Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Bana Araplardan ziyade ABD'nin yamaklarıymışlar gibime geliyor... Çünkü Arapların zaten kendilerini adam edecek güçleri yok, kaldı ki Türkleri kendilerine benzetebilsinler. "Arapçılık"a öykünme, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren hep Milleti benliğinden uzaklaştırma niyetiyle yapılmıştır. Bunun başını çeken en önemli güruh ise Bediüzzaman denen üfürükçü olmuştur. Fethullah ve Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan aynı neslin yani Said Molla'nın ardıllarıdır. Said Molla (Bediüzzaman değildir bu kişi) ise bilindiği gibi İngiliz yamağı idi. Bugün yamaklık yapılan taraf değişmiştir lakin yamaklık yapan zihniyet hala aynıdır. Aynı şeyleri kullanmaktadır. Görünen neden "Din" ve kışkıtıcı öğesi "Arapçılık"tır... Ancak asıl arkada olan ve kuklanın iplerini elinde tutan güç ABD ve Emperyalizmdir. Bu ayrıntıdan başka iletinizin diğer bilgilerine katılıyorum... Saygılarımla...
  2. Ülkücü Hareket derken Mhp'yi kastediyorsunuz sanıyorum... Elbette ki Chp...
  3. Hiç sanmıyorum Sayın BrainSlapper. Her zaman söylüyorum, bilmeden konuşmamak lazım... Şu "Bu" şeklindeki niteleme beni hakkaten kızdırdı. O yüzden kendimi şu cevabı vermekten alıkoyamayacağım. Arkadaşımızın "Komünizm"i savunanlara "Kapitalist" denildiğini sandığını düşünerek şu örneklemi okuyunuz: Bir şey anlayan varsa yalvarırım bana da anlatsın... Bu bir yana Sayın AntiTeist, Türkçe'de "Deil" diye bir kelime yoktur, "Değil" diye bir kelime vardır... Umarım insanlara "Bu" şeklinde hitap edilmemesi gerektiğini öğretebilmişimdir. Kalıcı bir etki bırakabildimse ne mutlu bana... Kafanızın karışması çok normal Sayın Tarafsız. Zira bizde aynı dertten muzdaribiz... Saygılarımla...
  4. Burada Sayın BrainSlapper'in "Yeni Gelenler" için kullandığı bir şeyi söyleyeceğim izniyle: "Sen Yenisin Galiba!" "Biri bu arkadaşa..." ve "... bu arkadaşa başka birşey..." şeklindeki ve altını çizdiğim haldeki nitelemeniz ve hitabınız hiç hoşuma gitmedi ve eğer layığınızca bir cevap vermem gerekiyorsa, o cevabı yazdığımda artık bir cevap dahi yazacak yüzünüzün olmayacağını size garanti edebilirim. O yüzden hitaplarımıza dikkat edelim ve ortamı germeyelim, sınırlarımızı da aşmayalım... Yazdığınız yazının kıymeti kendinden menkul. Anlatmak istediğinizi kimsenin anlamlandırabileceğini sanmıyorum, "İlahiyat/Teoloji"e göre siz bir dine inanmak ile bir "Teist"ten başka bir şey değilsiniz. Bu ne demek ki? Şöyle bir anlamı oluyor söylediğinizin: Komünizm bir düşünce biçimidir, Kapitalist ise bu düşünce yanlısıdır... İlahiyat = Teizm'dir. Kimin ne öğrenmesi gerektiği ortadadır. Bir din mensubu olarak "Teoloji/İlahi-Semavi"lik sizin en üst kimliğinizdir. Bir Hıristiyan, bir Yahudi, bir Müslüman'ın ortak üst benlikleri "Teist/İlahi-Semavi" bir yapıda olmalarıdır. Türkçede "İlahiyat Profesörü" deriz Müslümanlar için, Yabancı ilahiyatçıları da "Teoloji (Hıristiyan) Profesörü" şeklinde ifade ederiz. Teolog/Teoloji/Teist = İlahiyatçı/İlahiyat/İlahi-Semavi Ayrıca şu "Tanrı" ile "Allah" kavramları arasındaki ilişkiye hiç girmiyorum bile. Zamanında o konuda da çok şey yazdım "Yeni Arkadaşım"... Zahmet edip okursan belki ya bişeyler öğrenirsin ya da vermek istediğin cevapları verirsin. Vaktimi size kavramları öğreterek geçirmek istemiyorum. Zamanında bunu fazlasıyla yaptığımı düşünüyorum. Sizde benim gibi yapın ve bir foruma yeni katıldığınızda, ilk önce muhatap olacağınız insanların tüm iletilerini gözden geçiriniz... Ondan sonra iletilerinize başlayınız. Saygılarımla...
