-
İçerik Sayısı
3.258 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
9
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
DİPNOT tarafından postalanan herşey
-
''Mümin kadınlara da söyle.. görünen kısımları müstesna olmak üzere ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine örtsünler...'' (Nur Suresi/ Ayet 31) Sevgili arkadaşım kur'an da açık açık belirtmiş ve üstelik sizin Türban karşıtlığını sadece ateistlere yüklemenizi de bir türlü anlayamıyorum. Bakın Kuranda belirtilen bu uygulama şekli, 1970'li yıllara kadar Türkiye'de hiçbir sorun yaratmamıştır; çünkü ''Siyasal İslam'' o tarihlerde henüz Türkiye'ye kadar uzanmış değildi! 1979'a gelindiğinde ise bu ideoloji, ''İran İslam Devrimi'' nin de etkisiyle ülkede zemin oluşturmaya başlamış; 12 Eylül 1980 sonrasında Türkiye tümüyle siyasal İslama açık hale getirilmiş oldu ve 1979 öncesine kadar inanç sahibi kadınlar; düşüncelerine göre; bulundukları çevreye göre; konumlarına göre; yorumlarına göre; başı açık olarak ya da başörtüsüyle yaşam sürdürürlerken bu tarihten sonra türban kıskacına düşürülmüşler Yemenili yazmalı Anadolu kızları, birden türbana bürünmüşlerdir! Çünkü; dünyada şeriatın yayılmasını amaç ve görev edinmiş Suudi kaynaklı Dünya İslam Birliği (Rabıtat-ül Âlemin), siyasal İslamın egemen olabilmesi için belirlediği beş hedef arasında; ''Kadınların İslami sınırlamalara uymak zorunda bırakılması'' nı ''ilk hedef'' olarak saymış. Ve Türkiye'de türban; Kuran ayetinin (Nur/31) bu hedef doğrultusunda yeniden yorumlanmasıyla ortaya çıkmış ve günümüze kadar tartışılarak alkımızın da bu konuları tam anlamıyla bilememesinden faydalanılmıştır!... Ama artık bunların nedenlerini, sebeplerini, amaçlarını, araçlarını demokrasiyi kullanarak varmak ve getirmek istedikleri hedef ve sistemi çok iyi biliyoruz. .
-
. Öncelikle konuyu tartışan ve katkı sunan arkataşlara öncelikle teşekkür ederim. Bugün gelişmeler karşısında türban, bana göre kız öğrencilerin üniversitede okuma sorunu değildir. Hayrıca Türban bir ifade özgürlüğü de değildir, Türban olayı hükümetin desteğine sahip çok boyutlu dinsel-siyasal bir olaydır. Bugün ne yazıkki Devleti ve ülkeyi yönetenler , türban mücadelesi veriyorlar. Bu mücadelelerinin bir boyutu, kadınlarını ''türbanlamaları'' dır ve burada amaç ise toplumda kadınları türbanlama ne kadar yaygınlaşırsa, o derece yalnızlıktan kurtulacak ve gerekçelerinin toplumsal zeminini yaygınlaştıracaklar düşüncesidir. Türban, siyasal İslamın sivilleşme-köktenleşme ikileminin mihenk taşıdır.. Oysa bugün laikliği savunanlara ''laikçiler'' diye saldırararak, AKP ve türbana destek çıkanların, AİHM kararı konusunda düşüncelerini de -yeniden- açıkça yazmaları gerekmiyormu?... .
-
Sevgili yeniceri... OVJEKTİVİSTİN bu forumun Dini konular bölümünde açmış olduğu "BÜYÜKLERE MASALLAR... PEYGAMBERLERİN MUCİZELERİ..." topiğine bakarsanız sorularınızın cevablarını bulabilirsiniz...
