DİPNOT tarafından postalanan herşey
-
ATEİST YETİŞTİRME KAMPI KURULUYOR... Çocukların 'ateist' olarak yetiştirileceği bir yaz kampının kurulması için kollar sıvandı...
İTALYA’DA BİR İLK GERÇEKLEŞTİ... Çocuklar için Darwin Kamp MİLANO - İtalya’da, dinsel eğitimin topluma hâkim olmasından kaygılanan bir grup anne-baba Ateistler Derneği’ne başvurarak çocukları için yaz kampı isteğinde bulununca dernek İtalya’nın ilk laik yaz kamplarını “Darwin Kamp” adıyla yaşama geçirdi. ÖZGÜR DÜŞÜNME... İtalyan fizikçi Margarita Hack’in kurucu üyeleri arasında olduğu derneğin 9-14 yaş grubuna yönelik düzenlediği kamplar yaratıcı, mantıklı ve özgür düşünmeyi pekiştirmeyi hedeflerken çocukların doğayı tanımasını ve sorumluluk almalarını ilke edindi. Temmuz-ağustos döneminde bir ya da iki hafta süreyle organize edilen kamplardan biri “Darwin Camp” adı altında Grosseto’ya bağlı Paganico’da düzenlendi. Le Orme kooperatifinin organize ettigi kamp, 12-14 yaş çocukları konuk ediyor. Ateistler Derneği’nin kampı ise aynı dönemde Verbania’ya bağlı Montorfano’da 9-11 yaş grubu çocukları kabul edecek. Ateistler Derneği, ailelerden gelen kaygıyı ve isteği değerlendirerek son yıllarda Kuzey Avrupa ülkelerinde gitgide artan kampları model aldıklarını aktardı. Kamp boyunca geceleri ateş etrafında buluşan çocuklar bilimsel düşünce ile mitsel-dinsel düşünce konusunda uzmanların gözetiminde tartışma gruplarında bir araya gelecek. Kaynak: ASLI KAYABAL / http://www.cumhuriyet.com.tr/?
-
ATEİST YETİŞTİRME KAMPI KURULUYOR... Çocukların 'ateist' olarak yetiştirileceği bir yaz kampının kurulması için kollar sıvandı...
------------------------------------------ 'Dinden imandan çıkartan' kamp... 'Tanrı Yanılgısı' isimli kitabın yazarı Richard Dawkins, çocukların 'ateist' olarak yetiştirileceği bir yaz kampının kurulması için kolları sıvadı İngiltere'nin Somerset kentinde kurulması planlanan ilk ateist çocuk kampına 8 -17 yaşlarındaki çocuklar kabul edilecek. 1 hafta boyunca evrim üzerine dersler verilecek kampta sadece John Lennon'un 'Imagine' şarkısı çalınacak. Kampın, kilise gruplarının din eksenli yaz kamplarına bir alternatif olacağı belirtiliyor. 'Rasyonel kuşkuculuk' üzerine dersler görecek çocuklar aynı zamanda ahlaki felsefe ve evrim biyolojisi üzerine de eğitilecek. Ayrıca 'tek boynuzlu at' mitini çürütecek çocuğa da 10 sterlin ödül verilecek. Dawkins bu kampın amacının çocukların rasyonel düşünmelerini sağlamak olduğunu söyledi. Ünlü yazar, 27 Temmuz'da başlayacak kampta spor da yapılacağını belirtti. Kaynak: http://w9.gazetevatan.com/Dinden_imandan_cikartan_kamp/246012/10/Manset
-
TSK'ya Asimetrik Psikolojik Harekat
Çok doğru.. Yani... Şurası artık yadsınamayacak bir gerçekliktir: Çivisi çıkmış Türkiye’de anlamsızca sürdürülen bir sivil-asker karşılaştırması gibi asimetrik kutuplaşmalar, sonuçta ülkenin toplam gücünü zayıflatmakta ve ancak cumhuriyetin geleceğini karartmak isteyenlerin işine yaramaktadır. Saygılar... DİPNOT...
-
İRAN'LI ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISI 'NİDA' YA AĞIT... “Benim sarı gülüm için, gözyaşı dökmeyecek misin?”(*)...
Otuz yıl sonra yine sokakta... İRAN’da bir kuşak ayağa kalkıyor. Ancak İran’da sokağa dökülmek ne Latin Amerika’ya ne de Avrupa’ya benziyor. Ellerinde ne devrim marşları söyleyecek enstrümanları ne de sembolleştirebilecekleri bir bayrakları var. Karşılarında ise sıra sıra dizilmiş polisler değil, din için kendi halkını gözünü kırpmadan katledecek Besici milisleri var. Yine de İran’da bir kuşak uyanıyor. Sokaklar otuz yıldır ilk kez bu kadar hareketli. Bir arama, sonra bir arama daha; sonuç hep aynı; bir dakikayı bulmayan bir konuşma ardından telefon kesiliyor. Tebriz’deki birine ulaşmaya çalışıyorum. Sık sık kesilen görüşmemiz sırasında o gün şahit olduğu bir olayı aktarıyor. Kentteki Devrim Muhafızları‘nın gün boyu arabalarla devriye gezdiği ve telefon hatlarına 300 metre aralıklarla parazitler yerleştirdiğini görmüş. Nida Sultan’ın 20 Haziran’daki ölümünün görüntüleri Youtube ve Twitter aracılığıyla tüm dünyanın gözleri önüne serilince internet erişimi zaten neredeyse imkânsız hale getirildi. Fakat görüntüler bununla sınırlı değil. Amatör kameralar büyük baskı altında olan yabancı basın kuruluşlarının yerini aldı, gösteriler ve hükümet güçlerinin silahlarını kendi halkına doğrultması büyük haber ajansları tarafından değil, çatılardan çekilen görüntülerle internet üzerinden izlendi. Tebriz’de bağlantı kurduğum kişi kentte ilk günlerdeki hareketliliğin yerini sessizliğe bıraktığını söylüyor. Tahran’da konuştuğu kişilere göreyse başkentte sokaklar pek durulacak gibi değil. İran’da bir kuşak uyanıyor... Tahran sokaklarını işgal eden göstericiler “İslam Rejimi”ni mi yıkmak istiyor, yoksa sadece baskıların azalmasını mı? Biri İran’dan, ikisi Türkiye’den konuştuğumuz İranlılar net bir amaçtan bahsedemiyor. Çünkü kalabalığın içinde sadece seçim sonuçlarını protesto edenler de, Komünist Parti’yi İran’a getirmek isteyenler de var. Açık olan şu; İran’da bir kuşak değişim istiyor. Yine de bir sorun var; Tahran dışından göstericilere aktif destek neredeyse yok denecek kadar azalmış. Karşımıza gelen bu bilgilerden sonra akla gelen soru şu: Göstericiler geri adım mı atacak? Tebriz’den bu soruya gelen yanıt olumsuz. Devam eden direniş akla başka soruları da getiriyor. İslam Rejimi’ni yıkıp yeni bir rejim mi yaratmak istiyorlar? Bu soruya cevap vermek o kadar da kolay değil. Tahran’a en büyük desteği veren yurtdışındaki İranlılar için bu ihtimalden kolaylıkla söz edilebilir. Göstericiler içinde anarşistler ve komünist partiyi İran’a getirmek isteyenlerin olduğunu da Tebriz’deki arkadaşımız onaylıyor. Sokaklardaki kalabalığı ortak noktada buluşturan asıl güç seçimi hileli şekilde kaybettiğini iddia eden Mir Hüseyin Musavi’ye olan destekleri. İran’da iki haftadır yaşanan olayların ortasında yer alan Mir Hüseyin Musavi’nin İran siyasi tarihindeki yeri çok daha eskilere dayanıyor. 1979’daki İslam Devrimi sırasında sokaklardaki göstericileri o organize etti. Şah devrildikten sonra kurulan İslam Cumhuriyeti’nde başkanlık sistemine geçilmeden önceki son başbakandı. Ülkenin şimdiki dini lideri Ali Hamaney’le çekişmeleri de daha o günlerde başladı. Ancak Musavi 1988’de Irak’la olan savaş sona erince görevinden ayrıldı ve İran Sanat Akademisi’nin başına geçti. Sosyal hayatta neredeyse hiç yer almamasının sebebi olarak çoğu kişi rejime olan karşıtlığını gösteriyordu. 