bir ara sanki "Acıma" duygusu ortaya çıkıyor, Klozeti iyi temizleyemeyen çocuğu affediyor. Ama sonra kafadan kurşunluyor... Ve şu var ki ayağının dibine inen kurşuna çocuk bile hiç tepki vermiyor. Film boyunca tek renkli olan şey, Küçük kızın kırmızı paltosu... Çok güzel bir film. Sadece savaş sahneler ya da konu olarak değil... İçerisinde çok güzel psikolojik tahliller ve göndermeler var. Lakin Almanları tümden akla ziyan olarak göstermiş sanki... Saygılarımla...
  4. Tengeriin boşig şurada bir başlık gönderdi: Politik Videolar
    "Bu sandığın içindeki tehlikeyi görüyor musunuz?Oylarınızı laik ve demokratik Türkiye için birleştirin,Cumhuriyetinize sahip çıkın" Çok güzel ve anlamlı bir reklam aslında...
  5. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Psikoloji - Psikoloji Forumu
    Bunu bilemeyiz... Ama şu var; Rahatsızlığının farkında olmak ve rahatsızlığı kabullenebilmek "Psikolojik Rahatsızlığın" tedavisinin yarı yolunu almış olmak demektir. O yüzden delirmezsiniz gibime geliyor. Ama ilaçlarınızı aksatmayın ve kendinize arkadaş çevresi yaratın. Yalnız kalmayın kesinlikle. Hobiler ve yeni uğraşlar edinin.
  6. Platonik sakıncalar barındırıyor çoğu zaman aşk denen şey ve battığı zaman tenine insanın acıttığı yer hep kalp oluyor... Acısı bile güzel belki, bilmiyorum... Ayrı bir tadı var işte... Bence insanın bir "Ben" olabilmesi için, sevmesi gerekiyor. Kuru bir umudun bağladığı fuzuli bir yalnız hayatın beni "Ben" yapabileceğine inanmıyorum. Belki de yaşam tüm bir Sevgi'den ibarettir, bizi biz yapan... Amacı oluyor sevdiği insan, insanın... Sevginin aslında her şey demek olduğunu nereden anlıyorsunuz biliyor musunuz? Sevgiliniz gittiğinde, ardında bıraktığının bir "Hiç" olduğunu gördüğünüzde anlıyorsunuz. Sizi "Siz" yapanın o olduğunu anlıyorsunuz. Ve o gittiğinde, sizden artık hiç bir şey kalmıyor geriye... Gözlerinizi feri sönüyor mesela, eskisi gibi bakmıyor... Gülümsemeniz aslında bir ağlayışın riyakar yüzü oluyor... Bedeniniz bile kabullenmiyor bir hiç olarak kalmayı, omuzlarını öne eğiveriyor... Sesiniz titreyerek çıkıyor artık dilinizden, Aldığınız her nefes ciğerinizi yakıyor... Lokma mı? Tek bir lokma bile yemek mi? Yemek yemek ne mümkün? Yemek yiyecek bir "Ben" kalmamış ki ortada? Sizi ele veren uykularınız oluyor. Gözleriniz kapanmak istemiyor. Korkunuz büyük; Sabah onsunz uyanmak... Ayaktayken yanınızda olmadığı vaki, Uyurken yanınızda sanıyorsunuz nedense hep... Ve uyandığınızda görememek vuruyor asıl sizi... Elinizin altında bir yastık ve kapalı gözlerinizde "O" olduğunu hayali... Açtığınızda, yere çarpıyorsunuz yastığı... Bir süre bakakalıyorsunuz sonra boş boş... Sırt üstü doğrulup, nefes almaya çalışıyorsunuz sonra. Göğsünüz daralmış, ne mümkün... Nefes bile artık bu bedene girmek istemiyor sanki... Hayalleriniz bile, artık size ait olmak istemiyor... Kendinizi nasıl mı hissediyorsunuz? "Hiç"... Siz bilir misiniz "Hiç" olmak ne demektir? Hiç sanmıyorum... Ya da kaçınız bilir ki "Hiç" olmayı? Şebnem Ferah'ın katıksız hayranıyımdır Ve "Çakıl Taşları" adlı şarkısında "Hiç" olmayı çok güzel anlatır... "Sen Hiç -Hiç- Oldun mu?" diye de sorar... Siz hiç "Hiç" oldunuz mu? Hiç hayatınızın en güzel yüksekliğinde, tutunacak tek bir dal bulamadan yere düştünüz mü? Ama yine de güzel aşık olmak... Sizi bir hiç olarak bırakan şeyin gidişini izlemek, Acı olsa da... Ama ne var biliyor musunuz? Ne varsa sizden onu koparan, Ne olursa olsun, Konduramıyorsunuz bir türlü... İnanmak istemiyorsunuz... Kötü mü bu iyi mi bilmiyorum... Hep bir umut arıyorsunuz... Bilmiyorum... Kötü sanırım... Belki de iyi... Gerçekten bilmiyorum...