-
Evet sevgili birce hakikaten ilginç değilmi sevgili birce? 17 yaşında ve elinde kitap yerine pompalı tüfek... Ve bu olaylar mantar gibi bitiyor... Antalya, Kayseri ve Samsun'da öğrenciler arasında çıkan kavgalarda 5 öğrenci bıçaklandı Liselerde her gün olay Liselerde şiddet dinmek bilmiyor. Antalya'da 2 ayrı lisede, Kayseri ve Samsun'da ise birer lisede öğrenciler arasında çıkan kavgalarda toplam 5 öğrenci bıçaklandı. Antalya Çağlayan Lisesi'nde iki öğrenci grubu arasında, koridorda tartışma yaşandı. Tartışmanın kavgaya dönüşmesi sonucu öğrencilerden T.Ü , bacağından bıçakla yaralandı. Olayla ilgili soruşturma başlatan polisin, kavgaya karıştıkları öğrenilen ve kimlikleri açıklanmayan 2 öğrenciyi gözaltına aldığı öğrenildi. Antalya Karatay Lisesi önünde çıkan kavgada ise Ç.Y., adlı lise son sınıf öğrencisi, kimliği belirlenemeyen bir kişi tarafından bacağından yaralandı. HARAÇ KAVGASI Kayseri'de aynı lisede öğrenim gören 2 lise öğrencisi arasında okul bahçesinde haraç isteme iddiasıyla çıktığı öne sürülen kavgada, 15 yaşındaki O.A , aynı yaştaki arkadaşı R.A. 'yı bıçakla bacağından yaraladıktan sonra kaçtı. Yaralı öğrencinin sağ bacağına iki dikiş atılırken O.A, polis tarafından gözaltına alındı. Samsun Karadeniz Mahallesi Gazi Caddesi üzerinde 19 Mayıs Lisesi son sınıfı öğrencisi T.P. (17) ile bir dershanede kurs gören A.F. (18) ve F.D. (18) arasında tartışma çıktı. Kavgaya dönüşen olayda A.F. ve F. D., bıçakla çeşitli yerlerinden yaralandı. Hastaneye kaldırılan öğrencilerin sağlık durumlarının iyi olduğu, kaçan zanlının ise yakalanmasına çalışıldığı kaydedildi. 'OKULLAR KURTLAR VADİSİ' Eğitim Bir-Sen Denizli Şube Başkanı Mehmet Baysal, okullarda yaşananları herkesin içi kanayarak izlediğini ve şiddetin giderek tırmandığını kaydederek ''Parmak kadar çocuklar çete kuruyor. Yol kesiyor, baş kesiyor, racon kesiyor. Uyuşturucu yaşı 12'ye inmiş. Öğretmenler, ilköğretim okulu öğrencilerinden korktuklarını söylüyorlar'' dedi. Suç oranının hızla arttığına, çocuk mahkemelerinde 1997'de 57 dava açılırken, bu sayının 2003'te 278, 2004'te 440'a yükseldiğine dikkati çeken Baysal, ''Sonuç ortada. Okullar birer Kurtlar Vadisi'ne, çocuklar da bu vadide kendilerini yiyecek kurtların ağzına verilmiş kuzulara benziyor'' diye konuştu.
-
Dün ırkçı Alman sitelerini dolandım, acaba ne demekteler, ne yapmaktalar diye arada da olsa bakarım. Çünkü onlardaki gelişmeyi de izlemek gerekli, ırkçılık şimdilerde biçim değiştirse de sonuçta yakıcı ve yıkıcıdır. Alman ırkçı sitelerinin ortak konusun İslam düşmanlığı üzerine oturmuş olması. Geçenlerde başını açan eski milli görüş teşkilatının liderlerinden birisinin kızı ilk haber olarak yerini almış. Eskiden daha öne çıkan Türk düşmanlığı yerini İslam düşmanlığı almış. Türklerde İslam’ın bir parçası olduğu için doğal olarak Türk düşmanlığı da devam ediyor. Almanya da ırkçılık tarihi sürecinde hep dini temelli olmuştur. İlk ırkçı saldırlar Protestan mezhebini kuran Luther zamanından başlar. Protestan mezhebinin temelinde her ne kadar roma merkezli Katolik inanç gözükmüş olsa da arka fonda bir Yahudi düşmanlığı göze ilk etapta çarpmakta ve bu savaş sırasında oluşmuş olan gettolar ve o gettolara karşı yapılan saldırlar tarihteki yerlerini almıştır. Ülkemizin geçmişinde var olan çok kültürlü toplum anlayışı yeniden bu ülkede kurulabilir. Bu yeniden kurulan devlet yapısı laik ve daha çağdaş olmak zorundadır. Ülkemizde her iki sitemde yaşamıştır ve görülmüştür ki, sonuç hep kanlı ve acı ile sonuçlanmıştır. Geçmişten elde edilen tecrübeler ışığı altında, bu ülke çok kültürlü laik bir devlet yapısına dönmelidir. Aksi halde sokaklar hiçbir zaman tekin olmayacak ve her an bir yerden gelen saldırılar altında masum insanlar ölmeye devam edecektir. Bu kısır döngüden çıkış yolumuz vardır, o yolu kullanmak bizim ellerimizdedir!..
- 309 cevap
-
- Türk Gençliği Bu Mu Şimdi
- Yakışıyor Mu?
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Bu güzel söz ile oluştuğuna inandığım duygu ve düşüncelerinize katılmamak mümkün değil sevgili sardunyam...
