DİPNOT tarafından postalanan herşey
-
LONDRA TATİLİM... 2008 Kurban bayramıı Londra'da geçireceğim ve bunu mümkün olduğunca da sizlerle paylaşmak istiyorum... Herkese yürekten sevgiler...
Canım arkadaşım benim... Güzel bir yaklaşım... Teşekkürler... Gerçekten çok çalıştım bu yıl ama inan... Hak ettiğimi düşünüyorum... Saygı ve sevgiler godzilla... DİPNOT...
-
LONDRA TATİLİM... 2008 Kurban bayramıı Londra'da geçireceğim ve bunu mümkün olduğunca da sizlerle paylaşmak istiyorum... Herkese yürekten sevgiler...
Ingilterenin başkenti LONDRA... Kısaca buluşma kaynaşma mekanı bilinen gizemli yer... Öncelikle LONDRA hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse: Farklı tatlar ve farklı insanlarla beraber olmak isteyenlerin Avrupa’daki birinci tercihi senelerden beri hep Londra oluyor / olmakta. Yani bu da tabiki sebepsiz yere değil; 2000 yıl önce bir kaç bin kişilik bir Roma şehri olarak kurulan londra bugün yedi milyonlar insanın yaşadığı, her yıl milyonlarcasının ziyaret ettiği kozmopolit bir şehir olduğunu biliyoruz... Türkçe ve Türkler dahil pek çok dilin konuşulup pek çok milletin beraber yaşadığı bir dünya şehri Londra ve dünyanın en önemli sanat eserlerini ve tarih kalınıtlarına ev sahipliği yapan bir kültür kenti aynı zamanda. British Museum Türkiye dahil pek çok ülkeden gelmiş olan tarihi eserleri ile her gün binlerce misafirini büyülemeye devam ettiğini de... Görülecek Yerler 2000 yıllık bir tarih, 150 müze, 600 sanat galerisi, dünya tarihinin önemli dönemeçlerini yansıtan eserler… Londra'yı gezmek gerçekten başlı başına bir uğraş... The Tower of London, St. Paul’s Cathedral, Westminster Abbey, Big Ben, Houses of Parliament, Buckhingham Pallace, British Museum, Tate Gallery, National Gallery ilk anda akla gelen cazibe merkezleri. Aynı zamanda; Trafalgar Square, Shakespeare’s Globe Theatre, Millennium Dome in Greenwich, mutlaka görülmesi gereken yerler olarak bilinir... Hyde Park, Regent’s Park, St. Jame’s Park, Londra'nın olmazsa olmazları. Londra Hayvanat Bahçesi’ni de mutlaka göreceğim yerlerden... Veee Thames nehri üzerindeki tekne turları.... Hayrıca British Museum'da ücretsiz... Tabiki bütün bunları siz formun güzel insanlarıyla paylaşmakta var... (Belki birilerinizle Londra'da karşılaşmakta)... Tüm form arkadaşlırama iyi bayramlar, güzel ve huzurlu tatiller... Dostluğunuzla ve sevginizle kalın... .................. (Unutmadan... Sevgili nyx-fallen angel ve Mavi olmayan gökyüzü'ne bu tatilim için bugüne kadar yapmış oldukları gezi programı ve düşünceleri için çok çok teşekkürler... Her iki arkadaşımada yürekten Sevgiler...) .............. Saygılar... DİPNOT... window.google_render_ad();
-
Mucize Dua Ve Dünyânın Üzerinde Yazan "Allah" Adı
Dinin ne çok mucizelere ihtiyacı var... (Zayıflığından olsa gerek) Ve bana tümü gülünç gelmekte... DİPNOT...
-
CENNET... Ya anlayamadığım; sekizyüzyetmişbeşkatrilyon çarpı on üzeri altıyüzseksenüç trilyon yıl geçti... ve daha yolun başındasın...
CENNET CENNET DEDİKLERİ... Cennette bir kalabalık Bir kalabalık İğne atsan yere düşmez Çukurova ırgat kahvesi gibi mübarek Ama öylesine değil Lüküs, kibar Duvarları silme muhallebi Ayın ondördü gibi gılmanlar Gılmanların peşisıra rintler Kırkdokuzluk ab-ı Kevserler patlatılmış Çiğer kebapları sulu mu sulu... ____________________________ Oktay Rıfat / Fadik ile Kuş...
-
DİPNOT'lar...
Püf Noktası... Temmuz 2007'den günümüze kadar sürüp giden ve "küresel çapta" katlanarak artan "kriz" üzerine ne kadar çok tartışılırsa tartışılsın, Ne kadar "felsefe" Ve "analiz" yapılırsa yapılsın, Ne kadar "sentez" üretilirse üretilsin Ve ne kadar olumlu ya da olumsuz senaryolar sahnelenirse sahnelensin, Sorunun özünün kapitalizmin kalıtımsal hastalığı olan "aşırı-üretim krizi" olduğu bir gerçektir. İster 1929 boyutunda bir "kriz" patlak vermiş olsun, İster 1929'dan daha az veya daha çok şiddetli bir "kriz" ortaya çıkmışolsun, Kapitalizm varlığını sürdürdükçe, Bu ve benzeri sayısız "kriz" bir sarmal biçiminde varlıklarını sürdürecektir... Saygılar... DİPNOT..
-
ONLARIN SARIŞIN TANRILARI ve ÖTEKİLERİN ESMER ALLAH'I VAR... İnsanlık öyle yoksun, öyle mahzun bırakıldığı için, o en eski kitaplara sarılıyorlar...
