Zıplanacak içerik

DİPNOT

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. Hoşgeldin sevgili APHRODITES... Formumuza renk ve ışık olacağın umudu ve beklentisiyle... Paylaşımlarını, yorumlarını, düşüncelerini ve katkılarını sabırsızlıkla bekliyorum... Sevgi ve saygılarımla... DİPNOT...
  2. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Sayın demirefe ve sevgili Gelincik farklı düşünmüyorum... Acımız büyük... Saygılar.... DİPNOT...
  3. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Yabancı Sinema
    Bilimle inancın çatışması.... ABD’de Mart 2003’te çıkan eski İngilizce profesörü Dan Brown’ın romanı Da Vinci Şifresi uzun süre listelerin ilk sırasından inmedi. Kırk milyon okura ulaşan romanın satışları Temmuz 2003’te tavana vurunca Sony Pictures şirketi kitabın film hakkını satın aldı. Eski oyuncu, yeni yönetmen Ron Howard (Appolo 13, Akıl Oyunları) Da Vinci Şifresi’ni 2006’da sinemaya uyarladı. Filmde simgebilim profesörü Robert Langdon (Tom Hanks) Leonardo Da Vinci’nin tablolarındaki bir dizi gizemi çözerek sonunda iki bin yıldır kendilerini bu eski gizemi korumaya adamış Opus Dei tarikatını buluyordu. Romanı kutsala küfür sayan Hıristiyan topluluklarından gelen uyarılara karşın film yine de büyük bir gizlilik içinde çekildi, ekipteki herkesle de gizlilik sözleşmesi yapıldı. Çekim süresince Katolik Birliği’nden, aşırı dindar Opus Dei’den karşı çıkışlar kesilmedi. Roman kurmaca olmasına karşın Dan Brown uzun araştırmalar sonunda öyküsünü gerçek tarihi olayların üstüne kurduğunu önceden açıklamıştı. Çok sayıda okur Da Vinci Şifresi’ni gerçekçi bir roman olarak algılayıp olayların geçtiği Louvre Müzesi’ni, Villette Şatosu’nu, Saint Sulpice Kilisesi’ni, Westminister Manastırı’nı ziyaret ettiler. Vatikan, İsa karşıtı bir yalancı olarak tanımladığı Brown’ı aforoz etti. Sinema eleştirmenlerinin yere batırdığı, izleyicinin göklere çıkardığı Da Vinci Şifresi gişede 758 milyon dolar getiri sağlayınca Sony, yazarın 2000’de yayımlanan Melekler ve Şeytanlar romanını sinemaya aktarmaya karar verdi. GERÇEĞİN YAPILANDIRILMASI Melekler ve Şeytanlar’ın Da Vinci Şifresi kadar popüler olmadığını bilen yönetmen Ron Howard daha özgür bir ortamda çalıştığını, dilediği yerleri değiştirdiğini açıklar: “Çok bilinen ve sevilen bir romanı filmleştirdiğinizde hem beğenilerle hem de eleştirilerle karşılaşırsınız. Bunu öngörüp olacakları göğüslemelisiniz. İkon düşmanı Da Vinci Şifresi’ni hayranları beğenmeseydi Melekler ve Şeytanlar’ı çekmeyi düşünmezdim. Öykü daha geleneksel olmasına karşın çağdaş bir ritm gerektiriyordu, bu bir geriye sayım.” Bu kez yapımcı şirket Sony’nin iletisi açıktır: Dan Brown bir yazardır, Melekler ve Şeytanlar ise bir kurmacadır. Gerçek, çoğunluk sanatta yeniden yapılandırılır. Sony, Roma’da Bernini, Galileo, İsveç Ordusu, Kardinaller Meclisi üstüne konferanslar düzenler. Howard, romandaki Hıristiyan düşmanı Arap katili tümüyle değiştirir, bu önemli değişikliği de şöyle açıklar: “Roman 2000’de yayımlandı. O günden bugüne sinemada sürekli Orta Doğu’dan gelen kötüleri gördük, bu olgu artık klişeye dönüştü. Filme siyaset karıştırmak, bilimle inancın tartışması içine jeopolitik bir baskı sokmak istemedim.” Da Vinci Şifresi’yle Melekler ve Şeytanlar arasında benzerlik yok, tek ortak nokta Robert Langdon karakteri. Bu kez Vatikan tarihin en tartışmalı şifresini kıran Langdon’dan yardım ister. Katolik Kilisesi’nin yanlış bilimsel düşüncelerden, endişelerden ötürü kurulduğuna inanan dört yüz yıllık yeraltı örgütü Illuminati, yeni papa adayları olan dört kardinali kaçırır. Bu gizli örgüt Vatikan’ı ölümcül bir tehditle yüz yüze bırakır. Vatikan’ın çağrısı üstüne Roma’ya giden Robert Langdon’a (Tom Hanks) Cern’de (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) çalışan İtalyan bilimkadını Vittoria Vetra (Ayelet Zurer) eşlik eder. Illuminati’nin en büyük düşmanı Vatikan ve Katolik Kilisesi’dir. Doğanın dört elementi toprak, hava, ateş ve