Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

DİPNOT

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. YOBAZ:Dinde bağnazlığı aşırılığa vardıran, başkalarına baskı yapmaya yönelen (kimse). (*1) Kaynak:__________________________ (*1)Türk Dil kurumu sözlüğü...
  2. . Ekonomide Neler Olacak?... (*1) Geçen hafta İMKB'de sert düşüş, Türk Lirası'nın Euro ve dolara karşı bir günde yaklaşık yüzde 3 oranında değer yitirmesi ile piyasalarda başlayan dalgalanma, haftanın son gününün ''Kara Cuma'' olarak adlandırılmasına neden oldu. Piyasalarda yaşanan bu dalgalanmayı herkes ''kendisine ve bulunduğu yere bağlı olarak'' değerlendirdi. Geçen hafta olup bitenlere artık kendimizi alıştıralım. Bundan sonra ''işleri kolayca halletmek'' pek mümkün görünmüyor. Çünkü sinyalleri uzun süreden beri belli olan, ancak gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında ''beklenti yönetimi'' ile idare edilmeye çalışılan durum artık pek rahat idare edilemiyor. ABD'de ekonomik büyümeyi sağlamak ve küresel refahı arttırmak için 2003 yılında yüzde 1'lere kadar Ulugerileyen kısa vadeli faiz oranları 2004 yılı ortasından itibaren 16 kez arttırılarak yüzde 5'e yükseltildi. Nedeni açık. ABD başta olmak üzere, Japonya ve AB ülkeleri de dahil küresel alanda artan talebi karşılamak için genişletici, yani talebi arttırıcı para politikaları tercih edildi. Dünyada para arzı artmaya başladı. Kredi mekanizması hızla genişledi. Bizim gibi ülkelere sermaye akışı hızlandı. Gelişmiş ülkelerde yüksek getiri bulamayan uluslararası sermaye, bizim gibi yüksek getiri sunan ülkelere doğru gitmeye başladı. Dünya ekonomisi büyüyor ve dış ticaret hacmi artıyordu. Bu gelişmeler olumluydu. Ancak parasal genişleme ile arttırılan talep ve üretimin sürdürülebilir olup olmadığı ile kimse ilgilenmiyordu... Oysa 2001 yılından itibaren hammadde fiyatlarındaki artış hızlanmaya başladı. Enerji başta olmak üzere tüm hammadde fiyatları artıyordu. 2002 yılı başından bugüne hammadde fiyatlarındaki artış dolar bazında yüzde yüze yaklaştı. Petrol ve altın fiyatları uzun süredir sinyal veriyordu. Dünyada enflasyonist bir baskı vardı. Faizleri arttırarak bu baskıyı azaltmak gerekiyordu. Peki bu duruma finansal piyasalar nasıl dayanacaktı? Bilindiği gibi faizler yükselir ise hisse senetleri ve tahvil gibi finansal varlıkların fiyatları gerileyecek ve bunları ellerinde tutanlar zarar edebilecekti. Finansal piyasalarda satış baskısını ortadan kaldırmak için faiz oranları zamana yayılarak arttırıldı. Uluslararası piyasalardaki likiditenin bizim gibi ülkelere akması Türkiye ekonomisini önemli ölçüde rahatlatıyordu. Türk Lirası'nın içeriye giren sermaye ile değerli hale gelmesi ''güllük gülistanlık'' bir ortam yarattı. İç talep ''beklentilerle'' arttırıldı. Ekonomik büyüme, ''tüketim kaynaklı'' artmaya başladı. Oysa ülkenin rekabet gücü yara alıyordu. Aşırı sermaye girişi, düşen kur, buna karşın iki haneli faiz oranları yüksek getiri sunarken; dış açık gittikçe artıyordu. Ülkenin rekabet gücü gerileyip, üretim yapan sektörler ithalat baskısı altında kan kaybederken döviz açığı hızla artıyordu. Ancak uluslararası likiditenin bolluğu nedeniyle yurtiçine giren sermaye, döviz açığını ''şimdilik'' kapatabiliyordu. Bu durum sürdürülebilir miydi? Artık bunun sürdürülemeyeceğini görebiliyoruz. Ülkenin rekabet gücü hızla düşerken üç aylık döviz açığı 8.2 milyar dolar gibi rekor bir düzeye ulaşırken ülkenin geleceğini ''uluslararası sermayenin davranışlarına'' bırakmışsak, uluslararası piyasalara karşı çok hassasız demektir. Artık kolay günler geride kaldı. Dünyada enflasyonist baskı nedeniyle faiz oranları yükselme eğilimine devam edecek. Artık bu oranlardan borçlanmak mümkün olmayacak. Diğer taraftan enflasyonist baskı bizim için de sorun olmaya başladı. Merkez Bankası'nın faizleri daha fazla düşürmeyeceği beklentisi artıyor. Bu da ''fırsatçı yatırımcıları'' ellerindeki senetleri satıp dövize çevirmeye teşvik ediyor. Kısaca spekülatör, faizler daha fazla düşmeyecekse elindeki hisse senedi ve/veya tahvilin değer kazanmayacağını, buna karşın Türkiye'nin önemli bir döviz açığı olduğunu, bundan sonra Türkiye riskini almanın doğru olmadığını düşünüyor. Hele dünyada enflasyonist baskı hızla artarken ve faizler yükselme eğilimindeyken... Bugünlere geleceğimizi biz bekliyorduk. Her fırsatta da dile getirdik... Olan biten tesadüf değil... Ekonomide ''kırılganlığı'' yaratan, aşırı değerli Türk Lirası'na dayanan ekonomi politikasıdır. DİPNOT_________________________________________________________________ (*1) - PROF. DR. SADİ UZUNOĞLU / 16 Mayıs 2006 .
  3. Hazreti Musa bir yoksula rastlamış; giyeceği olmadığı için fakir, beline kadar kumun içine girmiş, öyle yaşıyor... Musa aleyhisselam zavallı için dua etmiş, Hak Taâlâ da fakire dünyalık vermiş... Aradan bir süre geçmiş, Musa bir gün görmüş ki şehrin meydanında bir kalabalık o fakiri yakalamış, götürüyor... Sormuş: - Ne oluyor?.. Demişler ki: - Bu adam kavga etmiş, birini öldürmüş!.. Öyküyü anlatan Şirazlı Şeyh Sadi yazıyor: Kedinin kanadı olsaydı, dünyadan serçenin tohumunu kaldırırdı... Öküzdeki iki boynuz eşekte olsaydı, kimseyi yanına sokmazdı... Kimi kul güç kazanır kazanmaz zıvanadan çıkar, olmayacak işlere kalkışır...
  4. DİPNOT şurada cevap verdi: sardunyam başlık Güncel Konular
    Sizdende sevgili taurusmutis... Bende annaniz için ve hayatta olmayan tüm annelerin cennetleri mekanları olması dileklerimle sevgi ve saygılarımı sunuyorum...
