Zıplanacak içerik

DİPNOT

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. Karar neden önemli?... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye Devleti aleyhine verdiği karar bence çok hem de çok önemli. Neden mi? Öncelik sıralaması olmaksızın neden önemli olduğunu satır başlarıyla vurgulamaya çalışayım: * Sadece AİHM’ye başvuran Nahide Opuz için değil, bu ülkede yaşayan tüm kadınları kapsadığı, tüm kadınlara örnek olacağı için önemli. * Sadece Nahide Opuz’a şiddet uygulayan kocası için değil, eşlerine, sevgililerine, kızlarına, annelerine şiddet uygulayan tüm erkekleri de kapsadığı için önemli. * Son 30 yıldır kadın örgütlerinin avaz avaz haykırarak söyleyip de erkek hükümetlere bir türlü duyuramadıkları gerçekleri, nihayet duyulur hale getirdiği için önemli! * Bugüne dek duydukları, gördükleri, tanıklık ettikleri halde aile içi şiddet diye bir şey “yokmuş gibi” davrananlara, görmezden, duymazdan gelenlere bir ihtar olduğu için önemli * Bugüne dek “döver de, sever de” ya da “kadının karnından sıpa, sırtından sopa” vb. gibi deyimlere ya da “törelerimiz”, “gelenek”, “namus”, “ahlak” gibi bahanelere sığınıp, kadına her türlü şiddeti reva gören zihniyete karşı direnebilmek için önemli. * Cezalandırılmayan şiddet olaylarına, ceza indiriminden bolca yararlanan sanıklara karşı bir set oluşturabileceği için önemli . * Bugüne dek şiddet sarmalında muhatap olunan, emniyet, polis, asker, jandarma, savcı, yargıç ya da tanıklık eden kişilerin bundan böyle iki kez düşünmelerine yol açabileceği için önemli… / Türkiye Devleti’nin, (Atatürk dönemi dışında) gelmiş geçmiş hükümetleri ve şimdiki hükümetinin, kadınları, kadın haklarını, kadın sorunlarını hiç ama hiç ciddiye almamış olduğunu ortaya koyması açısından da önemli bir karar.
  2. Çocuklara ne oluyor?... - Alo, polis amca... - Efendim kızım. - Annemi öldürdüm! * Deniyor ki: "Çocuklarımıza ne oluyor?" * Saçları dökülüyor. Uykudan sıçrayarak uyanıyorlar. Mide spazmı geçiriyorlar. Bazıları kabız, bazıları ishal. Kimi ha bire yiyor. Kimi yemeden içmeden kesiliyor. Hafıza kaybı yaşıyorlar. Sebepsiz yere başları dönüyor. Korkuyorlar. Elleri titriyor. Hırçınlaşıyorlar, aniden parlıyorlar. Dokun, ağlıyorlar. Altını ıslatan var. Regl dönemleri sapıyor. * Henüz 10-11 yaşındalar. * Sınav sayısını azaltacaklarına, güya reform yaptılar, sınavı artırdılar... Manyağa çevirdiler çocuklarımızı. * Anneler zaten kafayı yedi... - Çalış. - Çalıştım. - Daha çalış. 24 saat kavga. * 1975'te 150 tane dershane vardı bu memlekette... Şu anda 5 bin. * Netice? El álemin çocukları Disneyland'a gidiyor... Bizimkiler psikiyatra. * Onun için, bırakın vatana millete ailesine hayırlı olmasını filan... Kafanıza sıkmadığına dua edin. Yılmaz Özdil / Hürriyet...
  3. Kadına saygı dersi... AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi, ülkemizi yöneten devleti de, burada yaşayan insanları da “yola getirmeyi” amaçlayan çok önemli bir karar verdi. Kocasının uyguladığı şiddet karşısında, onu korumayan Türkiye Devleti, bayan Nahide Opuz’a tam 36 bin 500 Euro tazminat ödemeye mahkûm oldu. AİHM KARARINI HUKUKÇULAR YORUMLADI... ‘Buna benzer kararları daha çok göreceğiz’... İstanbul Haber Servisi - Hukukçular, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), aile içi şiddeti önleyemediği gerekçesiyle Türkiye’yi tazminata mahkûm etmesini, “tarihi bir karar” olarak nitelendirerek AİHM kararının yasaların uygulanması için hukuk sistemini harekete geçireceğini söylediler. AİHM kararının, kadınlara “hak arama güveni” vereceğini belirten hukukçular, 2005 yılında çıkarılan yasanın her belediyenin kadın sığınma evi açması gerektiğini öngördüğünü ancak bu sayının otuzla sınırlı kaldığına dikkat çektiler. KADER Başkanı Hülya Gülbahar: Türkiye’de aile içi şiddet rakamları dünyanın her yerinde olduğu gibi çok yüksek, ancak Türkiye’nin diğer ülkelerden farkı, bu sorunu çözmek için etkili bir yöntem uygulamaması. Türkiye’de 2005 yılında çıkarılan Belediyeler Kanunu ile tüm belediyelerin sığınak açması zorunlu hale getirilmişti. Ancak şu an Türkiye’de yalnızca 30 tane sığınak var. Eğer kanun çıkarılır da uygulanmazsa sonuç elbette böyle olacaktır. Eğer iktidar bir an önce tedbir almazsa, muhalefet de bu konuda adım atıp ciddi politika değişikliğine gidilmezse bu tür kararlarla daha çok karşılaşacağız. İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği (İKKB) Koordinatörü Avukat Nazan Moroğlu: AİHM kararı birçok açıdan tarihi bir karar. Bu karar, Türkiye’de kadın erkek eşitliğini sağlamak, kadına karşı şiddeti önlemek ve son vermek açısından aslında yasaların yeterli olduğunu, ancak yasaların çıkarılmış olmasına ve uygulanması için devlete bu konuda sorumluluk ve tedbir alma yükümlülüğü verilmesine karşın devletin bu görevini yerine getirmediğinin göstergesi. AİHM kararının en önemli yanı, hak arama yolunu kullanan kadınlara güven vermiş olmasıdır. Hükmedilen sembolik ceza ise hiçbir zaman Nahide Opuz’un yaşadıklarını karşılayacak bedel olarak algılanmamalı, bir an önce devlet bu çok önemli soruna çözüm getirmelidir. Eski KADER Başkanı Seyhan Ekşioğlu: Türkiye’nin de aralarında bulunduğu tüm ülkelerin elbette bireyi şiddet olaylarına karşı koruması, bu konuda tedbir alması gerekiyor. Ancak aile içi şiddet maalesef dünyanın her yerinde çok yüksek bir oranda kendini gösteriyor. Bu konuda yalnızca Türkiye’nin mahkûm edilmesini önyargılı buluyorum. Eğer yalnızca Türkiye’den böyle bir şikâyet mekanizması gelişmişse, yalnızca Türkiye’den AİHM’ye böyle bir dosya gittiyse karar o zaman elbette mantıklı. İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Avukat Aydeniz Alisbah Tuskan: Türkiye’nin aile içi şiddet nedeniyle ceza alan ilk ülke olması üzücü. Karar, Türkiye’nin kadına yönelik şiddeti önleyecek yasaları sağlıklı uygulayamadığını anlattı. Hâkimler, ağır şiddet unsurlarının tıbbi raporlarla dava dosyasında bulunmasına karşın, bir daha sanıkları serbest bırakamayacak. Söz konusu yasalar hukuk insanlarının elinde aynı şekilde yorumlanırsa benzer kararları yeniden görebiliriz. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı avukatı Özlem Özkan: Karar sevindirici. Emsal niteliğindeki bu karar Türkiye için hukuki bir kazanımdır.