-
Böyle günce bir konuyu buraya taşıdığın için teşekkürler sevgili cerenimoo... Konuya güncel katkı ve yorum olarak aşağıda sunduğum bilgileri aktarıyorum... 68 ruhu, genel greve hazırlanıyor... PARİS - Fransa'da işçi ve öğrenciler, dün resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren istihdamla ilgili yasayı yarın ülke çapında düzenlenecek gösterilerle protesto edecek. Kamu işçilerinin yarın düzenleyeceği bir günlük grevin, özellikle hava ve demiryolu ulaşımını olumsuz etkilemesi bekleniyor. Fransız Havayolları (Air France) ve Demiryolları İdaresi (SNCF) geçen hafta yaptıkları açıklamada, greve destek verdiklerini bildirmişti. Greve, Ulusal Elektrik İdaresi (EDF), Ulusal Gaz İdaresi (GDF) gibi kamu şirketlerinde çalışanların yanı sıra Total, France Telecom gibi özel şirket çalışanları ile gazete dağıtım grupları çalışanları da destek verecek. Orta dereceli okullardaki öğretmenlerin de greve katılmasıyla, yarın eğitimin önemli ölçüde aksaması bekleniyor. İKTİDAR YENİ YASA HAZIRLIYOR İktidardaki Halk Hareketi Birliği (UMP), işçi ve öğrencileri yatıştırmak için yeni bir yasa hazırlanması için bugün hazırlıklara başladı. Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın talimatı üzerine, yasada itirazlara neden olan maddelerin değiştirilmesi için UMP'nin meclis senato grup başkanları yeni yasanın hazırlamasından sorumlu olacak. Grup başkanlarının, sendika ve öğrenci temsilcileriyle yarın görüşmesi bekleniyor. Meclis Başkanı Jean-Louis Debre, bugün yaptığı açıklamada, yeni yasanın 10 gün içinde parlamentoya sunulmasını istedi. YASANIN İÇİ BOŞALTILACAK Fransız basını, yeni çıkartılacak yasayla, tepkilere yol açan yasanın “içinin boşaltılacağını” yazdı. Gazetelerde çıkan yazılarda, iktidarın bu siyasi manevrayla kendi seçmenlerine “Protestolara rağmen yasayı geri çekmeyerek geri adım atmadık”, işçilere ve öğrencilere ise “Sesinizi dinleyip yeni düzenlemeler yaptık” mesajı vererek, krizden çıkış yolu bulmayı umduğu yorumu yapılıyor. Anayasa Mahkemesi'nin perşembe akşamı Sosyalist Parti'nin itirazını kabul etmeyerek yasaya onay vermesinin ardından Chirac, cuma günü kendisine tanınan 9 günlük süreyi beklemeyerek yasayı imzalamıştı. Chirac, bununla birlikte, hazırlanacak bir yasa değişikliğiyle, kabul edilen yasa üzerinde tartışmalara neden olan bölümlerin değiştirilebileceği mesajını vermiş ve hükümete yasanın uygulanmasında insanların mağdur edilmemesi konusuna önem vermesi çağrısında bulunmuştu. Cumhurbaşkanı Chirac'ın değişiklik sözünü yeterli bulmayan işçi ve öğrenci sendikaları, 4 Nisan'da yine ülke genelinde eylem yapma kararı almıştı. Yeni iş yasası, 26 yaşın altında yeni işe başlayanların, 2 yıl deneme süresine tabi tutulmasına ve bu süre zarfında işlerine son verilebilmesine olanak tanıyor. Sendikalar ve öğrenci örgütleri, yasanın iptal edilmesini istiyor.
-
Kimse inandığı şeylerin hayalkırıklığı ile üsranına uğramak istemez tabi ama insanları inandıklarının doğru, tartışılmaz ve ne olursa olsun kabul edilebilir olması mücadelesini vermesi belkide biz laikler için kabul edilemez bir olgu. İllah birşeye şatsız ve koşulsuz inanmaksa o başka birşey tabi... Doğru inanç adına konuyu ve buna benzer konulara ne pahasına olursa olsun tartışma cesareti ve yürekliliği gösteren herkese sevgi ve saygılar... .
-
. Bu da kadın soykırımı Her yıl 1.5 ila 3 milyon kadın ve genç kız, dayak yediği veya ikinci sınıf muamelesi gördüğü için ölüyor... Dünyanın dört bir yanında kadınların maruz kaldığı şiddet ve kötü muamele, soykırımı andırıyor. Her gün 6 bin kız çocuğu bekâret kemeri takmak zorunda kalıyor. Yılda 1.5 ila 3 milyon kadın ve genç kız, onlara uygulanan zulüm nedeniyle ölüyor... Musevi bir erkek arkadaşıma, dünyanın dört bir tarafında kadınlara uygulanan şiddeti ''Holocaust'' (Yahudi Soykırımı) kavramıyla özdeşleştirip özdeşleştiremeyeceğimizi sorduğumda şaşkınlıktan dili tutulmuştu. Ona bu soruyu yöneltmemden kısa bir süre sonra, Cenevre'deki Silahlı Kuvvetlerin Demokratik Denetleme Merkezi'nin 2004 yılı mart ayı istatistikleri ulaştı eline. Ve bu verileri görünce, soruma ''evet'' yanıtını verdiğini söyledi. Demografik verilere bakıldığında, dünya üzerinde 113 ila 200 milyon kadın yitip gidiyor. Her yıl 1.5 ila 3 milyon kadın ve genç kız, onlara şiddet uygulandığı ya da ikinci sınıf insan muamelesi yapıldığı için ölüyor. Economist dergisi, Cenevre'deki merkezin verilerini geçen kasım ayında şöyle değerlendirdi: ''Her üç dört yıl içinde Hitler 'in Holocaust'ununkileri andıran kurbanların sayısı artıyor. Ve dünya bu tabloyu seyrediyor.'' Peki bu nasıl mümkün olabilir? İşte size birkaç neden: ___Erkek olarak doğmanın ''şans'' , kız olarak doğmanın ise Allah tarafından verilen bir ''ceza'' olduğu ülkelerde kız bebekler kürtajla yok ediliyor. ___Kızlar ve kadınlar ihmal edildikleri, ikinci sınıf insan muamelesi gördükleri için ölüyorlar. Çünkü yiyecek, ilaç gibi hayati şeyler önce erkek kardeşlerine, oğullarına, babalarına ya da kocalarına veriliyor. ___Kadının erkeğin malı olduğu ülkelerde kendi partnerini bulmaya çalışan genç kızlar, babaları veya erkek kardeşleri tarafından öldürülüyor. Sonrasında da bunun adına ''namus cinayeti'' diyorlar. Halbuki bunun namusla hiçbir ilgisi yok. Ayrıca bazı toplumlarda kocalarına yeterli para ödemediği için kocası tarafından öldürülen kadınlar da var. ___Vahşeti andıran uluslararası seks ticareti, sayısız kadının ölmesine neden oluyor. ___Hemen hemen dünyanın bütün ülkelerinde ev içindeki şiddet kadınların canını alıyor. 15-44 yaş grubundaki kadınları evdeki şiddet, sıtma, kanser ve kazadan çok daha fazla tehdit ediyor. ___Kadın sağlığı hiçbir zaman ön planda tutulmadığı için her yıl 600 bin kız bebek ölüyor. ___Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre, her gün 6 bin kız çocuğu bekâret kemeri takmak zorunda kalıyor. Bunların çoğu ölüyor, diğerleri ise ömür boyu acı içinde yaşıyor. ___Yine Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre, her beş kadından biri, yaşamı boyunca şiddete maruz kalıyor veya dayakla tehdit ediliyor. Soykırım çok sayıda insanın ortadan kaldırılması anlamına geliyor. Bu nedenle dünyanın dört bir yanında kız ve kadınların başına geleni de ''soykırım'' olarak nitelendiriyorum ben. Ayrıca bu cinayetler sessiz sedasız işlenmiyor. Kurbanları korkularını, acılarını haykırıyor. Ancak dünya duymuyor. Daha doğrusu duyuyor ama duymazdan geliyor. Biz onlarla aynı toplumlarda yaşayan ve yaşadıklarına uzaktan veya yakından tanık olanlar olarak bu durumu duymazdan, görmezden gelmeye karar vermişiz. Zaten kadına uygulanan vahşet çok yaygın olduğu için böyle durumlarda en iyisi yok farz etmektir. Kendimize ihanet ediyoruz Kadınların gördüğü kötü muameleye tanık olup sessiz kalanlar arasında elbette kadınlar da var. Biz kadınlar, çoğu zaman kendimize ihanet ediyoruz. Gereğinden fazla. Çünkü olup bitene kafamızı çeviren ilk bizler oluyoruz. Hatta bazen kadının yaşadığı drama neden olan unsurlar arasında yer alıyoruz. Çünkü oğullarımızı kızlarımıza tercih ediyoruz. Kadın olmamıza rağmen kadına değer vermiyoruz. Bu belirttiğim unsurlar üzerinde etraflıca düşünün bir kere! Sayısal verilerin çoğu tahminler üzerine kurulu. Bazı ülkelerde ise istatistiki verilerin hiçbir önemi yok. Şimdiye kadar şiddete, kötü muameleye maruz kalan kaç kadın mahkemede hakkını arayabildi? Kurbanların haklarına sahip çıkmak için dünyada kaç tane uzlaşma komisyonu var? Ya da ne zaman bu konuda uyarı yapıldığını duyuyorsunuz? Kadınlar birer çöp, değersiz birer insan mı? Şimdiden alışılagelmiş bahaneler ve yanıtları duyuyor gibiyim. ''Kadına karşı sistematik şekilde uygulanan bir geri planda bırakmanın varlığından haberdar değiliz'' deniliyor. Ya da ''Bu dinden gelen bir şey'' bahanesi kullanılıyor. ''İnsanların kültür ve alışkanlıklarına dokunamazsınız'' da başka bir sudan bahane. ''Kadın kurbanlara yazık, ancak unutmayalım ki savaş ve yoksulluktan da çok sayıda insan ölüyor'' da geçiştirme safsatalarından biri... Economist'in haberine göre 1992-2003 yılları arasındaki çatışma ortamlarında bini aşkın kişi öldü. Oysa her yıl toplam kaç bin kadın dayak, töre cinayeti, bakımsızlık, cehalet kurbanı oluyor kim bilir? Yoksulluğun kadına uygulanan ikinci sınıf muamelesiyle ilintisi olsa bile kadınların başına gelenler yüzde yüz bundan kaynaklanmıyor. Ev hayvanı muamelesi... Çünkü kadınlara hak tanımayan varsıl ülkeler de var. Örneğin petrol milyarderi Suudi Arabistan'da kadınlara oy kullanma hakkı verilmiyor. Onlar yaşadıkları bölgeleri kocaları veya babalarının izniyle terk edebiliyorlar. Çalışmaları için de onlardan izin almaları gerekiyor. Başka deyişle Suudi Arabistan'da kadınlar hiçbir zaman yetişkin olamıyor. Onlara ev hayvanı ya da köle muamelesi yapılıyor. Yani Suudi Arabistan yoksul ama paraca değil, kültür açısından!... _______________________________________ AYAN HİRSİ ALİ / (Die Welt, Almanya, 27 Mart)