  5. lbette Yılmayacağız: Bugün Yaptıklarının Yarın Yapacaklarının Teminatı Olduğunu Bilerek... Dinci terör kuşkusu... Profesyonel ve koordineli İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi ve Terörle Mücadele Şubesi'ndeki uzman polislerden oluşturulan özel ekip, incelemelerini büyük ölçüde tamamladı. Dinci bir terör örgütü üzerinde duran polis, saldırganların eşkâlini belirledi. Cumhuriyet'e yönelik saldırılar aşamalı olarak doz arttırımı içerirken, eylemlerin gerçekleştirilme biçimi, saldırganların ikinci saldırı nedeniyle güvenlik çemberine alınan gazeteye üçüncü saldırıyı da yaparak polise karşın kaçmayı başarması, eylemcilerin ''profesyonelliğine'' ve meydan okuma ısrarına işaret ediyor. Eylemi yapan üç kişinin eşkâli belirlendi. Emniyet, dinci terör örgütleri üzerinde yoğunlaşıyor Saldırı polisi de şaşırttı. ''Saldırının işleniş biçiminde gerçekten gariplikler var'' diyen yetkililer, eylemin profesyonel olduğunu düşünüyor. Polis yetkilileri, "Kameraların görüntüleri kaydettiğinin bilinmesine, polis ekiplerinin binanın önünde görev yaptığının görülmesine karşın bomba atılıyor" diyor. İstanbul Haber Servisi - Gazetemize yönelik, düzenlenen üç bombalı saldırının failleri belirlendi. Bugüne dek saldırıları üstlenen olmazken polis, üç saldırganı arıyor. Gazetemize yönelik saldırıların soruşturması İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat ve Terörle Mücadele Şube Müdürlükleri tarafından ortaklaşa yürütülüyor. İki şubeden uzman polislerin yer almasıyla oluşturulan özel ekip, gazetenin güvenlik kameralarının kaydettiği görüntüleri tek tek inceliyor. Bu incelemeyi tamamlayan özel ekip, tekbir getirerek bombayı atan kişinin ve bu saldırgana yardım eden diğer 2 kişinin de eşkâlini tespit etti. Polis şimdi bu 3 saldırganın peşine düştü. Bomba parçaları üzerindeki incelemeyi de tamamlayan uzman ekipler, üçüncü bombanın da daha öncekiler gibi MKE yapımı olduğunu tespit etti. Saldırganları çok kısa sürede yakalayacaklarını belirten İstihbarat ve Terörle Mücadele Şubesi yetkilileri, saldırıların arkasındaki örgütü halen tam olarak belirleyemediklerini söylediler. Eylemi üstlenen olmazken dinci bir terör örgütü üzerinde yoğunlaşan yetkililer, ''Saldırının işleniş biçiminde gerçekten gariplikler mevcut. Kemeraların görüntüleri kaydettiğinin bilinmesine karşın bomba atılıyor. İlk saldırıda saldırganlar bombayı attıktan sonra hiç panik yapmadan olay yerinden ayrılıyorlar. Profesyonel bir eylem olduğu açık. Son saldırı ise polis ekiplerinin binanın önünde görev yaptığının bilinmesine ve görülmesine karşın yapıldı. Ancak öğrencilerin arasında saklandılar. Tüm ipuçlarını değerlendiriyor ve soruşturmayı detaylı olarak sürdürüyoruz'' dedi. SAVCILIKTAN SORUŞTURMA Saldırılara ilişkin soruları yanıtlayan İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah , ''Olayın sanıklarını adalete teslim edeceğiz. Şu aşamada bu kadar bilgi verebilirim'' diye konuştu. Beşiktaş'taki Cumhuriyet Savcılığı saldırıyla ilgili soruşturma başlattı.
  6. DİPNOT şurada cevap verdi: sardunyam başlık Güncel Konular
    Galiba farklı durumda değiliz sevgili taurusmutis... Sevgiler...
  7. Tabiki sevgili sara k... Size katılıyorum Atatürkçülüğü herkez doğru yaşamıyor, yaşayamıyor ve yine Atatürkçüyüm diyen herkez doğru değil. Ancak Sizlerde bilirsiniz ki her devrim beraberinde karşı devrim harekeni getirir ve bu Türkiye Cumhuruyetinin kuruluşundan beri var olan ve olması da doğal olan bir süreçtir. Ancak hemen belirtmekte yarar var ve öncelikle şunu kabul etmemiz gerekmektedir. Atatürkçülük fikir ve eylemleri bu yüzyılın çok önemli bir akımıdır. Birçok ülkeye de örnek olmuştur ve olacaktır. Çünkü bu görüşte ve eylemde birbirine aykırı hiçbir şey bulunmamaktadır. Yani hem her şeyi aşan, hem de koruyan ve dünyanın hayran kaldığı bir fikirsel girişim ve eylemdir bunu inkar etmek doğru olmaz... Ancak bu kişiler, geri davranışlarına rağmen temel yeteneklerden yoksun sayılmazlar. Hatayı yetersiz kişisel ve toplumsal tasarımda aramak gereklidir. Çünkü bu yanlış ya da kötü ise sosyal sorumluluğun bloke olup engellendiği düşünülebilir. Anlaşılması güç bir durumda olduğu kabul edilebilir. Bu nedenle şunu söyleyebilmek te mümkün; Yirmi birinci yüzyılın kişisi ve toplumu, yanlış da olsa kendini nasıl tasarlıyorsa öyle davranılır gerçeğini anlıyor ve düzeltme yollarının daima açık olduğunu biliyor olmalıdır. Bu da yarattığı tasarımın en soylu değerler içinde tutmak sorumluluğunu ortaya koyar ki eminin sizcede aynı kanıda olmalısınız... Diğer taraftan; Demişsiniz ve tabiki size yürekten katılıyorum. İnanın bizim başında beri bu gibi müslümanlarımıza zerre kadar olumsuz bir düşüncemiz olmamıştır ve buna da izin veremeyiz zaten. Kaldıki hepimizin Annesi, babası, Ablası, kardeşi vb. yada çevresindeki akrabaları vijdanı anlamda kendi özlerinde çok güzel ve sevecen bir şekilde dinini yaşamaktadırlar. Bizim karşısında olduğumuz vijdan anlamında kendi dinini yaşayan sade vatandaşımıza değil bizim karşısında olduğumuz vijdanını cüzdanına tercih etmiş yobaza, ticaniye, gericiye ve sistemi yıkıp yerine ortaçağ karanlıklarını götürmeye çalışan islamofaşit örgütlenmeyedir. Yoksa kimsenin dinine bir söz söylediğimiz. Kaldiki sizin yukarıda belirtiğiniz çok güzel bir ifade var ve aynen şöyle demişsiniz; İşte bu... Bizlerde burada sizin atacağınız bölümleri ile dini bilgilerini kullanıyorlar ve onu toplumsal anlamda her türlü yeniliğe, her türlü ilerlemeye, her türlü gelişmeye ve her türlü bilinsel gerçekçiliğe düşman belletiyorlar. Bizlerde bunların karşısında biraz uyanık ve dini bilen birileri olarak bunları anlatmaya, göstermeye, öğretmeye ve uyanık olmaları için çalışıyoruz sevgili sara k bu sizin düşüncenizden de farklı birşey değil... Sevgi ve saygılarımla...