suya tapan örgütün ardındaki gizemi, beşinci elementin işlevini ancak Langdon çözecektir. Vatikan’a giren Langdon adeta kümesteki tilki gibidir, din adamları ondan nefret ederler o da onlardan ama bu kez birlikte çalışmak zorundadırlar. SÜRÜKLEYİCİ GERİLİM Illuminati dört yüz yıl öncesine dayanan bir öc için geri dönmüştür. Bu örgütte Galileo, Bernini gibi isimlerin yer aldığına, günümüzde örgütün varlığını sürdürdüğüne, gündelik yaşantıları, hükümet politikalarındaki kararları, şirket stratejilerini etkilediklerine dair söylentiler vardır. Hiç kimsenin göremediği bağlantıları kuran, bir simgenin çok sayıda anlam içerdiğini, insanoğlunun bu simgeleri nerede, ne zaman, nasıl bulduğunu çok iyi bilen Robert Langdon, bilimle kilise arasındaki ikilemde anahtar görevini üstlenir. Filmde Tom Hanks, Ayelet Zurer’le birlikte Ewan McGregor, Stellan Skarsgaard, Armin Mueller-Stahl’da oynuyorlar. Da Vinci Şifresi’nde yaptıkları gibi okurlar, meraklı turistler şimdi de Melekler ve Şeytanlar’ın çekim mekanlarını dolaşıyorlar: Santa Maria del Popolo, Piazza Navona, Castel Sant’Angelo, Pantheon, Piazza della Retunda, Santa Maria della Victoria, Brown hayranlarının, turistlerin akınına uğradı. Her filminde biçem değiştirdiğini, etiketlenmek istemediğini vurgulayan Ron Howard, özgür olmak için her türü denediğini belirtiyor: “Sinemaya oyuncu olarak girdim. Yirmi yıl süresince komedilerde (The Andy Griffith Show/1960-68, Happy Days/1973-80) oynadım. Yönetmen olunca da komedi çekmem istendi. Meryl Streep, Daniel Day-Lewis, Russel Crowe gibi kendilerini kesintisiz yenileyen oyunculara hayranım. Kendimi onlara benzetiyorum. Onlar yorum oyuncularıysa bende yorum ve yeni düzenlemelerin yönetmeniyim” diyen Howard, Da Vinci Şifresi’nin devamı Salomon’un Anahtarı’nı bugünlerde çekmeye hazırlanıyor. Sürükleyici, gerilim yüklü Melekler ve Şeytanlar 15 Mayıs’ta gösterime girdi ve bugun seyretme fırsatı buldum.... Kısaca.. Tavsiye ederim... 'MELEKLER ve ŞEYTANLAR' filminin başrol oyuncusu Tom Hanks... Kitabı Mükemmel bence 2000 yılında yayınlanarak okuma fırsatı bulduğum ve kataptan da büyük keyif aldığım bir film... Katolik klisesinin içyüzünü ve çıkarlarını çok güzel ortaya koymuş... Vatikan'ın Hıristiyan halemi üzerindeki etkisini görebilmek için İzleyin derim... Çekim mekanları turu için: www.angelsanddemons.it
  4. Şimdi sayın hanif_42... Peygamberin 9 yaşındaki bir kızla zifaf yapmasını kuran'ı kerim tarafından emredildiğini ve bunun sadece peygambere istinadıdır (Dayanma, güven duyma) diyorsunuz... Yani bunu peygamberin yapmasını doğru buluyorsunuz... Şimdi şuna bir bakalım... Necm/ 2. Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı, azmadı. Şia'ya göre, peygamberlerin, doğumlarından itibaren; Mutezilenin çoğunluğuna göre, bulûğ çağından itibaren; Ehl-i sünnet'in çoğunluğuna göre ise, vahiyden sonra masumiyetleri vacipmiş. Yine diğer taraftan... Fetih suresi şöyle başlar: Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. Ki böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın. Sana olan nimetini tamamlasın ve seni doğru bir yola iletsin. Artık durum değişti ve ne mutlu ki bize herşeyi olduğu gibi kabul etmiyoruz/edemeyiz... Yanu burada şunu demek istiyorum.... Sizlerin/İslamcıların dediği gibi değil artık durumlar... Aslında peygamberler, peygamber olmadan ve olduktan sonra günah işleyebiliyormuş. Ama Allah, onları herhangi bir işte başarı ihsan ediyor ve bu başarıdan dolayı geçmiş ve gelecekteki tüm günahlarını affediyormuş... Öyleyse merak ediyorum... Dincilerin kraldan çok kralcı olmalarının mantığı nedir? Allah'ın yerine hüküm veriyor durumda olmuyorlarmı?... Ayetleri dahi hadisle (bilerek/bilmeyerek) neshediyor durumda değillermi. Hadislerdeki gaybi haberleri toplasanız ayetlerden çok daha fazla neden söyleyebilirmisiniz... Bana Peygamberlerden daha fazla vahiy alıyormuşsunuz gibime geliyor... Tabiki herşeye bir kılıfta çabası... Saygılar... DİPNOT...
