Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3.724
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    30

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. *** Dinsel baskı ve korkularından uzak kalarak Allah'ın varlığını insan zekasını önde tutarak kavramaya çalışan sağduyulu herkes için... ALLAH'IN VARLIĞI HAKKINDA KANAAT EDİNMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR *** Bir şeyin var olduğuna veya olabileceğine birini inandırmak için ona bu şey hakkında birbiriyle çelişmeyen... Ve birbirini ortadan kaldırmayan şeyler söylenmelidir. Oysa; şimdiye kadar " Allah'ın" varlığı ile ilgili ne söylendiyse ya anlaşılmaz ya da tümüyle çelişkilidir... Bütün insanların bilgisi az çok aydınlandığı ve olgunlaştığı halde nedense Allah'a ait bilgi hiçbir zaman aydınlanmadı. Hatta, Allah'a ait bilginin, birtakım kuruntuların, belirsizliklerin etkisiyle daha da çok karartıldığı görülüyor. En uygar milletler, en derin düşünürler bu konuda en geri kalmış milletlerle ve en bilgisiz, anlayışı kıt kişilerle aynı düzeyde. Çünkü; her din ancak, "mantık"ta iddiayı kanıt kabul etme hatası üzerine kurulmuştur: Bedavadan varsayar ve sonradan ürettiği varsayımlarla kanıtlar! Bugüne kadar üretilen bütün varsayımlara rağmen gerçek şu ki; "ALLAH'IN VARLIĞI KANITLANAMAMIŞTIR." Niteliklerinin bizce anlaşılmaz olduğu bütün semavi dinlerde ifade edilen, Doğası ve içeriği bilinmeyen bir tanrının varlığına inanılabileceği, içtenlikle ileri sürülemez. "Niteliklerinin anlaşılmaz ve birbiriyle çelişen bir Allah'ın var olduğu iddiası varsayımdan öte bir şey olamaz..." Bir şey, birbirini karşılıklı olarak bozan, mantıken birleştirilmeyen ve... Anlaşılmayan iki düşünceyi kapsıyorsa; O şey hayal ürünüdür. *** *tna
  2. tamam diyelimki siz haklısınız... ne gibi eşitlik söz konusu biraz açar mısınız ?..
  3. *** Yukarıda alıntı yaptığım kişiler forumda bilinçli olarak ilgiyle takip ettiğim kişiler... İnsanlar fikir sahibidirler, bu fikirlerini kendilerince doğru olduğu için inançla ifade ederler... Karşılarındaki kişilere bu fikirlerini anlatmaları onları ikna etmeye çalışmaları sadece düşünce açıklama değil geniş bir kitleye hitap ediyorsanız... Bir fikri, düşünceyi veya inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla yapıyorsanız aynı zamanda propagandadır... İnsanlar inandıkları fikirleri yaşamın gerçeklerine uysun uymasın, doğru yada yanlış dile getirirler... Bu nedenle de karşıt fikirler tartışılır... Fikir tartışmaları kişisel hakaret ve karalamalar içermediği sürece düşüncelerimize zıt yada yanlışlarımızı dile getiriyor diye saygısızlık olarak algılanmamalı bence... Ayrıca edinmiş olduğumuz düşünceler aynı zamanda yaşamın gerçekleri karşısında test edilerek doğrulanmak zorundadır...Bireysel olarak herzaman bu testi sağlıklı olarak yapmamızda mümkün olamıyor çoğu kez... O nedenle karşıtlarımızın da deneyimlerini değerlendirmek, düşünsel açılımımızda yararlanmasını bilene doğru açılımlar sağlıyor her zaman... Fikirlerin doğruluğunu ve geçerliliğini, bizim ona katılıp katılmadığımız değil sosyal ve toplumsal yaşamın ondan ne kadar olumlu etkilenip etkilenmediği, doğal yaşamın bu yararlı bir düşüncedir onayı belirler... _İçkinin günah olduğunu kabul edip ardından içki satışını yapan bir kişinin çelişkiler içinde olduğunu söyleyebilir miyiz? _İşyerinde kitap defterin yanısıra vida, civata satıpta ben hırdavatçılık yapmıyorum demek ne kadar geçerlidir? _Gerçekliğin onaylamadıklarını kendi fikrimiz bu diye ısrarla savunmak yerine karşıt fikirlerin ne demek istediğini anlamak,kavramak amacıyla araştırmak sağduyulu bir insan tavrı değil midir.? *tna