  7. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Psikoloji - Psikoloji Forumu
    Ben hakikaten korkmaya başladım be... Ciddi ciddi doktora gitmek gerek sanırım...
  8. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Psikoloji - Psikoloji Forumu
    Vay bana, vaylar bana... Yanmışım ben... Bilgiler için teşekkürler... Hayata sanırım daha olumlu bakmam ya da bakmaya çalışmam lazım... Saygılarımla...
  9. "Ben şunu yapabildiğim için Özgürüm" Ya da "Şunu yaparsam Özgürüm demektir..." Bu gibi söylemlerle özgür olunmaz... Özgürlük "Koşula" bağımlı değildir... ?
  10. İnsan Psikolojisinin yapılanmasında temel olarak üç nokta vardır bence: İlki; Sigmund Freud'un üzreinde durduğu "Saldırganlık" ve "Cinsellik" dürtüleri, İkincisi; Maslow'un belirttiği "İhtiyaçlar" ve "İhtiyaçlar Hiyerarşisi", Üçüncüsü; Erikson'un ele aldığı "Çevre/Toplum" unsuru... Şimdi bunların "Erdemli Olmak" üzerinde nasıl bir etkisi olabilir ona bakmak istiyorum. Ve bunu yaparken, "Erdem"in tanımı kendiğinden ortaya çıkacak sanıyorum. Öncelikle "Ruhsal Aygıt" üç yapıdan oluşmaktadır: "Ben/Ego", "O/İd" ve "Benüstü/Süper Ego" "İd" en temel ihtiyaçların ana noktasıdır: Saldırganlık, Açlık, Cinsellik gibi ihtiyaçların, nasıl ve ne şekilde olursa olsun doyurulmasını ister. Tek amacı doyum ve tatmindir. "O"nun "Bencil" olduğunu söylemek hiç te yanlış olmaz. "Super Ego" ise dış çevrenin içselleştirilmişidir. Yani toplumun kültürünü ve anlayışını temsil eder. Her adımında toplumun ve parçası olduğu çevrenin kabullerine bağımlıdır. Tabulara tabidir. "İd"in isteklerine karşı "Sert"tir. "Ego" ise "Ben"dir. İd ve Süper Ego arasında dengeleyicidir. "İd"in isteklerini gerçeklere uyarak ya yapar ya da "İd" ile Uzlaşarak onları gerçekleştirmeyi engeller. Bu engellemede ya da gerçekleştirmede ise etkili olan ise "Süper Ego"nun tutumudur. Üç tip insan ortaya çıkmaktadır: "İd"in isteklerini uygulamada baskın olan insan tipi... "Ego"nun iradesini uygulamada baskın olan insan tipi... "Süper Ego"nun beklentilerini uygulamada baskın olan insan tipi... Peki bunlardan hangisi "Erdem"i temsil etmektedir? "İd"in temsil ettiği ilkel dürtüleri ortaya koymada baskın olan insan mı? "Ego"nun temsil ettiği ve her iki yapıyı da uzlaştıran ve bunu ortaya koyan mı? "Süper Ego"nun Tabularına boyun eğen mi? Öncelikle "Süper Ego"su baskın olan kimselerden bahsetmek isterim: Yapısal olarak "İçsel" her türlü "İlkel Dürtü"yü "Dışsal" nedenler ile "Bastırmak" ve "Yok Etmek" güdümündedir. Ona göre; "İd"in her türlü ilkel isteği en baştan "Kötü"dür ve bunlar "Dışsal" nedenlerden ötürü engellenmelidir. Şimdi böyle bir insan tipi niçin "Erdem"li olamaz? En basit anlamı ile; "İçsel dürtüleri engelleme de tamamen dışsal etkilere bağlı olduğu için, aslında engelleme isteğinde samimi değildir..." diyebiliriz. (aslında bunu bir arkadaşımdan kopya çekerek yazdım... ) Ve genel olarak "İd"in isteklerini bastırdıkları için, bu istekler belli bir birikimden sonra patlama eğiliminde