-
. The Economist: Türkiye yalpalıyor... 1 Nisan tarihli Economist dergisinde Türkiye hakkındaki bir değerlendirme yazısında, Türkiye'nin yalpalamaya başladığı, 'ılımlı İslamcı' olarak nitelenen başbakanın giderek artan şekilde pervasızlaşan siyasi taktiklerinden kendisini takdir edenlerin bile endişe etmeye başladıkları dile getiriliyor. The Economist: Türkiye'yle ilgili yazı 1 Nisan tarihli sayıda yer aldı... Economist dergisine göre, Arap Birliği zirvesi için Sudan'a gitmeden önce, Merkez Bankası başkanının atanması tartışmalarına ilişkin olarak 'Ortada endişelenecek birşey göremiyorum' diyen Başbakan Erdoğan'ın "bütün kayıtsızlığına rağmen", Türkiye hakkında bu günlerde endişelenecek çok şey olduğunu bilmesi gerekiyor. Economist, endişe edilmesi gereken konuları da şöyle sıralıyor: "Ekonomiye ilişkin alarm zilleri çalıyor. Avrupa Birliği ile ilişkiler Kıbrıs yüzünden soğumuş durumda. Ayrılıkçı Kürt şiddeti yükselmeye başlarken, bazı generaller kılıçlarını şakırdatmaya başladı." "Özetle, Tayyip Erdoğan'ın üç yaşındaki hükümeti tarafından getirilen, bundan önce benzeri görülmemiş düzeydeki mali ve siyasi istikrar şimdi sallantıda görünüyor ve birçok kişi bundan, başbakanın ne yöne evrileceği belli olmayan tavırlarını suçluyor." Economist dergisi Erdoğan'ın bu belirsiz tavırlarına örnek olarak, IMF'ye karşı olduğunu ifade eden Adnan Büyükdeniz'i Merkez Bankası başkanlığına atamasını ve bu atamanın yarattığı tartışmaları gösteriyor. Merkez Bankası tartışmalarının IMF'nin Türkiye'yi sert dille eleştirmesiyle aynı zamana rastladığına işaret eden Economist, IMF yöneticisi Rodrigo de Rato'nun endişelerini aktarıyor: "Rodrigo de Rato, tekstil ihracatçılarının ödediği katma değer vergisini azaltma ve kamu sektörü ücretlerini arttırma kararının, Türkiye'nin piyasalardaki saygınlığını tehlikeye düşürdüğünü söyledi. İki önlem de, IMF ile sağlanan 10 milyar dolarlık kredi anlaşmasının koşullarını çiğniyor." "Rodrigo de Rato ayrıca, istikrarlı büyümeye ve enflasyonun azaltılmasına rağmen, yüksek kamu borcu nedeniyle Türkiye ekonomisinin hâlâ kırılgan olduğunu da belirtti. De Rato buna, yüksek cari hesap açığını da ekleyebilirdi." 'AB heyecanı kayboldu' Economist dergisi, Avrupa Birliği cephesinde de hükümetin reformcu heyecanının büyük bir bölümünü kaybettiğini söylüyor ve Kıbrıs'a limanları açma konusunda yaşanan çözümsüzlüğü aktarıyor. Avrupa Birliği'nin, Türkiye'nin üyeliğini engellemek için Kıbrıs sorununun arkasına gizlendiği görüşünü birçok Türk'ün paylaştığına değinen Economist dergisi, Avrupa Birliği'ne duyulan düşkırıklığının kamuoyu yoklamalarına yansıdığını ve üyeliğe verilen desteğin düştüğünü vurguluyor. Fakat Economist, Tayyip Erdoğan'ın Avrupa Birliği ile bağları yeniden sağlamlaştırmak yerine, son sıralarda Arap ve Afrikalı liderlerle ilişkilerini güçlendirmeye daha fazla önem verdiğine dikkat çekerek, Hamas'ın liderlerinden Halid Meşal'in Türkiye'de ağırlanmasını, radikal Şii lider Muktada El-Sadr'ın da Türkiye'ye davet edilmesini eleştiriyor. Oy taktiği Economist, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, yeni dikkatsiz politikalarının, önümüzdeki yıl yapılacak genel seçimler öncesinde oy kazanmaya yönelik bir taktik olduğu görüşünde ve Başbakan'ın bu politikaların risklerini iyi tartması tavsiyesinde bulunuyor: "Hükümetinin inkâr edilemeyecek başarısının ardında büyük oranda, IMF programına sadık kalması ve Türkiye'nin AB hedeflerini kucaklaması yatıyordu. IMF'yle ya da AB'yle kopmaya neden olacak herhangi bir karışıklık Türk ordusunun kaybettiği siyasi zemini yeniden kazanmasına yol açabilir." Ecocomist'in yazısı şu yorumla son buluyor: "Birçok Batılı hayranlarının düşündüğü gibi, Erdoğan hâlâ Türkiye'yi gerçek bir demokrasiye çok daha yakın kılabilir. Ama kendisinden önceki birçok liderin izlediği yola girip, popülist bir başarısızlık örneği de olabilir. Belki de onunla ilgili en iyi şey - 2004 yılında zinayı suç kapsamına alma girişiminde görüldüğü gibi - her an fikirlerini değiştirebilecek olması."
-
(Yorumsuz)
-
Biz geçmişimişe bakar, bugünü yorumlar ve geleceğe bakarız sevgili bozan... Yakın geçmişimizden gelen sürecin güçlü ve derin bir etkisi vardır toplumuzda ve bu ne unutulur, ne de yok sayılır... Bahsettiğiniz gibi; Atatürk dönemi geçeli çok oldu, fakat bana göre de 1300'lü yıllar geçeli günümüz gerçekçiliğine göre çok ama çok ahyli uzak... Sevgiyle kalın... .