  8. Gerçekten çok ilginç ve dini anlamda sayenizde birşey daha öğrendik sevgil toksözlü teşekkürler... .
  9. Evet o bir talihsizlikti sevgili gelincik ve hata ettiğimi yukarıdaki yazımda zaten belirttim... Sevgiler...
  10. . Eğer dinler yanlışsa niye bu kadar çok kişi inanıyor? Çünkü üç büyük din, aslında tek bir din sayılır. Hıristiyanlık ve Müslümanlık Tevrat'ı referans alır. Toplumdan topluma biraz farklılık gösteren bu inanç sistemi toprağa dayalı büyük imparatorluklar ortaya çıkmaya başladığında, bu imparatorluklarla birlikte yayıldı. Bu inanç sisteminin mensubu olan toplumlar, tarihte siyasi ve askeri açıdan daha başarılı oldular ve bu yüzden de inançları yayıldı. Eğer başka bir dinin mensupları Hıristiyan Avrupa ve Müslüman Türk ve Araplar kadar yayılmacı ve gaddar olsalardı, şu anda birileri eğer bu söz konusu din doğru değilse neden bu kadar kişi ona inanıyor diye soracaktı. Cennet, cehennem, Allah, Şeytan, Adem, Havva fikirlerine dayalı bu inanç sisteminin bu kadar yaygınlaşmasının sebebi odur. Fakat, "Neden tüm toplumların şu ya da bu şekilde bir dini vardır ve neden tümü doğaüstü güçlere, ruhlara, Tanrı ya da tanrılara inanır?" diye sorulursa, o zaman cevap değişir. Bunun sebebi dünyanın neresinde doğarsa doğsun, tüm insanların aslında bu evren denen bilinmezde aciz oluşu. Neden varolduğumuzu bilmiyoruz. Hayattaki amacımızı bilmiyoruz. Hayatta bir amacımız olup olmadığını bile bilmiyoruz. Kökenimizi zaten bilmiyoruz. Hele de geleceğimizi, ölümü ve ölümden sonrasını hiç bilmiyoruz. Dolayısıyla bu kadar boşluk içindeki bireyleri bir araya getirebilmek, bir amaç etrafında toplayabilmek ve onlara hayatta sağ kalıp bir şeyler yaratma ve bir şeyler başarma mücadelesinin içine çekebilmek için fikirsel olarak tutunacakları dallar göstermek gerekiyordu. Bazı ruhani liderler ve karizmatik toplum önderleri de insanlara bu tür gerekçeler verdiler. İşte dinler bundan ibarettir diyebiliriz. Bu başka işlere de yaradı toplumda. Çünkü din öyle bir kontrol mekanizmasıdır ki, normalde bir amaç etrafında toplanamayacak binlerce değişik kişi ve karakteri kontrol etme imkanı veriyor. Dünya nimetlerinin haksız bölüşümünü de insanların kolay kabul etmelerini sağlayacak bir psikolojik kontrol mekanizmasıdır din örneğin. Bu amaç için idealler zaten. Hatta bazılarına göre dinlerin ortaya çıkış sebebi de odur, yeryüzündeki tek fonksiyonları da. _________________________________________________ Kaynak: http://www.ateizm.org/html/modules.php?nam...=yes&id_cat=1#8 .
  11. Sevgili arkadaşlar evet eleştirilerinizi saygıyla karşılıyorum size inancınıza ve kişiliğinizi saygısızlık etmek etme gibi bir niyetimiz olamaz ve bundan hiç şüphem yok sizinde... Ancak içinde bulunduğumuz koşullar ve Ülekemizin son günlerde içinde bulunduğu sorunlar karşısında evet hepimiz birtakım gerginliği, stresi, kaosu ile geleceğin endişe ve karanlığı karşısında inanılmaz mücadelere veriyor ve fedakarlıklar yapıyor olabiliriz. Ama bunu lütfen bu ülkeyi sevmemizin ve onu koruyup, kollama adına olduğunun ve tehlikeleri benliğimizde, yüreğimizde hissettiğimiz için belkide farklı görüşte olmanın verdiği bir hizmet anlayışının sonucudur. Düşünce odur ki. Neden ülkemde bağnaz, yobaz, hurafeci, ortaçağ özlemcisi, us'a (akla) ve mantığa sırt çeviren, müspet bilimi inkâr eden, gerçekçiliğe başkaldıran, ulusunu ümmet yapmak isteyen, Müslümanlık kisvesine bürülü, İslamiyeti kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda yorumlayan, uygulayan, dini siyasete alet eden, gerici düşünceleri küf kokan, şalvarıyla, takkesiyle, sakalıyla Müslümanlığı kâr kapısı yapmış cennet vaatçileri, yedi ekmekle yedi nüfus geçindiren, aç, susuz, sersefil, işsiz, güçsüz insanların inadına sultanlar gibi, bir elleri yağda, bir elleri balda yaşarlar. Gözünde beş paralık değeri olmayan kadının kendisini değil de başındaki türbanın yaygarasını yaparlar. Haram yemek, yalan söylemek, çamur atmak, vurgun vurmak, kendileri gibi düşünmeyenleri yok saymak, kâfirdir diyerek katlini vacip kılmak, Atatürk' e sövmek, devrimlerini inkâr etmek, geçmişin tozlu, çürük ve köhne raflarından kalkıp bugünü yönetmeye kalkışmak, cambazın cambazı insanlar, yaptıklarını, ettiklerini nasıl olur da İslamiyet ile bağdaştırırlar? Ne acıdır ki, çoğu insanım da kendilerine bunlar tarafından cennette adası, paftası, parseli yazılı tapu verildiği için bu hacıyatmazlara inanır. Bugünün gerçeği, nasıl dünün gerçeği değil ise yarının da gerçeği olamaz. Dünyayı geçmişin yargıları doğrultusunda yönetmeye kalkışma, hızla değişen dünyayı, hiç değişmeyen kurallarla yerinde tutmaya zorlama sevdası ne akılla, ne mantıkla, ne de vicdanla mümkündür. Bilime, akla, mantığa, bilgiye sığınacağımız yerde, hâlâ yangını, seli, depremi Tanrı'nın bir gazabı, hiddeti ya da alameti saymaktayız. Eğitimsiz büyüklü küçüklü insanlarımız; bilgisiz, dini eğitimden bihaber, sarıklı, takkeli hacıların, hocaların öbür dünya masalları ve vaatleri ile büyülenmekteler. Daha da kötüsü, yedi-sekiz yaşlarındaki çocukların, baskı ile dayak ile dayatma ile kendi istedikleri gibi yeniden yaratılmaları. Kendi dilinin ne olduğunu bilmeden, yurt, fen, tarih, coğrafya, matematik bilgisinden yoksun, üzerinde yaşadığı dünya ile ilişki kurmadan, neyin ne olduğunu