  4. BİRGÜN GAZETESİ'NİN İLANI ÇOK KONUŞULACAK Birgün Gazetesi arka sayfasından öyle bir ilan verdiki, ilanı görenler çok şaşırdı Birgün Gazetesi'nin bugün ki arka sayfasında çıkan ilan çok dikkat çekti. Birgün, bu ilanda geleceğe giderek 3 Mart 2021 tarihli sayısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la söyleşi yapılıyor. O bir zamanların Başbakanıydı...Türkiyenin en zengin adamıydı...Şimdi kimse yüzüne bakmıyor... diye başlayan ilan büyük ilgi gördü. İŞTE O İLAN TAYYİP ERDOĞAN'IN FERYADI “O bir zamanların başbakanıydı… Türkiye'nin en zengin adamıydı. Şimdi kimse yüzüne bakmıyor. Batsın bu dünya! Uzun zamandır sesi soluğu çıkmayan Recep Tayyip Erdoğan'la Tophane Tayfunspor Lokali'nde konuştuk… Hayli yorgun ve bitkin görünen Erdoğan ilerleyen yaşına rağmen bizimle uzun bir sohbet etti: KARADENİZ'DE GEMİCİKLERİM BATTI 'Ben bu ülkenin başbakanlığını yaptım. Şu insanoğlu çiğ süt emmiş. Oylarım düşüp bir kenara atılınca yanımda kimseler kalmadı. Ardından felaketler geldi. Önce Karadeniz'de gemiciklerim battı. Yetmedi damatlarımla bozuştum. Ellerimle pirzola yedirdiğim pırlanta gibi bir ortağım vardı. Çekleri üzerime bırakıp Afrika'ya kaçtı. KENDİM ETTİM KENDİM BULDUM Gülme komşuna gelir başına derler. Zamanında fakir fukaraya çok gülmüştüm. İşsizlik diyeni azarlamış, yoksulum diyene küfretmiştim. Nereden geldiğimi unutup, çıktığı kabuğu beğenmeyen biri haline gelmiştim. Eskiden Türkiye'nin en zengin adamıydım. Yoksulların çok ahını aldım, ezilmişlerin çok ahını aldım. Kendim ettim, kendim buldum. NERDE O YANDAŞLARIM Birgün gazetesini tebrik ederim. Siz dün neyseniz, bügün de öylesiniz. Delikanlılığı hiç bozmadınız. Her zaman yoksulun, ezilmişin yanında oldunuz. Düşenin dostu olmaz bilirdim. Meğer siz varmışsınız… Nerede o yandaşlarım, vefasız arkadaşlarım?' Gazete, ilanın kenarına iliştirdiği bir notta ise, “Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli. Bir gün herkese Birgün gerekebilir” dedi. Kaynak: http://www.dersimnews.com/Mizah/Birgunden-Cok-Konusulacak-Ilan-465.htm
  5. AKP, ikinci davadan zor kurtulur... AKP’nin ikinci bir kapatma davasıyla karşı karşıya olduğu yabancı medya tarafından dünyaya duyuruldu İngiliz Reuters haber ajansı, muhtemel ikinci kapatma davasının daha önce açılan ve Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilen birinci kapatma davasına nazaran başarıya ulaşma şansının daha çok olduğunu ve bu kez partinin kapatılabileceği yorumunda bulundu. Ajans analizinde, ikinci davanın, siyasi istikrarsızlık korkusuyla Avrupa Birliği (AB) üyeliğine aday olan Türkiye’den yabancı yatırımcıların kaçışına neden olan geçen yılki ilk kapatma davasından daha ciddi bir şekilde ülke piyasasını vurabileceği tahminini öne sürdü. AKP’ye ikinci kapatma davası açılacağı yönünde iddiaların gazetelerde yoğunlaştığını belirten Reuters, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın AKP’nin Almanya kaynaklı Deniz Feneri skandalıyla ilgili bağlantısının olup olmadığını araştırdığını öne sürdü. Deniz Feneri bağlantısı Reuters ajansı, Anayasa Profesörü Ergun Özbudun’un laik yargının birçok üyesinin AKP’nin kapatılmasını istediğini ve ikinci bir kapatma davasının sürpriz olmayacağını söylediğini aktardı. Özbudun’un, Deniz Feneri skandalıyla bağlantının kanıtlanması halinde AKP’nin kapatılabileceğini ifade ettiği kaydedildi. Birinci kaptama davasıyla ilgili bilgileri, piyasaya olan olumsuz etkisi ve borsanın düşüşünü de aktaran Reuters, Başsavcı Yalçınkaya’nın ikinci kapatma davasının dosyasıyla ilgili henüz resmi bir açıklama yapmadığını da belirtti. Kaynak: http://www.milliyet.com.tr/Siyaset/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&KategoriID=4&ArticleID=1103420&Date=06.06.2009&b=AKP,
  6. BLINDNESS / KÖRLÜK... “İnsani körlük hiçbir şeye benzemez..." Portekizli ünlü yazar José Saramago’ya ait... Yönetmen : Fernando Meirelles Senaryo : José Saramago, Don McKellar Oyuncular : Julianne Moore, Mark Ruffalo, Danny Glover, Gael García Bernal, Alice Braga Filmin Türü : Drama, Romantik Orijinal Adı : Blindness Yapımcı Firma : Rhombus Media Yapım Yılı : 2008 Yapım Ülkesi : Canada, Brezilya, Japonya Orijinal Dili : İngilizce, Japonca Filmin Süresi : 120 dakika Resmi Sitesi : http://www.blindness-themovie... Dağıtıcı Firma : Tiglon Film Vizyon Tarihi : 05.06.2009 (bugün) Görerek körleşme Belirgin olmayan bir başkentte insanlara bulaşan bir virüs onları kör etmektedir. Beyaz bir körlük yaşayan, toplumun çeşitli katmanlarından gelen bireyler hükümet görevlilerince toplanıp karantinaya alınırlar. Koğuşlarda değişik sosyal kesimlerden gelen insanlar bir araya getirilmişlerdir. Bu görmezlerin dünyasında salt bir kişi, göz doktorunun (Mark Ruffalo) karısı (Julianne Moore) görme yetisini kaybetmemiştir. Yaşam koşulları kötüleşip bozuldukça, kıtlık artıp açlık başlayınca gerilim artar, şiddet baş gösterir. Kurban sayısı çoğaldıkça da orman yasası uygulanır. Uygarlığın bu karanlık öyküsünde körlüğe yakalanmayan tek kadın grubun kurtuluşu olacaktır. Hayvan konumuna hızla inen, ilkel güdülerle davranan, pislik içinde yüzen, aç, dengesiz, dört ayakları üzerinde yürüyen insanların sefaletin kucağında devinmelerini, barbarlığa hızla sürüklenmesini anlatan bu evrensel öykü Blindness (Körlük) Portekizli ünlü yazar José Saramago’ya ait. İnsanın değişen koşullarını, aşk, sevgi, dayanışma, erk temalarını metaforla, güçlü bir anlatımla betimleyen Saramago Körlük’le 1998’de Nobel ödülünü kazanınca Hollywood yapımcıları gecikmeden romanın haklarını satın almaya çalıştılar. Kanarya Adaları’nda yalıtılmış bir yaşam süren dikbaşlı, dediğim dedik Saramago bu önerilerin tümünü geri çevirir. Geçen yıl “Sosyal alçalışı tanımlayan etkileyici, sarsıcı bir roman. Yanlış ellere düşmesini hiç istemedim” diyerek bir açıklamada bulunan yazar 2006’dan beri onun peşine düşmekten caymayan iki Kanadalıya, yapımcı Niv Fichman’la oyuncu-senarist Don McKellar’a evet der. Kırılgan uygarlık Sinemanın düş gücünü bozduğunu söyleyen Saramogo’nun sonunda onayını alabilen yapımcı Fichman, yönetmenlik için City of God (Tanrı Kent/2002), The Constant Gardener (Arka Bahçe/2005) filmlerinin yaratıcısı Brezilyalı Fernando Meirelles’i seçer. “Kitabı ilk kez okuduğumda uygarlığın ne denli kırılgan olduğunu düşündüm. Güçlü ve karmaşık bir topluluk olduğumuzu bilsek de hâlâ uçurumun kıyısındayız. Küresel ısınmanın güya ayrımındayız ama bununla ilgili hiçbir önlem almıyoruz” diyen Meirelles