  5. Hz. Muhammed'in okuma yazma bilmediği iddiası kadar boş bir iddia olamaz. Öncelikle şunu hatırlamak gerekir ki Hz. Muhammed, döneminin en zengin ve soylu kadınının gözüne girebilecek kadar zeki bir insandır, kendisini farkettirebilmiştir ve aynı zamanda tüccardır Hz. Muhammed. Şimdi aklınızı yanınıza alın ve düşünün: Sizce bir tüccarın okuma yazma bilmemesinin, hesap yapacak bilgiyi edinmemiş olmasının imkanı var mıdır? Hz. Muhammed'in okuma yazma bilmediği iddiası, "Aaa bakın Tanrı cahili peygamber yapmış, bundan büyük mucize mi olur?" mantığıyla insanları kandırmak için ortaya atılmış bir savdır. Temeli "Oku/İkra" ayetinin yanlış yorumlanmasına dayanır. Oysa ki Hz. Muhammed döneminde yine Tek Tanrılı düşüncelere sahip olma ihtimali olan Yahudi ve Hıristiyan kimseler vardır. Ve bunlar İncil ve Tevrat'ı okumaktadırlar, lakin bu öyle düpedüz okumak değildir. Bu kimselere Türkçesi ile "Okuyucular" denmekte idi sanırım. Kur'anda sık sık geçen "Okuduklarını Anlamıyorlar mı?" tümcesinin kaynağı da budur. Yani Hz. Muhammed zaten okuma yazma bilmektedir. "Oku" emrinin manası da Tevrat ve İncil "Okuyucuları"na öykünmeyi, yani Kur'an-da da belirtilen "Ehl-i Kitap"ı referans/dayanak almayı salık verir. Kaldı ki Kur'an her zaman Ehl-i Kitap'ı dayanak olarak almıştır zaten. Çıkaracağımız sonuç şudur: Hz. Muhammed okuma yazma bilmektedir, kaldı ki hayber'in fethinde imzalanan antlaşmaydı sanıyorum, antlaşma metnindeki harflerin bazılarına harekeler koydurttuğunu okumuştum, yanlış anlamalara mahal verilmemesi için... Ancak ne kadar doğru bir bilgidir bilmiyorum, ispatsız bir bilgi sunmak istemem. Hz. Muhammed cahil ya da akılsız birisi değil, aksine içinde bulunduğu toplumu değiştirebilecek, devrime sürükleyebilecek kadar zeki bir insandır. Bu bir yana doğada olup bitenleri görebilecek, farkedebilecek ve yorumlayabilecek zekaya sahipti. Hem zekası ile ve hem de tüccarlığı ile birlikte okuma yazma bilmediğini düşünmek mantıksızdır. Belki çocukluğunda yani çobanlık döneminde öğrenememiş olsa bile tüccarlığa başladıktan sonra, Hz. Hatice ile evlendiğinde öğrenmiş ya da öğrenmeye başlamış olmalıdır. Dini yaymaya başladığında ise kanım odur ki kesinlikle okuma yazma biliyordu... Saygılarımla...