Ece Temelkuran, 19 Eylül'de, Pazar Milliyet'te "Allah halleder!" başlıklı yazısı... Yazının spot yorumunu şöyle aktarıyor: "Yüksek reytingli mistik dizilerin yaptığı şey insanları sadece tek adaletin tanrının adaleti olduğuna inandırmak değil. Aynı zamanda mümtaz Türk aile sistemini dini vurgularla pekiştirmeye de çalışıyorlar." Temelkuran, ilahi adaleti savunan görüşlerin sadece yaşlıların ağzından çıkmasına da takılmış: "Nine, bakacak durumları olmadığı için üçüncü bebeğini aldırmaya giden gelinine 'Allah'ın verdiği can alınmaz' diyerek kürtaj karşıtı propagandasını yapıyor. Sonra anne kürtaj yaptırıp hastaneden dönünce bir çocuğunun diğerini öldürdüğünü sonra da 'katil' çocuğun çamaşır makinesinin içinde boğulduğunu görüyor. İşte büyüklerin sözünden çıkanın sonu budur! Sonunda nine son sözünü söylüyor: 'Ben sana demiştim!'. 'Allah'ın sözü' bu dizilerde hep ihtiyarların ağzından çıkıyor nedense. Ölüme yakın olanlardan. Ölüme yakın olduğu için hayatı kıskanandan, lanetleyenden. Yaşayanı, özgür yaşamak isteyeni korkutandan. Korku dolu Allah'lar bunlar."
-
Siyasiyim...mülteciyim...açım...YENİ DÜNYA DÜZENİ!
DÜNYADA 10 MİLYON KİŞİ MÜLTECİ Dünya genelinde mülteci sayısının son 5 yılın en üst seviyesine çıkarak yaklaşık 10 milyona ulaştığı bildirildi. Birleşmiş Milletler (BM), mülteci sayısında yaşanan büyük artışın en önemli nedenlerinden birinin Irak'taki şiddet olduğunu açıkladı. "2006 Küresel Eğilimler" başlıklı BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin hazırladığı raporda, 2005 yılındaki mülteci sayısının 2006 yılı sonunda dünya genelinde yüzde 14 artarak 10 milyon kişiye çıktığına dikkat çekiliyor. Kendi ülkesi içinde yer değiştirenlerin sayısının da 2006 sonu itibarıyla bir önceki yıla göre ikiye katlanarak yaklaşık 13 milyon insana ulaştığı belirtiliyor. 2002-2006 sonu arasındaki dönemi kapsayan araştırma sonuçları, 2002'de düşüş eğilimi gösteren mülteci sayısında büyük bir artış yaşandığını ortaya koyuyor. Raporda bu artışın ana sebepleri arasında ilk sırada Irak'taki durumun yer aldığı bunu Lübnan, Sri Lanka, Doğu Timor ve Sudan'daki çatışma ortamının izlediği kaydediliyor. İsrail işgali ve yaşanan çatışmalar sonucu ülkelerini terk etmek zorunda kalan BM gözetimindeki yaklaşık 4.3 milyon Filistinli ise rapordaki 10 milyona varan mülteci sayısına dahil değil. 'İstediğimiz özgürlük bu değil' Irak'tan kaçan yaklaşık 1.5 milyon kişinin, çoğunluğunun Suriye ve Ürdün olmak üzere başka ülkelerde yaşadığı tahmin ediliyor. Ürdün ve Suriye, göçü engellemenin yollarını ararken iki ülkenin aldığı sert önlemler mültecilerin durumunu daha da zorlaştırıyor. Ülkesinden ayrılmak zorunda kalan ve ailesiyle Suriye'ye sığınan bir Iraklının şu sözleri ise dikkat çekiyor: "Burada daha ne kadar kalabiliriz ki? Bir yardım kuruluşunun verdiği 30 dolar aylıkla geçinmeye çalışıyoruz. Irak'a da geri dönemeyiz. Daha yolda ölmüş oluruz. İşgalden sonra dünyanın geri kalanı gibi özgürce yaşayabileceğimizi ummuştuk ama ne yazık ki tam tersi oldu. Biz özgürlük istemiştik ama kesinlikle bu yolla değil." Iraklılar, Afgan halkından sonra dünyanın en büyük mülteci toplumunu oluşturuyor. 2 milyonu aşkın Afgan'ın ülkesi dışında yaşadığı belirtiliyor... Ya AVRUPA YAPIMI TÜRKLER... Sevgi ve Saygılar... DİPNOT...
-
SORU DUVARI... Evet var mı Güncel adına 'Soru Duvarı'na yazılmak üzere sorusu olan...
“Ortada iki tane kutu var. - Kemalist kutusu, - AKP/liberal kutusu. Sen başka bir şey söylüyorsun ama sana ayrı kutu açmıyorlar. Kolunu bacağını kırıp seni var olan kutulardan birine koyuyorlar. Sığsan da sığmasan da...” NEDEN?...
-
DİPNOT'lar...
Asıl güzel insana... Mavi... .... “Ben bir demokratım. (İyi başlangıç) Ben bir vatanseverim. (Güzeeel!) Ben bir Atatürkçüyüm. (İnce ayar!)” Saygı ve sevgiler... DİPNOT...
-
ONLARIN SARIŞIN TANRILARI ve ÖTEKİLERİN ESMER ALLAH'I VAR... İnsanlık öyle yoksun, öyle mahzun bırakıldığı için, o en eski kitaplara sarılıyorlar...