  4. Ben İslam düşmanı değilim ki!... Fırsatçı hiç değil... Bu sizin öngörünüz... Birinin yaşamın gerçekleri içinde çevresinde yaşamını ve hayatını etkileyen bir konuda eleştiride bulunması ona düşman olduğu anlamını taşımaz... Kendinizde alıntılayıp ifade ediyorsunuz... Sizin İslam önerinize yönelik bende başka şeyler dedim... Sorunun temelinde inançların çarpık önerme ve yaklaşımlarının etkisi olduğununu söyleyip eleştirince... Hemen yaftayı yakıştırmış ve yapıştırmışsınız... İslam düşmanı... Fırsatçı... *** Yazdıklarıma katılmıyor olmanız son derece doğal ve hakkınız... Ama sizde biliyorsunuz ki, artık hafızanızın bir yerinde yazılanlar duruyor... Bu gün için "anlam veremediğiniz bilgiler" bir gün gelecek belli bir konuyu anlamaya çalışırken yerli yerine oturucak istesenizde istemesenizde... Sizin için olmasa bile bu başlığı okuyan diğer katılımcılar arasında yazılanların demogoji olmadığına... Konuyu farklı açılardan da değerlendirerek "anlamak, kavramak, araştırmak" ihtiyacı ile ele alındığına hak verenler çıkacaktır... Sizin bu ayrı meseledir, neyse diyerek geçiştirdiğiniz konuların üzerindeki örtüleri kaldırarak altında yatan gerçekleri görmek isteyecek katılımcılarında olacağı düşüncesi ile yazılmıştır yazılanlar... Sizin duygu sömürüsü diye algıladıklarınızı "Bu anlayış hangi koşullarda oluşmuş, bugün nasıl bir dünyada yaşıyoruz?" sorularının yanıtını aramak gerektiği üzerine değerlendirme yapan sağduyulu katılımcılarda olacaktır... *tna
  5. Cyrano'nun yerinde tespitiyle başlamak istiyorum... "Karşı olduğu ve nefret ettiği bir görüşe, alenen karşı çıkamama, içindeki söyleyememe".. İçimizdekileri açıkca dillendiremiyorsak.! Ne yapılabilir... 1- Taraf gibi görünüp o değerlerin özünü ve içeriğini ortadan kaldırmak için içi boşaltılır... 2- Olduğundan farklı görünmeye çalışarak "Takiye" yapılır... 3- En etkili yöntemlerden biri olan kafaların karışmasını sağlayacak polemik söylemler geliştirilir... *** Gerçek olan şu ki; Cumhuriyetimizin kurularak, toplumun çağdaş bir çizgide yeniden yapılandırılması aşamasında bu üç yöntem sürekli kullanıldı. Son dönemde temel değerlerin iyiden iyiye yıpratılaması için bu çevreler ikdidar erkinide ellerinde tutarak herşeyi yapıyorlar... Oysa her ifade eğer polemik ve bu yöntemleri içinde barındırıyorsa kendi içinde kendinin reddini barındırır... Nasıl mı.? Onların gerçek düşüncesi Devletin islami kurallarla yönetilmesi... Bunu açıkca ifade edemez ve yukarıdaki yöntemleri uygulayarak şu söylemi geliştirirler... "Devlet laik olabilir kişi laik olamaz"... Bu söylemi, her alanda topluma dayatarak onları buna inandırdıkları zaman o değerin içeriği boşaltılmış anlamı ve işlerliği ortadan kaldırılmış olacaktır... Amaçta budur zaten... Oysa, % 99'u müslüman söylemleriyle kafalarındaki gerçek düşünce nedir? " Kişi müslüman-(dır)- olabilir ve Devlette islami kurallarla yönetilecektir..." Kafalarındaki