  5. Sevgili Erbay... Güzel bir düşünce... Ben de gelirim... Saygılar.. DİPNOT...
  6. Sayın hanif_42... Hüküm sadece Allah a ait diyorsunuz... Dosdoğru din buymuş... Şimdi... Bir düşünelim... Malumunuz üzerine Muhammed in kendinden 25 yaş büyük hanımı Hatice ile evli kaldığı müddetçe Muhammed başka kadınlarla olamamıştır. Neden?.. Nedini şu... Ne zaman Hatice vefat etmiş ondan sonra Muhammed haremine sıra sıra kadınları katmıştır... Ve Zeyneple neden daha önce evlenmediğinin cevabı işte Haticedir.. 25 yaşına kadar bekâr 25-50 yaş arasında tek evlilik hayatı, Haticenin ölümünden sonra 50-60 yaş arasında çok evlilik hayatı... Oh ne güzel... Muhammed’in ilk karısının Hatice’nin zengin ve otoriter bir kadın olduğunu biliyoruz. Peki Hatice öldukten sonra Muhammed, 9 yaşındaki Aise’den tutun evlatlığının karısına kadar bir çok kadınla beraber olmuş, hatta amca, dayı, hala, teyze kızlarını kendine helal etmiş, bunların dışında cariyeleri, savaş esirlerini de helal kılmıştır... Bunun anlaşılır bir ifadesini ben günümüz koşullarında inanın anlamıyor ve çok saçma buluyorum... Hayrıca.... Lütfen düşünün bir kere... Bir peygamber düşünün topluma ahlak düzen getirmek için geliyor ve evlatlığının karısı ile evleniyor.... Ki bunu 1400 yıl önce insanları Tanrı istedi diyerek kandırabilirsiniz değilmi... Amaaa... 21. yy da bunu öne sürerseniz o zaman insanlar sorar... Ve soruyoruz... -Koskoca kainatı yaratan bir varlık ise Tanrı ona mı kaldı Muhammed in dünyevi isteklerini yerine getirmek için var sankı?... NEDEN... -Evlatlığının karısını Muhammed in koynuna koymak insanlığa ne kazandırabilir?... SÖYLERMİSİNİZ... -Ve Bundan insanlık ne gibi bir erdem ve ahlak öğrenebilir?... AÇIKLAYABİLİRMİSİNİZ...Üzerine üstlük kalk birde “Peygamberin Allah tarafından emrolunanı yapmasından dolayı peygambere hiçbir vebal yoktur…” (Ahzab 38).” de... Demek ki o zamanda insanlar ayıplamışlar bu olayı ve tepki vermişler ki böyle bir savunucu ayet inmiş. Tanrı böyle bir emirle sadece Muhammed e kıyak geçiyor... Kaybeden ise inananlar ve en önemlisi Kadınlar, Kadınlarımız... DİPNOT...
  7. Günaydın sevgili beyler... Ben uyandım... (Buna katkısı olan sevgili Birce'ye yürekten teşekkürler...) Bana göre... Arkada kapı, Önde mevzu... Galiba nazikliğin ve inceliğin otobüsünde olduğumuzu unutuyoruz bazen... Sahi neden?... Saygılar..
  8. Çok ama çook haklısınız sevgili Birce... Kesinlikle büyük bir eksiklik ve hata... Böyle önemli bir hatayı sizden öğrenmiş olmayı inanın hiç unutmayacağım... Bundan sonra dikkat edeceğim söz... Saygılar....
  9. DİPNOT şurada cevap verdi: Odris başlık Güncel Konular
    Neyi Bildirir Sayılar... Sayılar bebelerin kundakları sayılar tabutları şehirlerin öldürülmüş öldürülebilecek olan sayılar yaklaşan bir şeyleri bildirir sayılar bildirir uzaklaşan bir şeyleri nedir yaklaşan bize bizden uzaklaşan nedir… ___________________________ Nazım Hikmet...
  10. (YORUMSUZ)... ... Kuran öğrenilir mi? Evet... Ama bu bir çoluk çocuk işi değildir. Ezber işi hiç değildir... Öncelikle, ya Arapça bilmek, söz konusu kutsal kitabın doğru bir çevirisine sahip olmak gerekir. Biz daha burada, ilk adımda tökezliyoruz. Çocuklara bu iş için Arapça mı öğreteceğiz? Bu mümkün mü, gerekli mi, anlamlı mı? Çevirilerden yola çıkacaksak, sayısız yorum ayrıntısından hangisini kabul edeceğiz? Taze beyinleri “ulema”nın bile içinden çıkamadığı ayrıntıların, farklı yorumların labirentinde dolaştırmanın bu çocuklara ve ülkeye ne gibi bir yararı olacak? Amaç eğer öğrenmekse, dinler tarihinin doğru bilgisine sahip olunmadan İslamın kutsal kitabının bu tarih içindeki yeri nasıl anlaşılacak? Ortadoğu tarihi, Arap tarihi, insanlık tarihi öğrenilmeksizin, Kuran öğrenilebilir mi? Kuran öğrenilir ve çocuklara öğretilebilir diyenlerin bu gibi sorulara yanıtları var mı? *** Denilecektir ki siz meseleyi büyütüp yokuşa sürüyorsunuz. Amaç, çocuklara az çok bir din bilgisi vermek, birkaç dua ezberletmek. Peki, bunun için “kurs”a ne gerek var? İsteyen aileler bunu çocuklarına zaten öğretir, öğretiyor. Daha fazlasını isteyenler de bu çocukları din bilgisi ağırlıklı eğitim veren okullara gönderir ve zaten yapılmakta olan da budur. Öyleyse Kuran kurslarının anlamı ne? *** Kuran kurslarının anlamı, çok açık olarak, Kuran’ı öğretmek değil (bunun çocuklar bakımından mümkün olamayacağını yukarıda anlatmaya çalıştım) bir inanışı(ezberleterek) çocukların beynine ve ruhuna işlemektir. Bu, bir bilgi kazandırma konusu değil, bir inancın dayatılmasıdır. Bu bakımdan, bence, hangi din konusunda olursa olsun, çocuklara yönelik, akıl dışı (akıl ötesi), inanç kaynaklı dayatmalar insan haklarına da aykırıdır. İnsanlar inançlarını ergen olduktan sonra kendileri seçmelidir. Çocuğa kazandırılması gereken ise, sorgulayıcı akıldır, irdeleme yetisidir, düşünme ve eleştirebilme yeteneğidir. Kuran kursunun iyisi, kötüsü, doğrusu, yanlışı olmaz. Çünkü hepsi için geçerli olacak ortak yöntem, ister istemez, eleştirel aklın değil ezberci inancın temele alınmasıdır. Bunun başka bir yöntemi de yoktur. Ataoh Bahremoğlu..
  11. DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
    ***Zamanının matematik ve astronomi bilgini olan Takiyeddin, III. Murat’ı İstanbul’da bir gözlemevi kurdurulmasına ikna eder. 1575-1577 tarihleri arasında kurulan bu gözlemevinde gözlemler başladıktan sonra 1577’de bir kuyrukluyıldız da görünür ve doğal olarak ilgi ile gözlenir. Fakat ne yazık ki, 1578’de bir de veba salgını baş gösterir İstanbul’da.Bağnazlara göre gökyüzünü incelemek Tanrı’nın işine karışmaktır ve büyük günahtır. Veba salgını da bu büyük günaha verilmiş bir Tanrı cezasıdır. Eğer gözlemler devam ederse daha nice cezalar gelecektir. Bu görüşler etkisini gösterir ve şeyhülislamın fetvası ile 1580’de Tophane sırtlarındaki gözlemevi topa tutularak yıktırılır.Aynı tarihlerde (1576’da) Danimarkalı astronom Tycho Brahe’ye Hven (bugün Ven) Adası’nı tahsis ederek ve her türlü maddi olanağı sağlayarak bu adada gözlemevi kurmasına ve gözlemlerini sürdürmesine izin verir. Tycho Brahe 1597’ye kadar, tam 21 yıl bu adada gözlem yapmıştır. Bu gözlemlerin amacı Polonyalı astronom Kopernik’in astronomide yeni bir çağ açan güneş merkezli sistem savının doğru olup olmadığını sınamaktır. 1597’de Prag’a dönen Tycho Brahe yaptığı gözlemleri yeni tanıştığı Alman astronom J. Kepler ile değerlendirmeye başlar. Fakat 1601’de ölünce bu gözlemleri değerlendirmek ve bilim dünyasına güneş sistemi ile ilgili, üç temel yasa kazandırmak onuru J. Kepler’in olur.Ondan sonra bu konudaki bilimsel çalışmaların ivme kazandığı ve I. Newton’ın bu temel yasalardan hareketle evrensel “genel çekim” yasasını keşfettiği bilinmektedir. *** Yukarda özetlenen olayların tarihlerine dikkat edildiğinde Osmanlı devletinin bilim tarihine geçmede nasıl bir fırsat kaçırdığı açıkça görülüyor.İstanbul’da kurulan gözlemevinin kuruluş tarihi: 1575-1577.Danimarka Kralı II. Frederik’in tahsis ettiği Hven Adası’ndakinin ise 1576. Tam tamına aynı yıl! Fakat ne yazık ki, İstanbul’daki 1580’de bir fetva ile yerle bir ediliyor. Diğerinde ise 20 yıl süren gözlemler ve o gözlemlerin sonuçlarından hareketle evrensel doğa yasalarına kadar giden bilimsel gelişmeler...x Bu örnekten çıkarılacak bir diğer sonuç da şu: Bilimde ve bilimsel görüşte hep kuşku vardır. Bir bilimsel bulgu akıl süzgecinden geçmeden ve o bulguyu doğrulayacak yeni kanıtlar olmadan kabul görmez.Oysa inanç bunun tam tersidir; sorgulanamaz, doğruluğu tartışılamaz, Kanıt aranmaz! Buna rağmen hâlâ inancı bilimin önüne geçirmek için büyük bir çaba içinde olanlar var! Dipnot düşelim dedik... DİPNOT...
  12. Dünyanın ilk beş yüz üniversitesi arasında bir tane Türk üniversitesi bulunmuyorsa.. Adı üniversite olan ve kışla düzeninde eğitim(?) veren bu kurumların toplam faaliyetlerinden, dünya ölçeğindeki bilimsel çalışmalara yüzde birlik bir katkı yapılamıyorsa... Anlı şanlı profesörler, fırsat buldukça “ordu göreve” pankartı taşıyıp meydanlara iniyorlarsa bunun adı “imaj” mıdır bu Söylermisin lütfen beyler/bayanlar bunların kurumları “saygın” mıdır?... DİPNOT...
  13. “Kürdo Kürdini Lupus” Son yaşanan kan davası olayları gösteriyorki... Güneydoğumuzda... Feodal yapı, bu ağa, şıh egemenliği yıkılmadan, törenin kendisi yakılmadan Kürt sorunun çözümünün olmadığını söyleyenlere bölgede itibar eden, kulak veren var mı? Kürt'ün Kürt’ün kurdu olmasına son vermeden orada demokrasiye giden yolun taşları döşenmez. Maalesef son olay bu gerçeği bir kez daha haykırıyor... Silahlı bir aşiret toplumu yaratan devlet canilere teslim etmişti Bilge köyünü! Katliamı bu boyutuyla değerlendirmek gerekmiyor mu? Mezopotamya ve İyonya tarihin, kültürün coğrafyasıydı Anadolu’da... İlkelliğin, bağnazlığın değil! Saygılar... DİPNOT...
  14. Evet... Deniz'ler idam edildi ama Deniz'lerin ölümüyle birlikte Türkiye'nin devrimci hareketine bir gelenek bıraktılar ve bayrak oldular... Bu nedenle bugün Deniz'in mücadelesine saygı duyan, onu bir bayrak olarak görenlere düşen görevler vardır ve bizler bu görevi sonuna kadar sürdürmeye kararlıyız... ''Nasıl Che Guevara'yı Bolivya'da öldürdülerse, Türkiye'de de Deniz ve arkadaşlarını asarak, Türkiye devrimcilerine bir gözdağı vermek istediler ama bunu hiçbir zaman başaramayacaklar... Üç fidan var ki ömrü hayatımızda çiçek açacaklardır her bahar yeniden doğarak... Saygılarla... DİPNOT...
  15. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Zahid Akman'a soru... “Sen 25 ülkeye gittin, niçin Almanya’ya gidemiyorsun?”...
  16. Siz ürkek çocukları hüznün, ve siz gökyüzünün mavi olduğunu unutanlar! Dinleyin artık Susun da! Belki de son aşkıdır bu gökyüzünün: Ki onulmaz yarası Kanar da kanar veremli ciğerlerimin dokusunda... ______________Bir dönem Nâzım Hikmet’i bile etkileyen Mayakovski’den de bir şiir. Mavi olmayan gökyüzü'ne... Aynı zamanda şiiri; düelloda, sürgünde, barikatlarda, sıcacık yatağında ve kendine sıktığı bir kurşunla ölen dünyanın cümle şairlerine saygıyla armağan ediyorum... DİPNOT...