olacaktır. İşte: "Çevresine çok saygılıydı, edepliydi, nasıl yapar böyle bir ahlaksızlığı..." Örneğindeki kimseler, bu tip bastırılmış "İd"in dürtülerinin eninde sonunda esiri olan kimselerdir. Oysa biraz sonra anlatacağım gibi, içsel dürtülerin uygulanmasında ya da engellenmesinde "Samimi" olmak yani "Ego"nun "Uzlaşmacılığı"na tabi olmak gerekir... Örnek olarak: "Karıncayı bile incitmezdi, nasıl olurda öldürür?" "Kimseye yan gözle bakmazdı, nasıl olurda tecavüz eder?" "Yolda bulduğu parayı bile almaya çekinirdi, nasıl olurda hırsızlık yapar?" Kastedilen kimseler, "Süper Ego"nun "Bastırmacılığı"na örnek kimselerdir. "İd"in isteklerini uygulamada baskın olan kimselerden bahsetmek gerekirse: "Süper Ego"nun baskısına maruz kalan "İd", her insanın temelde bu bilinç ile doğmasından ötürü en önemli unsurdur. "Yeni Doğan" (Bebek) "Yaşama/Cinsellik" ve "Saldırganlık/Nefret" dürtüleri ile doğmaktadır. Bu dürtülerin tatmininde "İd" bencildir. Nasıl olursa olsun, tatminini önemli koşmaktadır. Tıpkı bir çocuk gibi "Bana ne?" der. Kısaca "İd"in güdümündeki birey "Toplumsallaşma"nın etkisinde değildir. "Süper Ego"nun saf dışı bırakılmış halidir. Ancak şu da bir gerçektir ki "İd"in tüm istekleri sorunsuz karşılanabilirse, hiç bir psikolojik sorun ortaya çıkmaz. Lakin bu ise "Toplumsal Yaşam" için büyük bir tehlikedir. Çünkü toplumsal yaşam, etkileşimde bulunduğunuz diğer bireylere karşı bir Sorumluluk ve Saygı unsurları oluşturmak zorundasınızdır. Çünkü; Bir insanın hak ve özgürlüğü, diğer bir insanın hak ve özgürlüklerinin başladığı yerde biter... "İki kişinin bir araya gelmesi halinde" bile bir toplumsal yaşamdan bahsedebiliyorsak eğer, bu iki kişinin, birbirlerine karşı mutlaka bir çizgileri ve sorumlulukları olacaktır. Oysa "İd" ihtiyaçlarının karşılanmasında bu çizgileri umursamaz. "Sorumluluk" sahibi olduğu ve "Saygı" duyması gerektiği şeyleri göz ardı eder. "Toplumsal Yaşam"ın en önemli tehdit edicisi de budur. Ve öyle ki hiç bir birey, toplumdan kopuk yaşayamaz. "İd"in güdümünde olan bir birey için ise şunlar geçerlidir: Mesela; Geçen sene aldıkları araba ile yolculuk yapan ve her gittikleri yerde cinayet işleyerek 7 kişiyi katleden kimseler şunu söylemişlerdi ifadelerinde: "Zevk için yaptık..." Ya da içki kullanımı... Yol kenarında içkisi ile demlenen bir kimse, yoldan geçen başka bir kimseye sataşıyor... İşte burada "İd", "Süper Ego"yu bastırarak baskın hale geçmekte ve ortaya çıkmaktadır. Örnekler diğer alanlarda da çoğaltılabilir... Sonuçta: "Süper Ego"nun baskın olması kişisel olarak psikolojik rahatsızlıklara neden olurken, aynı şekilde "İd"in baskın olması da toplumsal olarak sorumsuzluğa ve yine belli bir rahatsızlığa neden olmaktadır. "Ego"su etkin olan kimseler ise "Süper Ego" ile "İd"in isteklerini "Önemserler"... Yani "Dışsal Beklentiler" ile "İçsel İstekleri" uzlaştırırlar. Böylelikle İçsel Dürtüler "Bastırılmamış" sadece uygun ortam ve gereklilik ortaya çıkana kadar ertelenmiş olmaktadır. En uygun örneği şu