-
İçerik Sayısı
3.258 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
9
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
DİPNOT tarafından postalanan herşey
-
. Enflasyon... AKP hükümetinin ekonomiyi yönetişini değerlendirirken olumlu iki olay üzerinde duruluyor. Bunlardan biri enflasyonun tek haneli rakamlara çekilmesi, öteki ise ekonominin hızlı sayılabilecek bir tempoda büyüdüğü. Ben milli ekonomide bir büyüme olduğu kanısında değilim. Bu konuda yapılan hesapların Türk parası değerinin aşırı değerlenmesiyle ilgili yanlış bakış açısından kaynaklandığı görüşündeyim. Bu uzun bir konu. Ama enflasyondaki düşük tempo üzerinde duracağım bu yazıda. Türkiye'de fiyat artışlarının yavaşladığına işaret edenler bunun sadece ülkemize özgü bir durum olmadığı, bütün dünyada artık enflasyonun bir ekonomik sorun olarak gündemden düştüğünü ya bilerek ya da bilmeyerek konu dışında tutuyorlar. Gerçekten de eskiden, on on beş yıl önce enflasyonu hızla ve büyük ölçülerde arttıracak olaylar ve gelişmeler bugünlerde enflasyonu yani genel fiyat artışlarını yerinden kıpırdatmıyor. Örneğin eskiden ham petrol fiyatlarında önemi olmayan kıpırdamalar bile ülkeler genel düzeyinde fiyat artışlarını hızlandırırdı. Oysa son yıllarda ham petrol fiyatları iki katına çıktı, fiyat artışlarını zerre kadar etkilemedi. Aksine düşüşler var tempoda. Bunun gibi uluslararası ilişkilerde biraz gerginlik olsa uluslararası düzeyde enflasyon temposu hızlanırdı. Dünyanın bir ucunda Kore (1950) anlaşmazlığı ve savaşı dünya ekonomisinde ne büyük dalgalanmalar doğurmuştu. Bugün dünyanın dört bir yanında Kore anlaşmazlığına benzeyen ne anlaşmazlıklar var, birçok yerde oluk oluk kan akıyor. Enflasyon düşmeyi sürdürüyor. Dünyada her yerde. Demek ki dünyada önemli değişiklikler var. Bizde ekonomiyle uğraşanlar bunu ağızlarıyla söylüyorlar ama aslında bu değişiklikleri ekonomik düşünce ve karşılaştırmalarında hiç hesaba katmıyorlar. Bir örnek vereyim. 10 Nisan günlü Milliyet gazetesinde Sayın Ercan Kumcu , ''Altın fiyatlarındaki artış dünyada enflasyon beklentilerinin habercisi olabilir'' başlığını vererek bir tahlil yapmış. Son paragraf yazının özetini veriyor: ''Altın fiyatının artıyor olması, orta-uzun dönemde, dünyanın belli paralar cinsinden enflasyon beklentisinin arttığına işarettir. Enflasyon riski artan paraları basan kuruluşların (merkez bankaları) bu olguyla mücadelesi, bastıkları paraların ilerdeki getirilerini arttırmakla olabilir. Yani dünyada faizlerin öngörülenin de üzerinde daha da artması gündemde olabilir. Altın fiyatlarındaki artış bu olgunun habercisi olabilir.'' Altın fiyatları Sayın Mumcu'nun yazdığının aksine altın fiyatlarının artması hatta bunun hızlanması halinde bile dünyanın genelinde enflasyonun artması artık düşünülemez. Çünkü dünya ekonomisinde, tahlillerde ihmal edilen bir yeni etken artık en belirleyici etken olmuştur. Bu etken özellikle Çin ekonomisi başta olmak üzere Güneydoğu ve Güney Asya ülkeleri ekonomisinin her gün daha güçlü bir şekilde dünya çapında her konuda önemini arttırmalarıdır. Aslında kapitalist iktisatçıların yarım ağızla değindiği, bu gelişme, değişti dedikleri dünyadaki en kapsamlı ve önemli gelişmedir. Bu gelişme ile Hindistan ve özellikle Çin'in başını çektikleri Güney ve Doğu Asya ülkeleri dünyada üretimin yüzde 45'ini yani yarısına yakınını gerçekleştiriyor. Bu ülkelerde üretilen ucuz mal ve hizmetlerin dünya dış ticaretindeki payı için enflasyon artık bir sorun olmaktan çıkmıştır. Aslında enflasyonun bir ülkedeki en önemli nedeni gelir dağılımı bozukluğudur. Yani ihtiyacı olanlar için değil parası olanlar için üretim yapılması sonucunu verecek derecede ekonomideki üretim bozukluklarıdır. Bugün Türkiye'de gelir dağılımı düzelmekte değil daha da bozulmaktadır. Bir örnek verelim. İki buçuk yılda Koç topluluğunun iki buçuk kat büyüdüğü övünülerek anlatılıyor. Bu artış hangi sürede oldu? Kamu çalışanlarına enflasyon oranının bile altında gelir artışı verildiği, çiftçi, esnaf işçi gelirlerinin aynı memurlarda olduğu gibi reel olarak azaldığı bir dönemde milli gelirin -hadi ilan edilen büyüme doğru kabul edelim- yüzde 7 ya da 9 arttığı ilan edilen dönemlerde holdingler, bankaların birkaç yılda adeta yüzde yüz büyüdüğü bir konjonktürde yaşıyoruz. Böyle bir dönemde enflasyon eğer artmıyorsa bu doğru politikalardan değil, dünyada artık enflasyonun artmayacağı bir döneme girilmesinde aranmalıdır. Dünyada ucuz mal üreten ülkelerin ağırlığı sürecekse ve bu ağırlık son yıllarda olduğu gibi artarak gidecekse artık dünyanın hiçbir yerinde enflasyon eskisi gibi at oynatamaz. Türkiye'de enflasyon hâlâ OECD ya da Avrupa Birliği'nin diğer ülkelerinden yüksektir. Sorun bitti mi? Eskiden enflasyonun yılda yüzde yüzleri aştığı ülkeler gazete sütunlarında yer alırdı. Bugün enflasyonun yüzde yirmiyi geçtiği ülke yoktur. Düşük enflasyon hükümetin marifetinden ya da IMF politikalarının isabetinden değil dünyanın yeni koşullarından . Bu nedenle kimse Unakıtan 'ın sıkı bütçe politikalarına övgü dizmesin. Ama enflasyon sorunu bitti diye Türkiye'nin sömürülmesi bitmiş değildir. Aksine hızlanmıştır. Emperyalizm ülkeyi soymak için farklı ve eskisinden çok etkili politikalar bulup yürütüyor. Bu gidişle Türkiye'nin telekomünikasyon kuruluşları tamamen yabancılara geçmiştir. Türkiye bankacılığı her gün daha yüksek oranda elimizden çıkıyor. Sanayi ve tarımımızda anahtarlar artık elimizde değil. ___________________________________________________ KAYNAK: Cumhuriyet 29.04.2006 / Arslan Başer KAFAOĞLU
-
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
DİPNOT şurada cevap verdi: niyogara başlık Dini Konular - Din - Dinler
Desenize işimiz şansa kalmış... Ama Ya yoksa... -
Tabiki siz söylemiş değilsiniz sevgili earten onlar benim tespitlerim ve bana ait düşüncelerdir... O zaman siz müslüman sosyalistsizin doğrumudur?... Ve bende demokrat sosyalistim!... Belkide aramızdaki bu ince nuans farkını yakalamalıyız ve ilişkilerimizi ve dünüşcelerimizi bu çerçeve dailinde yapmalıyız ne dersiniz sevgili earten arkadaşım... Saygılar.... .
