Zıplanacak içerik

DİPNOT

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. Sayın politika... 'Türkiye şu handa bir iç savaştadır" diyorsunuz... Peki bunun tek sorumlusunun sadece ve sadece Kürt kardeşlerimizin olabiliceğinimi düşünüyorsunu... Bence yanılıyorsunuz... Çünkü bütün bu olumsuzluklarda Hiç mi Türklerin katkısı yok... Bence bütün bunlarda en büyük payın tamamıyla Türk vatandaşlarımızdan kaynaklandığı düşüncesi ağır basmakta... Neden? diye bir soru soracağınızı duyar gibiyim... Bakın sayın politika... Yıl 2000'lerdi sanıyorum. Ordu Valisi sayın Kemal Yazıcı'dır ve o dönemlerde Veli Küçük'te Giresun İl Jandarma Komutanıydı. Bu kişiler fındık döneminde kamyonlarla fındık toplamak için işçilik yapmaya gelen Kürt vatandaşlarımızı geri çevirmişlerdi, Kimse bunun hesabını sormadı. Sonra aynı rezaletler birbirini izledi kimseden çıt çıkarmadı. Daha kötüsü bu Kürt vatandaşlarımıza şehir içinde konaklama izni dahi verilmedi... TV'de o kuçücük çocuklarını durumu ise anlatmak bile istemiyorum... BU BİR REZALET değilmi?... Türkiye'de esas bölücülerin Türk yöneticilerin olduğunu söylüyorum; Vebal 15 yıldır Kürt meselesini çözmek istemeyen, Adım atma gereği dahi duymayan ve bütün bunların bilerek veya bilmeyerek bölücülere (bakın bölücüler Kürt vatandaşlarımız değil) hizmet ettiğini görmeyen kör politikacılarımıza, yönecilerimizdir aittir... En büyük suçlular ise Kürt vatandaşlarımız üzerinde oy hesapları yapan dar kalıplı, çapsız, öngörüsüz, eğliyetsiz yönetimdeki kişilerdir bunu sizin de benden çok daha iyi bilebileceğini biliyorum... Yıllardır EGEMEN DEVLET kendi ideolojisini korumak ve sürdürebilmek için, kendi etnik kimliğinin militanlığını yapamaz / yapmamalı. Bunuları daha önce Aydın, Demokrat, İlerici, Yurtsever, sol görüşlü insanlarımıza da yapmadımı... Egemen Devlet vatandaş için vardır, Ama gel gör ki bizde vatandaş Egemen devlet için oldu yıllarca ve artık bunu 21. yüzyılı doldurmak üzere olan bir Türkiye'nin artık bu politikasızlık karşısında zahafını yitirdi diye düşünüyorum... Neden mi.. Bunu şundan anlıyorum: Doğan Güreş'in Kürt politika anlayışında yanlış yaptık demesinden, Kenen Evrenin bunu sürekli dile getirmesinden ve nihayet Yaşar Büyükanıt Mayıs ayında Aktütün ile ilgili olarak yapmış olduğu açıklamalarında... Vs. vs.. Yüzlerce örnek sayılabilir aslında... O nedenle son olarak söyleyebileceğim tek şey var.... O da... Bu süreç içinde ve böyle ciddi ve önemli bir konuda hepimizin şapkayı önümüze koyup iyi düşünmemiz, değerlendirmemiz, sorumluluk duygusuyla haaraket ederek söylemlerimize dikkat etmemiz, birlik ve beraberliğimizi bozabilecek içten veya dıştan her türlü oluşumlara karşı uyanık, hazırlıklı ve planlı olmamızda büyük fayda var diye düşünüyorum... Saygılar... DİPNOT...
  2. İşte bu kadar... Saygılar...
  3. Sevgili politika... Sizi anlıyorum... Fakat şöyle bir gerçeği de göz ardı etmemiz gerekiyor diye düşünüyorum... Bakın bugün Kürtlerin yüzde 99’u Türkiye’den ayrılmak istemiyor... Sizce doğrumu?... Bana göre doğru... Şimdi burda birde şunu çok iyi bilinmesi lazım, Eğer ve eğer bugün Kürt halkının Yüzde 25’i terörü destekliyor olsaydı, açık yüreklilikle söylüyorum... Türkiye çoktan iç savaşa girmişti... Saygılar... DİPNOT...
  4. Bugün "TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ" çatısı altında bulunan erk'e şunu söylemek gerekiyor belkide... Beyler, bayanlar.. gerçek isteklerinizi kamuoyuna, onların anlayacağı bir biçimde anlatın. Klişeleşmiş, basma kalıp, şark bülbülü nakaratı adabında söz söylemeyi bırakın artık... sizi seçen ve evlerine her gün oğullarının dağda öldüğü haberi gelen insanlar için projeler üretin... Sizi bunun için oraya yolladılar.Unutmayın! Ne demiş şair: “Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi”... Saygılar... DİPNOT...