şekilde verilebilir: Her insanın saldırganlık içgüdüsü vardır. Ve kimilerinde çok yoğundur. Geçenlerde yıkılması planlanan bir otel için bir kampanya başlatıldı: Gerçekten şiddete ihtiyacı olan müşteriler Psikologlarca tespit ediliyor ve korunaklı elbiseler giyerek otelde istedikleri şeyleri istedikleri gibi parçalamalarına, yıkmalarına izin veriliyor. Sorumlu oldukları her hangi bir kimseye verdikleri bir zarar ve güdüm yok... Saldırganlık eğilimi son derece ortaya konuluyor. Kısaca "Ego" Sorumluluk Alma'da en uygun düzeyi sağlamaktadır. "Ego" bir "Dengeleme" mekanizmasıdır. İnsanın "İç Dünyası" ile "Dış Dünyası" arasındaki bağı en gerçekçi şekilde sağlar. Çünkü "Ego" gerçekçidir. Suç'un yani Erdemsizliğin kaynağı ise şu şekildedir. Ki "Erdem"in "Suçsuzluk" ile eş değer olabileceğini düşünerek bu şekilde ele alıyorum: Alt Benliğin yani "İd"in aç bırakılması, onun isteklerinin zamanla büyümesine neden olur. Yani: Belirli bir saldırganlık veya cinsellik dürtüsü belirdi ve bunu Süper Ego ile bastırdık. Bireyin yaşı ilerledikçe bu Açlık daha da büyüyecektir, çünkü tatminsizlik olağanca artmıştır. Ve bu tatminsizlik, eninde sonunda bir patlak verecek ve kendisini olanca açlığı ile ortaya koyacaktır. Çünkü ne demiştik: "İd" Bencildir... Süper Ego'nun "İd"i olabildiğince aç bırakması, onun ortaya çıktığında, olağanca saldırgan ve aç davranmasına neden olacaktır... Bu da "Suç"un ana nedenini teşkil eder, aynen örneklerde verdiğimiz gibi, ki illa ki yasalarla belirtilmiş bir suç olması gerekmemektedir; Yalan veyahut diğer "Toplumsal Ayıp" ama ceza gerektirmeyen suçlarda olabilir... "İd"in doyurulmasında "Süper Ego"nun göz ardı edilmesi ise yine Suç'un temel kaynağıdır. "İd"in baskın olduğu bireyler sorumluluk duygusundan ve saygı unsurundan yoksundurlar. İnsanın "Toplumsallaşmasını" sağlayan "Süper Ego"nun isteklerine kapalı oldukları için "Toplumun" temellendirdiği birikimlerden ve anlayışlardan bağımsızdırlar. Bu bağımsızlık, topluma karşı herhangi bir sorumluluk hissetmemelerine ve doğal olarak saygı bağının oluşmamasına neden olur. Bu da diğer bireylerle olan ilişkilerde, "İd"in tatmininin ön planda tutulmasının kaynağıdır. Futbol maçında bağırarak stres atan bir insan ile, Futbol maçına döner bıçağı götürüp adam keserek stres atan iki kişi arasındaki fark buradan kaynaklanır. "Ego" "İrade"yi temsil eder... "İd" ile "Süper Ego" arasındaki uzlaşmayı "İrade" ile yapar. Kısaca "İradesizlik" aynı zamanda "Erdemsizlik"tir. Aynı örnekte; Birey, futbol maçına giderken bıçağı niye götüreceğini mutlaka sorgulamıştır. Birisine zarar verme sorumsuzluğunu yapacağını da düşünmüştür. Fakat eninde sonunda o bıçağı götürmekten kendisini alamamıştır. Tıpkı bıçağı götürme amacı olan, sinirlendiğinde karşısındakini doğramaktan kendisini alamadığı gibi... Oysa düşünün; Maça gitmeden önce sinirli değildi ve henüz takımı yenilmiş de değildi... Diğer eylemler içinde genişletilebilir bu örnek... Yazımın ikinci bölümünde "Maslow"un kuramına