-
İçerik Sayısı
3.258 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
9
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
DİPNOT tarafından postalanan herşey
-
. Meclis Başkanımıza Soruyoruz... Ülkenin iki numaralı koltuğunda oturan sayın Meclis Başkanımıza soruyoruz : Oradan bakınca ülkemizin bütün sıkıntıları türban, imam hatip, laik-antilaik ekseninde mi odaklanmaktadır? Türkiye'nin bütün sıkıntısı bu mudur? O yüksek makamlardan, ülke sorunlarının bunlardan ibaret olduğunu görüyor ve sanıyorsanız; o zaman bizim içimizin rahat etmesi gerekir... Ancak ne yazık ki, içimiz rahat değil. Eğitimde kalite dibe vurmuş. İlköğretimden üniversiteye kadar; adeta diplomalı kara cahiller ordusu yetiştirir olmuşuz... Ülkede tarım diye bir şey kalmamış, ya ithal patatese ya da kendi topraklarımızdaki kanserli patatese muhtaç kalmışız... Hayvancılık ölmüş, ülke adeta kaçak et ile, öteki tür kesilen hayvan etlerinin cenneti olmuş... Zehirlenmeyen, kanserojen maddelerle bezenmeyen toprak parçamız, neredeyse yok gibi... İşsizlik, istikbalsizlik Türk insanının geleceğini karartmakta... Plansız, programsız ufuksuz kimi belediye başkanlarının turistik yerlerdeki içki yasağını çağrıştıran ' kırmızı çizgi ' absürdlüğü yüzünden, milyarlarca dolara mal olan turistik tesisler, yabancı turist kaçması yüzünden, ciddi bir kriz ve sıkıntıyla karşı karşıya... Güneydoğu'daki maşa teröristler her gün can yakmakta, dışarıda verdiğimiz zayıf devlet görüntüsü yüzünden, başta Ermeniler olmak üzere Tüm Türkiye düşmanları, adeta ensemizde boza pişirmekteler... Kapkaç olaylarının girmediği sokak, cadde; hırsızlığın girmediği ev, dükkan kalmadı... Asayişsizlik yüzünden 13 yaşındaki kapkaççı çocuklar, adeta devletle dalga geçer gibi, bir de beş yıldızlı otellerde düğün yapmaya kalkışmaktadırlar... Ağır vergiler, aşırı akaryakıt ve enerji zamları ile, birtakım özelleştirilmelerden elde edilen biraz döviz rezervi , ülkemizde her şeyin yolunda olduğunu mu gösteriyor. Eğer öyleyse, Türk halkının hıçkırığı, elemi, gözyaşı niye bir türlü dinmiyor? Herkese kolay kolay nasip olmayacak bir yüce makamı, Türk milleti adına dolduran zat-i alinize bir daha soruyoruz: Temsil ettiğiniz kesim sadece türban ve lakiklik sorunu olan kesim mi? Yukarıda sadece çok küçük bir kısmı sıralanan sorunlar, sizi enterese etmiyor mu? . . ____________________________ Kaynak. Cemal Yeşilyurt
-
Evet sürekli bu tür mesajlar atıyorum ve atacağımda hayrıca bu formu meşgul edip etmediğim forum yöneticisinin sorunudur sizin değil... Diğer taraftan ise; şeklindeki üslubunuzan şeriatın tarifini istemişsiniz; Gerçi arife tarif gerekmez fakat hazır konu ile ilgili olabileceğine inandığım için kısaca belirteyim... Şerîat (Arapça: الشر يعة), bir İslam dini terimi. Etimolojisi Şeriat, Arapça kökenli bir sözcük olup; "yol, mezhep, metot, âdet, insanı bir ırmağa, su içilecek bir kaynağa ulaştıran yol" anlamına gelir. İslam dinindeki terimsel anlamı ise "ilâhî emir ve yasaklar toplamı", "İslam'ın kutsal kitabı Kur'an'ın âyetleri, İslam'ın son peygamberi olan Muhammed'in söz ve fiilleri (sünnet/hadis) ve İslâm bilginlerinin görüş birliği içinde bulundukları hususlara dayanan ilâhî kanun"dur. Bu açıdan anlam olarak din terimine benzeyen şeriat teriminin din teriminden farklılığı kullanım şeklindedir. Zira şeriat, "dinin insan eylemlerine (amel) ilişkin hükümlerinin bütünü", "dinin dışa yansıyan görüntüsü ve dünya ile ilgili hükümlerinin tamamı", "İslam Hukuku" gibi anlamlar için kullanılmaktadır. Kısaca dini hükümlerin bütünü ve dinin dünyevi ve maddi yönü olarak tanımlanabilir. Şeriat sözcüğü şer' (الشر ع) sözcüğü ile aynı kökten gelmektedir. Bu sözcük beyan etmek anlamında olup, şeriat koymak manasında da kullanılır. Şeriat koyana "Şâri'"denir. İslam dininine göre tek şâri' yani şeriat koyucu (yani kural/hukuk koyucu) Tanrı'dır. Tanrı'ya bundan dolayı "Şâri-i Hâkim" veya "Şâri-i Mübîn" denildiği de olur. Ayrıca, İslam dininde peygamberler Allah'ın hükümlerini yani şeriatını ortaya koydukları ve insanlara haber verdikleri nedeniyle şari olarak anılabilirler. Şeriat sözcüğünün çoğulu "şerâyi"dir. Şerîat kelimesi diğer kanunlar için de kullanılabilir. "Musa'nın şerîatı", "Zerdüşt şerîatı" gibi. Kelimenin terim anlamı Mekke'de inen şu âyette görülür: "Sonra seni bu işte apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy. Hakkı bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma" (el-Câsiye, 45/18). İslam dinine göre son peygamber olarak kabul ettikleri Muhammed'den önce de birçok peygamber gelmiştir. Bu peygamberlerin çoğunun Allah tarafından yeni bir şeriat yani kanun bütünü ile gönderildiğine inanılır. İslam'a göre Muhammed'in getirdiği şeriat önceki şeriatların bir devamı ve tamamlayıcısı niteliğindedir. Bu İslam'ın kutsal kitabı Kur'an'ın şu ayetinde görülebilir: "Allah dini doğru tutmanız ve onda ayrılığa düşmemeniz hususunda Nuh'a tavsiye ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiyede bulunduğumuz dinle ilgili hususları size şerîat olarak koydu” (eş-Şûrâ, 42/13). . Şeriatın Üç Ana Bölümü Klasik İslam hukuku (fıkıh) kaynakları, şeriatı üç ana bölümde incelemeiştir: İbadetler, muâmeleler ve ceza hukuku. 1. İbadetler: İbadet İslam'da, genel olarak Allah'ın hoşnut ve razı olduğu her çeşit eylemi kapsamına alır. Özel anlamda ise, âyet ve hadislerde özel şekil ve şartları belirlenen ibadetlerin uygulanması kastedilir. Namaz, oruç, hac, zekât ve kurban İslam'daki ibadete örnek olarak verilebilir. 