  5. Artık Meclis’teki Türk veya Kürt temsilcileri şunu açık açık söylemelidirler: “Bu basit bir karakol saldırısı değil! Bu açıkça Amerikan yönetiminin şemsiyesi altında, Amerikan istihbarat birimlerinin bilgisi dahilinde başlatılan bir bölge savaşı. Hiç askeri bilgisi olmayan ben bile, artık dünyada Birinci ya da İkinci Dünya Savaşları gibi kitlesel savaşların değil, böyle küçük ölçekli bölge savaşlarının hızla artacağını biliyorum.” Saygılar... DİPNOT...
  6. Paylaşım ve katkın için teşekkürler sevgili Mavi olmayan gökyüzü... Konu okadar çok tartışmaya açıkki, Yeterki objektip, akılcı, önyargılardan uzak, birleştirici ve bütünleştirice olunabilsin... Bakın düne kadar Türkiye’de bir Türk’le bir Kürt’ün kardeşliğini hiçbir şey bozamamaktaydı, bozulmadı. Ortadaki sorunlar, ayrılmayı ve savaş yapmayı gerektirecek şeyler değildi. Hatta hala da büyük kitleler açısından durum farklı değil. Yani hala umut var.. Üzülerek görüyoruzki maalesef kürtlerin sistemden kopmasına göz yumuluyor sanki. Gerçekten bir Türk olarak bu affedilmez/affedilemez bir gerçek. Başta yazarlar, aydınlar ve siyasetçiler olmak üzere, Türk vatandaşlarımızın büyük kısmı cehalet, diğerleri de Atatürk’ün tabiriyle “gaflet ve delalet” içindeler... Bu işin çözümü kürtlere bırakılamaz tabiki, Neden? Çünkü; etnik temele dayanan bir siyaset çözümünüde etnik arar ki bu da bizi parçalamaya kadar götürür de ondan... Peki çözüm; O umudu sevgili Mavi olmayan gökyüzü'nün minik ama çok anlamlı satırlarında görmek mümkün... Saygılar... DİPNOT...
  7. ?ABD, 850 MİLYARLIK PAKETİ FİNANSE ETMEK İÇİN BİZİM BÖLGEMİZDE YENİ SAVAŞ ÇIKARACAK!? Kısa vadede sorunları bir kaç ay ötelemekten başka faydası olamaz. Bir kere sorun trilyonlarca dolar sermayenin sorunu ve bu paket yeterli olmaz. Sorun yapısaldır; sadece finans sorunu değildir. Artı; yakında ?Hedge Fon?lar da krize girecektir. Peki, mali desteği ABD nereden karşılayacak? Bu sorunun kısa vade için çözümü tek: üretimi artırmak; hatta katlamak? Bu ise bugünkü ABD tüketici taleplerindeki daralma nedeniyle imkansız. Geriye tek bir şey kalıyor; o da beni en çok endişelendiren husus: ?Yeni Savaşlar Ufukta?. ABD bu paketi finanse etmek için bizim bölgemizde yeni savaş çıkaracaktır. ?ABD Irak?ta savaştığı için ekonomisi battı? diyenler **********. Eğer bu savaşa girmese idi 2001 Nasdaq krizini atlatamazdı. Savaşlar ABD ekonomisini finanse eder. Tıpkı 1929 krizinde olduğu gibi. _______________ Erhan GÖKSEL /
  8. "KÜRTLER TÜRKİYE'DEN KOPUYOR... BUNUN GÜNAHI BİZİM" Üzülerek söylüyorum ki; bu öngörüsüzlük devam ederse; maalesef dilim varmıyor ama, Güneydoğu’nun Türkiye’den kopacağına inanıyorum. Şayet siz bir devlet olarak bu sürecin farkında değilseniz, bunu önleyemezsiniz. Türkiye’de bunu anlayabilecek, Müesses Nizam içinden bir tane adam çıkmadı yakın zamana kadar. Tek umudum şimdiki genelkurmay başkanı. İlker Başbuğ’dan umutluyum. En azından Kerkük meselesinin PKK’dan daha önemli bir mesele olduğunu biliyor. Kerkük sorunu PKK’dan daha önemlidir. Zira, Kerkük Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ne bağlanırsa, akabinde önce Kürt Devleti kurulur. Ardından da Türkiye-İran ve Suriye’den de toprak alarak bir büyük Kürdistan kurulur endişesindeyim. Bu durum sadece Türkler için değil, bu coğrafyada yaşayan tüm Kürtler için de çok kötü sonuçlar doğurur. Kürt vatandaşlarımızın da benim bu konuda ne demek istediğimi ilerde iyi anlayacaklarına eminim ____________ Erhan GÖKSEL / Stratejist / Türk Time...