  17. DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
    YORUMSUZ... Türkiye’de laikçi çevrelerde Fethullah Gülen ve hareketi hakkında onlarca dosya oluşturacak MİT ve başka istihbarat kuruluşlarının benzer raporları, değerlendirme notları yayımlandı. Gülen hareketinin yayın organları bunları kendilerine karşı yürütülen komplonun bir parçası olarak, kah mızıldanarak kah efelenerek ifade ettiler. Şimdi kendilerine rakip veya düşman gördükleri kuruluşlara yönelik olarak aynı yöntemleri kullanıyorlar.[/size] Ergenekon davası vesilesiyle kendi hesaplarını görme fırsatını kaçırmıyorlar. Bunu yaparken, bu son derece önemli davanın üzerine şüphe gölgesinin düşmesinden hiç rahatsız olmuyorlar. Nasıl olur, saygın isimler gözaltına alınır mı gibi bir soru sormuyoruz. Suç işlediğine dair güçlü ve ciddi kanıtlar varsa, istisnasız herkes gözaltına alınır, tutuklanır, mahkeme önüne çıkar. Çıkmalıdır. Ama ya riyakar demokratlar, sahte özgürlükçüler, siyasal alanda açıkça yer almadan hakim güç olma saplantılı cemaatçiler? Onların mahkeme önüne çıkmalarını, tutuklanmalarını hiçbir zaman talep etmeyeceğiz. Onlar sadece demokrat ve özgürlükçü vicdanların mahkemesinde yargılanacaklar. Siyasal alanda, ideolojik alanda karşılarında demokratları bulacaklar. Tehlikeli oldukları için değil, demokrasiye zararlı oldukları için... Radikal İki, 19.4.2009
  18. DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
    Teslime Nesrin: Tüm dinler kadınlara düşman... Bangladeşli kadın yazar Teslime Nesrin, köktendincilere karşı sürdürdüğü mücadelesi nedeniyle önce kendi ülkesini terk etmek zorunda kaldı. 10 yıl boyunca sığındığı Avrupa’da aşırı İslamcıların tehditleri ve ölüm fermanları peşini bırakmadı. Ardından gittiği Hindistan’da da istenmeyen isim olup, saldırıya uğrayınca soluğu bu kez Fransa’da aldı. Laiklik ve kadın hakları kavgasını, bu yılın başında kendisine verilen “Onursal Hemşeri” unvanıyla Fransa’dan sürdürüyor. Dünyadaki bütün sol ve ilerici güçleri, ilerleyen her türlü köktenciliğe karşı laik ve kadın hakları kavgası için bentler kurmaya çağırıyor Teslime Nesrin. Üstelik onun savaşı kendisine de çok acı çektiren İslamla sınırlı değil, o bütün dinlerin kadına düşman olduğunu söylüyor: “Hepsi kadına baskıyı teşvik ediyor, hepsi kadınların erkeklerle aynı haklardan yararlanmasını engelliyor. Hiçbir biçimde kadının özgürlüğüyle bağdaşmayan ataerkil sistemlerin ilelebet sürmesini istiyor.” Nesrin, geçen hafta Fransa’da yayımlanan L’Humanité gazetesinden Dominique Bari ve Rosa Moussaoui’nin sorularını yanıtlarken de hakkında yeni ölüm fetvaları çıkmasına neden olacak cesur açıklamalarda bulundu. İşte o söyleşiden bölümler. - Köktendinciliğe karşı mücadeleniz İslamcılıkla sınırlı değil. Hıristiyan, Musevi, Hindu köktenciliklerini de mahkûm ediyorsunuz. Ortak noktaları neler? - Her boydan ve soydan köktenciliğe karşı çıkıyorum. Şahsen hayatım boyu İslam köktenciliğinden çektim. Müslüman bir ülkede doğup büyüdüm. Köktencilikleri Hinduizm, Hıristiyanlık, Musevilik, Budizm olsun kadınlara baskı yapan dinleri eleştirdiğim zaman hiç kimse beni ölümle tehdit etmiyor. Ama söz konusu din İslam oldu mu, İslamcı köktendinciler hakkımda derhal fetvalar çıkartıp öldürülmemi, asılmamı istiyorlar. Kelleme fiyat biçiyorlar. Bu nedenle kendi memleketim, Bangladeş’ten atıldım. 10 yıl Avrupa’da yaşadıktan sonra Hindistan’a, Kalküta’ya gittim. Orada da fetvalar boynuma yapıştı. Kitaplarım meydanlarda yakıldı. Haydarabat’ta bir kitabımı tanıtırken bir İslamcı köktendincinin saldırısına uğradım. Sınırdışı edilmem için yürüyüşler düzenlediler. Solcu Hindistan hükümeti cevaben, beni sınırdışı etmezden önce Yeni Delhi’de bir evde göz hapsine aldı. Bu köktendincilerden ötürü şimdi bir kez daha iltica etmek zorunda kaldım. Çok zor bir durum. Ben her şeyden önce Bangladeşli bir yazarım. Ülkemden uzakta kalmak bana çok acı veriyor. Halbuki orada kadınların özgürlük hakkı için mücadelelerini teşvik edip güçlendirebilirdim. HİÇBİR DİNDE ÖZGÜR DEĞİLİZ - Köktendinciler kadın haklarını niçin ayrıcalıklı hedefleri olarak seçiyorlar? - Onlara göre erkeklerin gücü kadınlar üzerinde kurabildikleri baskıyla ölçülüyor. Köktencilik kaynağını dinden alıyor. Yani hiçbir din kadın-erkek arasında eşitliği övmüyor, öğütlemiyor. Tüm dinler kadınlara düşman. Hepsi kadına baskıyı teşvik ediyor, hepsi kadınların erkeklerle aynı haklardan yararlanmasını engelliyor. Hiçbir biçimde kadının özgürlüğüyle bağdaşmayacak ataerkil sistemlerin ilelebet sürmesini istiyor. - Son yıllarda Fransa’da, Avrupa’da okullar veya kamuya ait alanlarda dinsel simgelerin taşınmasına dair yaşanan karşılıklı cepheleşmeler, tartışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz? - Fransa’da kamu okulları içersinde alenen dinsel simgelerin taşınmasını yasaklayan yasayı hararetle destekliyorum. Laik bir toplum için okulu vicdan özgürlüğü alanı olarak korumak temel bir gereklilik. Burada dinsel simgelere yer olamaz. Bütün bu tartışmaların odaklandığı türban (sıkmabaşörtüsü), şahsi kanıma göre baskının simgesidir. Kadınlar türban taşımayı reddetmeli. Eğer bir biçimde takmak istiyorlarsa o zaman, bu onların özel hayatı olmalı. Her laik toplum, okul ve daha geniş bir biçimde kamu mekânlarını her türlü dini simgeden arındırılmış olarak korumalı. - Avrupa’da dinci çevrelerin siyasi ve kamusal alanları ele geçirme çabaları sizi şaşırtıyor mu? - Bu soru, sorunun bir tek Müslüman ülkelerde yaşanmadığının kanıtı. Köktendincilik Avrupa’da da ilerliyor. Yalnızca Müslüman köktendinciler yok, hıristiyan köktendinciler de mevcut. ABD’de kürtaj yapan doktorlara saldırıp ölümle tehdit ediyorlar. Evangelik (Protestanlar) kişilikler dünyanın bir numaralı gücünün en yüksek iktidar alanları, mercilerine kadar sızabiliyorlar. Köktendinci İslamcılar İngiltere’de Müslüman vatandaşlara şeriat yasalarının uygulanmasını talep edebilecek kadar cüretkâr olabiliyor. Bazı politikacılar ve Anglikan episkoposlar bu taleplere karşı olmadıklarını söyleyebiliyor. Eğer köktendincilerin bu gelişmelerini frenlemezsek, eğer hiç denetimsiz dilediklerini yapmalarına izin verirsek, eğer sol ve ilericiler her türlü köktencilik ve aşırı tutuculuğa karşı verilen laik ve hümanist savaşıma katkıda bulunmazsa günümüz uygarlığında dev gerilemeler yaşanabilir. - Sol güçleri köktenciler karşısında fazla mı hoşgörülü (uzlaşmacı) buluyorsunuz? - Avrupa’da yaşayan çeşitli Müslüman mezhepli yurttaşlar azınlıktır. Bir kısım sol, ayrımcılık kurbanı olduğu gerekçesiyle İslam dinini, uygulamalarını eleştirenleri şimdiden yasaklayıp, köktenci birtakım sapmalarına göz yumuyor. Şahsen bunun ağır bir hata olduğuna inanıyorum. Sol olmadan laiklik ve kadın hakları mücadelesini nasıl verebiliriz? Bu sorunların çözümünü, ele alınmasını sağa bırakmak öldürücü olur. Sağ özünde Müslümanlar ve İslamdan nefret ediyor. Kendi ırkçı emellerini güçlendirmek için laikleri kullanmaya hazır. Bizim inançlarımız sol içerikli. Toplumun ilerleyen, aydınlanan bir çizgide değişiminden yanayız. Sağın laik mücadelemizi saptırmasına izin veremeyiz. Ayrıca köktendinciler, çoğunluk veya azınlık olsun, herhangi bir din veya cemaati adına, farklılık gerekçesiyle bir cinayet veya suç işledikleri zaman mutlaka cezalandırılmalı. ÖLDÜRMEK CAİZ, ÇÜNKÜ… - Amerika’nın son yıllarda sürdürdüğü sözde “terorizme karşı savaş”ın İslamcı köktendincilerin tezlerine hizmet ettiğini düşünüyor musunuz? - Köktendincilerin tezleri, argümanları hiç eksilmez. SSCB varken, din düşmanı oldukları gerekçesiyle cihatları komünistlere karşıydı. SSCB’nin yıkılmasından sonra şimdi de ABD’yi İslamın düşmanı ilan ettiler. Hedefleri ne olursa olsun köktendinciler hiçbir biçimde sempatimizi hak edemezler. Yıkıcı ideolojilerini haklı kılmak için uydurdukları gerekçe ne olursa olsun tavır ve düşüncelerine karşı aralıksız mücadele verilmeli. Özünde kimi düşman belirlediklerinin pek önemi yok. Eylem ve hedeflerinin temelini daima dinde bulacaklar. Uzlaşmazlıklarının ilham kaynağı din; kendi dünya görüşlerini paylaşmayan herkesi tehdit