  6. Bizde Türkiye'de okuduk merak etmeyin. Bizde biliyoruz tarihi az çok... "Kürt Bayramıdır" dediğiniz bayramı, yine Türklerin Hükümdarlık Alametleri olan Yeşil, Kırmızı ve Sarı renkleriyle kutluyorsunuz. Bu ne yaman çelişki? Hem "Türk Değiliz" diyorsunuz, hem de Türklerin geleneklerini Türklerden daha çok benimsemişsiniz? Anadolu Türkleri bile Kürtlerin kullandıkları Öztürkçe kelimeleri kullanmamaktadırlar. Baba: Babo/Bao Bey: Beg vs... Hemde bir Zaza arkadaşımla beraber böyle bir çok kelime keşfetmiştik. Biraz ÖzTürkçe öğrenin, mutlaka farkedersiniz. Bu bir yana "Kürt" halka "Millet" demişsiniz. Kendi dilleri mi var? Bir Milletin "Kendi Dili"nin olduğunun en temel göstergesi "Sayılarının" olmasıdır. Kürtler kendilerine ait bir sayı sistemini değil, Farsilere ait bir sayı sistemini kullanırlar ve dolayısıyla Milli değildirler. "Kürtler Fars kökenlidir" demeyin sakın, çünkü toplumsal olarak çok önemli bir tespitte bulunmuştur Ahmet Taner Kışlalı "Atatürk'e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği" adlı kitapta. Kürtlerle Farsları aynı coğrafyada görüyoruz ama birbirlerine hiç karşımıyorlar. Araplarla Kürtleri aynı coğrafyada görüyoruz yine karışmıyorlar. Ama Türklerle Kürtler tarihi bağlarında dolayı birbirleri ile karışabilmekte ve kaynaşabilmektedir. Hatta son yüzyıla kadar birbirleriyle bu kadar iyi kaynaşan iki halk daha görülmemiştir Orta Doğu'da... Yani bakın, iki çanak çömlek bularak Kürtlere bir tarih uydurmazsınız. Van'da bundan 3000küsur yıl öncesine ait Türk mezarları bulundu iki yıl kadar önce. Kürtlerle Türklerin tarihi bağları reddedilemez. Hele Yavuz Selim ile Şah İsmail mücadelesi sonucundan MECBUREN Kürtleşen Alevi Türkmenleri göz ardı etmeyin. Bugün Türkçe konuşmazlar hiç. Nedense bir çok Alevi türkmen boyları o dönemde ğpüs diyerek uçmuturlar (mı acaba?). Neyse, bunun tahlilini daha önce yapmıştım, bulup okuyuverin bir zahmet. Size sevinerek ve sizin adınıza üzülerek söylemek isterim ki Babanızda Türk'tü, Sizde Türksünüz, Çocuğunuzda Türk olacak...
  7. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Havadan Sudan Konular
    Aslında bu konu Psikoloji Bölümüne açılsa iyi mi olurdu ne!? Aynaya baktığımda, en basitinden, kendimi görüyorum Kendimden korkmamı ya da yüzleşmememi gerektirecek bir şey yok hayatımda. Her hatamı ya da kusurumu kabullenebiliyorum diye düşünüyorum. Aynaya her baktığımda ben, pis pis sırıtırım hep... Narsistlik falan değil bu, kendimle barışığım o kadar... Ama tabi kendime aşık olmak gibi bir saplantım yok. Aynaya bakabilmek güzel be. Eğlenceli ve zevk verici. Hatalarınızı, kusurlarınızı ve mağduriyetlerinizi farkedip, kabullenebilerek aynaya bakıyorsanız eğer, Kendinizi seyretmekten korkmazsınız. Ben bu yüzden aynaya her bakışımda, Kendimi görüyorum. Şener Şen "Milyarder" adlı filminde çevresindeki insanların sahteliğini anlatmak için şöyle demişti: " " (sevdiğim replikler arasında, en sevdiğim repliktir bu. çok aradım, zor buldum. izleyin mutlaka.) Unutmayın; Kötü de olsa aynada bir şeyler görebilmeniz her zaman iyidir. Ya birde hiç bir şey göremiyor olsaydınız? Ya sahte olsaydınız? Ben kendimi aynada görebiliyorum... Saygılarımla...
  8. Bilmem konunun kısırlaştığının farkında mısınız? Kur'an okuyup dinden çıkanlar ile Kur'an okuyup Müslüman olanların çeteresinin tutulduğuna dair bir araştırmaya rastlamadım, ki öyle bir araştırma olsa bile nesnel olamaz. Dolayısıyla nesnel olmayan, geçerliliği olmayan bir şeyi tartışmaya başladık gibime geliyor. Ayrıca "İnanmak" ya da "İnanmamak" bir tercih ve tatmin meselesidir. Kişi Kur'an okuyup tatmin olabilir de, olmayabilir de... Bu tamamen o kişinin bireysel yaşantılarının ve anlayışının bir sonucu olacaktır. Yani psikolojik bir sürece dayanmaktadır. Konuya dönmeyi teklif ediyorum! Ve konuyu bence alakalı bir soru ile genişletmek istiyorum. "Kurtuluş İslam'da" derken kastedilen şey elbette ki "Herkesin İslam Olması Gerektiği" mantığıdır. Öncelikle: Her insan Müslüman olmaya ya da bir dine inanmaya gerçekten ihtiyaç duyuyor mudur ki acaba? Dünyadaki herkes Müslüman olduğu zaman yani her birey aynı inançta birleştiği zaman, gerçekten huzur ortamı sağlanabilecek midir acaba, ayrımlar bitecek midir? Bitecekse İslam Dünyasındaki bölünmüşlüğün manası nedir? Ya da "Kurtuluş İslamda" derken kastettiğimiz şey "Bireysel Kurtuluş" ise eğer, tüm dinler zaten bunu vaat etmiyor mu? İslam Dininin ekstraları nelerdir ki? Bence Kurtuluş insanın kendisine yönelmesinde: "Ete Kemiğe Bürünme" meselesi yani bir yerde... Yunus ne demiş: "Sen Sana Ne Sanırsan, Ayrığa'da Onu San... Dört Kitabın Manası Budur; Eğer Var İse..." (sorularım konu şenlensin diyedir... kimseyi cephe almıyorum...) Saygılarımla...