TANRININ KIRINTILARI... .......... Müslüman dünyasının en ince kılcal damarlarının ucundaki ücra kasabalarda yankılandı nefret. Beyrut'ta gördüm, Allah'tan başka hiçbir şeyleri kalmamış insanlar için ne demek o konuşmalar. Bir kez daha anladım: Onların sarışın "tanrıları" ile ötekilerin esmer "Allah"ı "kapıştırılacak" ve kan akacak muhakkak. Akıyor da. Biz çok sonra bu tarihleri bir bir yazıp alt alta, eğer o çok sonrada kâğıt, kalem ve yazı kalırsa, "O günlerde başladı Karanlık Zaman" diyeceğiz belki de. O günler geldiğinde şimdi başlatılmaya çalışılan, başlamış olan dinler savaşının bir dinler savaşı değil, tıpkı her savaş gibi yoksulluk ve zenginlik, güç ve güçsüzlük savaşı olduğunu anlatacağız çocuklarımıza. Eğer torunlarımız yaşıyor olurlarsa böyle anlatacaklar torunlarına. Belki o zaman insanlar anlayacak Tanrı'nın hepimizin içinde olduğunu... ....... Hepimiz Tanrı'nın kırıntılarıyız. "En el hak" hepimizin hakkı. Kırıntılar olduğumuz için hepimiz birleştiğimizde bir tanrı oluşturuyoruz bu yüzden birleşebildiğimizde. Ve bu yüzden işte, sorduklarında "İnanıyor musunuz?" diye, "İnanıyorum" diyorum, "İnsanlığa inanıyorum". Çünkü bir araya geldiğinde Tanrı'yı yaratabilecek tek güç onda, her bir kırıntı toplanıp birleştiğinde. Her bir insanın Tanrı'nın bir kırıntısı olduğuna inanabildiğinde insanlar, aynı Tanrı'nın kırıntıları olduklarına, dünya, yani belki ancak o zaman, kurtulacak. "Lekesiz aklın ebedi gün ışığında"... O zaman ne dinlere ihtiyaç olacak ne de kılıçlara. O zaman birbirimizin yüzüne Tanrı'nın yüzüne bakar gibi hayret ve hayranlıkla bakacağız. Biricik ve fakat bir oluşumuza şaşarak bakacağız. Ancak o zaman birbirimize hiç kıyamayacağız... .... En eski kitaplara... Ama o güne dek... İnsanlık en eski kitaplarına geri dönüyor. Yüzyıllardır yazılmış olan büyük kitapların hepsinden vazgeçiyor yeryüzü. Yirminci yüzyıla kadar tutunulan, aklın ve mantığın biriktirdiği büyük İskenderiye Kütüphanesi'ne öfkeyle dalıyor kalabalıklar. Kızıyorlar. Kitaplara kızıyorlar. Bunca kitabın kendisini kurtaramadığına kızıyor insanlık. Aklın yazdığı kitapları bu yüzden parçalıyorlar. Ve tıpkı tek tek hepimizin yaptığı gibi korktuğunda, yeryüzü kalabalıkları da şimdi ilk bildiklerine, ilk bilgilerine geri dönüyorlar. Bir ruhları olduğunu onlara hatırlatan tek şey dinleri olduğu için, insanlık öyle yoksun, öyle mahzun bırakıldığı için, o en eski kitaplara sarılıyorlar. Üstelik öfkeli oldukları için de o kitapları belki bugün, yanlış okuyorlar. Tanrı'nın hepimize, hepimiz aracılığıyla kendisi olduğumuzu, kendisinin küçük parçacıkları olduğumuzu söylediğini duyamayacak kadar gürültü yapıyorlar. Gürültüde olmayan sesleri duyuyorlar göklerden. Göklerden gelen sesleri, kendi seslerini yanlış duyuyorlar. Ben böyle bildim. Tanrı'yı ve insanları böyle bildim. Bu dünyayı da gördüm: Ne bizim bu dünya, Batı'nın vaat ettiği gibi. Ne Allah'ın, Doğu'da şimdi kimilerinin yorumladığı gibi. Bu dünya kimsenin değil. Biz kimse değiliz. Biz Tanrı'nın kırıntılarıyız işte, birbirine inanmak zorunda olan. Ben böyle bildim. İçimde... Okuduğum bütün kitaplardan önce... Herkese saygı ve sevgiler... DİPNOT... ____________________________ Sevgili Ece Temelkuran'a saygı ve sevgilerimizle...
-
DİPNOT'lar...
Güzel bir paylaşım olmuş... Dipnot'tan mavi olmayan gökyüzü'ne sevgiler... _________________________________________ Ne'sini anlatayım. / Sırtı postal yorgunu Bir tarih bizimkisi. / Lisede derslere Askerle girdik. / Onlar ne öğrendi bilmem. Biz korkmayı öğrendik... ______________________________________Gürkan Kesici...
-
SORU DUVARI... Evet var mı Güncel adına 'Soru Duvarı'na yazılmak üzere sorusu olan...
SORULARIM... 1- Neden?...Gericiliğe, ırkçılığa ve faşizme karşı savaşım verilmezse, temel hak ve özgürlüklere sahip çıkılmazsa eşit, özgürlükçü, laik demokratik bir cumhuriyet olmaz!... 2- Neden?... Yaşadığımız coğrafya barış ortamına taşımak istenmiyor/becerilemiyor... 3- Neden?... Dinci, ırkçı, şoven milliyetçilikten uzak durup, demokrasiyi araç olarak değil amaç olarak görmek zorunda olunur... 4- Neden?... Diyarbakır’da, Hakkâri’de 17 yaşındaki gençlerimize, sapan taşıyla eylem yaptıkları için “terör örgütü üyesi” suçlamasıyla 13 yıl hapis cezası verilmesi düşünülürde, Bu gençlerimizin sorunlarına, ihtiyaçlarına, geleceklerine bir dem olsun kafa yorulmaz ve çözüm bulunmaz... 5- Neden?... Güneydoğu, tarikat şeyhlerinin, şıhlarının, aşiret reislerinin, sadaka dağıtan dinci vakıf ve derneklerin kuşatması altındadır bugün... 6- Neden?... Gerici hareketlenme Diyarbakır’dan başlayıp Batman’a değin tüm bölgeyi kuşatma altına almış durumda... 7- Neden?... Biat kültürü, bireyi “kul”a dönüştürmüş!... 8- Neden?... 12 Eylül faşizminin getirdiği Siyasi Partiler Yasası, Seçim Yasası yerli yerinde dururken, her konuda “ahkâm kesen” AB, nedense antidemokratik yasalara ses çıkarmaz/çıkartmaz istemez... Saygılar... DİPNOT...