-
. . Sevgili earten... Cevabınız şurada gizli... İrticanın gelişmesi için Ülkemin koşulları çok münasip... Bu da birilerin ekmeğin yağ sürmekte ve bununla da kalmayıp ülkeyi bu zihniyetle tehlikeye atmaktadır... Dini anlamda dolu bir insana birşey veremezsiniz. Yani almaz. Çünkü o onu görmüş ve onu doğru sanıyor ki bu saplantı dır, eyezandır... Biz diyoruz ki; Din bugünün koşullarına cevap veremez durumda, çözüm üretemez durumda, dini konularda uzmanlaşmış kişiler bile en ufak bir konuda dahi kendi aralarında farklı yorumlar yaparak olayı çözümleyememekte, ikilemleri gün güçtikçe iki yanı sivri bıçak gibi keskinleşmekte ve din içinde bir kavram kargaşası yaratmaktıdır. Dolayısıyla bizlerde bunun nedenlerini araştırma gereğin duyarak bu durumun içine balıklama atlamış durumdayız. Yani inançlar konusunda boş değiliz ve her verilenin doğru olmadığını bilerek inancımızı güncelleştiriyoruz. Yoksa Bu iş sakal ile, kılık kıyafet ile, yok kur'an şöyle dedi böyle dedi diye, fıkıha göre ceza şudur vb. uygulanmalıdır diye yaşamımızı karartamayız... Buna da izin vermeyiz... Gelişen bir dünya karşısında alman gereken yer dini bir savaşı kışkırtan ve bundan çıkar bekleyen emperyalist ülkelerin ekmeğine yağ sürmektir... Devrimci Atatürk'ümüzün Laiklik konusu bu nedenle önemlidir... Yeterki irtica, dini örgütler ve ulemalar vb. siyasal kimlik ile toplumun önüne çıkmasın ve siyasilere güç vererer kendi ziminin oymasın... Ama size şunu söyleyebilirim, eğer Türkiye bu oluşum böyle devam ederse bir başka topic'te açmış olduğum konu olan ŞERİAT'IN BU ÜLKEYE 30 YIL İÇİNDE geleceği öngörüsü gerçekleşirse o zamanda rahat mı olacaksınız hayır rahat olsanız bile bu sefer düşmanınız biz değil tüm dünya ülkeleri olacaktır. Çünkü sizlerin dini anlamda az ile yetinmeme gibi bir niyetleri her zaman oldu. Kaldı ki devlet ve dinsel ülkelerin tarihlerine baktığımızda bugünkü ülkemizin geleceğinin izlerini, kilometre taşlarını bulabilirsin... Evet bu ülkeye ŞERİAT gelecek ve o zaman da diğer ülkeler başka gezegenlerde yaşamsal sürekliliğini yakalarken sizler burada dünyayı bu rejimle yönetiyor olacaksınız. Buna yürekten inanıyorum... Saygılarımla... .
-
. Şeriat tamtamlarıyla "23 Nisan" Atatürk'ün yavrularımıza armağan ettiği bu büyük bayramı, çocuk bayramına döndürmek AKP'ye çok yakıştı... Göstermelik Anıt Kabir ziyaretleri.. Atatürk söylemli zoraki, ruhsuz mesajlar.. Ve her yerde saldırıya geçmiş, durmak bilmeyen azgın şeriat hayranları. Bakın bugünlerde yaşanılanlara ve oldukça cesaretli bir davranış sergileyecek kadar eleri gidebiliyorlar... ___İzmir'de 23 Nisan törenlerini seyretmek için çocuklarıyla birlikte minibüse binen bir ev hanımı, başı açık olduğu için türbanlı dört genç kız tarafından zorla araçtan aşağı atılıyor. Başını kapatması için tehdit edilen anne ve çocukları yolda bırakılıyor. ___İlkokul öğrencileri arasında ödüllü, namaz surelerini okuma yarışmaları yapılıyor. Din derslerinde başarılı olan öğrencilere para ve altın dağıtılıyor. ___Çorlu'daki geçit töreninde ilkokul öğrencilerine fes ve kara çarşaf giydiriliyor. Komutanın uyarısını Milli Eğitim Müdürü umursamıyor. Kaymakam ve Belediye Başkanı törene katılan öğretmenleri kutluyor. ___Üniversitelerde kantine kapatılan kız öğrencilere tehditle türban taktırılıyor, zorla kuran dinletiliyor. ___İşte biz böyle bir 23 Nisan kutluyoruz. Oysa, 23 Nisan 1923 de Türkiye'nin nüfusu 10 Milyon, okuma yazma bilenlerin sayısı ise 1 Milyon idi. Büyük kısmı savaşlarda eridiği için kadın nüfusu erkeklerden çok daha fazlaydı. Genç nüfus ise hemen hemen yok olmuştu.. Yani, 1923 yılında 23 Nisan Bayramını, daha çok, çocuklar, ihtiyarlar ve kadınlar kutladılar. Teneke kutulardan oluşturulan meşalelerle fener alayları düzenlediler. Yoksuldular, yaralıydılar ve çok yorgundular... Geçit törenlerine yamalı elbiseleriyle katıldılar... Ama, mutlu ve umutluydular... Onurluydular ve insandılar... Bir de bu günkü Türkiye'ye bakın. Nüfusumuz 75 milyona ulaşmış. Okuma yazma oranı yüzde 50. Nüfusumuzun çoğunluğunu gençler oluşturuyor. Ama hepimiz utanç içindeyiz. Ne onurumuz var, ne Türk'lük gururumuz. Borç içinde yüzüyor, bir avuç Kıbrıs'lı Rum'dan korkuyoruz. Amerika'ya "Bizi kullanın" diye yalvarıyoruz. Korkudan sokakta dolaşamıyor, evlerimizde rahat uyuyamıyoruz. Okuttuğumuz gençlere iş bulamıyoruz. Yaşlılarımıza bakamıyor, kadınlarımızı süründürüyoruz. Söyleyin; Siz hangi Türkiye'de 23 Nisanı kutlamayı isterdiniz?... Bu adamların 75 Milyonluk acınası Türkiye'sinde mi? Atatürk'ün 10 Milyonluk, yoksul ama onurlu Türkiye'sinde mi?.. . .
-
BÜLENT ARINÇ'IN 23 NİSAN KONUŞMASINDAN METİNLER
DİPNOT şurada cevap verdi: sardunyam başlık Güncel Konular
. Şeriat tamtamlarıyla "23 Nisan" Atatürk'ün yavrularımıza armağan ettiği bu büyük bayramı, çocuk bayramına döndürmek AKP'ye çok yakıştı. Göstermelik Anıt Kabir ziyaretleri.. Atatürk söylemli zoraki, ruhsuz mesajlar.. Ve her yerde saldırıya geçmiş, durmak bilmeyen azgın şeriat hayranları. ___İzmir'de 23 Nisan törenlerini seyretmek için çocuklarıyla birlikte minibüse binen bir ev hanımı, başı açık olduğu için türbanlı dört genç kız tarafından zorla araçtan aşağı atılıyor. Başını kapatması için tehdit edilen anne ve çocukları yolda bırakılıyor. ___İlkokul öğrencileri arasında ödüllü, namaz surelerini okuma yarışmaları yapılıyor. Din derslerinde başarılı olan öğrencilere para ve altın dağıtılıyor. ___Çorlu'daki geçit töreninde ilkokul öğrencilerine fes ve kara çarşaf giydiriliyor. Komutanın uyarısını Milli Eğitim Müdürü umursamıyor. Kaymakam ve Belediye Başkanı törene katılan öğretmenleri kutluyor. ___Üniversitelerde kantine kapatılan kız öğrencilere tehditle türban taktırılıyor, zorla kuran dinletiliyor. ___İşte biz böyle bir 23 Nisan kutluyoruz. Oysa, 23 Nisan 1923 de Türkiye'nin nüfusu 10 Milyon, okuma yazma bilenlerin sayısı ise 1 Milyon idi. Büyük kısmı savaşlarda eridiği için kadın nüfusu erkeklerden çok daha fazlaydı. Genç nüfus ise hemen hemen yok olmuştu.. Yani, 1923 yılında 23 Nisan Bayramını, daha çok, çocuklar, ihtiyarlar ve kadınlar kutladılar. Teneke kutulardan oluşturulan meşalelerle fener alayları düzenlediler. Yoksuldular, yaralıydılar ve çok yorgundular... Geçit törenlerine yamalı elbiseleriyle katıldılar... Ama, mutlu ve umutluydular... Onurluydular ve insandılar... Bir de bu günkü Türkiye'ye bakın. Nüfusumuz 75 milyona ulaşmış. Okuma yazma oranı yüzde 50. Nüfusumuzun çoğunluğunu gençler oluşturuyor. Ama hepimiz utanç içindeyiz. Ne onurumuz var, ne Türk'lük gururumuz. Borç içinde yüzüyor, bir avuç Kıbrıs'lı Rum'dan korkuyoruz. Amerika'ya "Bizi kullanın" diye yalvarıyoruz. Korkudan sokakta dolaşamıyor, evlerimizde rahat uyuyamıyoruz. Okuttuğumuz gençlere iş bulamıyoruz. Yaşlılarımıza bakamıyor, kadınlarımızı süründürüyoruz. Söyleyin; Siz hangi Türkiye'de 23 Nisanı kutlamayı isterdiniz?... Bu adamların 75 Milyonluk acınası Türkiye'sinde mi? Atatürk'ün 10 Milyonluk, yoksul ama onurlu Türkiye'sinde mi?.. . -
Anlamıyorsunuz... Korkarım anlayamayacaksınızda... Din bez parçası değildir, cübbe değildir, kara çarşaf değildir, burka değildir... Din çağın gerektirdiği ölçüde iç dünyası ile dış dünyasının barışık olduğu ve çevresindekilere örnek olan ilerici ve yenilikçidir... Evet inançlara saygılıyız fakat ülkenin rejimini değiştirmeye çalışan, emperyalizmle iş birliği yapan ve ona alet olan, insan öldürmeleri dine ve yüce yaratan Allah adına yapan, toplumu ortaçağ karanlığına götürmeyi edefleyen karanlıklar hiç saygılı değiliz ve olamayızda... Üstüne üstlük herkes gibi bizimde bir inancımız var fakat Çağdışı değil, şekilci değil, Gerilikçi değil, karanlıkçı değil, savaşçı değil, Temelinde sevgi saygı ve aşk olan bir inanç bu... Ürkütücü, korkutucu, bastırıcı değil..