  9. Diğerlerini bilmem ancak bu konuda bir şey diyebilirim belki. Bildiğim kadarıyla Güneş ışınlarına daha fazla maruz kaldıkları için Siyahilerde derideki siyah renkli pigmentler derinin yüzeyinde yoğunlaşmıştır. Güneş ışınlarına karşı bir şekilde tepki olarak yani... Mesela Arap Bedevilerinde çöl sıcağında siyah renkli çarşaf giyinmelerinin nedenide budur. Örtünürler iyice ve çarşafın içinde kalan nem, çarşaftan dışarı çıkamaz. Böylece vücut kurumaktan kurtulmuş olur, hem serin olur hemde su kaybı çok aza indirgenir. Siyah rengin güneş ışınları ile olan ilişkisinden kaynaklanıyor. Siyahi insanlarda bu şekilde siyahileşmiş olabilirler. Artık doğa'nın mı hikmetidir yoksa Tanrı'nın o kimselerin takdirine kalmıştır. Onu bende bilmiyorum. Belki de güneşe falan kısık gözle bakmaktan ya da rüzgara karşı yürümekten olabilir. Tabi bu sadece bi mantık yürütme, ciddiye alınması gerekmiyor
  10. Bence Oğlu'da Türban giyiyormuştur ve ona da sorun olmasın diye gitmiştir ABD'ye... "Tanürek" olayını hatırlayacak olursanız, Mutlaka yediği bir nane sonucunda oraya uçtuğunu düşünmemek için hiç bir neden yok bana göre Saygılarımla...
  11. Sayın Gelincik, Yazınız akla mantığa çok uygun... Karşı olunabilecek bir noktası yok lakin bir şeyi belirtmek istiyorum: Bilindiği gibi dünyada Sivil Toplum Örgütlerini ele geçirmeye öykünen "Soros" adlı bir tüccar var. Asya'da falan hükümet bile devirebiliyor etkisinde olan sivil toplum örgütleri, bildiğim kadarıyla. Kısaca güdümlü bir yapıya giriyorlar. Yakın zamanda bu Soros namlı Amerikalı Yahudi Yatırımcı! Aydın Doğan'ın kanalı olan KanalD'de (ki Aydın Doğan'ın ABD işbirliçisi bir bedhah olduğu gayet açıktır) yine onun ulaklığını/haberciliğini yapan M. A. Birand adlı (Trt'yi dolandırabilen ve insanın gözüne baka baka yalan söyleyebilen yegane şahıs) kişi tarafından bir Kahraman edasıyla programa davet edilip reklamı yapılmıştı, hemde allana pullana. Ve ben eminim ki bir çok paravan şirketlerle beraber Medya'nın %60-70 kadarına sahip olan Aydın Doğan tehlikelisi, kurduğu bir çok vakıflarla da Sivil Toplum örgütlerine dolaylı ya da direkt olarak sızmıştır. ABD güdümünde olan bu Güçlendirilmiş Medya Güruh'unun Sivil Toplum Örgütleri'nden uzak duracağını düşünmek mantıksızlık olur. Ayrıca Türkiye gibi bir ganimette, Abd'nin "Sivil Toplum Örgütleri"ne etki etmeden duramayacağını zaten sanıyorum. Şunu demek istiyoum ki, benim Sivil Toplum Örgütlerine pek bir güvenim yok açıkçası. Ya küçük ve etkisiz olmaktadırlar, Ya da büyük ve güdümlü olmaktadırlar diye düşünüyorum. Umarım yanılıyorumdur. Saygılarımla...