-
TÜRBANIN DİLİ VARDIR... (Türbanlı eş bir kimliktir... Şeriatçıdır, Medeniyeti sevmez........)
DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
. Oy, itibar ve iktidar'' uğruna, hukukla, bilim insanlarıyla ve çağımızla örtüşmeyen, giderek Cumhuriyetin ''üniter'' yapısıyla çelişen ''uluorta'' demeç ve savlar, bizleri taa yüreğimizden yaralıyor. Bize göre ''türban'', ''ulema'', ''bilgin'' varyasyonunda yaşanan polemikler, iman, ihlas ve sadakat kuru "kuru akıl" la ölçülüp biçilebilecek manalar değildir. Ne ki, bugün artık inançla bilimi, ''mutlak'' olanla ''bilinci'', ''sakallı ulema'' ile ''bilgini'' doğru yerlere koymak zorundayız. Çünkü, bilim ve düşün adamları ile kavgalı olan ''ulema'' sınıfının ''gelgitleri'' anaforundan başka türlü kurtulmak olanaklı değildir... Ve çünkü 60 yıldır yaşanan cemaatleşme sürecinden soyutlanmanın başka yolu yoktur. Bilimde ve dinde (dolayısıyla ''bilgin'' ve ''ulema'' arasında), başta temel tavır ayrılığı vardır. Bilimde kural, ''belgelemek'' ya da ''kanıtlamak'' , dinde ise ''inanmak'', ''iman etmek'' tir. Dinsel tavırda ''seçme özgürlüğü'' tanınmaz, şundan ki, Tanrı'nın kefil olduğu bir şey ''kuşku ve tartışma'' konusu olamaz! Bilimsel tavır ise her sav karşısında kuşkucu olmayı, Hüseyin Batuhan 'ın deyişiyle ''bir tür bilgi ahlakı sayar'' . Bilimde yasallık ve onun araştırma ve denemeyle bulunup doğrulanır oluşu var, dinde ise doğaüstü, söylenti ve yorum. ( Server Tanilli ) Çağdaş, laik Atatürk Türkiye'sinin aydınlıkçı yönetici ve görevlileri, bu bilinç içinde olmak; tarih ve akıl gözüyle gerilere giderek, ilkçağ düşünürü Epiharmus 'un özdeyişini yaşamak, algılamak ve topluma özendirmek zorundadır. Çünkü, böylesine onurlu ve çağdaş bir eylem, ''erdem'' dir!.. ''Erdemlilik'' tir!.. Epiharmus, toprağın altından şu öğüdü veriyor, bizim gibi inanç kurbanı dünyalılara: ''İnsan, düşünce (akıl) ile görür ve duyar; her şeyden faydalanan, her şeyi düzene sokan, başa geçip yöneten düşüncedir; geri kalan her şey kör, sağır ve cansızdır.'' Umarız, uygarlık ve aydınlanma sürecine ''aklın önceliği'' damgasını vurur... . -
TÜRBANIN DİLİ VARDIR... (Türbanlı eş bir kimliktir... Şeriatçıdır, Medeniyeti sevmez........)
DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
Tabiki gidebilirsiniz... Ne demek!.. Bu arada şifonu çekmeyi unutmayın lütfen... -
. Gazi çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rasladık. Atatürk attan inerek bu ihiyar kadının yanına sokuldu. -__ Merhaba nine Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle; -__ Merhaba dedi. -__ Nereden gelip nereye gidiyorsun? Kadın şöyle bir duralayıp, -__ Neden sordun ki, dedi. Buraların sabısı mısın? Yoksa bekçisi mi? Paşa gülümsedi. - Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını salladı. -__ Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği kavruk köylerinden birindeyim. Bizim mıhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim. -__ Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni? -__ Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da.... Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey. -__ Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadını birden yüzü sertleşti. -__ Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan?Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver. Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek, -__ Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu. Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor. Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı; -__ Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi; "Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun." ________________________________________________________________________________ ORTADA DOLAŞAN GEREKSİZ YIĞINLARCA KONU ÜZERİNDE DURMAK YERİNE BU TÜR BEYİNLERE KAZINAN YAŞANMIŞ GERÇEKLERİ ÜÇ BEŞ KİŞİYE ULAŞTIRABİLİRSEK NU MUTLU BİZE. BU NEDENLE DE BELKİ DİYORUM ATAMIZIN DEĞERİ DAHA ÇOK ANLAŞILIR VE BAZILARI VATANDAŞLA NASIL KONUŞULACAĞINI VE ONA NASIL DEĞER VERİLECEĞİNİ DAHA İYİ ANLAR... ________________________________________________________________________________
-
TÜRBANIN DİLİ VARDIR... (Türbanlı eş bir kimliktir... Şeriatçıdır, Medeniyeti sevmez........)
DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
Tekrar belirtiyoruz. Özel yaşamında, özellikli devlet görevi sorumluluğu taşımayan, isteyen herkes türbanını, yasaların yasaklamadığı her yerde özgürce takabilir. Buna kimsenin bir şey söylediği yok. İnançlara ve düşüncelere, toplum kurallarına, yasalara aykırı olmadığı sürece saygılıyız. Fakat bunu toplumun ve halkımızın “sembolu” gerekçesiyle savunmaya dayatmaya kalkmasın! Yolumuz Ulu önder, büyük kurtarıcı Atatürk’ün yoludur. Kimse alternatifini aklına getirmesin! -
. 31 Mart'ın Yıldönümünde... Şemdinli'de bir kitabevinin şüpheli bombalanması sonrasında ortalığı ayağa kaldırmak için çaba harcayan demokratlardan ses seda çıkmıyor. Bir bölümü yine ortalarda ama hedeflerinde terör örgütü değil de devlet ve güçleri var. Oysa terör örgütünün kışkırtmaları nedeniyle sadece Diyarbakır'da değil, komşu illerde de işyerlerine, hatta banka şubelerine taşlı sopalı saldırılarla yetinmeyip yakmaya kalkışmak da cabası. Nedeni ise ortada. Terör örgütü sözcülerinin ve onlar gibi davranmayı âdet edinmiş kamu(!) görevlileri ile siyasetçilerin kepenk kapama çağrısına uyulmamış olması, cep telefonu gibi kullanılan Roj TV'nin kışkırtmaları, yönlendirmeleri de orta yerde duruyor. *** Bu yazı 31 Mart günü yazılıyor. Yani gözü kara şeriatçı ayaklanmanın 97'nci yıldönümünde. Bugün kullandığımız takvime göre yıldönümünün 13 Nisan'a rastlaması gerekiyor. Zira 31 Mart Ayaklanması Rumi takvimi döneminde yaşanmış. Ancak bir yandan ''31 Mart'' demek, öte yandan da anmayı 13 Nisan'da yapmak kafaları büsbütün karıştıracağı için böyle bir gelenek oluşmuş durumda. Gazetelere baktım, yıldönümünden yola çıkarak bugünlere gönderme yapan, uyarılarda bulunan sadece bir kuruluş var; Mustafa Kemal Derneği. Onun açıklaması ise bir tek gazetede haber olmuş. Bizim Cumhuriyet'te. Diğerleri görmezden gelmişler. Bence iyiye işaret değil. Çünkü fanatik dincilerle bölücü ırkçılar aynı yaraları kaşıma, aynı güçleri hedef gösterme konusunda neredeyse dirsek teması içindeler. İktidarın yaklaşımı da işlerini büyük ölçüde kolaylaştırıyor. Sanıyorum ki muhalefet partileri, Şemdinli olaylarını incelemek amacıyla kurulmuş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonu'nun oluşmasına oyları ile katkıda bulunmaktan rahatsızlık duyuyorlar. Çünkü komisyonun çalışma yöntemi, siyasal çoğunluktaki AKP'li üyelerin inisiyatifi nedeniyle, amaçlananın dışında bir yöne gidilmekte olduğunu gösteriyor. Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu , komisyonun anayasaya aykırı bir görev üstlendiğini, çalışmanın TBMM İçtüzüğü'ne de uygun olmadığını vurguluyor ama kimse aldırmıyor. Komisyon üyelerinin tutuklu sanıklarla görüşmesi bile demokrasi şampiyonlarınca dikkate alınmıyor. *** Yaşanan olayların ayrılıkçı ayaklanma provası olduğu konusunda yaygın bir kanı var. Doğu ve Güneydoğu'da yaşayanların tümünün sorunu olan ekonomik ve sosyal yetersizliğin giderilmesi konusunu, terör sorunu ile aynı kaba koyup ''Kürt sorunu'' diye ortak payda oluşturanların oturup bir kez daha düşünmeleri gerekiyor. Kötü niyetli oldukları iddia edilmese de öngörüsüz oldukları, artık sırıtmaya başladı. Terör örgütünün belini kıran güvenlik güçleri, yıllar önce ''artık görevin siyasetçilere düştüğünü'' vurgulamışlardı. Siyasetçiler işi ağırdan alınca bugünlere ulaştık ve terör örgütünün yönlendirdiği siyasetçiler dönemine girdik. Dileriz ''sil baştan'' dönemine girmeyiz. Ama girmemek için de iktidarın neyi nasıl yapacağının ayırdına varması gerekiyor. Lafla peynir gemisinin yürümeyeceğini yeniden kanıtlamaya kalkmanın yararsızlığı, geçmişteki örneklerden zaten bilinebiliyor. . _____________________________________________ O. ERİNÇ...
-
Sevgili sardunyam... Kimsenin Türk'ü ve onun evlatlarını tabiki aşağılıyamaz ve buna izin verilmez... Fakat rica etsem, lütfen biraz düşmanlarınızdan (gaddar davrınılacak olanlardan) bahsedebilirmisiniz...
- 309 cevap
-
- Türk Gençliği Bu Mu Şimdi
- Yakışıyor Mu?
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
İşte bu... Konunun özü burada... Lütfen artık biraz anlamaya çalışın.. .