dayanarak düşündüklerimi temellendireceğim. Bu bölümde "Freud"un "Psikanalitik Kuram"ına "Suç" anlayışını "Erdem" ile bağıntılamak istedim. Kısaca söylemek istiyorum ki; "Erdem"; Kişinin "İd" ile "Süper Ego" arasında bir uzlaşma sağlayabilmesidir. Bunların en temel gereksinimi ise "Sorumluluk" "İrade" ve "Saygı" bilincinin edinimidir. İnsan Haklarına ve İnsana Saygı ve Sorumluluk, "Erdem"in en temel prensibidir. Eksikliklerim ve hatalarım varsa eğer belirtilmesini önemle rica ederim... Al işte... Her zaman söylüyorum; Ben o kadar yazı yazıyorum ve birisi çıkıp dört beş kelime ile söylemek istediğimi anlatıveriyor... Bu beni bazen deli ediyor... Şaka tabii ki... Sayın Dipnot kadar değilim henüz... Bu kadar kısacık ve net anlatamıyorum anlatmak istediklerimi... Uzun yazımın verimli olmasını dilerim... Saygılarımla...
  11. Aslında dinlemem kendisini ve pekte sevmezdim aslında müziğini. Taklide kaçıyordu biraz... Ama ölmesine çok üzüldüm... Gençti çünkü. Kimse o yaşta ölümü hak etmez. Ölmesi sanıyorum ki gerçekten bir kayıp. Bir kimse öldüğü zaman, onu sevip sevmemeniz önemli değildir. Verilen bir candır ve can vermek kolay değildir. Bir değerin yok olmasıdır... Varsa gittiği bir yer, Umarım orada mutludur... Saygılarımla...
  12. Tabii ki CHP... Tabii ki Deniz Baykal olmasa daha iyi ama neyse... Zamanında üyesiydim, ayrıldım. Siyaseti dışarıdan takip etmek daha temiz bırakıyor insanı sanırım. İçersi bir şekilde bozuyor, hırssizi emrine alıyor ve kurbanı oluyorsunuz bir süre sonra. Eğer önderlik gizli içgüdünüz baskınsa aslında... Saygılarımla...
  13. Öncelikle net'te rahatlıkla bulabileceğiniz, Felsefi "Erdem" görüşlerini buraya alıntılamak istiyorum. Daha sonra "Erdem"in "Psikolojik" olarak (bana göre) ne olduğunu anlatmaya çalışacağım. Tabi bu görüşe katılıp katılmamak değil önemli olan... Önemli olan; Ortaya koyacağım düşüncenin eksikliklerinin, aksaklıklarının ve yanlışlıklarının, arkadaşlarımca ortaya konmasıdır. Kısacası ürettiğim düşüncenin tamamlanmasını istiyorum... Öncelikle "Erdem" dediğimiz şey'in kimi filozoflarca ortaya konduğu anlamları şu şekilde ve ben temel olarak katıldıklarımı maviledim: Mavilediğim görüşler aşağı yukarı katıldığım görüşler. Ancak ben tam olarak "Felsefi" açıdan değilde "Psikolojik" olarak Erdem'i tanımlamaya gayret ediyorum. Çünkü "Felsefe" üzerinden hareket edince, kaçınılmaz olarak ve yine psikolojik olarak insan "Kendisini Tatmin Eden" tanımı kabulleniyor. Bu da Erdem'e son derece "Göreceli" bir anlam katıyor. O yüzden Temel Psikoloji Kabullerine göre tanımlamak ve daha genel geçer bir kabul ortaya koymak istiyorum. Yapman istediğim şey var olanı kabullenmek değil, yeni bir fikir üretmek... Belki biraz fazla iddialıyım ancak forumdaki son derece kültürlü ve bilgili arkadaşların yardımı ile belki bir sonuca erebilirim diye düşünüyorum ve umut ediyorum... Diğer iletimde kendi görüşümü ortaya koyacağım, ancak diğer görüşleri görmek isterdim öncelikle... Saygılarımla...