  12. Forum sanki eski neşesinde değil gibi. En çok tartışma yaşanılan bölümlerde bile bir durgunluk var sanki. Bazı bölümlere ise neredeyse hiç göz atılmıyor bile gibime geliyor... Sıkıldık mı yoksa? Niye?
  13. Nasıl Ölmek İsterdim... Aslında kimsenin benden haberdar olmamasını isterdim. Sır olmak gibi aynen.
  14. Tengeriin boşig şurada bir başlık gönderdi: Fan Club
    Ya nasıl olurda Şebnem Ferah'ın adına bir konu olmaz... Hadi madem ki yok, ben nasıl olurda şimdiye kadar açmam böyle bir konu... Ki ben kendisinin son derece hayranıyımdır... Tamamdır, yeter artık... Ne varr, ne yok: Hepsi Şebo... Kendisi Yalova'lıdır. 12 Nisan 1972de doğmuş ve iki kız kardeşi daha var. Kökeni Yugoslav ve babası öğretmen. Müzikle zaten babası sayesinde haşır neşir oluyor. Ama bence zaten o "Seçilmiş Kişi". Türkçe Rock Müziğin "İlahe"si. Daha ilk okulda ders almaya başlamış ve lise çağlarında Pegasus adıyla bir grup kurup amatörce takılmışlar. Sonra tabi Volvox'u kurdular. Aralarına Özlem Tekin katıldı falan. Ayrıldılar. Üniversite'yi bıraktı müzik için vs vs vs... Neyse kardeşim, beni müziği ilgilendiriyor. İlk dinlediğim ve hayranı kaldığım parçası ikinci klibini çektiği "Yağmurlar" adlı parçasıydı. Ya o ne cezbeden bir soğukluktur, masumluktur. Geç doğmuşum kardeşim, geç... O gün aşık oldum kendisine. Ondan önce "Vazgeçtim Dünyadan"a klip çekmişti, orada zaten vampirliğe özenmiştim. O karanlık sahne bana onu anımsatmıştı nedense. Hele "Ay" diye bir parçası var. Bir gırtlaktır ki bu kadar mı bağırır, bu kadar mı ses çıkarır. Benimde bağırasım gelir her zaman. "Mayın Tarlası"... Nedir kardeşim bu şarkı ya... Niye bu kadar güzel söz yazıyo ki? Her neyse abi, bütün şeylerini ben yazacak değilim ya, sizde verin örnekler işte. Merak etmeyin, tüm kliplerini yayınlıcam yakında... Elimdeki tüm resimlerini...
  15. "Bir eksikliğim varsa söyleyin" demiştim... Oysa şu söylediğinizi unutmuşum gerçekten, teşekkür ederim hatırlattığınız için... Yine hiç tehlike yok diyemeyiz diye düşünüyorum. Söylediklerimin hatalı değil, eksik olduğunu düşünüyorum. "Türkiye Cumhuriyeti İlelebet Payidar Kalacaktır." Saygılarımla...
  16. Ya ben arkadaşın lakabını "AntiTeist" diye görünce, kendisini "Ateist" sanmıştım. Ama baktım ki kendisi Teist'miş. Lakabıyla birlikte kendi kendisine karşıt bir arkadaş. Theos: Tanrı Theocratic: Tanrı'ya dayalı (yönetim şekli) Atheos/Ateist: Tanrı Tanımaz AntiTheos/AntiTeist: Tanrı Karşıtı (diyebiliriz) AntiAtheos/AntiAteist: Tanrı Tanımaz Karşıtı (diyebiliriz) Kısaca tanıdığım kadarıyla arkadaşımızın lakabı aslında "AntiAteist" olmalıymış. Yönetimden rica edip değiştirtebilir kendisi, mümkündür sanırım. Yoksa adı ile birlikte bir çelişki yaşıyor. İlk baştan itibaren bu benim kafamı karıştırmıştı. Umarım açıklamam yetmiştir. Bunu ben yazacaktım... Saygılarımla.