kavrayamadan nasıl olur da yarınlarımızın sahibi olacak bu çocuklara Arapçanın en güç, en ağdalı ve binbir yoruma açık kuralları ezberletilmeye çalışılır. İslamiyeti olumsuz konuma itenlerin başında, İslamiyete düşman olanlar değil, kendilerini mukaddesatçı ilan edip din sömürüsü yapanlar gelmektedir. Tarih boyunca yobazın, softanın, bilgisiz hacının, hocanın dine vermiş olduğu zararı hiçbir din düşmanı verememiştir. Aydın insanın görevi akla, mantığa, bilime ve müspet ahlaka ters düşen emir ve eylemleri mazur ve meşru göstermeye çalışmak değil, aksine değiştirmek, yermek ve cesur olmaktır. Batı, din duygularını rencide etme, incitme pahasına bunu yapabilmiştir. İslam yükseliş yıllarında başta antik Yunan olmak üzere, çağıyla diyalog içindeydi. Oysa bugün İslam adına ortalığa salınmış şeriat yanlısı akım ve eylemler, felsefenin ve bilimin öncülüğünü yapmış ve yapagelmekte olan Batı'ya karşı topyekûn bir inkâr içindeler. Bir 'kâfir' edebiyatıdır gidiyor. Tabii ki, Batı'nın emperyalizmine karşı olacağız, ama Hegel, Descartes, Rousseau, Kant, Spinoza ... Onları da mı inkâr edeceğiz?... İnanç ve düşünce insan bilincinin iki ayrı tavrıdır. Aralarında savaş değil, alan ayrılığı vardır. Birini öbürüne indirgemeden, birbirlerine düşman kutuplar olmadığının kabulü gerekir... Son olarak ta şunları söylemek istiyorum... Evet refleksim biraz sert olmuş olabilir ve Bunu kabul ediyorum. Fakat başından beri bunu anlatmak istedediğim ise şuydu; Kuran, hadis, icmai-ümmet, kıyas ile çözümlenmek isteniyorsa, o zaman din ve devlet, din ve toplum, din ve demokrasi, din ve milliyet, din ve eğitim, din ve kültür gibi temel sorunların yeniden titizlikle ele alınması gerekmektedir. Halkın anladığı İslamlık, hiçbir zaman din olarak devletle çatışmamış ve devletin işine karışmamıştır. Devletle çatışan, medrese kültürü, medrese Müslümanlığıdır. Sormak gerekiyor: Neden cennetimizde mutlu olmayı bir türlü beceremiyoruz, neden sevmiyor, sevilmiyoruz? Neden? Sevgi ve saygılarımla... .
  12. Ben de Atatürk'ümüzün ümmetiyim sevgili abendstern... Çünkü Mustafa Kemal ATATÜRK'ümüzde bana göre bir peygamber, Elektriği bulan edisonda ve sosyolak Maks Weber gibi yani... Sen Arabın peygamberine, ben ise Türk'ün peygamberine inanıyorum... Ben Mustafa Kemal ATATÜRK'E inanıyorum... Bu ülke değerlerine sahip çıkılmadığı ölçüde yabancıların boyunduruluğundan kurtulumayacaktır ve onların oyunlarına alet olmaya devam edecektir... Lütfen bu Ülkenin liderine sahip çıkın... Arap milliyetçiliğinin ve bize düşman Arabın, Suudinin vb. nin değil... Ülkemizi ziyaret eden müslüman liderlerin eşleri bile başları açık ve alınları dik bir şekilde gelirken... Bizim dini politikaya alet eden allahın kulları başlarını bağlamaktan büyük zevk almaktadırlar... Ne için? Tabiki dini sömürmek, Tabiki dini politikalarına alet etmek, Tabiki eğitim düzeyi bul halkı etkilemek ve oylarını almak için... Ah benim halkım.. Zavallık halkım... Ne tür oyunlara geldiğini bir bilebilse. Bir bilebilse dinin dolar ve euro ettiğini... Bir bilebilse gerçek, ulusalcı ve vatansever kimliği ile vatandaş olabilmenin onuru ve erdemini... Bir bilebilse... Saygılarımla... __________________________________________________ Arkadaşlarımız yukarıdaki düşüncelerimi görünce epey forklı yorumlamışlar anlaşılan... Önce Ümmet ne demek onu bir bakalım isterseniz; Ümmet: Hz. Muhammed'e inanarak, onun yaptıklarını ve söylediklerini uygulayarak çevresinde toplanan Müslümanların tümü: İsa'nın ümmeti, Musa'nın Ümmeti vb. Ümmet = Ümmet kavramı devlet olamamış islam şeriatında ümmet kavramına düşer. Fakat Türkiye Cumhuriyeti devlet kavramını kazanmış bir sosyal gerçek oluştuğu için bundan bahsedilemez. Bakınız Merhum Emrullah Efendi kaleminde bunu çok iyi açıklamıştır... ___ Millet henüz faaliyete geçmeyen ve devlet kavramini kazanmamis bir sosyal durumda olabilir. Fakat faaliyet halinde olup hukuki kisiligini tamamlamis olan millet, Islam seriatinda ümmet kavramina karsi düser. Merhum Emrullah Efendi "ümmet" kelimesini "ümmi" kelimesiyle ilgili zannederek "nation" tabirini millet diye ifade etmeyi tercih etmisti. O zamandan beri ümmet kavrami kaybedilmiştir (1) Yukarıdaki bu düşünceye göre;İsa'da, Musa'da ve Muhammed'te çağının gerektirdiği biçimde bir sistem (ütopya = Düşsel toplum düzeni) düşlemişler ve bunu da tüm çabalara rağmen başarmışlarda (ümmeti ile birlikte ve halen şerihatçılar bunun ümmetinden olduğunu belirtirler)... Eğer ki şeriatçılara göre bir ümmetçilik varsa ve ben de onların anlayabileceği bir dil ile yukarıdaki düşüncelerimin başında belirtiğim "Ben de Atatürk'ümüzün ümmetiyim sevgili abendstern..." şeklindeki yazımı doğrudur yanlış anlaşılmış olabilir fakat bu düşünceden yola çıkmamın nedeni şeriatçilerin bunu iyi anlayabileceği düşüncesiydi... Ama ne mutlu ki bu forumda bu yazılara eleştiri sunan arkadaşlarımın şeriatçi olmadıkların anlamış oldum ve gerçekten de bundan mutluluk duydum... Sevgi ve saygılarımla... ___________________________________________ Kaynak: (1)Elmalı Hamdi / FELSEFE, DIN, ÜMMET, MILLET Wepadresi:http://72.14.207.104/search?q=cache:hBxF9NrsAVgJ:www.wakeup.org/anadolu/07/2/felsefe_ - din.html+%C3%9Cmmet&hl=tr&gl=tr&ct=clnk&cd=3&client=firefox-a (2) Kitabı hazırlayan - Binnur Al .
  13. Ben de Atatürk'ümüzün ümmetiyim sevgili abendstern... Çünkü Mustafa Kemal ATATÜRK'ümüzde bana göre bir peygamber, Elektriği bulan edisonda ve sosyolak Maks Weber gibi yani... Sen Arabın peygamberine, ben ise Türk'ün peygamberine inanıyorum... Ben Mustafa Kemal ATATÜRK'E inanıyorum... Bu ülke değerlerine sahip çıkılmadığı ölçüde yabancıların boyunduruluğundan kurtulumayacaktır ve onların oyunlarına alet olmaya devam edecektir... Lütfen bu Ülkenin liderine sahip çıkın... Arap milliyetçiliğinin ve bize düşman Arabın, Suudinin vb. nin değil... Ülkemizi ziyaret eden müslüman liderlerin eşleri bile başları açık ve alınları dik bir şekilde gelirken... Bizim dini politikaya alet eden allahın ******* başlarını bağlamaktan büyük zevk almaktadırlar... Ne için? Tabiki dini sömürmek, Tabiki dini politikalarına alet etmek, Tabiki eğitim düzeyi bul halkı etkilemek ve oylarını almak için... Ah benim halkım.. Zavallık halkım... Ne tür oyunlara geldiğini bir bilebilse. Bir bilebilse dinin dolar ve euro ettiğini... Bir bilebilse gerçek, ulusalcı ve vatansever kimliği ile vatandaş olabilmenin onuru ve erdemini... Bir bilebilse... Saygılarımla...
  14. Sevgil dilku.. Varlık yokluğa, yokluk da varlığa dönüşemeyeceğine göre, bundan varlığın ezeli olduğu anlamı çıkar. O halde her varlığın ezeli olması gerekiyor. O halde evrende tedricen meydana gelen hareketleri ve değişmeleri inkar etmeliyiz ve her şeyin ezeli ve ebedi olmasını kabul etmeliyiz. Böyle bir iddia oldukça komiktir değilmi sizce...
  15. Yanılıyorsun... Atatürk'ümüzü Atatürk düşmanlarından ve taraftar toplamak istiyen takiyecilerden duymuşsun ve lütfen kendin araştır, emek sarfet ve inan bana göreceksin ki gerçekleri bir bir yakalamanın ve içinde bulunduğun sarmalın girdabından kurtulmanın ışığını gerçek anlamda göreceksin... Sana gelince 2023... KURAN' IN ORİJİNALLERİ YOK... LÜTFEN BUNU BİLİN ARTIK... Kuran'ın ilk orijinali: Küçük taşlar, deri, ağaç parçası, kemik gibi çeşitli nesnelere yazılıydı. Yakıldı. Kuran'ın ikinci orijinali: Ebubekir döneminde yapılan derleme. Yakıldı. Kuran'ın üçüncü orijinali: Osman döneminde oluşturulan "azmalar". Bunlar da dünyanın hiç bir tarafında yok. Yapılan inceleme ve aktarmalarla görülen o ki: Muhammed'in "vahiy katiplerine yazdırdığı" bildirilen "Kuran"ın ne "aynı" ne de "tümü" eldeki Kuran'da. Halife Mervan kendi gerekçesini şöyle açıklar; "Onda yazılı olanlar, Osman tarafından yazdırılan Mushaflara geçmiştir. Artık ona gerek kalmamıştır. Yakılıp yok edilmeseydi, zamanla kuşkulara yol açılabilir, ondan alınarak yazılan Mushaflar çevresindeki kuşkuları önlenemeyebilirdi. Bundan korktum, o nedenle yaktırdım."(Kaynak: ıb Ebi Davud, Leiden 1937, yay., s.243-Suphi e's-Salih Mebahis Fi ulum-il Kuran). Kuran nasıl derlendi? Kuran ayetleri bugünkü biçimi ile yazılıp bir araya getirilmiş değildi. Hadislerde peygambere vahiy olan ayetler çeşitli nesneler üzerine yazılıydı; hepsi de dağınık durumdaydı. Ayetler "Lihaf" (küçük taşlar), "Rıka" (deri ağaç yaprağı, bir çeşit kâğıt), "Ektaf" (deve ve koyun kemikleri), "Usub" (agaç parçası" gibi nesnelere yazılmıştı. Yitip gitmesin diye tümünü bir araya getirme çabasına ilk kez halife Ebubekir döneminde gerek duyuldu ve bu çabalar gerçekleştirildi. Bir aktarma da "bunların tümünün peygamberin evinde, bir arada bulunduğu ve dağınıkken bir araya getirip, içinden eksilen olmasın diye ortasından iple bağlanmış olduğu" da açıklanır. Buhari'nin yer verdiği bir hadise göre; "dinden dönüş" (ridde) olayları ve bu olaylar nedeniyle savaş hali vardı. Kuran'ı ezber etmiş kişilerin bir bölüğü ölmüştü. Ölenlerin sayısı artabilirdi, bunların tümü ölüp gitmeden Kuran'ın orada burada yazılı ayetleri derlenmeli, tümü bir kitap haline getirilmeliydi. Hattaboğlu Ömer durumu ve konunun önemini Halife Ebubekir'e anlattı. Ayetlerin derlenmesini önerdi. Halife başlangıçta pek doğru bulmamıştı bu görüşü. "Peygamberin yapmadığı şeyi yapmak nasıl doğru olabilirdi?" diye düşünüyordu. Ömer direndi ve önerisini kabul ettirdi. işin gerçekleşmesi için de Zeyd Ibn Sabit'e görev verildi. Zeyd "Ebubekir bana 'Sen akıllı bir gençsin. Peygambere vahiy yazdığın için senin başaracağına güveniyorum. Araştır ve topla Kuran ayetlerini' dedi, Tanrıya ant içerek söylerim ki, dağlardan bir dağı yükleyip taşımayı önerseydi, buyurup verdiği görev kadar bana ağır gelmeyecekti. Yani Kuran'ı derlemek kadar." diyor ama sonunda görevi kabul ettiğini söylüyor ve işi nasıl yaptığını şöyle dile getiriyor: "Kuran (ayetlerini) derlemeye koyuldum. Hurma dallarından, küçük taşlardan ve kişilerin ezberlerinden izleyip derledim. işin sonunda, Tevbe (Beraat) suresinin sonunu, Ebu Huzeymetu'l-Ensari'de buldum. Ki, başkasında bulamamıştım bu parçayı". Zeyd, bu parçanın Tevbe Suresinin sonundaki ayetleri (128 ve 129. Ayetleri) oluşturduğunu açıklıyordu. Böylece Zeyd, Kuran ayetlerini derleme işini yaparken iki kaynağa başvurmaktaydı: Ayetlerin yazılı olduğu nesneler (ağaçlar, taşlar..) ve ezber bilenlerin bellekleri. Ebubekir döneminde yazılan Kuran için başvurulan