-
. Atatürk'ün ekonomik demokrasi üzerine düşünceleri... ø__''Devletin, güvenlik, adalet ve bağımsızlığı koruma dışında, yollar, demiryolları gibi bayındırlık işlerini, eğitim, sağlık, toplumsal yardımlaşma işlerini, tarım, ticaret, sanata ilişkin ekonomik işleri yapmaması, bireylere bırakması gerektiği iddiasında bulunanlar vardır. Bu kuramı onaylayıp izleyenlere 'bireyci' derler. ø__Ulusun genel ve ortak yararlarına ilişkin siyasal, düşünsel işlerde olduğu gibi ekonomik her türlü işlerin bireylere bırakılmayıp devlet tarafından yapılmasının daha uygun olacağı kuramını savunan 'devletçi' ler de vardır. ø__Biz devletimizce izlenmesi uygun olan ilkeyi saptamak için, 'bireyci' ve 'devletçi' lerin dayandıkları noktaları ve bir de demokrasinin belirgin niteliklerini göz önünde bulundurarak kısa bir uslamlama (muhakeme) yapalım: ø__Bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyeti demokrasi temeline dayalı bir devlettir. Demokrasi ise asıl olarak siyasal niteliktedir; düşünseldir, bireyseldir, eşitlikseverdir. (Altını çizen Atatürk, Ö.O.) ... ø__Öyleyse demokrasi temeline dayalı bir devlet, bir toplumsal dayanışma sistemi ya da bir ekonomik örgüt sistemi değildir. Bunun için bu alanlara ilişkin işleri bireylere ya da bireylerden oluşmuş ortaklıklara (şirketlere) bırakabilir. ø__Bu olanağın ölçüsünü anlamak için devletin ulusa ve ülkeye karşı yerine getirmek zorunda olduğu temel görevlerinin ikinci derecede görülen görevlerle ilişkilerini ve bağlarını düşünmek gerekir. ø__Devlet güvenliği sağlamak için, ülkeyi savunmak için, sağlığı yerinde, gürbüz ve anlayışları, ulusal duyguları, yurt sevgileri yüksek yurttaşlar ister. ø__Devlet içerde ve dışarıda ulus işlerini sürdürecek yüksek yetenekte yurttaşlara muhtaçtır... ø__Devlet genellikle yurttaşların herhangi sanat ve meslekte, zamanımız ilerlemelerinin gerektirdiği ölçüde başarılı olmasıyla ilgilenir....'' .
-
Sevgili earten arkadaşım... Biz çağdaş, laik ve modern bir devlet yapısına inanıyoruz... Öyle kılık kıyafetimizi bez parçasına, cubbeye, çarşafa bağlamayan, Toplumsal yapıyı gelişen dünya koşulları karşısında ilerletmek ve onun için mücade etmek varken ve yine kimsenin neye ne şekilde inandığın ve inanacağına karışmayan laik bir devlet yapısının ve MUSTAFA KEMAL ATÜTÜRK'e tüm samimiyetimizle bağlı çağıdaş, modern, evrensel ve bilime dayalı, laik bir toplumun gelişitilmesinden ve ilerletilmesinden yananız... Ve buna tüm varlığımızla, tüm inancımızla, her türlü zorlu koşullara hazır ve bu ülkeyi dini bir ticaret gibi kullanan ve emperyalizmin hizmetine sunan, kabesi ABD, seccadesi DOLAR olan din bezirganlarının bilmeden, tecrübesilikle ve farkında dahi olunamayan tehlikeli bir oyun arenası haline getirilen ülkemizi bu kara zihniyete karşı uyanık tutmak, hazırlıklı olmaktır... Yoksa ülkemizin bu tür çözümlerini (maalesef bu zihniyet herşeyd olduğu gibi) tanrıdan beklemek gaflet ve dalaletten başka birşey değildir... Saygılarımla... .
-
. Müjde, Türkiye'de Şeriata 30 Yıl Kaldı!... Başbakan Tayyip Erdoğan’ın AK Parti Grup toplantısında yaptığı iç açıcı konuşma, “iyi saatte olsunlar” açısından ayakta alkışlanacak cinsten mesajlarla doluydu. Sürekli olarak “reflekslerle” hareket etmeyi politik çizgi olarak benimseyen Erdoğan, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın yarattığı “karşılıklı hoşgörü” ortamına enfes katkılar yaptı. Erdoğan için zaten var olan “gizli gündem” kuşkularını alabildiğine cilaladı. Başbakan “yaşayanlar görecek” dedi: - Bugün üstü örtülmeye çalışılan gerçekler gelecek 10 yılda, 20 yılda, 30 yılda millet tarafından hep bir ağızdan söylenecek!Ak Parti lideri “egemenlik duvarda değil, milletin kendisinde olacak” derken, konuşma yaptığı TBMM çatısı altında en fazla milletvekili ile temsil edilen siyasi partinin başkanı değilmiş gibiydi. Başbakan’ın sözlerini -her zaman yaptığı gibi- ani tepkilerle söylediğini varsayarak “ciddiye almasak” ona ayıp olacak. Ciddiye alsak bu sefer de “Demokrasi bizim için araçtır” döneminde volta attığını kabul edeceğiz. AK Parti’nin demokrasi konusundaki yalpalamaları, kendilerine AB kapısıyla, “İslam cumhuriyeti inşa örgütü” arasında kolon vurduruyor. Erdoğan’ın “son çıkışı”, karşıtları için yıllarca kullanılacak malzeme deposu niteliğindedir. Rahatlıkla “adam açık seçik söyledi” diyecekler: - Şeriata 10 yıl ile 30 yıl arasında bir zaman kaldı! Uzmanlar büyük İstanbul depremine de “40 yıl” süre biçiyorlar. Gelecek için “parlak umutlar” besleyebiliriz… Otuz yıl sonra şeriat gelir, ardından da büyük deprem… Her şey dümdüz olur, biter!... MİLLET UZAYA AÇILIR VE BİZ BU DÜNYADA BİZ BİZE KALIR (İSTENİLEN DE OLUR VE BÜTÜN DÜNYA MÜSLÜMAN OLUR) BAŞÖRTÜSÜ İLE UĞRAŞIRIZ... NE GÜZEL KADINLARI ÖRTELİM ERKEKLERİ CENNETE GÖNDERELİM... YA KADINLARIN CENNETİ... ONLARINDA ERKEKLER KADAR ŞANSI OLURMU SİZCE?... . Yoksa siz hala... .
-
. . Antonia Vivaldi... THE FOUR SEASONS (4 MEVSİM)... »»Barok çağının caddelerine müziğin temel taşlarını döşeyen büyük bir usta«« .
-
. Bu hayalinizi hiçbir zaman gerçekleştiremiyeceğinizi biliyoruz. Bilmediğimiz sizin ne zaman bunu farkedeceğinizdir... Yoksa bütün dünya ekonomik, sosyal, kültürel, bilimsel gelişmelerini tamamlarken, siz hala ortaçağ karanlıklıklarında kalma bir sosyal yapıyı bu ülkenin üzerine monte etmeye çalışıyorsunuz fakat ne yazık ki Mustafa kemal ve ona inanmış kaya gibi sert bir duvarla karşıkarşıyasınız ve o duvar dünya döndükçe varlığını sürdürmeye devam evdecektir... Üstetil bunu monte etmeye çalışanlarda gerçek müslümanlar değil oysa, Emperyalizmin emrindeki din bezirganları buna hizmet etmekte ve biz bunu sindiremiyoruz sevgili hearten... Saygılarımla... Teşekkürler sevgili gelincik size katılmamak mümkün değil... Ne mutlu bu gerçeklerle yoğrulmuş, aklını en yüce değer sayan ve bu ülkenin aydınlanmasına yüreklice duruş sergileyen sizlere... Sevgiler... .
-
. Tayyip Bey Lütfen Söyle... Zapsu'yu Sen Mi Konuşturdun? Uzun yıllar Washington'da görev yapmış ve Türk-Amerikan ilişkilerini yakından takip eden, gazeteci Turan Yavuz, Başbakan Erdoğan'ın danışmanı Cüneyd Zapsu'nun son ABD ziyaretinde kullandığı "Bu insanı kullanın" ya da "Bu insandan yararlanın" diye çevrilen sözlerinin, bizzat Erdoğan tarafından söyletildiğini öne sürdü. "Çuvallayan İttifak" adlı kitapla Türk-Amerikan ilişkilerini tartışmaya açan, 18 yıl ABD'de görev yapan gazeteci Turan Yavuz, Destek Kitabevi tarafından düzenlenecek imza günleri nedeniyle Ankara'ya geldi. Yavuz, Türk-Amerikan ilişkileri konusunda ANKA'nın sorularını yanıtladı. 1 Mart tezkeresinin reddedilmesiyle birlikte iki ülke arasındaki ilişkilerin çok gergin bir hal aldığını ifade eden Yavuz, "Süleymaniye baskını ondan dolayı Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesi Amerika'nın bu konuda ne kadar hırslandığının en büyük göstergesidir" dedi. Yavuz, bozulan ilişkilerin giderilmesi için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, danışmanı Cüneyd Zapsu'nun Amerika'yı ziyaret ettiğini anımsatırken, Zapsu'nun Washington'a gitmeden üç dört gün önce Başbakan Erdoğan'la görüştüğünü söyledi. Yavuz, "Erdoğan, Zapsu'nun Amerika'ya gitmesini ve ilişkilerin bir şekilde düzeltmeye başlamasını istedi. Bunun üzerine Zapsu Washington'a giderek, her ne kadar yönetimle görüşmese de neo con olarak tabir edilen yeni muhafazakarların kalesi olan kuruluşlarda görüşmeler, konuşmalar yaptı" dedi. __________________________________________________ Kaynak: http://www.digimedya.com/default.asp?NID=119277
-
Teşekkürler arkadaşlar... ANDIMIZ Ne yediğiniz lokmaya Ne yaşadığınız doğaya Saygısızlık etmeden Yoklayın belleğinizi Can dostlarım... Kan damlalarından Çıkmadı mı utkularımız Yayılmadı mı dalga dalga Tüm Anadolu'ya? Doğu'dan, Batı'dan Kuzey'den, Güney'den Kenetlenen ellerle Giydirilmedi mi kefenler Yedi düvele? Öyleyse bugün niye Albayraktan başka renklere Yüreklerde yer aramak? Böylesine çılgınca "Ne Mutlu Türküm Diyene" İlkesini karalamak? Andımız olsun bundan böyle Gelin; ister yoldaş olalım, İster dadaş, ister kardaş Ama öncelikle TC uyruklu yurtdaş Bizimdir yedi bölge, yedi bahar Bu ülke bize ne geniş, ne de dar Dostlarımıza kapılarımız açık Lozan'ı saymayanlarıysa Ulusumuza etmeyelim yar!... .
-
. Şiddet ve Eğitim Sitemimiz -1 Son günlerde artan şiddet olayları hepimizi tedirgin etmeye başladı. Ne yazık ki şiddet olayları; yalnız okullarda değil başta Güneydoğu olmak üzere ülkemizin her tarafında yaygınlaşmaya başladı. Neredeyse toplum olarak yaşanan olayları kanıksar olduk. İnsanların ruh hali bozuldu. Ancak beni en çok etkileyen ise bir öğrencinin bıçak ile boğazının kesilerek öldürülmesidir. Tabanca, bıçak ile yaralama, kafasına sert bir cisim ile vurarak öldürme olaylarının hepsini acı içinde gördük. Öldürmek bile hafif kaldı, büyük bir hınçla birinin boğazını kesebilmek "önüne gelene satır sallayabilmek" yıllarca aynı sıralarda oturduğu arkadaşlarını belki de bir hiç uğruna sıfırlayabilmek. Öğrencilerin mi psikolojisi bozuldu, yoksa bizlere bir şeyler mi oluyor. Çocuklarımız adam olsun, kızlarımız okuyup öğretmen olsun, hakim olsun diye gönderdiğimiz okullara bir şeyler oluyor. Bu topluma bir şeyler oluyor. Toplumun Ruh Hali Bozuk mu? Bugün okullarda sıkça gündeme gelen şiddet olayları, artan cinnet geçirmeler, polislerin intiharı, kredi kartları mağdurlarının çocuklarını öldürmeleri, her köşede artan mafya ve bunlara karışan her düzeyden bazı kolluk kuvvetleri, Güneydoğudaki olaylar, afiş asan, resim sergisi açan öğrencilere yapılan kitlesel saldırılar, trafikte insanların birbirlerine yol vermemesi, artan tahammülsüzlük toplumda tam bir paranoyaklık yarattı. Geçenlerde NTV'de şiddet üzerine yapılan bir tartışmada Prof. Dr. Özcan Köknel nüfusumuzun % 60 oranında ruh sağlığı sorunu bulunduğunu belirtiyordu. Bu rakamın ne anlama geldiğini herhalde söyleyen psikolog bilerek söyledi. Eğer trafikte kuralları ihlal eden kişiyi uyardığınızda arabasını durdurup, değnekle üzerinize saldırıyorsa, bakkalı eski tarihli yoğurdu niçin satıyor diye uyardığınızda "ne tarihi lan" diyorsa, öğretmen öğrenciyi dövüyorsa, baba oğlunu ve eşini dövüyorsa ve bunlar artık rutinleşmişse Sayın Köknel'in dediklerinin ileride nelere yol açacağını biraz daha düşünmek gerekir. Bütün bunların bir günlük bir olay olmadığı ve bir geçmişinin olduğu muhakkak. Uzun yıllar bu ülkede değişim adı altında bizlere empoze edilen ekonomik ve sosyal politikalar ve bunun savunucusu olan siyasi yapımız, bunların eğitim ve medya zinciriyle perçinlenmesi sonucunda bugüne gelinmiştir. İnsanların sabrının bittiği, konuşurken yazarken kısa kestiği, TV ekranlarında zipleme yaparak ciddi anlamda bir filmi, haberi veya belgeseli tam bitiremediği, sınavlarda şıkların dışına çıkamadığı yerde tam bir tükenmişlik ve sabırsızlık başlamıştır. Bu sabırsızlık; yolda işyerinde evde tahammül sınırlarını zorlamaktadır. Kimse kimseyi en ufak bir davranışta konuşarak değil, şiddetle bastırmaya çalışmaktadır. Son yıllarda iyice açılan gelir dağılımı dengesizliği, çalışarak karnını doyurmayan insanların yanında çalışmadan hesapsız para harcayan insanların görüntüleri, TV ekranlarında insanların bilinçsizce sarf etiği laila havalarının varlıksız insanlar üzerindeki etkileri yabana atılmamalıdır. Bilim sanat faaliyetleri, doğayı koruma, sosyal etkinlikler, gençlerin sorunlarına ve ülke sorunlarına yol yöntem aramak, gençler için değişik teşvik programlarını yaratmak hiç akla gelmiyor. Gençler bunlardan yoksun oldukları için doğal olarak güce göre hareket ederek alan kazanmaya çalışmaktadır. 'Ne ekersen onu biçersin' diyesi geliyor insanın. Güç Olma Talebi Şiddeti Besliyor mu? Kendini gerçekleştirme olgusu normal yollardan sağlanamadığı zaman diğer yollarla sağlanmaktadır. Para ve silah bu gücün diğer önemli araçları olarak devreye girmektedir. Böylece kendi özgüvenini toplamakta ve kendisini hissettirmeye çalışmaktadır. Bugün okullardaki ve Güneydoğu Anadolu'daki olaylara biraz da bu gözlükle bakmak gerekir. Para ve silaha sahip genç; diğerlerine göre üstünlük sağladığını düşünmektedir. Araba, güzel elbise, pastaneye gitme ve moda deyimi ile hava atmak. Buna erişemeyenler de saldırıya geçmektedir. Birkaç yıl önce İstanbul'da bir yılbaşı gecesi büyük bir grup otelde eğlenmeye gelenlere saldırdılar. Gösteri yaparak burada aşırı tüketim odluğunu belirtiyorlardı. Bu gençler çevreci veya sol gençlik değildi, muhafazakâr gençlerin bunu dile getirmesi gözden kaçmamış olsa gerek. Bugün bu olayların yaşandığı okullara bakarsanız güç kullanma olgusunun altındaki psikoloji rahatlıkla ortaya çıkmaktadır. Dilimizi Düzeltelim Çin'de huzursuzluk çıkınca halk filozof Konfüçyüs'e başvurur, Konfüçyüs "dilinizi değiştirin der," anlamazlar. İnsanlar yeniden başvurur, aynı cevabı alırlar ve böylece Çin dilinin sadeleşmesi ve insanların birbirini anlaması gerektiğini ortaya koymuşlardır. Ülkemizde bugün yaşanan ve neredeyse her tarafı gergin, kimsenin kimseyi taşıyamadığı, öğrencilerin birbirinin gırtlağını kestiği, tabancaların kullanıldığı ortamın alt yapısına bakıldığında ciddi sorunlar bulunmaktadır. Ders veren arkadaşların dikkatinden kaçmamıştır, son yıllarda öğrencilerde bir dil kirliliği görülmektedir. Yazıları kısa yazmak, cümleleri tam bitirmemek gibi. Sokakta yanınızdan geçen insanlara bakın, başta gençler olmak üzere küfürlü konuşmalar, jargonlar, tüm bunlar ciddi iletişimsizlik örnekleridir. Yetkililerin düzgün cümle kullanmamaları, karşısındaki vatandaşı dinlememeleri, onları küçük görmeleri, toplumda dil-iletişim sorununun önemini ortaya koymaktadır. Eğitim Sistemimizin Hedefi, Vizyonu ve Misyonu Var mı? Ülkenin ciddi bir eğitim amacının olmadığı, varsa da kâğıt üzerinde kalarak öteye gitmediği bugünkü sonucu ile ortadadır. Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde bulunan eğitim maalesef bugün hızla özelleştirilerek parası olanın özel okullar, kurslar, vakıf üniversitesi ve yurtdışına çocuğunu göndererek eğitimlerini tamamlamaya çalıştıkları yine hepimizin bilgisi dâhilindedir. Hedefi, vizyonu ve misyonu olmayan Türk eğitim sisteminin bir sonucu olarak bugün eğitim sisteminin iyi işlemediği ortaya çıkmış bulunuyor. Ne Arıyorduk, Ne Bulduk? Bugün sorulan soru NE ARIYORDUK, NE BULDUK? Türk gençliğinin yaşamdan beklentisi nedir? Türk gençliği ülkesini ileri taşımak için ne düşünüyor? Ütopyası var mı? Devletin kendi biricik varlığı olan dinamik gençliği için ne tür faaliyetlerde bulunmaktadır? Dünyanın en dinamik gençliğine sahip ülkemiz gençlerini hedefsiz bırakmanın bedeli maalesef başıbozukluk ve yetersiz eğitim ve doyumsuzluk olmuştur. Şiddet Bir Sonuçtur, Ya Nedeni Nedir? Her düzeyde şiddet kültürü sorun çözme yolu haline gelmiştir. Eğitimde şiddet bir sonuçtur. Her sonucun bir nedeni vardır. Bugün sorun "ne ektik ne biçiyoruz" düşüncesiyle yeniden ele alınmalıdır. Bu çocukların yeterince eğitilmemesi yani doyurulmamasının, öğrencileri şiddete yönlendirdiği bilinen bir olgudur. Bu olayların yaşandığı okulların büyük çoğunluğu devlet okulları olduğu da doğrudur. Özel okullar da nasibini almaktadır. Eğitimin içinin boşaltılması herkes için farkına varsa da varmasa da fatura yaratmaktadır. Sorunun yoğunlaşması astronomi değil, astroloji kitaplarının artışıyla doğru orantılıdır. TV Dizileri ve Feodalite Çağımızın iletişim teknolojilerinin en etkili silahı olan TV ekranları büyüğünden küçüğüne herkesi karşısına oturtabilme becerisine sahip duruma geldi. Özel TV'lerde gösterilen dizilerin tamamı güvensizlik, namus cinayetleri, şiddet, kan, silah, ağalık ve kısa yoldan zengin olma temalarını işlemektedirler. Ancak okuma yazması olmayan (yüksek eğitimli cahiller de dahil) TV ekranlarından başka zevki olmayan halkın bunlardan etkilenmemesi mümkün mü? İnsan beyninin çalışma prensiplerinin de bu tür uyarlamalara açık olduğu düşünülürse, eğitim ve kitle iletişim araçlarının yanlış ve doğru kullanımının önemi ortaya çıkmaktadır. Bugün başta Güneydoğu olmak üzere ülkenin her tarafından ciddi bir şiddet işlenmektedir. Kimse kimseyi dinlemiyor. Kimin ne aradığı da bilinmiyor. Çağdaş medeniyet seviyesini yakalayalım, birlikte güçlü yarınlar yaratalım anlayışı ile yurttaşlık bilinci için bizler çırpınırken, diğer taraftan feodal kalıntıların makbul değerlermiş gibi toplumun önüne medya aracılığı ile konulması hiç de hoş değil. Toplumu daha evrensel değerler etrafında dil, inanç ve yöresel farklılıkları göz ardı etmeden birlikte yaşamayı sağlayacak şekilde işlemek gerekir. Asıl olan insani değerleri; kültür, dil ve inancın üzerinde bir anlayış ile eğitim aracılığı ile vermektir. Bugün yaşanan göç, yoksulluk, bölgedeki belirsiz eller maalesef farkına varmadan şiddeti körüklemektedir. Bundan hepimiz nasibimizi almaktayız. Biz Ne Yaptık Peki, nasıl oluyor da bu gençler bu kadar acımasız oluyorlar? Nerde yanlış yaptık sorusu soruldu mu? Bu gençlere insan sevgisi, doğa sevgisi, güzellikler konusunda bir şeyler verilebildi mi? Bunun altyapısı konusunda başta devlet olarak ve de bugüne kadar devlet yönetimine talip olmuş Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, Bakanlar, Milli Eğitim Müdürleri, Üniversitelerde Rektörler, Dekanlar, Bölüm Başkanlarına sormak gerekir, hangi yanlışı gördük ve ne yaptık? Çözüm önerilerimiz ne oldu. Toplumu eğitmek için hangi öngörülü proje üretildi? "Öğrenciler olmasa Milli Eğitim Bakanlığını idare etmek kolay olur" anlayışını mı dikkate alacağız, yoksa dünyanın en genç ve dinamik nüfusuna sahip olmanın mutluluğu ile bu gençlerin enerjisini nasıl üretime ve güzelliğe dönüştürebiliriz diye mi düşünmek gerekir? Çözüm önerileri ve geleceğe ilişkin öngörüleri gelecek hafta işlenecektir. Haftaya kadar yaşama bütünsel ve farklı bir göz ile bakmak, baharın bu güzel günlerinde şiddet yerine "yüz çiçek açsın yüz fikir tartışsın" anlayışı ile sorunlarımızı tartışma ve karşılıklı sevgi saygı içinde işlenmesi dileği ile nice güzel baharlı günlere. .
-
. Arın(ç)amayız bu zihniyetten... Sağolasın Arınç. Bize öyle bir ders verdin ki, kahrolduk çocuklarını İMAM HATİP gibi ilim ve irfan kaynağı olan mekteplere yollamak yerine o zındık okullara yollayan biz milyonlarca insan. Önce gördük nasıl kutlanırmış 23 Nisan. Sağolasın Arınç. Bize öyle bir ders verdin ki, kahrolduk çocuklarını İMAM HATİP gibi ilim ve irfan kaynağı olan mekteplere yollamak yerine o zındık okullara yollayan biz milyonlarca insan. SENİN İMAN DOLU GÖĞSÜN VARSA BENİM DE İMAM DOLU MECLİSİM VAR !!!! Ama bu muhteşem ve de ibret-i alem 23 Nisan’ın iman ve imam dolu törenlerinin devamı da gelmelidir. Hatta bu törenler her fırsatta tekrarlanmalı, daha da ileri gidilerek meclis mescidinin karşısına bir imam hatip ilkokulu açılmalıdır. BUGÜN 23 NİSAN, İKİ KULUVALLAH BİR ELHAM OKUMALI HER MÜSLÜMAN !!!! Böylece 23 Nisan da sağdan soldan velet toplanacağına bu minik imam hatipliler kürsüye çıkar, mehter marşı eşliğinde bugün "23 nisan, iki kuluvallah bir elham" güftesini terennüm ederler. Vee bu törenler de tıpkı töre cinayetlerimiz gibi en kutsal ve kalıtsal geleneklerimizden biri olmalıdır. BANDIRMA ŞİRKET İ HAYRİYESİYLE YAPILAN EN EN HAYIRLI İKİNCİ VE ÇOK KİNCİ BİR SEYAHAT! 19 Mayısta ise Arınç’ın bizzat seçtiği örnek bir İmam, başında sarık arkasında cüppe ile Samsun’a çıkmalıdır. Çaltı burnundan gülerek doğan güneşe karanlık bakışlarla bakıp, meşaleyi kapmalı ve Arınç'ın çizdiği yoldan önce Sıvas’a uğramalı, bir kaç otel yakmalıdır. BİN ATLI AKINLARDA ÇOCUKLAR GİBİ ŞENDİK…URUN KELLESİNİ…KİM DİYORSA BU MECLİSE DANDİK! GELELİM 30 AĞUSTOSA: Dumlupınar dan gavur İzmir’e doğru bir imam hatip tümeni bin atlı akınlarla dört nala dalmalıdır.Hatta bu tümene sağ elinde kılınç ya da kör testere olan Arınç’ın komuta etmesi farzdır. Ayrıcaaa Temsili olarak kağnılarda mermi taşıyan nene hatunlar da mermiyi bugünkü torunları gibi türbanlarının arka cenahlarına koymalıdır. VER ARTIK KARARINI MECLİS-İ MEYUSAN… SANA HAYIR DİYENLERİN SONU HÜSRAN YİNE HÜSRAN!!!! Vee işte Cumhuriyet bayramı. MECLİS-İ MEYUSAN nasıl ılımlı islam gibi bir ucubey-i mucize yarattıysa; aynen Hilafet-i cumhuriyet-i Türk’ devletini de yaratmalıdır. Arınç’a "ne sihirdir ne keramet şeriattır asıl marifet" diyerek halife lik MERTEBESİ bağışlanmalıdır. Ayrıca Arınç'ın başarıyla mezun olduğu okullar birer medrese halinde yeniden inşa edilmeli, bu okulların rektörlüğüne de şu anda işsiz kalan Van ili müddeyi umumisi tayin edilmelidir. SPASTİKLERE SÖYLENECEK EN UYGUN MAZARET KAS SPAZMIDIR ELBET!! Bu törenler esnasında sn başbakan eve kapanacak uzaktan kumanda tutan elinden başka her kasının tutuk olduğunu belirten bir rapor cami hoparlörlerinden tüm islam alemine duyurulacaktır. Onun yine kas tutulmasına yakalandığı milli yas günümüz olan 10 kasımda herkes kürsüde,ekranda,meydanlarda Atatürk sakızını çiğnerken bunu bir de Anıtkabirde tekrarlayan Fatsalının kulakları çekilirken gözleri de çekilecek, Fatsalıların 2.vatanı japonyaya postalanacaktır. Fatsalı, İ.MANSIZ IN bıraktığı boşluğu bir İMANLI olarak dolduracaktır. BİTMİYOR Kİ YASIM… ARTIK HERGÜN 10 KASIM!!! Bu kadar büyük işler becerdikten sonra Atamızın ruhu çağrılacak, kendisine mutlu olup olmadığı sorulacak ve yukarıdaki yanıt alınacaktır. Bundan böyle Anıt kabir’e Yanıt kabir denmesi meclis gündeminde tartışılacaktır. Deniz Baykal kürsüde bayılıp kalacaktır. ykal kürsüde bayılıp kalacaktır. TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLELEBET BU İLLETLE YAŞAYACAKTIR. Tek umudumuz tarihin tekerrür etmesi ve Zübeyde hanımla Ali Rıza beyin Selanikte yeniden dünya evine girmesidir. ___________________________________________________ SEVDA KAYNAR / 26 Nisan 2006
-
. İşsizlikte AKP rekoru. ANKARA ø__Ocak 2006 itibarıyla işsiz sayısı 102 bin kişi artarak son iki yılın en üst seviyesi olan 2 milyon 799 bine çıktı. İşsizlik oranı da son iki yılın rekorunu kırarak yüzde 11.8'e yükseldi. Son olarak 2004 yılının ilk çeyreğinde işsiz sayısı 2 milyon 830 bine, işsizlik oranı ise yüzde 12.4'e yükselmişti. Buna karşın bu kişilere, ''iş aramadığı için işsiz sayılmayan ancak çalışmaya hazır olan'' 2 milyon 289 bin kişinin eklenmesiyle, gerçek işsiz sayısı 5 milyon 88 bine, işsizlik oranı ise yüzde 19.6'ya çıktı. Böylece işsizlik, Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) internet sitesinde verdiği işsizlik rakamlarının başlangıç tarihi olan Ekim 1988'den bu yana en yüksek seviyesine çıkmış oldu. TÜİK Hane Halkı İşgücü Araştırması'nın 2006 Ocak (Aralık 2005, Ocak-Şubat 2006) dönemine ilişkin sonuçlarına göre son 1 yılda işsizliğin tablosu şöyle: ø__Tarım sektöründe çalışanların sayısında 1 milyon 85 bin kişilik azalma yaşanırken tarım dışı sektörlerde 1 milyon 104 bin kişilik istihdam artışı kaydedildi. ø__İşsizlik kentlerde yüzde 13.8'den yüzde 13.7'ye düşerken kırsal kesimde yüzde 8.2'den yüzde 8.9'a yükseldi. ø__Genç nüfus arasındaki işsizlik oranı yüzde 21.54'ten yüzde 21.9'a çıktı. ø__''İş bulmaktan ümidini kaybedenlerin'' sayısı son bir yılda 578 bin kişi, AKP iktidarında (2002 4. çeyreğinden bu yana) ise 1 milyon 337 bin kişi artarak 2 milyon 289 bine çıktı. .
-
. No comment . . "KÜRESEL" DÜNYA... Newyork, Paris, Londra Ben ne buyurursam o moda Varsıllığımın egemenliğini kurduğum Dünya denen şu yaşlı gezegende Söz söyleme gücü yalnız bende... Söylemim; "Küresel düşün, yerel yaşa" Bir parmak bal ağzınıza... Duygularınızdan, düşüncelerinize Doğanızdan, doğanınıza değin Dilediğimce sömürebilirim... ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ posted by SelmaErdal @ 5:28 AM ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
-
. Dünya Bankası'na göre ekonomi hızla büyüdü ama sosyal kalkınmada durum parlak değil. Yoksulluk daha çok 'büyüdü'... 25 NİSAN 2006 Rapora göre Türkiye'de günde 1 doların altında gelirle geçinmeye çalışan nüfusun genel nüfusa oranı 2002'de yüzde 2'nin altındayken 2003'te yüzde 3.4'e çıktı. ø__Günde 2 doların altında gelirle geçinmeye çalışan nüfusun genel nüfusa oranı da yine aynı yıllar içinde yüzde 10.3'ten yüzde 18.7'ye yükseldi. ø__Dünya Bankası'na göre Türkiye ekonomisi yüksek performans göstermeye devam ediyor, ama başta ''yüksek cari açık'' olmak üzere bir dizi risk unsuru da varlığını sürdürüyor. Bu arada, gelir dağılımına ilişkin göstergeler bozulurken ''yoksulluk oranları'' da artıyor. Dünya Bankası tarafından yayımlanan, yıllık ''Dünya Kalkınma Göstergeleri'' raporunun Türkiye ile ilgili bölümünde, özetle şu değerlendirmelere yer veriliyor: ø__Dünya ekonomisi genel olarak 2000 yılından bu yana yılda ortalama yüzde 4.8 büyüdü. Aynı dönemde Türkiye, yıllık ortalama yüzde 8'lik büyüme hızıyla dünyanın en hızlı büyüyen ekonomileri arasında yer aldı. ø__Bu hızlı büyüme, tesadüflerin değil, büyüme ağırlıklı bir ekonomik programı başlatan siyasi otoritenin bilinçli kararlarının sonucudur. ø__Bu tempoda, Türkiye'nin dış borçlarının gayri safi yurtiçi hasılasına (GSYİH) oranı önemli ölçüde azaldı, IMF'ye olan borçlar da hatırı sayılır ölçüde geriledi. IMF'ye borçlar 2003'te GSYİH'nin yüzde 10.1'i kadardı, 2004'te yüzde 7.1'ine çekildi. ø__Toplam dış borçlar da rakamsal olarak 2003'te 145 milyar 662 milyon, 2004'te 161 milyar 595 milyon ve 2005'te 170 milyar 62 milyon dolar olurken bunun GSYİH'ye oranı sırasıyla yüzde 61.1'den, önce 53.6'ya ardından da 46.9'a düştü. ø__Ancak bazı riskler de varlığını sürdürüyor. Cari işlemler açığı önceki yıllara oranla büyüyor. ø__Ekonomideki büyüme henüz istihdama da yansıyabilmiş değil. 2005 sonunda yüzde 10.3 olan işsizlik oranı 2002 sonundaki yüzde 10.6'lık orana yakın seyrediyor. ø__Bu arada yoksulluk oranları da artıyor. Türkiye'de günde 1 doların altında gelirle geçinmeye çalışan nüfusun genel nüfusa oranı 2002 yılında yüzde 2'nin altındayken 2003 yılında yüzde 3.4'e, günde 2 doların altında gelirle geçinmeye çalışan nüfusun genel nüfusa oranı da yine aynı yıllar için yüzde 10.3'ten yüzde 18.7'ye çıkmış bulunuyor. Aynı dönemlerde gelir dağılımındaki eşitsizliği ölçen Gini Endeksi'nin de 40'tan 43.6'ya yükselmiş olması gelir dağılımındaki eşitsizliğin arttığını gösteriyor. .