  17. Değişimin sonucu ve Değişimin kendisi olmak... İki arada bir derede kalmak gibi bir şey mi? 1- Hem etken hem Edilgen olmak... 2- Yaşadıklarımızın bizi değiştirmesine izin vermek ve yaşadıklarımızdan ders almak. Şu son cümlemde bence çok ufak bir nüans farklılığı var iki anlam arasında. Yaşadıklarımızın bizi değiştirmesine izin vermek: Kötü bir olay yaşadık ve gerginliğimiz, hıncımız, öfkemiz, kinimiz arttı. Buna esir olup yeni öğrendiklerimizi ve yaşantılarımızı buna göre değiştirirsek, asla ve asla kendimiz olamıyoruz. Yaşantılarımızın kötü izlerine mahkum oluyoruz. Bilinç altımız bizi yönetmeye başlıyor. Her şeye o olayların penceresinden bakıyoruz ve yaşamımız hep "Keşke"lere mahkum oluyor ondan sonra. "Edilgen"i oluyoruz yaşantılarımızın, esiri oluyoruz. Önyargılar, şartlanmışlıklar, keşmekeşlikler ve kararsızlıklar... Yaşadıklarımızdan ders alaran değişmek: Yine burada değişimin nedeni, ilkinde olduğu gibi yaşantılarımız. Ama bu sefer yaşadıklarımızı, kendi dışımızda değerlendiriyoruz. Hani "Empati" vardır ya, bir başkasının yaşadığı olay karşısında, kendimizi o insanın yerine koyarız. Birde bunun tersi vardır aslında. Yaşadığımız bir olayda, kendimiz yerine bir başkasını düşünürüz. "O olsaydı ne yapardı?". Bu düşüncenin de kişilik olarak iki seçeneği var. Ya başkasının ne yapacak olduğunu düşünüp, öyle davranırız ve yine kendimiz olaMAMAKtan kurtulamayız, ya da başkasının ne yapabilecek olduğunu düşünür kendi doğrularımızı ve kendi davranışlarımızı oluştururuz. İşte o zaman Değişimin kendisi oluruz. Yaşadıklarımızı tüm yaşamımızı değiştirecek ve yaşantılarımıza esir olmayan şekilde değiştirebiliriz. Önyargılarımızdan, koşullanmışlıklarımızdan, kötü yaşantılarımızın onarılmaz izlenimlerinden kurtulabiliriz. Kendimizi, geçmişimizle birlikte bir bütün olarak kabul edebiliriz. Kimlik bütünlüğümüzü oluşturabiliriz. Ben bu ikinicisini seçiyorum. İnsan kendisiyle ve geçmişiyle barışık olmalı. İtiraf etmekten korkmamalı kendisine bazı şeyleri. Etkisini atabilmeli. Empati'nin o tersi olan hali yaşamalı. Hem o zaman kendimizi daha da güçlü hissediyoruz. "Şu olsa belki şöyle yapardı, oysa ben direndim, doğrusunu buldum". Tabi bu bazı güçsüz insanları "Benmerkezcilik"e de götürebilmektedir lakin kendisinin gerçekten farkında olan insanlar için tam bir ilaçtır. Saygılarımla...
  18. Arkadaşlar, Unuttuğunuz çok çok önemli küçük bir ayrıntı var. "Militarizm/Askeriye"nin "Söz Sahibi" olarak ortaya çıkıp bir şeyler söylemesini "Demokrasi"ye "Karşıt" bir olay olarak görüyorsunuz... Doğrudur... "Demokrasi"nin olduğu hiç bir yerde, "Güç"e dayanan "Hiyerarşik" hiç bir yapı "Özgürlük" karşısında Söz Sahibi OLAMAZ... Lakin şunu irdelemek lazım: Türkiye Demokratik bir ülke midir ki zaten? Demokratik olmayan lakin demokrasinin yerleştirilmeye çalışıldığı bir ülkede, Demokrasiyi ve o ülkenin temel değerlerini, bir güç unsurunun koruması gayet doğaldır. Şu an Türkiye'nin çok çokt net iki ercihi/alternatifi vardır: Ya demokrasi korunacak ve Çağdaş Medeniyet Seviyesine ulaşılacaktır, Ya da Ilımlı İslam Siyaseti Cumhurbaşkanlığı seçimi sonucunda da iyice yerleştirilip Çağın gerisine düşülecektir. Ülkemizde Demokrasi anlayışı yerleşmemiş olsa bile en azından o yapıya