Zıplanacak içerik

DİPNOT

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. Sn soru... SORU___ Sizin Tanrı'yı kanıtlamak için kullandığınız bu argümanlar, ondan daha üst bir varlığı kanıtlamak için de aynen kullanılabilirmi acaba... Eğre bu şekilde, bu akıl yürütmeyle biryerlere varacağınızı sanıyorsanız bu sonsuza kadar gider... Dolayısıyla bu tür anlamsız ve gereksiz düşünceler sonuçsuzdur... Fakat anlatmaya çalıştıklarınız algılanamaz, tecrübe edilemez bir alemden bahsedilmek isteniyorsa... Kusura bakmayın ama kimsenin algılamadığı ve tecrübe etmediği böyle bir alemin varolup olmadığı dahi bilinemeyecektir... Hadi Tanrı var diyelim... Peki ondan daha üst bir benzeri alemin varolup olmadığını nereden bileceğiz... Dolayısıyla bu tür yaklaşım ve ifadelerle algılanamaz dünya hakkında spekülasyon yapmak, ya da "metafizik" yapmak, boş bir çabadır ve bu gune kadar hiçbir kimse bir adim ileriye dahi gidememiştir ve kişiyi de hiç bir yere götürmez... Hayrıca... Böyle bir alem ile ilgili herhangi bir sonuç çıkarmak, ya da bir kabulde bulunmak da tamamen keyfi bir tavırdır ve akıl ve mantık açısından geçerli görülmeyecektir... Öyle algılanamayan... Tecrübe edilememeyen herhangi birşeyle ilgili bir şey için bu tur varsayımlarda bulunmak, Varlığıyla ilgili çaba sarfetmek, nafile bir çabadır diye düşünüyorum... DİPNOT...
  2. Sn Dogrucudavut... Ulusal sol'u savunduğumu ben belirtmedim... Sanıyorum siz öyle bi kanıya vardınız... Diğer taraftan sorduğunuz sorular var... Evet sizi anlıyorum... Fakat yukarıdaki yazılarımdan da anlaşılacağı üzere.. Önemle anlatmaya/vurgulamaya çalıştığım bir nokta var... Gelişen dünya konjüktüründeki hızlı farklılaşmalar (ekonomik, sosyal, kültürel vb.)... ''ulusalcılığın/milliyetçiliğin'' , süreç içinde kendini nasıl ifade edeceği ile yakından ilgilidir... Ben sadece düşüncelerimi belirttim... Fakat bunların mantıklı cevaplarını birlikte bulacağız... Saygılar... DİPNOT...
  3. Her ne ve nerede olursa olsun... Eyleme geçmeyen hiçbir düşünce geçersizdir... Biliyorum... Forumda sesiz olmayan bir çok ta üye var... Hiçbiri de duyarsız değil... O nedenle... Sesini yükselt ve eyleme geç diyorum.... Çünkü... Gerçek anlaşıya sahip olan insanlar eyleme geçer diye düşünüyorum... Bu nedenle... Ben buradayım... Ve yanınızdayım... Sevgiler... DİPNOT...
  4. Sevgili suheda... Ve Sayın Dogrucudavut... Hiç şüpheniz olmasın ki... Bizler Atatür Milliyetçiliğinin ne olduğunu ve 'NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE' sloganının ne anlama geldiğini çok iyi biliyoruz... Benim anlatmaya çalıştığım konu değişen dünya koşullarında günümüz Milliyetçiliği kavramının altını doldurmaktır.. Yoksa milliyetçilik artık ezberin çok üzerindedir... Gelelim şu Milliyetçilik kavramının özüne... Türkiye'de ulusalcı (milliyetçi) hareketler içinde hangi akımlar yer alıyor?... 1990 sonrasına baktığımız zaman sol, sosyal demokrat, merkez, merkez sağ gibi düşünce yelpazesi içinde bulunan milliyetçiler (ulusalcılar) yokmudur... Vardır... Hayrıca... “Siyasal İslam” boyutunda Milli Görüşçülerin, “Batı karşıtı ve antiemperyalist dokusu içinde” milliyetçiliğin de belli ölçüde, dolaylı olarak bulunduğunu da görüyoruz... Peki... Burada kritik ayrım ne?... Kritik ayrım şu... - Soldan sağa şöyle bir bakarsak her yelpazede “kendisini milliyetçi (ulusalcı) olarak tanımlayan” pek çok çevre var... Demekki herkesin kendine göre bir milliyetçilik anlayışı var... Sorun ne peki... Sorun şu... Değerli arkadaşlar... Gerçek ulusalcıları (milliyetçileri) ayırt edebilmek için, “emperyalizm karşısındaki duruşlarına bakmak gerekir”... ___ Bir sosyal demokrat, Türkiye üzerindeki emperyalist baskıya ses çıkarmıyorsa “ben ulusalcıyım demek hakkı olamaz”. ___ Merkez sağda bir siyasi parti BOP’u görmemezlikten geliyorsa “milliyetçiliği, fırsatçılıktan başka bir anlam taşımaz/taşıyamaz"... ___ Hele kimi çevrelerin “hukuk dışı yollarla iktisadi ve siyasi güç sağlamak amacı ile” milliyetçiliğin arkasına saklanmaları düpedüz sahteciliktir.... Süreç içinde siyasal İslamda ve sermaye çevrelerinde olduğu gibi milliyetçiliği (ulusalcılığı) kullanan naylon milliyetçiler çıkabilir. Bu tür çıkar amaçlı sahte milliyetçiler yanında, “El Kaide’nin üretilmesi gibi” Batı emperyalizmi tarafından Türkiye’de üretilmiş “sahte milliyetçiler” de vardır. Sahte milliyetçileri sıralarsak... __1- 12 Mart darbesini yapan Amerikancı paşalar, “Amerikancı soğuk savaş milliyetçileriydiler”... __2- 12 Eylül’ü hazırlayan “Amerika’nın çocukları”, (Bunlar kendilerini milliyetçiler olarak pazarladılar ve 12 Eylül “naylon milliyetçilerinin amacı”, 1961 Anayasası’nı ve katılımcı demokrasiyi ortadan kaldırarak gerçek milliyetçiliğin yolunu kesmekti... Bunda çok başarılı oldular: Neler yaptılar... __1- Siyasal İslamın yolunu açarak cemaatlerin, tarikatların sisteme egemen olmasına yol açtılar. __2- Uluslararası sermayeyi, onun ortaklığında eğitimden siyasete, sistemin ortasına Özal’la birlikte yerleştirdiler. 1990 sonrasında milliyetçi (ulusalcı) hareketler tekrar gelişmeye başladı. ABD ve AB olağanüstü bir saldırganlıkla, “adeta Türkiye’de sivil darbe yaparcasına” baskıya başladılar... Peki hedef... Hedefte, ulusalcılar (milliyetçiler) bulunuyor. Kimler kullanılıyorlar; işbirlikçi siyasal İslam, kimi sermaye çevreleri, kapitalist liberaller ve tabii bölücüler. 2008’de Türkiye, Batı’nın kuşatması altındadır. Türkiye’nin ele geçirilmesi için gerçek milliyetçilerin tasfiye edilmesi gerekiyor ve bunuda yapmaya başladılar... Hayrıca şu BOB denen illetin de önündeki en büyük engel yine ulusalcılardır... Tüm bu oyunlara karşı 2008’de Türkiye, emperyalizmle yüzleşmektedir. Tekrar edelim; Milliyetçilik kavramını günümüz dünya konjüktüründe ve emperyal emeller karşısndaki oyunlarıyla yeni boyut kazanmakta ve bu konudaki gelişmeler ülkemiz için olumlu bir yapı sergilemektedir... O nedenle?... Sizlere minik bir tavsiye... Lütfen milliyetçiliği dar kalıplarda ve dar anlamlarda değerlendirmeyiniz... Biliyoruz ki... Sömürgecilerin karşısındaki en önemli güç milliyetçilerdir (ırkçılık ve şövencilik değil)... Bu nedenle onları tasfiye etmek için her şeyi yaparlar ve yapacaklardır da... Bu 70 milyonun sorunu... Lütfen dikkat... Saygılar... DİPNOT...