2. Muameleler: İnsanlar arasında medenî, ticarî, ekonomik ve sosyal bütün ilişkileri, insanların devletle ve devletlerin de birbirleriyle münasebetleri bu bölümde yer alır. İslam dini doğumdan ölüme kadar evlenme, boşanma, nafaka, velâyet, vekâlet, vesâyet, miras, alış-veriş gibi toplum hayatının gereği olan tüm medenî muâmelelere ve hatta devletler hukukuna ait hükümler getirmiştir. 3. Ceza hukuku: İslam şeriatının kullanımda olduğu bir İslam ülkesinde, İslam dininin emir ve yasaklarına uymayan ve/veya toplumsal düzeni bozmaya çalışan kimselere karşı verilecek bedeni, mali veya caydırıcı bazı cezai hükümleri kapsar. İslam Şeriatının Kaynakları İslam şeriatı klasik olarak temelde dört delile dayanır. Bunlar Şer'i deliller olarak da anılan: Kitap Kur'an, Sünnet, İcmâ' ve Kıyas'tır. * Kitap (Kur'an, içerdiği hükümler) * Sünnet (İslam'ın son peygamberi Muhammed'in söz ve fiilleri) * İcmâ' (İslam bilginlerinin görüş birliği içinde bulundukları konular) * Kıyas (birbirine benzeyen meselelerin hükümlerinde de benzerlik bulunması) Fakat azınlıktaki bazı İslam hukuku bilginleri bu dört temel delilden İcmâ' ve Kıyas'ı kabul etmemişlerdir. (Örneğing, bakınız: Zahiri mezhebi Bir hükmün İslami nitelik taşıması bu kaynaklardan birisine dayanmasına bağlıdır. Şerîat hükümleri Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyastan başka fer'î deliller adı verilen maslahat (toplum yararı), örf ve adet, İslam'dan önceki şeriatlar (Şer'ü men kablena), sahabe (Muhammed'in arkadaşlarının) görüşleri gibi delillere dayanılarak müctehitlerce bir sistem halinde açıklanmıştır. İslam dininin en önemli İslam hukuku bilginlerinden olan; Ebû Hanîfe (ö. 767), Şâfiî (ö. 819), Mâlik b. Enes (ö.795) ve Ahmed b. Hanbel (ö. 855)'in temsil ettiği İslam hukuku (fıkıh) ekolleri şer'î hükümleri bir bütünlük içinde sistemleştirmişlerdir. Umarım yeterli olmuştur... Sevgiyle kalın... .
-
Forumda yer alan ve buna cesareti olan herkesin söyleyebilecek çok şeyi olmalı bence...
-
Karanlıklara, karanlıkta kalanlara...
-
Ben %50'inin içinde yer almak istedim sadece... Sevgi ve Saygılar kursatotçu... .
-
Rica etsem sizin benim düşüncelerim ile ilgili yorumunuz ne yönde oluştu? onu alabilirmiyim?... .
-
Soru bu ya... Evet kim yarattı?... Hiçbirşey kendiliğinden birdenbire var olmaz değilmi?... Ve birşeye birden böyle bir güç verilmez ki bu olanaksızdır... O zaman yaratınıcında yaratıcısı olması gerekmezmi? Ya da Evrensel bir kozmik güç olabilirmi? bu... Kendiliğinden oluşan dahasa bir güç... Sevgi ve saygılarımla... .
-
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
DİPNOT şurada cevap verdi: niyogara başlık Dini Konular - Din - Dinler
. Bu topic'te açılan ana konuya dönersen şunları söylemek mümkün aslında... . Dogmanın yanıtları vardır,soruları yoktur. Bilimin ise soruları vardır, yanıtları yoktur, onları insanlar arayıp bulacaktır. Bilim insanlarının bütün çabası işte bu yanıtı olmayan soruların yanıtlarını bulmaktır. Onun için de 'bilim kuşkuyu sever', 'dogma ise kuşkuyu yasaklar'. Bir toplumun yaşamında da "soru sorma, seçenek oluşturma, tartışma,d aha doğru olanı arama" özel bir gelişmişlik ölçütüdür. Gelişmemiş toplum ise bunun bir şekliyle farkına varmış ve yaşamının bir barçası haline getirmiş, Bugün doğmatik ve geri kalmış toplumlar ise; merak etmeyen, soru sormayı sevmeyen, seçenekleri olmayan, tartışmayan insanların toplumudur. Gelişmenin ve ilerlemeni ölçütü olarak Neden? diye sormak gerekiyor aslında... Soru soracaksınız, merak edeceksiniz, peşini bırakmayacaksınız ki geleceği oluşturacak adımların büyüklüğünü küçük bir adım olduğun farkındalığını yakalayacaksın... Örneğin bugün siyasal iktidarın başarılı medya ilişkileriyle geçip giden zaman. Yönlendirilmiş bilgi ile doldurulmuş beyinler. Merak dedikodu düzeyine indirgenmiş, orada kalmış. Sorulan sorular futbol takımlarının teknik direktörleri ile sınırlanmış. Doğmatizma saplanmış bir toplum ve hala ortaçağ yaşam biçimini, felsefi yapısını ve kurallarını bugüne entegre etme çabasında ve yaşamını ona göre sürdürmekten başka bir amacı olmayan, yarını sormayan bir yaşamın peşine takılmış giden toplum... Merak mı? Kim kiminle ne yapmış? Soru mu? Ne var ne yok? Peşine takılmak mı? Kim önde yürüyorsa onun peşinde. Maalesef ortada hiç bir şeyin yanıtı yok. Nedeni de çok açık. Sorusu olmayanın yanıtı da olmaz Olay budur. Şaşılacak bir şey de kalmıyor aslında... Sevgi ve saygılarımla... . . -
Ya sen.. Senin kazançların nedir?... Sadece inanılan birşeylere inanmak zorundalığının kalıpları içerisinde kalan... doğmatik bir büründürülme çaresizliği olabilirmisin?... Psikolojide buna tepkisel koşullanma denir... Bizler bu koşullanmanın neresinde yer alabilmektediz... Hiç düşünüldümü... Sevgi ve saygılar...
-
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
DİPNOT şurada cevap verdi: niyogara başlık Dini Konular - Din - Dinler
İyiki varsınız... Yüreğimizde biraz sevgi ve saygı varsa inanın sizler içindir ... İçimizde biraz umut varsa inanın bu tür dostlar sayesinde yeşermekte... Ülkeme bahar gelmektedir... Bir gelincik, bir papatya, bir karanfildir... Kokusu yedi düvele ulaşan... Boyunlarında çiçeklerle bezenmiş... Toprak olmak düşüncesinden uzak umut rüzgarları estiren... . DİPNOT... -
Bende sevgili bilimselci inan bende... Ama yapraklar dökülmüş bir kez... İkinci baharı beklemek için uzun bir yıl beklemek gerek... Ama bahar üzün, bahar çiçeksiz, bahar öksüz gelmekte... Ve bahar insansız.. sahipsiz, sessiz, durgun, Yaratıcısız... Umut mu? alışılmış, düşüncesiz, yargısız, kuytu, kör, karanlık... sağır, dipsiz... Oysa yaşanılan, bilgisiz, belgesiz, sahipsiz... Sadece yaşanılmakta olan... farkındasız... meçhule uzanan anlamsız... DİPNOT...