öykünen tek yapı olarak Askeri sistem kalmıştır. Bunu kendisini "Demokratikleştirmesi" açısından söylemiyorum, hiyerarşik bir yapı ancak sınırlı bir yapıda demokratikleşebilir. Ancak "Belli ki bir takım kafalar kesilecektir!" noktasından hareketle, Demokrasinin bu tür bir yapıca savunulması kaçınılmazdır. En azından artık Türkiye'de demokrasiyi savunacak başka hiç bir yapı kalmamıştır. Ne sivil toplum örgütleri, ne polis teşkilatı, ne sendikalar, ne siyasi örgütler ve partiler ve ne de evrensel eğitim odakları yani üniversiteler... Demokratik bir ülkede Askeriyenin böyle çıkışlar yapması elbette mazur görülemez ve demokrasiye aykırıdır. Ancak Türkiye "Demokratik" ve "Sosyal Hukuk Devleti" değildir hala... Şu an evrilebildiğimiz yapı gereğince bence Askeriye üzerine düşen duyarlılığı göstermiştir. Belki bu denize düşen yılana sarılır mantığı olurdu Demokratik devletlerde ancak bizde kaçınılmaz olan gerçektir Askeriyenin Demokrasiyi savunur olarak kalan tek mercii olduğu. Ayrıca şu sorunda vardır ki, üzerinde onlarca oyun oynanan ve Şeriatçı bir güruhun Cumhurbaşkanı olarak bile aday olduğu, laikliğin ve demokrasinin son derece tehlikeye girdiği bir ülke de "Demokrasi"yi koruyabilecek kimse kalmamışken, gidişat yüz yıl öncesi demokratik yapıya irtica ederken, demokrasinin kendisini hangi yapı koruyacaktır? En demokratik ülkelerde bile demokrasinin korunması için teşkilatlar oluşturulmaz zorundadır. Türkiye'de bu görevi askeriye üstlendiği halde Şeriatçılık Milletin tepesine oturabilecek düzeye gelmiştir ne yazık ki. Demek istediğim, "Kavramlar" üzerinden hareket edebiliriz lakin pratikte/yaşantıda tam olarak kavramlar üzerinden hareket ettiğimizde ulaştığımız sonuçlara ulaşamayız, ulaşamıyoruz. Demokrasi; Sivil Halkın Söz Sahibi Olması ve Hiyerarşik kurumları bir baskı aracı olmaktan tamamen çıkmış olması ise eğer kavram üzerinden hareket ettiğimizde, Türkiye için bu geçerli değildir. Şeriatçılık milletin tepesine üşüşmüştür. Demokrasiyi davunabilecek hiç bir kurum kalmamıştır ki çağdışı kafalar tüm diğer kurumlarda kümelenmiştir. Ayrıca dış odaklarca da Demokrasinin yerleşmemesi için türlü türlü oyunlar yapılmaktadır. Demokratik sistem hala zaten yerleşmediği gibi Demokrasiyi aşılaması gereken eğitim kurumlarının ve Evrenkent/Üniversitelerin "Bilimsel Yapıları" keşmekeştir ve demokrasiyi BenimsetMEMEktedirler. Kısaca Türkiye zaten Demokratik bir ülke değil, demokrat olmaya öykünen bir ülkedir. Yani her ne kadar Demokratik olmasa da Askeriye'nin hareketi Türkiye'nin mizacına tümüyle uymaktadır. Sagopa Kajmer'in çok güzel bir lafı vardır: "Kuvvete dayanamayan adalet aciz Adalete dayanamayan kuvvet zalimdir!" Askeriyenin tavrının Demokrasiye uygun olmadığı konusunda haklılık vardır lakin "Gereksiz" olduğu düşüncesini tasvip edemem. "Gereksiz" olduğunu düşünen arkadaşlar bu fikirlerini "Türkiye Tam Demokratik Bir Yapıya" ulaştığı gün askeriye böyle bir adım atarsa ortaya koyarlarda, onlar için daha tutarlı ve gerçekçi bir yapı sergilemek demek olacaktır. ***Yanlış bir düşüncem veya eksikliğim var ise düzeltilmesini ayrıca rica ediyorum. Hatalı savunularımda olabilir tabii ki... (bu açıklamayı herhangi bir saldırıya maruz kalmamak için yaptım ) Saygılarımla...
  19. Tüm yazıyı özetleyen en güzel tümce budur... Tüm benliğimi bu tümcede geçen anlama armağan edebilirim. Türkiye Cumhuriyeti "Laik Cumhuriyet" olarak varlığını sürdürecektir. Hiç bir Dahili ve Harici "HAİN", bu milleti her hangi bir DİNİN "TAHAKKÜMÜ" altına değil sokmak, sokmayı aklından bile geçiremez. Bu devlet hangi temeller üzerinde kurulmuşsa, ilelebet payidar kalmasının tek şartı o temellere sıkı sıkıya bağlı kalınmasından başka bir şey değildir. Bunlar: başta Laiklik ve diğer 5 Ülkümüzdür. Gaflet, Dalalet ve hatta Hıyanet içersinde bulunan bir kimse, bu millete Cumhurbaşkanlığı yapamaz. Aslına bakarsanız "Aday" olarak bile olsa böyle bir günün yaşanması "Laik" bir benimseyiş için utanılacak bir durumdur. Zira bu zihniyeti 80 yıl öncesine çoktan gömmüş olmalıydık. Ancak ne utanç vericidir ki o zihniyet bugün bizi temsil etmeye aday olma cüretini gösterebilecek kadar tepemize çıkmıştır, yazık. Her okuduğumda, Atatürk'ün kararlılığına hayran kaldığım ve lakin bizim o cesaretten fersah fersah uzağında olduğumuz sözlerini tekrar tekrar alıntılamaktan asla vazgeçmeyeceğim: "Efendiler, egemenliği hiç kimse, hiç kimseye, bilim gereğidir diye, görüşmeyle, tartışmayla veremez. Egemenlik, güçle, erkle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk Ulusunun egemenliğine el koymuşlardı. Bu yolsuzluklarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk Ulusu bu saldırganlara, artık yeter diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini kendi eline almış bulunuyor. Bu bir olupbittidir. Söz konusu olan, ulusa saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız sorunu değildir. Sorun, zaten gerçekleşmiş bir olayı yasa ile saptamaktan başka bir şey değildir. Bu, kesinlikle yapılacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes sorunu doğal bulursa, sanırım ki uygun olur. Yoksa, yine gerçek, yöntemine göre saptanacaktır; ama, belki birtakım kafalar ********!!!"
  20. Evet... Türk oldukları için...
  21. Geçmişimizle hesaplaşabilirsek, en azından her şeye rağmen bizi "Biz" yapan şeylerin o geçmişimiz olduğunun farkına varabilirsek ve tabii ki doğal bir sonucu olarak herşeyimizle; geçmişimizle, umutlarımızla, hatalarımızla, mağduriyetlerimizle, mazlumluğumuzla, zalimliğimizle... Yani herşeyimizle kendimizi kendimize kabul ettirebiliyorsak, geçmişi değil ama geçmişin yarattığı "Biz"i de değiştirebiliriz... Bu demek oluyor ki "Kimlik Bütünlüğümüzü" oluşturabiliriz... Huzur'un en temel şartı budur. Önemli olan geçmişimizle hesaplaşabilmek ve bizi "Biz" yapan her şeyi kabullenebilmek. Yanlışlarımızın farkına varıp en azından değiştirmeye çalışmak... Bunu yaptığımız zaman bugünü olmasa bile, emin ol ki geleceği değiştirebiliriz. "Geleceğe Dönüş" filiminde şöyle diyor: Gelecek daha yazılmadı ki? Değiştirmek te senin elinde... Tek yapman gereken, artık kendini tanımlaman... "Kimim Ben?" Hatalarımın, İnatlarımın ve Mağduriyetlerimin yarattığı insan mıyım? Yoksa Hatalarımdan, İnatlarımdan ve Mağduriyetlerimden ders alan insan mıyım? Hatalarınızın, İnatlarınızın ve Mağduriyetlerinizin sizi değiştirmesine mi izin verdiniz? Yoksa Hatalarınızı, İnatlarınızı ve Mağduriyetlerinizi siz telafi edip, değiştirdiniz mi? Asıl önemli olan bu... Gerçekte hangisi olduğunuz... Değişimin sonucu musunuz? Yoksa Değişimin kendisi misiniz? Ben Değişimin Kendisi olmayı tercih ediyorum. Değişimin Sonucu olmak, her zaman için "Edilgen" olmak demektir. Hayatı başkalarından kopya çekmek demektir. Kendi hayatını çizememek demektir. Değişmek demek değil, Değiştirilmek demektir. Saygılarımla...
  22. Tengeriin boşig şurada bir başlık gönderdi: Şiir Forumu
    "Tüm yaşamım siyah bir bayrak Üzerindeki tek beyaz yıldız sensin Benim için gündüzler oldukça andante Güneş sen yokken hep yavaş batar" Bu şiirin kime ait olduğunu ve tamamını bilen var mı? Acil yardıma ihtiyaç var... Yardım edene teşekkürlerimi sunacağım Umarım bir bilen çıkar... Saygılarımla...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.