ezbercilerin başka deyişle hafızların sayısı Müslümanlar arasında tartışmalıdır. O döneme ilişkin kaynaklardan Buhari'nin "e's-Sahihi"nde yer alan üç hadisten anlaşıldığı kadarıyla Kuran'ın tümünü ezberleyenlerin en iyimser rakamla 7 kişi olduğu kabul edilebilir. Aynı zamanda, Peygamber dönemindeki "hafız"ların, yani Kuran'ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısı pek azdı. Buhari'nin "e's-Sahih"inde geçen hadis şöyle: Birinci hadis: Amr Ibnu'l-*** anlatıyor: Peygamberin "Kuran'ı dört kişiden alın, Abdullah Ibn Mes'ud'dan, Salim'den, Muaz'dan ve Übeyy Ibn Ka'b'den" dedigini işittim. (Buhari, Fadailu'l-Kuran 8.) İkinci hadis: Enes anlatıyor: "Peygamber öldüğünde, dört kişiden başka Kuran'ı tümüyle ezberlemiş olan yoktu. Ebu'd-Derda, Muaz Ibn Cebel, Zeyd Ibn Sabit ve Ebu Zeyd." (Buhari.) Üçüncü hadis: Katade'den aktarılıyor: "Malik oğlu Enes'e; 'Peygamber döneminde, Kuran'ı tümüyle ezberleyenler kimlerdir?' diye sordum. şu karşılığı verdi: 'Dört kişi. Tümü de Medine'li. Übeyy Ibn Ka'b, Muaz Ibn Cebel, Zeyd Ibn Sabit ve Ebu Zeyd (Buhari, aynı yer, Müslim 24ö5. Hadis.) Bu hadislerde adları yazılı olanları topladığımız zaman Peygamber döneminde Kuran'ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısı yedi idi demek gerekiyor: Ibn Mesud (Birinci hadiste), Salim (birinci hadiste), Muaz Ibn Cebel (birinci, ikinci ve üçüncü hadiste.) İslam din bilirleri bu hadislerdeki açıklamaların "dinsizlerin işine yaradığını" ileri sürerler. Suyuti, El ıtkan, Mısır 1978, c.1, s.94, satır 13.) ıl itkan'da daha başkalarının da Kuran'ı ezberlemiş oldukları adları ile açıklanıyor. Ama aktarmayı yapan, bu adları sayılanlardan kimilerinin, Kuran'ın tümünü ezberleme işini Peygamberin ölümünden sonra bitirdiklerini açıklamaktadır. (El ıtkan, 95-9ö.) Zeyd Ibn Sabit, herhangi bir parçayı Kuran'a geçirmek için "iki tanık" koşulu koymuştu. Ancak bir tanıkla Kuran'ı alma gereği duyduğu ve geçirdiği parçalar da vardı. Örneğin, Ube Huzeyme'de bulduğu ve Tevbe Suresi'nin son iki ayetini oluşturan parça böyleydi. Kuran'ı derleme ve yazma işi bir yıl sürer. Bu işe girişildiğinde Ömer ile Zeyd, mescidin kapısına oturmuşlar, "herkesin Peygamberden ayet olarak elde ettiği ne varsa getirmesini" istemişlerdi. Başarılan iş, kaynaklarda şöyle tanımlanır: Kuran ayetlerinin, surelerinin bulunduğu iki kapaklı bir kitap. Derlenip yazılan sayfalar, ölene dek Ebubekir'in yanında kaldı, sonra Ömer'in (halife) yanında bulundu. O da ölünce, kızı Hafsa'ya verildi. Kuran ikinci kez derleniyor: Buhari'de yer alan bir hadis şöyle: Ermeniyye ve Azerbaycan'ı ele geçirmek için savaşılıyordu. Huzeyfe, Ibnu'l-Yeman, Halife Osman'a geldi. Müslümanların okudukları Kuran'lardaki birbirini tutmazlıktan yakındı, "Emire'l-Mü'minin! Bu ümmet, kendisinden önceki Yahudiler ve Hıristiyanların içine düştükleri birbirini tutmazlılıklar gibi bir duruma düştü!" Bunun üzerine Osman, Hafsa'ya adam gönderdi, başka Kuran nüshaları yazıp almak için kendisinde bulunan sayfaları (yani Ebubekir döneminde yazılan kitabı) göndermesini istedi. "İş bitince sana geri gönderirim" dedi. Hafsa da gönderdi o sayfaları Osman'a. Osman, hemen Zeyd Ibn Sabit'e, Abdullah Ibn Züyebr'e, Sa'd Ibnu'l-As'a ve Hişam oglu Haris oğlu Abdurrahman'a buyruğunu verdi. Onlar da Hafsa'dan getirilenden alıp Kuran nüshalarını oluşturdular. Osman, kuruldaki üç kişiye şunları söyledi: "(Medine'li) olan Zeyd ile, Kuran'dan herhangi bir kesimde ters düştüğünüz zaman, tartışma konusu olan parçayı Kureyş dili ile yazın. Çünkü Kuran sadece Kureyş dili ile inmiştir." Onlar da bu buyruğu yerine getirdiler. Sonunda (esas) sayfalardan Kuran nüshaları oluşturup işi bitince, Osman, söz konusu sayfaları (Hafsa'dan getirilenler) geri gönderdi. Alınan nüshaların da her bir kesime gönderilmesini buyurdu. Ve bunların dışında kalan her bir Kuran sayfasını ya da Mushafı buyurup yaktırdı.(Bkz. Buhari, e's- Sahih, Kitabu Fedaili'l-Kuran/3.) Buhari'nin kendisine anlatılan çabalardan ve "Kureyşli olanlarla olmayanlar arasında" belirecek anlaşmazlığın çözüm biçiminden anlaşıldığına göre, Kuran nüshalarını ortaya çıkarırken, Hafsa'daki Mushaf'tan aynen kopya etmek söz konusu değildi. ileri sürüle gelen "aynen kopya edildiği" ileri sürülürken, neden kopya edildiğine de "ağız (şive) farklarından dolayı" diye gerekçe gösterilir. Ancak, Dr. Suphi e's-Salih, Mebahis Fi Ulumi'l-Kuran (Beyrut 1979) adlı eserinin 80, 84, 85 sayfalarında bu gerekçenin inandırıcı olmadığını belirtiyor. Dr. Suphi'ye göre, o zaman aynı metni, aynı sözcükleri değişik okunacak nitelikte yazıp yansıtabilmek için gerekli işaret ve noktalama yoktu. O zamanki yazı harflerinin dışında işaretsiz harfler de noktasızdı. Kısacası, halife Ebubekir döneminde oluşturulan "mushaf", istenseydi bile, çeşitli kabile ağızlarını (şiveleri) içerir nitelikte yazılır olamazdı. Durum böyle olunca, şu sorular karşılıksız kalıyor: Ebubekir döneminde hazırlanan ve Hafsa'dan alıp getirilen "Mushaf" ile Osman döneminde meydana getirilen "nüshalar, mushaflar" arasındaki fark neydi? Yeni çalışma ile