Zıplanacak içerik

DİPNOT

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. Bugün seyretme fırsatı buldum... Gerçekten çok beğendim.... Hatta yanımdaki güneydoğulu bir genç bir sahnesinde İnanılmaz şekilde gözyaşı döktü (Belli ki ailesinden biri veya birkaçını törüre kurban vermiş) ve onun elini tutarak yanında olduğumu ifade etmemim başka bir yolunun olamayacağını düşündüm çünkü.... Çünkü insandık, duygu, düşünce ve beklentilerimiz farklı olamazdı... Birde yanımdaki sevgili bayan arkadaşımın (Sevgili Meleğim dememde sanıyorum bir sakınca yoktur) inanılmaz duygulandığı içimi burkan durumları.... Genç belli Güneydoğulu.... Ama bayan Arkadaşım Marmara bölgesinden... Ben ise Trakyalıyım.... Gerçekten kalbimiz birşey için atıyordu... Artık güneşi görebilmeyi becerebilecek yeteneğimizi ne zaman oluşturacağız... Film ile iglili sadece şunu paylaşabilirim... Terör nereden gelirse gelsin bir insanlık suçudur! Yaşadıklarımızdan, acılarımızdan, hüzünlerimizden ders almak gerek. Uzun uzun bakmak gerek Fırat’ın doğu yakasına. Ölseler bile Ahmed Arif’i, Musa Anter’i, Yılmaz Güney’i, Ahmet Kaya’yı anlamak gerek. Boşaltılan, yakılan köyleri, ormanları. Binlerce yıllık bir tarihi ve kültürü. Mezopotamya’yı, İyonya’yı, o güzelim söylenceleri... Ayı, yıldızları, güneşi... Türkülerimizi, şarkılarımızı, şiirlerimizi. Söyleyin çok mu zordur insanı sevmek; tarihle ve kültürle yaşama sımsıkı sarılmak. İçimizi delik deşik eden acılardan sıyrılmak. Gerçekleri görebilmek! Oturup bekleyecek miyiz? Susacak mıyız? Bir şeyler yapmalıyız.. haykırmalıyız, korkmamalıyız! Gecenin türküsünü söylemeliyiz ilkyazı beklerken... Artık acılarımızdan sıyrılmalıyız. O kapkara bulutlar dağılmalı, güneş yükselmeli Sümbül Dağı’nın ardından. Malabadi Köprüsü’nde okuldan dönen çocuklar yarınlara umutla bakmalı. Tunceli Ovacık’ta, Munzur kıyılarında türkülerimizi söylemeliyiz, Hasan Hüseyin’in şiirlerini okumalıyız. Fırat da bizim Kızılırmak da, Dicle de bizim Gediz Irmağı da. Hakkâri’deki çocuklar da bizim Edirne’deki çocuklar da... Var mısınız yarınlara? Yaşama dair, aşka dair, sevgiye dair, barışa dair, emeğe dair! Var mısınız güneşi görmeye?
  2. Galiba haklısın sevgili Sardınyam... İyi fikir, İslamik Hanry Potter filmi süper olurdu gerçetken... Sevgiler... DİPNOT...
  3. DİNCİLERDEN İNCİLER İlk incimiz Suudi Arabistanlı meşhur Şeyh Abdul Aziz Bin Baz'a ait. Tarih: 1975 Kaynak: “Dünya’nın Sakin Güneş’in Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın İmkansızlığına Dair Akli ve Hissi Deliller”adlı kitabı Fetva: Kim dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ederse küfür ve delalete düşmüş olur. Çünkü bu iddia hem Allah’ın, hem Kuran’ın, hem Peygamber’in reddidir. Bunu iddia eden kişi tövbeye davet edilir. Ederse ne ala! Aksi takdirde kafir ve dinden dönmüş bir kişi olarak ******** ve malı da Müslümanlar’ın hazinesine katılır. Eğer ileri sürdükleri gibi Dünya dönüyor olsaydı ülkeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı. İnsanlar batıdaki ülkelerin doğuya, doğudaki ülkelerin batıya kaydığını görürlerdi. Kıble’nin yeri değişir, insanlar kıbleyi tayin edemezlerdi. Velhasıl bu iddia sayması uzun sürecek birçok nedenden dolayı batıldır.” *** O kadar çok dinci var ki bunlardan yüzlerce-binlerce inci çıkarılabilir. Gazali'ler, Erzurumlu'lar, Said Nursi'ler, Fetullah'lar, cübbeli'ler... Sıradaki inci, Erzurumlu ibrahim Hakkı'nın Marifetname'sinden/ 4. Bölüm: Hak Taâlâ, yedi göğün her birisini, balıklar gibi binlerce çeşit yaratıkla dopdolu etmiştir. Yedi göğün duvarı olan kaf dağının ötesinde bir büyük yılan yaratmıştır. Yılan, büyük dağı halkı gibi kuşatıp, başını kuyruğu üzerine koymuştur. Kıyamete dek Hak Taâlâ'ya yüksek savtıyle tesbih eder. Bu denizler ortasında yedi yer, bir gemi gibi hareketli ve huzursuz iken, Hak Taâlâ bir büyük melek tayin etmiştir ki, yerlerin etrafını kavrayıp, bir omuzu üzerinde sâki kılmıştı. Sonra Hak Taâlâ, o meleğin ayağı sağlam dursun için yeşil yakuttan bir büyük kare biçiminde kaya yaratmıştır ki; onun en üst düzeyinde bin vâdi yaratıp, her birini bir deniz ile ve her denizi binlerce çeşit yaratıkla doldurmuştur. Daha sonra Hak Taâlâ, o kayayı sabit tutmak içi bir büyük kırmızı öküz yaratmıştır ki, onun kırkbin başı, kırkbin boynuzu, kırkbin ayağı vardır. Her iki ayağı arası bir yıllık yoldur. Kayayı, boynuzları ve sırtı üzerine yüklenmiştir. Bu öküzün adı: Liyunan'dır. Sonra Hak Taâlâ, onun ayaklarını sabitleştirmek için bir büyük balık yaratmıştır ki, yedi deniz onun ağzında bir damla gibidir. Sonra Hak Taâlâ, o balığın altında bir büyük deniz yaratmıştır ki, büyük alık, bu büyük denizde sükûn ve karar etmiştir. Sonra Hak Taâlâ, o denizi altıda, yedi tabaka cehennem yaratmıştır. O büyük deniz, cehennem üzerinde sâkin olmuştur. Sonra Hak Taâlâ, yedi cehennemin altında sert rüzgâr yaratmıştır ki, sair ve sakar (cehennemin iki tabakası) onun üzerinde karar kılmıştır. Daha sonra Hak Taâlâ, o rüzgârın altında karanlık ve onun altında pere yaratmıştır. Yaratıkların ilmi o perdeye dek yetmiştir. Mülkünü ve mülkünde olanları Allah daha iyi bilir. *** Şimdi yazacağımız inci, günümüzün modern dincisine ait. Yaşar Nuri Öztürk diyor ki: "Stephen Hawking'in bütün sözlerini Kuran-ı Kerim'de bulabiliriz. Benim kanaatime ve araştırmalarıma göre, Kuran-ı Kerim'de kıyametin habercisi olarak adlandırılan Dabbet-ül-arz Hawking'dir. Hatta bu konuda Hawking'e bir mektup da yazdım. Mektubumda sonuna kadar kendilerini destekleyeceğimi belirttim. Ancak Hawking'in neden Dabbet-ül-arz olduğuna dair inancımı daha sonra açıklayacağım." Neml-82. Söylenen söz başlarına geleceği zaman, onlar için yerden bir dabbe çıkarırız, insanların ayetlerimize kesin inanmadıklarını kendilerine söyler. 19. yüzyılın sonlarında treni gören dinciler “İşte dabbe budur!” demişlerdi. “Hem yer üzerinde hızla gidiyor hem de yerden besleniyor, kömür yiyor.” Tren konuşmayınca, dabbe'nin konuşanını buldular. *** "Dincilerden İnciler" Gazali'siz olursa eksik sayılır. Bakın Gazali hemcinslerine ne tavsiye etmiş: Kadınlarınıza evlerinin kapısında oturmamaları için yeni elbise yaptırmayın, çünkü elbiseleri güzel ve yeni olursa kalplerine dışarı çıkmak arzusu gelir. Dışarı çıkması kesin gereken kadın kocasından izin aldıktan sonra dışarı çıkmalı ve şu kurallara kesin uymalıdır: Sıkı sıkıya örtünüp kötü giysilere bürüne, Hiç çıkmamış gibi davrana, Başını öne eğip kimsenin yüzüne bakmaya, Kalabalığa karışmaya, Erkeklerin bulunduğu yerlere yanaşmaya, Herkesin dolaştığı sokaklardan uzak dura, İşini bir an önce bitirip evine döne. Kadın sekiz sıfatlıdır: Giyim kuşam hevesinden maymun Fakir düşmeye razı olmadığından köpek Kocasına ve diğer insanlara kibrinden yılan Gece gündüz koğuculuk yaptığından akrep Evden eşya sattığından fare Erkeklere hile kurduğundan tilki Kocasına itaat ettiğinden dolayı koyun. En makbul kadın koyun olandır. (Gazali, Ihya) _________________________ Saygılar... DİPNOT...
  4. Sevgili minikyildiz... Biliyorsun Cehennem 7 kattır... Cehennem.. Sair.. Sakar.. Cahim.. Huteme.. Lâzi.. Heviye.. Keşke bu dunyada doya doya ölebilseydik... Fakat ne çare orada da kolay kolay yok edilmiyoruz... Bunların hangi birine şiirsel yaklaşabilirimki... Saygılar... DİPNOT...
  5. Size katılıyorum sevgili NİCLENO... Tabiki bahsettiğiniz konu diğer tehlikeler gibi en önemli tehlikelerden biri... Saygılar... DİPNOT...
  6. Medrese-mürit-militan üçgeninin yarattığı bağnaz güç, Cumhuriyetin rövanşı için her geçen gün daha da pervasızlaşıyor!.. Tarikat ve cemaatler 1970’lerden itibaren “talebe yurtları” adı altında büyük kentlerde öğrenci avına çıktılar. Amaçları yükselen sola karşı, mürit-militanlar yaratmaktı... Turgut Özal’ın 1983’te iktidara gelmesi Nakşiler ve Nurcular’ın gençlik içindeki örgütlenmesine hız verdi. Gericiler “mümin gençlik” hedefini bir süre sonra “mürit bürokrat” çizgisine çektiler. Sayıları hızla artan tarikat yurtları ve öğrenci evleri rejimin yıkılma hesaplarının yapıldığı antrenman sahalarına dönüştürüldü. İşte Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) gibi dernekler bu sinsi hesabı gördükleri için yok edilmek isteniyor. “Ergenekon” soruşturması medyayı, ordu mensuplarını, siyasi merkezleri ve sivil toplum kuruluşlarını hedef alıyor. Cumhuriyeti ayakta tutmak ve yaşatmak için çaba gösteren; gerici ve karanlık çevrelere karşı uyanık duran bu merkezler “terörist” damgası vurularak saf dışı bırakılmaya çalışılıyor. ÇYDD gibi kimi sivil toplum örgütlerinin hedef alınması ise operasyonun siyasi bir hesaplaşma olduğuna ilişkin inancı giderek güçlendiriyor. Atatürk’ün Türkiye için şekillendirdiği çağdaş yaşam modeli, özellikle son 40 yılda sosyal, siyasal ve ekonomik açıdan ciddi devinim geçiren tarikat ve cemaatlerin tehdidi altında kıvranıyor. Mahalle baskısını sosyal yaşamı cendereye alan kırmızı çizgilere dö- nüştüren zihniyet, bağnaz ideolojileri topluma enjekte etmek için her yolu deniyor. Devletin istihbarat merkezlerine kadar sızan kimi cemaatler bir yandan siyaset ve bürokrasideki kolları diğer yandan da medyadaki güçlerini kullanarak Cumhuriyet’in dinamiklerine karşı taarruz ediyor! Bu odaklar “Ergenekon” soruşturmasındaki iddiaları, kendi karanlık beklentileri için saldırı gerekçesi yapmaktan kaçınmıyor! Aydınlar sistemli olarak ********* iftiralarla hedef gösterilerek yıpratılıyor, sonra da sindirilmeye çalışılıyor. Medrese-mürit-militan üçgeninin yarattığı bağnaz güç, Cumhuriyetin rövanşı için her geçen gün daha da pervasızlaşıyor!.. Medrese-mürit-şiddet!.. Mezar evlerin ortaya çıkartıldığı Hizbullah operasyonları ve 15-20 Kasım 2003’te bir ramazan günü İstanbul’un göbeğini cehenneme çeviren El Kaideciler, kaçak Kuran kurslarının, taşra medreselerinin, öğrenci evleri ve tarikat yurtlarının ürünleriydi. Toplum iki örgütün kanlı eylemleriyle din adına cinayet işleyen şebekelerin gerçek yüzünü görmüş, laikliğin önemini ve Atatürk Cumhuriyeti’nin nasıl vazgeçilmez olduğunu bir kez daha anlamıştı. Kitleler tarikat ve cemaatlere teslim ettikleri çocuklarının canlı bombalara ve şeriat tetikçilerine dönüştürüldüğünü görünce gaflet uykusundan uyanmaya başlamıştı. Tarikat örgütlenmelerindeki militan erozyonun tek nedeni şiddeti yöntem olarak kullanan güçlerin toplumda yarattığı korku değildi. Nihai hedeflerinin deşifre olması da bu yapılanmaları gözden düşürmüştü! Kemalist yurtseverlerin 1980 yılının sonlarından itibaren çağdaş yaşamın yok edilmesine yönelik takıyyeci oyunu fark etmeleri ise gerici çevreleri zaten endişelendiriyordu. Onların paniği bir grup yürekli kadının, körpe beyinlerin karanlık ellere teslim edilmesine isyan etmesiyle doruğa ulaşmıştı. O kadınlar yokluk içinde, “Ülkenin çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkması ülküsü için bilgi, beceri ve deneyim birikimiyle, gönüllü çalışan bir sivil toplum örgütü”nü yarattılar. ÇYDD, “Atatürk devrim ve ilkeleri ile gerçekleşmiş olan hakların korunması, geliştirilmesi, yaygınlaştırılması ve çağdaş eğitim yolu ile çağdaş birey ve çağdaş topluma ulaşılması” için kuruldu. Dernek 20 yılda 93 şube ve 17 bin üyeye ulaştı. “Orada Bir Okul Var”, “Baba Beni Okula Gönder”, “Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları” gibi onlarca projenin tek amacı gençliğin bağnazların eline düşmesini önlemekti. Dernek son dönemde 100 bin kız çocuğunun okula gitmesini sağlamaya çalışıyordu. ÇYDD’nin 2009 yılı hedefleri arasında 5500 öğrenciye burs vermek de vardı. Polis işte böylesine yürekli, böylesine Cumhuriyet yanlısı çabaları olan bu derneğin 33 şubesini bastı, çalışanlarını gözaltına aldı. Yaşam mücadelesi verirken tüm zamanını ÇYDD’nin başarısına adayan genel başkan Prof. Türkan Saylan’ın evinin basılması ise toplumun vicdanını ağır biçimde yaraladı. Sinsi beklenti!.. Peki bu operasyonun ardındaki beklenti nedir?.. Yargının bu operasyonla neyi amaçladığı şimdilik net olarak bilinmiyor! Tüm olanlara karşın toplum Cumhuriyetin savcılarına olan inancını korumaya çalışıyor! Ancak tıpkı Atatürkçü Düşünce Derneği’ne (ADD) olduğu gibi ÇYDD’ye yönelik operasyonu da ellerini ovuşturarak izleyenlerin nasıl bir rant beklediği çok net görünüyor. ADD, ÇYDD ve Çağdaş Eğitim Vakfı’na (ÇEV) yönelik operasyonlar ne yazık ki, laik Cumhuriyete sağlıklı bireyler yetiştirmeye çalışan kuruluşları terör merkezleri gibi gösterecektir! Gözaltılar bu örgütlerin yöneticileriyle ilgili “terörist” imajı yaratacaktır!.. İnsanlara bu tür operasyonlarla “ADD ve ÇYDD Ergenekoncudur, çocuklarınızı uzak tutun, bunlara destek vermeyin” mesajı verilmeye çalışılıyor!.. Gelecek kaygısındaki toplum çaresiz bırakılarak, genç beyinlerin yeniden tarikat evlerine mecbur bırakılması için zemin hazırlanıyor!.. AKP iktidarıyla birlikte Cumhuriyetçi güçlerin kıskaca alınması çabalarında ADD ve ÇYDD gibi kurumların iyice çaresiz, güçsüz, yalnız ve sahipsiz bırakılması hedefleniyor. Duyarlı kitlelerin bu kurumlardan olabildiğince uzaklaştırılması için psikolojik savaş giderek yoğunlaştırılıyor!. Madalyonun arka yüzünde, cemaatlerle büyüyen siyasal gücün yönlendirdiği sinsi ve ürkütücü bir plan vardır. Şu gerçek unutulmamalıdır ki, bu planın merkezindeki mücadele gericilikle ilericiliğin, aydınlanma ile karanlığın, laiklikle dinciliğin kavgasına dö-nüştürülmüştür!.. Cumhuriyetin geleceğini düşünen kitleler bu oyunlara gelmemelidir. Toplum bu tuzağı görmeli ve operasyondan umutlanan çevrelerin ekmeğine yağ sürecek bir duyarsızlığa kapılmamalıdır!.. Kemalistler, Atatürkçüler, Cumhuriyetçiler, sosyalistler, aydınlar, duyarlı yurtseverler; ADD, ÇYDD ve ÇEV gibi örgütlerle başta Cumhuriyet gazetesi olmak üzere laik Cumhuriyetin geleceği için mücadele eden medya kuruluşlarına ve aydınlara sonuna kadar sahip çıkmalıdır... Artık meydanlarda, “Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganlarının atılacağı bir süreçte değiliz!.. Sıra size gelmeden uyanın!.. Aydınlık tamamen karanlığa dönüşmeden bir şeyler yapın!.. Mehmet Faraç...
  7. Olacak olakak merak etmeyin... Öyle yer gök karışacak türden değil ama... Şöyle bir olup bitene ve çevrenize bakarsanız (virüsler, biyolojik silahlar, Atomik savaşlar, istilalar, sömürünün inanılmaz boyutları, talanın ise bir adım ötemizde boy gösterdiği, siyasal entrikalar, evimizdeki bilinmeyen gözlerin sürekli bizi takip eden eletronik eşyaların çokluğu, telefonların bile dinlenerek suç sayıldığı dönemler. hatta günümüz yalancılığınının ve riyakarlığının kıskandıracak derecede tavan yapması. hayranlık uyandıracak kaoslar ve krizlerin çokluğu vs...) yer ve gökün karışması türünden olmasa bile biz dünya insanları için daha da kötüsü başladı bile... Farkında değilmisiniz yoksa... Ah ah çok üzülürüm ben şimdi sevgili minikyildiz... Saygı ve sevgiler... DİPNOT...
  8. Siz insanların ibadet etmek ve dua etmek için oluştuğunu yorumlarsınız... EZBERİNİZ BOZULMAZ... Ben ise asla böyle birşey inanılırdan çok uzak derim... EZBER BOZARIM... Yoksa yanılıyormuyum.... Sahi... Siz 'insan ve kainat oluşumunun bilimsel temelini nasıl yorumluyorsunuz'... Saygılar... DİPNOT...
  9. Segili sarıgöl.. Hadi diyelim ölümü tattık.... Ne olacak yani... Çok mu önemli... Her böcek, kuş, memeli, memesiz, ot vb... gibi yok olduk... Senin tebliğlerine çok mu ihtiyaç duyacağız... Ya da... Sadece bu dünyaya ibadet edip dua etmek içinmi geldik... Olurmu böyle birşey... Beni ibadet ve dua için yaratmış olan bir tanrının.... Sembolik veya Kültürel anlamda bana verebileceği ne olabilir ki... Hadi canım... El insaf denir... Ve bende aynen böyle diyorum... Kısacası ne senin önemin var ne benim... Aslolan gerçek dünya ve bu dünyanın öbür dünya için ıskalanması hiçbir akıl ve mantığa uymamaktadır... Bizlere düşen görev.... Önce bu dünyayı cennete çevirelim... Ki bu da asla ilahi adalete sığınarak olunacak birşey değil.... Akıl ile, bilim ile, insanı değerlerde birleşerek olabilir.... Yoksa müslümanlıkla, hırıstiyanlıkla, budizm ile, tevrat ile, incil ile olacak şey değil... Olsa bile bunlar ancak bizi bölmeye, savaşa ve etnikçiliğe yöneltir... Aslolan akıldır ve aklın yolu birdir.... Saygılar... DİPNOT...
  10. Bakın; Dinin insanlar için çok önemli ruhsal bir afyon yüzü vardır... Yani; Anlatmaya çalıştıkların ve dinsel tabirlerin şu önergeyi ortaya koyduğu ortada... “Ne yani ‘Allah’ yapamaz mı?” argümanı, burada, Müslüman zihni uyuşturan, tarihe, hayata ve tabiata yabancılaşmasına neden olan bir afyona dönüşmüş oluyor. Allah’ın her şeyi yapabilirliği, buradan girerek Müslüman zihnin her şeye inanabilirliğine dönüşüyor. Bu durumda “Müslüman kimdir? denince akla gelen “Gerçek’e (Hakk’a) teslim olan” değil; “Allah” deyince her şeye teslim oluveren oluyor. Gerçekte “orada” ne olup olmadığının hiçbir önemi kalmıyor. Böyle işleyen bir zihnin araştırma yapması, bilginin, belgenin, delilin, kanıtın peşine düşmesi mümkün değildir. İslam dünyası bu yüzdendir ki uyuşmuş, donmuş vaziyettedir.“Allah” ile uyanan bir dünya, “Allah” ile uyuyan bir dünya haline gelmiştir. Bu nedenle... Bizlerin gözlerini dört gözlü hale gelmesi bundandır... Saygılar... DİPNOT....
  11. Göhü genişletme düşüncesinde olan bir tanrının... Açlık, sefalat, yoksulluk ve savaşlar karşısında ne kadar azc ve güçsuz olabileceğini anlayamıyorum... Sahi siz anlayabiliyormusunuz... Saygılar... DİPNOT...
  12. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Evet yeni yeni duymaya başladım... Neden mi... Şöyle bir etrafımıza bakma yeteneğimizi yitirmemişsek... Ve en önemlisi duygu ve sezi refleksimizi yitirmemişsek... Şöyle tamtamsal arabesk türü seslerin nelere kadir davranışsal durumlara gebe olduğunu ço iyi tahmin edebiliyorum... İlk oyuna giren kim olur onu gerçekten bilemem... Saygılar... DİPNOT...
  13. Ben inanmasan... Almıyayım ya... Binlerce yıldır aynı hikayelerden bıktım usandım... 21. yüzyıla ramak kaldığı şu günlerde... Bunların ezberiyle oluşmuş bir beyne hiç bir zaman izin vermeyeceğim... Çünkü günümüz insan beyni onların çok ama çooook üzerinde... Kendime haksızlık etmemeliyim... O yegane var olma sebebim... Saygılar... DİPNOT...
  14. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Evet sevgili minikyildiz... havalı olurdu... Öyle bir hava çalardı ki... 21. yüzyıla ramak kala kendimizi ortaçağ tamtamları arasında bulurduk... Saygılar... DİPNOT...
  15. DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
    ANEKTOT... Yapılacak tek şey eski toplumun kültürü ile bugünkünü kıyaslamaktır. Hiç bir ilahi inanış vahiy yoluyla gelmedi. Onlar eski inanç ve davranış biçimlerinin gelişen üretim ilişkileri içerisinde yeniden ve yeniden yorumlanması ile ortaya çıktı. DİPNOT...
  16. Alıntıdır... Ölüm İlanı… Seni tanıyordum. Elinde silah, Komünist avına çıktığın ta o ilk günlerden beri seni tanıyordum. Önce Ankara'da sonra İstanbul'da ve tüm bir ülkede kana bulamadığın sokak, kahvehane, okul avlusu, fabrika önü kalmamıştı. Ev baskınları yaptın, kör karanlıklarda. Boğarak öldürdüğün arkadaşlarımın üstüne, kurşun yağdırmak marifetlerin arasındaydı. Bahçelievler' de yedi canıma sen kıydın. ****** Sarkık bıyıkların, yaz kış üstünden çıkarmadığın kara ceketin, ********, kan oturmuş bakışların, gözümün önünden hiç gitmedi. 16 Mart katliamında kardeşlerimin üstüne kurşun yağdıranların başında sen vardın. 1979 kışında, Ankara Ziraat Fakültesi öğrencisi, kayınbiraderim Sabit Torun’u Balgat'da evinin önünde pusu kurup, yaylım ateşine tutanların başında sen vardın. Kalbura çevirdiğiniz o körpe bedendeki, yirmi bir kurşunun dört adedi, senin cinayet aletinden çıkmıştı. Maraş’ı kana sen buladın. ******* Bir değil, beş değil, on değil yüzlerle canımızı ateşe verdin. Yozgat, Çorum ve 93'te Sivas'da yine sen vardın. Bir dağ başında, elinde silahın resimlerini anımsıyorum, Madımak ateşe verildiğinde, “tahrik var” diyen yine senin ölüm kokulu sesindi. ******** Uçan kuştan, akan sudan, kararmış geceden, gündüz güneşten ve insan sesinden ödün patlardı. Bu yüzden olsa gerek seni yalnız başına kimse görmedi! ************** Ardında iş ortağın onca ‘tosuncuk’ varken, hep güvencede hissettin kendini. Bu ülke de bazıları katillerini seviyor ya, seni daha çok seviyorlar! Bahçeli de seviyor seni, Baykal da, Tayyip de, Erbakan da. Halen arkan sağlam. Ardından methiyeler düzülüyor! Yazık oldu sana yazık. Ölümün böyle olmamalıydı! Ateşe verdiğin o Maraş yolu, canını aldı! Çakılıp kaldın bir dağın başına. Beş santim buz tutmuş bedenin. Zavallı ürkek yüreğin donmuş! Üzülmedim. Hiç unutmayacağım söz! Aklıma Faşizm düştüğü her an, önce seni anıyordum, yine seni anacağım.
  17. Sahi... Kutsal kitaplar 'kıyamet' i boşuna mı icat etmişlerdi?... İnsan kötülüğün piyasasını tanrılaştırarak yaşamında sınırsız tüketime ram olursa, kıyamet alametlerinin çanları çalmaya başlamaz mı?... Ne dersiniz... Sevgi ve saygılar... DİPNOT...
  18. DİN ile BİLİMİ KİM UZLAŞTIRMAK İSTİYOR... Sistemin dini de bilimi de paradır. Bize inanmıyorsanız Napolyon’a sorun.... Din ile bilimin uzlaşıp uzlaşamayacağı sorusu günümüzde sıkça tartışılır oldu. 2009 Darwin Yılı dolayısıyla din ile bilimin en büyük çatışma noktalarından biri olan evrim kuramının gündemde oluşu da bu tartışmaya ivme kazandırdı. Bilim kurumlarının ve bilim insanlarının yanı sıra çeşitli din kurumları da bu soruya farklı düzlemlerde yanıtlar/yaklaşımlar ürettiler, üretiyorlar. Konuya başka bir düzlemde yaklaşmak istiyoruz. Din ile bilimi kim uzlaştırmak istiyor? Bu uzlaşma kimin ihtiyacı? Din mi bilimle uzlaşmak istiyor, bilim mi dinle? Yoksa bu ikisini uzlaştırmaya çalışan bir başka güç odağı mı var? Tartışma din ile bilim arasında mı, yoksa bu bir yanılsama mı? Sisteme bir din lazım. Bilimle çatışmayacak, onunla uzlaşacak, “plastik” bir din. Sisteme bilim de lazım. Bilim 400 yıldır öyle yol aldı ki, artık eski Kilise Babaları gibi davranamazlar. Kısacası sistemin devamı için din ile bilimin uzlaştırılması lazım. Sisteme bir sentez gerek. Madem sistemin devamı için birbiriyle çatışan bu iki araçtan da vazgeçilemiyor, ikisi birbirine karıştırılmalı: Bilimsel bir din! Veya dinsel bir bilim! Şimdi uğraş bu yönde. Bu sentez nasıl gerçekleşecek? Bilimi felsefesinden ve halktan kopararak. Yani bir yandan felsefesinden koparıp basitleştirerek, diğer yandan halktan koparıp “yüceleştirerek”. İkili bir yozlaştırma… Sistemde Tanrı çok! Halkın Tanrısı gibi kaba saba, yobaz ve tutucu değil; her şekle girer. Bilimin de kabul edebileceği türden bir şekil bulunur. Örneğin Big Bang’e ne dersiniz? t=0’dan sonrası sizin; istediğiniz gibi at koşturabilirsiniz. Ama şu 0’ı kabul edin (yani hizaya girin!). Sayın kuantumcular, sizin için olasılıkçı Tanrılarımız mevcut. Ama birinin de zarı atması lazım, değil mi? Akıllı Tasarım ilginizi çeker mi? Akılsız da olabilir. Ama bir tasarımcı olsun, sizi de rahatlatır. Evrimci bir Tanrı? Bakın, bu da olabilir. Newton’un saatçisi gibi… İlk tohumu atmış, sonra keyfine bakmış! Deist misiniz, panteist misiniz, Budist misiniz, agnostik misiniz; hepsi uyar. Hatta çok zorlarsak ateist bir Tanrı bile kurgular bizim uyanık ideologlarımız. Yeter ki gelin. Eskisi gibi değil, Mevlana’nın kucağı gibidir artık sistemimiz. Bakın Papa bile Galileo’dan özür diledi, Darwin’in sırtını sıvazladı. Yukarıdaki paragraf şaka değil. Sistemin hakim sınıfları açısından Tanrının şekilden şekile girmesinin hiçbir sakıncası yok. Yeter ki bilim ve bilimciler sisteme entegre olsunlar. Yeter ki uzlaşı platformunun bir köşesinde yerlerini alsınlar. Bu noktadan sonra bilim işine bakacaktır. Tabii sistemin kendisine verdiği işine. Bilimin teknolojiye indirgenmesinden kastettiğimiz de budur. Eleştirel, devrimci ve toplumcu yönü törpülenen bir bilim, teknolojiden ibaret kalır. Kısacası, din ile bilimi uzlaştırma projesi halka karşı ittifak projesidir. Bilimi, toplumu aydınlatma ve dünyayı değiştirme perspektifinden uzaklaştırma, sistemin girdabına çekme projesidir. Bu tür uzlaştırma platformlarına davet edilen ve giden bilimcilerimiz bu konuya dikkat etmelidirler. Çünkü sistem açısından bilimcinin o platforma gitmesi önemlidir; gittikten sonra orada ne söyleyeceğinin fazla bir önemi yok, zararı da yok. Bir kez daha tekrar edelim: Sistem artık Mevlana’nın kucağı gibi. O kucağa oturduktan sonra, Darwinci de olsanız, hatta Marksçı da, sakıncası yok. Günümüzün Galileo’larına belki diri diri yakılma, zindanlara atılma, işkence görme tehdidi artık yok. Ama daha kötüsü var: Beyinlerin metalaştırılması! Alınır-satılır kılınması. Paranın gücüyle sistemin içselleştirilmesi. Sistemin dini de bilimi de paradır. Bize inanmıyorsanız Napolyon’a sorun. Din ile bilimi uzlaştıran da paranın çekim gücüdür. Ender Helvacıoğlu... DİPNOT...
  19. DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
    ERGENEKON... Gidişata bakarsanız, toplum bugün bile olan bitenleri yeterince değerlendiremiyor... Bir ülkede üniversite rektörlerini, profesörleri, sivil toplum örgütlerinin liderlerini ülke çapında bir sabah toparlayıp evlerini basmak ne demek?.. Bırakın üniversite profesörünü, sıradan vatandaşı gözaltına alabilmek için gerekli kurallar yasalarda yazılı... Tüm yasalar çiğneniyor... Ergenekon rejiminin temel kuralı şu: - Amacına ulaşmak için hukuku ve yasaları gözünü kırpmadan savcılara çiğneteceksin... Peki, toplum neden çoğunluğuyla tepki göstermiyor?.. Çünkü toplum cemaatleşti... Cemaatte özgürlük yoktur.. Dinci hiyerarşi vardır.. Demokrasinin d’sinin lafı cemaatte olamaz... Avrupa tarihinde demokrasi, toplum ancak dinci hiyerarşiden kurtulunca yaşama biçimine dönüşebildi... Yani… Et kokarsa bir şey değil... Tuz korkarsa ne olacak?.. ... DİPNOT...
  20. ''Önce seni görmezden gelirler, sonra alay ederler, sonra seninle savaşırlar, sonra kazanırsın.'' _____Mahatma Gandhi ... Saygılar... DİPNOT...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.