-
Böyle güncel, önemli ve çozüm bekleyen bir sorun için burada katkı sunmaya çalışan ve emek sarfeden tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.. Bu arada konu ile ilgili olarak yapılmakta olan sempozyum sonuçlandı ve hepimizi ilgilendireceğini düşündüğum sempozyumdan çıkan sonuç şu; İstanbul'da gerçekleştirilen 'Şiddet ve Okul' sempozyumunun sonuç bildirisi açıklandı... 'Herkese görev düşüyor' ''1. Şiddet ve Okul: Okul ve Çevresinde Çocuğa Yönelik Şiddet ve Alınabilecek Tedbirler Sempozyumu'' sonuç bildirgesi yayımlandı. Bildiride çocuğun dünyasında şiddetin yeri olmaması gerektiği vurgulanarak ''Şiddetin önlenmesi için geliştirilecek stratejilerde çocukların katılımının sağlanması gerekiyor. Bu konuda toplumun her kesimine görev ve sorumluluklar düşüyor'' denildi. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) İlköğretim Genel Müdürlüğü ve UNICEF işbirliğiyle İstanbul'da Zübeyde Hanım Öğretmenevi'nde gerçekleşen uluslararası sempozyumun sonuç bildirgesi dün düzenlenen basın toplantısıyla açıklandı. Okullarda şiddetin engellenmesine yönelik önlemlerle ilgili MEB'in okullarda sanat ve spor gibi ders dışı etkinliklerin geliştirilmesi için altyapı sağlanması gerektiği vurgulanarak şu başlıklara yer verildi: *___ Güvenli okullar oluşturulması amacıyla politikalar belirlenmeli ve standart ölçütler konulmalı. *___ Öncelikle, okul müdürleri ve öğretmenler olmak üzere tüm okul çalışanlarına şiddet ve önlenmesine yönelik çatışma, çözme, arabuluculuk, olumlu disiplin yöntemleri konularında eğitim verilmeli.Etkili ebeveyn programları yaygınlaştırılmalı. *___ Çocukların sorunlarını iletebileçekleri ve çözüm üretebilecek mekanizmaların hayata geçirilerek çocuk dostu okul ölçütleri tüm okullarda yaygınlaştırılmalı. *___ Öğrencilerin, etkili iletişim, karar verme, problem çözme, çatışma yöntemi gibi temel yaşam becerilerini geliştirebilen eğitim programlarının etkin bir şekilde uygulanması sağlanmalı. Okullardaki yönetici ve öğretmenlerin ''İnsan haklarına ve onuruna saygı'' ilkesini benimsemesi gerekliliğine dikkat çekilerek şu görüşlere yer verildi: *___ Ev, okul ve toplum arasındaki iletişim güçlendirilmeli. *___ Öğrenciler ve çalışanların davranış kuralları belirlenmeli. *___ Bireyin gelişim dönemlerini dikkate alan disiplin önlemleri alınmalı. Şiddet olaylarına karşı net ve tutarlı bir tavır sergilenmeli. .
-
İslam Dininde Reforma İnananlar İçin
DİPNOT şurada cevap verdi: siosteran başlık Dini Konular - Din - Dinler
. Evet bugün bütün dini inançlar gelişmeler karşısında çağa ayak uyduramamakla birlikte anlaşılabilir, kolay, kuşkusuz, tereddütsüz, birbirini tamamlayıcı, ikilimden uzak ve açık olmalı. herkes neye, ne için, ne adına inanacağını bilmeli ve dinde reform geç bile kalınmış bir olgu olduğunu düşünüyorum. Hayrıca bugüne kadar bu gerçekleştirilmiş olsaydı bana göre insanlardaki bu kaos, bölünme ve ayrıcalık çoktan ortadan kalkmış ve insanlar daha gerçekçi, objektif, ortak dil kullanan, yerini ve konumunun farkında, çağcıl ve anlaşılır olurdu... . -
Türkiye'yi IMF kapılarına muhtaç edenler, en çok imam hatip okulu açmakla övünenler, Nurcuların Köprü dergisinin her sayısına yazı yazıp, Cumhuriyet laikliğini, Marksist ateizm ile karıştıran sizler; Türkiye'de laiklik konusunda duyarlı olanları, din ve devlet işini birbirine karıştırmayanları ve en önemlisi her türlü işlerini Allaha havale etmesini bilmeyen bizleri lütfen dinsizlikle ve inançsızlıkla suçlamayı bırakın artık. Ve şunu da iyi bilin artık "laikliğin olmadığı yerde demokrasi yoktur, insan hakları yoktur, bugün bir bakın çeverinzdeki dini temellere dayalı rejimle yönetilen ülkelere. Öyle mollanın beyefendi kılığında tebdil gezeni hacı fışfış takımına verilecek yanıt ise kısaca şu; Ne yazikki sizler hala 78 yıl önce yani 3 Mart 1924 tarihinde (bugün) laiklik yolunda en büyük adım atıldığının farkında değilmisiniz, TBMM'nin aynı oturumunda, verilen üç takrir (önerge) sonucunda yapılan oylama ile hilafet kaldırıldığını, Evkaf ve Şeriye Vekâleti ilga ediliyor ve tevhid-i tedrisat, yani eğitimin birleştirilmesi kabul edilildiğini (yani bugün).. Sizler hala insanların inanıp inanmaması ile uğraşıyorsunuz. Biz dine karşı değil onu kullanan ecnebiye ve ecnebiyle bir olup ülkemizi karanlığı götüren anlaşılmaz yobaz ve gericilere karşıyız... Artık bunu cümle halem bilsin...