-
. Ekonomi "Açık Açık" Çöküyor... Bunun Adı Çin İşkencesi... Türkiye'nin yılın ilk üç aylık döneminde 11.1 milyar doları bulan dış ticaret açığının yarıdan fazlasına denk gelen 6.1 milyar dolarlık bölümünün Almanya, Çin ve Rusya'yla olan ticaretten kaynaklandığı belirlendi. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) verilerine göre, 2006 yılı ocak-mart döneminde Türkiye 17 milyar 984.9 milyon dolarlık ihracata karşılık 29 milyar 122.7 milyon dolar değerinde ithalat yaptı. Türkiye'nin yılın ilk üç ayındaki dış ticaret açığı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 31.2 oranında artarak 11 milyar 137.8 milyon dolara ulaştı. Geçen yılın ilk üç aylık döneminde ise Türkiye 17 milyar 240.8 milyon dolarlık ihracata karşılık 25 milyar 732.1 milyon dolar değerinde ithalat yapmıştı. Söz konusu dönemde Türkiye'nin dış ticaret açığı 8 milyar 491.3 milyon dolar olarak hesaplanmıştı. AÇIĞIN YÜZDE 55.1'İ ÜÇ ÜLKEDEN Ocak-mart dönemindeki dış ticaret açığının yüzde 55.1'ine denk gelen 6 milyar 135.7 milyon dolarlık Almanya, Çin ve Rusya'yla yapılan ticaretten kaynaklandı. Türkiye'nin dış ticaret açığının 3 milyar 25.7 milyon dolarlık büyük bölümü Rusya'yla olan ticaretten kaynaklandı. Rusya'yla yılın ilk 3 aylık dönemindeki ticaret açığının geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 40.6 oranında arttığı belirlendi. Türkiye yılın ilk üç aylık döneminde Rusya'ya 605.6 milyon dolarlık ihracat yaparken, bu ülkeden gerçekleştirdiği ithalat ise 3 milyar 631.3 milyon dolara ulaştı. Rusya'yla ihracatın yüzde 20.1, ithallatın ise yüzde 36.7 oranında arttığı belirlendi. ÇİN'LE AÇIK 2 MİLYAR DOLARA YAKLAŞTI Türkiye'nin Çin'le dış ticaret açığı da yılın ilk üç aylık döneminde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 68.4 oranında artarak 1 milyar 989.1 milyon dolara çıktı. Türkiye'nin Çin'e yönelik ihracatı yüzde 17.7 oranında artarak 98.6 milyon dolardan 116 milyon dolara ulaştı. Türkiye'nin Çin'den ithalatı da yüzde 64.5 oranında artarak 1 milyar 279.9 milyon dolardan 2 milyar 105.1 milyon dolara çıktı. Yılın ilk üç aylık döneminde Türkiye'nin Almanya'ya karşı dış ticaret açığı ise yüzde 6.3 oranında artış gösterdi. Geçen yılın ilk üç aylık döneminde 673.9 milyon dolar düzeyinde bulunan Almanya'ya karşı dış ticaret açığı bu yıl 1 milyar 120.9 milyon dolara çıktı. Türkiye'nin Almanya'ya yönelik ihracatı yüzde 7.3 oranında gerileyerek 2 milyar 340.8 milyon dolardan 2 milyar 168.8 miloyn dolara düştü. Almanya'dan ithalatın ise yüzde 9.1 oranında artarak 3 milyar 14.6 milyon dolardan 3 milyar 289.7 milyon dolara çıktığı belirlendi. Türkiye yılın ilk üç aylık döneminde Arjantin, Avusturya, Bangladeş, Belçika, Brezilya, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Endonezya, Finlandiya, Fransa, Güney Afrika, Güney Kore, Gürcistan, Hindistan, İran, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, Japonya, Kanada, Kazakistan, Libya, Macaristan, Malezya, Meksika, Norveç, Özbekistan, Pakistan, Polonya, Romanya, Singapur, Slovakya, Suudi Arabistan, Tayland, Tayvan ve Ukrayna'yla olan dış ticaretinde de açık verdiği belirlendi. .
-
Bir Arayışın Şiiri; O Yitik Kıpırtı / BİR ARAYIŞIN ŞİİRİ: O YİTİK KIPIRTI İhsan Topçu’nun bir şiiri ile yüz yüze geldim Kocaeli Şehiriçi dergisinin sayfalarında: O YİTİK KIPIRTI boşun ve unutuşun içinde yolumu arıyorum o yitik kıpırtıya adıyorum kendimi aynı ses aynı yol aynı ses aynı yol raylara tutsak bir vagon gibisiniz tahta atlarından çıkamayan - oysa ne umutlarla girmiştik içlerine – yosun yüzlü bir malzemesiniz biraz da kırılıp kırılıp düşüyor sözcüklerim tadılmadık anlamlara dönüşüyorlar yokun içini dolduruyorum dikenlerine tutunarak güllerin kendini yeniden var ediyor her şey o yitik kıpırtıyı buluyorum Daha önce de okumuştum bu şiiri . Fakat bu kez bir başka türlü sardı bu şiir beni. Tekrar dikkatle okudum. İlk bakışta bireysel bir duygunun ve düşüncenin anlatıldığı bir şiir izlenimi veriyor okuyucuya. Oysa gerçek hiç de öyle değil. Arayış, bireysel olduğu kadar beşerî ve toplumsal. “Yolumu arıyorum” diyor şair; “boşun ve unutuşun içinde” yolunu aramak. Katılıyorum. İnsana özgüdür bu. Hayvan gayesine varmış ve durmuştur. Ama insan öyle mi? Hayır. “Bu ömür gurbetinin yoktur ucu; Daima yollar uzar, kalp üzülür; Ömrü oldukça yürür her yolcu, Varmadan menzile bir yerde ölür.” “Hâfıza-i beşer nisyân ile malüldür”. Böyle oldukça bu “arayış” sürecektir. Yunus: “Okudum bildüm dime Çok tâat kıldım dime Eri Hak bilmez isen Abes yire yilmekdür” der bu arayış için. Hele “boşun ve unutuşun içinde” yolunu aramak. İhsan Topçu, insanî, çok erdemli, yüce bir göreve talip. Sizi hiç kimse anlamayacak; üzülecek, yorulacak ve perişan olacaksınız. Yolunu arayanların, “boşun ve unutuşun içinde” yolunu arayanların kaçınılmaz yazgısıdır bu ve bu yazgı evrenseldir. Sizin gibiler “çürür melâl içinde.” Hiç kimse, ama hiç kimse olmaz çevrenizde. Ya “bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak” ya da “Geçerdim basıp birtakım izlere; Eğildim biraz dikkat ettim yere O izler benim, hep benim izlerimdi” diyecek, peşinizden bir kişinin bile gelmediğini görecek, soğuk yalnızlığınıza bir kez daha sıcak alnınızı dayayacaksınız. O bile alnınızdaki ateşi alamayacak. Bütün umudunuzu, insan olmanın, var olmanın umudunu