  14. 1-b 2-a 3-b 4-b 5-b 6-b 7-b 8-b 9-b 10-b
  15. O zaman bu da Yunus'tan... Isıtın ey yarenler, aşk bir güneşe benzer. Aşkı olmayan kişi misali taşa benzer. Taş gönülde ne biter, dilinde agu (zehir) tüter. Nice yumsak söylese sözü savaşa benzer. Aşkı var gönlü yanar, yumsanır muma döner, Taş gönüller kararmış sarp katı kışa benzer. Ol sultan kapısında hazreti tapısında, Aşıkların yıldızı her dem çavuşa benzer. Geş Yunus endişeden, gerekse bu pişeden, Er'e aşk gerek evvel; ondan dervişe benzer.
  16. E sende pervane ol o zaman...
  17. Nuri Babanın kendisine çevir beni... Bende seni Acıların çocuğu Emrah'a çeviriyorum...
  18. Cerenimo'yu Kelebek yapıyorum... Kozasında henüz; tırtıl... Hiç görünmüyor. Görününce kelebek olucak...
  19. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde İtiraf Köşesi
    Aslında ben hatırlanmaya değer güzel anıları biriktirme taraftarıyım. Ama ne yaparsanız yapın, mutlaka sizin canınızı çok yakan anılarda var oluyor geçmişinizde. Onları söküp atmak çok çok daha zor. Yaşadığınız güzellikleri bile unutabiliyorsunuz bazen ama, Size yaşatılan acılar kalıyor hep bir iz olarak... O zaman yapmanız gereken tek şey kalıyor, O acılarla yaşamayı öğrenmek...
  20. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde İtiraf Köşesi
    Olayın bütününü görmemek... Görmek istememek... Evet asıl mesele bu sanırım... Aslında hep örnek veririm şunu; Hayatımız kullandığımız defterler gibidir. Ben lisede kullandığım defterleri, çok yapraklı aldığım için bitiremezdim. Ertesi sen kullanmak için yarısı bom boş kalırdı. Kullandığım yarısını bantlar, Diğer yarısını bakşa bir ders için kullanmaya devam ederdim. Eski yazdıklarım o defterde hep dururdu, o defterin bir parçasıydı... Ama artık bantlıydılar ve kapalıydılar... Hiç açılmamak üzere... Defterimizde uyguladığımız bu şeyi, Hayatımızda da uygulayabilmek gerekiyor bazen ama çok zor olsa gerek bu... Yani eski yaşantılarımızı bantlayıp, Sadece hayatımızın bir parçası olarak geçmişte bırakmak, Ve hayatımızı yeni yaşantılara açmak... Onlar her zaman hayatımızın bir parçası olarak kalacaktır, Ama artık farklı bir boyuttadır... Sanırım ben böyle yapacağım... İlişkiler boyut değiştirebilir sanıyorum artık...
  21. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde İtiraf Köşesi
    Valla dibe mi vurmalı bilmiyorum ama zaten deniz seviyesinin fersah fersah altında bulunuyor moralim şu an... Ama "İnsan" olarak dibe vurmamalıyız tabii ki... Ss mi? Ss mi? konusunda ise şunu söylemek istiyorum; Biliyorsun her ikiside birbirini tamamlar bunların. Bir denklemin iki parçası gibi. Ying-Yang gibi... O yüzden; Hem Ss, Hem de Ss...