etmek, öldürmek din adına caiz. Kadınları baskı altında tutmalarının nedeni ABD’nin yürüttüğü savaş değil. Bu baskı her zaman varoldu. Yani köktenciliklerinin nedeni de, kaynağı da din. Amerikan savaşı bir başka tartışma konusu. Karşı çıkabilir, protesto edebiliriz. Ama köktendincilerin eylemciliği Irak, Afganistan savaşları olmaksızın da bir gerçekliktir. İslam adına kadın haklarını yok etmek, vurmak, işkence etmek, kırbaçlamak, taşlamak, kadınları öldürmek için bu savaşları beklemediler. Müslüman ülkelerdeki kadınların çektiği acının tarihi çok uzun. - Afganistan’da Talibanla müzakere edilerek barış sağlanabileceğine inanıyor musunuz? - Mümkünse niçin denemeyelim? Ama Talibanları üreten sistem radikal bir biçimde değişmediği sürece hiçbir kalıcı sonuç alınamaz. Köktendinci üreticisi fabrikalar olan Medreseler ve Kuran kursları kapatılmalı, laik ve bilimsel bir eğitim teşvik edilmeli. Bu kural hayati. Sistem aynı kaldığı sürece Talibanlarla müzakere etmişiz veya dövüşmüşüz pek bir şey fark etmez. Sorunu kökünden ele almak gerekir. Afganistan’daki kaosun sorumluluğunu Talibanların üzerine atmak istemiyorum. Küçük çocukları iki yaşından itibaren Kuran kurslarına gönderdiğiniz zaman, onlara elleri silah tutuncaya kadar hatmettirilenler sadece Kuran’dan ezberlenen alıntılar, İslam devleti kurmaya teşvik; kadınlara, Müslüman olmayanlara ölüm oluyor. Hepsinin aşırılığı hiç şaşırtıcı değil. Dünyaya açılan hiçbir pencereleri yok. Kamusal ve laik bir eğitimden yararlanmak gibi bir olanakları mevcut değil. Benim onlarla bir alıp veremediğim yok. Sorun masum çocukları Talibanlara dönüştüren sistemin teşvikçilerinde. İslam dünyasında medreseler, dine dayalı okullar siyaset, seçimler vesilesiyle köktendincilerin nüfuzundan yararlanmak isteyen iktidarların işbirliğiyle her yerde mantar gibi bitiyor. Doktrinlerle çocukların beyinlerini yıkayan radikal imamların görevli olduğu eğitim yapılarına derhal son verilmeli. Çocuklara ifade özgürlüğü, demokrasi, eşitlik öğreten okullar kurulmalı. Şayet şimdi kimse onlara bu değerleri aktarmazsa, ilerde onların bu değerleri talep etmesini nasıl bekleyebiliriz? Köktendinciliğe karşı tek etkili silah laik eğitim. ______________________________ Cumhuriyet. 02.05.09
  19. DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
    TÜRKİYE HİPERAKTİF COCUKLAR GİBİ... “Dünyanın en dikkati dağınık ve hiperaktif ülkesi Türkiye. Tıpkı hiperaktif çocuklar gibi: Dikkati dağınık, zamanından önce tepki veriyor, sabırsız, konudan konuya atlıyor, başladığı işi bitirmekte ve uzun vadeli plan yapmakta zorlanıyor… Zihinler 4 farklı coğrafyaya yönelmiş durumda. Kimileri Avrupa’ya (Batılılaşmak), kimileri Anadolu’ya (Anadolululaşmak), bazıları Orta Asya’ya (Türkleşmek) ve bazıları da Medine’ye (İslamlaşmak) dönük bir yaşam biçimini benimsemiş durumda. Herkes kendi kampını oluşturmuş, kendi davasının adamı olmuş, tek ortak payda modernite; o da yıllar içinde farklılıklar gösterdi. 1980 sonrası politikaları ile bütünüyle aşındı ve yozlaştı. Bu kamplaşma ve yozlaşma nedeniyle ülkenin vizyonunda parçalanmışlık var. Nasıl bir devlet istiyoruz? Nasıl bir eğitim istiyoruz? Bu soruların yanıtı herkese göre farklı…” Prof. Dr. Ziya Selçuk...
  20. DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
    T.C Adalet Bakanı’na Bakın!.. Bizi gözümüzün içine baka baka aldatıyorlarmış, ey ahali!.. Şimdi... Bu dosyanın talep bölümünde ne yazıyordu biliyor musunuz?.. - Meslek edinilmiş şekilde dolandırıcılık yapmaktan soruşturulan Zahid Akman ve diğer zanlıların ifadesinin alınması… ....... O yalanı söyleyen kişinin, o yalan ortaya çıktıktan sonra Adalet Bakanı diye ortada dolaşması Türk halkına hakaret değil midir... Ama gel gör ki... Ne istifası... Bırakın istifayı, o aranan, haklarında Türkiye Cumhuriyeti hükümetinden bilgi istenen kişiler bile, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden ballı ihaleler almaya devam ediyor… Utanmazlığa, bakın!.. DİPNOT...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.