-
Maalesef segili sedelina... Yukarıda bahsedilen olay çok üzücü ve inanılmaz türden. Bunu yapan ve buna maruz kalanlar ilerideki yaşlarında bunun derin ve yaralayıcı etkisine karşı nasıl mücadele vereceklerinin farkında bile değiller. Burad tüm ailelere çok büyük görevler düşmekte ve topluma karşı bir suçlu büyütülüyor olabilir gerçeğiyle haraket etmelidirler. Hayrıca tüm bunların önlemi çok geç kalınmadan bu yaşlarda alınması gerekir. Bu gibi olaylara karşı topyekün üyanık olabilmeyi, mücadele yöntemlerini, başvurulubilecek yardımları vb. gibi çözümlerin alınabileceği yardım ve danışma merkezlerinin hiç vakit kaybetmeden harekete geçirilmesi için daha fazla beklenmemeli diye düşünüyorum... katkınıza teşekkürler... Bir başka olay... Okullardaki şiddete tepki büyüyor Kayseri'de bir okulda sınıfa girerek öğretmene dayak atan öğrenci velisinin serbest dolaşmasına tepki gösteren Türk Eğitim-Sen 2 No'lu Şube üyeleri, Genel Sekreter İsmail Sızıklı'nın da katılımı ile bir basın açıklaması yaptı. İl Milli Eğitim Müdürlüğü binası önünde toplanan Türk Eğitim-Sen Genel Sekreteri İsmail Koncuk ve Türk Eğitim-Sen Kayseri 2 No'lu Şube üyeleri, son zamanlarda okullarda yaşanan şiddet olaylarına ve banka promosyonlarına tepki gösterdi. Okullarda son zamanlarda şiddet olaylarının yaşanmasından sonra sendika olarak olayın ciddiyetini anlatmaya çalıştıklarını fakat kimsenin dikkate almadığını kaydeden Koncuk, okullardaki öğrencilerin, öğretmenlerin bıçaklanması ve darp edilmesinin ardından yeni yeni dikkate alınmaya başlandığını söyledi. Önceki hafta Kayseri'de bir okulda sınıfta ders yaparken, öğrencilerinin gözü önünde dayak atan bir öğrenci velisinin elini kolunu sallayarak gezdiğini ifade eden Genel Sekreter Koncuk, "Son günlerde bir takım yetkililer, Milli Eğitim Bakanlığı'nı yönetenler, olayların üzerini kapatmaya çalışsa da maalesef eğitim ve öğretimimiz, öğretmenlerimiz ve öğrencilerimiz şiddetli bir baskıya maruz kalıyor. Bunu yıllardır söylüyoruz. Türk Eğitim-Sen genel merkez olarak çok kapsamlı bir araştırma yaptık ve bu araştırmanın sonucunu Milli Eğitim Bakanlığı'na gönderdik. Ancak yetkililer bu yapılan araştırmaya itibar etmedi. Herhalde bu ülkede öğretmenlerimizin, öğrencilerimizin öldürülmesi ve dayak yemesi gerekiyormuş ki en azından medya meseleyi gündeme taşıdı ve insanlarda demek ki böyle bir problem varmış ki işi ciddiye almaya çalıştı. Ama milli eğitim çalışanları meseleye aynı aymazlık içerisinde yaklaşıyor. Geçtiğimiz günlerde öğretmen Ömer Kuzgun'a ciddi bir saldırı meydana gelmiştir. Allah muhafaza hayati bir tehlike söz konusu olabilirdi. Kuzgun'a saldıran insan şu anda serbest geziyor ve tehditlerine de devam ediyor. Bu insanı serbest bırakanlara sesleniyorum. Öğretmen Ömer Kuzgun, devlet adına görev yapan, devlet memurudur. Sınıf içerisinde saldırıya uğraması da çok ilginçtir. Öğrencilerinin gözü önünde sınıfta Ömer Kuzgun'a saldıran kişi, bugün sokaklarda elini kolunu sallaya sallaya geziyor. Bu ne anlamına gelir? Her kafasına esen öğretmeni dövebilir anlamına mı geliyor? Öğretmen yere düşerse, bizim eğitimimizin ve öğretimimizin, çocuklarımızın geleceği söz konusu olamaz. Esas olan öğretmeni yere düşürmemektir" dedi. Genel Sekreter Koncuk, banka promosyonları sorunu hakkında da sert eleştirilerde bulundu. Kendilerine ait olan paralar ile ağalık yapıldığını iddia eden Genel Sekreter Koncuk, "Son yıllarda kesemizden ağalık yapma peyda oldu. Yani Milli Eğitim Müdürlerimiz bilhassa kendilerini ispat etmek için banka promosyonlarıyla okul yapma yarışına girdi. Bizim haklarımızla, bizim paramızla, bizim rızamız olmadan kimse ağalık yapmasın. Kimse bizim cebimizdeki paraya güvenerek ağalık yapmaya, okul yaptırmaya kalkmasın. Elbette bize sorulacak olursa, gönüllü olarak o parayı bağışlamak isteyen arkadaşlarımız olabilir. Onlar bağışlayabilir. Ancak bu para bizim paramızdır. Bu paranın nereye harcanacağı kamu çalışanlarına sorulmalıdır, öyle harcanmalıdır. Kamu çalışanlarına sormadan, onların görüşlerini almadan kesinlikle banka promosyonlarını harcayamazsınız. Harcarsanız hakkımızı size haram ediyoruz" diye konuştu. _________________________________________ ( Önce Vatan Gazetesi ) - 25/04/2006
-
. Tehlikenin Farkındayız! Birleşeceğiz! Şu anda Güneydoğu'da ayaklanma provaları yapılıyor. Şemdinli İddianamesi ile de Org. Büyükanıt yıpratılmak istendi. Ama oyun tutmadı. Tayyip Erdoğan 'ın gözü Çankaya'da.. Sorun şu: Amerikan-işi ''Ilımlı İslam'' ı Çankaya'ya nasıl çıkaracak? Çünkü bugüne dek takıyyenin çıkamadığı yer, orası... Laik, Atatürkçü Genelkurmay bu işe ne der? Cumhuriyet gazetesi de, karanlık bir zemin üstünde tersinden düzünden yazılarla günlerce ''Tehlikenin farkında mısınız?'' diye, baş köşeden uyarıyor. Tam bu sıkıntılı noktada Cumhurbaşkanı Sezer, ''İrtica devlete sızıyor'' diyerek, irticanın ne büyük bir tehlike olduğunu vurguluyor. ''İrtica'' sözcüğünü duyar duymaz Tayyip Erdoğan, ''Dindar insanları siyasetten alıkoymak istiyorlar. Asıl gerici onlardır. Kimse bize irtica dersi vermeye kalkmasın'' diye, o çok iyi bilinen üslubuyla avaz avaz bağırıyor. Tayyip Erdoğan neden bağırıyor? Onun çok özel temsilcisi, ABD resmi makamlarına, kendisi için ''Atmayın, kullanın!'' dediğinde ise o susuyor. Bundan rahatsız olmuyor mu? Cumhurbaşkanı Sezer ''irtica'' der demez ise bağırmaya başlıyor. Neden susuyor, neden bağırıyor? Yarası olmayan gocunur mu? Kendine nasıl bir rol biçiyor? Kimlik bunalımında mı? Battıkça bağırıyor, bağırdıkça batıyor. İrtica, Cumhurbaşkanı'nın çok yerinde söylediği gibi, devletin içinde.. Sessizce dizi dizi imamları kadrolaştırmakta.. ABD kuyruğundaki ''Ilımlı İslam'' da.. Fethullahçılıkta... Cuma namazı sonrası gösterilerinde ''Kahrolsun laik dikta!'' diye bağıranlar, nerede, değişti mi? Bakanların kaç tanesi tarikatçı değil? Laik Cumhuriyetin Öğretim Birliği Yasası niçin delik deşik edildi? Bu imam enflasyonu nereye dek? Laik Cumhuriyetin başında açıkça ''Ben laik değilim'' diyebilen, imamdan bir başbakan! Yeri gelince de, ''Ben