-
ANAYASA MAHKEMESİ İKTİSATÇI BAŞKANI HAŞİM KILIÇ ANAYASANIN DEĞİŞTİRİLEMEZ İLKELERİNİ TARTIŞMAYA AÇMA MESAJI VERMİŞ... Mesajı alalım ve tartışalım_mı?
Hukukçu değilim, ama bildiğim kadarıyla evrensel İnsan Hakları ilkelerine göre bir kişinin hukuk eğitimi almamış, yargıç olmayan biri tarafından yargılanabilmesi, dolayısıyla hukuk eğitimi almamış birinin mahkemelerde, başkanlık şöyle dursun yargıç olabilmesi kesinlikle söz konusu dahi edilmese gerektir. Bu nedenle, vergilerini düzenli ödemiş bir vatandaş sıfatıyla yetmiş küsur yıldır bütün yükümlüklerini düzenli yerine getirdiğim devletin yapısını öğrenip tam kavrayabilmek için hukukçularımıza, özellikle de anayasacı hukukçularımıza sormak istiyorum: Gazetelerin yazdığına göre hukuk eğitimi almamış Sayın Haşim Kılıç, üstelik bir mahkemenin başkanlığına nasıl getirilmiştir acaba? Ya da, Anayasa Mahkemesi mi bir mahkeme değildir yoksa? Ama Anayasa Mahkemesi dediğimiz bu kurul, Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hem seçim yasası, vergi ve muhasebe yasası gibi yasaları çiğnediği, hem de rejimi değiştirmeye yönelik girişimlerde bulunduğu suçlamasıyla yaptığı başvuru üzerine siyasi partiler hakkında davalar açarak yargılayıp kapatma cezası verebilmekte, hatta tıpkı bir asliye ceza mahkemesi gibi verdiği bir cezayı para cezasına da çevirebilmektedir. Oysa bir siyasi partinin rejimi değiştirmeye yönelik girişimlerde bulunması ile yöneticilerinin örneğin seçim yasalarını çiğnemesi veya muhasebe kurallarına aykırı davranması çok farklı nitelikte suçlardır. Yani, rejimi değiştirmeye kalkışmak gibi bir siyasi suç ile yasaları çiğneme suçlarını aynı kefede değerlendirilebilmek acaba gerçekten mümkün müdür? Fakat bilindiği gibi yalnız siyasal partilerin yöneticileri değil, yasaları çiğnemeleri örneğin yolsuzluk yapmaları halinde yürütme erki üyesi bakanları, başbakanları, yüksek aşamalardaki memurları da Anayasa Mahkemesi yargılamaktadır. Bu nedenle, örneğin hukukçu olmayan Haşim Kılıç’ın başkanlığındaki Anayasa Mahkemesi’nin yolsuzlukla suçlanan bir bakan hakkında vereceği kararın çağdaş hukuk anlayışına uygunluğunu, kararda hiçbir hukuksal gölgenin bulunmadığını öne sürebilmenin olanağı var mıdır? Üstelik ilginçtir, yasaları çiğnemek, yolsuzluk yapmak gibi suçlarından hükümet üyesi bakanları, başbakanları, yüksek dereceli memurları yargılarken bu kurula, her ne hikmetle ise “Anayasa Mahkemesi” de değil, “Yüce Divan” denilmektedir. Oysa yolsuzluk vb. gibi suçlarla ilgili davalara çağdaş hukuk anlayışına göre ancak yargıçlar bakabileceği için, bu kurula “mahkeme” denilse gerektir aslında. Kuşkusuz, devletin yapısını (rejimini) değiştirmeye yönelik girişimlerinden dolayı bir siyasi partinin yargılanması hukuk dışı disiplinleri de gerektireceğinden, bu kurullarda hukuk dışı mesleklerden kişilerin de bulunması bir anlamda zorunlu da olabilir. Batı’da da devletin yapısına (rejimine) yönelik girişimlerinden dolayı siyasi partileri yargılayan kurullara bu nedenle “Yüce Divan” anlamında “Supreme Court” denilmektedir ola ki. Dolayısıyla bizde de partileri devletin rejimine yönelik girişimlerinden dolayı yargılayan kurula “Anayasa Mahkemesi” yerine “Yüce Divan”, yasaları çiğnemelerinden dolayı siyasi partileri, yolsuzluk yaptıkları için bakanları, başbakanları, yüksek dereceli memurları yargılayan kurula da “Yüce Divan” yerine “Anayasa Mahkemesi” mi denilse gerektir acaba? Gene, değerli anayasa profesörlerimize sormak istiyorum: Bir yasanın içinde “değiştirilmesi yasama erkince dahi teklif edilemeyecek” maddelerin bulunmasının çağdaş hukuk mantığıyla, egemenliğin kayıtsız şartsız halka devredildiği ve kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı bir devlet anlayışındaki yasama ve yargı erkleri kavramlarıyla bağdaştırılabilmesi gerçekten mümkün müdür? Yoksa “anayasa” dediğimiz metne de aslında “yasa” değil, “toplumsal sözleşme” veya “devletin kuruluş hukuku” mu denilse gerektir acaba? Dilimizdeki bu çarpıklık da, Frenkçe “constitution” kavramını yüz küsur yıl önce Doğulu bir kurnazlıkla “condition” sözcüğüyle karıştırıp Osmanlıcaya “Kanun-i Esasi” diye aktaran Tanzimat aydınlarının, La Charte Constitution veya Constitution act / Constitution Government / Constitution State deyimleri için de “şartlı yönetim” anlamında “Meşrutiyet” diye