bu söylem doğru ve geçerliyse...Demek ki... "Kişiler Laik olabilir ve devlette laik kurallarla yönetilebilir..." Ve Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundaki temel esaslardan biride "Laiklik" ilkesidir... *** İşi tersinden ele alalım... "Kişiler müslümandır devlet İslami kurallarla yönetilecektir" gerçek düşüncesini ile... "Kişiler laik olamaz...Devlet laiktir " diye takiye, polemik yaparak kavram kargaşası oluşturmaya kalktığınızda kendi ifadeleriniz sizi çürütür... "Kişiler müslüman olamaz... Devlet İslamdır." polemiğine ulaşır... Gelde çık işin içinden... Polemik böylesine saçma yaklaşımlar bütününü içinde barındırır... Amaçlanan esas nokta başbakanın "Kişiler hem müslüman hemde laik olamaz" söylemiyle açığa çıkıyor zaten... Toplumun kafasını, onların düşünmeden kabul eden, saçmalıklara pirim veren, inançları adına görmemezlikten gelen tarafına yönelerek, istismara kalktığınızda varılacak nokta tam da içinde bulunduğumuz durumu özetliyor... *** *tna
  6. Al sana açılım... Vatanımız özgür ve bağımsız … Yüzyıllardır ayakta... Şimdi evlatlarını çağırıyor … Özgür bağımsız Ermenistan’a * Milli marşları bu...Alkışlayacaklar. * Korkma, sönmez … Bu şafaklarda yüzen al sancak * Eminim ıslıklayacaklar. Yuhlayacaklar. * Halbuki, bugün o statta enstrümantal şekilde çalınacak olan İstiklal Marşımızın orkestrasyonunu yapan kişi, Ermeni... "Ne mutlu Türküm diyene" diyebilen vatandaşlarımızdan biri o... Edgar Manas. * 1875’te İstanbul’da doğdu. 1964’te İstanbul’da vefat etti. 1922’de İstiklal Marşımızın orkestrasyonunu yaptı; 1923 ile 1933 arasında İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda ders verdi. * Var mı haberi Gül’ün? * Ne kadar da şahane açılım yaptığını göstermek için yanına Fransız gazetecileri filan alacağına, Edgar’ın torunlarından birini alsaydı, daha iyi olmaz mıydı? * Madem 1915’te kese kese sülaleleri kuruttuk... "Hani soykırım?" diye sormanın, en büyük kanıtı değil midir, Mustafa Kemal’in İstiklal Marşımızı emanet ettiği Edgar Manas? ***
  7. Zamanında okurken anlam veremediğiniz bilgiler, bazen belli bir konuyu anlamaya çalışırken yerli yerine oturuyor. Tıpkı başlıkta yazılan yazıların birinde sokak çocukları ile ilgili çözümün İslamiyet’te olduğu önerisi... Ve yukarıdaki alıntıda ifade edilenler üzerine... Konuyu bu açıdan anlamak, kavramak, araştırmak ihtiyacı ve zorunluluğunda olduğu gibi *** Konuyu araştırdım… İslamiyet'te en başından itibaren gelinle evlenme yasağı var. Evlat edinme yasağı ise daha sonra çıkmış. Hz. Muhammed önceleri "Muhammed'in oğlu" diye çağrılan, evlat edinmiş olduğu Zeyd'in eski eşi Zeynep ile evlenmiş. Evlat edinme yasağı ile ilgili ayetler Zeyd ile Zeynep'in boşanması ile Zeynep ile Hz. Muhammed’in evlenmesi arasındaki dönemde inmiş...(?)... Zeyd'in 'oğul' statüsü de bu sırada değişmiş. EVLAT EDİNMEK CAİZ MİDİR? İslamiyet gelmeden önce evlat edinmek yaygın bir adetti. Hatta Peygamber (sav) nübüvvetinden evvel cari olan adet üzere Zeyd b. harise'yi evlat edinmişti. Ama İslamiyet geldikten sonra onu yasakladı. Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Muhammed sizin erkeklerinizden kimsenin babası değildir" (Ahzab suresi). Peygamber (sav) şöyle buyurur: "Babasından başka bir kimseye mensup olduğunu söyleyen kimseye babası olmadığını bildiği halde cennet haramdır (Buhari-Müslim). Ve böylece İslamiyet evlat edinmeyi yasaklamış oldu. Evlat edinmek çok çirkin bir iştir. Varis olmayan varis olduğu gibi, varis olan da mahrum bırakılır. Kaynak: İslam Fıkıh Ansiklopedisi... http://www.sevde.de/İSLAM_FIKHI *** Evlatlık ayrı bir meseledir;... Neyse deyip geçmek çözümü istemekten çok ertelemeye yönelik bir yaklaşım... İslam'da evlat edinmek yasak, buna karşılık kimsesiz çocuk büyütmek sevap. Ama koşulları var: Asla mirasçı olamayacak! Bu arada Hz. Muhammed, "Yetimi himaye eden kimse ile ben cennette şahadet parmağı ile orta parmak gibi yakın olacağız" da demiş. İslam'da evlat edinme yasak... Himayesine aldığınız yavruların size baba demesi yasak, çünkü kan bağınız yok... Ayrıca onlara miras da bırakamıyorsunuz. Çocuğa sürekli onun gerçek babasının siz olmadığını hatırlatmalısınız... Ama yetimi himaye edebilirsiniz... İslam dininin, sokaklardaki ve yuvalardaki çocuklarımızla barışmada, Onları temel insan hakları açısından sahiplenmekte... Açıkça telaffuz edilmese de çok büyük bir engel olarak karşımıza çıkacağını çözümün islamiyette olduğu önerisi yapılmadan önce hiç düşünmüş olanlar var mı acaba?... Bu islami yasak söz konusuysa "İslam" nasıl "tek ve kesin" bir çözüm olabilir?... Sizin;... "İslam'da İslam kardeşliği, öksüz ve yetimlere özel ilgi, insani yardım vurgulanmış" "sorunların temeline inilerek müthiş bir toplumsal bütünleşme ortamı hedeflenmiştir." ... Demenize karşın... İslam fıkıhı "Evlat edinmek çok çirkin bir iştir. " "Varis olmayan varis olduğu gibi, varis olan da mahrum bırakılır..." diyerek... Kimsesiz ve sahipsiz çocukları sorunun temeline inerek sahiplenmek yerine... "mal mülk ve paylaşım adına" onları reddediyor... *** Evlat edinme konusunda Türkiye'de bir anlayış sorunu var. Çevrenizi biraz daha duyarlı bir şekilde gözlemlerseniz eğer... Dikkat edin, evlat edinen biri için 'evlatlık aldı' deniliyor... Evlatlık başka şey, bir evlat edinmek başka... "Evlatlıkta himaye var"... "Evlat edinmede ise kan bağı olmaksızın, 'gerçek' anne-babalık"... Dillendirilmese de alttan alta bakışımızın neden, nasıl etkilendiği ortada... "Evlatlık ayrı bir meseledir" "Neyse bu ayrı mesele ayrıntılar işin uzmanlarından öğrenilmelidir" diye geçiştirilebiliyor... Türk ailesi yüzlerce yıllık birikimin izlerini taşıyor. Bu anlayış hangi koşullarda oluşmuş, bugün nasıl bir dünyada yaşıyoruz? İslamiyetin çözüm olduğu önerilerine karşın... Eğer yukarıdaki linki tıklarsanız... Evlat edinmek çok çirkin bir işmiş... İslam fıkıhında...Böyle buyuruluyor... *tna
  8. sevgili "taklamakan" "Yazılarımda bu tür polemiğe açık kolaylıkla gerçekliliği saptırılabilecek tür diyalog ve tartışmalara girmemeye çalışıyorum..." ifademde anlatmaya çalıştığım tür diyalog ve tartışma sn.kafedengi tarafından örneklenmiş... "üzgünüm ama , sizin sorularınıza cevap yok." diyerek gereksiz kısır çekişmelere girmemek olumlu olmuş... Gerçi buna da gerek yoktu ama tam bu noktada keserek polemiğin uzaması engellenmiş... *** Sn. "kafedengi" Elbetteki Türkiye Cumhuriyetinde bu tür absürt düşüncelere sahip inanç sahibi yada şövenist kafa yapısında insanlar azınlıkta... Sorunun özünde inanç değerlerini "Tanrı" istedi diye kendisi gibi