gerçekleştirilen nedir? Yukarıda anlamı sunulan hadiste bu açıklanmamakta. Ancak, hadisin devamı niteliğindeki bir açıklamada, yapılan işin sadece "bir temel nüshadan alınıp, başka mushaflara aktarma" olmadığını anlatır niteliktedir. Dörtlü kurulda yer alan Zeyd Ibn Sabit, şöyle diyor: "Mushaf oluşturma işini yaparken, Ahzab Suresinin sonundan bir ayet yitirdim ('fakattu'). Ki, Peygamberin onu Kuran'dan bir parça olarak okuduğunu işitip tanık olmuştum. Aradık bu ayeti. Ve Sabit oğlu Huzeyme el Ensari'de bulduk (Ahzab suresine 23.ayet) ekledik o mushafta." (ıtkan, Mısır, 1978, C1, s.79.) Birinci derlemenin yakılmasındaki amaç: Ölümüne değin sandığında saklayan ve alınıp yakılmasını önleyen Hafsa idi. Bu koruyucu ölünce, Kuran'ın Tanrısı "Kuşkusuz Zikr'ı (Kuran'ı) biz indirdik; kuşkusuz koruyucuları da yine biziz" (Hicr, ayet:9) dese de koruyucusu kalmamıştı. Mervan Ibn Hakem, "sandıktan" aldırtıp getirmiş ve yaktırmıştı. Mervan'ın bu ilk derlemeyi yaktırmasındaki gerekçesini, kendisi şöyle açıklıyor: "Bunu yaptım, çünkü, Onda yazılı olanlar, resmi (imam) Mushaf'a yazılıp geçirilmiş ve korunmuştur. Korktum ki aradan uzun zaman geçtiğinde kuşkucu kimseler bu (resmi) Mushaf hakkında kuşkuya düşerler." (Bkz. Dr. Subhi e's_Salih, Mebahis fi Ulumi'l-Kuran, s.83. Dayandığı kaynak: Ibn Ebi Davud, Kitabu'l-Mesahif, s.24.) Oysa, asıl kuşkulara yol açan, esas alınmış olduğu belirtilen ilk derlemenin yakılması olmuştur. Çünkü, ilk derleme ile, sonraki (Osman döneminde oluşturulan ve imam adı verilen) "Mushaf" arasında fark olmasa idi, ilkini yakma yoluna gidilir miydi? İlk derlemede bulunmayan eklemeler ya da Kuran'dan çıkarmalar yapılmamış olsaydı, neden korkulmuştu? Muhammed Döneminin Kuran'ı ile Bugünkü Kuran Aynı Değil: Burada çok önemli bir tanıklığa başvuralım: Ibn Ömer diyor ki: "Hiçbiriniz, Kuran'ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum)demesin. Bilemez ki, Kuran'ın çogu yok olup gitmiştir. 'Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum' desin yalnızca." (Bkz.Suyuti, el ıtkan, 2/32.) Bu tanıklık, bugün elimizdeki Kuran'la, Muhammed'in "vahiy katipleri"ne yazdırdığı bildirilen Kuran'ın aynı olmadığını çok açık biçimde anlatmıyor mu? Kaldı ki, Ibn Ömer, Osman dönemindeki derlemeden sonra bu sözü söylemiştir. Yani, Osman döneminde oluşturulan "Mushaf"ın da orijinali yok. O el yazması, Dünyanın hiç bir yerinde bulunmuyor... Temel kaynaklarda sözü edilen, ama bugün bulunmayan "değişik mushaflar" da üzerinde durulmaya değer nitelikte. Suyuti'nin el ıtkan'ında, Buhari'nin eserlerinde bazı önemli mushaflardan ve bu mushafların içindeki surelerin listelerinden söz edilir. Örneğin, Muhammed'in en yakınlarından biri bilinen ve Peygamberin, Kuran için ezberine başvurulacak dört kişiden biri olarak belirttiği Ibn Mesud'un mushafı, yine Muhammed'in danışılması gereken dört kişiden biri olarak söz ettiği Übeyy Ibn Ka'b'ın mushafı, Abdullah Ibn Abbas'ın mushafı, Muhammed'in karılarından Aişe'nin mushafı, Ali'nin mushafı bunların başlıcaları. Ayrıca bugün Alevi'lerin, Ali'nin mushafı olarak söz ettikleri bir mushaf ve Hindistan'da saklanan ayrı bir mushaf daha var. Suyuti'nin ve Buhari'nin kitaplarında belirtilen mushaflardan hiçbiri günümüze gelememiş. Ancak bunların içerik listeleri yazılmıştır. Ayrıca bazı din kitaplarında, bunlarda bulunduğu söylenen ayet ve surelerden parçalar günümüze kadar gelmiştir. Eldeki resmi nüshadan içerik yönünden farklı oldukları bu listelere bakınca hemen anlaşılıyor. Örneğin, Ibn Mesud'un "Mushaf"ında Fatiha Suresi gibi çok temel bir sure yok. Felak ve Nas sureleri de..Ali'nin surelerinin sırası bugünküne uymuyor. Suyuti, kitabında, Bakara suresinin, Ahzab suresi ile aynı uzunlukta olduğunu aktarıyor. (Bkz. Suyuti, el ıtkan, 2/32.) Oysa bugün, eldeki resmi Kuran'da, Bakara 285 ayet iken, Ahzab yalnızca 73 ayettir. Üçüncü halife Osman döneminde bir heyet tarafından yeniden derlenip yazılan Kuran'ların kaç adet olduğu ve şu anda nerede bulundukları tartışmalıdır. Kimilerine göre dört, kimisine göre beş ya da yedi adet yazılmıştır. Dörttür diyenlere göre, Osman bir nüshasını kendisine alıkoymuş, diğerlerini Kufe'ye, Basra'ya ve Şam'a göndermiştir. Mekke'ye, Yemen'e ve Bahreyn'e gönderilenlerden de söz ediliyor. Kimi kitaplardaki bilgilere göre, bu nüshalardan kopya edilip çoğaltılmasına izin verilmiş, kimi kişiler kendileri için "mushaflar" meydana getirmişlerdir. Ancak, o zaman bu mushaflarda bulunduğu söylenen ve örnekler aktarılan bazı Kuran parçalarının resmi Kuran'da bulunmamasına ne demeli?? Bazı İslam kaynaklarında, Osman döneminde çoğaltılan nüshaların bir kısmının bugün elde olduğu iddia edilir. Örneğin, bir kopyanın Taşkent'te olduğundan söz eden çok sayıda kitap vardır. Yine bazı İslami Türk kaynaklarında Topkapı Müzesi'ndeki Kuran'ın da Osman zamanından kaldığı söylenir. Konunun araştırmacılarından Prof. Dr. Suphi e's-Salih kitabında, "Peki, Osman döneminde hazırlanmış resmi nüsha şimdi nerededir?" sorusunu ortaya atar ve doyurucu cevap bulamadığını açıklar. Kahire Kütüphanesi'nde olduğu söylenen nüshanın, Osman döneminden kalmış olamayacağını belirtir. Çünkü bu kitapta bir takım işaret ve noktalar vardır, böyle işaret ve noktaların İslamiyet'in ilk yıllarında bulunmadığı belirtilmektedir. Müslümanların kutsal kitabının resmi nüshasının her yerde aynı olduğu doğrudur. Ancak, bugün İslam dünyasında bilinen ve elde bulunan Kuran, peygamberin "vahiy katiplerine yazdırdığı" söylenen Kuran'ın aynı değil. Kaynaklar, bunu ortaya koyuyor. Kur'an'ın bir harfinin bile değişmediği" yalanı Tevbe suresinin 114.ayetindeki "iyyahu" sözcüğünü, Hammad İbn Zeberkan, "ebahu" diye okurdu. Sad suresinin 2. ayetindeki "izzettin sözcüğünü de "ğırratin" okumaktaydı. Buradaki değişiklikler harf değişiklikleri. Birincisinde "ya""ba" ya, öbüründe de "ayın" harfi, "ğayın" harfine dönüşmüş. Haydi bu tür harf değişikliklerini önemsemeyelim. Eldeki Kur'an'da görülen kimi sözcüklerin yerine, Abdullah İbn Abbas, "müradiflerini", yani "eş anlamlı olanları kullanırdı. Enes İbn Malik de Müezzemmil suresinin 6. Ayetindeki "akvamu" sözcüğünün yerine, "asvabu" sözcüğünü kullanmıştır. İbn Ömer, Cum'a suresinin 10. Ayetindeki "fes'av" sözcüğünün yerine, "femzü" sözcüğünü; İbn Abbas Karia suresinin 5. Ayetindeki "kel'ıhni"yerine "k'essavfı"yı uygun görüp kullanırdı. Yine İbn Abbas "sayhaten vahideten"lerdeki "sayhaten" yerine, "zeyfeten"i yeğlerdi.Enes İbn Malik, İnşirah suresinin 2. Ayetindeki "vada'na"yerine,"halelna" diye okurdu. Buralarda görülen de yalnızca harf değişikliği değil kelime değişikliğidir. Demek ki peygamberden bu yana bir harf bile değişmemiştir savı gerçek değildir. Kaynaklar, ayrı ayrı mushaflar üzerinde durur. Aktarılan örneklere göre, kimi mushaftakiler bugün elimizdeki "resmi kuran" dakileri tutmamaktadır. Ayrıca İbn Ömer'in şu sözü son derece ilginçtir: -İçinizden kimse, Kur'an'ın tümünü elinde tutuğunu söylemesin. Bunu diyen bilir mi Kur'an'ın tümü ne kadardı, nasıldı? Kesin olan o ki, Kur'an'ın çoğu yok olup gitmiştir. (Bkz. Süyuti, el İtkan, 2/32) Kur'an'ın birinci orijinali de, ikinci orijinali de yine müslümanlar eli ile yakılmıştır. Kuşkusuz gerçekleri örtmek için. Osman döneminde oluşturulup çoğaltıldıktan sonra belirli merkezlere gönderilen nüshaların orijinallerine de , dünyanın hiçbir yerinde raslanmamaktadır. _________________________________________________________ Yararlanılan İslami Kaynaklar: 1.Buhari E's-Sahih (Arapça); Kitabu'l Fedail-ül- Kuran Menakıbu'l Ensar, Sahihi Buhari Mustesari. Tecridi Sarih Tercümesi, 2.Dr. S. Suphi E's-Salih (İslam dünyasında son yüzyılın ıleri gelen ve birçok eserleri olan araştırmacı) Mebahis fi Ulum-il Kuran, 3.Celalettin Suyuti (Kuran yorumcusu, Hadis uzmanı olarak İslam dünyasında en güvenilir din bilirlrinden birisi): El ıtkan Fi Ulumi-l,Kuran, 4.Müslim E's-Sahih (Arapça), 5.Ebu Davud
  16. Bizim bildiğimi tek bir kitap vardır ve o da Çağdaş laik Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN yapmış olduğu devrimler ve yazmış olduğu destanıdır... Lütfen tekrar yorumlayabilirmisiniz sevgili Abendstern... Her zaman ki gibi konu çarpıtılması... Bu yeni değil ama önemli de değil... Yüzlerce de açıklarız yeterki anlaşılabilsin!... Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN yapmış olduğu devrimler ve yazmış olduğu destanıdır... Dikkat 1__ Yapılmış olan devrimler...! Dikkat 2__ Yazmış olduğu destanıdır...! .
  17. Zira 1___ Bilim ile din aynı kefede asla olamaz... Zira 2___ Evet bizim için bilim bir dindir... Bir sporun din olarak algılanması gibi mesela... Siz spor yaparsınız biz kupayı alırız... Zira 3___ Evet tüm yobaz, gerici, bağnaz, tutucu, ticani, ulema vb. bilmem ne... Tümü benim için mücadele edilmesi gereken ve ülkeme zarar ve ziyan verecek olan potansiyel tehlikeler arzedenlerdir... Zira 4___ Evet şeriattan korkuyorum çünkü dinsel bir dünyanın ne kadar tehlikeli olabileceğini, ne kadar anlamsız olabileceğini ve ne kadar gereksiz olabiliceğinin farkındayım da ondan.. Zira 5___ Hayır onları ezmek, aşağılamak, incitmek gibi bir niyetim yok... Sadece amacım gerçekçi olmaları ve kör karanlık uykulardan uyanıp tüm gerçekleri modern, gerçekçi ve yaşama anlam katan ve onu cennede ceviren insanlar olabiliriz... Kaldı ki bu dünya cennete çevirilmedikçe yarınki cenneti kimse garanti edemiz... bu da İsa ile, Musa ile ve Muhammed ile olmayacak. Akıl ile, mantık ile ve gerçek bir dünyaya bakışı yakalamak adına olacak... Zira 6___ Baş örtüsü bir bez parçasıdır ve bundan meden umanların ne kadar yanlış ve anlamsız bir yol izlediğinin artık farkına varmaları gerekir... Tuhafiyeden alınan bir bez parçası sizi ve inancınızı ne kadar ifade edebilir anlayamıyorum... Zira 7___ Evet kur'an bozulmuştur ve günümüz gerçeklerine cevap verememektedir. Kur'an günümüz koşullarına tepki amacı ile kullanılmış ve gelişme, ilerleme ve çağdaşlaşmanın bir psikolojik tepkisidir. Sahte bir huzurdur... Aslinda gerçek huzur başarı, yaratıcılık, güven, toplumsallaşma ve vatandaş bilincini yaşayabilmektir... Sevgi ve saygılarımla

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.