  22. Sweet November/Kasımda Aşk Başkadır Hayatını Değiştirmek İçin Yalnızca Bir Aya İhtiyacı Vardı... Filmi İzlemeyenler Okumasınlar... Henüz Üniversite 2'deydim 6 sene önce ve 2001 yılıydı bu filmi izlediğimde. Tabi başımda esen Kavak Yellerin verdiği o başı bulanıklığın etkisiyle gittiğimde bu filme, Belki çok çok kaliteli bir film olmamasına rağmen ağlamaklı oluşumun elbette ki bir açıklaması vardı... Hep sonunu bilmeden yaşadığınızda bir şeyleri acı çekersiniz ya hani? İşte sonunu bildiğinz halde de acı çekebiliyor muşsunuz; bunu öğretiyor film birazda... Ve bir de buna benzer bir deneyim başınıza geldiyse eğer; "İnsan Neden Yaşar Sonunu Bile Bile?" sorusunun cevabı "Aşk ve Sevgi İçin" diye çakıveriyor kafanızda... Keanu Reeves/Nelson Moss tek düze bir yaşama hapsolmuş hırslı bir reklamcıdır ve karizması, kariyeri yerindedir. Charlize Theron/Sara Deewer ile yolları bizim burada Ehliyet Sınavı dediğimiz bir türlü Motorlu Taşıtlar Sınavında kesişir. Ortak noktaları ise sınavın kötü geçmesidir. Sara, belki de gerçek aşkı aradığı için ya da ihtiyacı olduğunu düşündüğü çekingen erkeklere yardım etmek için her ay bir erkekle aynı evi paylaşıyor. Her ayın adını o erkeğe veriyor... Eylük, Ekim, Kasım... Sonunu bile bile... Bir anlaşma bu: Aşık olmak yok... 1 ay sonra her şey bitecek, Ancak hiç bitmeyecekmiş gibi yaşanacak... Sayın Admin'in "Y Tu Mama Tambien" adlı filmin yorumunda ortaya koyduğu "Wasted Life" yaşam tarzını sürüyor birazcık, Ancak bunu nedeni zaten ömrünün sonunun yaklaşması... Aynen "Y Tu Mama Tambien" filmindeki "Ana Morelos" gibi... İnsanın bir şeylerin son bulacağını bilmesinin, İnsanı daha da cesaretlendirdiği kanısına vardım bu filmlerle... Bir şeyleri yaşamaktan korkmuyorsunuz, Çünkü artık yaşayacak pek bir şeyiniz kalmıyor zaten... Artık başka bir şansınız olmayacak yani... Hayatınız sona erecek te olsa, Ya da sona ercek olan şeyler başka şeyler de olsa, Artık o malum son gelene kadar sadece ve sadece güzel tatları deneyimlemek istiyor insan... O yüzden hiç bitmeyecek gibi yaşamak güzel olsa gerek bir şeyleri... Her nasıl ki bitecekte olsa... Sara'nın belki de çok uzun süre işine yaramayacağı halde "Ehliyet" almak istemesi, Hayatı hiç bitmeyecekmiş gibi yaşamak istemesinden kaynaklanıyor belki de... Sara sınavdan sonra, umutsuzluğunu sezdiği Nelson'un peşine takılır Ve onu yukarıdaki anlaşmayı yapmaya ikna eder... Amacı Nelson'a hayata dair güzel şeylerin olduğunu göstermektir... Yaşamaya değer şeylerin olduğunu... Bu film beni çok etkilemişti o dönemde. Başımda esen kavak yellerinin şiddetinden midir bilinmez, Kendimi uzunca bir süre yardım meleği sanmıştım. Romeo edasıyla herkesin ihtiyacının "Romantizm" olduğunu düşünmüştüm. Vardı sanırım gerçekten ihtiyacı olanlar ama Bir "Eğreti Gelin" havasıyla sürdüğü hayatı insanın, Kendisi için pek verimli olmuyor aslında. Hep bir yanı aç kalıyor... Ve karşısına bir "November/Kasım" çıktığında, salıveriyor kendisini o aya... İşte Sara'da böyle bir Halet-i Ruhiyeyle, Biteceğini bile bile kapıldı Nelson'a... "Zor Adam" denilenlere Aşkı öğreten cinste bir dilber oluyor Sara... Ama bu sefer kendisi tadıyor artık bir şeyleri son deminde yaşamının, Ve bir şeyler mutlaka son bulacakken... Filmi izlerken kaptırıyorsunuz kendinizi ara ara, Ve siz de