bir zamanlar sizi var eden, yaşantınızın anlamı olan “o yitik kıpırtıya” adayacaksınız. Tam bitişin bu noktasında şâyânı hayret bir biçimde çıkış yolunu bulacaksınız. Seviniyorum sizin için. Nasıl sevinmem; acılarınız dinecek, yitirdiğinizi bulacaksınız. Yürüdüğün elli sekiz yılın sonunda, hayata beraber başladığın kuşağın yarattığı değerlerin bir bir yitirilişini görmenin hüznünü: “aynı ses aynı yol aynı ses aynı yol raylara tutsak bir vagon gibisin tahta atlarından çıkamayan - oysa ne umutlarla girmiştik içlerine – yosun yüzlü bir malzemesiniz biraz da” mısralarında dile getireceksiniz. Ne doğru! Artık uğruna onca uğraş verilen değerler yok. İnsanlarımızın böyle bir derdi de yok. “Yosun yüzlü bir malzemedir biraz da” Türk insanı. “Biraz da” değil, tam öyledir. Bütün bu yitirilişe rağmen arayışınızı sürdürüyorsunuz. Bu arayışınızı bir şair tavrı olarak görmüyorum. Değerlerine her zaman bağlı kalmış, gerçek aydın tavrıdır bu. Her türlü zorluğu “dikenlerini tutarak güllerin” aşan siz, “yokun içini dolduruyorum” diyerek zaferinizi ilân edeceksiniz: “kendini yeniden var ediyor her şey o yitik kıpırtıyı buluyorum” Sizi kutlamak isterim. Her türlü olumsuzluğa rağmen bu hayata tutunuşta, yitirilmişleri yeniden buluş, var olanı aşarak yeniden var oluşta iyimserliğinizin ifadesi olan bu tavrınızı alkışlıyorum. Hayata böyle bakmak, onu yaşanır kılar. Yoksa ümitsizlik içinde... . .
-
KISA BİR AÇIKLAMA... Emre Kongar hocanın “Tarihimizle yüzleşmek” kitabından kimi cümle ve değerlendirmeler : “Son zamanlarda, ‘tarihimizle yüzleşmek’ adına pek çok saçma sapan iddia öne sürüldü, tarihsel gerçekler saptırıldı… Türkiye’de eğitim rezalet. Tarih anlayışı ve tarih eğitimi ise bu rezaletin içinde ayrı bir fecaat.” (Syf:11) “İnsanlar tarihi, genellikle sahip oldukları ideolojilere göre saptırırlar. Tarihe bakarken, genellikle kasıtlı yapılan yanlışların altında yatan ‘ideolojik saptırma’ en çok dinci ve milliyetçi çizgide, Müslümanlığı ve Türklüğü yüceltmek veya tam tersine, haksız ve yersiz suçlamalarla yermek ve küçültmek konularında görülür. Her toplum, kendi dininin ve milletinin öteki dinlerden, mezheplerden, ırklardan ve milletlerden daha iyi veya daha üstün olduğunu düşünmek, buna inanmak eğilimdedir… Hemen hemen her ülkenin ordusu, kendisine göre tarihin en kahraman ordusu, milleti, yine kendisine göre insanlığın en yetenekli milletidir…”(Syf:12) . .
-
TÜRBANIN DİLİ VARDIR... (Türbanlı eş bir kimliktir... Şeriatçıdır, Medeniyeti sevmez........)
DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
. ''Başörtülüler Arabistan'a gitsin!'' Süleyman Demirel sonunda patladı... Süleyman Demirel, siyaset tarihimizde önemli bir yeri olan ve Türkiye'nin kalkınma hamlelerinde ciddi katkısı bulunan bir isim. Aynı zamanda darbelere, muhtıralara muhatap olmuş ve her seferinde yeniden siyasetin zirvesine tırmanmayı başarmış bir politikacı. 28 Şubat dönemine kadar, 'merkez sağ'ın ve bir ölçüde 'muhafazakar' kesimlerin simgesi konumunda olan Süleyman Demirel, 'postmodern darbe' süreciyle birlikte farklı bir 'misyon'un temsilciliğine transfer olmuştur. Geçmişteki bütün misyonunu ve o güne kadar temsilciliğini yaptığını iddia ettiği muhafazakar kesimlerin taleplerini reddeden Demirel, yeni dönemle birlikte kelimenin tam anlamıyla "laikçi kesimler"in safına transfer olmuş ve özgürlüklere direnen 'derin Türkiye'nin temsilciliğine soyunmuştur. Geçtiğimiz Cuma günü Haber Türk'te 'Basın Kulubü' programının yapımcısı Melih Meriç, 9. Cumhurbaşkanı Demirel'le yapacağı program için davet ettiğinde, hemen olumlu cevap verdim ve yeni bir Demirel bulurum umuduyla da oldukça heyecanlandım. Ancak program başlayınca gördüm ki, Demirel yine 28 Şubat dönemindeki Demirel'di ve zerre kadar bir değişim söz konusu değildi. Mesela 'Basın Kulübü'ndeki, 'laiklik' ve 'başörtüsü sorunu' konusunda tartışmanın en hararetli bölümünde bir ara sayın Demirel'le aramızda küçük bir polemik yaşandı. Demirel, yine her zamanki gibi buyurgan tavrıyla, "Başörtülüler (türbanlılar) üniversiteye giremez, türban özgürlük falan değildir, bu gericiliktir" deyince, dayanamadım ve kendisine şöyle bir soru yönelttim."Sayın Demirel, galiba siz farkında değilsiniz ama, bu ülkede başlarını örten binlerce genç kız üniversite kapılarından geri çevriliyor. Bu yüzden, bütün bir Türkiye'de derin acılar ve dramlar yaşanıyor, peki bu kızlar ne yapsın?" Demirel hiç tereddütsüz ve biraz da öfkeli bir üslupla, "Orası üniversite, oranın kuralları var. Danıştay, Anayasa Mahkemesi karar vermiş. İlle başı bağlı okumak istiyorsan, başı bağlı olarak okunabilen yerler var, oraya git. "Arabistan'da falan öyle yerler vardır, oraya gidin. Orada okuyun" diyerek, 28 Şubat'taki duruşunun arkasında olduğunu gösterdi. Demirel başörtüsü konusunda hızını alamıyor ve bu sorunu AK Parti hükümeti dahil kimsenin çözemeyeceğini söylüyor: "AK Parti türban sorununu çözemez. Çünkü Anayasa Mahkemesi'nin kararı var, Danıştay'ın kararı var, AİHM'nin kararı var. Hadi aş bakalım bunları da görelim. Neyle değiştereceksin! Gel değiştir de görelim bakalım!. O işe kalktığınız zaman bakalım ne kadar destek göreceksiniz. Yani siz halktan aldığınız yüzde 26 oyla Türkiye'nin her şeyini mi değiştireceksiniz. Türkiye'de başka güçler de var. Halk da var Türkiye'de. Siz halktan