bir sözcük uydurmalarının yarattığı bir yanılgı yüzünden mi sürmüş gelmiş, gene Osmanlıların deyimi ile bir “galatı meşhur” olmuştur? Sayın hukukçularımız, 1921 yılında “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” haline dönüştürdüğümüz, 1945 yılında da “anayasa” diye çok şirin Türkçe bir karşılık bulduğumuz “teokratik” devletlere karşı Batılıların Rönesans döneminde yüzyıllar boyu süren kanlı savaşımlar sonunda gerçekleştirdiği “laik devletin” kuruluşu ile ilgili Toplum Anlaşması, Kuruluş Sözleşmesi ya da Kuruluş Hukuku anlamındaki bu kavramın, devletlerin yönetimleriyle ilgili basit bir terim olan “yasa” sözcüğüyle özdeşleştirilebilmesi gerçekten olanaklı mıdır? Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın, Bilkent Üniversitesi ve Alman Uluslararası Hukuki İşbirliği Vakfı ile birlikte “Anayasadaki değiştirilemez ilkeler” konusunda bir uluslararası sempozyum düzenlemekte herhangi bir sakınca görmemesi de bu yanılgıdan mı kaynaklanmaktadır acaba? Sanki bir yasa adıymış gibi yüz küsur yıldır hiç tartışmadan sürdürüp geldiğimiz şu Frenkçe constitution kavramının anlamını sevgili hukukçularımız, değerli anayasa profesörlerimiz n’olur biraz açıklasalar, bizleri biraz aydınlatsalar!.. Rica ediyorum.... Saygılar... DİPNOT... (Sevgiyi Demirtaş Ceyhun'a sevgi ve saygılarımızla....)
-
GÜNÜN KARİKATÜRÜ... (Kendi dilini oluşturmak için, karikatür, metafor yaparak kendine has bir anlatım dili oluşturuyor... :). :(. :|...)
- KADINA ŞİDDET ve TACİZ... 25 Kasım tüm dünyada “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kutlanacak...
Cehennemden kaçarak buraya ulaştım. Hissettiğim tek şey acıydı. Tükenmiş durumdaydım. Bugüne kadar geçen yılları hayatımdan çalınmış zaman dilimi olarak görüyorum... ” Bu sözler Afrika ülkesi Ruanda’da, tam on dört yıl önce 100 gün içinde 800 bin Tutsi ve ılımlı Hutu’nun katledilmesiyle sonuçlanan soykırımdan kaçmayı başararak, 3 yaşındaki çocuğuyla birlikte 2000 yılında İngiltere’ye sığınma talebinde bulunan tecüvüz mağduru Stella Mpaka‘ya ait. Uzun süren hukuk mücadelesinde bir sonuç alamayan Mpaka Londra’da faaliyet yürüten Crossroad Women’s Centre’da, ‘Tecüvüze Karşı Kadın Grubu’yla tanışmasının sonunda ve tam 7 yıl süren bir hukuk mücadelesinin ardından İngilte’de kalma izni almayı başardı… “Kız kardeşime ve anneme kaç tane askerin tecavüz ettiğini gördüm. Korkmuştum ve eğer orduya katılırsam bunlardan korunmuş olacağımı düşündüm. Kendimi korumak istemiştim… Sadece 12 yaşındaydım ama gece boyunca diğer askerler tarafından sürekli dövüldüm ve tecavüze uğradım. 14 yaşıma geldiğimde bir bebeğim vardı. Babasının kim olduğunu bile bilmiyorum. Kaçtım… Gidecek yerim ve bebeğime verecek yiyeceğim yok.” Bunlar ise Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde köyü saldırıya uğrayan 12 yaşındaki Natalie’nin sözleri. Natalie’nın nerede olduğu şu an bilinmiyor… Yukarda anlatılan iki olay dünya çapında hala oldukça yaygın olan kadına yönelik tecavüz ve şiddet olaylarına örnektir. Tecavüz insana yönelik şiddetin en uç biçimidir. Uzmanlar, tecavüzün, içinde damgalanmayı taşıdığı ve toplum için de ‘utanç’ olarak taşındığı için, büyük oranda gerçeğin altında belgelenmekte ve nadiren cezalandırılmakta olduğuna dikkat çekiyor. Bu konuda yayınlanan raporlar ve araştırma sonuçları da durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor. Dünya çapında her beş kadından biri hayatlarında tecavüz veya tecavüz girişimi kurbanı olacaktır (WHO 1997). İrlanda’da Dublin Tecavüz Kriz Merkezi’ne 2007 yılında başvuran kadın sayısı 320. Bu oran 2001 yılında 158 olarak kayda geçmiş. Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Kadın Çalışma Grubu (NWS) raporuna göre yılda ortalama 683 bin kadın ülkede tecavüze uğruyor. Bu her üç dakikada bir kadının tecüvüze uğradığı anlamına geliyor. Güney Afrika’da her gün 147 kadın tecavüze uğramaktadır. (Güney Afrika Irk İlişkileri Enstitüsü 2003). Fransa’da her yıl 25,000 kadın tecavüze uğruyor (Avrupa Kadınlar Lobisi, 2001). Türkiye’de kadınların %35.6’sı bazen, %16.3’ü sık sık aile içi tecavüze uğruyor (2000 yılında yayınlanan taramalar, Müslüman toplumlarda kadın ve cinsellik, WWHR Yayınları: İstanbul, 2000). Uluslararası Af Örgütü’nün 2004 yılından beri sürdürdüğü ‘Kadına Yönelik Şiddet Kampanyası’na göre, sebebleri ne olursa olsun dünya genelinde her 3 kadından 1′i yaşamı boyunca eşinden, erkek arkadaşından ya da aile bireylerinden kötü muamele görüyor, dövülüyor, cinsel ilişkiye zorlanıyor ya da taciz ediliyor. 