değiştim'' deyiveriyor. ''Gerekirse papaz kılığına girebilirim'' de diyor. Bu kadar değişken birinin nesine güvenilir? Washington Times, ''İslamofaşist diktaya gidiyor'' diyor; bunu niçin yalanlamıyor? Aslında, kırk yıllık Kâni olur mu Yani?.. Gericilik ve bölücülük, ortaçağ artığı ağalık ve tarikatların iki ürünü... Sevr'ci Batı, her ikisini de kullanmakta.. Tarikatlar ve ağalar, Atatürk düşmanları bir arada.. Ortak hedef, Atatürk.. Şu günlerde 66'ncı yıldönümü yaşanan Köy Enstitüleri, feodal kalıntılar tarafından kapatılmasaydı, bugün bu gericilik de bölücülük de olmazdı, bir Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı da bir ''Kürt sorunu'' ndan söz edemez, ''Kimse bize irtica dersi vermeye kalkmasın!'' diye bağıramazdı. Bağımsız, laik Cumhuriyetin kırmızı çizgisi bölücülük ve irticadan geçer. Recep Tayyip Erdoğan bu çizginin neresindedir? Göz diktiği Çankaya onun ''vücut çalımları'' nı, takıyyeyi kaldırabilir mi, Fethullah hocasının ''Ilımlı İslam'' ı oraya taşınabilir mi, ''Ben değiştim'' sözü inandırıcı olabilir mi? Gelecek yıl Atatürk'ün yerinde bir Atatürk düşmanı oturamaz; hangi ayak oyunuyla, Bizans entrikasıyla, Irak modeli ''Amerikan demokrasisi'' ile olursa olsun.. Atatürk Cumhuriyeti gerçek ve ''meşru'' , onunla çatışan yalan ve ''gayrımeşru'' .. Çankaya takıyye kaldırmaz! Tehlikenin farkında mısınız? Tehlikenin farkındayız! Bilincindeyiz! Birleşeceğiz! Birleşmek zorundayız! Akıl Çağı'nda aklın ölçütü, aydınlık ve birliktir. Yurdun her köşesinde ''Tehlikenin farkındayız'' mitingleri yapılmalı, sesleri yükseltilmeli, inisiyatif-kuklalarıyla, onları oynatan ABD'si ve AB'siyle- aynı emperyalizmin elinden alınmalıdır! Alınabilir de! Çünkü muhtaç olduğumuz güç yine bizdedir. ____________________________________________ ALPASLAN BERKTAY'a Teşekkürler...
- 200 cevap
-
- TEHLİKENİN FARKINDAMISINIZ
- bölücü terör
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
. Bir gün Peygamber kapınızı çalsa... Yıllardır internette dolaşan, kimi meclislerde sık dile getirilen bir metin var; şiir gibi etkileyici bir metin... Metnin yazarının kim olduğunu ne ben çözebildim bugüne kadar ne de başkası. Özgün halinin İngilizce olduğu rivayet ediliyor. "Hz. Peygamber size gelse" başlığı taşıyor bu metin. Görünürde bir merakı dile getiriyor, bir merakı sorguluyor. Ve şöyle başlıyor... "Bir gün Peygamber ziyaretinize gelse, Yalnızca birkaç günlüğüne çalsa kapınızı, Merak ediyorum neler yapacağınızı..." Bunu okuduğunuz anda, inancı sıkı veya gevşek nasıl biri olursanız olun hafiften sarsılıyorsunuz. Gerçekten de ne yaparız Peygamber kapımızı çalıverse! Hele O'nu dilinden düşürmeyen ama bir yandan da hayatın harala gürelesi içine "düşen"ler nasıl bir telaşa kapılırlar acaba? Ancak bu şiirimsi metni yazan aslında neler yapacağımızdan emin. Diyor ki... "Biliyorum Böylesine şerefli bir konuğa en güzel odanızı açacağınızı, Ona sunacağınız yemeklerin en iyisi olacağını, Ve inandırmaya çalışacağınızı, Onu evinizde görüyor olmaktan mutluluk duyacağınızı; Fakat söyleyin bana, Evinize doğru gelirken gördüğünüzde, O'nu hemen kapıda mı karşılayacaksınız? Yoksa içeri almadan önce, aceleyle, Bazı dergileri, gazeteleri çarçabuk saklayıp Yerine Kur'an'ı mı koyacaksınız? " Diyor ki... "Peki ya dünyalık müziğinizi, kasetlerinizi de saklayacak mısınız? Ve bunun yerine ortalığa, Kitaplığınızın raflarında tozlanmış, Hadis kitapları mı çıkaracaksınız? Hemence içeriye girmesine izin verecek misiniz? Yoksa telaşla ne yapayım diyerek, Sağa sola mı koşturacaksınız?" Diyor ki... "Tanıştırmaktan onur duyacak mısınız en yakın arkadaşınızı onunla? Yoksa hiç karşılaşmamalarını mı umardınız, Peygamberin ziyareti bitene dek birbirleriyle? Şimdi söyleyin açık yüreklilikle, Onun kalmasını ister misiniz sizinle? Sonsuza dek, hep birlikte... Yoksa rahat bir nefes mi alacaksınız, Ziyareti bitip gittiğinde?" Kabul edelim ki çok etkileyici bir sorgulama bu! İnananların kendilerini hep eksik, hep kusurlu görme (ama alttan alta da kendilerini değil de çağı suçlu çıkarma) eğilimini destekleyici mahiyette bir etkisi var. Ve adım gibi eminim ki, bu metin şimdi Mevlit Kandili ve Kutlu Doğum Haftası nedeniyle yine internette sık sık karşımıza çıkacak, e-mektup yoluyla ondan ona dolaşacaktır. Yalnız namazında niyazında olanlara değil, belki daha çok da benim çevremden insanlara; yani az çok bu manevi iklimi soluyan ama kafası hep bulanık kalanlara ulaşacaktır. O yüzden, belki "senin üzerine vazife değil ki" diyeceksiniz bana ama konuyla ilgili bir iki satır not düşmek istiyorum şu köşeye... Çünkü bu gönül çalan, inananları hemen etkileyen metnin ciddi sorunları var. Asrı Saadet, bazılarının uzaktan uzağa sandığının aksine aynı bugün gibi insani ve toplumsal eksikler, kusurlar, hınçlar, nefretler, düşmanlıklar, ayrılıklar, açgözlülükler ve yalan imanların iktidarıyla doluydu. Merak eden açar kitapları okur, okuyunca da şaşkınlıktan küçük dilini yutar. O çağı "saadetli" kılan O'nun varlığıydı. O'nun yaşadığı bir dönemde yaşamak, aynı vakti ve atmosferi solumaktı saadet... "Peygamber ziyaretimize gelse ne yapardık?" diye dövünmeye kalkışmadan önce bunu bilmek gerekir. O, içerisinde hangi rüzgarlar esiyor olursa olsun, ziyaretinin değerini bilen her evin değerini vermişti! O'nu yakından tanıyanların deyişiyle "umanı umutsuzluğa düşürmeyen, güleryüzlü, yumuşak huylu, asla bağırıp çağırmayan" Peygamber'in ziyaret ettiği bir eve "bakalım içeride ne kusurlar ne sapkınlıklar göreceğim" fikri ve duygusuyla gireceğini hayal etmek ve ettirmek yanlıştır. Ziyaret edilenler açısından da asıl olan O'na gönüllerini açmalarıdır. Yoksa yalancıktan çeki düzen verilmiş evlerini değil... Korkuya, telaşa ne gerek var? Huysuzluğa, karamsarlığa ne gerek var? Gelen Peygamber... "Bir an önce gitmesini isteme" konusuna gelince... Kimsenin bu konuda başkası yerine konuşma, bu soruyu siyasal-toplumsal bir sorgulama haline getirme hakkı yok. Çünkü... Gelen "sevgili"yse eğer, kim gitmesini ister? _______________________________________________________ Kaynak: Haşmet Babaoğlu