  5. Sevgili suheda... Sizin milliyetçi olduğunuzu biliyoruz... Fakat en önde giden olduğunuzu bilmiyorduk... Bunu da öğrenmemiz iyi oldu... Neden?... Çünkü; Milliyetçilikte önde giden birine birkaç soru sormamız nacizhane hakkımızdır diye düşünüyorum... Şimdi... Biliyorsunuz... Devlet tarihi bir olgudur... Kent-devleti ve imparatorluklar gibi, millî devletler de tarihi olgulardır... Dolayısıyla, milli devletler de değişmektedir/değişecektir; nitekim değişmektedir/değişecektir de... Buradaya kadar doğrumuyuz... Bana göre doğruyuz... Global anlamda düşünelim şimdi... Yine biliyorsunuz... Birleşmiş Milletler gibi - "milletlerarası" (international, yani aslında 'milli devletlerarası') örgütler ile birlikte varolmaya başlayan - "milletlerötesi" (transnational, yani 'milli devletler ötesi') veya - "milletlerüstü" (supranational, yani 'milli devletler üstü') oluşumlarla birlikte devlet niteliği taşımayan öznelerin de milletlerarası ilişkilerde ortaya çıkması gibi organize olgularla bugün karşı karşıyayız... Bu durumda... Türkiye halkının dünya halklarıyla, evrensel özgürlük ve adalet değerinin evrensel yurttaşlık anlayışıyla bütünleştirilmesine işaret eden bir yeni oluşumlar baktığımızda (Ki Milliyetçilik Alahine)... 1- Irkçılıkla uyumlu olan karşıtı "negatif milliyetçiliğe" tercih edilecek anlamına gelmeyecekmi sizce... 2- Ya da; Türkçülüğü her ne ırk ve azınlık olursa olsun Türk olmaya zorlamak gibi bir düşünce ile ya da ya da "millî menfaâtlerimizi de mi savunamayacağız!" türü yakınmalarla popülerliğini sürdürmeye devam mı edeceksiniz... 3- Günümüzde milliyetçiliğin bilinçli siyasi tasfiyesini içeren kozmopolit bir dünyâ demokrasisi için mücâdele edecek toplumsal-siyâsî hareketlerin gücü karşısına nasıl duracaksınız... Saygılar... DİPNOT..
  6. Seni seven biri olarak... İçlerinden birini alıyorum... Sevgiler yayamaz...
  7. Daha Çok Onlar Yaşamalıydı... Onları hep birer birer Tanıyorum, Onlarla yan yana, Boyanamadığım diye kana Kendi kendimden utanıyorum. Daha çok onlar yaşamalıydı, Daha çok onlar haketmişlerdi bunu. Daha çok onlar bilirlerdi Yaşamanın ne olduğunu. Ben onlardan öğrendim Sevmeyi sevilmeği, Bana onlar öğrettiler Dostu dost düşmanı düşman bilmeyi Kafamı onlar yoğurdular. Orada yepyeni Taptaze Gıcır gıcır bir alemi İlk önce onlar kurdular. O topraklarda ayrı gayrı bilinmez. O topraklarda hep el ele tutulmuştur, O topraklarda dert unutulmuştur; Burcu burcu ekmek kokan baharda, Ağız dolusu gülünür o topraklarda. Daha çok onlar yaşamalıydı, Daha çok onlar haketmişlerdi bunu; Daha çok onlar bilirlerdi Yaşamanın ne olduğunu. Kavgam onların adıyla anılılır. Onlar öyle aç, Öyle çıplak sanılır Ama; İlk önce onlar altettiler yokluğu, Onlar tattılar, İlk önce asıl tokluğu. Daha çok onlar yaşamalıydı. Daha çok onlar haketmişlerdi bunu; Daha çok onlar bilirlerdi Yaşamanın ne olduğunu. ( 1 ) ______________________________Nail Çakırhan Onlar’ nerdeydi mi? Birkaçı vardı. Birçoğu yoktu! Bugün yoktu, ama bir zaman gelecek ‘onlar’ işin iç yüzünü anlayacaklar, niçin ezilmişliklerini, niçin aç kaldıklarını, niçin işsiz, uğraşsız, yalnız ve terkedilmiş olduklarını; kendi elleriyle, güçleriyle toplumda güzellikler, iyilikler yaratacaklarını, o günün geleceğini, er geç… ... Sevgili Maviolmayangökyüzü'ne... Saygı ve Sevgilerimle...
  8. Siz neden bahsediyorsunuz sayın demirefe... Güldürmeyin insanı... Yani içinde din olunca kardeş kardeş olacağız öylemi.. Yapmayın lütfen... Yapmayın... Hemen yukarıda sevgili Arkadaşım FUZULİ güzel bir soru sormuş... Kendisini tebrik ediyorum... Seçenek sizin tabiki ama... Cevanız bu ülke insanı büyük olumsuz sonuçlar yaratabileceğini düşünmelisiniz... Neyse... Size birazcık BOP'tan bahsedeyim... Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için hemen yanıbaşımızda Irak'tan... Herkesce bilinen bir gerçek var... Neler oluyor orda... ABD, İngiltere ve İsrail’in yürüttüğü BOP projesi ve AB'de buna destek vermek zorunda... Veriyormu peki... Veriyor... Neden?... Nedeni açık... ABD-AB ortaklığı olmadan Batı kapitalizmi düzenini sürdüremez de ondan... Peki... Ne yapıyorlar... Açık açık şunu yapıyorlar... Mart 2003’ten beri Irak’ta yüzyılın en büyük katliamı sürdürülüyor. Irak’ı parçalayınca diğer prajelerini hayata geçirmek istiyorlar... Nasıl oluyor bu derseniz... Şöyle Ülkemizin içinde bulunduğu bugüngü BOB'sal durumuna bir bakalım... - Türkiye içerden bölünüyor, Irak’taki gibi top sesleri duyulmuyor... - Türkiye’de karanlığın, sessizliğin, baskının, yıldırmanın korkusu yaşatılmak isteniyor... - Devlet kurumları karşı karşıya getirilmiş durumda... Yani... Yanisi şu... Türkiye “gölge boksu” yapan biri haline dönüştürülmüş. Düşman yerine, aynada kendisiyle vuruşuyor... Karşımızdaki düşman kim? Bizi bölüp birbirimize düşürenler ortada, sokaktaki insan görüyor ama “devlet ve vatandaş bunları göremeyecek kadar göremez ve sağır”... - ABD, AB, İsrail Kürdistan’ı kuruyor, bizi bölmek için. Bunu görmezlikten geliyoruz. “PKK ile oyun oynatılıyoruz, sıkıştırılıyoruz.” PKK bir araç, kullananlar arkada... “Devlet ve dine sarılmış vatandaşlar onlarla yüzleşmiyor”, gölge boksu yapıyor, aynada kendisiyle vuruşuyor... - Kendi kendimizi nereye kadar aldatacağız? Sömürgeciler ezip geçtikten sonra yapacak bir şey kalmaz, altında herkes ezilir, işbirlikçiler de kendilerini kurtaramazlar... Oynanan oyun ortada, herkes suçluları görüyor. Kimse gerçek suçluların üzerine gitmiyor. Ülke “Sessiz darbe” ile (BOP projesi için) işgal edilirken, “Postallarla Çimenlere Basmayın” levhası asıyoruz... “Kral çıplak” demekten herkes korkuyor. “Kralın çıplak olduğunu söylerseniz, sizi içeri atarız” diye sindirmek istiyorlar... Biz de “naylon suçlularla” gölge boksu yapıyoruz... 70 milyonun, “********” diye haykırması gerekiyor, sömürgecinin suratına *************... Biz birlik olduğumuz zaman onlar kendiliklerinden kaçmaya başlarlar, içimizdeki ortaklarıyla birlikte... Şimdi... Bir FUZULİ arkadaşımın sorusuna bakıyorum... Birde sizin din ile soslandırılmış düşünce biçimine... Kısacası birilerinin ne olduğu bile bilinmeden desteklenen Ilımlı İslam ile soslandırılmış BOP projesi tıkır tıkır işliyor... Saygılar... DİPNOT...
  9. Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun raporuna göre işkenceden ölen Engin Çeber’in başı duvarlara vurulmuş.
  10. Bugün manzara herşeyi ile bir muamma... Çöz çözebilirsen... Her alanda at izi kurt izine karışmış durumda... Ortalık darma duman, karmakarışık, kargaşa, kaos, herkes birbirine girmiş; işin içyüzünü anlamak çok güç... Güç mü?.. Bence hayır... Aslında neyin ne olduğunu anlayabilmek için iki sözcüğün gizemini sökmek gerek: Aydınlanma.. Emperyalizm.. DİPNOT...