inanıyorsunuz yaşanılanların hiç bitmeyeceğine... Birbirine daima ait iki insanın yapabileceği şeyler: Romantizm, 1 aylıkta olsa bir Aidiyet, Şehvet, Aşk ve Sevgi, Cinsellik... Nelson, Bu anlaşma süresi içersinde bir çok şeyi farkeder hayatta... Heyecanı, Aşkı, Sevgiyi... Mesela bir çocuğun kayığına hile ile yarış kazandırıyor... Küçük bir şey ama Saraseviyor bunu... Bazen sınır tanımazlığı öğreniyor... Bazen utanmazlığı; Ki ilk defa bir kızla aynı banyoyu paylaşmaktadır... Oyun oynayarak hem de... Bağlanmayı... Anlaşmadır ya yaptıkları? Sara bir aylıkta olsa Nelson'a aittir, Nelson bir aylıkta olsa Sara'ya aittir... Kendisini işine ve kariyerine kaptırmış bir insanın, Hayatında neleri kaçırdığını göstermektedir film... Ancak film "Başlangıcı Olan Herşeyin Mutlaka Bir Sonu Vardır" Matrix mantığıyla sona eriyor... Zaten bir anlaşmaydı yaptıkları, Ve Sara zaten kanserdir, ölecektir... Devam etmeleri daha yıkıcı olacaktır. İnsan düşünüyor; Her şeyini bir kenarı bırakarak, Karşındakini her şeyiyle kabul ederek Evlenmeyi isteyecek kadar sevebilir mi insan? Hem de bir ayda? Nelson bunu yapıyor... Varlığını temsil eden telefonunu ve saatini suya atıp, Evlenme teklifini yapıveriyor... Aylara ya da yıllara endekslemiyor... Film bir açıdan da her şeyi tadında bırakabilmeyi öğretiyor sanki, Ama insanın "Ulan keşke bir ömür sürse" Diyebileceği tatlar yine de düşündürüyor... Bir giyotin misali bitiveriyor sonra her şey filmde... Sonbahar yapraklarının etrafı sardığı Kasım ayı sonunda, Bir köprü üstünde ayrılmak istemezliğin esiriyken her ikiside, Ayrılmak zorunda olmanın kaçınılmazlığı ile insanın için burkan sahnede; "Kapa gözlerini, sonra aç" Denildikten sonra sanki tekrar hayatına giriverecekmiş gibi Ve bir de sanki hayatında zaten hiç yokmuş gibi iki karşıt duyguyu birden hissettiren Ağlamaklı bir ayrılık sahnesi sarıyor insanı... Nelson'a kalan sadece belki de uzun süren bir rüya Ve birde gözlerine bağladığı, kızın şalı oluyor... Sonra mı? Nelson unuttu mu bilemem ama hayatının değiştiği kesin... Yaşadığı bir ay insanın hayatını değiştirir mi? Eğer yeterince sevebilirseniz, belki de bir hafta bile herşeyi mümkün kılar... Değilse kaç ay olursa olsun, hiçbir şey mümkün değildir...
  23. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde İtiraf Köşesi
    Kader denen şey bence bu işte belki de... Birileri karar verir... Birileri sonuca katlanır... Aynı insan kimi zaman ilki olur hayatta, Kimi zamanda ikincisi... İlki olduğunuzda daha metanetli ve umursamaz olabiliyorsunuz, Ama ikincisi olmanız "Çaresizlik" ile eş anlamlıdır...
  24. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde İtiraf Köşesi
    Zaten insanın en çok kendisine gücü yetiyor değil mi? Her neyse... Sonuçta başlangıcı olan her şeyin bir sonu mutlaka var... Ben hep bu sonu "Ölüm"ün belirlemesinden korkardım... Ancak başka unsurlarda var bu sonu meydana koyabilecek...
  25. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde İtiraf Köşesi
    Fazla duygusal olmak zararlıymış... Çünkü daha kolay inanıyorsunuz... Daha çabuk kaptırıyorsunuz kendinizi... Gaddar olmak lazım belki ama insanın içinde yoksa öyle bir şey, gaddar olamıyorsunuz... Ne hayata karşı, Ne başkasına karşı, Ne de kendinize karşı...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.