Körlük’te zor aşamalardan geçen insanların bu sürecin sonunda kendilerini, başkalarını, dünyayı duyumsadıklarını, gerçekleri görüp algıladıklarını vurguluyor: “Acı çekince farklı düşünüyorsunuz”. Çekimden önce Saramago’ya danışan Meirelles ondan “Bu benim kitabım o da senin filmin, Birbirlerine karıştırmayalım” yanıtını alır. Saramago’nun üç koşulu olur: Evrensel olması için film dilinin İngilizce olması, öykünün anonim bir kentte çekilmesi, finaldeki köpeğinse iri bir köpek olması. Saramago’yla hemfikir olduğunu belirten Meirelles bunca yıllık uygarlıktan sonra insanın yine de çok ilkel olduğunu, kriz dönemlerinde yabanıl içgüdülerimize döndüğümüzü, herşeyin yemek ve cinsellik üstüne kurulduğunu, Körlük’ün bize doğanın bir parçası olduğumuzu, hiç de özel olmadığımızı, gerçek hayvanlar olduğumuzu anımsattığını belirtiyor. Filmi doğup büyüdüğü kent Sao Paulo’da çeken sinemacı kenti kimlikleri belirsiz birçok kültürün karışımı olan bir yer olarak tanımlıyor. Orası Asya da mı, Kuzey ya da Güney Amerika’da mı anlaşılmıyor. Bu çıkış noktası oyuncu kadrosunda da gözlemleniyor. Ekip Amerikalı (Ruffalo, Moore, Danny Glover), Japon (Sanoko Sakai, Yusuke İsaya), Meksikalı (Gael Garcia Bernal), Brezilyalı (Alice Braga), Uruguaylı oyunculardan oluşuyor. Etkili metafor Filmde beyaz körlüğe yakalanmayan kadını canlandıran Julianne Moore, görme gücünü yitirmeyen bu karakterin olaylar geliştikçe sorumluluğunun ayrımına vardığını vurguluyor: “Bizde zaman zaman onun gibi dünyayı yıkan savaşlara, doğal felaketlere karşı çıkmayı reddetmiyor muyuz?” Körlük etkili, düşündürücü bir metafor. İlk ve en önemli duyumuz görmeyi yitirince çevremize, dünyaya gerçekten, içtenlikle, derinden ancak bakmayı öğreniyoruz. Bu deneyimin sonucunda da gezegende görmek istemediğimiz çok şeyin olduğunun ayrımına varıyoruz. Körlük bize insanlığımızı nasıl yitirdiğimizi, onu nasıl yeniden kazandığımızı ve nasıl yeniden görebilmeyi öğrendiğimizi anlatıyor. Film eylemci gruplar arasında tartışma da başlattı. Amerikan Ulusal Körler Federasyonu filmi körleri ilkel, vahşi, hayvansı yaratıklar olarak yansıtmakla suçladı. Meirelles ise filminin körlerle ilgisi olmadığını, insanın doğasıyla ilgili olduğunu açıkladı: “İçgüdülerimiz gerçekten çok ilkel. Görme yitirilince insanlık da tökezliyor ama toplumların bunun üstesinden geleceğine inanıyorum. Filmimde her türlü kötülüğe karşın sonunda umut var. Yeniden birleşme, anlama umudu. Sevginin bizi kurtaracağına inanıyorum. Biraz klişe gibi olacak ama birini gerçekten severseniz daha iyi biri oluyorsunuz.” Meirelles’in yorumunu çok beğenen, filmin sonunda ağlayan José Saramago’nun açıklaması ise çok daha sert: “İnsani körlük hiçbir şeye benzemez. Bazıları görür ama yine de kördürler, bazılarıysa gerçek kördür ama herşeyi görürler.” Körlük’te dolaylı aydınlatmayla, kırılmalarla, yarı gölgelerle çok özel bir görüntü çalışması var. Çağımız üstüne gerçek bir meditasyon olan, çağdaş kent yaşamını, uygarlık, insanlık, içgüdüsellik temalarını yetkinlikle işleyen Körlük 5 Haziran’da sinemalarımızda gösterimde. Bilgi: Körlük, Aykut Derman’ın çevirisiyle Can Yayınları’ndan çıktı... http://www.cumhuriye...hs/w/h0804.html
  7. DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
    Aşiret, tarikat, cemaat sarmalında, sadaka düzeninde kitleleri nereye kadar uyutabilirsiniz?... Güçlü devletin kamusal güvencelerinden yoksun, eğitim, sağlık, çalışma hakkı, sosyal güvenlik sistemlerindeki çöküşten hızla paylarını alan, çaresiz kalan milyonlar.. yitirdiklerini görmemek, isyan etmemek üzere çok hızlı insan haklarının korunmasında araç olacak gerçek siyasal, sendikal, toplumsal örgütlülüklerden uzaklaştırılıyorlar. Özel yaşam, inanç alanlarına ait değerlerle afyonlanarak, insan olarak yitirdiklerini görmemeleri, algılamamaları sağlanmak isteniyor... Siyasi iktidar olarak milyonların çalışma hakkını gasp eden krizin teğet geçtiğini savlayarak, sosyal devlet düzeni içindeki kazanılmış haklarını ellerinden alarak.. aşiret, tarikat, cemaat sarmalında, sadaka düzeninde kitleleri nereye kadar uyutabilirsiniz? Yapılan araştırmalar eksik olsa da, her dört kişiden birinin içinde bulunulan olumsuz ekonomik, sosyal, siyasal koşullar bağlantılı depresyonda olduğu yolunda bir ipucu veriyorsa; dünyada en yaygın ahlak dini Müslümanlık, dini inançlara bağlılık, bireyleri nasıl kurtarsın ki... Yoksulluğu, yoksunluğu paylaşmamak üzere, yoksul güney dünyasında çok daha acımasız çatışan insanlar, ülkemiz gerçeğinde de yaşandığı üzere, ırk, din ayırımcılığı üzerinden çatışmaları, bireysel yaşam üzerinden de aynı şiddetle yaşıyorlar. Toplumsal, bireysel ölçeklerdeki, bu çatışmaların boyutları giderek insanlık hallerinden uzaklaşıyor... Hak mı bu... DİPNOT...
  8. Hoşgörüsüzlük... Araştırmanın adı ne var ki; “Hoşgörü/Hoşgörüsüzlük” değil, “Radikalizm ve Aşırıcılık”… Adından da anlaşılacağı üzere, ortada -heyhat(!)- hoşgörüsüzlüğü aşan bir tablo var... Zaten akıl var, yakın var değil mi? Ona hoşgörüsüzlük, buna hoşgörüsüzlük… “İçki içene”, “oruç tutmayana”, “dine inanmayana”, “Yahudi/Hıristiyan/başka dinden olana”, “nikâhsız yaşayana”, “kızı şortla dolaşana”… Bu kadar çok kategori de insana karşı “hoşgörüsüzlük”, sadece “hoşgörüsüzlük” olarak tanımlanabilir mi? “Hoşgörüsüzlük paketi” bu kadar geniş tutulunca, bunun adı hasbelkader artık hoşgörüsüzlük değil; radikalizm ve aşırıcılık, icabında “fanatizm” oluyor. Zina yapan kadın için “recm” istemek örneğin, bir “hoşgörüsüzlük” değil; tipik bir “Talibanlık” yani “fanatizm” göstergesidir. “Hoşgörüsüzlük” genel geçer anlamıyla, “ötekini dışlayan” bir saygısızlık çıtasıyla sınırlı kalır. Bu çıta, şiddet düzlemine varmaz. “Kadına yönelik şiddete” meylettiğinizde ise -ki “recm talebi” bunu gösterir- “hoşgörüsüzlüğün” kapsama alanından çıkıp artık “radikalizm”, “aşırıcılık” ve giderek “fanatizmlerin” sularına girmiş olursunuz… Diyeceğim o ki; “hoşgörüsüzlük”, nispeten keyfi olabilen, göreceli ve sınırlı bir kavram… “Aşırıcılık” ve “radikalizm” ise çok daha bütüncül, kapsamlı, sistemli biçimde şiddete yönelmeye yatkın ve yakın olabilen durumları anlatmak için kullanılan ifadeler… “Aşırıcılık ve Radikalizm” araştırmasının bulguları; ne yazık ki “hoşgörüsüzlük sınırlarını haydi haydi aşan bir durumla” karşı karşıya olduğumuzu ve bu nedenle çok daha cesur yüzleşmelere ihtiyaç duyduğumuzu gösteriyor bana göre. ________________________ Nilgün Cerrahoğlu'na Sevgi ve saygılarımızla..