  11. Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi bugünkü yazısında isim vermeden yine Fethullah Gülen’i suçladı. Eygi, istihbari ve zanni bilgilere dayandığını söylediği yazısında oldukça ilginç iddialarda bulundu. Eygi’ye göre ABD ve Siyonistler İslam’a bir halife adayı öneriyor. Mehmet Şevket Eygi’nin iddiasına göre İslam’ın etkilerinin gelişmesi üzerine ABD ve Siyonistler İslam’ı engellemek yerine kontrol etmeye karar verdiler. Bu nedenle kendi çizgilerine uygun bir İslam anlayışının yayılmasını sağlamak istiyorlar. Bu İslam zararsız, evcil, Protestanlık benzeri hümanizma haline dönüştürülmüş, suya sabuna dokunmayan bir anlayış. Bu anlayış Musevilik ve Hristiyanlık gibi dinleri de hak din kabul ediyor, büyük Ortadoğu Projesi ile parçalanmış İslam coğrafyasında Siyonist ABD ile diyalog yürütüyor. Eygi’ye göre ABD ve Siyonistler İslam’ın başına bu anlayışa sahip bir halife geçmesini uygun görüyor. Halifelik kurumunu yeniden dirilterek İslam’ı halife üzerinden kontrol edecekler. Eygi, Müslümanlar’ı bu halifeye prim vermemeleri konusunda uyarıyor. Bu halifenin hür olmayacağına, küfrün emir kulu olacağına dikkat çekiyor. Halife olarak önerilecek ismin diğer dinler ile diyaloğundan yola çıkan Eygi bu halifenin akidesinin bozuk olduğunu söylüyor. Şimdiden bu halifeye cephe alınması çağrısında bulunuyor. Mehmet Şevket Eygi daha önce de Siyonistler ve ABD ile uyumlu olarak çalışan bir cemaati işaret etmişti. 10 Eylül 2008 tarihinde Milli Gazete’de Eygi: “Türkiye’de çok dehşetli bir trajedi oynanıyor. Bu konuda açık yazamayacağım. Yine de bazı ipuçları vermek istiyorum: OYUNCULAR: ABD, İsrail, Siyasî İktidar ve bir Cemaat. Başka küçük oyuncular ve figüranlar da var. CEMAAT, ABD ve İsrail tarafından manipüle ediliyor. Hattâ onların hesabına çalışıyor.” yazmıştı. Mehmet Şevket Eygi, 7 Eylül 2008 tarihinde ise zekat paralarını yardım malzemesi olarak kullanan cemaati eleştirmiş ve bunun İslam’da yeri olmadığını söylemişti. Mehmet Şevket Eygi’nin isim vermemesine rağmen halife tasviri daha önceki yorumları ile birleştirilirse Fethullah Gülen’i işaret ediyor. Eygi, Siyonistler’in ve ABD’nin Gülen’i halife ilan edeceğini iddia ediyor. İşte Eygi’nin o yazısı: "SORULAR yöneltiliyor, cevaplar isteniyor. Bunlardan biri şudur: “Haçlıların, Siyonistlerin gizlice hazırladıkları Halife adayı kimdir?” Böyle bir soruya alenen veya gizli şekilde cevap vermem mümkün değildir.Bu konudaki bilgilerim zannî ve istihbarî bilgilerdir, delilli, senetli sepetli kesin bilgiler değildir. Binaenaleyh isim vermek doğru olmaz. Bir kısım Amerikalılar, Avrupalılar Türkiye’ye er veya geç İslâm’ın hakim olacağını anlamışlardır ve “Madem ki, gelecek, öyleyse bizim istediğimiz bir İslâm gelsin...” demektedirler. Yine bir kısım Batılılar, ülkemizdeki resmî ideoloji hakimiyetini yıkmaya ahd etmişlerdir. Onların istediklelri İslâm nasıl bir İslâm’dır? 1. Mümkün olduğu kadar fıkıhsız ve Şeriatsız sulandırılmış, light hale getirilmiş, suya sabuna fazla dokunmayan bir İslâm. 2. Ehlî/evcil bir İslâm. 3. Bİr hümanizma, bir çeşit Protestanlık şekline dönüşmüş İslâm. 4. Allah katında tek hak, geçerli, makbul dinin sadece kendisi olduğunu iddia etmeyen; Musevîliğin ve Nasranîliğin de ibrahimî hak dinler olduğunu kabul eden bir İslâm. 5. BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ile İslâm dünyasının parçalanmasını, ortaya bir yığın yetersiz ve birbirleriyle çekişen devlet çıkmasını öngören uysal bir İslâm. İşte Siyonistlerin, Haçlıların, emperyalistlerin Halife adayları yukarıda saydığım maddelere uyacak ve bunlar için çalışacaktır. Onlar bu iş için ortaya milyarlarca dolar koymuşlardır. Zerre kadar şüphe yoktur ki, böyle bir Halife: Gerçek bir Halife olmaz. Müslümanların böyle fantoş/kukla bir Halifeye biat etmeleri beklenemez. Halifelik şartlarından biri, Müslümanların başına imam ve emîr olarak geçecek zatın hür olmasıdır. Siyonistlerin ve Haçlıların adayı hür olmayacak, bağlı, bağımlı, uydu, küfrün emir kulu olacaktır. Müslümanların başına geçecek zatın inançlarının sahih olması gerekir. Sahih inanç ne demektir? Kur’ân’a, Sünnete, icma-i ümmete uygun olacaktır. İslâm’a, hak din olmak konusunda ortak getiren bir kimsenin akidesi bozuktur ve Müslümanların başına geçmesi asla caiz değildir. Çünkü böyle bir inanç Kur’ân’a, Sünnete, icmâya, akla, mantığa aykırıdır. Müslümanlar akıllarını başlarına toplasınlar ve küfrün Halife adayına şimdiden cephe alsınlar." ................ ........... Odatv.com
  12. Kadın olgusunu bir iç kavga, laik- Müslüman perspektifinde görmenin bir aptallık olduğunu kavramak için, bir fırtına gibi gelen 21. yüzyılda Türkiye büyüklüğünde bir ülkenin nasıl yaşayacağını sorgulamak temel işimizdir... Özellikle gazetelerin sürekli vurgulayarak halkı içine hapsettikleri konu ve kavramların içerik ve kapsamı çağdaş toplumlarla aramızdaki farkı açıklamak açısından aydınlatıcıdır. Köylülükten kentliliğe, folklordan uygarlığa geçmekte zorlanan toplumun idaresi de kendine uygun. Bu, genel çizgileriyle işleyen bir demokrasi modelidir. Örneğin oy atarken kadınlar kocalarını, aşiretler ağalarını, tarikatçılar şeyhlerini dinlerler. Bir bölüm halk da sadaka ekonomisine bağlıdır. Oyların kukla ipleriyle kontrol edildiği bir demokraside eğer çağdaş bir kalite aranırsa bunun en önemli göstergelerinden biri toplumun ilgilenip sorduğu sorular ve onlara verdiği yanıtlar olduğu savlanabilir. Bunun tersi de doğrudur. Çağdaş toplumların tartışabildiği soruları soramamak ve yanıtlayamamak da aynı şekilde gelişmemişlik göstergesidir. SİZ NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ? Alman Spiegel dergisi geçenlerde Alman kamu oyunun dikkatine sunulan üç konu sunmuştu: 1. Erkekler mi, kadınlar mı daha iyi şef oluyor? 2. Bankaların batmasında suç kimin? 3. Partisiz seçmen, partilere alternatif olabilir mi? Bu üç soruyu Türkiye ortamında kendimize sorsak ne olur? Kadınları paketlemek ve evlere hapsetmek isteyenlerin çokça olduğu bir toplumda kadın’ın erkek’ten daha iyi idareci olup olmadığı sorulabilir mi? IMF’nin jest ve mimiklerine bakarak hareket eden bir hükümetin idare ettiği bir toplumda kapitalizme, Amerikalıların bile söylediği ‘tefecileşmiş, yağmacı kredi sistemi’ desek, yıllardır tersini dinleyen bir kamuoyu ne der? Televizyonun mütebessim liberal ekonomi yorumcuları bir yıl önce neler söylediklerini acaba hatırlarlar mı? Partisini bir futbol kulübü olarak kabullenen insanlara politik bilinci uyanmış bağımsız seçmenin varlığını anlatmak kolay mı? Bu üç konuyu Türkiye’de kırsal-kültür-egemen medya düzeyinde tartışmanın yaratacağı kafa karmaşası açık. Fakat kadın sorunu gelecek açısından bir ölüm-kalım sorunudur. Henüz herkesin türban takıp, çarşafa girmemiş olduğu Türkiye’de bu çok ağırlıklı olguyu tartışmak zorundayız. Olasılıkla Türkiye’nin en büyük sosyal ve kültürel sorunu budur. Geçen gün Emre Kongar kadın örgütlerinin, kadın hareketlerine duyarsızlığı ile ilgili haklı bir eleştiri yazmıştı. Türkiye’nin yaşamı bu bağlamda büyük çelişkilerle doludur. Sabancı