destek aldığınızı iddia ediyorsanız, hadi gidin bakalım yüzde 50'nin üzerinde oy alın da gelin göreyim. Mahkemeye kadıya mülk değildir. Sandığa gittiğinizde saç kesilir, önünüze düşer." Demirel, Cumhurbaşkanı Sezer'in Harp Akademileri'ndeki "Laiklik" ile ilgili görüşlerini de sonuna kadar desteklediğini söyledi ve Meclis Başkanı Arınç'ı laiklik konusunda tartışmaya çağırdı: "Türkiye'de laiklik nedeniyle özgürlüklerin kısıtlandığı görüşüne katılmıyorum. Bugün Türkiye'de başörtüsüne karışan var mı? Başörtüsü ayrı bir olay, türban ayrı bir olay. Anadolu kadınının yüzde 60, 70'i başını yazma ile sarıyor. Buna bir şey diyen var mı? Sokakta, evde ona karışan var mı? Ne zamanki siz bunu dini simge olarak sarmak istiyorsunuz o zaman sıkıntı yaratır. Türban sorunu icad edilmiş bir sorundur. Kim sorun var diyorsa, bunu icad etmiştir. Efendim, Arınç gelsin laikliği tartışalım. Neyini tartışacaksın? Laikliği tartışalım. Peki gel tartışalım. Nesini yorumlayacaksın. Bu ülkede Müslümanlığın en rahat yaşandığı ülkedir. Ben şimdi kendimi ortaya koyuyorum. Kim benimle laikliği tartışmak istiyorsa, ben hazırım." ERDOĞAN KÖŞK'E ÇIKARSA, TARTIŞILIR İş, Cumhurbaşkanlığı seçimine gelince Demirel biraz daha coşuyor ve Başbakan Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı için, "Köşk'e çıkarsa, hukuki engel olmaz ama tartışılır" ifadesini kullanıyor. Bunun için de, bütün neredeyse bütün sözlerinin sonuna, "hemen erken seçim yapılsın" cümlesini yerleştiriyor. Belli ki Sayın Demirel, Başbakan Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmasını hiç ama hiç istemiyor. Daha doğrusu, AK Parti ağırlıklı bu parlamentonun Cumhurbaşkanı seçmesine gönlü razı değil. Mesela, "Sezer'den sonraki Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan demek mümkün mü?" sorusuna, "Hayır, neden hayır çünkü daha bir sene vakit var. Siyasette bir haftada herşey değişir. Ayrıca bugün büyük bir tartışma var Türkiye'de. Cumhurbaşkanlığına gelen kişi makamda tartışılmamalıdır. Tartışılırsa devlette zaaf olur. Bugün Türkiye'de 41 milyon oy var. 41 milyon oyun Meclis'teki temsilcisi 16 milyon oydur. Yani bugünkü Meclis halkın yüzde 40'ının temsilcisidir. Bugünkü Meclis halkın sadece yüzde 40'ını temsil ediyor. Ayrıca Ak Parti Türkiye'de oyların yalnızca yüzde 26'sını almıştır. Bu içe sığacak bir durum değildir. Yüzde 26 ile yüzde 66 Meclis'te çoğunluk elde edilmiştir. Bu temsilde adalete aykırıdır" cevabını veriyor. Hemen arkasından, "Peki Erdoğan'ın Başbakanlığı meşru değil mi?" sorusuna ise, topu taca atarak şöyle cevap veriyor: "Hayır hukuken sorun yok. Bu Meclis'ten Cumhurbaşkanı olarak de seçilebilir. Hukuken sorun yok. Fakat tartışılır. Başbakanlık yapıyor ama şunu da diyor herkes 'Yüzde 26 ile yüzde 66 sandalyeye nasıl sahip olabilirsin.' Sayın Özal'ın da durumu böyleydi. Sayın Özal eğer vefat etmeseydi, orada barınabilir miydi? Orada duramazdı. Bir ülke düşünün ki, bir Cumhurbaşkanı halkın yüzde 26'sı ile seçilmiş. Bu doğru olur mu. Tayyip Erdoğan bu Meclis ile Cumhurbaşkanlığı'na seçilirse, bu rahatsızlık yaratır, tartışmalı bir cumhurbaşkanı olur." "Erdoğan'ın eşinin türbanı ile Köşk'e çıkması bir sorun çıkarır mı?" sorusuna Demirel, şu cevabı veriyor: Cumhurbaşkanı'nın eşi sarılı diye ordu harekete geçmez. Ama Cumhurbaşkanı'nın eşi siyasi bir simge olarak sarılı ise, Türkiye'de de türban tartışma var ise, bana göre kanuni olarak bir engel yoktur. Ama bir şey var ki, Türkiye'de önemli sayılabilecek kurumların bundan hoşnut olmayacağı kesindir... Bir rahatsızlık yaratacaktır." BAŞBAKANLAR ASILMAKTAN KORKUYOR Asker siyasete müdahale eder mi? Asker siyasete müdahale eder mi? Yalnız bir ülkede halkın önemli bir kısmı askerin idareye müdahelesini istiyorsa o zaman mesele askerin meselesi değil, halkımızın meselesidir. Yani halk böyle istiyorsa, asker de müdahale eder diyorsunuz öyle mi?E öyle olur tabii.. Ülkenin büyük kısmı itibariyle henüz demokrasiyi hazmetmemişsiniz demektir. Askerler bugünden sonra, halk bizi istiyor diye müdahale ederler mi? Kurtuluş Savaşı'nı askerler yapmıştır. Cumhuriyeti onlar kurmuştur. 10 Cumhurbaşkanından 6'sı asker. Yani Türkiye yönetiminde askerlerin önemli bir rolü var. Asker 2.5 kez darbe yaptı. Bundan sonra bu tür şeyler umarım ki olmaz. Müdahale korkusu devletin işlemesini sekteye uğratıyor. Cesur kararlar almak isteyen bir başbakan düşünür 'acaba yarın ben bu kararı aldığım için beni asarlar mı?' Niye? Çünkü Türkiye seçilmiş bir başbakanı asmıştır. Bu korkuyu sabunlu suyla yıkayarak silemezsiniz. Bugün 28 Şubat öncesi bir durum var mı?Yok ama ne var? Bugün bir tartışma var Türkiye'de. Devletin başı çıkıyor Harp Akademileri'nde çok önemli şeyler söylüyor, laiklik tehlikede diyor. Türkiye bir kurumlar devletidir. Bugün kurumlar arasında bir sürtüşme olduğu kesindir. Bu sürtüşmenin daha ileri gitmesi durumunda bu bunalım demektir. Onun çaresi de seçimdir. Yaşar Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanı olması engellenemez Şemdinli iddianamesi için ne diyorsunuz? Şemdinli iddianamesini hazırlayan savcı yetkilerinin dışına çıkmıştır. Bu iddianame ile orada görev yapmış, yarın yapacak güvenlik güçlerini sindirmeye matuf bir olay olarak ortaya çıkmıştır. Fakat bu iddianame nedeniyle savcının ihracı da yanlıştı. Yanlışlıklar silsilesidir. Madem ki böyle bir iddianame yazıldı, mahkeme bu iddianamede şu hususlar yanlıştır deyip ayıklamalıydı. Bu olaylar Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanlığı'na engellemek için mi yapıldı? Devletin 40 senede yetiştirdiği bir kumandanı hileyle desise ile yapacağı bir görevden uzaklaştırmaya kimse teşebbüs edemez. . . ___________________________________________________________________________ Kaynak: http://www.digimedya.com/default.asp?NID=120262 . -