9 Mart’ta yirmi yıllık politik sessizliğini bozup seçim kampanyasını başlattığında vaatleri arasında sosyal eşitlik, ifade özgürlüğü ve televizyon kanallarını özelleştirme sürecini hızlandırma konularında iyileştirmeler yer alıyordu. Ayrıca göreve gelirse Ahlak Polisi’nin özellikle kadınlar üzerindeki baskısının son bulacağını da müjdeliyordu. Musavi’nin seçim kampanyasının başladığı gün eski reformist başkanlardan Muhammed Hatemi adaylıktan çekildiğini açıkladı. Bazı iddialara göre Dini Lider Ali Hameney çok daha radikal olan Hatemi’yi durdurmak için Musevi’den aday olmasını rica etti. Aslında seçimlerin yapıldığı 12 Haziran günü sırf Musavi değil, diğer adaylar Ahmedinejad ve Muhsin Rızai de sonuçların manipule edildiğini söylüyordu. Daha, resmi sonuçlar açıklanmadan söylentilerin başlamasının bir sebebi de tüm anketlerin farklı rakamlar vermesiydi. Reform yanlısı İran halkı ertesi sabah birden Ahmedinejad politikalarını destekleyerek uyandı! Sonuçlar beklenmedik derecede hızlı açıklandığında ve Ahmedinejad’ın açık farkla rakiplerini geride bıraktığı öğrenildiğinde sokaklar zaten kalabalıklaşmaya başlamıştı. Göstericiler, “Oylarımız nerede” diye soruyordu. Seçim sonrasında sonuçlara saygı ve birlik çağrısında yapan Hamaney de pek ciddiye alınmadığını görünce soruşturma başlatılması isteğinde bulundu. DEMOKRASİ ŞÖLENİ Tebriz’deki arkadaşımızın dediğine göre ilk günlerde sokaklara çıkan Besici gerillaları polisi kendilerine karşı halkı korurken buldular. Ancak seçim sonuçlarında bir değişiklik olmadığı açıklanınca polis de taraf değiştirdi. Zaten daha ilk günden şiddet vardı. Musavi 13 Haziran’da yandaşlarına şiddet eylemlerinden kaçınma çağrısı yaptı. Ancak “diktatörü devireceğiz” sloganları Tahran sokaklarında giderek daha fazla yankı buluyordu. Ertesi gün tansiyonu daha da yükselen olaylar hakkında El Cezire Televizyonu “1979 devriminden beri ülkede görülen en büyük rahatsızlık” yorumunu yaptı. Olaylar üniversitelere ve diğer kentlere de sıçradı. Belki de bir şeyleri değiştirmenin tam zamanıydı. Birkaç gün içinde ülkedeki yabancı basın için çalışma yapmak neredeyse imkansız hale geldi. Bir RAI, birkaç BBC muhabiri dövüldü, elde ettikleri görüntülere el konuldu. Birçok basın çalışanı merkeze gönderdikleri haberlerin manşet ve içeriğini değiştirmeleri yönünde tavsiye(!) aldıklarını iddia ediyordu. BBC World Service de İranlı yetkilileri, yayınlarını bozmakla suçluyordu. Oyların bir kısmının yeniden sayılacağı 16 Haziran’da tüm yabancı basın çalışanlarına ofislerinden çıkma yasağı getirildi. O güne kadar hükümetin açıkladığına göre 20 gösterici hayatını kaybetmişti. Kesin sonuçlar açıklandıktan sonra büyük bir gösteri düzenlendi, aynı gün Güney Kore’yle karşılaşacak İran Ulusal Futbol Takımı oyuncuları da kollarına taktıkları yeşil bantlarla Musavi’ye desteklerini gösterdi. Ayın 18’inde neredeyse yüz bin kişi hayatını kaybedenler için ellerinde mumlarla bir kez daha Tahran sokaklarındaydı. Hamaney artık göstericilere tolerans gösterilmeyeceğini açıkladığında eylemcilerin sayısı önceki günler kadar fazla değildi. Şiddet ise tam tersine artıyordu. Sonuç mu? 150’den fazla olduğu tahmin edilen ölü; tutuklanan onlarca politikacı, basın mensubu, insan hakları savunucusu, öğrenci... Yine de olumlu bir şeyden söz edebiliriz. Tebriz’deki arkadaşımız yedi yıl sonra ilk kez İran’a dönmüş ve kendini bu ortamda bulmuştu. Peki İran halkında yedi yıl öncesine göre değişen neydi? “Aslında istekleri açısından yıllardır değişen hiçbir şey yok. Sadece ayağa kalkacak cesareti kendilerinde buldular ve bir şeyleri değiştirebileceklerini gördüler.” l DENİZ ÜLKÜTEKİN
-
İRAN'LI ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISI 'NİDA' YA AĞIT... “Benim sarı gülüm için, gözyaşı dökmeyecek misin?”(*)...
Teşekkürler sevgili rua... Sevgi ve saygılar...
-
İRAN'LI ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISI 'NİDA' YA AĞIT... “Benim sarı gülüm için, gözyaşı dökmeyecek misin?”(*)...
Ahmedinejad’ın Kâbusu Nida... “Salı 23 Haziran, saat 1.37 Sevgili Paulo, Yarın İran’ı terk etmeye çalışacağım. Öğleden sonra 2’ye dek Londra’ya varmazsam, bana bir şey olduğunu anlarsın. O saate dek bekle. Karım ve oğlum (güvenlik nedeniyle sansürlenen..) yerde. Telefon numaraları (…..). E-posta adresleri (…..). Bana bir şey olursa; eşimle oğlum sana emanet. Dünyada başka kimseleri yok. Tek başlarınalar. Dostluğun benim için büyük şeref. Sevgilerimle. Arash.” Yukardaki satırların muhatabı “Paulo”, “Sarı çizmeli Mehmet ağa”... herhangi bir Paulo değil; Paulo Coelho. Brezilyalı ünlü yazar Paulo Coelho yani. Yerküre üzerinde “benim!” diyen tüm dillere çevrilen ve yüz milyon kopya satan “Simyacı”nın yazarı... Alttaki imza kim peki? O da “Dr. Arash Hejazi”ye ait... “Arash Hejazi kim?” derseniz... “İran’ın Nida”sına son anlarında yardıma koşan bir doktor vardı ya hani? O!.. Nida’nın yanında son nefesinin tanıklığını -hem tıbbi, hem “yurttaş gazeteciliği” anlamında- yapan ve bunu internetten dünyaya yayıp duyuran doktor... O doktorun da bir adı var artık: Arash Hejazi. Coelho öyküye nasıl dahil oldu? Hejazi’nin internetteki “tanıklığını”, “Tahran’ da Ölmek” (23 Haziran) başlıklı yazımda birkaç gün önce aktarmıştım: “Kızın kalbine ateş açan milis, belli ki onu net görüyor, seçiyordu” diye başlayan Hejazi’nin sözleri şöyle devam ediyordu: “Doktor olduğum için hemen müdahale ettim. Kurşun kızın kalbinde patladığı için tüm göğsüne dağılmıştı. İki dakikada kurban öldü. (Youtoube’daki) bu görüntüleri, yanı başımdaki arkadaşım çekti. Lütfen bunları yayın...” Dünya; “İran’ın yeşil dalgası”nın bir numaralı simgesi ve “Jeanne D’arq”ı haline gelen Nida’nın trajedisini, işte böyle; “kilit tanık” Arash Hejazi’den öğrendi... Nida’nın -ölümünden hafta geçmeden- küresel köyün “özgürlük ikonuna” dönüşmesinden birinci derecede sorumlu olan Hejazi; “Yandım Allah!” tabii, bundan sonra İran’ da yaşayamadı ve ülkesini terk etmek zorunda kaldı… Buraya kadar olanlar şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan ne? Dünyanın taa öbür ucundan, karekterini kovalayan roman yazarı hesabına Paulo Coelho’nun bu öyküye dahil olması… İran gösterilerinin şiddet sarmalına girdiği günlerde, “Simyacı”nın yazarı da milyonlarca insan gibi “CNN”de Nida’nın son anlarıyla karşılaşıyor… A o da ne? Nida’nın yanı başındaki beyaz gömlekli genç adamı yazar tanıyor. Belleğini yoklayan Coelho, “CNN”de Nida ile gördüğü gencin bir Tahran yolculuğunda tanıştığı İran’daki editörü olduğunu fark ediyor. Bilgisayarının başına oturup derhal “Arash”a; “Yoksa o musun? Gözlerime inanamıyorum?” mealinde bir “mail” atıyor. Hejazi; Coelho’ya önce; “Ta kendisi!” yanıtıyla dönüyor. Ardından yazının ilk satırlarında aktardığım; “Tahran’dan Londra’ya kaçış planını” iletiyor. Karısı, oğlunun akıbetini; yazara emanet ediyor... Bu gelişmeyi müteakip 24 Haziran günü, saat 13.55’te; İran olaylarını sanal âlemden takip eden herkes Coelho’nun kişisel blogundan, Arash’ın kazasız belasız, sağ salim Londra’ya vardığını öğreniyor… Şirin Ebadi de sahip çıkıyor Nida, geçtiğimiz cumartesi, 20 Haziran’da öldürüldü. Müzik, şan dersleri, felsefe eğitimi alan genç kız; “yeşil isyanı” şiddet kullanmak yoluyla bastıran “Ahmedinejad rejiminin” şimdiden bir numaralı kâbusuna dönüştü. Asfalt ortasında, belleklerde yer eden çok trajik sahnelerle yaşamı noktalanan “mazlum Nida’nın imajı”; şimdiden Musavi’yi aşan bir sembol niteliği kazanmışken; buna bir de “best-seller” yazarı Coelho’nun yukarda özetlemeye çalıştığım malzemesi eklendi. Coelho bundan birkaç aya kalmaz bir best-seller çıkarır. Coelho’nun yanı sıra, İran’ın Nobelli “insan hakları avukatı” Şirin Ebadi de bu arada Nida’nın öyküsüne sahip çıkmakta gecikmedi. Cumhurbaşkanlığı seçimini izleyen günlerde kapağı Brüksel’e atan Ebadi, “genç kızın ailesinin rıza göstermesi halinde”; “Nida’nın haklarını savunacağını” ve Nida adına “İran devletine dava açabileceğini” söyledi. Kadınların yargıçlık yapmasına olanak vermeyen şeriat yasaları yüzünden “yargıç cüppesini” çıkarıp avukatlık bürosu açmaya mecbur bırakılan Şirin Ebadi ile Nida’nın kaderlerini “yeşil isyanda” buluşturan pek çok neden var. Onlar da yarına... Nilgün Cerrahoğlu / Cumhuriyet…
-
‘AKP İSLAMCILARIN 2. VERSİYONU’... Diğer Müslüman Ülkelerden farklı olarak demokrasi ve yavaş evrim yoluyla hedefe ulaşma çabası var...