Holding başkanı bir kadın, TÜSİAD başkanı bir kadın. Kısa bir süre önce Anayasa Mahkemesi başkanı da bir kadındı. Kadın başbakanımız oldu. Kadın rektörlerimiz, dekanlarımız, başhekimlerimiz, profesörlerimiz, avukatlarımız, hâkimlerimiz, orta ve ilk öğretimde yüz binlerce öğretmenimiz, subaylarımız, polislerimiz var. Kadın iş gücü erkeğe yakın, toplamın %40’ı oranında. Türkiye ile karışlaştırılacak bir başka İslam ülkesi yok. Burada Cumhuriyetin devrimsel başarısı açık. ÜRETİM SORUNU... İslam ülkelerinin gelecekteki temel sorunu, nüfusun yarısının katılmadığı üretim sorunudur. Dünya daha kalabalık ve daha aç olduğu, susuz ve enerji kısıntısı içinde yaşadığı zaman, kadına özel elbise giydirseler de, Müslüman toplumlar onu üretim sürecine katmak zorundalar. Müslüman kadının bugünkü durumu kentlileşememiş ülkelerle, petrol mirasyedisi olan ülkelerde iç açıcı değil. Petrol bittiği zaman bütün Arap ülkeleri Dubai gibi olmayacak. Almanlar seksen milyonluk bir Almanya üzerinde gelecek planlarken, Türkiye kırk milyon erkek üzerinde gelecek hesabı yapabilir mi? 100 yıl önce nüfusun %90’ı köylerde yaşarken tarımsal üretim köylü kadının sırtındaydı, köylü kadınlar tarlada çalışırlardı. Köyler kentlere taşındıktan sonra bu katkı çok azaldı. Dünyaya at gözlüğü ile bakıp nesnel olarak değerlendiremeyenlerin anlamadıkları ama içinde yaşadıkları evrensel bir olgu var. Kadın politikada, eğitimde, sporda, ticarette erkek kadar yer alıyor. Kadın çağdaş dünya yaşamı ile bütünleşmiş bir imgedir. Türkiye’nin kadınları da bu imgenin içinde yetiştiler. Türbanlı bir kadın 19. Yüzyılın gravürlerinden çıkmışa benziyor. Evet, kapalı kadın bir Türkiye gerçeğidir. Fakat bunu din bağlamında tartışmak anlamsızdır. Kuran tartışılamadığı için Kuran’dır. Ama kaza, ölüm, üretim, mutluluk ve konfor insanların tartışmak zorunda olduğu yaşamsal gerçeklerdir. KADINSIZ DÜNYA HAYALİ... Gelin, kadının evde oturup geleceğin dünyasında yaşayabileceğimizi düşünenlerle ortak bir hayal kuralım: Önce büyük mağazalar ve alışveriş merkezlerinden başlayalım. Buralardaki kadın satıcıları evlerine gönderelim, yerlerine bıyıklı gençleri koyalım. Sonra bankalardaki kadın memurları ayıklayalım, yerine kabak kafalı genç adamları koyalım. Sonra ilköğretim öğretmenlerinin kadın olanlarını evlerine gönderelim, yerlerine imam hatip okulu mezunu erkekleri yerleştirelim. Sonra sırasıyla kadın avukatları, doktorları, mimarları, mühendisleri, devlet dairelerinde çalışan sekreter ve müdürleri evlerine gönderelim, ya da onlara, yerlerine yeterli erkek bulana kadar, şimdilik, uzun pardösüler ve türbanlar giydirelim. Sonra turistik otellerde çalışan kadınların hepsine, turistik olsun diye, şalvar giydirip başlarına da güzel yemeniler bağlatalım. Yüzlerine tül peçeler de takarsak daha gizemli olur. Sonra kadın askerleri, kadın polisleri terhis edip evlerine gönderelim. Kuşkusuz daha önce toplumun ahlakını bozan kadınlı reklamları ortadan kaldırmamız ve modellik mesleğini yasaklamamız gerekir. Avrupa’dan gelen dergilerin de, Suudi Arabistan’da yapıldığı gibi, kadın resimli olanlarının mahzurlu olanlarını keserek sansürden geçirmemiz gerekir. Bu büyük bir iş alanı açacaktır. Önemli bir makalenin ilk sayfasının arkasında bir kadın resmi varsa o sayfa okunmayacak. Ben 1986 da Suudi Arabistan’da çalışırken buna bir çare bulamamışlardı. Turizmi bu koşullarda gerçekleştirmek için bütün otellerin çevresine ciddi bariyerler çekilmesi, etraflarına da nöbetçi konması gerekecektir. Köktenci bir deney olarak, Beyoğlu ve Bağdat Caddesi’ni açık saçık giyinen kadınlardan temizleyip, Fatih Çarşamba’sından çarşaflı bindirilmiş kıtalar getirmeyi de deneyebiliriz. Böylece Beyoğlu Beyoğlu olalı görmediği kadar İslami bir çehreye bürünecektir. Bu değişikliğin fotoğraflarını Avrupa Birliği’ne gönderirsek bizim ne kadar ciddi olduğumuzu anlayıp birliğe hemen alacaklardır. Fakat bu değişikliğin köklü olmasını sağlamak için elinde sopa bir mutavva (din polisi) örgütünün kurulması gerekir. Kuşkusuz bir anayasa değişikliği de gerekecektir. Açık saçık, ahlak bozucu görüntüleri engellemek için İran’daki gibi, yabancı televizyonların, internet’lerin yasaklanması gerekecektir. Sayısı artacak işsizler ordusunun etrafa saldırmaması, tahrik olmamasına dikkat etmek zorunda kalacağız. Kadın üretimden çıkınca Türkiye’nin ortalama geliri en az %30 azalacağı için hükümetler maaşları da en az o kadar azaltmak zorundalar. GERÇEKLEŞME OLANAĞI VAR MI?... Bu senaryo, çağını yaşamakta güçlük çekenlerin durumunu anlatmaya çalışan bir parodidir. Bir hayal. Fakat nasıl olacağını düşünmeseler bile bunu düşleyenler etrafımızda var. Türkiye’nin nüfusunun bir yüz yıl öncesine göre neredeyse on kat arttığını düşünüp, basit bir hesap yapamayan sayısı bu toplumda hâlâ kabarık. Böyle bir köktenci değişikliği kuşkusuz ne AKP, ne dünya, ne de vatandaş hayal ediyor. Ne de gerçekleşmesi olanağı var. Fakat pek çok insanın, her an boğazları sıkılacakmış gibi bir halleri var. Etrafımda ‘İran’da nasıl oldu?’ diyen pek çok aydın var. İran’ın Türkiye’den ne kadar geri ve Şiiliğin nasıl örgütlü olduğunu ve Türk toplumu ile İran toplumları arasındaki farkları bilmiyorlar. Gerçi Türkiye gericinin gericisi de barındırıyor. Fakat bu tür gerici dünyada her yerde var. Kadın olgusunu bir iç kavga, laik- Müslüman perspektifinde görmenin bir aptallık olduğunu kavramak için, bir fırtına gibi gelen 21. yüzyılda Türkiye büyüklüğünde bir ülkenin nasıl yaşayacağını sorgulamak temel işimizdir. İki temel sorun var: Birincisi üretimin en üst düzeylerde olması ve içeriğinin yeni teknolojilere uymasıdır. İkincisi, insan özgürlüğünün elden kaçırılmamasıdır. Çünkü özgür olmadan, bilgiyle donanmadan üretimi arttırması olasılığı yok. Ne yazık ki uygarlığın kadının özgürlüğüne kavuşması (emancipation’u) ile paralel geliştiğini hâlâ öğrenememiş olanlar İslam dünyasını yönlendiriyor. Bu ikisinin birbirine bağlı olduğunu göremeyenlerin çağdaş dünyayı anlamaları olanaksızdır. Bu, sayı saymayı bilmemekle aynıdır.. Çağdaş dünyayı erkek kadar kadın da yaratıyor. Önce sayısal olarak buna mecburuz. Kadının rolü dünyada görsel olarak daha fazladır. Kadın öğretmenin duyarlılığına, kadın hemşirenin şefkatine gereksinmemiz var. Suudi Arabistan’da ordunun hastanelerinde çalışmak için Filipinlerden Katolik hemşireler getiriyorlardı. Allah Müslüman kadınları başkalarından eksik yaratmadığına göre onları bu hale sokan ancak budala insan yorumları olabilir. Her bankonun arkasında kadına, tebessümü ve inceliği ile gergin dünyayı yumuşatmak, insancıllaştırmak, güzelleştirmek için gereksinmemiz var. Bunları toplum olarak algılamakta geç kaldığımız oranda, çekilecek sıkıntıların doğasını görsel olarak dünya basınından izlemek olası. Ama okuma-yazma bilmeyen dünya basınını izlemiyor. O zaman Emre Kongar gibi sormalı: Partiler, sivil toplum kuruluşları oturup hiçbir şeye ses çıkarmayan sözde aydınlar sahiden varlar mı? Saygılar... DİPNOT... ______________________________ ____________________ ____________ ________ Doğan KUBAN...