. Cihat çağrısı... Tuzla Belediyesi'nin dağıttığı kitabın sunuş bölümü "İslam ailesini yaşamak ve yaşatmak gibi cehd beklediğini ifade etmeliyiz" denerek sonlanıyor. Cehd ve cihad, arapça aynı kelime kökünden geliyor ve 'çabalamak' anlamındaki cehd'le de bir nevi cihat çağrısı yapılıyor. 13 bölümden oluşan kitap, ilk bölümde 'temel bilgiler' başlığı altında çiftlere karşı cinsle ilişkilerden örtünme ve 'yasak ilişkilere' kadar 'bilgilendiriyor'. Kitabın sonraki bölümlerinde, 'düğün gecesi', evlilik çeşitleri, mal paylaşımı, çocukların velayeti, süt hısımlığı, evliliğin sona ermesi, boşanma, evliliği sona eren kadının iddet durumu, vasiyet, miras ve günlük yaşamda karşılaşılan sorunlara ilişkin İslami kurallar işleniyor. Kitaptan bazı başlıklar şöyle: ___Kadın erkekle tokalaşmaz: İmanlı kadınlar ve erkekler musafaha(el sıkışmak) veya el öpmeyi yalnız mahrem hısımlarla sınırlı tutmayı şiar edinmeli. ___Kadın dokuz yaşında evlenebilir: Evleneceklerin tasarruf ehliyetine sahip olmaları gerekir. Bu da yedi yaşına ulaşıp iyi ile kötüyü ayırt etme gücünü elde etmekle gerçekleşir. Alt yaş sınırı kızlarda dokuz, erkeklerde 12'dir. ___Erkek dört kadın alabilir: İslama göre aralarında eşitliği sağlamak şartıyla erkeğin aynı anda dört kadınla evlenmesi mümkün. ___Kadından ve 'gâvurdan' şahit olmaz: Şahitlerin iki erkek veya bir erkek iki kadın olması gerekir. Şahitler Müslüman olmalıdır. ___Akraba evliliği caiz: Akraba evliliği öne sürüldüğü gibi önemli zararlar meydana getirecek nitelikte olsaydı bunu İslam yasaklardı. ___Doğum kontrolü yasak: Evliliğin başta gelen gayelerinden birisi neslin sürdürülmesi olduğuna göre hastalık, yaygın ahlaksızlık ve şiddetli yoksulluk gibi özürler bulunmadıkça evli çiftler gebeliği önleyen yöntemlere başvurmamalıdır. ___Dini kuralla evlenmek: İslam toplumunda evlenme ve boşanma konularının kişilerin inanç değerleri dikkate alınarak düzenlenmesi din özgürlüğünün bir gereğidir. ___Çokeşlilik: İnsan yaratılışı ve ihtiyaçları çokeşliliği zorlar. İslamın bu konudaki çözümlerini dikkate almak gekerir. Bir İslam toplumunda kanunların o toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde hazırlanması asıldır. Günümüzde ikinci evliliğin kötü görülmesi veya resmi olarak kabul edilmeyişinin yol açtığı sosyal yaralar ve bunların tedavi yolları tam olarak araştırılmış değildir. İnsanın yaratılışını ve ihtiyaçlarını dikkate alan İslamın bu konudaki çözümlerinin iyi bir kritiğinin yapılması gerekir. ___Kadını iz bırakmadan döv: Kadının yatakta yalnız bırakılması da bir yarar sağlamazsa o, bir çeşit disiplin ve eğitim amacıyla, bedeninde iz bırakmayacak biçimde dövülebilecektir. ___Evlilik dışı ilişkiye 100 değnek: Bekârların zinasında yüz, namuslu kadına zina iftirası atana seksen, içki içene seksen değnek cezası örnektir. Suçu işleyen köleyse cezalar yarı sayıya iner. Çok değerli Annelerimiz, kadınlarımız, bacılarımız, ablalarımız..."TEHLİKENİN FARKINDAMISINIZ"... . .
-
Sevgili Su DaMLaSı... Evet Türkçe ezan konusunda buna benzer bir topic'i ben açmıştım. Dikkat edilirse konu başlığı Türkçe ezan idi ve Türkçe Kur'an/ibadet değildi. Bu nedenle bunun bir eksiklik olabileceğini düşündüğümden Türkçe ibadet olarak bir topic açtım ve tamamıyla dini anlamda ülkemizin insanlarının inancını anlayarak bilerek yapması arzusundan yola çıkmaktı amaç.. Bu arada düşünen, araştıran, sorgulayan birar insan olarak her şeyi, her anlamıyla bir tartışma ortamında saygı ve sevgi çerçevesi tartışabilen, paylaşabilen biriliri olmaktan neden korkalım... Neden araştırmayalım, neden sorgusuz suhalsiz inanalım, neden hala bilerek ve anlayarak inanmıyalım. Lütfen şunu da bilelim ardık... Hiçbirşekilde burada amaç dini kötülemek veya ona saygısızlık etmek değil tam aksine katkı sunmaktır... Bu da ne pahasına olursa olsun sonuna kadar da sürdürülmeye devam edecektir... Sevgi ve saygılarımla... . .
-
Size göre doğrular peşinde olan, objektif bakış açısı sergileyen, gerçekçiliği hedefleyen, araştırıcı kimliğini her zaman ön planda tutan ve bunu akıl çağının bir gereği olarak sorgulayan her kim provakatörse ben de bir o kadar provakatörüm sevgili suheda... Herhalde kubilaylar, sivaslar, menemenler, 31 Mart'lar kadar, ve okul basıp öğrenci bayanların başlarını bağlamak isteyen ve bütün inancını bez parçasına umut bağlamış yobazlar kadar ve yine şeriat istiyen ve allaha yalvarıp kendilerini şeriat istemeyenlere karşı savaş açarak memur eylemesini istiyen ticaniler kadar provakatör olamam... Bugün artık Ülkemizin içinde bulunduğu tehlikelerin başında irticanın olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Bu nedenle de gücümüz yettiğince bu tehlikeyi halıkımızla paylaşmaya ve onlarla birlikte mucadele etmeyi demokratik bir hak ve vatandaşlık görevi olarak görüyoruz... Sevgi ve saygılarımla... . .