  9. HIV ve HPV Kaşiflerine Nobel Ödülü... 2008 Nobel Tıp Ödülü'nü Alman Harald zur Hausen, Fransız Francoise Barre-Sinoussi ve Luc Montagnier kazandı. 2008 Nobel Tıp Ödülü'nü Alman Harald zur Hausen, Fransız Francoise Barre-Sinoussi ve Luc Montagnier kazandı. Karolinska Enstitüsü'nden yapılan açıklamada, iki Fransız bilim adamının AIDS'e neden olan HIV'i, Alman bilim adamının da rahim ağzı kanserine yol açan İnsan Papilloma Virüsü (HPV) keşifleriyle bu ödüle layık görüldükleri bildirildi. Bilim adamları 1,4 milyon dolarlık ödülü paylaşacak. 2008 Nobel Tıp Ödülü'nü Alman Harald zur Hausen rahim ağzı kanserine yol açan İnsan Papilloma Virüsü (HPV) ve Fransız Francoise Barre-Sinoussi ile Luc Montagnier AIDS'e neden olan HIV keşifleriyle kazandı. Nobel Tıp Ödülünü, 1991 yılından bu yana kazananların listesi şöyle: 2007: Mario R. Capecchi (İtalya doğumlu ABD vatandaşı), Martin J. Evans (İngiltere) ve Oliver Smithies (ABD) 2006: Andrew Z. Fire ve Craig Mello (ABD) 2005: Barry J. Marshall ve J. Robin Warren (Avustralya) 2004: Richard Axel ve Linda B. Buck (ABD) 2003: Paul C. Lauterbur (ABD) ve Peter Mansfield (İngiltere) 2002: Sydney Brenner (İngiltere), John E. Sulston (İngiltere) ve H. Robert Horvitz (ABD) 2001: Leland H. Hartwell (ABD), R. Timothy (Tim) Hunt (İngiltere) ve Paul M. Nurse (İngiltere) 2000: Arvid Carlsson (İsveç), Paul Greengard ve Eric Kandel (ABD) 1999: Guenter Blobel (Almanya ve ABD vatandaşı) 1998: Robert F. Furchgott, Louis J. Ignarro ve Ferid Murad (ABD) 1997: Stanley B. Prusiner (ABD) 1996: Peter C. Doherty (Avustralya), Rolf M. Zinkernagel (İsviçre) 1995: Christiane Nuesslein-Volhard (Almanya) Edward B. Lewis ve Eric P. Wieschaus (ABD) 1994: Alfred G. Gilman ve Martin Rodbell (ABD) 1993: Richard J. Roberts ve Phillip A. Sharp (İngiltere) 1992: Edmond H. Fischer (ABD ve İsviçre vatandaşı) Edwin G. Krebs (ABD) 1991: Erwin Neher ve Bert Sakmann (Almanya)
  10. Kahreden açıklama... Emekli Genelkurmay Başkanı'na 1 trilyonluk araç alabilen devlet, Aktütün'ün yeniden inşası için para bulamamış...
  11. Bakan işi ağırdan alıyor... Adalet Bakanlığı, Deniz Feneri dosyası için bir arpa boyu yol alamadı. Dosyanın istenmesi için Frankfurt Başkonsolosluğuna kripto ya da kurye yerine posta ile başvuru yapıldı. Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin daha önce yaptığı açıklamada, Deniz Feneri Derneği soruşturmasında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Almanya'daki dava dosyası ve kararın istenmesine ilişkin yazısının Adalet Bakanlığına ulaştığını ve bu yazının Dışişleri Bakanlığı kanalıyla Almanya'ya gönderileceğini açıklamıştı. Şahin bugün aynı yöndeki bir soruya ise "Bu sabah Frankfurt Başkonsolosluğumuza, Alman mahkemelerince verilmiş olan kararın istenmesi için yazı yazıldı. Bu sabah postaya verildi. Zannediyorum önümüzdeki birkaç gün içinde o dosya ilgili Cumhuriyet Savcılığımıza intikal eder" diye konuştu. Bu durumda Adalet Bakanlığının yazısı posta ile önce Dışişleri Baklanlığına gidecek ardından Dışişleri de Frankurt Başkonsolosluğuna konuyu iletecek. Başkonsolosluk da Alman Adalet Bakanlığına başvuracak. Dosya aynı yol izlenerek Türkiye’ye gelecek. 10 GÜN OLDU 26 Eylül günü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Almanya'daki Deniz Feneri e.V. davasına ilişkin soruşturma dosyası ile mahkeme kararının istenmesi için Adalet Bakanlığı'na başvurmuştu.