  9. Alevi Örgütleri: Diyanet Kalksın, Gönüllü İnanç Vergisi Gelsin Alevi Bektaşi Federasyonu, Çalıştay'a götüreceği önerileri açıkladı: Seçmeli din bilgisi dersi; AB'deki gibi gönüllü inanç vergisi; cemevlerine yasal statü; Madımak'ın müze olması. [/size]Hükümetin düzenlediği Alevi Çalıştayı'na katılacak olan Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF), çözüm önerilerini bugün bir basın açıklamasıyla duyurdu."Örgütlü Alevilerin büyük çoğunluğunu temsil eden federasyonumuz; bu ilk kez olacak alan yüz yüze görüşmenin çok önemli olduğunun bilincindedir. Başarılı geçmesini ve demokratik çözüme hizmet etmesini diliyoruz, ama aynı zamanda 'konu mankeni' olmayacağımızın da bilinmesini rica ediyoruz" diyen ABF'nin sorunlar ve çözümler listesi, özetle şöyle. Zorunlu din dersleri Din bilgisi dersi: Bu ders tümüyle, hemen kaldırılmalı. Yerine, 7. sınıftan 9. sınıfa kadar "Din Bilgisi Dersi" adıyla bütün dinler hakkında nesnel bilgiler içeren, uygulamayı öğretmeyen, dinler ve inançların sahip oldukları ritüeller, bunların ortaya çıkış koşullarının, tarihsel ve toplumsal zeminlerinin tartışıldığı, karşılaştırmaların yapıldığı ve bu konuların felsefi ve toplumsal sorunlarla bağlantı kurularak ele alındığı bir ders konulmalı. Seçmeli olmalı, not olmamalı: Bu ders haftada bir saat olmalı ve mutlaka veli tarafından istenmeli. Nota tabi olmamalı, sınıf geçmede, dolayısıyla öğrencinin ortalama notunun belirlenmesinde etken olmamalıdır. 9. sınıftan 11. sınıfa kadar, Türkiye'de var olan tüm inançları (elbette Aleviliği de) içermeli, nesnel, eleştirici, çoğulculuk prensipleri dahilinde olmalıdır. Her bölüm ilgili inancın bilginlerinin de katıldığı kurullar tarafından yazılmalı. Uygulamaya da yer verilebilir. Diyanet İşleri Kaldırılmalı; çünkü devletin dini olmaz. Diyanet İşleri Başkanlığı (D.İ.B.) bir fetva kurumu gibi çalışıyor, mahkemelere görüş bildiriyor, bütün yurttaşlardan (ve elbette Alevilerden de) toplanan vergilerin Sünni yurttaşlara aktarımında da köprü görevi görüyor. "İnanç Vergisi": DİB personeli, Devlet Personel Daire Başkanlığı'na, mal varlığı devletin başka kurumlarına aktarılmalı. Yerine AB ülkelerinde olduğu gibi "İnanç Vergisi" toplanmalı. Her mali yıl başında devlet, vergi mükelleflerine bu vergiye belirlenen yüzde itibarıyla katılıp katılmayacağını, -hangi inanca mensup olduğunu sormadan- hangi inanca aktarılmasını istediğini sormalı, ona göre vergi toplamalı, toplanan vergileri, ilgilinin istediği inancın mensuplarının oluşturmuş oldukları veya oluşturacakları kurumlara aktarmalı, kuruşuna kadar da denetlemelidir. Cemevleri Cemevleri Alevilerin inanç merkezleri; ancak yasalarda yeri yok. Yasa, yönetmelik ve genelgelerde gerekli değişiklikler yapılmalı. Madımak müze olmalı Gelecekte, bir daha böylesi acı olaylar yaşanmasın diye, belleğimizde ortak bir acı olarak anımsanması ve vicdanımızda mahkum edilmesi için, bu bina kamulaştırılmalı ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği'nin (PSAKD) de katılacağı çalışmalar sonucunda müze yapılmalıdır. Alevi Bektaşi dergahları Başta Hacı Bektaş Dergahı olmak üzere; 667 sayılı Tekke ve Zaviyeler kanunuyla el konulmuş Alevi-Bektaşi Dergahları gerçek sahiplerine iade edilmeli. Alevi köylerine cami Alevi köylerine cami yapılması politikalarından vazgeçilmeli. (TK) Kaynak: http://bianet.org/bianet/siyaset/114940-alevi-orgutleri-diyanet-kalksin-gonullu-inanc-vergisi-gelsin
  10. “CİHAT” VE ERBAKAN İstanbul’un Fethi’nin 556. yıldönümünde, İnönü Stadyumu’nda Saadet Partisi’nin organize ettiği ve Partinin eski genel başkanlarından Necmettin Erbakan’ın da katıldığı kutlamalar yapıldı. Erbakan kutlamalarda, bilinen işlediği suçu affedilecek hasta, güçsüz, elden ayaktan düşmüş bir kişilik(!) sergilemedi. Canlı, şuuru yerinde güçlü bir Erbakan görüntüsü verdi. Kısa sürede, her ne hikmetse(!), bedenen ve bilinç olarak güçlenmiş Sayın Erbakan; geçtiğimiz Pazar günü, İnönü Stadyumu’nda partililerine “Güçlü bir sesle” “cihat” çağrısı yaptı. Ne demek “cihat” çağrısı Sayın Erbakan? “Cihat” Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre neymiş bir bakalım. “Din uğruna yapılan savaş” Bu savaş kanlı mı yoksa kansız mı olur(!) onu bilmiyoruz… Ancak, şu kesin ki Sayın Erbakan, partililerine “din savaşı çağrısı” yapıyor. Peki Erbakan’ın çağrısını yaptığı kanlı mı kansız mı olacağı belli olmayan bu savaş, yani “cihat” kime karşı ve nasıl yapılacak? Hangi dönemde, siyaset dinden elini ayağını çekmiş ki, bu dönemde de iktidar en büyük oy ve seçim yatırımı olan “dini siyasete alet etmekten” elini çeksin? Sayın Erbakan size sesleniyoruz: Siz bedenen bitmiş tükenmiş ayakta duramayacak ve şuurlu konuşamayacak görüntülere girerek, ondan bundan merhamet dileyerek, işlediğiniz suçtan ötürü yüksek yerlerin mazhariyeti ile(!) ceza almaktan kurtulacaksınız, sonra köprülerin altından sular geçicince, yani ceza almaktan kurtulunca, “ şaka yaptım, ben sapasağlamım” dercesine ortaya çıkacak ve eski Erbakan kimliğine dönüp miting meydanlarında “cihat, cihat, cihat” diye esip gürleyeceksiniz… Yaptığınız çağrı, Anayasamızın Türkiye Cumhuriyeti devletinin “laik devlet” olma hükmüne aykırıymış ne tasa? Size göre laiklik neymiş ki Sayın Erbakan?.. Ülkeyi; bugün halen “laikliğe aykırı tutum ve davranışları” Anayasa Mahkemesi kararı ile tescillenmiş bir iktidar yönetmiyor mu? O halde bizler daha neyin kaygısına düşüyoruz ki? Olmuş bitmiş bir şeyin kaygısı mı olurmuş… Ülke 2009 yılının Haziran ayı itibarıyla, “laik devlet” kriterlerine dayalı olarak mı yürütülüyor? Evet… Söyler misiniz, Türkiye Cumhuriyeti bugün laik bir devlet midir? Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, kentte ilk kez bir kitap fuarı düzenledi. Gelin görün, en çok hangi kitapların satışa arz edildiği stant ve yayın evleri bu Fuar’da yer alıyor. Açılan stantlarda Yüzde 50- 60 dolayında din kitapları sergileniyor… Takım takım, bölük bölük türbanlılar otobüslerle Fuar’a taşınıyor. Bunun önderliğini ve teşvikçiliğini yapan Kocaeli Büyükşehir Belediyesi… Fuar’ın giriş kapısında, büyük boy iki resim var. Birisi Atatürk’ün, öbürü Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu’nun. (Ne gerekse…) Biliyoruz ki, konulmak istenen asıl resim belli... Hangisi peki?.. Tabi ki, Büyükşehir Belediye Başkanı’nın resmi… Laik ve Atatürkçü kesimin tepkisinin çekilmemesi için, yani “amaca ulaşmak için, aracın kullanılması(!)” taktik ve plânına göre, Ulu Önder’in resminin asılması zevahiri kurtarabiliyor… “Karşı devrim” adım adım yoluna devam ediyor. Yılların sanatçısı Türk sinemasının gururu Fikret Hakan’la Fuar’ın ikinci günü Alfa Kitapları’nın standında yaptığımız söyleşide, sinemamızın starı Sayın Hakan; karşı devrim çaba ve hareketinden ötürü fazlasıyla rahatsızlığını net bir biçimde ortaya koydu. 1980 sonrası Türk gençliğinin apolitize edilerek ülke sorunlarına tepkisiz ve duyarsız duruma getirildiğinin önemle altını çizen Sayın Hakan, bu yöndeki üzüntüsünü açıkça ortaya koydu. Sonuç olarak. Necmettin Erbakan, birdenbire niçin “CİHAT” çağrısıyla ortaya çıktı? Asıl amacı neydi? Çıkış için nereden destek aldı? Cihat çağrısının T.C. Anayasası’nda yeri olmadığı halde, böyle bir çağrıyı bile bile yapmakta ki maksadı neydi? Türkiye’de böyle bir savaş olursa, kim kiminle savaşacak? Savaş, “kanlı mı yoksa kansız mı olacak(!)”, şimdilik bu bilinmiyor… Bekleyip göreceğiz… Bakalım neler olacak! Burhan Özbey
  11. Bahçeşehir Üniversitesi ve İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın katkılarıyla 34 ilde yapılan “Radikalizm ve Aşırıcılık Araştırması”nda çarpıcı sonuçlar elde edildi... Deneklerin yüzde 72’si içki içen komşu istemediklerini söyledi. Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Yılmaz Esmer’in öncülüğünde, 34 ilde 1715 denekle yapılan araştırma, hoşgörü için daha çok yol alınması gerektiğini gösterirken, kadınlara bakışta da şaşırtıcı sonuçlar ortaya koydu. Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in öncülüğünde 12 Nisan-3 Mayıs arasında 34 ilde 1715 denekle yüz yüze görüşülerek yapılan araştırmanın sonuçları, üniversitenin Beşiktaş yerleşkesinde düzenlenen “Siyasi ve Dini Aşırıcılık” adlı uluslararası konferansta açıklandı. Araştırma sırasında sık sık polis ve jandarma sorunuyla karşılaştıklarını belirten Prof. Dr. Esmer, özelikle “Buraya giremezsin, niye bu soruları soruyorsun?” denildiğini söyledi. “Aşırılık” kavramının tanımını deneklere bıraktıklarını anlatan Esmer, duygusal bakışın etkili olduğuna inandıklarını belirtti. İstenmeyen komşular Hoşgörüyü ölçmek amacıyla sorulan soruda denekler “İstemem” dedikleri komşuları şöyle sıraladı: “Tanrı’ya inanmayan” (yüzde 75), “İçki içen” (yüzde 72), “Nikâhsız yaşayan” (yüzde 67), “Hiçbir dine inanmayan” (yüzde 66), “Yahudi” (yüzde 64), “Hıristiyan” (yüzde 52), “Aşırı sağcı/solcu” (yüzde 48), “Amerikalı bir aile” (yüzde 43), “Kızları şort giyen aile” (yüzde 36), “Başka bir ırk veya renkten” (yüzde 26). Kadın-erkek eşitliği Kadın-erkek eşitliğini ölçmek amacıyla sorulan sorularda da şu ilginç sonuçlar ortaya çıktı: - “Ülkede işsizlik varsa, çalışmak kadınlardan çok erkeklerin hakkı olmalıdır” yargısına deneklerin yüzde 17’si “Kesin doğru”, yüzde 47’si “Doğru” dedi. Yüzde 27’si ‘Yanlış”, yüzde 10’u da “Kesin yanlış” dedi. - “Kız evlat mirastan erkek evladın yarısı kadar pay almalıdır” yargısını da deneklerin yüzde 12’si “Kesin doğru”, yüzde 24’ü “Doğru” olarak niteledi. - Bir kadının deniz kenarında, plajda mayoyla dolaşması günahtır” yargısını deneklerin, yüzde 18’i “Kesin doğru”, yüzde 40’ı “Doğru”, yüzde 38’i “Yanlış”, yüzde 14’ü “Kesin yanlış” bulduğunu belirtti. - “Kadınların bir işte çalışmak için kocalarından izin almaları doğru olur” yargısına deneklerin yüzde 20’si “Kesin doğru”, yüzde 64’ü “Doğru”, yüzde 12’si “Yanlış”, yüzde 4’ü “Kesin yanlış” dedi. - “Müslüman kadın evi dışında başını örtmelidir” yargısını deneklerin yüzde 19’u “Kesin doğru”, yüzde 43’ü “Doğru”, yüzde 28’i “Yanlış”, yüzde 10’u “Kesin yanlış” diye niteledi. - “Zina yapan evli bir kadının taşlanması (recmedilmesi) doğrudur” yargısını da deneklerin, yüzde 6’sı “Kesin doğru”, yüzde 16’sı “Doğru”, yüzde 44’ü “yanlış”, yüzde 34’ü ise “Kesin yanlış” bulduğunu belirtti. Deneklerin tehdit algısıyla ilgili bazı soruları da şöyle yanıtladı: - “Aşırı İslamcı akımlar Türkiye için bir tehdit oluşturuyor mu?” sorusuna deneklerin, yüzde 34’ü “Büyük tehdit”, yüzde 35’i “Bir ölçüde tehdit”, yüzde 17’si “Önemli tehdit değil”, yüzde 14’ü “Hiç tehdit değil” yanıtını verdi. - “Aşırı İslamcı akımlar dünya güvenliği için bir tehdit oluşturuyor mu?” sorusuna da yüzde 31’i “Büyük tehdit”, yüzde 35’i “Bir ölçüde tehdit”, yüzde 19’u “Önemli bir tehdit değil”, yüzde 16’sı da “Hiç tehdit değil” diye yanıtlandı. - PKK’yı “büyük tehdit” olarak görenlerin oranı yüzde 82, “tehdit” olarak görenlerin oranı da yüzde 11 olurken, “Hiç önemli tehdit değil veya hiç tehdit değil” olarak görenlerin toplamı ise yüzde 8 oldu. - “Demokrasi karşıtı girişimler ve düşünceler Türkiye için ciddi bir tehdit oluşturuyor mu?” sorusuna yüzde 41’i “Büyük tehdit”, yüzde 40’ı “Bir ölçüde tehdit” yanıtı geldi. ABD ve AB’ye şüphe Araştırmada deneklerin ABD ve AB’ye de şüpheyle baktıklarını ortaya koydu. “Size göre bunların hangisi Amerika’nın amaçları arasında yer alıyor?” sorusunun alt başlığında verilen “Türkiye’yi bölmek” yargısına yüzde 39’u “Kesinlikle hedefliyor”, yüzde 47’si “Hedefliyor” yanıtını verdi. Aynı soru AB başlığı ile sorulduğunda ise deneklerin yüzde 28’i “Kesinlikle bölmeyi hedefliyor”, yüzde 48’i “Türkiye’yi bölmeyi hedefliyor” yanıtını verdi. Din ilk sırada Deneklerin “Aşağıdakilerin hangisi sizin için birinci sıradadır?” sorusuna yanıtlarında “Din” yüzde 62 ile ilk sırayı aldı. “Laiklik” yüzde 16, “Demokrasi” yüzde 13, “Etnik kimliğim” yüzde 5, “Yeterli bir gelir” ise yüzde 4 oldu.
  12. Ziraat Mühendisleri Odası’nın, mayınlı arazilerle ilgili hazırladığı raporda, Suriye sınırındaki 216 bin hektarlık mayınlı alanın üreticiye geri verilmesi durumunda yılda 20 milyon dolarlık tarımsal gelir elde edilerek 15 bin kişiye istihdam sağlanabileceğine dikkat çekildi. Raporda ayrıca, arazilerin yabancı şirketlerin denetimine geçmesiyle yöre halkının 1954 yılında kamulaştırılarak kendilerinden alınan topraklara giremeyeceği vurgulandı. Türkiye’nin Suriye sınırındaki 510 km’lik uzunluğa sahip 216 bin dekar mayınlı alanın temizlenmesiyle ilgili mecliste görüşülmekte olan kanun tasarısının yarattığı tartışmalara Ziraat Mühendisleri Odası’da (ZMO) katıldı. ZMO’nun, Suriye sınırında bulunan Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin illerindeki şube ve temsilcilikleri aracılığıyla hazırladığı raporda çarpıcı sonuçlar ortaya kondu. Rapora göre, 49 yıllığına yabancı şirketlerin denetimine girecek olan birinci ve ikinci sınıf tarım arazilerinden oluşan mayınlı alanların bölge üreticilerine verilmesi durumunda yılda 20 milyon dolarlık tarımsal gelir elde edilebilecek ve 15 bin kişiye yeni istihdam sağnacak. ZMO Genel Başkanı Gökhan Günaydın, yaptığı yazılı açıklamada mayınlanan alanların yeniden üretime dönmesinin sevindirici olduğunu belirtirken, bu arazilerin ülke ve gıda güvenliği açısından stratejik önemine dikkat çekerek tasarının derhal geri çekilmesini istedi. YÖRE HALKI KENDİ TOPRAĞINA GİREMEYECEK! ZMO Genel Başkanı Gökhan Günaydın, yaptığı yazılı açıklamada yasa tasarısının kabulü halinde yabancı şirketlerin 2014 yılına kadar mayınları temizleyeceğini ve 2058 yılı sonuna kadar bu arazileri tarımsal amaçla kullanacağını ancak bu durumda yöre halkının 1954 yılında kamulaştırılarak kendilerinden alınan topraklara giremeyeceğinin altını çizdi. Sözü edilen mayınlı alanlarda, en büyük oranı birinci ve ikinci sınıf tarım arazilerinin oluşturulduğu belirtilen açıklamada, işlenebilir tarım arazilerinin yanında, daha düşük miktarlarda olmak üzere mera alanları, orman ve makilik alanlar ile leçenik volkanik kayalarla kaplı alanlar bunduğuna dikkat çekildi. 15 BİN KİŞİYE İSTİHDAM SAĞLANABİLİR Mayınlı arazilerin işlemeli tarıma elverişli bölümünün yaklaşık 170 bin dekar olduğu ve bu arazilerin % 70’inin sulanabilir özellikler taşıdığının vurgulandığı açıklamada şu görüşlere yer verildi: “Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, üretim deseni önerilerimizde yer alan ürünlerin verim değerleri, mevcut üretim maliyetleri ve piyasa fiyatları yanında destekleme ödemeleriyle birlikte değerlendirildiğinde; bir dekar alandan elde edilen net gelir mercimekte 100, mısırda 150, buğdayda 174, pamukta 190, zeytinde 640 ve Antep fıstığında 650 Lira’dır. Sebze meyve, bağcılık, seracılık, hayvancılık ve organik tarım gibi faaliyetler, yaratılacak katma değeri daha da yükseltmektedir. Bu çerçevede, dekar başına net gelir ortalaması 180 lira olarak değerlendirildiğinde, mayınlı arazilerin tarıma açılması durumunda elde edilecek yıllık net gelirin 20 milyon doların üzerinde olacağı hesaplanmaktadır. Üretim gücünü örneklendirebilmek açısından, tümüyle monokültür tarım yapılması varsayımıyla, sözkonusu alandan yılda 85 bin ton pamuk veya 102 bin ton buğday veya 212 bin ton mısır elde etmek mümkündür. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Türkiye’nin gelişmişlik düzeyi en düşük bölgelerinden olması bağlamında; mayınlı arazilerin temizleme sonrasında yöre çiftçisine tahsis edilmesi durumunda yaratacağı istihdam, Türkiye’nin sosyal dengeleri açısından çok önemlidir. 170 bin dekar işlenebilir tarım alanı, Türkiye ortalama işletme ölçeği olan 59 dekarlık işletmelere bölündüğünde, 2881 adet tarım işletmesi doğmaktadır. Her bir hanenin en iyimser tahminle tarım işinde çalışabilecek yaşta olan 5 kişiden oluştuğu düşünüldüğünde, 14,405 kişilik bir istihdam kapasitesi ortaya çıkmaktadır. İşletme başına yıllık net gelir ise 10 bin 621 lira olarak gerçekleşmektedir. Kooperatif yapı altında örgütlenen köylü üreticinin, her işletmede ziraat mühendisleri önderliğinde gerçekleştirecekleri üretim, Türkiye’nin gıda güvenliği ve gıda güvencesine önemli katkılar sağlayacaktır.” 2014’E KADAR TEMİZLENMESİ GEREKİYOR Kamuoyunda tartışma yaratan mayınlı arazilerin temizlenmesiyle ilgili Kanun Tasarısı, Türkiye’nin de imza koyduğu Ottowa Sözleşmesine dayanıyor. Anti Personel Mayınların Kullanımının, Depolanmasının, Üretiminin ve Devredilmesinin Yasaklanması ve Bunların İmhası ile ilgili 1999 tarihli Ottowa Sözleşmesi, TBMM tarafından 12.3.2003 gün, 4824 sayılı Yasa ile onaylanmıştı. Buna göre, Türkiye’de döşeli bulunan kara mayınlarının 2014 yılına kadar temizlenmesi gerekiyor. İ ŞTE ZMO’NUN MAYINLI ARAZİLER RAPORUNDAN ÇARPICI BAŞLIKLAR: - Mayın temizleme masrafının geri dönüş hızı, yıllık 20 milyon dolarlık net tarımsal gelir bazında hesaplanmalıdır. Örneğin 100 milyon dolarlık bir mayın temizleme finansmanı, 5 yıl içinde geri dönmektedir. Bu çerçevede, mayın temizleme işi, finansmanı sağlanarak, denetimli bir şekilde gerçekleştirilmelidir. - Temizlenen arazi yöre çiftçisine tahsis edilmeli, kooperatif yapı altında ziraat mühendisleri ve köylü üreticilerin birlikte çalışması sağlanmalıdır. Bu durumunda, hem 15 binin üzerinde üretici ve mühendis istihdamı sağlanacak; hem de gerçekleştirilecek yüz binlerce tonluk üretimle, giderek artan tarım ürünü ithalatı (2008 yılında 6.4 milyar dolar) için harcanan kaynak azaltılabilecektir. - Arazinin Yasa tasarısı’nda olduğu gibi, 5 yıl içinde mayını temizleyen yabancı şirketlere 44 yıllığına tahsisi durumunda, şirketin 2059 yılına kadar elde edeceği toplam tarımsal gelir 880 milyon dolardır. Böylesine stratejik bir bölgede, hiçbir yabancı şirketin, yarım yüzyılda 880 milyon dolar kazanmak, başka bir deyişle yalnızca tarım yapmak peşinde olmayacağı açıktır. - Yasa Tasarısında bulunan hüküm doğrultusunda, yabancı şirketler, "mayından temizlenecek alanlar ile müstakil kullanımı mümkün olmayan ve bu taşınmazlarla bütünlük teşkil eden Hazineye ait diğer taşınmazların" kendilerine bırakılmasını talep edeceklerdir. Bu durum, "tehdit" altındaki arazilerin yalnızca 216 bin dekar ile sınırlı olmadığının en açık kanıtıdır. Bölgede bulunan TİGEM arazileri de dahil olmak üzere, birçok alan pazarlık konusu yapılmaya aday duruma getirilmektedir. - Her ne kadar, Yasa Tasarısı’nda Maden Kanunu ve Petrol Kanunu hükümleri saklı tutulmaktaysa da, daha evvel TBMM’ne sevk edilen Petrol Yasa Tasarısı hükümleri düşünüldüğünde, dönem içinde Maden ve Petrol alanında ortaya çıkabilecek yeni Yasalar ile işbu Tasarı‘nın ne denli ulusal çıkarlara aykırı bir içerik taşıyabileceği gözden uzak tutulmamalıdır. -Orta Doğu’nun en zengin su kaynaklarına sahip olan bölge, bu yönüyle de iştah kabartmaktadır. Avrupa Birliği tarafından 2004 yılında yayımlanan ve kamuoyunda Etki Değerlendirme Raporu olarak bilinen "Türkiye’nin Üyeliği Perspektifinden Kaynaklanan Hususlar" Belgesinde Dicle ve Fırat sularının, İsrail’e özel atıf yapılarak, uluslararası bir su yönetimine devredilmesi gerektiği önerisi, yukarıdaki ifadenin uluslararası politika alanındaki izdüşümü olarak değerlendirilmelidir. - Nihayet, bölgenin jeo stratejik konumu, 510 km’lik bir hat boyuna yabancıların (en az) yarım yüzyıl için yerleşmesinin ne denli tehdit ve tehlikeler doğurabileceğini herkese düşündürmelidir. _____________________________________________ Kaynak: Ziraat Mühendisleri Odası’nın, mayınlı arazilerle ilgili hazırladığı rapordan...
  13. Sevgili suheda.. İslamda munafık denirmiş.. Walla beni hiiiiiç ilgilendirmiyor bu... O onun munafıklığındandır... Evet düşüncenın arkasındayım... ATEİST TANIDIĞIM BİRÇOK KİŞİ DİNDAR GÖRÜNENDEN DAHA ONURLU BİR TAVIR İÇİNDEDİR.. Nedenmi... Nedeni şu sevgili suheda... (daha sonradan kendi isteğimle hemen hemen tüm dinleri yaklaşık 10 yıldırdır araştırdım ve sonuç..) Din dersi görmemiş olmam bende bir eksiklik veya travma yarattı mı? Kesinlikle hayır. Peki... Dini bilgilerden eksik kalmam benim daha kötü bir insan olmama mı sebebiyet verdimi?... Bu da hayır... Ya da... Din dersi görmüş olsaydım hayatıma bir artı mı katmış olacaktım?... Hiç te değil... Diğer taraftan inancın dersi olmalı mı?... Kesinlikle hayır... İnancın dersi olmamalı. Yani İsa’nın suda yürümesini gelip bana bir öğretmen yarım saat boyunca allaya pullaya anlatsaydı hayatım daha mı güzel olacaktı? Hayır, hayır, hayır... Sonuç mu... O da şu... Evet belki din dersi görmüş olanlardan bilgice çok daha eksiğim, ama inancın dersi olmamalı. Birilerinin on tane duayı ezbere bilmesi bence onları benden daha üstün veya daha iyi insan kılmıyor... Ya da benim hiç ezbere dua bilmemem beni daha ahlaksız veya kötü insan yapmıyor... Eğer İnanç ve ibadet özgürlüğünden bahsediliyorsa, din ve devlet işeri ayrıysa din dersinin varlığı hem de zorla balıkla beraber süt içmek gibi bir şey geliyor bana.... Bir arkadaşım... Dua ezberlemese günaha gireceğini sanmış. Bu ülkede birçok çocuk sekiz dokuz yaşlarında sabahlara kadar tek kelimesini anlamadıkları duaları ezberlemek durumunda kaldılar. Bir arkadaşım bir sohbetimizde duaları ezberlemese veya yanlış söylese çarpılacağını, günaha gireceğini sandığını itiraf etmişti yıllar sonra. Arkadaşımın bu itirafı din dersinin çocuk aklında yarattığı baskının güzel bir göstergesi olmuştu aslında... Ne kadar saçma... Kısacası... Din dersi almamak beni özgürleştirdi... Bu da bir insan için olmazsa olmazlardan, ekmek ve su kadar büyük bir ihtiyaç... Ben mutluyum... Saygılar... DİPNOT...
  14. Evet tabiki sevgili demirefe Diyanet İşlerinin yaşavaş ve süreç içinde kaldırılması ile ilgili olarak önce küçültülmesi, bütçenin kısılması, kadronun azaltılması şekliyle olabilir... Size katılıyorum... Diğer yandan; Örneğin Devletin cami yapması: "Bu özellikle 12 Eylül'ün politikasının bur sonucudur... Ki burada da muhtemelen arkasında 'Aleviler eşittir solcu, Komünist' anlayışı yatmaktaydı... Bunları 'Gerçek İslam'a çekersek, bundan vazgeçiririz' anlayışı hâlâ devam ediyor... Üstüne üstlük 'Türk' kimliğinin yeterli görülmediğini, yanında Türk-Müslüman-Sünni-Hanefi gibi pekiştirici unsurların devlet tarafından vatandaşından talep edildiğini bize gösteriyor ki bu da bizi birbirimizi bölen, hayrıştıran, keskinleştiren bir unsur olarak toplumsal sözümzüzlüğü beraberinde getiriyor... Saygılar... DİPNOT...
  15. Sevgili jön sizi anlıyorum... Ama sadece size minik bir sorum olacak... Siz... Laik bir devletin sizin çocuklarızı inançlarından dolayı imtihan etmebilirmi... Bence edemez/etmemeli... Çünükü biliyoruz ki; Zorunlu din dersi: "Bu ders 12 Eylül'den sonra zorunlu tutuldu. Eğitim bakanı Çelik 'AİHM'nin kararı üzerine eski müfredatı yeniledik, sorun yok' diyor. 90'ların sonundaki gayrimüslimlerin dersten muaf tutulmasına dair Talim Terbiye Kurulu kararı gösteriyor ki, bu ders zaten Müslümanları ilgilendiriyor. Bu ders, dinler kültürü, tarihi dersi değil, Sünni Hanefi inancının öğretildiği bir ders. "Ben 'dinler tarihi ve kültürü' gibi bir dersin, gerçek bir laik devletin anlayışıyla, bütün inançlara mesafeli bir içerikle verilebileceğini düşünüyorum. Ama bu da zorunlu olamaz. "Mevcut dersin içinde şu inançlar da yer alsın, denemez. Bu, zorunlu din dersi sistemini onaylamak demek olur. Bu dersten mağdur olan birçok inanç grubu ve inançsızlar var. "Bu derslerin ucube sonuçlarından biri, çocuğun inançla ilgili bilgi dağarcığından not alıp, geçip kalma durumuyla karşılaşması. Yani çocuk, laik eğitim sistemi içinde inancından imtihan ediliyor." Bu sizce doğrumu peki... Saygılar.. DİPNOT...
  16. Sevgili jön... Diyorsunuzuz ki eğer diyanet işleri bakanlığı olmaz ise Türkiye bölünür ve zaten Türkiye Tam laik bir ülke durumunu kaldıramaz... Bilmiyorum ama bu düşünceniz hangi pragmatik değerlere ve sosya deneyimlere bağlıyorsunuz... Şöyle Ülkemizde son 30 yıldan bu yana DİB laiklik bağlamına bir bakarsar... Bana göre D.İ.B (Diyanet İşleri Bakanlığı)Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için tam bir Ötenazi aracı olmuştur.. Yani laik hukuk sistemine alternatif yaratan, "fetva" veren kurum haline dönüştünü söyleyebiliriz... Bana göre eğer; M.Kemal Atatürk, ömrü vefa etseydi, hilafetin kaldırılışından sonraki geçiş dönemini atlatabilmek üzere palyatif bir tedbir olarak düşünülmüş bu kurumu kesinlikle kaldırırdı.. Zaten, Laik bir devlette din devlet yönetimini etkilemez; aynı şekilde devletin de özel kurumlar yaratarak dine destek ve müdahil olması o derece yanlıştır.. Bu gün "Laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelmek" nasıl ki bir siyasal partinin kapatılmasını gerektiriyorsa, Laik devlet düzenine karşı teokratik devlette geçerli şeriat hükümlerine göre toplumun yönetim esaslarını sistematik bir şekilde gündeme getiren, gereksiz olmanın da ötesinde zararlı hale gelmiş bulunan böyle bir devlet kurumunun kapatılması ivedilikle kapatılması gerekir... Nedeni ise şu... Peygamberin ölüm tarihi olan hicri/kameri 13.3.0011 tarihine karşılık gelen miladi 8.6.0632 tarihinden "63 "kameri yıl" yani 22325 gün geriye gidildiğinde peygamberin doğum tarihi olarak 23.4.0571 e gelinir.. İşte bu şekilde "peygamberin 63 tam kameri yıl yaşadığı" varsayımıyla bulunmuş 23.nisan.571 tarihini her nasılsa keşfeden (D.İ.B.) Diyanet işleri başkanlığının, yüzlerce yıl hiç adet olmadığı halde, hiç bir islam ülkesinde benzeri kutlamalar yapılmadığı halde, ve islami bütün kutsal gün ve geceler kameri/ay takvimine göre kutlanmaya devam edildiği halde, sadece bu güne mahsus olmak üzere alışılmış gelenekleri bozup, peygamberin doğum gününü miladi takvime [yani isanın doğum tarihini esas alan güneş takvimine] göre kutlamak geleneğini icat etmesini samimi bulmak mümkün değildir.. Şalvarlı, çember sakallı Fatih molları, Anadolu nun dört bir yanındaki tarikat şeyhleri ve hatta provokatif konuşmalar yaptığı dönemlerde doğum tarihinin mecazen 10.kasım.1938 olduğunu söyleyen F.Gülen bile, hep birlikte elele verseler, yine de şeriat düzenine emin adımlarla ve yedire yedire getiren DİB kadar etkili olamazlar... Saygılar... DİPNOT...
  17. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Salih Akdemir, “Diyanet İşleri kaldırılıp Kuran yeniden yorumlanmalı” dedi Sosyal devlet can çekişiyor... Türkiye’de yapılan ‘yardımlar’ tek kelimeyle ********* durumun göstergesi. Kuran’ın en önemli indiriliş amaçlarından biri de sınıfsız bir toplum oluşturmaktır. Toplumu fakirleştirerek bu şekilde yardımlara muhtaç bir duruma düşürülmesi Kuran’ın ruhuna aykırıdır. Toplum fakirleşirken cemaatler güzel ev ve sıcak yemekler sunuyor. Hatta öyle cemaatler var ki 5 kişiyi güzel yerlerde oturtuyorlar. Yoksul aileler de çocuklarını buralara gönderiyor. Türkiye eğer laik bir ülke ise.. laik bir ülkede devlete bağlı bir Diyanet İşleri olamaz. Diğer taraftan bu durumdan Aleviler de memnun değil, ateistler örneğin neden vergi verdiklerini bilmiyorlar. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Salih Akdemir, Diyanet İşleri kurumunun kaldırılıp Kuran’ın modern bir yaklaşımla yorumlanması gerektiğini belirterek, Türkiye’de sosyal devletin can çekişir hale geldiğini, sadaka kültürünün gelişmesinin ise ‘*********’ bir durumun göstergesi olduğunu söyledi. 1989 yılından bu yana ilahiyat profesörü olarak görev yapan Akdemir, Türkiye’nin bugünkü durumundan kaygı duyduğunu söyledi. Geçen günlerde bir röportajınızda Diyanet İşleri’nin hayattan kopuk birçok yönü olduğunu söylemiştiniz. Türkiye’de Diyanet İşleri halktan kopuk mu? Türkiye’de yalnızca Diyanet İşleri Başkanlığı’nın değil, başta siyaset ve eğitim olmak üzere birçok kurumun halktan kopuk yönü var. İçinde yaşadığımız toplumda birey yok, benlikler silinmiş, insanlar günlük yaşamlarını sürdürmek için benliklerini yitirir hale gelmişler. Siyasiler de çıkarlarını sürdürebilmek adına benliklerini feda etmişler. Düşünebiliyor musunuz, bir milletvekili, koltuğunu korumak için inanmadığı düşüncelere inanır gibi görünmeye çalışıyor. Türkiye maalesef, ikiyüzlülerin egemen olduğu bir ülke haline geldi. Demok-ratik krallık bugünkü yönetimin adı. Siyasal İslam olgusunda bunun payı nedir? Siyasal İslam diye bir kavram olamaz ki.. Ancak ne yazık ki dinlerin ticarileştirildiği ve siyasileştirildiği bir dönemdeyiz. Benim ‘Kuran ve Laiklik’ adlı kitabımda da bahsettiğim üzere, dinin siyasi amaçlara ulaşmak ve maddi çıkarlar elde etmek için kullanılması dinsizliktir. Bunu ateizm anlamında da söylemiyorum. Çünkü tanıdığım birçok ateist, dindar görünen birçok kimseden daha onurlu bir tavır sergiliyor. Ancak şunu söylemek mümkün: Din, araç haline döndüğü andan itibaren çok büyük bir tehlike geliyor demektir. Diyanet İşleri geçen günlerde, yoganın İslamda yeri olmadığı yönünde bir açıklama yaptı. Siz yoga yapıyor ve bunun dersini veriyorsunuz. Diyanet’in bu söylemini nasıl karşıladınız? Diyanet yogayı yasaklamış değildir. Ben 6 yıldır yoga yapıyorum. Yoganın savunduğu ilkeler ile İslamın savundukları örtüşüyor. Tıpkı Kuran’da olduğu gibi Yogada da eylemlerin Birlik’ten kaynaklandığı söyleniyor. Yogada da Kuran’da da yalan söyleyemezsin, söylersen bu senin ruhunu bozar. Nasıl ki amacından sapmış bazı tarikatlar bugün İslam dini ile uzlaşmayan bazı olumsuzluklar sergileyebiliyorlarsa.. bazı yoga hocaları da yogayı amacından saptırabilirler. Diyanet bu nedenle yogaya mesafeli durmuş olabilir. Diyanet’in, eksikliklerini tamamlaması, Peygamberimizin bize sunduğu dini sevgiyle öğretmesi lazım. Ayrımcı değil, birleştirici bir İslam felsefesinin sunulması lazım. Ortaçağdan kalma fetvalar var, bunların yenilenmesi lazım. Kuran’ın yeniden yorumlanma zamanı mı geldi? Kuran zaten sürekli yorumlanıyor ve yeniden yorumlanmalı da... Bana göre Türkiye’de birçok kavram da yeniden tanımlanmalı. Bu tanımlamada Diyanet İşleri de yeniden düşünülmeli. Çünkü Türkiye eğer laik bir ülke ise.. laik bir ülkede devlete bağlı bir Diyanet İşleri olamaz. Diğer taraftan bu durumdan Aleviler de memnun değil, ateistler örneğin neden vergi verdiklerini bilmiyorlar. Bakın, şu anki Diyanet İşleri Başkanı ile ekibi gerçekten çok değerli ve iyi niyetli insanlar… Ülkeye hizmet için büyük çaba harcıyorlar. Diyanet İşleri seksen bin görevliyi istihdam eden bir kuruluş. Ancak yarın kendi düşüncelerini empoze etmek isteyen bir hükümet olsa bu kurumu istediği gibi kullanabilir. Halihazırda böyle bir kullanma durumu var mı? Diyanet’in özgürce hareket edebildiğine inanıyor musunuz? Kullanılıp kullanılmadığını ben söyleyemem ama Türkiye’de kim özgürce hareket edebiliyor ki!.. Türkiye’deki nerdeyse bütün kuruluşlar yabancılaşma kaynağına dönüşmüşler; çünkü bireyselleşmenin önünde en önemli engeli oluşturmaktalar. Bana göre bu çıkmazdan kurtulmanın tek yolu, halkın, siyasete fiilen katılmasıdır. 18 yaşını doldurmuş olan her bireyin, kendi görüşüne uygun düşen bir siyasi partiye üye olması gerekir. Böylece her bir birey, üye olduğu siyasi partiyi daima denetim altında tutacaktır. Adil olmayan görüşlerine anında karşı çıkacaktır. Tepkisini göstermek için dört ya da beş yıl beklemeyecektir. İnternet ortamı bu denetimi anında ve en etkin bir biçimde gerçekleştirme imkânını sağlamaktadır. Sürekli denetim altında bulunan partiler, oylarını yitirmemek için üyelerinin görüşlerini dikkate almak zorunda kalacaklardır. Dileğim, Türkiye’de barışın, sevginin, karşılıklı saygının ve kardeşliğin egemen olduğu demokratik ve laik bir topluma bir an önce ulaşmamızdır. ____________________________________________ KAYNAK: http://www.cumhuriyet.com.tr/?PHPSESSID=e91592145a6594c3cc15203f27c1c8b7&im=em&xl=empopup&em=cu/cumhuriyet/w/c0901.html
  18. “insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” Zâriyât Sûresi 56 - Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Özgür bireyler mi , yoksa “kul” kişiler mi olmalıyız ? Her şeye gücü yettiği söylenen allah , neden kendisine kulluk etmesi için yarattığı insanların bir çoğunun kendisine kulluk etmemesinin , farklı tanrılara kulluk etmesinin önüne geçememektedir ? “En başta, ilâhiyatın ilâhî zorbalığına, Tanrı’nın hayaline başkaldırmak gerekir. Gökyüzünde bir efendimiz bulunduğu sürece yeryüzünde kölelikten kurtulamayız.” // M. Bakunin Ayet Kaynağı : -http://www.diyanet.gov.tr/kuran/ayet.asp?Kuran_id=51&I3.x=12&I3.y=9&Ayet_No=56-
  19. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Bir... İki... Üç... Dört... Yukarıdaki düşünceler sayın bekir'e ait... Bende şunu söylüyorum... Yaptığı çalışmalarla, Türkiye’ye, ülke insanına ve özellikle kadın ve kızlarına... yazgı değiştirici etki yapan? Model örnek insan olarak, büyük bir güç birikimi yaratan? Hem bilimine hem de ekonomisine ölçülemeyen büyük etkiler yapan? Çocuklarımızı, kızlarımızı, kadınlarımızı sarıp sarmalayan ve onları tarih ve toplum önünde öne fırlatan, sahneye çıkartan? Saylan’ın anısı, ürettikleri, katkıları önünde, derin bir saygı ve tarifsiz bir sevgi ile eğiliyoruz.... ... Tercih okuyucunun... Saygılar... DİPNOT
  20. Ekibin başındaki Dr. Jorn Hurum’un (yanda) kızının adını verdiği ‘Ida’, New York’taki Doğa Tarihi Müzesi’nde sergilenmeye başlandı. “Ida”yı görmek isteyenlerin uzun kuyruklar oluşturduğu belirtilirken evrim biliminde çığır açacak keşfin ardından arama motoru Google da logosunu değiştirerek fosil şeklinde bir logo kullandı. (AP) Bilim dünyasında insan ile primat arasındaki sürece ışık tutacak fosil heyecanı Evrimde kayıp halka Dış Haberler Servisi - Almanya’nın Messel maden ocaklarında 1983’te bulunan 47 milyon yaşındaki fosilleşmiş iskeletin, insan evriminin “kayıp halkası” olduğu ve insan ile primat arasındaki evrim sürecine ilişkin devrim yaratacak veriler sunacağı açıklandı. Bilim insanları, “Ida” adını verdikleri fosilleşmiş iskeletin, insan evrimine ışık tutan fosillerin birçoğundan 20 kat daha eski olduğunu ve “bugüne kadar bulunan en iyi korunmuş fosil olduğunu” ifade ettiler. “Ida”yı öneminden habersiz bir şekilde yıllarca duvarında asılı tutan bir koleksiyoncunun, fosili 2006 yılında Oslo Üniversitesi Doğa Tarihi Müzesi’ne getirdiği ve buradaki uluslararası ekibin son iki yıldır fosil üzerinde araştırma yaptığı belirtildi. 'ORTAK ATAMIZ’ Ekibin başındaki Dr. Jorn Hurum, kızının adını verdiği “Ida”nın maymun ve insanın ortak atası olabileceğini söyledi. İlk bakışta Madagaskar maymununa benzeyen dişi fosilin, insan dışındaki primatlardan da özellikler taşıdığını söyleyen Hurum, fosilin keşfedilmesini “bir rüyanın gerçekleşmesi” olarak nitelendirdi. Bir başka bilim insanı Jens Franzen ise, fosili “dünyanın 8. harikası” olarak nitelendirdi. Franzen, fosilin diş yapısından dolayı doğrudan insanoğlunun atası değil, daha çok “teyzesi” sayılabileceğini kaydetti.
  21. Evrimin kayıp halkası bulundu!... ABD'de ortaya çıkarılan 47 milyon yıllık hayvan fosili, bilim dünyasını ayağa kaldırdı. Keşfi, 'Dünyanın 8'inci harikası' diye karşılayan uzmanlar, 'Bu fosil kim olduğumuzu ve nereden geldiğimizi gösteriyor' dedi ABD'de yapılan bir araştırmada, bütün maymun türlerinin ve insanların atası olduğuna inanılan 47 milyon yıllık bir hayvan fosili keşfedildi. Bulunan fosilin 47 milyon yıl önce yaşadığına inanılan iki ayrı maymun türü olan tarsidae ve lemur türlerinin ortak atası olduğuna, fakat lemur cinsi maymunlara yapı olarak daha yakın olduğuna inanılıyor. 'Dünyanın 8'inci harikası' olarak karşılanan fosilin, insan ve maymun gelişimi arasındaki 'kayıp halka' olarak nitelenen ilişkiyi tamamen ortaya çıkarması bekleniyor. Araştırmanın başkanlığını üstlenen Michigan Üniversitesi'nden Prof. Philip Gingerich, 'Bu keşifle gelişmiş primatların ortak bir atasını gün ışığına çıkarıyoruz' dedi. Gelecek hafta salı günü New York'taki Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nde ziyaretçilere açılacak fosilin, Almanya'da Messel Köyü yakınlarında 2 yıl önce bulunduğu ve bugüne kadar bilimsel bir sır olarak saklandığı ortaya çıktı. FOSİL DE DARWIN DEDİ DÜNYA basınının, 'paleontoloji dünyasına asteroid düşmüş gibi' etki yaptığını söylediği araştırma, bilim adamlarını heyecanlandırdı. Ida adı verilen Lemur Maymun'un Darwin'in evrim teorisini doğruladığını söyleyen uzmanlar, 'Darwin görse dehşete kapılırdı' diye konuştu. _______________________ Kaynak: http://www.aksam.com.tr/2009/05/20/haber/yasam/956/evrimin_kayip_halkasi_bulundu_.html
  22. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Dün Türkan Saylan hanfendiyi uğurlama törenindeydim... İsmi Türkiye’de gericiliğe, hukuksuzluğa, kadınları ikinci sınıf varlıklar olarak gören zihniyete karşı mücadelede çağdaş ve özgür bir Türkiye için bütün bedel ödeyenlerin bir meşalesi ve simgesi olacaktır... Güle güle Türkan hocam.. Bize öğrettiğin çok şey oldu... Yürekten teşekkürler... DİPNOT...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.