-
İşte cevap burada gizli galiba sevgili SuDaMLası... Lütfen bu halkın üzerinde oynanan din oyunlarına bir son verilsin artık... Bu ülkede yaşayan herkes artık gerçekleri görüyor... Çünkü irticanın, ticaninin, ulemanın istekleri bitmez, pir parça verirsiniz o tamamını istemey yeltenecek kadar allahın sevgili bencilidir... Bugün oy uruna, cemaat uğruna, cihat uğruna cenneti bile pazarlamaya kalkmıyorlarmı?... Bu millet artık o eski karanlık günlerine geri dönemez artık. Ve bunlara gücümüz yettiğince ve var olduğumuz sürece izin vermeyeceğiz, veremeyiz... Artık tehlikeyi çok iyi görebiliyor ve tehlikenin farkındayız... Sevgi ve saygılarımla... . .
-
. Sol ne demek? Küçük çocuk annesine sordu: ''Sol ne demek?'' Anne bir süre düşündükten sonra yanıtladı: ''Sol; sokakta seksek oynamak demek, korkudan öleyazsan da lunaparkta zincirli sandalyeye binmek demek, gece yatağından gökyüzünü izleyip gözüne kestirdiğin bir yıldızla sır paylaşmak demek, küçük fokları gaddarca öldüren fok katillerini hiç unutmamak ve kürk giymiş bir bayanın üstüne, 'Yaşasın foklar' diyerek kalıcı boya atmak demek, yunusların bazen bir insan olduğunu düşünmek ve onların o muhteşem özgürlüklerini kıskanmak demek, Afrika'da bir ay sonra 700 bin yaşıtın çocuğun susuzluktan öleceğini öğrenip kumbaradaki parayı koşarak acil yardım kurumlarına götürmek ve bundan böyle diş fırçalarken musluğu kapalı tutmak demek, yemeğini bitirip geri kalanını üşenmeden bir torbaya koyup en yakın hayvan barınağına götürmek demek, köpeğini gezdirirken bir poşete onun bıraktıklarını almak ve çöp kutusuna atmak demek. Kesilen her ağaç, yanan her orman için ne yapıp edip mutlaka ve mutlaka ağaç dikmek demek, kimselerin bu orada ne yapıyor demesine aldırmadan insanların kumsalda bıraktığı çöpleri toplamak demek, çok meraklı olmak demek, şu yaşadığımız dünyada kaç dil konuşuluyor, farklı kaç renk in san var, neden Çinliler sütle yapılmış yiyecekleri yiyemezler, Güney ve Kuzey Kutbu'na kaç kişi gitmiştir, onların bu yolculuklarda başına neler gelmiştir, şu bizim oturduğumuz kentin kaç kapısı var, şu bizim oturduğumuz kentte kaç müze var, yazıyı ilk bulan kavim Sümerlerin kaç tanrısı varmış, Hititlerin kaç tanrısı, Hint mitolojisiyle Yunan mitolojisindeki tanrılar birbirine ne kadar benzer, güçlülerin tanrısı Apollon'un da, Hint tanrılarından en sevilen insan başlı fil tanrı Gadeş'in de yardımcıları neden faredir, bir karınca bir kilometreyi ne kadar zamanda kat eder, sesten hızlı giden uçakların hızı saatte kaç kilometredir, neden erik ağaçları erken açar, dünyada kaç çeşit kurbağa vardır, insanın en yakın akrabası gerçekten susineği midir, Freud neden herkesin bildiği bir bilim adamıdır, karpuz neden soğuk suya bırakılır, dünyada parfüm yapılan kaç çeşit çiçek vardır, çöllerde kum fırtınaları neden hâlâ insanların korktuğu bir doğa olayıdır, kırlık alanlarda neden ay ve yıldızlar daha parlaktır, aşk nedir, bu neden başımıza gelir, kalbimiz sık sık neden kırılır, vicdan nedir, neden yalan söylerken yüzümüz kızarır...'' Küçük çocuk ''Anne dur biraz'' dedi, ''kafam karıştı.'' ''Elbette karışacak'' dedi annesi, ''Dünyanın en zor sorusunu sordun, devamı var. Sol demek; her yaptığın işin neye yarayacağını bilmek demek, okuduğun her kitabı, denizlerin tuzunu, göklerin mavisini iyi bilmek demek, bir ormanda pusula olmadan Kuzey Yıldızı'na bakıp yolunu bulmak demek, herkes birinin karşısında mum gibi dururken kendin gibi durmak demek, geceden ölesiye korkmak ama geceyi sevmek demek, gün batımlarını sevmek demek, ormandaki tüm sesleri sevmek demektir; kendin için dans etmek demek, ağız dolusu gülmek demek, her yenilgiden sonra şöyle bir silkinip kendi küllerinden yeniden doğmak demek.'' Küçük çocuk birden bağırdı, ''Şimdi anladım'' dedi, ''Sol demek hiç durmadan düş kurmak demek!'' Yarın gene 1 Mayıs.. düş kuranlar, bayramınız kutlu olsun. . __________________________________________________________________ KAYNAK: IŞIL ÖZGENTÜRK/30.04.2006
-
. Tanrı Türkçe Bilmiyor mu? Bir aile dostumuzu ziyarete gittik. Sohbet esnasında torunlarından brinin ortaokulda okuduğunu ve din dersi öğretmeninin ilk duayı Arapça ezberlemesini istediğini; ama dil sorunu yaşayan çocuğun bunu bir türlü beceremediğini; eğer hatasız olarak bu duayı okuyamazsa zorunlu olan din dersinden kırık not alıp sınıfta kalacağını çaresizlik içinde anlatışına tanık olduk. Elbette üzüldük... Duayı Arapça değil Türkçe okumanın ne gibi sakıncası olur ki diye düşündüm ve ''Tanrı Türkçe bilmiyor mu?'' diye bir soruyu da kendime sormaktan geri duramadım. Okuduğum Kuran meallerinde Tanrı, ille de Kuran'ı ve duaları Arapça okuyacaksınız diye bir dayatmada bulunmuyordu. Eve dönünce Kuran'ı açtım, onlarca ayetten sadece şunları seçip Arapçı bağnazlara iletmeyi ve herkesin kendi diliyle dua okumasında bir sakınca olmadığını anlatmayı görev bildim. Tanrı Kuran'da diyor ki: ''Ey Muhammed! Biz, anlayıp öğüt alsınlar diye Kuran'ı senin dilinle indirdik'' (Duhan: 58-59). ''Biz, Kuran'ı yabancı bir dilde indirseydik, 'Bir Arap'a da yabancı dille söylenir mi?' derlerdi'' (Fussulet: 44). O nedenle; ''Kendilerine apaçık anlatabilsinler diye her peygambere kendi diliyle kitap gönderdik'' (İbrahim: 4). ''Artık Kuran'dan kolayınıza geleni okuyun!'' (Müzemmil: 20). Ve diğerleri... Aydınlanma Devrimi'nin öncüsü Mustafa Kemal Atatürk , her konuda olduğu gibi din ve Kuran konusunda da duyarlı davranıp doğru olanı yapmıştır. 