‘KOKUŞMUŞ REJİMİN YIKILMASI EN İYİ SEÇENEK’ - İran’da yaşanan olayları ve Obama’nın yaklaşımını nasıl yorumluyorsunuz? DANIEL PIPES - Seçimlerin ardından İran’da yaşananlar, sıradan İslamcı bir politikacı olan Musavi’yi daha özgür ve laik bir İran hayalinin sembolü haline getirdi. Ben ne Ahmedinejad ne de Musavi’nin cumhurbaşkanı olmasını desteklerim. Kokuşmuş İran İslam Cumhuriyeti’nin yıkılması en iyi seçenek. Ve bu süreç de başladı. Haftalar mı yıllar mı alır bilemem ama Musavi’nin cumhurbaşkanı olması bu süreci hızlandırır. Ne yazık ki mollalara karşı gelmek hiçbir zaman ABD’nin, politikası olmadı. Obama İran’daki muhaliflerle arasına mesafe koyarak Tahran’dan nükleer silahlar konusunda taviz elde edeceğini umuyor. Onun yerine İran’da olanlara cesaret ve yaratıcılıkla yaklaşılmalı. “Hamaney’e ölüm” diye bağıranları cesaretlendiren güçlü bir ABD politikasının zamanı geldi. Obama, Kahire’de yeni bir şey sunmadı Obama’nın Mısır’daki konuşmasını nasıl buldunuz? Obama konuşmasıyla Müslümanların görüşlerini fazlasıyla etkileyen İslamcıların takdirini kazanmak için ucuz bir yol seçtiğini ele veriyor. Konuşma yeni yaklaşımlar ve politikalar ortaya koymadığı gibi Obama’nın yanı sıra ABD’li siyasi liderlerin İslamın reklamını yapmak, Müslümanlara kendi dinlerinin aslında ne olduğunu anlatmaya çalışmak, radikal İslamdan söz etmekten kaçınmak ve şiddet yanlısı İslamcılığı yerden yere vururken şiddet kullanmayan İslamcılığı kabul etmek gibi yerleşik uygulamayı bir kez daha teyit ediyor. Ayrıca Afganistan, İran, Irak, Arap-İsrail anlaşmazlığı, demokrasi konularında da bilindik politikalarını yineledi. Kısaca yeni hiçbir şey sunmadan İslamcılara çekici görünmek için tatlı sözler söyledi. - Obama’nın İslam dünyasına yönelik politikaları sizce yeni bir şey getirebilir mi? Şu ana kadar içerikten çok ton değişikliği gördük. Bu ileride değişebilir. Obama Müslümanlara “Sizi anlıyorum, sempatiyle yaklaşıyorum bundan önceki başkandan farklıyım” demeye çalışıyor. İçeriğe baktığınızda ise değişimden çok devam görüyoruz. Asıl soru, politikalarda gerçekten bir değişiklik olacak mı ve Müslüman dünyanın buna tepkisi ne olacak?.. Ancak bunu şimdiden söylemek zor.
-
‘AKP İSLAMCILARIN 2. VERSİYONU’... Diğer Müslüman Ülkelerden farklı olarak demokrasi ve yavaş evrim yoluyla hedefe ulaşma çabası var...
Pipes’a göre İslamcı ideolojinin gerçeklere adapte olduğunu Türkiye, Bangladeş ve Irak örneklerinde görmek mümkün... ‘AKP İslamcıların 2. versiyonu’… “Şiddete başvurmayan İslamcılar ile cihatçılar farklı yöntemlere başvurabilir ancak sonuçta her iki taraf da şeriatı hedefler. Bazıları AKP gibi buna siyasi yöntemlerle ulaşmaya çalışıyor. Özellikle de Türk modeli endişe verici. Örneğin İran devrimi başarısızlığa mahkûm, çünkü İran halkı artık bunu istemiyor ve buna inanmıyor. Oysa Türkiye’de iyi yönetim, demokrasi ve yavaş evrim yoluyla hedefe ulaşma çabası var ve bu çok daha tehlikeli.” ABD’li akademisyen, yazar ve siyasi yorumcu Daniel Pipes, Ortadoğu ve İslamcılık konularında uzmanlaşmış bir isim. Muhafazakâr düşünce kuruluşu Middle East Forum’un başkanı Pipes, AKP’yi “İslamcıların ikinci versiyonu” şeklinde tanımlıyor. AKP hükümetiyle birlikte NATO’nun içine radikal İslamın girdiği görüşünü savunan Pipes, Ankara’nın gerçek bir müttefik olup olmadığının sorgulanmasından yana. Pipes Ortadoğu’da yeni bir soğuk savaş olduğunu ve Türkiye’nin de İran tarafında yer aldığını savunuyor. ABD’nin Fethullah Gülen’e kucak açmasından rahatsız olan Pipes, “İslam düşmanı” suçlamalarına, “Ben din değil politika konuşuyorum” diyor. - Bush döneminde “Ilımlı İslam modeli” şeklinde nitelenen Türkiye, Obama döneminde yine dini referanslar taşıyan “model ortaklık” çerçevesinde tanımlanıyor. ABD ne zaman Türkiye’yi “model” olmaktan çıkararak Batılı müttefikler sınıfına sokacak? DANIEL PIPES- Burada bir yanlış anlama var. ABD onlarca yıl boyunca Türkiye’yi nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkeler arasında en başarılı olan ülke şeklinde gördü. Türkiye demokratik kültürü, özgürlükleri, ekonomik büyümesiyle diğerlerinden çok farklı ve bu ABD için önemli. Ancak Türkiye İslami bir cumhuriyet olarak görülmüyor. Müslüman dünyanın Türkiye’yi yakından izlemesi ve dersler çıkarmasının faydalı olacağı yönünde görüşler var burada.. ki ben de buna katılıyorum. Dini bağlar göz önüne alındığında bu ülkelerin Türkiye’yi örnek alması ABD’yi örnek almalarından daha kolaydır. Bu açıdan başarılı bir Türkiye model olarak görülebilir. Ancak AKP iktidarı ile birlikte farklı bir eğilim gelişti Türkiye’de. AKP İslam dininin modern demokratik işleyişin içine eklenmesi ve bütünleştirilmesini temsil ediyor ki ben buna çok karşıyım. - Türkiye’nin başarısı benzeri hiçbir Müslüman ülkede yaşanmayan Atatürk devrimleri ve laik yapının sonucu değil mi? Evet, Türkiye’deki 1923-1938 devrimi, çoğunluğu Müslüman ülkelerde yaşananlarla hiçbir paralellik taşımayan, görülmemiş, çarpıcı bir olay. Atatürk devrimleri Türkiye için bir dönüm noktası oldu. AKP’nin ise bunun reddini ve bu devrimlerin tersine çevrilmesini temsil ettiğini düşünüyorum. Eğer AKP’nin liderliği devam ederse Atatürk devrimlerinin bozulma olasılığı var. Erbakan’ın hatalarından ders aldılar - AKP kendini İslamcı parti olarak tanımlamıyor. Siz nasıl tanımlıyorsunuz? Ben AKP’yi Necmettin Erbakan’ın başarısızlıkları ve son otuz yıldır süregelen farklı partilerinin devamı olarak görüyorum. Erbakan’ın yardımcıları bu başarısızlıklardan ders çıkardı. AKP bence İslamcıların ikinci versiyonu. Bunu başka yerlerde de görüyoruz; İslamcı hareket zaman içinde çok daha karmaşık bir yapıya büründü. Türkiye’de Gülen hareketinin de dahil olduğu bu karmaşık İslamcı hareketin oluşması bir parça Erbakan’ın hatalarından, bir parça Türk ordusundan, bir parça da Türk yaşamının demokratik yapısından kaynaklanıyor. Bunları bir araya koyduğunuzda çok karmaşık İslamcı bir hareket çıkıyor ortaya. - AKP’nin bölgedeki dış politikasını nasıl buluyorsunuz? 1992’de Türkiye’de hükümet görevlileriyle yaptığım görüşmelerde ABD politikalarına paralel politikaların uygulandığını görmüştüm. Bundan 10 yıl sonra AKP döneminde farklı uygulamalar söz konusu oldu. Ahmet Davutoğlu’nun başını çektiği bu politika Batı’dan, özellikle de ABD’den uzaklaşma ve Türkiye’nin bölgesel çıkarlarına odaklanmak oldu. Yeni Osmanlı yaklaşımın var olduğunu görüyoruz ki bunun, Türkiye’nin dünyadaki yerine yönelik büyük sonuçları var. Erdoğan’ın Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in NATO genel sekreterliği göre-vine karikatür krizi çerçevesinde karşı çıkmasının ardından ben Türkiye’nin NATO üyeliğinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini söyleyen bir makale yazdım. Ben NATO’nun yeni rolünün radikal İslamla mücadele olması gerektiğini düşünüyorum. Yıllarca sürebilecek AKP iktidarıyla NATO’nun içine radikal İslamın girdiği endişesini taşıyorum. Bu, NATO’yu ana gö-revinden saptırabilir. Türk hükümeti kendi politikalarını belirleyebilir.. o zaman biz de Türkiye’nin gerçek bir müttefik olup olmadığını sorgulamalıyız. Bugün Ortadoğu’da yeni bir soğuk savaş var. Bir tarafta İran’ın liderliğinde Katar, Umman, Hamas, Hizbullah ve Türkiye yer alırken diğer tarafta Suudi Arabistan’ın liderliğinde, Mısır, Fas, Tunus ve Körfez ülkeleri bulunuyor. Halifelik özlemi - İran tarafında yer alması Türkiye’ye ne gibi bir çıkar sağlayabilir? AKP kendini yalnızca komşuları için değil, dünyadaki İslamcılar için lider rolünde görüyor. Bu Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Halifelik özleminden kaynaklanıyor olabilir. Türk İslamcıların kendilerini diğer İslamcılardan üstün gördükleri göz önüne alınırsa liderlik hedefi açıkça ortaya çıkıyor. Halifeliği yeniden yaratma çabaları olduğunu şu noktada söyleyemem ama.. AKP ve diğer İslamcılar için bu sözde halifelik mirası son derece önemli. - Yani ABD ve Türkiye’nin bölgeye yönelik çıkarları uyuşmuyor mu? Bence iki ülkenin çıkarları fazlasıyla ayrışıyor. ABD ve Türkiye ilişkisi yeniden gözden geçirilmeli. 1951-2002 arasındaki ilişkileri bugün görmek mümkün değil. AKP hükümetinin bu politikalarının bir bedeli olduğunu anlamasını sağlamalıyız. - Obama’nın Türkiye’ye gezisi hakkında ne düşündünüz? Benim görüşüm Washington’daki azınlık görüşü. Çoğunluk yeni bir boyut ve nitelik kazanan ilişkilerin iyi olduğunu düşünüyor. Obama’nın Türkiye gezisi Müslüman dünyasıyla ilişkileri değiştirmenin bir parçası olarak gerçekleşti. Özellikle Türkiye ile ikili ilişkiler için olduğunu sanmıyorum. Evet Türkiye elbette önemli ama buradaki amaç çok daha genişti. - Ergenekon davasına yönelik görüşleriniz neler? Ergenekon davası, hükümetin yasadışı yöntemlerle muhalifleri sindirme ve demokrasi dışı yollarla hükümetin etkisini arttırma çabası gibi görünüyor. - Gülen hareketinin de bunun bir parçası olduğu söyleniyor... Bunu ben bilemem, ancak Gülen hareketi ile AKP’nin ilişkisi yakın, dikkatli ve her iki tarafa da yarar sağlayan bir ilişki. ABD hükümetinin Gülen’i burada barındırıyor olması beni endişelendiriyor. ABD’de, “Şiddete başvuran İslamcılar bizim düşmanımız ama şiddete başvurmayan İslamcılar bizim dostumuz” görüşü var. AKP ve Gülen de bu çerçevede değerlendiriliyor. - ABD aslında İslamcı ideolojinin cihatçıları beslediğini göremiyor mu? Ben ABD’nin bu görüşüne kesinlikle katılmıyorum. Şiddete başvurmayan İslamcılar ile cihatçılar farklı yöntemlere başvurabilir ancak sonuçta her iki taraf da şeriatı hedefler. Bazıları AKP gibi buna siyasi yöntemlerle ulaşmaya çalışıyor. Özellikle de Türk modeli endişe verici. Örneğin İran devrimi başarısızlığa mahkûm, çünkü İran halkı artık bunu istemiyor ve buna inanmıyor. Oysa Türkiye’de iyi yönetim, demokrasi ve yavaş evrim yoluyla hedefe ulaşma çabası var ve bu çok daha tehlikeli. Ben İslamcılığı faşizm ve komünizmin bir kopyası gibi görüyorum. Çok hırslı, radikal ütopist bir ideoloji. Daha da korkutucu olan, faşizm ve komünizmin ikinci versiyonu olmadı ama İslamcılığın var. Türkiye, Bangladeş ve Irak’ta gördüğümüz bu. İslamcı ideoloji gerçeklere adapte olmayı öğreniyor. DİPNOT... ------------------------------------ DANIEL PIPES KİMDİR? ABD’de Ortadoğu ve İslamcılık konularında keskin görüşleriyle tanınan Daniel Pipes, kendi kurduğu Middle East Forum adlı muhafazakâr düşünce kuruluşunun başkanı. Harvard Üniversitesi’nde Ortaçağ İslam Tarihi üzerine uzmanlaşan Pipes, akademik kariyerinin yanı sıra ABD hükümeti içinde de çeşitli görevlerde bulundu. İslam ve Ortadoğu konularında 12 kitabı bulunan Pipes, ABD’nin önde gelen gazete ve dergilerinde makaleler yazıyor. Pipes ABD’de hem övgü hem de sert eleştirilere hedef olan siyasi bir yorumcu. ELÇİN POYRAZLAR
-
Blogcu Suheda_ Röportajı ile Sizlerle
Gerçekten sevgili Suheda'ın röportajını büyük bir keyifle okudum... Güzel bir duruş, anlamlı ifadeler, kendini yansıtan güçte kararlılık, Ne kadar farklı düşüncelerimiz olsada... Her zaman sizin saygıya layık bir türk kadını olduğunuzunn bilincindeyim sevgili suheda... Saygılar... DİPNOT...
-
İRAN'LI ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISI 'NİDA' YA AĞIT... “Benim sarı gülüm için, gözyaşı dökmeyecek misin?”(*)...
Nida İçin Ağıt!... “Benim sarı gülüm için, gözyaşı dökmeyecek misin?”(*) 1989’da Çin’de Tiananmen Meydanı’nda yapılan gösteriler dünyaya çekilen faks mesajlarıyla duyurulmuştu. Yirmi yıl sonra faks cihazları yavaş yavaş tarihe karışırken yerini teknolojinin son harikası internet aldı. İran’da son yapılan seçimler sonucunda ortaya çıkan tablo dünyaya internet üzerinden iletiliyor. İranlı protestocular Twitter üzerinden anlık haberleşme ve organizasyon mesajları gönderiyor. Facebook üzerinden organize oluyorlar. Çekilen fotoğraflar Flickr sitesinde videolarsa Youtube’da yayımlanıyor. Özellikle Twitter üzerinden yapılan haberleşme o denli kritik bir hal aldı ki ABD Dışişleri Bakanlığı bir kaç gün önce firmadan Twitter’ı bakım için birkaç saatliğine hizmet dışı bırakma işlemini Tahran saatine göre gece yarısından sonraya gelecek şekilde organize etmesini talep etti. Siyaset dünyası, konvansiyonel dünyadan öğrenmiş oldukları deneyimi son hızla uygularken (örneğin yabancı medya mensubu kişiler İran’a ancak bir haftalık vize ile girebiliyor ve vizeleri sona erdiğinden ülkeden çıkmaya zorlanıyor) dijital dünyaya karşı aciz kalıyorlar. Aslında şu gerçeği çok iyi biliyorlar; dijital dünyaya sansür uygulanamaz! Dijital dünyaya sansür uygulamak, başını kuma sokmak anlamına gelir. Bakın ülkemizdeki Youtube yasağına. Başbakanımız bile bu tür yasakların aslında kolaylıkla delinebildiğini kendisi beyan etti: “Ben girebiliyorum siz de girin” diye açıklama yaptı. Gerçekten de bugün çok basit bir işlemle her ne kadar fiziksel olarak Türkiye sınırları içinde bulunsanız da, dijital anlamda başka bir toprak üzerinden Youtube’a erişirsiniz. Bu tıpkı, herhangi bir ülkeye gitme yasağına rağmen, o ülkeye gidebilme imkânına benzer. Türkiye’den çıkarken o yasaklı ülkeye değil de başka bir ülkeye gidersiniz. Böylece kapıda sizi kontrol eden görevliler sizin geçmenize izin verir. Sonra gittiğiniz o ülkeden yasaklanmış olan diğer ülkeye geçersiniz. İşiniz bitince de geri dönersiniz. Bugün de youtube’a direkt www.youtube.com adresi yazarak gidemeyen internet kullanıcıları başka bir tampon web sitesine gider, oradan www.youtube.com adresini yazarak siteye ulaşır. Denilecektir ki yasalardaki tanımlar gereği bu tür yasakları koymak ne yazık ki mümkün. Pek de öyle olmadığı geçtiğimiz günlerde çıkan bir haberle doğrulandı. Mart ayında yapılan yerel seçimler öncesinde birileri Facebook sitesinde, CHP’nin İstanbul Belediye Başkan adayının terör örgütünün bir mensubu olduğunu ifade eden bir grup oluşturdu. Buna karşılık adayın avukatı dava açarak, ilgili yasa gereği o grubun ya da Facebook’un kapatılmasını talep etti. Mahkeme bu yönde karar aldı. Ancak Telekomunikasyon İletişim Başkanlığı mahkeme kararını ilgili yasaya göre uygulamayacağını beyan etti. İlginç değil mi? Örneğin birisi Türkiye ile ilgisi dahi olmayan bir web sitesindeki bir habere okur görüşü beyan ediyor. Bu görüşte bir Türk vatandaşının kişilik haklarına saldırı olduğu gerekçesiyle açılan dava sonucu tüm web sitesi topyekûn kapatılıyor. Ancak bir başka örnekte değil siteyi topyekûn kapatmak, ilgili grup bile kapatılamıyor. Demek ki bazıları daha eşit! Şimdi denilecektir ki temelde “yasaklamanın kendisi yasaklanmalıdır.” Elbette. Ancak iş politika olduğunda mesajların yorumlanması ne yazık ki farklı olabiliyor. Örneğin bir medya kuruluşu bir kişi ya da kurum hakkında bir haber yapıyor. O kişi ya da kurum haberi yalanmazsa bu durum bile kamuoyunun dikkatine sunularak şöyle dolaylı bir mesajın zihinlerde oluşması sağlanıyor: Yalanlamadı; demek ki doğru! Oysa tam tersi olması gerekmez mi? Doğru olduğu ispat edilene dek yalandır! Farkında değiliz ama yargısız infazı her gün hepimiz birbirimize karşı yapıyoruz. Bunu medyadan öğrendik. Belki Roger Waters gibi duyarlı bir başka sanatçı çıkar da onun 1989’da Çin’de öldürülen “sarı gül” için yaktığı ağıt gibi bir ağıtı da İran’da öldürülen Nida için yakar. (*) Roger Waters, “Watching TV” (Amused to Death albümünden) _________________________________________ Tanol Türkoğlu
-
KENDİNİZİ AŞIN: HAYATINIZA BİRAZ BİLİM KATIN... En son bilimsel gelişmeleri takip etmek isteyip, görüşlerini burada paylaşmak isteyen arkadaşlar...
İnsanın insanlaşma aşamalarına bir örnek: Australopithecus’lar İlk saptanıp, adlandırılışları 80 seneyi aşkın bir süre öncesine, 1900’lü yılların ilk çeyreğinin sonlarına kadar geri giden ve o dönemde insanın evrimsel aşamaları konusundaki bilgilerin bugünkü düzeyde olmaması nedeniyle sözcük olarak “Güney Maymunu” anlamına gelen Australopithecus’lar, bütünüyle Afrika’ya özgü, en eskisi olmasa dahi, insan evriminin hayli öncül evrelerinden birini simgeleyen çeşitli fosil bulgulardan oluşur. Australopithecus’lar kendi içlerinde, alfabe sırasına göre (genellikle) A. afarensis, A. africanus, A. anamensis, A. boisei (Zinjanthropus boisei) ve A. robustus gibi farklı alt türlere ayrılır. Güven Arsebük İnsan ve kuyruksuz maymun cinslerini birbirinden ayıran çeşitli anatomik ve kültürel ölçütler vardır. Söz konusu anatomik ölçütlerin günümüz için en başta gelenleri, Pongid’ler ile Hominid’lerin arasındaki genetik uzaklıklar, yürüyüş biçimleri arasındaki fark ve diş yapılarıdır. Australopithecus’ların, temelde dört ayaklarını kullanarak hareket eden kuyruksuz maymunlardan farklı olarak iki ayak üzerinde ve dik olarak yürümüş olmaları ve ayrıca diş yapıları (özellikle, köpek dişlerinin [canine] boyunun diger dişlere kıyasla daha uzun olmaması) bakımından Pongid’lerden ayrılmakta ve insangiller grubuna yaklaşmaktadır; bir bütün olarak Australopithecus’larla günümüzden (yaklaşık) 4.5 ile 1 milyon yıl önceleri arasında kalan süre boyunca Güney ve Doğu Afrika’da karşılaşılır. İlk /en eski örneklerinden başlayarak kafatasındaki büyük deliğin (foramen magnum) bulunduğu yer, leğen kuşağı (pelvis) kemiklerinin biçimi ve alt etraf kemiklerinin yapısı olmak üzere çeşitli anatomik özellikler bu cinse giren canlıların esas itibarıyla iki ayak üzerinde ve dik olarak yürüdüklerini açıkça kanıtlamaktadır. Vurgulamak gerekirse, yukarıda da değinildiği gibi iki ayak üzerinde ve dik olarak yürümek, günümüzün anatomik içerikli ölçütlere göre insanı insan yapan ve onu diger primatlardan ayıran çeşitli özelliklerin en önemlilerinden biridir. Buna rağmen insan ile kuyruksuz maymunları birbirinden ayıran bir diger anatomik özelliğe, başka bir deyişle söz konusu primat cinslerinin beyin boyutlarına, gelince Australopithecus’ların bu özelliğinin bazı günümüz kuyruksuz maymunlarından esas itibarıyla pek de farklı olmadığı görülür. Ufak-tefek örneklerden biri olan A. afarensis’lerin beyin hacimlerinin ortalamasının yalnızca ~430 cc, en iri yapılılarından olanın (A. robustus) ise ~525 cc dolayında olduğu saptanmıştır. Bu değerler günümüz kuyruksuz maymunların beyin hacimleri kadar veya biraz üzerindedir. Üstelik, çağdaş insanın (Homo sapiens) beyin oylum ortalamasının 1350 cc dolayında olduğu hatırlanırsa, aradaki fark daha da belirginleşir. Mekânsal veya çevresel anlamında bir genellemeye gidilecek olursa, Australopithecus türlerinin çağdaş şempanzelere kıyasla daha kurak ve tabii bundan ötürü ağaç örtüsünün daha da seyrek olduğu, bu durumda da zorunlu olarak otçullar için gerekli türdeki besin maddelerinin miktar olarak hem daha az ve hem de daha dağınık (yaygın) bir ortamdan sağlanabildiği koşullarda yaşadığı anlaşılmaktadır. Bedensel yapılarına gelince, erkek ve dişi bireyler arasında hem boy (cm) ve hem de ağırlık (kg) olarak belirgin cüsse farkının, teknik deyimle dimorphism’in, bulunduğu ve örneğin A. afarensis’e ait erişkin erkeklerinin ~45 kg, gene erişkin dişilerinin ise yalnızca ~30 kg kadar gelmiş oldukları hesaplanmıştır. DAVRANIŞLARI Davranış biçimleri yönünden değinilmesi gereken bir husus da, günümüzde yaşayan kuyruksuz maymunların yaşamları boyunca (devamlı olarak değil, aksine çok ender durumlarda) ilkel türdeki bazı teknolojileri uyguladıklarının bilindiğidir. Uyguladıkları böylesine basit teknolojileri esas alarak bazı çevrelerce ısrarla (ancak kanımca gereksiz yere) öne sürüldüğü gibi kuyruksuz maymunların da alet yaptıkları savını ileri sürmek yanlıştır; günümüzdeki geçerli kanı Australopithecus’ların da kuyruksuz maymunlardan farklı olmadığı, yani alet oluşturmadıklarıdır. XX. yüzyılın ilkyarısı ve ortalarında, Australopithecus örneklerinden bazılarının taşa kıyasla işlenebilmeleri veya biçimlendirilmeleri çok daha kolay olan çeşitli organik maddelerden, örneğin bazı iri hayvanlara ait kemik (osteo), diş (donto) ve boynuz (kerato) artıklarından yararlanmak suretiye alet yaptıkları ileri sürülmüş ve bu (sözde) endüstriye o dönemde “kemik-diş-boynuz endüstrisi” (osteodontokeratic industry) adı verilmişse de günümüzde Australopithecus’lar tarafından oluşturulan böyle bir endüstrinin bulunmadığı ve bir dönem için “alet” oldukları ileri sürülen, daha doğrusu alet oldukları varsayılan, bu tür sözde örneklerin bütünüyle doğal kalıntılardan ibaret olduğu artık kesinlik kazanmıştır. Günümüzde geçerliliğini tümüyle yitirmiş benzer bir başka görüşün de ilk saptandıkları dönem(ler) de Australopithecus örneklerinin ateşi kontrol altına almış oldukları da (yanlışlıkla) sanıldığı için gereksiz yere “Prometheus” sıfatı ile de betimlenmiş olduklarını hatırlatmak yararlı olabilir. Bu aşamada (alfabetik sıra ile) farklı Australopithecus türlerinin bazı temel bedensel özelliklerine değinmede yarar olduğu kanısındayım. Örneğin diş yapılarından (azı dişlerinin yayvan ve iri yapılı olması gibi) büyük ölçüde otçul olduğu anlaşılan A. afarensis, yaklaşık 3.7 ile 2.9 milyon yıl kadar önceleri karşımıza çıkar. Beyin hacimlerinin 400-500 cc, boyları 105 ile 150 cm dolayında olup, genelde dik olarak ve iki ayak üzerinde yürüdükleri bedensel yapılarından anlaşılan A. afarensis’lerin ön etraf kemiklerinin (kollarının) uzun ve sağlam yapılı olması, bu türün yaşam alanı olarak ağaçlık yöreleri henüz bütünüyle terketmediği ve çağdaş maymunlar gibi ağaçlara da gerektiğinde rahatlıkla tırmanabildiğine işaret etmektedir. Buna rağmen, Tanzanya’daki Laetoli mevkisinde saptanan ve 3.6 milyon yıl öncelerine tarihlenen ünlü ayak izlerinin A. afarensis’e ait olduğunun kabul edildiği de unutulmamalıdır. Anlaşılan, bedensel yapıları hem iki ayak üzerinde ve dik olarak yürümeye ve hem de ağaçlara tırmanmaya olanak verecek bir özelliğe sahipti. A. afarensis’ler içinde kamu oyunca en yaygın olarak bilineni ünlü Lucy’dir. İLK 1924'TE SAPTANDI İlk defa 1924 yılında saptanan ve ertesi sene Nature dergisinde yayımlanarak bilim dünyasına tanıtılan, böylece daha sonra karşılaşılan tüm Australopithecus’lara da isim babalığı yapacak olan A. africanus’ ların da diş yapılarından genelde otobur oldukları anlaşılmaktaysa da, aynı zamanda şu veya bu şekilde ele geçirebildikleri bazı ufak hayvanları da yemiş olmaları ve tabii bu arada çevrede yaşayan etçillerin geriye bıraktığı leşlerden de yiyecek olarak yararlanmış olmaları gerekir. Maymunlarda olduğu gibi köpek dişleri (canine) diğer dişlerden belirgin bir şekilde daha uzun da değildir ve üstelik altçenedeki köpek dişleri ile birinci önazıların (premolar) arasında bir boşluk (diastema) da yoktur. A. africanus türü ile yaklaşık 3.5 ile 2.5 milyon yıl önceleri arasında kalan zaman diliminde karşılaşılır. Beyinleri yaklaşık 440 cc dolayında olup, bu değer yaklaşık olarak çağdaş şempanzelerinki kadar, hatta belki biraz da üzerindedir. A. anamensis’e gelince; Beden yapısı ve özellikle topuk ve ayak kemiklerinin arasındaki ilişki bu türün genelde iki ayağı üzerinde ve dik olarak yürüdüğünü göstermekteyse de, hareket halindeyken (özellikle ağaç üzerindeyken) gerektiğinde oldukça uzun olan kollarından da destek almış olabileceği ihtimali unutulmamalıdır. Görünümleri adeta günümüz orangutanlarını andırmış olabilir. Yörenin yoğun güneş ışığına bağlı olarak yüksek radyasyondan dolaylı, diğer Australopithecus’lar gibi bu türün de beden renginin siyah veya siyaha yakın bir koyulukta olması gerekmektedir. Ağırlıklarının 47 ile 55 kg arasında değiştiği hesaplanmıştır. Genel anlamda saptanmış olan en eski Australopithecus türüdür. 4.2 ile 3.5 milyon yıl önceleri karşılaşılır. Birlikte bulunan hayvan ve bitki fosilleri. A. anamensis’in (bütünüyle ormanlık olmasa dahî) koruluk ve otlaklarla kaplı, su kaynaklarına yakın yörelerde yaşamış olduğunu ve yıllık yağış miktarının 500 mm dolayında olduğuna işaret etmektedir. Böylesine bir yağışın her yeri yoğun ormanlık alanların kaplaması için yetersiz olduğu kesindir. B. boisei, diğer adıyla A. zinjanthropus veya yaygın sıfatıyla “Cevizkıran” olarak betimlenen türe gelince... Bu fosil ilginç bir raslantı olarak 1959 yılında, C. Darwin’in ünlü yaptı The Origin of Species (Türlerin Kökeni) adlı kitabının yayınlanmasından tam 100 yıl sonra, Doğu Afrika’da (Olduvai Boğazı’ında) ele geçmiştir. Sağlam ve iri yapılı azı dişlerinden ötürü “Cevizkıran” adını da almış olan bu türün erkek ve dişileri arasındaki bedensel farklar (dimorphisim) dikkati çeker. Kafatasının tepsinde, gorillerde olduğu gibi, arkadan öne doğru bir kemik çıkıntısının (cresta sagitalis) olması ilginçdir. Bu çıkıntının anatomik nedeniyse, çene kaslarının güçlendirilmesi ve gerçekten sert nesneleri çiğneme/öğütme olanağını sağlama amacına yöneliktir. İlk bulunan örnek, Potassium- Argon yöntemiyle yaklaşık 1.700.000 yıl öncelerine tarihlenmiş olup, beyin hacmi 530 cc olarak saptanmıştır. Boyunun yaklaşık 130 cm, vücut ağırlığının ise 37 kg dolayında olması gerekir. Günümüze ulaşan bazı fosil kemiklerin üzerinde izlenen diş ve pençe izleri, bu türe mensup bireylerin bazılarının leopar ve benzeri hayvanlara yem oldukları ve böylece yaşamlarını yitirdikleri, ayrıca bazılarının da öldükten sonra leşlerinin de sırtlanlar tarafından parçalandığını göstermektedir. A. robustus’un (bir dönem süresince kullanılan eski adlarıyla Paranthropus robustus veya Paranthropus crassidens’in) bilim dünyasına tanıtılması XX. yüzyılın ilkyarısına kadar geri gider. Latince “robust” sağlam yapılı ve güçlü anlamına gelir. A. robustus olarak sınıflandırılan örneklerinin diğer Australopithecus’lara kıyasla sağlam yapılı, tıknaz ve güçlü bireylerden oluşmuş olduğu anlaşılmaktadır. Bu tıknaz beden yapılarıyla doğru orantılı olarak azıdişleri de sağlam ve iri yapılıdır, ancak öndeki kesici dişleri (incisor) fazla büyük değildir. Yiyeceklerinin daha ziyade (azıdişleriyle) kırılması/ezilmesi ve çiğnenerek öğütülmesi gereken türdeki kabuklu yemiş ve bazı bitki kökleri gibi sert nesnelerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Azıdişlerinin minelerinin dikkati çekecek kadar kalın olması da bu yargıyı destekler. Bazı örneklerin kafataslarının üzerinde/ortasında, A. boisei’lerde olduğu gibi, altçeneye güç/kuvvet sağlayan kasların bağlandığı önden arkaya doğru bir kemik çıkıntısına da (cresta sagitalis) rastlanır. Boyunun 125 cm dolayında, vücut ağırlığının ise 37 kg civarında olması gerektiği hesaplanmıştır. Kafataslarının ön kısımları (yüzleri) yassı ve geniş bir yapı gösterir ve bu örneklerle yaklaşık 2 ile 1 milyon yıl önceleri gibi oldukça geç tarihlerde karşılaşılır. Yaklaşık 1 milyon yıl öncesinden itibaren Australopithecus’ların bütünüyle ortadan kalktığı, yok oldukları görülür. Australopithecus’lara ne olmuş ve uzunca bir süredir Doğu ve Güney Afrika’da yaşamlarını sürdüre gelen bu canlılar niye ortadan kalkmışlardı? Ekolojik kanıtlar, zaman içinde Australopithecus’ların yaşadığı bölgelerde (Doğu ve Güney Afrika) öncekine kıyasla daha serin ve kurak bir iklimin egemen olmaya başladığını, ormanlık alanların büyük ölçüde azaldığını ve bunun doğal sonucu olarak da otlaklar ve çayırlık alanların (savanna) arttığını göstermektedir. İklimsel değişime bağlı olarak oluşan bu yeni yaşam/çevre koşulları, büyük bir olasılıkla daha önceki duruma biyolojikf7 anlamda belli bir ölçüde uyum sağlamış olan Australopithecus’ların köklerinin kuruması ve yok olmalarına neden olmuş ve (zaman içinde çeşitli alt ayrımları ile birlikte) bütünüyle yeni bir insan türünün (Homo’nun) eski dünyaya egemen olması sonucunu getirmiş olabilir. Anlaşılan, böylece zaman ve mekân eksenleri doğrultusunda Australopithecus’lar evrimsel işlevlerini tamamlamış, yerlerini başka bir türe bırakmış ve sonuçta yaşam platformunu da terk etmişlerdir. Herhalde artık sorulması gereken sorular “söz konusu bu türün insanın evrimsel geçmişindeki yeri nedir, nereye yerleştirilmelidir ve maddesel nitelikte olan kültürel özellikler var mıdır?” olacaktır. Genel kanı, Australopithecus’lar insansılar arasında yer aldığı ve insanın insanlaşma aşamalarının, en eskisi olmasa dahi öncül evrelerinden birini simgeledikleridir. Ancak, günümüzde insanı insan yapan temel özelliklerinden biri olarak kabul edilen ve gerçekten de çok önemlilerden birini oluşturan alet yapma yeteneğine (başka bir deyişle söz konusu bu teknokültürel niteliğe) sahip olmadıkları yani maddesel kültür ürünleri oluşturmadıkları, başka bir deyişle alet yapmadıkları, buna rağmen bazı bedensel özellikleri bakımından kuyruksuz maymunlardan ayrıldıkları ve bu anlamda, zaman çizisi boyunca da insanın insanlaşma aşamasının Doğu ve Güney Afrika’ya özgü öncül evrelerinden birini oluşturdukları söylenebilir. (*) Paleoantropolojik içerikli olarak kaleme alınan, dipnotun kullanılmadığı bu yazı Australopithecus’larla ilgili “Seçilmiş Kaynakça”da belirtilen yazarlara ait görüşlerinin genel bir özetini oluşturur. Ulaşılan sonuçlardan yazar sorumludur. SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA Arsuaga, J. L. – I. Martinez, The Chosen Species- The Long (2006) March of Human Evolution. Blackwell Publishing, Oxford. Day, M. H., Guide to Fossil Man- A Handbook of Human (1986) Palaeontology. Cassel and Comp.Ltd., London. Johanson, D. – B. Edgar, From Lucy to Language. Simon and (1966) Schuster, New York. Jolly, C.J., “Fifty Years of Looking at Human Evolution- Backward, (2009) Forward and Sideways”, Current Anthropology. 50(2): 187-199. McKie, R., Dawn of Man- The Story of Human Evolution. (2000) Dorling Kindersley Publ.Inc., New York. Pollard, K.S., “What Makes Us Human?”, Scientific American, (2009) 300(5): 32-37. Sawyer, G.J. – V. Deak, The Last Human- A Guide to Twenty (2007) Two Species of Extinct Humans. Yale University Press, London. a.bosei kafatası Saygılar... DİPNOT...
-
DİNLER TELEVİZYONDA YARIŞACAK..1 imam, 1 papaz, ve
Yıllardır bu halkın şaklabanlığını ve soytarılığını siz yaptınız ve yapmaya da devam ediyorsunuz sayın Bardakoğlu... Çünkü binlerce yıl önceki yaşamları ve günümüz koşullarına hiç uymayan ve cevap veremeyen bir inancı hala topluma dayatmak ve bunu sistemin, düzenin, ve emperyalist düşüncenin istediği bicimde koyunlaşmış, yozlaşmış, bugünün dünyasını ıskalayıp öbür dünyayı düşünen (ki çok saçma) rizacı, beyinsel gelişmenin en büyük engeli ve uyuşmuş bir insan modeline hizmet eden bir inanç kültürü oluşturulmasna hizmet eden ve ondan çok fazlca geçinen ve pastadan büyük payı alan sizlersiniz de ondan.. Bence en büyük şaklabanlık ve soytarılık budur... Saygılar.. DİPNOT...
-
Mollalar İran'i yönetmekde neden zorlaniyor? Dinse din imansa iman!
İran'da profesörleri topluyorlar... İran'da gösteriler sert biçimde bastırıldı. Şimdi ise profesörleri topluyorlar. 70 profesör ve Musevi'nin gazetesinde çalışan 25 kişinin gözaltına alındığı bildirildi. İran'da, seçim sonuçlarına itiraz eden cumhurbaşkanı adayı Mir Hüseyin Musevi'nin internet sitesine göre 70 üniversite profesörü gözaltına alındı. -http://www18.gazetevatan.com/fotogaleri/resim.asp?kat=9999&resimno=1- İnternet sitesinde yer alan haberde, profesörlerin, Musevi ile dün geç saatlerde görüşmesinin ardından gözaltına alındığı kaydedildi. Gözaltına alınan profesörlerin nereye götürüldüğü belirtilmedi. Profesörlerin gözaltına alınmasının, 12 Haziran'da yapılan seçim sonuçlarına itiraz eden protestoculara İranlı yetkililerin baskıyı genişletmesinin bir işareti olarak değerlendirildi. MUSEVİ'NİN GAZETESİNDEN 25 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI Aynı saatlerde seçim sonuçlarına itiraz eden cumhurbaşkanı adayı Mir Hüseyin Musevi'nin gazetesinde çalışan 25 kişinin gözaltına alındığı da bildirildi. Mir Hüseyin Musevi'nin yardımcılarından Ali Rıza Beheşti, üniformalı polislerin gece geç saatlerde Kelime-yi Sebz (Yeşil Söz) gazetesinin bürosunu bastıklarını ve editoryal ekipten 25 gazeteciyi gözaltına aldıklarını söyledi. Beheşti, 1 haftadır yayımlanmayan gazeteyi yeniden yayımlama hazırlıkları için toplanmış çalışırken, polisin büroyu bastığını söyledi. YAS TÖRENLERİ ERTELENDİ -http://www18.gazetevatan.com/fotogaleri/resim.asp?kat=9990&resimno=1- Bu arada, diğer reformcu aday Mehdi Kerrubi'nin sözcüsü Said Rezavi, yarın yapılması planlanan yas törenlerinin polisin izin vermemesi nedeniyle ertelendiğini bildirdi. Rezavi, Kerrubi'nin internet sitesinde yaptığı açıklamada, ertelenen yas törenlerinin gelecek hafta ya Tahran Üniversitesi'nde ya da ölen göstericilerin gömüldüğü yerlere yakın mekanlarda yapılacağını kaydetti. __________________________________________________________________ Kaynak: http://haber.gazetevatan.com/Iranda_profesorleri_topluyorlar____/245371/1/Gundem
-
DİNLER TELEVİZYONDA YARIŞACAK..1 imam, 1 papaz, ve
Kabul ettirmeye çalışacak... Hiiiiiiiiç ihtimal vermiyorum...
-
Mollalar İran'i yönetmekde neden zorlaniyor? Dinse din imansa iman!
"Susturulan" Nida'yı nişanlısı anlattı CNN TÜRK İran'da cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası çıkan olaylarda göğsünden vurularak hayatını kaybetti, muhalif hareketin sembolü oldu. 27 yaşındaki Nida'nın nişanlısı olduğunu söyleyen Caspian Makan, "Yeşil devrim"in simgesini anlattı. Ölümünden sonra "İran'ın sesi susturuldu" denilen Nida için, "Özgürlük ve demokrasi istedi ama Tahran sokaklarında can verdi" dedi. Nida, Tahran sokaklarındaki protestolarda şiddetin tırmandığı cumartesi günü göğsünden vuruldu. Genç kadının son dikakalarını yaşadığı bu görüntüler tüm dünyada yankılandı. Rejimin fedaileri gönüllü Besic milislerinin bir mensubu tarafından öldürüldüğü iddia edildi. Nida öldü, "İran'ın sesi susturuldu" denildi. Adı ve ölüm şekli Nida'yı İran'daki muhalif hareketin simgesi yaptı. Genç kadının nişanlısı olduğunu söyleyen Caspian Makan, Nida'yı ve onu ölüme götüren süreci anlattı: "Nida'yı ölümünden birkaç gün önce gördüm. Gözaltına alınır ya da vurulur diye gösterilere katılmamasını istedim. 'Senin yaralanman ya da ölmen hiçbir şeyi düzeltmez' dedim. 'Ama kurşun kalbimi delip geçse bile orada olmamız önemli' dedi. Maalesef ölümü de aynen öyle oldu. Kurşun kalbine ve ciğerlerine geldi. 5-6 dakika sonra da öldü." Nişanlısına göre Nida, vurulmadan önce babası ile değil müzik öğretmeniyle arabadaydı. Trafik sıkışınca arabadan indi işte o anda olan oldu. Görgü tanıklarının ifadesine göre, sivil kıyafetli Besic milisleri tarafından kasten hedef alındı. Genç kadının cenazesi, ailesine gösterişsiz bir cenaze töreni yapılması koşuluyla verildi. Nişanlısı, "Nida İran halkı için özgürlük ve demokrasi istiyordu. İranlı yetkililer Nida'nın hikayesinin tüm dünyada bilindiğinin farkında" diyor. Ve ülkesi için özgürlük ve demokrasi isteyen Nida'nın İran'daki kadınlar mezarlığına gömüldüğünü söylüyor. 37 yaşındaki fotomuhabiri Caspian Makan ve 27 yaşındaki müzik öğrencisi Nida, İzmir'de bir tatil sırasında tanışmış. Makan, "Nida'yı gerçek bir İranlı yapan onun barışçıl doğasıydı" diyor.
-
Mollalar İran'i yönetmekde neden zorlaniyor? Dinse din imansa iman!
Aydınların ihaneti... İRAN halkı çağdaşlaşmak istiyor, çırpınıyor, yırtınıyor, sokaklara dökülmüş çığlık atıyor... Türkiye yobazlaşıyor... (........) Seçim sonuçlarına bakılırsa elbet orada da çoğunluk ilkel-çağdışı yaşamdan mutlu... Sorgulamadan-düşünmeden, zihin yormadan, aklı ve medeniyeti ret ederek mollaların peşine takılmış gidiyor... Ama İranlı aydınlar buna razı değil... * Türkiye ise kendi aydınlarının ihaneti ile İranlaşıyor, bir kez olsun dönüp bakın... Televizyonlarda-gazetelerde yedi yıldır dincileşme sürecini toplumun gözünden gizleyen, örten... Tam tersine o sürece yol açıp destek verenler kimlerdi?... Türk aydınları... Dincileşme hareketinin lideri Tayyip Erdoğan’a şirin gözükmek için yarışanlar... Kimin Cumhurbaşkanı olduğu artık iyice anlaşılan Abdullah Gül’ün sofrasına koşanlar... Tarikat kökenli iktidar sözcülerine köşe açanlar... Cemaat kültürünü için için, yavaş yavaş, güya belli etmeden topluma içirenler... Özel sohbetlerde “Türkiye kötü günlere gidiyor” deyip, ama ekranlarda ya da gazete sayfalarında “İyi şeyler de oluyor...” diye başlayıp, iktidara yalakalık yapanlar... Tüm AKP grup toplantılarını canlı veren, ama cumhuriyet mitinglerini görmezlikten gelenler... Kimdi bunlar?... Türk aydınları... * Zengin aydınlar, üç kuruşluk çıkarları için cumhuriyet kültürünün silinip yerine ılımlı İslam’ın konulmasına göz yumuyorlar... Akademisyenler, bir unvan, bir ikbal için... Bürokratlar bir masa... Siyasetçiler bir koltuk uğruna... Eski solcular, yorumcular, köşe yazarları, editörler, kimi sivil toplum önderleri, ya korkularından, ya yalakalıklarından... Böyle oldu sonuçta... İran aydınları dahi sokaklara dökülmüş çağdaşlığın kapısını ararken, Türkiye’yi çağdışına savurdu: Aydınların ihaneti...
-
İran Seçim sonrası... Fotoğraflarla İran olayları...
-------------------------------------------------- FOTOĞRAFLARLA... İran Seçim Sonrası Olayları... ---------------------------------------------------
-
Din ve inançların eleştirilmesi bir haktır... "Eleştiri Olmazsa Toplum Dogmaların Esiri Olur"...
"Eleştiri Olmazsa Toplum Dogmaların Esiri Olur" Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi Savcısı, Richard Dawkins'in "Tanrı Yanılgısı" adlı kitabına davanın, aynı konuda dava açılıp beraat kararı verildiği gerekçesiyle, düşürülmesini talep etti; kitapta genel din eleştirisi bulunduğunu söyledi. Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi Savcısı Sait Yakışan, Evrim Teorisinin savunucularından Richard Dawkins'in "Tanrı Yanılgısı" adlı kitabını Türkçe'ye kazandıran Kuzey Yayınları sahibi Erol Karaaslan hakkındaki davanın reddedilmesini istedi. Emre Bukağılı adlı bir kişinin şikayetiyle açılan davadan geçen yıl önce beraat eden Karaaslan, kitabın Musevilik dinine, Allah'a ve peygamberlere hakaret ettiğini savunan Sonia Eskinazi'nin şikayetiyle bir kez daha "halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek veya aşağılamak" iddiasıyla hapis istemiyle yargılanıyor. Savcı: Toplum dogmaların esiri olur... 19 Haziran'da görülen duruşmada söz alan Yakışan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesinin din ve vicdan özgürlüğünü de kapsadığını vurguladıktan sonra, "Bilimin gelişebilmesi için her konuda eleştirileri ve şüpheci yaklaşımı olması gerektiği tarafımızca da kabul edildiği, aksi taktirde bütün toplumun dogmaların esiri olur" dedi. Sözleşmeyle dini değerlere sahip olanların yanı sıra dinsizliğin ve ateizmin de korunduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının da bu doğrultuda olduğu, kitap tamamen değerlendirildiğinde genelde din ve Tanrı eleştirisi olarak yazıldığı, yazarın belli bir dinsel grubu, dine inananları hedef almadığı, din ve vicdan hürriyetinin açıklanması kapsamında yazıldığına işaret etti. Daha önce yayıncı hakkında aynı fiil nedeniyle de beraat kararı verildiğini anımsatan Yakışan, bu durumda davanın reddedilmesi gerektiği, aksi taktirde," sürekli olarak yayıncı ve yazarı sanık konumuna getirip kişisel mağduriyetlerine sebebiyet vereceği, bu davranışın ise hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilebileceği"ne yer verdi. Karaaslan: Din ve inançların eleştirilmesi bir hak Duruşmada savunmasını sunan Karaaslan, "Herhangi bir dine inanmadığını müteakip defalar kitapta anan yazar (Dawkins), dinleri eleştirmiş, mantıksız yönlerini ortaya koymuş, iddialarını desteklemek için bilimsel çalışmalardan yararlanmıştır. İfade ve düşünce özgürlüğü kapsamında dinlerin ve inançların eleştirilebilmesi bir haktır" dedi. Karaaslan'ın avukatı Pervin Bıyıklıoğlu'nun mahkeme başkanı Hakim Hakkı Yalçınkaya ile ilgili yaptığı reddi hakim başvurusu, savcının da karşı çıkmasıyla reddedildi. Gelecek duruşmaya 7 Temmuz'da devam edileceğini açıklayan mahkeme, kitapla ilgili İstanbul Emniyeti'nden herhangi bir kamu düzenine bozucu genel bir olayın meydana gelip gelmediğini soracak. Şimdi de Eskinazi şikayetçi Şişli Cumhuriyet Savcısı Muhittin Ayata, 10 Kasım 2008'de kaleme aldığı iddianamesinde, yayıncının Ceza Yasası'nın (TCK) 216/1-3 maddesi ve 54. maddesi uyarınca dört yıla kadar hapsini istedi. Sonia Eskinazi, 30 Ekim 2008'de Şişli Savcılığı'na sunduğu dilekçesinde, 360 sayfalık kitabın beş ayrı sayfasında yer verilen bazı nitelendirmelerin mensubu olduğu Musevilik dinine, Allah'a, Musevilerin çok sevdiği peygamberlere karşı hakaret niteliği taşıdığını savundu. Kitabın 36., 42., 234., 235 ve 295. sayfalarında yer alan ve iddianameye de cımbızlanarak yansıtılan ifadelerin "eleştiri sınırlarını aştığı ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama suçu oluştuğu" savunuldu. (EÖ) Kaynak: 1- -http://www.bianet.org/bianet/din/115376-elestiri-olmazsa-toplum-dogmalarin-esiri-olur- 2- -http://www.bianet.org/bianet/bianet/112734-tanri-yanilgisinin-yayincisi-karaaslana-ikinci-dava-
-
Mollalar İran'i yönetmekde neden zorlaniyor? Dinse din imansa iman!
Kesinlikle sevgili dostum... Size katılıyorun.. Fakat.. Ben yinede... İran halkını, Beckett’ten esinlenerek, “tekrar dene, eğer başaramazsan, tekrar tekrar dene, başarısızlığın her seferinde daha muhteşem olsun” diyerek selamlıyorum… Saygılar..
-
Mollalar İran'i yönetmekde neden zorlaniyor? Dinse din imansa iman!
Sevgili CYRANO... Güzel bir soru.. Bugün bana göre küreselleşmenin krizinin içinde, İran’da bir halk devriminin başlamasından dünyanın efendileri çok korkuyor. Neden?... Çünkü; siyasal İslamın seçkinlerinin oluşacak böyle bir devrim 30 yıllık ivmeyi kırarak bu beylerin emperyalizmle pazarlık gücünü bir anda sıfıra indirebilir de ondan.. Peki soruya cevap.. Cevap ta şu olabilir bana göre.. Bugün çatışmaların aslında rejimin seçkinleri arasında yaşandığını, halkın piyon olduğunu, adeta “timsah gözyaşlarıyla”, tekrar tekrar vurguladıklarını görüyoruz... Bu yüzden, batı yanlısı bir liderin öncülüğünden daha çok, kendi içinde başarısız totaliter (teknik yetersizliklerinden dolayı “total” bir egemenlik kuramamış) rejim hızla yıkılamadığı takdirde, bildiğimiz türden bir askeri yarı-faşist bir rejime dönüşebilir diye düşünüyorum... Saygılar... DİPNOT...
-
Mollalar İran'i yönetmekde neden zorlaniyor? Dinse din imansa iman!
“tekrar dene, eğer başaramazsan, tekrar tekrar dene, başarısızlığın her seferinde daha muhteşem olsun” diyerek selamlıyorum… İran’da, klasik bir devrimci süreç başladı. Birincisi, hemen hiç kimse “yarın” ne olacağını kestiremiyor, tarafların talepleri, liderlikleri belirgin değil. İkincisi, İran’da yönetenler eskisi gibi yönetemiyor. Yönetilenlerin çok dinamik ve ekonomik, kültürel olarak etkin ve giderek tüm ulus adına konuşmaya niyetli bir kesimi eskisi gibi yönetilmek istemiyor. Ancak, bu, devrimci sürecin mutlaka bir devrimci “duruma”, bu “durumun” da bir devrim “olayına” yol açacağı anlamına gelmiyor. Birincisi, sürecin “devrimci duruma” dönüşebilmesi için, bir taraftan, bugün hareket eden toplumsal kesimlerin, ekonominin, toplumsal iletişimin “sinir merkezlerini”, etkilemeye başlamaları, diğer taraftan rejimin kendi içindeki hesaplaşmanın, iktidar blokunu dağıtmaya başlaması gerekiyor. Bu “devrimci durumdan” bir devrim çıkabilmesiyse tümüyle öznel koşullara bağlıdır. Çeşitli sınıf ve tabakalardan oluşan devrimci dalganın içinde bir siyasi liderliğin kristalleşmesi, bunun da totaliter rejimin şiddet aygırlarına karşın ayakta kalmayı başarması gerekiyor. Bunları beklerken bir gözlem daha yapabiliriz. Toplumsal yapının seçkinleri, ne kadar farklı siyasi görüşlere sahip olurlarsa olsunlar kitleleri koyun sürüsü gibi görme noktasında birleşiyorlar. Dün “Nisan Mitingleri” karşısında, bir taraf “darbeciler yaptı” derken darbeci olmakla suçlanan kimi kesimler de bu kalabalıkların gerçekten kendilerine ait olduğunu sanıyorlardı. Şimdi, seçkinler İran’a da benzer bir biçimde yaklaşıyor. Bir taraf, sokaklardakileri emperyalizmin destabilizasyon politikalarının ürünü olarak görürken öbür taraf rejimin iç çatışmalarındaki tarafların araçları olarak görüyor… Bana gelince, ben İran halkını, Beckett’ten esinlenerek, “tekrar dene, eğer başaramazsan, tekrar tekrar dene, başarısızlığın her seferinde daha muhteşem olsun” diyerek selamlıyorum… DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA
-
ŞU BEYAZ TÜRKLER
Son zamanlarda Türkiye’de laik, antilaik veya muhafazakâr; beyaz Türkler, öteki Türkler, varsıl, yoksul kesim gibi ayrımlar yapılır durur oldu... Bence bu ayrımlar çok sağlıklı değildir; yüzeyseldir. Türkiye’de esas ayrım, Türkiye Cumhuriyeti yanlıları, TC vatandaşlığını benimsemiş olanlar, bağımsızlık savaşını destekleyenler ve bununla gurur duyanlarla bunlara karşı olanlar arasındadır. Karşı olanlar, açıkça, “biz Türkiye Cumhuriyeti’ne karşıyız, biz bağımsızlık savaşını desteklemedik, desteklemiyoruz, TC vatandaşlığı bize gurur vermiyor” deme yürekliliğini gösteremediklerinden laikliğe karşı çıkıyor, zaman zaman Atatürk’e sövüyorlar. Bu karşı cephede yoksul vatandaşlar, öteki Türkler değil, cemaat ve tarikatlar, beyaz Türklerin, laik yaşamı yeğlemiş olanların bir bölümü, liberal demokratlar(!), numaracı cumhuriyetçiler, hatta bir kısım solcu geçinenler yer alıyor. Buna karşı, Cumhuriyeti benimsemiş, vatandaşlığıyla gurur duyanlar, bağımsızlıktan yana olanlar, emperyalizm karşıtları arasında yoksullar, gerçek dindarlar da bulunuyor. Vahim ayrışım, sağcı-solcu, beyaz Türk-öteki Türk, etnik farklılık, laik-muhafazakâr ayrımı değil, vatandaşlığı benimsemiş, bağımsızlıktan yana olanlarla karşı olanlar arasındadır. Bu ayrışım, demokratik tepki, öteki Türklerin başkaldırısı, karşıdevrim gibi sözcüklerin ardına saklanırken AKP döneminde ve özellikle seçim meydanlarında açılan pankartlarla netleşmiştir. Ayrışım, kavga Cumhuriyetten, bağımsızlıktan yana olanlarla; hâlâ Osmanlılık, padişahlık özlemi çeken, vatandaşlık bilincine ulaşamamış, emperyal güçlerin piyonları arasındadır. Ne yazık ki Türkiye’de tam bağımsızlıktan yana olanların sayısı, yalnız günümüzde değil, bağımsızlık savaşı sırasında da, sonrasında da azınlıkta idi. Savaş zaferle sonuçlandığından, bir kesim de sesini çıkartmaktan korktuğu, sindiği için; bağımsızlık savaşı sanki çoğunluk tarafından yapılmış gibi bir izlenim edinilmiş veya uyandırılmıştır. Yukarıda bir arkadaşım aydın kesimi kendine göre yaftalamış... Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti aydın etiketi damgası altında bazı politikacılar, bazı bürokratlar Cumhuriyeti değil Cumhuriyet karşıtlarını kollamaktadırlar... Ve zaman gazetesi yazarı da buna iyi bir örnektir.. Ne yazıkki bu gibi yazarlar; TC vatandaşı olarak değil, bir tarikat, bir cemaat, hatta bir dış gücün yerli işbirlikçisi olarak hareket etmektedirler... Ve birileride bunların ekmeğine yağ sürme yarışı içine girmişler.. Al gülüm ver gülüm, al takke ve külah vs.. Neyse sonuç olarak şunu söylemek isterim.. Bu ülkede Cumhuriyete, bağımsızlığa, gerçek anlamda ulusal egemenliğe, karşı olanlar vardır. Gerçekleri görmeye çalışalım... Öyle Mahalle baskısı, türban takma özgürlüğü gibi, özür dilerim, avam pesendane yorumlardan kaçınıp ciddi çözümlemeler yapmaya çalışalım. Gerçek ayrışma, savaşım Türkiye Cumhuriyeti yandaşları ile karşıtları arasındadır. Bunu bilelim... Çok komik ama yukarıda zaman gazetesi yazarı ve onun destekleyicileri bana şunu hatırlatıyor... Halide Edip Adıvar 'ın "Vurun Kahpeye" romanı bir heykel için güncelleşiyor. Vurun heykele! Halkın egemenliği heykelin taşlanmasından yanadır çünkü. Müstehcen heykeli savunanlar elit, beyaz Türkler; diğerleri halkın egemenliği. Yüzde 47'lik oy oranı halkın egemenliğini kanıtladığından heykelin katli vaciptir. Ama sizler; Michelangelo 'yu, Dali 'yi, Shakespeare'i bırakalım; biz Kemer'deki heykelin namusunu tartışarak medeniyete ulaşmaya çalışalım. Devam arkadaşlar durmak yok yola devam... Siz vurun heykele!
-
Piknik: Haziran 14 - Yer: BüyükAda : VARMI PİKNİĞE GELEN
Yeterli çoğunluk sağlanmadı ve sanıyorum bu gezi gerçekleşmeyecek... Ben bu durumda hafta sonu için başka bir program yapmak zorundayım... Giden arkadaşlarıma şimdiden iyi, mutlu ve güzel bir gezi diliyurum... Hepinize sevgi ve saygılar... DİPNOT...
-
Piknik: Haziran 14 - Yer: BüyükAda : VARMI PİKNİĞE GELEN
Son durum ne arkadaşlar...
-
KADINA SAYGI DERSİ... Artık; "Karım Değilmi, istersem döver, istersem severim ilkelliği" bitti...
Duyarlılığına ve farkındalığına yürekten sevgi ve saygılar politika... Günümüz kirlenmişliğinde ve çaresizliğinde yanlız olmadığımızın farkına vardırdığın için ayrıca yürekten teşekkürler.. DİPNOT..