  13. Doktor yerine dua!... Bir New York sabahı hızla metronun merdivenlerinden inerken, elime bir gazete tutuşturuyor birisi. “Dünyanın en büyük küresel gazetesi” sloganıyla yayımlanıp bedava dağıtılan Metro gazetesiymiş meğerse. Trene bindiğimde görüyorum ilk sayfadaki manşeti: 11 yaşındaki hasta kız, anne ve babası doktor aramak yerine dua etmeyi tercih edince hayatını kaybetti... Kızın adı Madeline. Öldükten sonra yapılan otopside şeker hastası olduğu, fakat zamanında müdahale edilemediği için vücudunda azalan insülin oranı nedeniyle öldüğü ortaya çıkıyor. Soruşturmayı yürüten polis şefinin verdiği bilgiye göre, bir ay önce hastalık belirtileri başlamış olmasına karşın, ailesi Madeline’i doktora götürmeyi reddediyor. Nedeni, aşırı dindar olan ailenin, kızlarının hastalığını doktorların değil, duaların iyileştireceğine inanması! Haberi okudukça ürperiyorum. Bu çağda hâlâ hastalıkların Tanrı’dan geldiğini ve bu nedenle de sadece duayla geçebileceğini düşünmek dehşet verici... 21. yüzyıldan 12. yüzyıla geri dönüş mü yaptık acaba? 12. yüzyılda yaşıyor olsaydık, bu bağnazlık karşısında nasıl tepki verirdik? Aydınlanmayı yaşamayan insanoğlu, böylesine bir cehaletin neden olduğu vahşeti kabul edilebilir bulur muydu? Bunun yanıtını vermek için, önce aydınlanmanın ışığını hissetmeyen toplumlara bakmak gerekir. Bu tür toplumlarda insan, sorgulamayan ve eleştirmeyen, yalnızca kalıp halinde sunulan emirlere biat eden bir varlık olarak kalır. İnsan, bir kere aklını kullanmayı bırakıp dogmalara inanmaya görsün, ondan sonrasında düşeceği karanlığın ucu bucağı yok. Kızları gözlerinin önünde komaya girip can çekişse bile, düşünme yeteneğini kaybeden beyinler uyuşmuştur bir kere... Onlara göre tek doğru vardır; o da değişmez. Bulabildikleri tek çözümse, kadere boyun eğip dua etmektir. Bu gazete haberini, Amerika’da özellikle Evanjelistlerin iktidarında artan bir tartışma kapsamında değerlendirmek gerek. Nasıl oluyor da birçok bilim dalında dünyanın en ileri ülkesi olan Amerika’da hâlâ bu tür olaylar yaşanabiliyor? Gerçek şu ki, Amerika’da bilimi sanki dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bir kesim var. Bu ülkede, özellikle son sekiz yıldır, bilimsel çalışmalar dini nedenler gösterilerek engelleniyor. Milyonlarca hastanın yaşam umudu olabilecek kök hücre araştırmalarına izin verilmiyor. Dine aykırı olduğu söylenerek kürtaja karşı çıkılıyor. Hatta bazıları, anne tecavüze uğramışsa bile kürtaj hakkı olmaması gerektiğini savunuyor... İsa Peygamber, yaşamında kürtaja karşı hiçbir şey söylememiş, ama dincilere bakarsanız kürtaj dine aykırı... Fanatik dincilerin aldatmacalarına kanmayan Amerikalılar soruyor: İsa, yaşadığı süre boyunca savaşlara karşı değil miydi? Sürekli insan hayatının değerini vurgulamamış mıydı? Madem o kadar dine bağlısınız, neden ülkeyi haksız yere bir savaştan diğerine sürükleyip suçsuz insanların hayatıyla oynuyorsunuz? Bu dincilerin yöntemi her yerde aynı; peygamberlerin söylemediğini, kutsal kitaplarda yazmayanı değişmez emirmiş gibi topluma dayatmak, dinen açıkça yasaklanmış olanı da görmezden gelmek... Tanıdık geliyor değil mi? Din ile bilimi sanki karşı karşıya iki ayrı inançmış gibi gösterenlerin topluma sundukları ayrım da şu: Ya dindarsınız ya da bilimden yanasınız... Ya inanıyorsunuz ya da inanmayanlardansınız... Bu, çok tehlikeli bir ayrımdır. ............. DİPNOT... _____________________________________________________ Zülal Kalkandelen</B>
  14. 'Türban düzenlemeleri laikliğe takılır... Yüksek Mahkemenin gerekçeli kararı Resmi Gazete'de yayımlandı. İşte o kararda ön çıkan başlıklar.. Türbana serbestlik getirecek Anayasa değişikliğinin iptaliyle ilgili gerekçeli karar belli oldu. Ana gerekçe laiklik ilkesine aykırılık ve cumhuriyet ilkelerinden sapma olarak gösterildi. Mahkeme Meclis'e 4. maddeyi hatırlatarak "sınırı aşma" uyarısı yaptı. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ve Sacid Adalı katılmadı ve karşı oy verdi. BAŞKALARININ HAKLARINI İHLAL Anayasa Mahkemesinin, başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasına ilişkin Anayasa değişikliğinin iptaline ilişkin gerekçeli kararında, "Düzenlemenin, yöntem bakımından dini siyasete alet etmesi, içerik yönünden de başkalarının haklarını ihlale ve kamu düzeninin bozulmasına yol açması nedeniyle laiklik ilkesine açıkça aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır'' denildi. BASKI ARACINA DÖNÜŞME OLASILIĞI ''Bireysel bir tercih ve özgürlük kullanımı olsa da kullanılan dinsel simgenin tüm öğrencilerin bulunmak zorunda olduğu dersliklerde veya laboratuvar ortamlarında, farklı yaşam tercihlerine, siyasal görüşlere veya inançlara sahip insanlar üzerinde bir baskı aracına dönüşmesi olasılığı bulunmaktadır'' TEMEL HEDEF DİNİ AMAÇLI ÖRTÜNME 5735 sayılı Kanun'un genel gerekçesi, 1. ve 2. maddelerin gerekçeleri, Anayasa Komisyonu ve Genel Kurul görüşmelerinde yapılan açıklamalar incelendiğinde; temel hedefin, ''bir kamu hizmeti niteliği bulunan yükseköğrenim hakkını kullananlar yönünden dini amaçlı örtünme serbestisi tanınması olduğunun anlaşıldığı'' vurgulandı. DAYATMA YÖNTEM OLARAK BENİMSENDİ ''Dava dilekçesinde belirtilen hususların dışında, Meclis görüşmelerinde, dava konusu kuralların, üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağı nedeniyle eğitim haklarını kullanamayan öğrencilerin sorunlarını çözme olasılığını barındırsa bile, toplumdaki kaygıların giderilmediği ve güvence taleplerine sessiz kalındığı, demokratik uzlaşma yolları dışlanarak meydan okumanın veya dayatmanın yöntem olarak benimsendiği gerekçeleriyle eleştirildiği tutanaklardan anlaşılmaktadır'' REFAH VE FAZİLET KARARLARI Anayasa Mahkemesinin 7 Mart 1989 günlü kararıyla ''dini inanç gereği başörtüsü takılmasına izin veren bir düzenlemenin başkalarının hak ve özgürlükleri, dinin araçsallaştırılması ve kamu düzeni bakımından Anayasa'ya aykırı bulunduğu'' anımsatılan gerekçeli kararda, ''dinsel kaynaklı düzenlemelerle girişimlerin Anayasa karşısında geçerli olamayacağını'' belirten Anayasa Mahkemesinin 9 Nisan 1991 günlü kararları ile 16 Ocak 1998 günlü Refah Partisi kararı ve 22 Haziran 2001 günlü Fazilet Partisi kararında bu hususların yinelendiğine işaret edildi. Gerekçeli kararda, Danıştayın içtihatlarının da benzer yönde geliştiği vurgulandı. TEKLİF DAHİ EDİLEMEZ MADDELERİNE AYKIRI Buna dayalı olarak da ''Anayasa değişikliğine ilişkin tekliflerin her şeyden önce Anayasa'nın Başlangıç bölümü ile 1. ve 2. maddelerinde yer alan ilkelerde en küçük bir sapmayı veya değişikliği öngöremeyecekleri, değişikliklerin sözü geçen ilkelerin tümünü veya herhangi birisini hedef alması durumunda teklif edilemeyecekleri ve yasama meclislerince kabul edilemeyecekleri, teklif edilmeleri ve kabul edilmeleri durumunda ise Anayasa'nın 9. maddesinde belirtilen biçim koşullarına aykırı olacağı''nın belirtildiği hatırlatıldı. ANAYASA MECLİS'TEN ÖNCE Anayasa'nın 148. maddesinde öngörülen teklif ve oylama çoğunluğuna uyulmaksızın gerçekleştirilecek bir Anayasa değişikliği hukuken geçerli olamayacağı gibi, değiştirilmesi teklif edilemeyecek bir Anayasa kuralına yönelik değişiklik teklifi yasama organının yetkisi kapsamında bulunmadığından, yetkisiz olduğu bir alanda yasama faaliyetine hukuksal geçerlilik tanımak da mümkün değildir. MECLİS'E ÇİZİLEN SINIRLAR AŞILMAMALI ''Bu durumda Anayasa'nın 4. maddesi dahil olmak üzere her bir maddede yapılacak değişikliklerin siyasal düzende değişikliklere ve kurucu iktidarın yarattığı anayasal düzende dönüşümlere yol açması mümkündür. O halde Anayasa'nın diğer maddelerinde yapılacak değişikliklerle Anayasa'nın 4. maddesinin yasama organı için çizdiği sınırların aşılma olasılığı göz ardı edilemez. ANAYASA'YA UYGUN OLMALI Dolayısıyla Anayasa'nın ilk üç maddesinde değişiklik öngören veya Anayasa'nın sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak aynı sonucu doğuran herhangi bir yasama tasarrufunun da hukuksal geçerlilik kazanması mümkün olmadığından, bu doğrultudaki tekliflerin sayısal yönden Anayasa'ya uygun olması tasarrufun geçersizliğine engel oluşturmayacaktır. Açıklanan nedenlerle, Anayasa Mahkemesinin, 5735 sayılı Kanun'un 1. ve 2. maddelerinin Anayasa'ya uygunluğunu inceleyebileceğinin ve söz konusu maddelerin Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerini değiştiren hükümlerinin Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen niteliklerine aykırı olup olmadığı, aykırı olduğuna karar vermesi halinde bu hükümleri Anayasa'nın 4. maddesindeki değiştirme yasağına aykırılık nedeniyle iptal edebileceğinin kabulü gerekir.'' _______________________________________ http://www.milliyet.com.tr/Siyaset/SonDaki...p;b=&ver=05
  15. Belkide şimdi... Tüm bu tartışmalar sonucunda tam bir değerlendirme yapmanın tam sırası... Yüzyıllardır Kürdüyle, lazıyla, Alevisiyle, Sunnisiyle ve Tarkyalısıyla bu topraklarda iç içe yaşadık ve yaşıyoruz... Küllerinin içinden yeniden doğup yedi düvele karşı devrimci bir cumhuriyeti ortak kurmuşuz... Bütün Anadolu'da, Dicle-Fırat boylarında, Mezopotamya'da ortak bir yazgıyı paylaşmışız, paylaşıyoruz... Birbirimizle kız almışız, kız vermişiz, damat almışız, içgüveysi gitmişiz. vs. yani hepimiz etle tırnak gibi kaynaşmışız... Aslında bu birleşemenin tutmuş bir mayası var... O maya da Emperyal güçlere karşı tutan bir mayadır... Bugün dünya halklarının başsorunu, ABD'nin gemi azıya almış zorbalığı değilde nedir?.. Ve bunun başlıca uygulama alanı ise Irak'ın işgaliyle başlayan Büyük Ortadoğu Projesi değilmidir... Neden mi bunu yapıyorlar/yapmak istiyorlar... Çünkü bizler daha Kürt kardeşlerimizle... Diliyle barışamamış/barışmayı becerememişiz... Kültürüyle barışamamış/barışmayı becerememişiz... Kimliğiyle barışamamış/barışmayı becerememişiz... Varlığıyla barışamamış/barışmayı becerememişiz... Peki tüm bu becerisizliklerimizi kim değerlendiriyor/değerlendirmek istiyor bugün... Emperyal emelli güçler... Ve epey yol kat ettiler... Neden mi... Şöyle bir aynaya bakmamız yeterli aslında... Siz düşünebiliyormusunuz... Kürt kardeşlerimiz o kadar aptal mıdır ki Türkiye bölünsün de; İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Antalya, Adana Türk'e düşsün... Mardin, Siirt, Bitlis, Hakkâri, Bingöl; Urfa da Kürt'e kalsın... Oysa bütün Anadolu bugün bizimdir, Edirne'den Hakkâri'ye kadar... Amaaaa Türkler patron, Kürtler kapıcı ve odacı; oluyorsa (işte bu) olmaz arkadaşlar, olmaz... Şimdi sözüm ona bizdeki şoven milliyetçilerine... Kendi halkını ezen bir ulus özgür olabilirmi... Olamaz!... Türkiye mutlaka kendi Kürtlerini kazanmanın yolunu bulmalıdır ve bulunacaktır... Yıllardır Kürtleri aşağılayıcı, hor görücü, düşmanlık güdücü davranışlardan kesinlikle kaçınılma zamanıdır... Etle tırnak gibi iç içe geçtiğimiz Kürt kardeşlerimizi emperyalistlerin saflarına itemeyiz / itmemeliyiz. Türk-Kürt bu topraklarda yazgımız ortak... Şimdi bir soru... Bunca yıl birlikte yaşadığımız vatanımızdan mı olacağız?... Yoksa güzelim coğrafyamızı yine başkasına cetvelle çizdirme aymazlığına mı kapılacağız?... Düşünelim lütfen!... Saygılar... DİPNOT...
  16. AŞKIN PEŞİNDE /ELEGY ... YönetmenIsabel Coixet SenaryoNicholas Meyer, Philip Roth OyuncularSonja Bennett, Patricia Clarkson, Penélope Cruz, Antonio Cupo, Michelle Harrison Filmin Türü Drama, Romantik Orijinal AdıElegy Yapımcı FirmaLakeshore Entertainment Yapım Yılı2008 Yapım ÜlkesiABD Orijinal Diliİngilizce Filmin Süresi108 dakika Dağıtıcı FirmaPinema Vizyon Tarihi 10.10.2008 FİLMİN KONUSU: Philip Roth'un The Dying Animal adlı romanından uyarlanan filmde, Karısını ve onu hiç bir zaman affedemeyen oğlunu yıllar önce terk etmiş bir üniversite profesörü olan David Kepesh her ay rutin olarak Caroline adlı bir kadınla ilişkiye girmektedir. Aslında İkisinin de yaşları ve kişilikleri birbirine çok uygundur. Ama David ona hayran olan Consuela'ya gönlünü kaptırır ve aralarında uzun bir ilişki başlar. Ancak David'in yaşlılık kompleksi kendisini istemediği düşüncelere sokar. Consuela'nın daha genç biri için onu terk edeceğini düşünür ve David yaşı dolayısıyla Consuela'nın ailesiyle tanışmaktan çekinir. Bu düşünceler ikilinin ilişkisini yıpratmaktadır. Külkedisi masalları sinemaya zaman zaman Hollywood versiyonlarıyla uğrar. Bunlar genelde gerçek olamayacak kadar büyülü olduğundan seyirciyi farklı dünyalara taşır. Türkçe’ye Aşkın Peşinde olarak çevrilen Elegy çağdaş olduğu kadar gerçekçi bir aşkın peşinden gidiyor. “Elegy” sözcüğünün anlamı ağıt, bu film için aşkın ağıtı anlamında düşünmek de mümkün. İlk bakışta geçkin bir profesörün öğrencisine duyduğu aşk klişe bir konu gibi gelebilir ama yönetmen Isabel Coixet’in kadın duyarlılığıyla yakaladığı açılar ve dalgalanan kamerası seyirciyi ayakları yere basan gerçekçi bir aşk öyküsünün içine sürüklüyor. David Kepesh yaşlı bir bir profesör aynı zamanda haftada bir televizyon programlarında konuşma yaptığından az da olsa ünü var. Biraz ukala kadınları seks için kullanıyor, yıllar önce karısını terk etmiş “evlilik” kurumuna karşı, zaten uyum da sağlayamıyor. Bu yüzden de neredeyse yirmi yıldır sadece seks için biraraya geldiği bir kadın bile var. Diğer yandan Consuela Castillo üniversiteden mezun olmak üzere. David öğrencilerle flört etmeye tövbeli olduğundan ancak mezunyetinden sonra yaklaşabiliyor Consuela’ya. Kübalı bir aileden gelen Consuela’nın kendine has, egzotik bir havası var. Yaşından daha olgun bir görüntü çiziyor. Bir gece tiyatroda başlayan beraberlik yerini aşka bırakırken David de kendini sorgulamak zorunda kalıyor. Genç ve güzel bir kadınla yaşadığı tutkulu aşkın altında ezildiğinden yaşlılığından daha da çok korkup, takıntılı ve kıskanç bir adama dönüşüyor. Eski, müzmin ve onu her daim dinleyen dostu George da bu süreçte yanında olmaya çalışıyor. David’i “yaşlanmaktan değil, büyümekten kork” diyerek uyarsa da faydası yok. Çünkü kendi isteklerine göre yaşamış ve aşkı tatmamış olan David, tanık olduğu olaylarla birlikte yeniden büyüyor. Pulitzer ödüllü Philip Roth’un “The Dying Animal” adlı romanından uyarlanan, Aşkın Peşinde katkısız bir aşk hikâyesi, alt metinleri altı çizili konuları yok; biraz deşilirse yaşılıktan korkan geçkin erkeklerin sorunları, oğluyla yüzleşmeye çalışan bir babanın çabası ve kanser hastalığına ilişkin göndermeler bulmak mümkün. Fakat tüm bu ayrıntılar sadece öykünün oluşmasını gerektiren öğeler gibi duruyor çünkü merkezde aşkın kendisi var. David ne olduğunu anlayamadan Claura’ya aşık olunca aslında kaçmaya çalıştığı şeyin tam da ortasına düşüveriyor. Ne kadar kendini bırakmış ve kaptırmış olsa da diğer kadınla ilişkisini sürdürme çabası kaçmaya çalışmasının bir göstergesi gibi; yine de Consuela ile başlayan süreç David’in sadece kendini sorgulamasını değil hayatı başka bir açıdan görmesi için de bir başlangıç oluyor. Consuela’nın büyüleyici güzelliği, bedeni David’i etkilese de onda diğer kadınlarda yakalayamadığı bir şeyi buluyor. David, bir kadındaki iç güzelliği yakalamayı çok zor bir yolla olsa da öğreniyor. Aşkın Peşinde mekân olarak New York’ta geçse de burada geçen aşk filmlerinin genelinde kullanılan merkezlerden uzak; Claus ve David’in deniz kenarları ya da cafeleri tercih etmesi, filmin New York’tan ziyade bir Avrupa kentinde geçtiği hissini de uyandırıyor. Sadece David ve Consuela var gibi diğer karakterler bir görünüp bir kayboluyorlar. Penelope Cruz’a, Kübalı, genç olduğu kadar olgun kadın rolü çok yakışmış. Ben Kingsley’in oyunculuğuyla ilgili birşey söylemek çok zor. Zira ilk saniyeden itibaren ortada sadece David var. Kingsley, David’i o kadar güzel yorumlamış ki aşk filmi sevmeyenler bile bu performansa şahit olmak için filmi görebilir. “My life without me ”filmiyle ünlenen Isabel Coixet’in sıcak, gerçekçi, ve içten yapımı “Aşkın Peşinde” Penelope Cruz ile Ben Kingsley eşliğinde keyifli ve duygusal bir film. “Bir erkeğin hayatındaki en büyük sürpriz yaşlılıktır” cümlesiyle açılarak, David’in karşılaştığı sürprizlerle besleniyor. Film Resimleri Seanslar. AnkaraAFM Cepa[/size]11:15 - 13:50 - 16:25 - 19:00 - 21:35Cinebonus (Bilkent)(312) 266 16 27 11:40 - 14:10 - 16:40 - 19:10 - 21:40 00:10 (Cu/Cts)Cinebonus (Panora)[/size]11:35 - 14:05 - 16:35 - 19:05 - 21:35. İstanbul AnadoluAFM Budak444 1 AFM (236) 11:00 - 13:30 - 16:00 - 18:30 - 21:00Capitol Spectrum 14 (216) 651 33 3011:45 - 14:15 - 16:40 - 19:10 - 21:45 00:00 (Cu/Cts)Cinebonus (Tepe Nautilus)(216) 339 85 8513:30 - 16:00 - 18:30 - 21:00 - 23:30 (Cu/Cts)Cinebonus Palladium(216) 663 11 41 11:30 - 14:00 - 16:30 - 19:00 - 21:30. İstanbul AvrupaAFM Akmerkez444 1 AFM (236)11:20 - 14:00 - 16:40 - 19:20 - 22:00AFM Park(212) 444 12 3611:25 - 14:00 - 16:35 - 19:10 - 21:45 00:20 (Cu/Cts)AFM Teşvikiye(212( 230 94 38 11:00 - 13:30 - 16:00 - 18:30 - 21:00Cinebonus (G-mall) (212) 232 44 4012:00 - 13:00 - 14:15 - 16:45 - 19:15 - 22:00 - 23:30 (Cu/Cts)Cinebonus (Kanyon) 353 08 53 11:30 - 14:00 - 16:30 - 19:00 - 21:30 00:00 (Cu/Cts)Cinebonus Astoria11:00 - 13:00 - 15:15 - 17:30 - 19:45 - 22:00 00:15 (Cu/Cts)Cinebonus Capacity(212) 212 559 49 4911:15 - 13:45 - 16:15 - 18:45 - 21:15 - 23:45 (Cu/Cts)D-Point cinecity02123521666 11:30 - 14:00 - 16:30 - 19:00 - 21:30 00:00 (Cu/Cts)Gazi(212) 247 96 6511:00 - 13:00 - 15:00 - 17:00 - 19:00 - 21:00Megaplex (Cevahir AVM) (212) 380 15 15 15:00 - 17:15 - 19:30 - 21:45. İzmirAFM Ege Park Mavişehir(232) 324 42 64 11:15 - 13:40 - 16:00 - 18:30 - 21:00 - 23:15 (Cu/Cts)AFM Forum(232) 373 03 50 11:10 - 13:40 - 16:10 - 18:40 - 21:10Cinebonus 11:30 - 14:00 - 16:30 - 19:00 - 21:30 00:00 (Cu/Cts)Cinebonus YKM0232425012511:15 - 13:45 - 16:15 - 18:45 - 21:15 - 23:45 (Cu/Cts)
  17. DÜNYACA... Burda, Hindistan'da, Afrika'da, Her şey birbirine benzemektedir. Burda, Hindistan'da, Afrika'da, Buğdaya karşı sevgi aynı, Ölüm önünde düşünce bir. Nece konuşursa konuşsun, Anlaşılır gözlerinden dediği. Nece konuşursa konuşsun, Benim duyduğum rüzgarlardır, Dinlediği. Biz insanlar ayrı ayrı kalmışız, Bölmüş saadetimizi çizgisi yurtların; Biz insanlar ayrı ayrı kalmışız, Gökte kuşların kardeşliği, Yerde kurtların... ____________________________ Fazıl Hüsnü DAĞLARCA... Mavi'ye ve Dağlarca'ya saygı ve sevgilerimle...
  18. Sayın Dogrucudavut... (Yukarıdaki düşüncelerinize istinaden...) 1- Bugün hiçbir kürt vatandaşımız dil konusunda tamıyle kendi dil ağırlığında eğitim görmek istediğini görmedim... 2- Oradaki insanların bir çoğu Türkçe bilmiyor diyorsunuz, evet bilmiyor ama bu benim veya senin problemin değilki, Devletin problemi, bugüne kadar ihmal edilen ve birçok konuda yoksun bırakılmış bu insanlarımızın dil konusunda hassasiyet gösterme nedenlerinin başında da bu geliyor ve haklılar... 3- Bence düşüncenizin aksine oradaki insanlarımızın bir çoğu Türkçe biliyor ve ve eğitim konularında kendilerine hem ana dilleride öğretilmeli, bu onların kültürü ve bu kültürün yaşatılması Devlete bir zarar vereceğini sanmıyorum. Aynı şekilde Kürtçe TV'leride olabilir bundan ben korkmam, Sende korkma lütfen ve biz hep birlikte yaşadığımız bu topraklarda her tür insanla barış içinde yaşayabileceğimiz mayamız var bizim. Yeterki biraz anlayış, sağduyu ve hoşgörümüz olsun... Diğer taraftan... Artık hep birlikte konuşulamayanları konuşmamız gerekiyor... Bağırıp çağırarak, sürekli başkalarını suçlayarak bu akan kanı durdurmak mümkün değil... Herkesin ezberini bozup soğukkanlılıkla düşünmesi gerekmektedir... O insanlarımızı silaha sarılmalarını önleyecek ortamı yaratacak düzeni kurmak da siyasilerin ve devletin görevidir... Ve en önemlisi; Bu ülkenin bölünebilmesi fiilen imkânsızdır bunu biliyoruz... Tamam, yetti artık dese de birileri, fiziki ve coğrafi olarak kimse yapamaz bunu... Bu ülkenin Kürt olmayan ya da Türk olmayan hiçbir yeri yoktur... Milyonlarca evlilik olmuş bin yıldır... Kimin Türk ya da Kürt olduğunu tespit etmek de mümkün değildir... Ve hepimizde biraz Kürtlük ya da Türklük olabilir... Bu gerçeği bilmemiz... Birbirimizi anlamamız için yeterli bir sebeptir... Saygılar... DİPNOT...