15 – 40 yaş arası birçok kadın kanser, trafik kazaları yada sıtma yerine toplumsal cinsiyet kökenli şiddet nedeniyle ölmekte yada yaralanmakta. Kadın cinayet kurbanlarının yüzde 70′i erkek partnerleri tarafından öldürülüyor. Her yıl iki milyon kızın cinsel organları sünnet edilme riski taşıyor. Kişiler arası şiddetin silahlı çatışmalar bittikten sonra da kısmen de olsa silahların mevcut olması nedeniyle kadına yönelik erkek şiddeti yüksek oranda devam ediyor. Normalde yaşıyor olması gereken en az 60 milyon kız çocuğu cinsiyet tercihli kürtaj veya erkek çocuklarından daha önemsiz olarak görüldükleri için yetersiz bakım nedeniyle çeşitli toplumlarda “kayıp”lar. (E, Joni Seager, 2003). Kadına yönelik şiddetin önüne geçilememesinin en önemli nedenlerinden biri de, bu şiddeti uygulayanların sıklıkla kontrolsüz ve cezasız kalıyor olması. Bazı ülkelerde bununla ilgili hiçbir yasa yokken, başka ülkelerde ise yasalar bazı şiddet biçimlerini cezalandırabilirken, bazılarını yasa dışı bırakıyor. Gerekli yasaların bulunduğu durumlarda bile birçok ülkede yasalar tam olarak uygulanmıyor. Dünyada 79 ülkede aile içi şiddete karşı hiç yasa yok (ya da bilinmiyor) (UNIFEM, Not a Minute More, 2003). Yine aile içi tecavüz sadece 51 ülkede cezai bir suç olarak tanımlanıyor (UNIFEM, 2003). BM Kadına Yönelik Şiddet Özel Raportörü’nün 1994-2003 incelemesinde, incelenen ülkelerin neredeyse tamamında kolluk kuvvetleriyle ilgili sorunlar olduğu ortaya çıktı. Dünya çapında, 2003 yılında en az 54 ülkede kadınlara yönelik ayrımcı yasalar bulunurken, sadece 16 ülkede cinsel saldırıyla ilgili özel yasa bulunuyor; sadece 3 ülkede kendi başına kadına yönelik şiddeti suç fiili kategorisi olarak tanımlıyor (Bangladeş, İsveç ve ABD) (A, UNIFEM 2003). Bolivya, Kamerun, Kosta Rika, Etiyopya, Lübnan, Peru, Romanya, Türkiye, Uruguay ve Venezuela’da, ceza yasası uyarınca tecavüzcü kurbanla evlenmeyi teklif eder ve kurban da kabul ederse serbest bırakılmakta. (D, Joni Seager, The Atlas of Women, 2003). Sözde “namus” savunması (tamamen ya da kısmi olarak) Peru, Bangladeş, Arjantin, Ekvator, Mısır, Guatemala, İran, İsrail, Ürdün, Suriye, Lübnan, Türkiye, Batı Şeria ve Venezuela’nın ceza yasalarında yer almaktadır (A, BM 2002). 25 Kasım tüm dünyada “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kutlanacak. Bu nedenle çeşitli paneller, gösteriler, etkinlikler düzenlenerek. İnsanların dikkatleri bu konuya çekilirken, aynı gün tüm dünyada kadınlar fiziksel ve psikolojik şiddet kurbanı olmaya devam edecek... Saygılar... DİPNOT... Ali Keskin / Açıkgazete / http://www.acikgazete.com/?action=journalist&aid=4064- TÜRBANLI CHP'LİLER
VAZGEÇ BAYKAL VAZGEÇ Bu etrafını çevrelemiş kaba softa/ham yobazlarla... Bu kılık kıyafet zaptiyeleriyle... Bu görüntü fetişleriyle... Bu ikna odası mucitleriyle... Bu türban görünce "öcü" görmüş gibi olan yandaşlarınla... Bırak "esaslı bir inkılap" atılımını, "idare-i maslahat" bile yapamazsın... Bu yüzden vazgeç Baykal vazgeç... %70'İ DIŞLAMANI İSTİYORLAR.. Kendilerinin aydınlanmışlıklarından zerre kadar kuşku duymayarak, "çarşaflı-türbanlı kadınları önce aydınlat/sonra partine kaydet" diye akıl verenlerinle... "Çarşaflı-türbanlı kadınlar CHP’ye oy verebilir ama üye kaydedilemez" şeklinde dáhiyane fikirler ileri süren yoldaşlarınla... "Erkek kıyafeti konusunda kanun çıkaran Atatürk’ün kadın kıyafeti konusunda bırak kanunu, herhangi bir yönerge bile çıkarmadığını" bildikleri halde, çarşaflı-türbanlı kadına Atatürk üzerinden düşmanlık yapan dostlarınla... Senden yüzde 70’i dışlayıp, yüzde 30 üzerinden siyaset yapmanı talep eden akıl hocalarınla... Nereye kadar gidebilirsin ki? Bu yüzden vazgeç Baykal vazgeç... Ahmet Hakan... Saygılar..... DİPNOT.... ______________________________- T-M.COM Web Pilav (he he) Günü :) - Eski - Yeni - Gelen - Gelmeyen
Sanal ortamda plav günü... İnsanın aklına, Yumurtasız omlek gibi birşey geliyor... Hatta... Turşu tatlısı... Ne diyelim... Bizlere emeği geçeceklere kolaylıklar dilemek düşüyor... (Burası Türkiye olmaz, olmaz...) Saygılar... DİPNOT....- DİPNOT'lar...
KORKU SENARYOLARI... "Türkiye İçin 100. Yıl Senaryoları” başlıklı bir başka haber... 2023’te 100. yaşına basacak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın geleceği için bir ABD üniversitesince bir rapor hazırlatıldığı, raporda yer alan birkaç senaryodan en olası görülen ilkinde şöyle denildiği bildiriliyor: “Cumhuriyetin 100. yıldönümünü kutlayan Türkiye, Atatürk’ün hedeflediğinden çok daha muhafazakâr bir ülkedir... Şeriat ile yönetilmez, ancak İslami muhafazakârlık yerleşik baskın bir güce dönüşmüştür... 2011 seçimlerini yine AKP kazanır... CHP marjinalleşir (iyice küçülür)... 2011’de Abdullah Gül Anayasa Mahkemesi’ne İslami yönlü yargıçlar atar... 2014’te halk arasında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini Tayyip Erdoğan kazanarak cumhurbaşkanı olur... Erdoğan 2019’da yeniden cumhurbaşkanı seçilir.”... Bir kısım duyarsız ya da çıkarcı aydın, arada bir kaygılanır gibi olsa da, alkışlarıyla destek, hatta akıl veriyor… Toplum, büyük çoğunluğuyla, kurbanın kendisi olduğundan habersiz, filmin sessiz izleyicisi… Tıpkı bir yılanın, bir başka vahşi yaratığın, yutmadan, parçalayıp yok etmeden önce, korku salıp büyülemişçesine hareketsiz bıraktığı bir tavşanın tıpatıp benzeri olarak… Saygılar... DİPNOT...- SORU DUVARI... Evet var mı Güncel adına 'Soru Duvarı'na yazılmak üzere sorusu olan...
Ciddi ciddi.... Düşünüyorumda.... Üretimi olmayan sadeci tüketen (ama hemen hemen herşeyi) bir memlekette... Biz niye proje çiziyor, Kitap yazıyor, Tiyatro öğretiyor, Resim yapıyoruz ki?... Niye? Saygılar... DİPNOT...- DİPNOT'lar...
Duvarlık... "Bireysel" mücadeleden "Milli" mücadeleye geçemeyen milletler, "Bireysel" zafer peşinde koşmaktan "Milli" zaferler kazanamazlar... ___________________________ ucnokta...- TÜRBANLI CHP'LİLER
Vah CHP... CHP’nin başörtsü, türban ve çarşaflılara yönelik politikalar üretmesi son derece normaldir. Anormal olan... Kara çarşaflı ve türbanlı kadınların CHP’ye üye yapılması anormalin de ötesinde bir abukluktur!... Biliyorsunuz bu CHP... Bir dönem pop şarkıcısı Ricky Martin’e özenen, Bir dönem Osmanlı’nın kurucusu Osman’ın kayınpederi Şeyh Edebali’den medet uman CHP enel Başkanı Deniz Baykal’ın “popülizm” ve “sağa kayma” saplantısı depreşmişe benzemektedir. Baykal’ın parmak uçlarını kara çarşafın altındaki vücuduna dokundurmamaya çalışarak CHP rozeti takıp üye yaptığı kara çarşaflılar... Yarın partinin yetkili organlarında görev alma, parti siyasetini şekillendirme hak ve yetkisini kazanmıştır!.. Özetle CHP’de sap ile saman birbirine karıştırılmıştır... Saygılar... DİPNOT...- SORU DUVARI... Evet var mı Güncel adına 'Soru Duvarı'na yazılmak üzere sorusu olan...
Pink'in soruları... (Bizimde Sorularımız...) ABD ilginç bir ülke. Orduları, dünyanın dört bir yanında baskı, korku ve terör üretirken kendi ülkesinde de bunlara karşı çıkabilecek bir cesaret ve eleştiri varlığını sürdürüyor. Bir çelişmeler ülkesi. ABD'yi bütün bu çelişmeleri nedeniyle anlayabilmek gerek. Sizinle Pink'in bu güzel ve cesur şarkısındaki sorularını paylaşmak istiyorum... "Dear Mr. President Sevgili Bay Başkan; Benimle biraz yürümek ister misin? Yalnızca iki sıradan insanmışız, Ve sen benden daha iyi değilmişsin gibi. Sana bazı sorularım olacak, eğer dürüstçe konuşabilirsek. Sokaklardaki onca evsizi gördüğünde neler hissediyorsun? Yatmadan önce kime dua ediyorsun? Aynada kendini gördüğünde ne hissediyorsun? Kendinle gurur duyuyor musun? Biz ağlarken nasıl uyuyabiliyorsun? Bir hoşça kal demeye bile fırsatı kalmayan bir anneyi, hayal edebiliyor musun? Başın dik nasıl yürüyorsun? Gözlerime bakıp nedenlerini anlatabilir misin? Sevgili Bay Başkan; Yalnız bir çocuk muydun sen? Şimdilerde de yine yalnız bir çocuk musun? Nasıl söyleyebilirsin geride bırakılmış hiç çocuk olmadığını? Biz aptal değiliz, kör de değiliz. Onlar senin hücrelerinde barınıyorlar, Döşediğin cehenneme giden yolda. Bir baba nasıl kızının seçimlerini elinden alır? Ve bir baba nasıl nefret eder kızından eşcinsel diye? Ben sadece bir First Lady'nin söylemesi gerekenleri düşlüyorum Sen viski ve kokainden başını kaldıramazken. Sana sıkı çalışmanın ne olduğundan bahsedeyim Azıcık maaşla ve bir bebek yoldayken Sana sıkı çalışmanın ne olduğundan bahsedeyim Bombalardan mahvolmuş evleri yeniden yapmaya çalışmak Sana sıkı çalışmanın ne olduğundan bahsedeyim Kartonlardan yatak yapmak, Sıkı çalışmak... Geceleri nasıl uyuyorsun? Başın dik nasıl yürüyorsun? Sevgili Bay Başkan; Benimle yürümek istemezdin değil mi?"... ______________ Pink... Saygılar.... DİPNOT...- TÜRBANLI CHP'LİLER
... Burası Türkiye, bizde her şey normaldir... Futbol maçında tarih yazılır... Emniyet müdürü korumakla yükümlü olduğu masum insanları cinayetlere kurban eder... Cumhuriyeti kuran parti çarşafa girerek, laikliği savunur... Yani... 3, 5 oy için... -Normalistan günlüğüne yeni bir sayfa daha eklendi!...- SORU DUVARI... Evet var mı Güncel adına 'Soru Duvarı'na yazılmak üzere sorusu olan...
Burada soru Duvarı’na “Soruların Everesti” olarak bakabilirsiniz. Amerika’daki 750 dolayındaki müzeden biri olan Boston’daki Bilim Müzesi’ni (Museum of Science) gezenler, onlarca bölümden biri Soru Duvarı’nı görmeden, not almadan geçmiyorlar. Benzerlerini “Google”da, NTV ekranlarında gördüğümüz 15-20 soru, geniş bir duvar yüzeyinde, iri puntolarla yer alıyordu. Bunlardan birkaçı şöyleydi: “İnsanlar neden farklı diller konuşur?, Gökyüzü neden mavi? Okyanus ne kadar derin? Bir evdeki bütün musluklardan akan su aynı mıdır? Dünya’nın yaşı kaç? Atalarımız ne yerlerdi? Kuşlar uçmayı, göç etmeyi nasıl öğreniyorlar? Hangisi daha çok: Kumsaldaki kum taneleri mi, gökyüzündeki yıldızlar mı?..” Gördüğünüz gibi bu sorular çok yalın olsalar da yanıtlamak için, doğa ve toplum olaylarını kavramak, anlamak, algılamak, düşünmek gerekiyor... _______________________________________ Başlıyalımmı... SORULARIM... - Nüfusumuzun 9.8’i işsiz. Ve soruyor: Ne zaman iş sahibi olacağım? - 1 milyon aç insanımız soruyor: 6 yıldır açlar da büyüyor; büyümemiz böyle mi sürecek? - 20 milyon yoksul insanımız soruyor: Hani bir yılda yoksulluk sona erecekti? 6 yıl yetmedi mi? Saygılar... DİPNOT... ____________ ____________ Hikmet Altınkaynak'sa sevgi ve saygılarımızla...- DİPNOT'lar...
SEVSİNLER... AKP Genel Başkan Yardımcısı Abdülkadir Aksu, Batman'da yaptığı konuşmada... Başbakan Erdoğan’ın etnik ayrımcılık yapmadığını, hatta en çok Kürt milletvekilerini sevdiğini ileri sürdü. Hayrıca... “Ya sev, ya terk et” sözünün Başbakan Erdoğan’a itham edildiğini söyleyen Aksu, “Tek ülke, tek bayrak, tek millet ve tek vatan söylemleri ile bundan rahatsız olanlara bu mesajı vermiştir ki; Bunu yıllardır her zaman söylüyor.Neden şimdi çarpıtılıyor” diye konuştu. Meclis’te bulunan Kürt milletvekillerine Başbakan’ın ayrı bir sevgisi olduğunu söyleyen Aksu, “Zaman zaman Meclis kulislerinde bazı milletvekilleri birbirine takılır. Başbakan Kürt milletvekillerine fazla ilgi gösterince bazı milletvekilleri ‘anneannemizin annesi de Kürt’ şeklinde espri yaparlar. Bizim birbirimizden ayrımız gayrımız yok” dedi. Güneydoğu politikaların değişmediğini belirten Aksu, “Bu bizi çekemeyenlerin, halktan destek aldığımızı görenlerin iftiralarıdır. Kimse bunlara aldanmasın". AK Parti’nin Güneydoğu politikası kesinlikle değişmemiştir. Hatta en iyi ayrıcalıklar bu bölgeye yapılmıştır. Her zaman pozitif ayrımcılığa tabii tutulmuştur” diye konuştu. “En yakın arkadaşı” Dengir Mir Mehmet Fırat’ın defalarca sağlık sorunları yüzünden istifa etmek istediğini, ancak son kez aşırı ısrarı ile görevini bıraktığını söyleyen Aksu, Bunun aksini söyleyenlerin gerçeği çarpıtma kampanyası yürüttüklerini iddia etti... Eeee Ne denir... Sevsinler seni Aksu... DİPNOT... - KADINA ŞİDDET ve TACİZ... 25 Kasım tüm dünyada “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kutlanacak...
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.