  12. "PES ARTIK" Dedirten istek... "İki göz erkekleri baştan çıkartıyor kadınlar tek gözünü de kapatsın" Suudi Arabistan’ın önde gelen din adamı Şeyh Habadan, “İki göz erkekleri baştan çıkarıyor” diyerek kadınların sadece tek gözlerini açıkta bırakmalarını istedi Katı şeriat kurallarıyla yönetilen Suudi Arabistan’da kadınlara hayatı zindan eden aşırı muhafazakârlar, yasak getirmekte dur durak tanımıyor. Kadınların tepeden tırnağa örtünmeden sokağa çıkamadığı, kamuya açık yerlerde akrabası ya da eşi olmayan erkeklerle birarada bulunamadığı, hatta otomobil kullanamadığı ülkede üst düzey bir din adamı, kadınların sadece bir gözleri açık kalacak şekilde örtünmelerinin şart koşulmasını önerdi. Aşırı muhafazakâr Suudiler arasında büyük saygınlığı olan Şeyh Muhammed el Habadan’a geçen hafta katıldığı bir televizyon programında “Müslüman kadınların yüzlerinin hangi bölümlerini örtmeleri gerektiği” sorusu yöneltildi. Kadınların sadece saçlarını kapatan örtüler takmasının yanlış olduğunu savunan Habadan şöyle konuştu: “Kadınların yalnız gözlerini açıkta bırakması da sakıncalı. İki gözün açıkta kalması, kadınları makyaj yaparak baştan çıkarıcı bir hale gelmeye özendiriyor. Kadınlar ya yüzlerini tamamen kapatmalı ya da tek gözü açıkta bırakan çarşaflar giymeli.” Kaynak: http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?detay=Suudi_kadina_goz_hapsi_202104_30&Newsid=202104
  13. Cinnet Yönetmen Tony Giglio Senaryo Daniel Kay Oyuncular Josh Randall, Brianna Brown, Nick Searcy, Beth Broderick, Sascha Rosemann Filmin Türü Korku, Gerilim Orijinal Adı Timber Falls Yapımcı Firma 0 Yapım Yılı 2007 Yapım Ülkesi ABD Orijinal Dili İngilizce Filmin Süresi 100 dakika Dağıtıcı Firma Özen Film Vizyon Tarihi 03.10.2008 Filmin Konusu.: Mike (Josh Randall) ve Sheryl (Brianna Brown) Batı Virgina’nın sarp ve kayalık dağlarında çadırlarını kurarlarken, başlarına gelebilecek en kötü şeyin böcekler olduğunu düşünürler. Karşılacakları olayların bir kabus olduğundan haberleri yoktur… Sheryl ortadan kaybolur… Mike ormanda tek başına Sheryl’ı ararken yardım edebileceğini söyleyen ürkütücü bir kadınla karşılaşır… Mike aslında en son ihtiyacı olan şeyin bu kadının yardımı olduğundan habersizdir… Korkunç bir dizi olaydan sonra Mike Sheryl’ı bir kulubenin duvarları mumlar ve haçlarla kaplı bodrum katında bir masaya bağlı olarak bulur… Film Resimleri
  14. ...2 Şimdi... - Falan ülkede, falan dernek yöneticileri suiistimal yapmış. ‘Bunun sorumlusu sizsiniz’ diyorlar. Bana ne ya! Bana ne! Almanya’daki bir derneğin yöneticileri, yanlış yapmışlarsa, yargılanmışlarsa, bundan benim iktidarıma ne!.. Üslubu zaten geçin, hiç şaşırtıcı değil!.. Ülkenin adaletten sorumlu bakanının failleri isim isim belirtilen ve merkezinin Türkiye olduğu açıkça işaret edilen “asrın yardım soygunu” ile ilgili yaklaşımına bakın!.. “Bana ne ya” diyen bakana sorarlar; - Pekii efendi, madem “sana ne”, o halde niçin Deniz Feneri soygununun daha soruşturması sürerken sen ve başbakanın, Alman Büyükelçisi’ne “hem soruşturmayla, hem de içerdeki sanıklarla” ilgili sorular sordunuz?.. Madem ilgilendirmiyordu, “sana neydi, size neydi?!..” Acıklı değil mi?..
  15. Sevgili "mavi olmayan gökyüzü" Sizi anlamak zor değil... Yazılarınızın yansıması olan değerinizide... Burada anlatmaya çalıştığımız nokta şuydu... Hiçbir kavram durup , dururken pat diye ortaya çıkmaz . Onun bir altyapısı , bir oluşum süreci vardır . Oysaki , bu ülke insanlarının kültürünü nice erozyonlara uğratan , nice dayatmalar vardır . Arapça dayatmalar , Arap biçimi giyinme biçimleri , Arap usulü yaşama biçimleri , Arap gibi düşünme biçimleri , rahibe giyimine benzeyen türban , pardösü , örtü dayatmaları ... Biz asıl bunların kültür erozyonu olduğunu ifade ettmeye çalıştık... Yanlışmı yaptık acaba... Saygılar... DİPNOT...
  16. Şimdi... Söylenen söze bakalım... '' Bana ne kardeşim ... Almanya ' daki Deniz Feneri davasından bana ne !.. '' Zaten kendi ülkenizin bir devlet adamı kalkar da bu sözleri söyler ve bu zihniyette olduğunu belli ederse ; iş bir başkasına kalıyor ki , işte o zaman o ülke hukuk adamları '' bana ne '' demiyor ... Peki ya ne diyor ? '' Gel bakalım arkadaşım ... Ne topladın , ne yaptın , kime verdin ?.. Şu hesabı bir koy bakalım ortaya '' diyor . Sen kal hem AB ipine dört elle sarılmış gibi görüneceksiniz , hem de işinize gelmediği zaman , o ülkede sizi de ilgilendiren hukuksal bir konuda '' bana neci '' kesileceksiniz . Ne yazıkki bu talihsiz sözler sadece bir siyasetçiyi , bir partiyi ya da bir hükümeti bağlamıyor ... Tüm ülke insanlarını refüze ediyor . Bu nedenle bizler sayın Bakan ' a katılmıyor ve sade yurttaşlar olarak , bu skandal , bu vurgun karşısında '' bana ne '' demiyoruz . Hukukun ve adaletin tecellisi için de sonuna kadar '' bana neci '' olmayacağız . Çünkü bizler; dünya arenasında , bu ülke insanları olarak hep '' temiz elli , temiz yürekli , temiz düşünceli , temiz ahlaklı '' olarak yer almak istiyoruz . Köhnemiş , çürümüş , yitik ülke insanları olmak arzusunda hiç değiliz... Olmayacağız... Saygılar.. DİPNOT..
  17. Nasıl dersiniz: “Bana ne ya...” Nasıl yazmam, nasıl derim derseniz... “Size ne ya...” derim... Eeee bundan sonra böyle...
  18. Burada bir acayiplik yok mu???? Siyasi rakiplerini mahkemelerde sürüm sürüm süründürmek için her planı uygula ama "yolsuzluğun odağı" olma iddiası, birçok belgeye rağmen yargı önüne gelemesin... "BANANE YA" densin..
  19. 'Bana Ne Ya'... Hiçbir söz, AKP iktidarını Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in söylemi kadar net biçimde açıklayamaz. Alman yargıç, üstelik dört isim vererek Almanya’da yargılanan Deniz Feneri’nin Türkiye’den idare edildiğini tutanaklara geçirdi. Üstüne üstlük mahkeme kimilerini suçlu, kimilerini sorumlu bulduğunu açıklarken davanın siyasal, daha doğrusu partisel ayağı olduğunu duyumsattı. Kamuoyu baskısı, medyanın sürekli yayınları, suç duyuruları nihayet Ankara savcılığını harekete geçirdi. Savcılık Deniz Feneri dosyası ile mahkeme kararını Almanya’dan istemek zorunda kaldı. Almanya’daki Deniz Feneri davası AKP iktidarını fena halde sinirlendiriyor. Bu konuyu Adalet Bakanı Şahin’in şu söylemi aydınlatıyor: “…Bana ne ya! Bana ne… Almanya’daki bir derneğin yöneticileri yanlış yapmışlarsa, yargılanmışlarsa, benim iktidarımdan buna ne?..” Haklı. Zira AKP öyle bir iktidar ki, kendine yontamadığı her olaya, her soruna “bana ne ya” mantığıyla bakıyor. Oysa bir yerde olayda sorumlu olan sizsiniz ve AKP’dir Sayın Şahin. Zira: Adalet Bakanı olduğunuz için… Türkiye’de ve Almanya’daki Deniz Feneri sorumlularını dinci ve siyasal kişilikleriyle AKP’ye yakın oldukları için… Almanya’dan (örneğin Zahid Akman gibi) kuryeler aracılığıyla milyonlarca Avro RTE’nin akrabası olan Zekeriya Karaman’a elden verildiği için… Din sömürüsü ile toplanan paraların fakir fukaraya ulaştırılması yerine dinci siyasete hizmet verecek bir TV kanalı kurmak amacıyla kullanıldığı için… *** Lakin AKP iktidarının kimyası bu… Yolsuzluk arttı. Rüşvetten geçilmiyor. Şaban Dişli... Derken iktidarın ikinci adamı DMM Fırat hayali ihracatla suçlanıyor... AKP belediyelerde imardan rant elde etme yarışının ön plana çıkardığı yolsuzluklar. AKP’li bir tanıdığı olmayan küçük esnafın devlet dairelerinden iş çıkarması olanaksızlığı. Yoksulluk giderek çoğalıyor. Açlık sınırı çoktaaan sınırı aştı. Sorumluluk kimde? Başbakan ve bakanlara, partinin ikinci adamına göre muhalefetle medyada! Hep bir ağızdan “Bana ne ya” diyebilen aynı çamurdan bir yapı. *** Başbakan hocaları, önderleri. Kendini AKP duvarına asılı dev aynasında gören, namus ve ahlak simgesi sanan Dengir “Mir”in ağzı, RTE’yi kıskandıracak ölçüde bozuk... Bakanları ise; sorumluluktan yan çiziyor. Din yolunda AKP’den ayrılmaları olanaksız yandaş yazarlar bile ayyuka çıkan yolsuzluklarla rüşvet olayları karşısında artık RTE ile AKP’nin davranış ve tutumunu eleştiriyorlar. İçlerinden biri (İslami kesimin entelektüel kalemi diye anılan Mehmet Şevket Eygi): “...Eline para geçen Müslümanlar, çağdaş hayata züccaciye dükkânına giren fil gibi girdiler. Lüks meskenlere, binitlere, giyim-kuşama trilyonlarca dolar harcandı. Para, mal, servet ve zenginlik tuzağına düştüler. İslami hareket ve siyasal İslam kirletildi. Haram yeme çağı açıldı. Bazıları o kadar kudurdular ki, banyo musluklarını altınla kaplattılar. Brezilya’dan granit aldılar. 5 yıldızlı otelleri beğenmeyip 7 yıldızlılarda caka sattılar…” diye yazıyor. Az yazmış, ama öz yazmış. Sergilediği tablo gerçeği yansıtıyor: Müslüman RTE’nin, Müslüman AKP’lilerin yolsuzlukla, rüşvetle, siyasal nüfuzla yarattıkları AKP Türkiye’si... Cüneyt ARCAYÜREK / 3 Ekim 2008 - Cumhuriyet
  20. Kilise, Darwin'den neden özür diledi?... Anglikan Kilisesi 126 yıl sonra Charles Darwin’den özür diledi. Giordano Bruno dünyadan başka pek çok gezegen bulunduğunu söylediği için 1600 yılında Katolik Kilisesi’nin kararıyla Roma’da yakılarak öldürüldü. İşin tuhafı Bruno tanrıyı reddetmiyor, Tanrı ile evrenin iki ayrı cevher olduğuna karşı çıkarak bunların aynı gerçeğin iki farklı yansıması olduğunu iddia ediyordu. Galileo Galilei, kilise tarafından uğradığı türlü baskılar sonucunda dünyanın döndüğü iddiasından vazgeçmek zorunda kaldı. Galilei’nin tanrı inancı da tamdı ama bilimsel yaklaşımı kilisenin tanımlarına uygun değildi. Yaşamının son dönemini evinde müebbet hapisle tamamladı. Charles Darwin, Bruno’dan ve Galilei’den daha şanslıydı. Sanayi devrimine doğru giden yolun yarattığı altyapı dünyayı değiştirmişti. Dinle devlet yönetiminin ayrılmasını bilimin dinsel öğretiden kopması izlemişti. Darwin böyle bir altyapıda yetişti. Açıkladığı görüşler Giordano’nun ve Galilei’nin görüşlerine göre kiliseye çok daha tersti. Eğer bu görüşlerini Giordano ve Galilei’nin yaşadığı dönemde öne sürmüş olsaydı kazığa geçirilmekten ya da diri diri yakılmaktan kurtulamazdı. Ama dediğimiz gibi devir değişmiş insanlar bu tür düşüncelere karşı daha hoşgörülü olmuşlardı. O nedenle kilise, Darwin’in görüşlerini reddetse de ona karşı bir şey yapamadı. Kaldı ki o tarihte Darwin’in görüşlerini destekleyenlerin sayısı da az değildi. Bu kez onun teorisini insanın maymundan geldiği iddiasıyla özdeşleştirmeye çalıştılar. Bütün bunlara karşın Darwin’in türlerin kökenini anlatan kitabı, dünyanın en çok okunan kitaplarından birisi oldu ve çok yandaş buldu. Zaman içinde kilise önce Bruno’nun ve Galilei’nin haklı olduklarını kabul etmek zorunda kaldı. Bilim ve teknoloji hızla ilerliyordu ve kilisenin evren ve yaratılış teorisinin birer hurafeden ibaret olduğu bir bir anlaşılıyordu. Darwin teorisine çok uzun süre direndi kilise. Nihayet sonunda ona da direnemez oldu. Çünkü dünyanın her tarafından evrimle ilgili çok sayıda kanıt geliyordu. Bana sorarsanız dönüm noktası, Tiktaalik Rosaea’nın bulunuşudur. Bu konuda 16.04.2006’da yazdığım bir yazıdan bir alıntı yapmak istiyorum izninizle: “Evrim kuramına karşı olanlar, kendi görüşlerini kanıtlamak gibi bir zorunluluk içinde olmadıklarından, evrim kuramının geçersizliğini kanıtlamaya uğraşıyorlar. En çok ileri sürdükleri iddia bir türden ötekine geçişle ilgili ara formlara ilişkin fosillerin bulunmadığı iddiası. Bu iddiayı ileri sürenlere göre örneğin zamanın bir dönemecinde balıkların bir bölümü evrim kuramında ortaya atıldığı gibi koşulların gerektirdiği bir nedenle sudan çıkıp kara hayvanına dönüşmüş ise yarı balık, yarı sürüngen bir yaratığın fosilinin var olması gerekiyor... Nature Dergisi’nin 5 Nisan 2006 tarihli sayısında yayımlanan bir makalede... Tiktaalik Roseae’nin, 385 milyon yıl önceye tarihlenen Panderichtys adı verilen balık fosiliyle 365 milyon yıl önceye tarihlenen Acanthostega adı verilen ilk dört ayaklı kara canlısı fosili arasındaki geçiş formu olduğu öne sürülüyor. Tiktaalik Roseae, sığlaşmaya başlayan sulardan çıkıp karada yaşamaya hazırlanan bir türün görünümünü ifade ettiği ve balıktan kara sürüngenine geçişin ara formunu gösterdiği için evrimle ilgili olarak, daha önce bulunan bütün fosillerden daha net bir kanıt olarak ortaya çıkmış bulunuyor.” İşte bu buluş bence kiliseyi pes ettirmiş, evrim kuramına karşı çıkışını gözden geçirmesine neden olmuş ve işi Darwin’den özür dilemeye kadar getirmiştir diye düşünüyorum. 1979 Nobel Fizik ödülü sahibi Steven Weinberg, “Günümüzde, özellikle Batı’nın yerleşik din kurumlarında doğanın dinsel yollardan açıklanması çabasına son verildi ve bu alan bilime bırakıldı” diyor. Kilisenin önce Bruno ve Galilei’nin kuramlarını kabulü sonra da Darwin’den özür dilemesi bu yaklaşımın somut göstergeleri. Buna karşın kilisenin özrünü fazlaca büyütmemek gerekir. Kilise önce karşı çıktığı sonra kanıtlar karşısında pes edip kabul ettiği bütün bilimsel buluşları bir şekilde yaratılışın içine monte etmekte becerikli davranarak çevresinde toplananları kaybetmemeye çalışıyor. Bu özür aslında kilisenin evrimi yaratılış yaklaşımına monte etmesinin biraz zaman almasından kaynaklanan özrüdür. Kimsenin buradan hareketle kilisenin bilimsel bir yaklaşım içine girdiği zehabına kapılmaması gerekir.Buna karşın kilisenin bu özür dilemesini laiklikten daha önemli olan din ile bilimin birbirinden ayrılması yaklaşımına verilen bir onay olarak kabul edersek Anglikan Kilisesi’ni takdir etmek gerekir. _____________________________________________/__________________________________________________ MAHFİ EĞİLMEZ/EKONOMİ / 28/09/2008
  21. Kültür erozyonu yorumu gerçekten trajikomik bir yorum olmalı. Arapların bile ‘iyd el-fitr’ dediği ve bizim dilimizde anlamı olmayan Arapça ‘Ramazan’ kelimesi ile bayram adı koymamız kültür erozyonu değil de ‘Şeker Bayramı‘ dememiz mi kültür erozyonu oluyor. Arap kültür emperyalizminin kuşatması altındaki bu akım ne yazık ki Türk kültürü ile Arap kültürünü birbirine karıştırıyor. Arap kültürünü kendi ulus kültüründen ileri gören zihniyetler yönetiminde olduğu sürece daha çok Araplaşma tehlikesi bizi bekliyor Unutulmasın burası Türkiye ve burada Türkler yaşıyor Araplar değil!Her toplum kendi kültürünü yaratıp yaşattığına göre, ülkemizde de bu bayram iki adıyla birlikte yıllardır anılıyor.Yani adı şimdi değişmiş değil. Bazı kurumlarla ‘şeker gibi’ geçinen, örneğin ABD Başkanı’nın özel ricasıyla Bursa’da yargı kararlarına rağmen Amerika’nın Cargill şekerine ayrıcalıklar tanıyan Başbakanı’n bayramın adındaki ‘şeker’e olan hassasiyetinin nereden kaynaklandığını doğrusu bilmek isteriz! Arap kültürüyle değil biraz ülke sorunlarıyla ilgilenmek konusunde sizi kim engelliyor... Herşey bitti şimdi sıra insanların bayramlarına geldi öylemi... Pes artık! Ve böyle saçmalıklara bu toplum daha ne kadar dayanacak gerçekten çok merak ediyorum... ......................... ..................... http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=em&xl...et/w/c1509.html
  22. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    ************* Yani bunlar için hırsız bizim hırsız ise koruyup kollayacaksın, görmezden geleceksin, rahat bırakacaksın, üzerine asla gitmeyeceksin mantığı.. Ama aynı işin yüzde birini yapan eğer senin karşıtın ise bire bin katarak anasından emdiği sütü burnundan getireceksin. Böyle şey olurmu sizce... Olmaz... Ama bunlar için olur (tabirinizle seçmeni de, seçilmişi de), hemde bal gibi olur... Saygılar... DİPNOT...
  23. KENDİSİNDEN ÖNCE BAŞKALARINI DÜŞÜNENLER (ALTRUİZM) Hepimiz Darwin'in doğal seçilim kuramını biliyoruz. Kurama göre doğaya en iyi uyumu sağlayan organizmanın hayatta kalma olasılığı ya da doğal seçilim yoluyla genlerini bir sonraki kuşağa aktarabilme yetisi daha yüksek oluyor. Yüzeysel olarak düşünecek olursak, başkaları için kendinden fedakârlık yapma davranışı doğal seçilim fikrine ters düşüyor gibi görünüyor. Çünkü diğerleri için kendinden ödün veren bir organizma, bir bakıma hayatta kalma şansından da ödün vermiş oluyor. Bu nedenle de beklentimiz kendini feda etme davranışının evrimsel yok oluşu doğrultusunda olsa da, niçin halen kuvvetle varlık sürdürebildiği akıllarda soru işareti uyandırıyor. İşte, yıllarca altruistik davranışın temellerini sorgulayan biyolog ve psikologların ortaya koydukları açıklamalar zihnimizde oluşan bu soru işaretlerinin yanıtı oluyor. Altruizm kişiye maddi ya da manevi bir yük getirmesine rağmen diğerleri için gönüllü yardımlarda bulunması anlamına geliyor. Kendinden bir şeyler feda ederek diğerlerine yardımlarda bulunma davranışı içeriğinde genellikle empati barındırıyor. Empati, diğerlerinin duygularını anlayabilme ve olaylara onların penceresinden bakabilme anlamı taşıyor. Daha açık ifade edecek olursak, yardıma ihtiyacı bulunan kişilerin hissettiklerini anlayabilen ve kendisini onların yerine koyabilen birey, büyük yüklerin altına girme pahasına bile olsa onlara yardım etmeye devam ediyor. Kan bağımız olanlara yardımcı olarak kendi genlerimizi de koruma altına almış oluyoruz. Anne-çocuk ilişkisinde annenin yaptığı fedakârlıklar da altruistik davranış şekli olarak görülebiliyor. "Yemeyip yediren, giymeyip giydiren" anne, zamanının ve kaynaklarının birçoğunu çocuğu için harcıyor. Tam bu noktada evrimsel psikologlar, bireylerin kendi hayatta kalımlarından çok genlerinin hayatta kalımı için savaşım verdiklerini hatırlatıyorlar. Her ne kadar bilinçli olarak böyle bir düşüncenin farkında olmasak da, aslında her şeyi genlerimizi hayatta tutabilmek için yapıyoruz! Bahsettiğimiz bu güdünün terimsel karşılığı akraba seçilimi . Kan bağımız olanlara yardımcı olarak kendi genlerimizi de koruma altına almış oluyoruz. Öyleyse evrimsel pencereden bakılınca kendini feda etme davranışının gen ortaklığının fazla olduğu yakın akrabalara yönelik olması bekleniyor. Ancak bazı durumlarda yakın kan bağımızın olmadığı kişiler için de büyük fedakârlıklar yapabiliyoruz. Bilim insanları bu davranışıysa karşılıklı altruizm olarak değerlendiriyorlar. Birey diğerine yardımcı olurken, bir zaman içinde kendisinin de ondan yardım göreceğini umuyor. Arkadaşlıkların çoğunda yapılan fedakârlıklara karşılık bekleniyor. Karşılıklı altruizm için okul arkadaşlıklarını örnek verebiliriz. Oyun saatinden ödün verip tüm gece çalışarak ödevini tamamlayan bir çocuk bunu bir diğer arkadaşıyla paylaşırken mutlaka ki ileride kendisi de benzer bir yardım görme beklentisi içinde oluyor. Kimler Daha Yardımsever? Hepimiz farkındayız ki bazı kişiler diğerlerine göre daha yardımsever oluyor. Bunun nedenlerini araştıran bilim insanları yardımseverlikle ilişkili karakter özelliklerini açığa çıkarmaya çalışıyorlar. Buna dair öne sürülen kuramlardan biriyse kişisel normlara gönderme yapıyor. Norm "standart model" olarak benimsenen anlamına geliyor. Kişisel normlarsa kişisel değerlerimizi oluşturuyor. Eğer ki yardımseverlik kendi normlarımızda değerli bir yere sahipse, bu davranış öz tatmin sağlıyor. Daha açık ifade etmemiz gerekirse, böyle kişiler için yardımseverlik aslında bir şekilde yardım eden kişinin kendi kendini tatminiyle de ilişkili bir davranış şeklini alıyor. Trafik kazaları sonrasında gönüllü ilk yardım yapanlar üzerinde yürütülen bir çalışmada yardım eden kişilerin sosyal sorumluluk duygularının daha yüksek olduğu saptanmış. ---------------------------------------------------------------- DİPNOT:http://www.biltek.tubitak.gov.tr/gelisim/psikoloji/insan.htm

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.