  19. Sayın demirefe... Ve Dogrucudavut... Yazının 'NOT' bölümü hala size ait bir cevap bekliyor... (Acele etmeyin lütfen... Uzun süreceğini tahmin ettiğim için bekliyor olacağım..) Saygılar... DİPNOT...
  20. Değerli arkadaşlar... Benim yetmediğim konular, eksik kaldığım düşüncelerim tabiki olabilir... Ve eleştirel taraflarım... Bunu anlayışla karşılarım... Fakat şunu söylemeden geçemeyeceğim... Şiddetle Kürt halkı ne istiyor?...Deniyor... Bakın arkadaşlar; Tekrar daha da açarak belirteyim... Kürt halkının isteklerin şunlar; Kardeşlik için kardeşlik haklarımızı tanıyın... Özgür olalım... Eşit olalım... Dilimizi kültürümüzü engelsiz yaşayabilelim, Bizi de insan yerine koyun... Biz birlikte, ama demokrasi içinde birlikte yaşamak istiyoruz... Biz Kürtler olarak bunca zulme rağmen kardeşliğe açığız ve senden de insanca, demokratça yaklaşımlar bekliyoruz, böyle davranırsan uzattığın eli sıkmaya da hazırız diyoruz... Kürtlerin genel olarak talepleri ve istekleri bunlar arkadaşlar ve bu istek ve talepler aşırı istek ve talepler mi sizce söylermisiniz... Şimdi soruyorum... Bu istek veya talepler Ülkemizi bölecek talepler mi?... Türk olsun, Kürt olsun bu ülkede yaşayan, aklı başında olan, vicdanını yitirmemiş hiç kimse bu taleplere aşırı talepler olarak bakamaz. Gelin şöyle bir zahmet binlerce yıllık bir Kürt tarihine bakalım... Zorluklarını, geldikleri noktaları, ezilmeleri, yoksulluklarını, açlıklarını, savaşlarda bile tanpon gibi kullanılmaları vb... Ama bana gören onlar yinede son derece sağ duyulular ve sabırlılar... Bin yıllık kardeşliğe uyan bu talep ve istekleri ileri sürüyorlar ve sürmelerinide bir insan olarak haklı buluyorum... Saygılar... DİPNOT.... _____________________________________ NOT... Sayın demirefe ve Dogrucudavut arkadaşlar.... Ben bunları Kürt halkına güvenerek, inanarak, onların kardeşliğinden şüphe duymayarak, birlikte çok güzel bir ülkede hep birlikte mutlu yaşayayacağımıza inanarak söylüyorum... Peki siz lütfen belirtirmisiniz... Birde sizden dinleyelimKürt insanın isteklerini... (Konu o zaman daha bir netlik kazanacağından şüphen yok ve hem böylece birlikte zaman kaybetmemiş oluruz...) Bekliyorum....
  21. Cevap... 1_ Hem evet hem Hayır... Evet çünkü; Sorunun Evrensel değerlendirimesi gerektiğini bununda Kürt kimliği ve hareketine nasıl yaklaşılması gerektiğini bir ifadesi olarak kullandım... Hayır çünkü; Kürt kimliğini ulusal nitelikte görmüyorum.. 2_ Kürt halkının istekleri; Kürt halkı üzerinde baskı kalkmalı ve sorunlar bir bütünlük içinde ele alınılması. Kürt halkının talepleri anayasal güvence altına alınması ve herkes barış içinde elinde gelenin yapılması... Dilini, kültürünü ve kimliğini özgürce yaşamak ve anadilini özgürce kullanması... Demokratik bir temelde güvence ve ülkenin birlik ve bütünlüğü için güçbirliği, etkin ve kalıcı politika... Ekonomik ve toplumsal eşitsizlikleri giderebilecek bölgesel çalışma... Kültürel dengesizliği ortadan kaldırabilecek topyekün ve seferbeklir ve çalışma... Bölgesel kalkınma modelleri oluşturma... Yerleşik halkın sorunlarını kesintisiz ve 24 saat hizmet edilebilcek, eğitim, sağlık, güvenlik, asayiş... Emperyalist uygulamaların uzun vadeli yaratacağı toplumsal sorunları stratejik anlamda ortak çalışma... DİPNOT..
  22. Kürt kimliği konusunu anlatmaya çalıştım ama galiba görülmedi... Tekrar yazmakta fayda var demekki... KÜRT KİMLİĞİ; Kürtlerin ulusal kimlik talepleri PKK'yle başlamadı. PKK'yle de çözülebilecek bir olgu değildir... Bu kimliğin tarihsel anlamda çok köklü, tarihsel, kültürel, sosyal nedenleri bulunuyor... Kürt kimliği sorununu bu kadar içinden çıkılmaz bir hale getiren Birinci Dünya Savaşı sonrası emperyalist ülkeler tarafından çizilen sınırlardır... Ülkemizde olduğu kadar Kürt hareketleri değişik ülkelerde, değişik istekler ve eylem biçimleriyle ortaya çıksalar da aynı zamanda bir ortak noktaları bulunmakta olan bir azınlıktır.. Ve Kürt kimliği bu duyarlık bölgedeki Kürt milliyetçiliğinin ortak paydası olma şeklidir. Fakat Kürt Kimliği mücadele alanında farklı yöntemler seçmiş olmasıyla hedefleri açısından bakıldığında çok değişik renkler ortaya çıkmaktadır... Örneğin PKK Kürt milliyetçiliğini şiddet ve terör yoluyla sürdürmek istiyor. Diğer Kürt kimliğinie sahip insanlarımız ise demokratik yöntemlerle var olma yolunu seçmiş durumda olup ayrılıkçı hedefleri ise yoktur ve olmamıştır... Bütün bu tabloya baktığımız zaman, Kürt kimliği kavgasının evrensel bir yanı olduğunu görmek gerekiyor. Kürt kimliği ve Kürt hareketine nasıl yaklaşılması gerektiği ise sizlerin değerlendirilmesine, sizlerin görüşlerinize bırakıyorum... DİPNOT..
  23. Arkadaşım... Kürt kimliğini sen benden iyi biliyorsundur... Ama yinede açıklıyayım... Bugünkü PKK kimliği; 1_ 3'te 1'i Suriye kökenli, Türkçe konuşmayan insanlar. 2_ 3'te 1'i Kuzey Irak ve İran'dan geliyor. 3_ Kalan 3'te 1'i Almanya ve Avrupa ülkeleriyle, genellikle Batı bölgelerinden gidiyor ve bölge halkından katılım hiç yok gibi PKK'ya. Bunu görmek zorundayız. PKK tüm kürtleri temsil ettiği aslan söylenemez... Onlar için asıl mücadele edilmesi gereken hedef T.C devleti, Şu handa mücadele edilen dışarıdan desteklenen silahlı insanlarla ve dışardan gelen sılahlı insanlarla mücadele ediliyor... Peki esas amaç ne?... Amaç şu... Türkiye'de etnik milliyetçiliği körüklemek, Türk-Kürt çatışması yaratarak, Türkiye'yi terör batağının içine çekmektir... Son dönemde yaşanan mantık, 'terör için terör' amacı taşıyor olduğu ortada... Burada asıl gözden kaçırılmaması gereken nokta, marjinalleşen ve tabanını kaybeden PKK'nin, bugün paramiliter ve taşeron bir örgüt haline geldiği gerçeğidir... Bence kalıcı cözüm... PKK'nin, terörle mücadele konsorsiyumu tarafından tasfiye edilmesidir!... gerçeğidir... Peki Çözüm ne... Öncelikle şunu belirtelim; (ki yukarıdaki yazılarımda kısmen belirttim bunları) Kürt sorunu öncelikle hak ve özgürlükler sorunudur, Türkiyenin demokratikleşme sorununda atacağı adımlarla ilgilidir... Çözüm... Eğer çözülecekse!... Ekonomik ve Siyasi yöntemle olmalıdır... (ki siyasi yönteminde tuzaklarla dolu birçok tarafı var ve öncelikle siyasi çözümden ne anlaşıldığı çok önemli...) Türkiye'de siyasetin sivilleşmesi, demokrasinin çapının genişlemesi ve Türkiye'nin daha özgür bir ülke olmasının yolu mutlak suretle Kürt sorununun çözülmesinde saklıdır... Yani... Şunun altını özellikle çizmek istiyorum... Hiç bir barış, bir tarafın mutlak tahakkümü diğer tarafın mutlak yok oluşu üzerine kalıcı biçimde inşa edilemez... Çözüm iki taraflıdır ve bizdedir, çözüm buradadır...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.