1930'larda din bilgini Elmalılı Hamdi Efendi 'ye Kuran'ı Türkçeleştirtmiş; camilerde verilen hutbelerle duaların, minarelerde okunan ezanın Türkçe olmasını sağlamıştır. Gerekçelerini de şöyle açıklamıştır: ''Türk ulusu Arapça Kuran'ın arkasından koşuyor. Fakat onun ne dediğini anlamıyor; içinde neler var bilmiyor ve anlamını bilmeden tapınıyor. Benim amacım, arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk insanının anlaması ve ona göre tapınmasıdır...'' Bu konuda tavır alan Arapçı bağnazlara da şunları söylüyordu Atatürk: ''Türkler, Arapların dinini kabul etmeden önce de büyük bir ulustu. Arap dinini kabul ettikten sonra bu din ne Arapların ne de aynı dinden olan Acemlerin ve Mısırlıların Türklerle birleşip ortak bir ulus oluşturmasını sağlayamadı. Aksine Türk ulusunun ulusal bağlarıyla duygularını ve heyecanını gevşetip uyuşturdu. Bu da çok doğaldı. Çünkü Muhammed'in kurduğu dinin amacı, bütün ulusların üstünde bir 'Arap milliyetçiliği' yaratmak ve her ulusu bu siyasetle kendi peşinde sürüklemekti. Bu Arapçı düşünce 'ümmet' sözcüğüyle dile getirildi... Bu vaziyette Türk ulusu asırlarca ne yaptığını ve ne yapacağını bilmeden, tek sözcüğünün anlamını dahi bilmediği halde Kuran'ı Arapça ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü...'' (Prof. Dr. Afet İnan : Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazıları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1988. Kimi sözcükler sadeleştirildi ve tümceler yeniden kurgulandı.) 1932'den 1950'ye dek tam 18 yıl bu ülkede ezan özetle şöyle okundu ve kabul gördü: ''Tanrı uludur, Tanrı uludur! Kuşkusuz bilirim, bildiririm Tanrı'dan başka yoktur tapacak; Tanrı'nın elçisidir Muhammed! Haydin namaza, haydin namaza!'' Ünlü düşünür Ziya Gökalp de şunları söyledi: ''Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur Köylü anlar manasını namazdaki duanın Bir ülke ki okulunda Türkçe Kuran okunur Büyük küçük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın Ey Türk oğlu işte orasıdır senin vatanın!..'' Ama 1950'de iktidar erkini ele geçiren ihanetçiler, Türkçe ezanı tekrar Arapçaya çevirdiler. Aydınlanma Devrimi'nin ışık ocakları olan Köy Enstitülerini kapatıp yerlerine Kuran kursları ile imam-hatip okullarını açtılar. Laik Cumhuriyet okullarına zorunlu din derslerini koydular. ''Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz'' diyen zihniyeti büyütüp, ''Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye çırpınmaya. Bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek yahu!'' diyenleri yarattılar. Bu yaratıklar şimdi devlet birimlerinde irticai kadrolaşmalarıyla hedefe ulaşmak istiyorlar... Cumhuriyet gazetemizin günlerce manşetten verdiği ''Tehlikenin Farkında mısınız?'' sorusu, duyarlı ve sorumlu bir yurttaş olmanın uyarıcı ifadesiydi. Lütfen bu uyarıyı dikkate alarak dilimize, laik Cumhuriyetimize sahip çıkmak için daha çok gayretli olup tüm Türkiye'de birlik ve beraberliği sağlayalım. Bunu çocuklarımız ve torunlarımız için yapalım!.. . _____________________________________________________________________ KAYNAK: Cumhuriyet 30.04.2006 / GÖRÜŞ / LÜTFİ KALELİ
-
. "En uzak mesafe ne Afrika'dır Ne Çin Ne Hindistan Ne seyyareler Ne de geceleri ışıldayan yıldızlar... En uzak mesafe İki kafa arasındaki mesafedir Birbirini anlamayan...'' ________________________________________________________________ Bir haber... Şu geride bıraktığımız bir haftaya baktığımda içim acıyor. Aydınlıkla karanlık arasında süregelen bir savaşta parçalanmamaya çalışıyorum. Ama bugün pazar ve ben size yalnız güzel şeylerden söz etmeye niyetliyim. Biliyor musunuz ki İstanbul'da İş Sanat'ta cumartesi-pazar sunulan, çocuklara yönelik, Işıl Kasapoğlu 'nun sahnelediği İstanbul Devlet Konservatuvarı Senfoni Orkestrası' nın yorumladığı Camile Saint Saens' ın 'Hayvanlar Karnavalı' nın biletleri satışa çıktığı an, on dakika içinde tükeniyormuş! Her hafta bu böyle! Bundan güzel haber mi olur! Üstelik bahar yakın, güzel havalar yakın, erguvanlar, morsalkımlar yakın... ________________________________________________________________ Bir kitap Elif Şafak 'ın 'Baba ve ...' adlı kitabını (Metis Yayınları) okudunuz mu? Okuyun. Üzerine çok yazıldığı için çok kısadan söyleyeceğim: Farklı katmanları, farklı okumaları, farklı çağrışımları keşfetmek için okuyun. Türkçenin sonsuz zenginliğini, Elif Şafak'ın dil oyunlarını, dille oynamasını, dili uçurmasını, cinsiyetçiliğe meydan okuyan dil ''hınzırlıklarını'' keşfedip tadını çıkarmak için okuyun. Unutmak, anımsamak, anılar, suskunluklar, sırlar ve gerçekler, isyanlar ve boyun eğmeler, kaçışlar ve arayışlar üzerine, bizi bize anlatan enfes bir roman olduğu için okuyun. . _________________________________________________________________
-
Konular üzerindeki hassasiyetiniz ve ciddiyetiniz bizler için bir örnek teşkil ediyor. Bu nedenle de burada bulunan birkaç arkadaşımla birlikte son zamanlardaki katkılarınız, duyarlılığınız, ciddiyetiniz, önyargıdan uzak objektif yaklaşımınız ve ülkemizin içinde bulunduğu ciddi sorun ve problemleri yüreğinizde hissederek tüm sıcaklığınız ile bezlerle paylaşımınıza, yürekli duruşunuza, kararlılığınıza yüreğimizden gelen teşekkürlerimiz ile birlikte sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz... Yolumuz çok uzun, sarp ve yorucu... Yanınızda olduğumuzu unutmayın ve lütfen devam edin... .
- 200 cevap
-
- TEHLİKENİN FARKINDAMISINIZ
- bölücü terör
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler: