Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

DİPNOT

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3.258
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    9

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. DİPNOT

    DİPNOT'lar...

    YORUMSUZ... Türkiye’de laikçi çevrelerde Fethullah Gülen ve hareketi hakkında onlarca dosya oluşturacak MİT ve başka istihbarat kuruluşlarının benzer raporları, değerlendirme notları yayımlandı. Gülen hareketinin yayın organları bunları kendilerine karşı yürütülen komplonun bir parçası olarak, kah mızıldanarak kah efelenerek ifade ettiler. Şimdi kendilerine rakip veya düşman gördükleri kuruluşlara yönelik olarak aynı yöntemleri kullanıyorlar.[/size] Ergenekon davası vesilesiyle kendi hesaplarını görme fırsatını kaçırmıyorlar. Bunu yaparken, bu son derece önemli davanın üzerine şüphe gölgesinin düşmesinden hiç rahatsız olmuyorlar. Nasıl olur, saygın isimler gözaltına alınır mı gibi bir soru sormuyoruz. Suç işlediğine dair güçlü ve ciddi kanıtlar varsa, istisnasız herkes gözaltına alınır, tutuklanır, mahkeme önüne çıkar. Çıkmalıdır. Ama ya riyakar demokratlar, sahte özgürlükçüler, siyasal alanda açıkça yer almadan hakim güç olma saplantılı cemaatçiler? Onların mahkeme önüne çıkmalarını, tutuklanmalarını hiçbir zaman talep etmeyeceğiz. Onlar sadece demokrat ve özgürlükçü vicdanların mahkemesinde yargılanacaklar. Siyasal alanda, ideolojik alanda karşılarında demokratları bulacaklar. Tehlikeli oldukları için değil, demokrasiye zararlı oldukları için... Radikal İki, 19.4.2009
  2. DİPNOT

    SÖYLEŞİ...

    Teslime Nesrin: Tüm dinler kadınlara düşman... Bangladeşli kadın yazar Teslime Nesrin, köktendincilere karşı sürdürdüğü mücadelesi nedeniyle önce kendi ülkesini terk etmek zorunda kaldı. 10 yıl boyunca sığındığı Avrupa’da aşırı İslamcıların tehditleri ve ölüm fermanları peşini bırakmadı. Ardından gittiği Hindistan’da da istenmeyen isim olup, saldırıya uğrayınca soluğu bu kez Fransa’da aldı. Laiklik ve kadın hakları kavgasını, bu yılın başında kendisine verilen “Onursal Hemşeri” unvanıyla Fransa’dan sürdürüyor. Dünyadaki bütün sol ve ilerici güçleri, ilerleyen her türlü köktenciliğe karşı laik ve kadın hakları kavgası için bentler kurmaya çağırıyor Teslime Nesrin. Üstelik onun savaşı kendisine de çok acı çektiren İslamla sınırlı değil, o bütün dinlerin kadına düşman olduğunu söylüyor: “Hepsi kadına baskıyı teşvik ediyor, hepsi kadınların erkeklerle aynı haklardan yararlanmasını engelliyor. Hiçbir biçimde kadının özgürlüğüyle bağdaşmayan ataerkil sistemlerin ilelebet sürmesini istiyor.” Nesrin, geçen hafta Fransa’da yayımlanan L’Humanité gazetesinden Dominique Bari ve Rosa Moussaoui’nin sorularını yanıtlarken de hakkında yeni ölüm fetvaları çıkmasına neden olacak cesur açıklamalarda bulundu. İşte o söyleşiden bölümler. - Köktendinciliğe karşı mücadeleniz İslamcılıkla sınırlı değil. Hıristiyan, Musevi, Hindu köktenciliklerini de mahkûm ediyorsunuz. Ortak noktaları neler? - Her boydan ve soydan köktenciliğe karşı çıkıyorum. Şahsen hayatım boyu İslam köktenciliğinden çektim. Müslüman bir ülkede doğup büyüdüm. Köktencilikleri Hinduizm, Hıristiyanlık, Musevilik, Budizm olsun kadınlara baskı yapan dinleri eleştirdiğim zaman hiç kimse beni ölümle tehdit etmiyor. Ama söz konusu din İslam oldu mu, İslamcı köktendinciler hakkımda derhal fetvalar çıkartıp öldürülmemi, asılmamı istiyorlar. Kelleme fiyat biçiyorlar. Bu nedenle kendi memleketim, Bangladeş’ten atıldım. 10 yıl Avrupa’da yaşadıktan sonra Hindistan’a, Kalküta’ya gittim. Orada da fetvalar boynuma yapıştı. Kitaplarım meydanlarda yakıldı. Haydarabat’ta bir kitabımı tanıtırken bir İslamcı köktendincinin saldırısına uğradım. Sınırdışı edilmem için yürüyüşler düzenlediler. Solcu Hindistan hükümeti cevaben, beni sınırdışı etmezden önce Yeni Delhi’de bir evde göz hapsine aldı. Bu köktendincilerden ötürü şimdi bir kez daha iltica etmek zorunda kaldım. Çok zor bir durum. Ben her şeyden önce Bangladeşli bir yazarım. Ülkemden uzakta kalmak bana çok acı veriyor. Halbuki orada kadınların özgürlük hakkı için mücadelelerini teşvik edip güçlendirebilirdim. HİÇBİR DİNDE ÖZGÜR DEĞİLİZ - Köktendinciler kadın haklarını niçin ayrıcalıklı hedefleri olarak seçiyorlar? - Onlara göre erkeklerin gücü kadınlar üzerinde kurabildikleri baskıyla ölçülüyor. Köktencilik kaynağını dinden alıyor. Yani hiçbir din kadın-erkek arasında eşitliği övmüyor, öğütlemiyor. Tüm dinler kadınlara düşman. Hepsi kadına baskıyı teşvik ediyor, hepsi kadınların erkeklerle aynı haklardan yararlanmasını engelliyor. Hiçbir biçimde kadının özgürlüğüyle bağdaşmayacak ataerkil sistemlerin ilelebet sürmesini istiyor. - Son yıllarda Fransa’da, Avrupa’da okullar veya kamuya ait alanlarda dinsel simgelerin taşınmasına dair yaşanan karşılıklı cepheleşmeler, tartışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz? - Fransa’da kamu okulları içersinde alenen dinsel simgelerin taşınmasını yasaklayan yasayı hararetle destekliyorum. Laik bir toplum için okulu vicdan özgürlüğü alanı olarak korumak temel bir gereklilik. Burada dinsel simgelere yer olamaz. Bütün bu tartışmaların odaklandığı türban (sıkmabaşörtüsü), şahsi kanıma göre baskının simgesidir. Kadınlar türban taşımayı reddetmeli. Eğer bir biçimde takmak istiyorlarsa o zaman, bu onların özel hayatı olmalı. Her laik toplum, okul ve daha geniş bir biçimde kamu mekânlarını her türlü dini simgeden arındırılmış olarak korumalı. - Avrupa’da dinci çevrelerin siyasi ve kamusal alanları ele geçirme çabaları sizi şaşırtıyor mu? - Bu soru, sorunun bir tek Müslüman ülkelerde yaşanmadığının kanıtı. Köktendincilik Avrupa’da da ilerliyor. Yalnızca Müslüman köktendinciler yok, hıristiyan köktendinciler de mevcut. ABD’de kürtaj yapan doktorlara saldırıp ölümle tehdit ediyorlar. Evangelik (Protestanlar) kişilikler dünyanın bir numaralı gücünün en yüksek iktidar alanları, mercilerine kadar sızabiliyorlar. Köktendinci İslamcılar İngiltere’de Müslüman vatandaşlara şeriat yasalarının uygulanmasını talep edebilecek kadar cüretkâr olabiliyor. Bazı politikacılar ve Anglikan episkoposlar bu taleplere karşı olmadıklarını söyleyebiliyor. Eğer köktendincilerin bu gelişmelerini frenlemezsek, eğer hiç denetimsiz dilediklerini yapmalarına izin verirsek, eğer sol ve ilericiler her türlü köktencilik ve aşırı tutuculuğa karşı verilen laik ve hümanist savaşıma katkıda bulunmazsa günümüz uygarlığında dev gerilemeler yaşanabilir. - Sol güçleri köktenciler karşısında fazla mı hoşgörülü (uzlaşmacı) buluyorsunuz? - Avrupa’da yaşayan çeşitli Müslüman mezhepli yurttaşlar azınlıktır. Bir kısım sol, ayrımcılık kurbanı olduğu gerekçesiyle İslam dinini, uygulamalarını eleştirenleri şimdiden yasaklayıp, köktenci birtakım sapmalarına göz yumuyor. Şahsen bunun ağır bir hata olduğuna inanıyorum. Sol olmadan laiklik ve kadın hakları mücadelesini nasıl verebiliriz? Bu sorunların çözümünü, ele alınmasını sağa bırakmak öldürücü olur. Sağ özünde Müslümanlar ve İslamdan nefret ediyor. Kendi ırkçı emellerini güçlendirmek için laikleri kullanmaya hazır. Bizim inançlarımız sol içerikli. Toplumun ilerleyen, aydınlanan bir çizgide değişiminden yanayız. Sağın laik mücadelemizi saptırmasına izin veremeyiz. Ayrıca köktendinciler, çoğunluk veya azınlık olsun, herhangi bir din veya cemaati adına, farklılık gerekçesiyle bir cinayet veya suç işledikleri zaman mutlaka cezalandırılmalı. ÖLDÜRMEK CAİZ, ÇÜNKÜ… - Amerika’nın son yıllarda sürdürdüğü sözde “terorizme karşı savaş”ın İslamcı köktendincilerin tezlerine hizmet ettiğini düşünüyor musunuz? - Köktendincilerin tezleri, argümanları hiç eksilmez. SSCB varken, din düşmanı oldukları gerekçesiyle cihatları komünistlere karşıydı. SSCB’nin yıkılmasından sonra şimdi de ABD’yi İslamın düşmanı ilan ettiler. Hedefleri ne olursa olsun köktendinciler hiçbir biçimde sempatimizi hak edemezler. Yıkıcı ideolojilerini haklı kılmak için uydurdukları gerekçe ne olursa olsun tavır ve düşüncelerine karşı aralıksız mücadele verilmeli. Özünde kimi düşman belirlediklerinin pek önemi yok. Eylem ve hedeflerinin temelini daima dinde bulacaklar. Uzlaşmazlıklarının ilham kaynağı din; kendi dünya görüşlerini paylaşmayan herkesi tehdit etmek, öldürmek din adına caiz. Kadınları baskı altında tutmalarının nedeni ABD’nin yürüttüğü savaş değil. Bu baskı her zaman varoldu. Yani köktenciliklerinin nedeni de, kaynağı da din. Amerikan savaşı bir başka tartışma konusu. Karşı çıkabilir, protesto edebiliriz. Ama köktendincilerin eylemciliği Irak, Afganistan savaşları olmaksızın da bir gerçekliktir. İslam adına kadın haklarını yok etmek, vurmak, işkence etmek, kırbaçlamak, taşlamak, kadınları öldürmek için bu savaşları beklemediler. Müslüman ülkelerdeki kadınların çektiği acının tarihi çok uzun. - Afganistan’da Talibanla müzakere edilerek barış sağlanabileceğine inanıyor musunuz? - Mümkünse niçin denemeyelim? Ama Talibanları üreten sistem radikal bir biçimde değişmediği sürece hiçbir kalıcı sonuç alınamaz. Köktendinci üreticisi fabrikalar olan Medreseler ve Kuran kursları kapatılmalı, laik ve bilimsel bir eğitim teşvik edilmeli. Bu kural hayati. Sistem aynı kaldığı sürece Talibanlarla müzakere etmişiz veya dövüşmüşüz pek bir şey fark etmez. Sorunu kökünden ele almak gerekir. Afganistan’daki kaosun sorumluluğunu Talibanların üzerine atmak istemiyorum. Küçük çocukları iki yaşından itibaren Kuran kurslarına gönderdiğiniz zaman, onlara elleri silah tutuncaya kadar hatmettirilenler sadece Kuran’dan ezberlenen alıntılar, İslam devleti kurmaya teşvik; kadınlara, Müslüman olmayanlara ölüm oluyor. Hepsinin aşırılığı hiç şaşırtıcı değil. Dünyaya açılan hiçbir pencereleri yok. Kamusal ve laik bir eğitimden yararlanmak gibi bir olanakları mevcut değil. Benim onlarla bir alıp veremediğim yok. Sorun masum çocukları Talibanlara dönüştüren sistemin teşvikçilerinde. İslam dünyasında medreseler, dine dayalı okullar siyaset, seçimler vesilesiyle köktendincilerin nüfuzundan yararlanmak isteyen iktidarların işbirliğiyle her yerde mantar gibi bitiyor. Doktrinlerle çocukların beyinlerini yıkayan radikal imamların görevli olduğu eğitim yapılarına derhal son verilmeli. Çocuklara ifade özgürlüğü, demokrasi, eşitlik öğreten okullar kurulmalı. Şayet şimdi kimse onlara bu değerleri aktarmazsa, ilerde onların bu değerleri talep etmesini nasıl bekleyebiliriz? Köktendinciliğe karşı tek etkili silah laik eğitim. ______________________________ Cumhuriyet. 02.05.09
  3. DİPNOT

    DİPNOT'lar...

    TÜRKİYE HİPERAKTİF COCUKLAR GİBİ... “Dünyanın en dikkati dağınık ve hiperaktif ülkesi Türkiye. Tıpkı hiperaktif çocuklar gibi: Dikkati dağınık, zamanından önce tepki veriyor, sabırsız, konudan konuya atlıyor, başladığı işi bitirmekte ve uzun vadeli plan yapmakta zorlanıyor… Zihinler 4 farklı coğrafyaya yönelmiş durumda. Kimileri Avrupa’ya (Batılılaşmak), kimileri Anadolu’ya (Anadolululaşmak), bazıları Orta Asya’ya (Türkleşmek) ve bazıları da Medine’ye (İslamlaşmak) dönük bir yaşam biçimini benimsemiş durumda. Herkes kendi kampını oluşturmuş, kendi davasının adamı olmuş, tek ortak payda modernite; o da yıllar içinde farklılıklar gösterdi. 1980 sonrası politikaları ile bütünüyle aşındı ve yozlaştı. Bu kamplaşma ve yozlaşma nedeniyle ülkenin vizyonunda parçalanmışlık var. Nasıl bir devlet istiyoruz? Nasıl bir eğitim istiyoruz? Bu soruların yanıtı herkese göre farklı…” Prof. Dr. Ziya Selçuk...
  4. DİPNOT

    DİPNOT'lar...

    T.C Adalet Bakanı’na Bakın!.. Bizi gözümüzün içine baka baka aldatıyorlarmış, ey ahali!.. Şimdi... Bu dosyanın talep bölümünde ne yazıyordu biliyor musunuz?.. - Meslek edinilmiş şekilde dolandırıcılık yapmaktan soruşturulan Zahid Akman ve diğer zanlıların ifadesinin alınması… ....... O yalanı söyleyen kişinin, o yalan ortaya çıktıktan sonra Adalet Bakanı diye ortada dolaşması Türk halkına hakaret değil midir... Ama gel gör ki... Ne istifası... Bırakın istifayı, o aranan, haklarında Türkiye Cumhuriyeti hükümetinden bilgi istenen kişiler bile, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden ballı ihaleler almaya devam ediyor… Utanmazlığa, bakın!.. DİPNOT...
  5. Bugün seyretme fırsatı buldum... Gerçekten çok beğendim.... Hatta yanımdaki güneydoğulu bir genç bir sahnesinde İnanılmaz şekilde gözyaşı döktü (Belli ki ailesinden biri veya birkaçını törüre kurban vermiş) ve onun elini tutarak yanında olduğumu ifade etmemim başka bir yolunun olamayacağını düşündüm çünkü.... Çünkü insandık, duygu, düşünce ve beklentilerimiz farklı olamazdı... Birde yanımdaki sevgili bayan arkadaşımın (Sevgili Meleğim dememde sanıyorum bir sakınca yoktur) inanılmaz duygulandığı içimi burkan durumları.... Genç belli Güneydoğulu.... Ama bayan Arkadaşım Marmara bölgesinden... Ben ise Trakyalıyım.... Gerçekten kalbimiz birşey için atıyordu... Artık güneşi görebilmeyi becerebilecek yeteneğimizi ne zaman oluşturacağız... Film ile iglili sadece şunu paylaşabilirim... Terör nereden gelirse gelsin bir insanlık suçudur! Yaşadıklarımızdan, acılarımızdan, hüzünlerimizden ders almak gerek. Uzun uzun bakmak gerek Fırat’ın doğu yakasına. Ölseler bile Ahmed Arif’i, Musa Anter’i, Yılmaz Güney’i, Ahmet Kaya’yı anlamak gerek. Boşaltılan, yakılan köyleri, ormanları. Binlerce yıllık bir tarihi ve kültürü. Mezopotamya’yı, İyonya’yı, o güzelim söylenceleri... Ayı, yıldızları, güneşi... Türkülerimizi, şarkılarımızı, şiirlerimizi. Söyleyin çok mu zordur insanı sevmek; tarihle ve kültürle yaşama sımsıkı sarılmak. İçimizi delik deşik eden acılardan sıyrılmak. Gerçekleri görebilmek! Oturup bekleyecek miyiz? Susacak mıyız? Bir şeyler yapmalıyız.. haykırmalıyız, korkmamalıyız! Gecenin türküsünü söylemeliyiz ilkyazı beklerken... Artık acılarımızdan sıyrılmalıyız. O kapkara bulutlar dağılmalı, güneş yükselmeli Sümbül Dağı’nın ardından. Malabadi Köprüsü’nde okuldan dönen çocuklar yarınlara umutla bakmalı. Tunceli Ovacık’ta, Munzur kıyılarında türkülerimizi söylemeliyiz, Hasan Hüseyin’in şiirlerini okumalıyız. Fırat da bizim Kızılırmak da, Dicle de bizim Gediz Irmağı da. Hakkâri’deki çocuklar da bizim Edirne’deki çocuklar da... Var mısınız yarınlara? Yaşama dair, aşka dair, sevgiye dair, barışa dair, emeğe dair! Var mısınız güneşi görmeye?
  6. Galiba haklısın sevgili Sardınyam... İyi fikir, İslamik Hanry Potter filmi süper olurdu gerçetken... Sevgiler... DİPNOT...
  7. DİNCİLERDEN İNCİLER İlk incimiz Suudi Arabistanlı meşhur Şeyh Abdul Aziz Bin Baz'a ait. Tarih: 1975 Kaynak: “Dünya’nın Sakin Güneş’in Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın İmkansızlığına Dair Akli ve Hissi Deliller”adlı kitabı Fetva: Kim dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ederse küfür ve delalete düşmüş olur. Çünkü bu iddia hem Allah’ın, hem Kuran’ın, hem Peygamber’in reddidir. Bunu iddia eden kişi tövbeye davet edilir. Ederse ne ala! Aksi takdirde kafir ve dinden dönmüş bir kişi olarak ******** ve malı da Müslümanlar’ın hazinesine katılır. Eğer ileri sürdükleri gibi Dünya dönüyor olsaydı ülkeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı. İnsanlar batıdaki ülkelerin doğuya, doğudaki ülkelerin batıya kaydığını görürlerdi. Kıble’nin yeri değişir, insanlar kıbleyi tayin edemezlerdi. Velhasıl bu iddia sayması uzun sürecek birçok nedenden dolayı batıldır.” *** O kadar çok dinci var ki bunlardan yüzlerce-binlerce inci çıkarılabilir. Gazali'ler, Erzurumlu'lar, Said Nursi'ler, Fetullah'lar, cübbeli'ler... Sıradaki inci, Erzurumlu ibrahim Hakkı'nın Marifetname'sinden/ 4. Bölüm: Hak Taâlâ, yedi göğün her birisini, balıklar gibi binlerce çeşit yaratıkla dopdolu etmiştir. Yedi göğün duvarı olan kaf dağının ötesinde bir büyük yılan yaratmıştır. Yılan, büyük dağı halkı gibi kuşatıp, başını kuyruğu üzerine koymuştur. Kıyamete dek Hak Taâlâ'ya yüksek savtıyle tesbih eder. Bu denizler ortasında yedi yer, bir gemi gibi hareketli ve huzursuz iken, Hak Taâlâ bir büyük melek tayin etmiştir ki, yerlerin etrafını kavrayıp, bir omuzu üzerinde sâki kılmıştı. Sonra Hak Taâlâ, o meleğin ayağı sağlam dursun için yeşil yakuttan bir büyük kare biçiminde kaya yaratmıştır ki; onun en üst düzeyinde bin vâdi yaratıp, her birini bir deniz ile ve her denizi binlerce çeşit yaratıkla doldurmuştur. Daha sonra Hak Taâlâ, o kayayı sabit tutmak içi bir büyük kırmızı öküz yaratmıştır ki, onun kırkbin başı, kırkbin boynuzu, kırkbin ayağı vardır. Her iki ayağı arası bir yıllık yoldur. Kayayı, boynuzları ve sırtı üzerine yüklenmiştir. Bu öküzün adı: Liyunan'dır. Sonra Hak Taâlâ, onun ayaklarını sabitleştirmek için bir büyük balık yaratmıştır ki, yedi deniz onun ağzında bir damla gibidir. Sonra Hak Taâlâ, o balığın altında bir büyük deniz yaratmıştır ki, büyük alık, bu büyük denizde sükûn ve karar etmiştir. Sonra Hak Taâlâ, o denizi altıda, yedi tabaka cehennem yaratmıştır. O büyük deniz, cehennem üzerinde sâkin olmuştur. Sonra Hak Taâlâ, yedi cehennemin altında sert rüzgâr yaratmıştır ki, sair ve sakar (cehennemin iki tabakası) onun üzerinde karar kılmıştır. Daha sonra Hak Taâlâ, o rüzgârın altında karanlık ve onun altında pere yaratmıştır. Yaratıkların ilmi o perdeye dek yetmiştir. Mülkünü ve mülkünde olanları Allah daha iyi bilir. *** Şimdi yazacağımız inci, günümüzün modern dincisine ait. Yaşar Nuri Öztürk diyor ki: "Stephen Hawking'in bütün sözlerini Kuran-ı Kerim'de bulabiliriz. Benim kanaatime ve araştırmalarıma göre, Kuran-ı Kerim'de kıyametin habercisi olarak adlandırılan Dabbet-ül-arz Hawking'dir. Hatta bu konuda Hawking'e bir mektup da yazdım. Mektubumda sonuna kadar kendilerini destekleyeceğimi belirttim. Ancak Hawking'in neden Dabbet-ül-arz olduğuna dair inancımı daha sonra açıklayacağım." Neml-82. Söylenen söz başlarına geleceği zaman, onlar için yerden bir dabbe çıkarırız, insanların ayetlerimize kesin inanmadıklarını kendilerine söyler. 19. yüzyılın sonlarında treni gören dinciler “İşte dabbe budur!” demişlerdi. “Hem yer üzerinde hızla gidiyor hem de yerden besleniyor, kömür yiyor.” Tren konuşmayınca, dabbe'nin konuşanını buldular. *** "Dincilerden İnciler" Gazali'siz olursa eksik sayılır. Bakın Gazali hemcinslerine ne tavsiye etmiş: Kadınlarınıza evlerinin kapısında oturmamaları için yeni elbise yaptırmayın, çünkü elbiseleri güzel ve yeni olursa kalplerine dışarı çıkmak arzusu gelir. Dışarı çıkması kesin gereken kadın kocasından izin aldıktan sonra dışarı çıkmalı ve şu kurallara kesin uymalıdır: Sıkı sıkıya örtünüp kötü giysilere bürüne, Hiç çıkmamış gibi davrana, Başını öne eğip kimsenin yüzüne bakmaya, Kalabalığa karışmaya, Erkeklerin bulunduğu yerlere yanaşmaya, Herkesin dolaştığı sokaklardan uzak dura, İşini bir an önce bitirip evine döne. Kadın sekiz sıfatlıdır: Giyim kuşam hevesinden maymun Fakir düşmeye razı olmadığından köpek Kocasına ve diğer insanlara kibrinden yılan Gece gündüz koğuculuk yaptığından akrep Evden eşya sattığından fare Erkeklere hile kurduğundan tilki Kocasına itaat ettiğinden dolayı koyun. En makbul kadın koyun olandır. (Gazali, Ihya) _________________________ Saygılar... DİPNOT...
  8. Sevgili minikyildiz... Biliyorsun Cehennem 7 kattır... Cehennem.. Sair.. Sakar.. Cahim.. Huteme.. Lâzi.. Heviye.. Keşke bu dunyada doya doya ölebilseydik... Fakat ne çare orada da kolay kolay yok edilmiyoruz... Bunların hangi birine şiirsel yaklaşabilirimki... Saygılar... DİPNOT...
  9. Size katılıyorum sevgili NİCLENO... Tabiki bahsettiğiniz konu diğer tehlikeler gibi en önemli tehlikelerden biri... Saygılar... DİPNOT...
  10. Medrese-mürit-militan üçgeninin yarattığı bağnaz güç, Cumhuriyetin rövanşı için her geçen gün daha da pervasızlaşıyor!.. Tarikat ve cemaatler 1970’lerden itibaren “talebe yurtları” adı altında büyük kentlerde öğrenci avına çıktılar. Amaçları yükselen sola karşı, mürit-militanlar yaratmaktı... Turgut Özal’ın 1983’te iktidara gelmesi Nakşiler ve Nurcular’ın gençlik içindeki örgütlenmesine hız verdi. Gericiler “mümin gençlik” hedefini bir süre sonra “mürit bürokrat” çizgisine çektiler. Sayıları hızla artan tarikat yurtları ve öğrenci evleri rejimin yıkılma hesaplarının yapıldığı antrenman sahalarına dönüştürüldü. İşte Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) gibi dernekler bu sinsi hesabı gördükleri için yok edilmek isteniyor. “Ergenekon” soruşturması medyayı, ordu mensuplarını, siyasi merkezleri ve sivil toplum kuruluşlarını hedef alıyor. Cumhuriyeti ayakta tutmak ve yaşatmak için çaba gösteren; gerici ve karanlık çevrelere karşı uyanık duran bu merkezler “terörist” damgası vurularak saf dışı bırakılmaya çalışılıyor. ÇYDD gibi kimi sivil toplum örgütlerinin hedef alınması ise operasyonun siyasi bir hesaplaşma olduğuna ilişkin inancı giderek güçlendiriyor. Atatürk’ün Türkiye için şekillendirdiği çağdaş yaşam modeli, özellikle son 40 yılda sosyal, siyasal ve ekonomik açıdan ciddi devinim geçiren tarikat ve cemaatlerin tehdidi altında kıvranıyor. Mahalle baskısını sosyal yaşamı cendereye alan kırmızı çizgilere dö- nüştüren zihniyet, bağnaz ideolojileri topluma enjekte etmek için her yolu deniyor. Devletin istihbarat merkezlerine kadar sızan kimi cemaatler bir yandan siyaset ve bürokrasideki kolları diğer yandan da medyadaki güçlerini kullanarak Cumhuriyet’in dinamiklerine karşı taarruz ediyor! Bu odaklar “Ergenekon” soruşturmasındaki iddiaları, kendi karanlık beklentileri için saldırı gerekçesi yapmaktan kaçınmıyor! Aydınlar sistemli olarak ********* iftiralarla hedef gösterilerek yıpratılıyor, sonra da sindirilmeye çalışılıyor. Medrese-mürit-militan üçgeninin yarattığı bağnaz güç, Cumhuriyetin rövanşı için her geçen gün daha da pervasızlaşıyor!.. Medrese-mürit-şiddet!.. Mezar evlerin ortaya çıkartıldığı Hizbullah operasyonları ve 15-20 Kasım 2003’te bir ramazan günü İstanbul’un göbeğini cehenneme çeviren El Kaideciler, kaçak Kuran kurslarının, taşra medreselerinin, öğrenci evleri ve tarikat yurtlarının ürünleriydi. Toplum iki örgütün kanlı eylemleriyle din adına cinayet işleyen şebekelerin gerçek yüzünü görmüş, laikliğin önemini ve Atatürk Cumhuriyeti’nin nasıl vazgeçilmez olduğunu bir kez daha anlamıştı. Kitleler tarikat ve cemaatlere teslim ettikleri çocuklarının canlı bombalara ve şeriat tetikçilerine dönüştürüldüğünü görünce gaflet uykusundan uyanmaya başlamıştı. Tarikat örgütlenmelerindeki militan erozyonun tek nedeni şiddeti yöntem olarak kullanan güçlerin toplumda yarattığı korku değildi. Nihai hedeflerinin deşifre olması da bu yapılanmaları gözden düşürmüştü! Kemalist yurtseverlerin 1980 yılının sonlarından itibaren çağdaş yaşamın yok edilmesine yönelik takıyyeci oyunu fark etmeleri ise gerici çevreleri zaten endişelendiriyordu. Onların paniği bir grup yürekli kadının, körpe beyinlerin karanlık ellere teslim edilmesine isyan etmesiyle doruğa ulaşmıştı. O kadınlar yokluk içinde, “Ülkenin çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkması ülküsü için bilgi, beceri ve deneyim birikimiyle, gönüllü çalışan bir sivil toplum örgütü”nü yarattılar. ÇYDD, “Atatürk devrim ve ilkeleri ile gerçekleşmiş olan hakların korunması, geliştirilmesi, yaygınlaştırılması ve çağdaş eğitim yolu ile çağdaş birey ve çağdaş topluma ulaşılması” için kuruldu. Dernek 20 yılda 93 şube ve 17 bin üyeye ulaştı. “Orada Bir Okul Var”, “Baba Beni Okula Gönder”, “Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları” gibi onlarca projenin tek amacı gençliğin bağnazların eline düşmesini önlemekti. Dernek son dönemde 100 bin kız çocuğunun okula gitmesini sağlamaya çalışıyordu. ÇYDD’nin 2009 yılı hedefleri arasında 5500 öğrenciye burs vermek de vardı. Polis işte böylesine yürekli, böylesine Cumhuriyet yanlısı çabaları olan bu derneğin 33 şubesini bastı, çalışanlarını gözaltına aldı. Yaşam mücadelesi verirken tüm zamanını ÇYDD’nin başarısına adayan genel başkan Prof. Türkan Saylan’ın evinin basılması ise toplumun vicdanını ağır biçimde yaraladı. Sinsi beklenti!.. Peki bu operasyonun ardındaki beklenti nedir?.. Yargının bu operasyonla neyi amaçladığı şimdilik net olarak bilinmiyor! Tüm olanlara karşın toplum Cumhuriyetin savcılarına olan inancını korumaya çalışıyor! Ancak tıpkı Atatürkçü Düşünce Derneği’ne (ADD) olduğu gibi ÇYDD’ye yönelik operasyonu da ellerini ovuşturarak izleyenlerin nasıl bir rant beklediği çok net görünüyor. ADD, ÇYDD ve Çağdaş Eğitim Vakfı’na (ÇEV) yönelik operasyonlar ne yazık ki, laik Cumhuriyete sağlıklı bireyler yetiştirmeye çalışan kuruluşları terör merkezleri gibi gösterecektir! Gözaltılar bu örgütlerin yöneticileriyle ilgili “terörist” imajı yaratacaktır!.. İnsanlara bu tür operasyonlarla “ADD ve ÇYDD Ergenekoncudur, çocuklarınızı uzak tutun, bunlara destek vermeyin” mesajı verilmeye çalışılıyor!.. Gelecek kaygısındaki toplum çaresiz bırakılarak, genç beyinlerin yeniden tarikat evlerine mecbur bırakılması için zemin hazırlanıyor!.. AKP iktidarıyla birlikte Cumhuriyetçi güçlerin kıskaca alınması çabalarında ADD ve ÇYDD gibi kurumların iyice çaresiz, güçsüz, yalnız ve sahipsiz bırakılması hedefleniyor. Duyarlı kitlelerin bu kurumlardan olabildiğince uzaklaştırılması için psikolojik savaş giderek yoğunlaştırılıyor!. Madalyonun arka yüzünde, cemaatlerle büyüyen siyasal gücün yönlendirdiği sinsi ve ürkütücü bir plan vardır. Şu gerçek unutulmamalıdır ki, bu planın merkezindeki mücadele gericilikle ilericiliğin, aydınlanma ile karanlığın, laiklikle dinciliğin kavgasına dö-nüştürülmüştür!.. Cumhuriyetin geleceğini düşünen kitleler bu oyunlara gelmemelidir. Toplum bu tuzağı görmeli ve operasyondan umutlanan çevrelerin ekmeğine yağ sürecek bir duyarsızlığa kapılmamalıdır!.. Kemalistler, Atatürkçüler, Cumhuriyetçiler, sosyalistler, aydınlar, duyarlı yurtseverler; ADD, ÇYDD ve ÇEV gibi örgütlerle başta Cumhuriyet gazetesi olmak üzere laik Cumhuriyetin geleceği için mücadele eden medya kuruluşlarına ve aydınlara sonuna kadar sahip çıkmalıdır... Artık meydanlarda, “Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganlarının atılacağı bir süreçte değiliz!.. Sıra size gelmeden uyanın!.. Aydınlık tamamen karanlığa dönüşmeden bir şeyler yapın!.. Mehmet Faraç...
  11. Olacak olakak merak etmeyin... Öyle yer gök karışacak türden değil ama... Şöyle bir olup bitene ve çevrenize bakarsanız (virüsler, biyolojik silahlar, Atomik savaşlar, istilalar, sömürünün inanılmaz boyutları, talanın ise bir adım ötemizde boy gösterdiği, siyasal entrikalar, evimizdeki bilinmeyen gözlerin sürekli bizi takip eden eletronik eşyaların çokluğu, telefonların bile dinlenerek suç sayıldığı dönemler. hatta günümüz yalancılığınının ve riyakarlığının kıskandıracak derecede tavan yapması. hayranlık uyandıracak kaoslar ve krizlerin çokluğu vs...) yer ve gökün karışması türünden olmasa bile biz dünya insanları için daha da kötüsü başladı bile... Farkında değilmisiniz yoksa... Ah ah çok üzülürüm ben şimdi sevgili minikyildiz... Saygı ve sevgiler... DİPNOT...
  12. Siz insanların ibadet etmek ve dua etmek için oluştuğunu yorumlarsınız... EZBERİNİZ BOZULMAZ... Ben ise asla böyle birşey inanılırdan çok uzak derim... EZBER BOZARIM... Yoksa yanılıyormuyum.... Sahi... Siz 'insan ve kainat oluşumunun bilimsel temelini nasıl yorumluyorsunuz'... Saygılar... DİPNOT...
  13. Segili sarıgöl.. Hadi diyelim ölümü tattık.... Ne olacak yani... Çok mu önemli... Her böcek, kuş, memeli, memesiz, ot vb... gibi yok olduk... Senin tebliğlerine çok mu ihtiyaç duyacağız... Ya da... Sadece bu dünyaya ibadet edip dua etmek içinmi geldik... Olurmu böyle birşey... Beni ibadet ve dua için yaratmış olan bir tanrının.... Sembolik veya Kültürel anlamda bana verebileceği ne olabilir ki... Hadi canım... El insaf denir... Ve bende aynen böyle diyorum... Kısacası ne senin önemin var ne benim... Aslolan gerçek dünya ve bu dünyanın öbür dünya için ıskalanması hiçbir akıl ve mantığa uymamaktadır... Bizlere düşen görev.... Önce bu dünyayı cennete çevirelim... Ki bu da asla ilahi adalete sığınarak olunacak birşey değil.... Akıl ile, bilim ile, insanı değerlerde birleşerek olabilir.... Yoksa müslümanlıkla, hırıstiyanlıkla, budizm ile, tevrat ile, incil ile olacak şey değil... Olsa bile bunlar ancak bizi bölmeye, savaşa ve etnikçiliğe yöneltir... Aslolan akıldır ve aklın yolu birdir.... Saygılar... DİPNOT...
  14. Bakın; Dinin insanlar için çok önemli ruhsal bir afyon yüzü vardır... Yani; Anlatmaya çalıştıkların ve dinsel tabirlerin şu önergeyi ortaya koyduğu ortada... “Ne yani ‘Allah’ yapamaz mı?” argümanı, burada, Müslüman zihni uyuşturan, tarihe, hayata ve tabiata yabancılaşmasına neden olan bir afyona dönüşmüş oluyor. Allah’ın her şeyi yapabilirliği, buradan girerek Müslüman zihnin her şeye inanabilirliğine dönüşüyor. Bu durumda “Müslüman kimdir? denince akla gelen “Gerçek’e (Hakk’a) teslim olan” değil; “Allah” deyince her şeye teslim oluveren oluyor. Gerçekte “orada” ne olup olmadığının hiçbir önemi kalmıyor. Böyle işleyen bir zihnin araştırma yapması, bilginin, belgenin, delilin, kanıtın peşine düşmesi mümkün değildir. İslam dünyası bu yüzdendir ki uyuşmuş, donmuş vaziyettedir.“Allah” ile uyanan bir dünya, “Allah” ile uyuyan bir dünya haline gelmiştir. Bu nedenle... Bizlerin gözlerini dört gözlü hale gelmesi bundandır... Saygılar... DİPNOT....
  15. Göhü genişletme düşüncesinde olan bir tanrının... Açlık, sefalat, yoksulluk ve savaşlar karşısında ne kadar azc ve güçsuz olabileceğini anlayamıyorum... Sahi siz anlayabiliyormusunuz... Saygılar... DİPNOT...
  16. DİPNOT

    Erbakan 83'ünde geri döndü

    Evet yeni yeni duymaya başladım... Neden mi... Şöyle bir etrafımıza bakma yeteneğimizi yitirmemişsek... Ve en önemlisi duygu ve sezi refleksimizi yitirmemişsek... Şöyle tamtamsal arabesk türü seslerin nelere kadir davranışsal durumlara gebe olduğunu ço iyi tahmin edebiliyorum... İlk oyuna giren kim olur onu gerçekten bilemem... Saygılar... DİPNOT...
  17. Ben inanmasan... Almıyayım ya... Binlerce yıldır aynı hikayelerden bıktım usandım... 21. yüzyıla ramak kaldığı şu günlerde... Bunların ezberiyle oluşmuş bir beyne hiç bir zaman izin vermeyeceğim... Çünkü günümüz insan beyni onların çok ama çooook üzerinde... Kendime haksızlık etmemeliyim... O yegane var olma sebebim... Saygılar... DİPNOT...
  18. DİPNOT

    Erbakan 83'ünde geri döndü

    Evet sevgili minikyildiz... havalı olurdu... Öyle bir hava çalardı ki... 21. yüzyıla ramak kala kendimizi ortaçağ tamtamları arasında bulurduk... Saygılar... DİPNOT...
  19. DİPNOT

    DİPNOT'lar...

    ANEKTOT... Yapılacak tek şey eski toplumun kültürü ile bugünkünü kıyaslamaktır. Hiç bir ilahi inanış vahiy yoluyla gelmedi. Onlar eski inanç ve davranış biçimlerinin gelişen üretim ilişkileri içerisinde yeniden ve yeniden yorumlanması ile ortaya çıktı. DİPNOT...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.