gloria tarafından postalanan herşey
-
ODA Oyunları-HAPİS Oyunları
HAPİS ODA: İşte size sizi baya zorlayacak bir hapis oyunu!! Odadan kurtulmak için gerekli olan herşeyi bul, yap, kur ve kurtul. Oyunu büyüt seçeneği, ayrıntıları daha çabuk görmenizi sağlayacaktır. HAPİS ODA-OYNA
-
ODA Oyunları-HAPİS Oyunları
GİZLİ ÇIKIŞ(COVER FRONT) Bu benim oynadıklarımın içinde en heyecanlı ve en iyi olan oyunlardan bir tanesiydi... Şiddetle tavsiye ediyorum İki bölümden oluşan GİZLİ ÇIKIŞ oyununda önce birinci bölümü bitiriyor ve ikinci bölüme başlıyorsunuz. Eğer birinci bölümü bitirmeden 2. oyuna başlarsanız kopukluklar olacaktır. Senaryoyu kafanızda canlandırmanız zorlaşacaktır. Bu nedenle önce birinci bölüm Oyunun konusuna göre kaybolan bir adam hakkında bilgi toplayan ajan kızımız etrafta bulduğu bazı malzemeleri kullanarak sonuca ulaşmaya çalışacak ve oyunun sonunda bu kaybolma macerası ile ilgili elde ettiği ipuçlarını liderleri olan kişiye ulaştıracaktır. Ayrıca 1. bölümün sonunda elinizde kalacak bazı malzemeler ikinci bölümde kullanılacaktır. Mouse un yaklaştırdığıu görüntüler önemlidir. ilk anda mouse ile ekrana yaklaştırdığınız görüntülerin ne işe yaradığı bilemezseniz bile oyun ilerledikçe bu malzemeleri de kullanmak için gerekli materyaller bulacaksınız. O nedenle burada hiç birşey yok deyip, onları yok saymayın GİZLİ ÇIKIŞ 1-OYNA GİZLİ ÇIKIŞ 2-OYNA
-
ODA Oyunları-HAPİS Oyunları
HÜCRE Daha önce hiç oda oyunu oynamamış arkadaşlar için öncelikli olarak bu oyunu seçtim çünkü bu oyun hem Türkçe dil seçeneği bulunan hem de kimi zaman sıkıştığınız yerlerde yardım seçeneğine tıklayarak sizi yapmamız gerekenler konusunda yönlendiren, ipuçları sunan bir oyun HİKAYESİ: Hücre, kendisini bir hapishane hücresinde bulan, nerede olduğunu ve kim tarafından buraya getirildiğini bilmeyen Spence isimli bir adamın hikayesidir. Spence'ine hücresinde bulduğu cep telefonuyla oyun başlar. Cep telefonuyla konuştuğu kişi gizemli bir sese sahip olan ona yapması gerekenleri söyleyecek olan kişidir, tehlikelidir ve Spence'in bu hucreden cıkmasını hiç istememektedir. Sizler Spence'e bu zorlu kaçışta acaba nasıl yardımcı olabileceksiniz, olabilecek misiniz görelim bakalım OYNA SEÇENEĞİNE BASTIKTAN SONRA KARŞINIZA ÇIKAN KUTUCUKLARA BİR E-POSTA ADRESİ VE ŞİFRE YAZIN VE OYUNUNUZ BAŞLASIN Uyelik gerekmiyor sadece bu bilgiyi doldurmanız yeterli HÜCRE-OYNA
-
KELİMELERİMİN ARASINDA Kİ BEN
"Oradan baktığında beni sadece bir nokta olarak görebilirsin, ama ben sadece bir nokta değilimmmmmmm"...! Uzağımdasın ama can ciğerim bir nokta olamayacak kadar buyuksun benim yureğimde Biliyorsun degil mi?
-
Doğru Kişi, Doğru Yer, Doğru Zaman
Sevgili Frozen Bu forumda butun yazılarını takip ettiğim, asla kaçırmadığım kişilerden birisin, ben de her yazdığını ayr ayrı cok begeniyorum... Çok hem de... Buraya geldiğin yazılarımı okuduğun, dusuncelerini ilettiğin için çok teşekkür ederim arkadaşım bahsettigin hikayeyi bilmiyorum, okumadım ama çok guzele benziyor, en kısa surede okumak isterim... Yazdıklarına cevap olarak "Yaşanmışlıklar" diyeceğim Frozencığım... Yaşanmışlıklar ortak olunca dil de ortak oluyor sanırım
-
Mersinden İnci Atılgan'ı tanıyan olabilir mi? Önemli!
Face Book a bak ben hariç herkesin orada oldugunu iddia ediyorum ben...
-
Doğru Kişi, Doğru Yer, Doğru Zaman
Şimdi bu sözlere ne denir bilmiyorum inan ben de... Çok guzel yazmışsın Tauruscuğum, ellerine yüreğine sağlık inşallah gerçekleşir o hayalim, inşallah gerçekleşir de sen de gelirsen yanıma söz benden sana o gun 40 yıllık hatırı olan cinsten bir fincan köpüklü kahve Şiire gelince gerçekten çok guzel, çok begendim Ben de seni tebrik ederim Çok teşekkürler
-
ADA'NIN ISSIZ ADAMI
Film çok güzele benziyor ben de izleyeyim en kısacık zamanda.... Aslında kimi zaman bir replik yetiyor biliyor musun bir filmi izlememe... Yazdıklarının içinde bir tanesi de yeterdi sadece bu filmi anlatmak için sanırım... Konuyu ozetliyor gibi... Bu söz tek başına bile bana bu filmi izlettiriri Radya, teşekkür ederim önerine... Yazık dedim içimden bu sözcükleri okuyunca... Yazıııııkk.. Ne kadar çoktur kimbilir dünyada bu sözün anlamını olduğu gibi yaşayıp, hisseden... Canımı acıttı... —Sana tek bir şey söyleyeceğim ve gideceğim... Karların üstünde donmak üzeresin, uyku tatlı geliyor şimdi ama aslında öldüğünün farkında değilsin!
-
Doğru Kişi, Doğru Yer, Doğru Zaman
Beni onore ettin çok teşekkür ederim gerçekten çok teşekkür ederim... Çok önemlisin benim için biliyorsun... Yorumların da çok önemli.... O yuzden tekrar tekrar teşekkür ederim Ruacığım
-
Doğru Kişi, Doğru Yer, Doğru Zaman
Teşekkürler Rua
-
Doğru Kişi, Doğru Yer, Doğru Zaman
Kızlarrrr bayılıyorum size ya Burada böyle uzun uzun yorumları gördükçe inanılmaz mutlu oluyorum, bana ayırdığınız vakit için size çok teşekkür ederim... Süpersinizzzzzzzz Denizkızıcım, Belli ki yazılanlarda kendinden birşeyler bulmuşsun da bu kadar yazasın gelmiş... İnsan hissetmezse yazamaz ki zaten.... Ben her birinizin yazısını en içimde hissediyorum, ondan hep uzun uzun yazışlarım... Siz yazıyorsunuz, ben okuyorum, ben yazıyorum ama size yazmıorum, ben de kendime yazıyorum aslında.... Terapi gibi bu bloglar ne de olsa...
-
Doğru Kişi, Doğru Yer, Doğru Zaman
Teşekkür ederiiiiiiim
-
Doğru Kişi, Doğru Yer, Doğru Zaman
ßu aşk ilk defa, bundan çok çok uzun yıllar önce Afrodit ile Adonis arasında yaşanmış… Afrodit güzeller güzeli bir tanrıçaymış... Adonis ise kendisine yeterince tapınılmadığından cezalandırılarak bir mersin ağacına dönüştürülen Myrrha’nın oğlu… Afrodit, ölümlülerinin en güzeli olan Adonis'i doğduğu an görmüş ve ona ilk görüşte aşık olmuş... Onu kimseler görmesin diye gözlerden uzak tutabilmek adına Yeraltını Tanrıçası Persephone’ye emanet etmiş… Ama güzellik bu, başa bela işte, Adonis’in güzelliğini gören Persephone de bir anda ona tutuluvermiş. Sonrasında bu iki tanrıça arasında büyük tartışmalar yaşanmış da Tanrılar Tanrısı Zeus, bu iki tanrıça ile bir anlaşma yaparak sorunu ancak çözebilmiş… Anlaşmaya göre Adonis, yılın 6 ayını yer altı tanrıçasıyla, geri kalan 6 ayını da aşk tanrıçasıyla geçirecekmiş.. Ve nitekim avlanmayı çok seven Adonis, avlanmak için gittiği ormanda bir gün Afrodit’e aşık olan Ares’in tuzağına düşürülerek, haince bir plan sonucu hayata veda etmek zorunda kalmış. Onun artık yaşamadığını gören Afrodit ise son bir umutla sevgilisinin dudaklarına doğru eğilmiş ve onlara özlem ve acı dolu bir öpücük kondurarak, yalvarmaya başlamış, “BİR KERE ÖP BENİ" demiş, "LÜTFEN BİR KERE UZUN UZUN ÖP” Ama hepsi nafileymiş, giden gitmiş bir kere… Gidenden geriye de kanının damladığı yerde bitiveren kıpkırmızı çiçekler kalmış… Adonis ile Afrodit’in acı dolu hazin aşklarını anlatan kan kırmızısı kan çiçekleri… Adonis ile Afrodit’in yaşadığı aşkta kişiler belki doğruymuş, yerler de doğruymuş ama zaman doğru değilmiş işte… *** Ve sonrasında bu aşk günümüzde yaşanmaya devam etmiş. Kahramanlarımızın adı bu defa Afrodit veya Adonis değilmiş. Onlar bu defa tanrıça veya dünyanın en güzel ölümlüsü de değillermiş ama birisi Tanrıça Afrodit’in, diğeri de dünyanın en güzel ölümlüsü olan Adonis’in aşklarını yeniden yaşamak üzere dünyaya gelmiş ikinci yaşamlarmış… Bu ikinci yaşamların kahramanları her nasıl olursa olsun bu aşkı sonuna kadar yaşamak istiyorlarmış… Biri önce biri sonra değil, onların ikisi birlikte, aynı zamanda ölmek, doya doya yaşayacakları aşklarını, yaşamlarıyla sonlandırmak istiyorlarmış… Bu defa ilkinde olduğu gibi hemen olmamış buluşmaları… Kader onlara en doğru zamanı hazırlamak için biraz beklemiş ve sonunda birbirlerini ilk defa gördüğünü sanan ama aslında çok uzak geçmişten beri birbirlerini arayan bu iki ruhun yolları yine bir şekilde birleşmiş… Uzaktan görmüşler önce birbirlerini, sonra yaklaşmışlar iyice… Sarılmak istemiş hemen biri diğerine... Öpmek istemiş onu, uzun uzun öpmek… Öpmek istemiş çünkü bilmiş ki çok uzun zamandır kulağında bir türlü dinmek bilmeyen o ses; “BİR KERE ÖP BENİ, LÜTFEN BİR KERE UZUN UZUN ÖP” diyen o ses, gördüğü an sevmeye başladığı sevgilisini öptüğünde nihayete erecekmiş… Eğilmiş ve öpmüş sevdiğini... Uzun uzun öpmüş… Yağmur yağıyormuş dışarıda, bir deli rüzgâr, hava buzzzz, ama onların içi sıcacıkmış, birbirlerini bulmuş olmanın mutluluğuyla dopdoluymuş yürekleri… Ne yağmura, ne rüzgara aldırış etmişler, bütün gün oturdukları o denizin kenarında birbirlerini seyretmişler, seyrettikçe birbirlerine daha da çok âşık olmuşlar… Bunu; birbirlerini ilk görüşleri sanıyorlarmış oysa ki bu birbirlerini ilk görüşleri değilmiş... Fakat onlar bunu nereden bilsin ki... Öyle tanıdık geliyorlarmış ki birbirlerine, anlamsız benzerlikler kuruyorlarmış, bu tanıdıklığı çözebilmek uğruna… Sonra birisi bağırmış denize doğru; “SENİ ÇOOOOOK SEVİYOOOORUMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMM” Sen de bağır demiş diğerine ama bağıramamış diğeri… Sevmediğinden değil, aksine ilk gördüğü andan itibaren ÖLECEK KADAR ÇOK seviyormuş onu ama nedenini bilemediği bir tuhaf duygu sarmış bedenini ve niye bir türlü bilememiş ama bağıramamış işte, “BEN DE SENİ SEVİYORUMMMMMM” diye… Doğru kişilermiş, yer de doğruymuş aslında ama zaman ilerlemeye başladıkça fark etmişler ki zaman yine yanlış zamanmış. Seviyorlarmış hala da çok seviyorlarmış ama anlamışlar ki yine yarım kalacakmış bu aşk, yine birlikte ölemeyecekmiş bu iki yürek… Ve sonunda yine ilkinde olduğu gibi başka kişiler karışmış bu aşkın içine, yanlış kişilermiş bunlar ama anlamsızca ve haksızca doğru kişiler olmuşlar niyeyse… Ve yine biri diğerinden önce gitmiş, aşk yine bitmemiş ama dayanamamış bu gidişe diğerinin yüreği, tükenivermiş sonunda… Her gün ölmeye ettiği dualar kabul olmuş ve yüreğindeki kocaman aşkıyla kopmuş bu hayattan, gitmiş bir daha da dönülmeyecek sanılanana… Zaman yine hızlanmış, akmış bir çırpıda... Afrodit ile Adonis’in üzerinden geçtiği gibi, onların ikinci yaşamlarının üzerinden de geçmiş son hızla… Yer yine farklıymış, kişiler yine birbirlerini tanımıyorlarmış, zaman tabiî ki başka bir zaman… Ama kader hep aynı kadermiş… Birleşemeyen sevgilileri birleştirmeye çalışan, bu aşkı yarım kalmasın artık diye çaba sarf eden kader, bu defa gerçekten de ağlarını nasıl örmesi gerektiğini bilemiyormuş, bekleyip izlemeye koyulmuş bütün olacakları… Ve ilk kız görünmüş uzaktan, bir denize doğru yürüyormuş… Çok uzun yıllardır, kızı çağıran bir deniz varmış… Denizden de yankılanan bir deli ses… “SENİ ÇOOOOOK SEVİYOOOORUMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMM” Deniz gözlerinin önünden, ses de kulaklarından gitmezmiş hiç kızın… Öyle tanıdıkmış ki bu deniz, bu ses ve bu sözler, kız sanki bunları daha önce bir yerlerde görmüş, bir yerlerde duymuşmuş… Sonunda bu denizi bulmadan bu sırrın çözülemeyeceğine karar vermiş ve başlamış sesin yankılandığı o denizi aramaya… Yıl 2000lerin sonu, 3000lerin başıymış, bir yerlerde bir deniz varmış ve bir de denizi arayan bir kız... *** Diğer yanda ise bir rüya... Rüyada ölmüş olan sevgilisinin dudakları üzerine eğilmiş, ağlayan bir tanrıça; “BİR KERE ÖP BENİ, LÜTFEN BİR KERE UZUN UZUN ÖP” Ve devamında kıpkırmızı kan çiçekleri sarılırmış tanrıçanın dört bir tarafına... Evet anladınız işte, erkek görünmüş bu defa da kaderin gözlerine... Her gece gördüğü ve sonrasında kan ter içinde uyandığı bu rüyadaki o hazin ses yine bildik, yüz yine her zamanki gibi aşina... Çiçekler ise hep ama hep aynı... Bunun bir anlamı olmalıymış, öyle düşünmüş rüyasından son uyanışında, "Bulmalıyım o çiçeklerin arasında kalmış tanrıçayı" demiş sessizce "Ancak ve ancak o zaman çözülecektir bu işin sırrı..." Yıl 2000lerin sonu, 3000lerin başıymış, kan çiçekleri arasında ağlayan bir tanrıça varmış ve bir de tanrıçayı arayan bir erkek... *** Kız sonunda denizi bulmuş... Kıpkırmızı kan çiçekleri sıralıymış denizin sahili boyunca... Oturmuş o çiçeklerin arasına ve denizden yankılanacak sesin gelmesini beklemiş saatlerce ve hatta günlerce... Amma ve lakin ne ses varmış ne de bir seda... Kızın gözünden bir damla yaş akmış sonunda, Bir damla yaş, iki damla olmuş... İki damla yaş, dört damla... Dört damla, sekiz damla... *** O sırada erkeğin görüntüsü ilişmiş kaderin gözlerine, Bir kan çiçeği tarlası varmış tam da önünde Bir de ağlayan tanrıça, kan çiçeklerinin arasında... Yüz aşina, çiçeklerse aynı... Tutamamış erkek içinden gelen o deli sesi ve bağırıvermiş bir anda “SENİ ÇOOOOOK SEVİYOOOORUMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMM” diye... Kız bu sesi sanki daha önce de bir yerlerde duymuşmuş, dönmüş bakmış sesin geldiği yere ve usulca kalkmış yerinden, yanaşmış erkeğin yanına... Ağlayarak çıkmış o hazin ses, dudaklarının arasından ve bir anda diyivermiş işte; “BİR KERE ÖP BENİ, LÜTFEN BİR KERE UZUN UZUN ÖP” *** Öpmüş, Bir kere öpmüş, Uzun uzun öpmüş... Kız Afrodit olmuş, görmüş herşeyi Erkek Adonis olmuş, ölmüş... Sonra bir daha doğmuşlar, İkinci yaşam olmuşlar; Erkek görmüş herşeyi, Kız ise ölmüş... Hepsi de tam bir uzun öpücüüüüük esnasında... Ve sonrasında anlamışlar ki; Ya ayrılık girecekmiş aralarına Ya da ölüm... Gözler değmiş önce birbirine, Eller birleşmiş ardından hem de ayrılmamacasına Ve denize doğru dönmüşler yüzlerini Kız bağırmış önce; "BEN DE SENİ ÇOOOOOOOK SEVİYORUMMMMMMMMM" diye... Bir huzurlu gülümseyiş belirmiş her ikisinin de dudaklarında... Doğru kişilermiş, Yer de doğru yer, Zaman da doğru zaman... "Ne sen önce, ne de ben... İkimiz birlikte, aynı zamanda" demiş dudaklar... Ve yürümüşler denize... ______________ ©ZTB-02.11.2008 )
-
Çılgın Bir Annem veya Babam Olsun İsterdim...
Size şöyle bir katkıda bulunayım Bahçemdeki Ateş Böcekleri (Fireflies in the Garden) Yapım : 2008, ABD Tür : Dram Yönetmen : Dennis Lee Senaryo : Dennis Lee Oyuncular : Emily Watson, Julia Roberts, Ryan Reynolds, Willem Dafoe, Carrie-Anne Moss, Hayden Panettiere, Brooklynn Proulx, Paul Smith, Chase Ellison, Cayden Boyd, Tiffany Leigh Smith, Scott A. Stevens, Stayce Smith, John C. Stennfeld, Tiger Sheu Yapımcı : Marco Weber, Sukee Chew, Vanessa Coifman Görüntü Yönetmeni : Daniel Moder Gösterim Tarihi : 14 Kasım 2008 İsmi belli olmayan Chicago yakınlarındaki bir orta batı kasabasında yaşayan Taylor ailesinin dramatik hikâyesi... Bir üniversite profesörü ve yazar olan baba Charles (Willem Dafoe) duygusal açıdan kaba ve dominant karakterlidir. Mükemmel bir anne olan Lisa (Julia Roberts) ve ergenliğe yeni giren oğlu Michael (Cayden Boyd). Lisa’nın somurtkan ve küskün kız kardeşi Jane (Hayden Panettierre) bir yazlığına aileye katılır ve Michael ile arkadaş olur. Hikâyemiz bundan 22 yıl sonrasına taşınır. Ve Lisa’nın geç kalmış üniversite mezuniyetinin kutlamaları ile karşı karşıya geliriz. Michael (Ryan Reynolds) artık ünlü bir yazar olmuştur… Hikâyemizin başında annesinin karnında olan kızkardeşi Ryne (Shannon Lucio), ise hukuk fakültesine gitmektedir. Jane (Emily Watson) ve kocası Jimmy Lawrence (George Newbern) Taylor’ların eski evinde yaşamaktadır...
-
Çılgın Bir Annem veya Babam Olsun İsterdim...
ben de sana hayranım canımmm
-
Gülmek için her zaman bir fırsat var aslında
Çok güldüm Çok şekersin,<çok eğlenceli bir yazı olmuş canım Çok eglenceli Kerim'in suratındaki ifadeyi de merak etmedim değil tabiii.. Yazık çocuk şok olmuştur herhalde
-
Çılgın Bir Annem veya Babam Olsun İsterdim...
Can Yücel'in babası da babaymış ama hani yani... Öyle bir baba tabii ki hayatta en sevilen baba olur... Babam olmadığı halde benim bile en sevdiğim, en takdir ettiğim aydınlardan birisidir kendisi... Baban çılgın olsaydı, eminim bu çılgın sen çılgın olamazdın, keşke benim babam da diger babalar gibi aklı başında, bey beycik oturaklı bir baba olsaydı derdin Sonra çılgın babanın yapamadığı o aklıbaşında bey beycik oturaklı kişi sen olurdun... iyi ki de çılgın bir baban yokmuş İşin şakasını geçelim de çok enteresandır, geçenlerde aklıma bir hayal düştü... Annemin attığı zaman her yeri çınlattığı dev kahkalarının hayali... Eskiden annem kocaman kocaman kahkahalar atardı, hatta oyle ki komşumuzun bir papağanı vardı da annemin kahkahalarından çok etkilendiginden olsa gerek annem kahkaha attıktan sonra hemen arkasından aynı annem gibi o da çılgın kahkahalar atardı... Sonra bir gun oturdugumuz apartmanın bir ust katına bir yaşlı teyze taşındı... Annem her kahkaha attığında, yaşlı teyze, anneme; "Kızım öyle gülme, ayıp" demeye başladı... Annem her kahkaha atmaya devam ettiğinde, O yine bıkmadan usanmadan; "Kızımmmm, evladımm, günah, öyle büyük kahkahalar atma, ayıp... Sessiz gül" demeye devam etti.. O her ayıp dediğinde ben de inatla Anneme; "Ayıp değil Anne, sen hep gül, gülmek sana çok yakışıyor" derdim... İçten içe de "Sus be kadın, çenen kopsun emi" diye annemi ayıplayan teyzeye kin duyardım... Sonra ne oldu biliyor musunuz? Annem yavaş yavaş kahkaha atmamaya başladı, Annem artık sessiz sessiz gülüyordu, kimi zaman hiç gülmüyordu bile... Ne korkunç birşeymiş bu, ne menem birşeymiş ki sonunda annemin güzelim kahkalarının sonunu getirdi... geçenlerde annemin güzelim kahkalarını ne çok özlediğimi hatırladım ve düşündüm; "Annem en son ne zaman dolu dolu güldü?" Hatırlayamadım... Çünkü annem çok uzun zamandır öyle gülmüyor artık... Ne acı dimi?
-
ELLERİMDE ÇİÇEKLER...
Çoook tatlısın sen yaaa... Ağlattın beni biliyor musun biriciğim... Tatlı arkadaşım benim, canım arkadaşım benim, bu sabah bana gönderdiğin o mesajla içindeki kocaman sevgiyi hissetmiştim zaten... Ta sabahın köründe bana yazdığın kocaman kocaman seni seviyorummmmlarını okudum, evet canım, aldım mesajını evet... Akşam telefonda sormuştun bunu bana, "Mesajımı okudun mu?" demiştin, okudum ama lafa karıştı tatlım, söyleyecek o kadar çok şeyim vardı ki, iki araya bir dereye sözcüklerimi sıralarken, mesajını aldığımı söylemeyi unuttum.. Bak bir de neyi unuttum biliyor musun? Sana şunu söylemeyi; SENİ ÇOOOK AMA ÇOOOOOOOOOOOOOK SEVİYORUMMMMMMMMMMMMM
-
ANNEMİN YALANI:)
Kıssadan Hisse: Unutmayın kızlar, beyaz atlı prensler sadece uyuyan güzelleri uyandırır.. Hemi deee bir öpücükle... Anneler ise kızlarının bir öpücüğe tav olmamaları için onları hep uyanık tutarlar Nasssssıı amaaa
-
ANNEMİN YALANI:)
Ya arkadaşlar beni kopardınız burada yaaa Didemim yazın çok hoş olmuş çok eglenceli... Ama sanırım ben bu beyaz atlı meselesini çözdüm, suçlunun kim oldugunu buldum, suçlu bir kere senin ANNEN şekerim...Çünkü beyaz atlının gelebilmesi için annenin seni uyandırmaması gerekiyordu, senin uyuman gerekiyordu... E yani nasıl bilmezsiniz ki beyaz atlı prens uyanık olanları değil uyuyanları uyandırırdı... Seni gelip beyaz atlı prens uyandırmalıydı. Hem deeee öperekkkkkkk Tabii şimdi bi düşün bak, annen seni uyandırıyor, beyaz atlı da gelip uyuyan bir prenses arıyor, bulamayınca da geri dönüyor... Anladın mıııı şikerim Godziii, senin uyandırılma yontemine gulerken ise gülmekten neredeyse yere kapaklanacaktım.. Mideme kramp girdi yaa.. Aslında gozumun onune geldi goruntun Sen mışıl mışıl uyuyorsun ve birden yakanda seni sarsan bi el hissediyorsun, panik bir kadın sesi OĞLUUUM GODZİ KALKKKK, DELİ MANYAK MURTAZA ABİN GELİYOOOOOOOO Godzi, bunun ustune nasıl bir şokla kalktıgını dusununce offfffffffffffffff gözlerimden yaş aktı yaaaaa
-
ÖFKEM İÇİMDE PATLADI
Buyur bir komşu faciası daha Geçen gun gece saat 11 de cep telefonum çaldı, arayan en alt kattaki komşumuz, arama nedeni ise benim topuklu çizmelerim Cümle aynen şu; -Kış geldi ya sen yine şu kaliteli topuklu çizmelerini giymeye başladın. Bir de sabah 6 da gidiyorsun ya, ondan sonra 9 a kadar gözüme bi damla uyku girmiyor, uykum kaçıyor!!!! - İyi de ben saat 6 da uyuyor oluyorum ki, ben 7'de çıkıyorum evden.. -Yok yok bu sabah 6'da gittin -hayır ben her sabah 7 de kalkıyorum... -Alla allaaaaa neyse iyi akşamlar... Hey tanrım yaaa, bazen kendimi nasıl psikopata bağlayıp, bunlara saldırmadığıma şaşırıyorum... Neden mi? Çünkü, bateri çalan oğlu ve onun müzik grubunun butun bir yaz boyunca hergun o daireyi studyo olarak kullanmaları mı dersiniz, Apartmanın önündeki en az 50 kediyi beslerken bir yandan da apartmanın önü yetmiyormuş gibi apartmanın içinde özgürce dolaşabilmeleri için kapıyı açık bırakmalarına ve her yerde kedi pisliği kokusuna tahammul etmek zorunda kalmanızı mı Apartman kapısının sesinden rahatsız oluyorlar diye her defasında kapının otomatiğini bozup, tanıdığımız tanımadığımız herkese yukarıdan aşağıya anahtar atmamıza sebep olmaları mı yoksa Apartmanın otomatik lambasının (bunu neden yaptıklarını ben de bilmiyorum) açma kapama anahtarlarını söküp gecenin bir yarısı cep telefonlarının ışıklarıyla ust kata cıkmamızı mı offffffffffffffffffffffff, sıkıldım bu apartmandan... Bir gun çıkaracağım bunların acısını ama... İçimdeki kızgınlığı sindirmiyorum, biriktiriyorum, patlayacağım az kaldı... BU ayakkabı meselesine gelince de belki inanmayacaksınız ama bu konuda benim kadar özenli bir insan daha görememişsinizdir emin olun... Ben buna son derece dikkat ederim oysa... Sinirlerim bozuluyorrrr... Kız Radya Alp'i bize göndersene, bir sabah onunla birlikte inelim biz şu merdivenlerden
-
CESARETİN VAR MI AŞKA? - Love Me If You Dare - Jeux D'Enfants
Eveeet, işte burda... Dakikalardır sinema sayfasında yorumlamak için bu filmi arıyorum, nihayet buldum... izlediiiiiiiiiiiiiiiim, çok da beğendim ve bu filmin burada mutlaka yorumlanmış olduğundan, kimse izlememişse bile Çok Sevgili Adminim'in izlemiş olduğundan adım gibi de emindim... Aslında buradaki 16 sayfayı sonuna kadar taradım fakat filmi bir türlü bulamadım. Neden? Çünkü filmin Türkçe'ye çevrilmiş ismi "CESARETİN VAR MI AŞKA?" idi ve "YAPABİLİYORSAN SEV" şeklinde açılmış olan başlık dikkatimden kaçtı. Orjinal ismi Fransızca (Jeux d'enfants ) olduğundan da İngilizce başlıkları hiç önemsemedim. Bu demek oluyor ki filme Türkçe ve orjinal ismiyle bir alt başlık açmak gerekecek Sonuç itibariyle aramaktan vazgeçmedim çünkü başta da dediğim gibi bu filmi Adminimiz'in izlememiş olması imkansızdı Bence yani... Bu yüzden de şansımı bir kez daha deneyip, arama bölümünü "COTILLARD" yazdım ve film karşıma çıktı Üstelik yanılmamışım da "Admin" doğru yanıtmış Evet bu önsözün ardından gelelim yoruma; BU arada filmle ilgli küçük bir uyarı; Kesinlikle ama kesinlikle bu filmi altyazılı izleyin çünkü Türkçe dublaj çok yetersiz ve anlamsız... Tabi tercih yine de sizin... Ben bu filmi çok sevdim ama biliyorum ki bu filmi "hiç sevmedim" diyenler de olacaktır. Çünkü bu film ya "çok sevdim" ya da "hiç sevmedim" filmidir. Ortası yok yani Kurgu bildiğiniz normal romantik komik aşk filmi değildir. Ama belki şöyle tanımlanabilir; Traji-komik maceralı romantik psikopat bir aşk filmi Evet evetttt, tıpkı böyle anlatılabilir, ben bu anlatımı sevdim Film, bir Fransız filmi ve içinde de aşk varsa bence de Edith Piaf'sız olmazdı ki nitekim Edith Piaf'tan "La Vie En Rosa" filme başka da hiçbir soundtrackin yakışmayacağı kadar guzel yakışmış. Daha da enteresanı filmdeki traji komik maceralı romantik psikopat aşk, La Vie En Rosa gibi son derece romantik bir şarkıyı bile psikopatlaştırıp, traji komik maceralı romantik psikopat bir aşk şarkısına çevirmiş ve "Hayat toz pembe bebeğim, al beni kollarına" diyen şarkı "Hayat hiç de kolay degil, alabiliyorsan al beni kollarına" der gibi bir hale dönüşmüş Yaaaa bu filmi anlatmak şu anda bana gerçekten de çok zor geliyor, kendimi spoiler kullanmamak için zor tutuyorum. Ama biliyorum ki tek bir spoiler dahi filmi izlemeyen kişiler için gerçek bir haksızlık olur. Kimsenin filmden alacağı tada engel olmak istemem bu yüzden de "Herşeyi tadında bırakmak lazım" diyor ve yorumumu buracıkta bitiriyorum -Büyüyünce ne olacaksın? -Diktatör, ya sen? -Kayısılı turta
-
Acının Tarifi Acıyı Acıtırmış...
İçim acıyor evet ve bu acıyı anlatmaya gerek yok biliyorum, bunu gerçekten de ancak ve ancak içi acıyan anlar çünkü... Anlatılmaz bu ancak yaşanır derler ya işte aynen öyle... O yuzden anlıyorum iç acısının ne olduğunu... Elimden gelsem bir gün uyurdum mu acaba? Elimden gelse bir ömür bile uyurdum... Sonsuzluğa bile uyumayı göze alırdım, kalkamayacağımı bilsem yine uyurdum ama lakin olmuyor evet, uykular firari... Uyuyamadıkça acım daha da büyüyor, kocaman oluyor, içim doluyor taşıyor, içime sığmıyorum... Sığamıyorum, uçmak istiyorum, sonsuzluğa uçmak, süzülmek usul usul... Kuş olmak değil istediğim uçan bir cansız olmak sadece... Çünkü canlı olmak acıtıyor içimi cansız olmak acıtmaz kimbilir belki...
-
The LOST ROOM
İzledimm izledimm Çok guzel, çok begendim Herşey çok guzel, açık yok, soruların cevabını dikkatli bir izleyenseniz eninde sonunda buluyorsunuz yani herşey yerli yerine oturuyor... The Lost Room, 3 bölümlük bir dizi ve toplamda 6 saate yakın sürüyor ama sanmayın ki her bir bölümü birer gun arayla ya da 2 şer saat arayla izleyebilirsiniz... Dizinin bölüm bölüm olması sizi yanıltmasın, benden size bir uyarı, Filmi izlemeye başlamadan çnce sigaranızı, yiyeceğinizi, içeceğinizi, telefonunuzu vs. ihtiyaç duyacağınız herşeyinizi yanınıza alın ve TV nin başına kurulun... Çünkü 6 saat boyunca yerinizden kalkmadan izleyeceğiniz çok ama çok hoş bir filmle karşı karşıyasınız...
-
sekiz yaşında ve aşıksanız hayat gerçekten güzel
GLORİA'CIM ÖYLE YAPARSAN GÖZLERİN KIRIŞIR YAPMA NE OLUR.... BU KORKU YAŞA BAKARMI? Yaaa sen ne tatlı bir kadınsın yaaaaaaaaaaaaa...İzmir'e gelince seni de mutlaka göreceğimmmmm haaaaaaaaa, ayarla kendini canımmmm