düşünmeyen komşusunu kesebilecek düzeyde abartan sapkın kişiler eleştiriliyor... Ancak hafızanızı biraz zorlarsanız "Tanrı" istedi diye çocuğunu kurban eden babaların gazete ve televizyonlarda çıkan haberlerini anımsayacaksınız... Çok Haklısınız siz elbette inanmıyor diye komşunuzu kesmek gibi bir düşünce içinde olamıyacak kadar sağduyu sahibisiniz... Ama unutmayın ki, Afkanistan da İslam inancından Hıristiyanlığa geçen kişinin ölüm cezasına çarptırılması hala hafızalarda yerini koruyor... Ülkemizde din değiştirdi diye ölüm cezasının olmaması, inanmıyor diye komşusunu kesmeyi düşünmeyenlerin çoğunlukta olması, İslamiyete inananlar arasında bu tür düşünce ve yaklaşımların olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor... Tıpkı bizde recim ve elkesme gibi cezaların olmamasının İslamiyette bu cezaların olduğu gerçeğini ortadan kaldırmadığı gibi... *** Sn. "kafedengi"; İnanıyorum ki, yazılanların içeriğini anlatılanları anlamak için okuduğunuzda verebilecek tutarlı ve herkesin yararlanacağı düzeyde yanıtlarınız muhakkak vardır... Ama sizi rahatsız ettiğini düşündüğünüz yada içeriğini kavramadan yanıtladığınız yazılara verdiğiniz polemik yanıtlar... Şimdi yazacaklarıma alınsanızda, kızsanızda gerçek şu ki, yazdıklarınızın anlamını basitleştiriyor... Örneğin yukarıdaki yazınızda kendi bakış açınıza göre açmaz olarak gördüğünüz noktaları polemik konusu yapmak yerine, Soruya soruyla yanıt üretmek yerine, konunun özüne yönelik düşüncelerinizi bizlere aktarmış olsaydınız... Katılınsın yada katılınmasın üzerinde düşünülmeye değer bir paylaşımda bulunmuş olurdunuz... Başlıkların içeriğine saygılı ve hepimizin yararlanacağı paylaşımlarda buluşmak dileğiyle... *tna
  9. Okuduğunuzdan anladıklarınızla yazılanlar ne kadar da farklı şeyler öyle değil mi? Taklamakan, "Sizin ruh diye adlandırdığınız şey , BİLİNÇ tir." demiş... Siz, "sn taklamakan o can degıl bılınctır demıs." diye anlamışsınız... *** Taklamakan "ruh diye adlandırdığınız şey , BİLİNÇ tir." ifadesini kullandığına göre devamındaki mantığınıza göre konuyu şu şekilde sulandırmamız daha uygun... *** Galiba okuduğunuzu farklı anlayıp yada yorumladığınızı kavradığınız zaman... işaret ettiğiniz noktaya gerekli açıklamanın tarafınızdan "pardon" olarak verilmesi gerektiğini kabul etmeniz gerekiyor...
  10. Sizi tebrik ediyorum... Konunun içeriğiyle ilgili tartışmak yerine kıyısında köşesinde dolanarak, Konuyla ilgisiz laf olsun diye kısır ve kişiselleşmiş yaklaşımlar üretmeyi başarabildiniz... *** Bu başlık, “Tanrının varlığı” hakkında tartışılmasının uygun şart ve olanaklarını sağlayarak, Anlamlılığı konusunda -deneysel doğrulama- kurallarını benimseyerek, Doğrulanabilirliğini -Akıl yürüten, olgucu- bir bakış açısıyla anlamak, anlaşılabilirliğini sağlamak amacıyla açılmıştır… Buradaki hedef günümüze değin insanoğlunun düşünce yapısını ve yaşamını etkileyen "Tanrının varlığı ve yokluğu" konusunda “Akla dayanan, Akılsal” veya “Varsayılan, Anlatılan” ama doğrulanabilirliği, anlamlı oluşu “mantık ve kanıtla” desteklenebilen Ve bunların da ötesinde bu iddialarının doğruluk ve yanlışlıklarının entelektüel düzeyde tartışılabilmesi amacıdır… Gerçek şu ki; inanan bir teist için tanrı vardır ve tanrı hakkında anlamlı bir şekilde konuşmak birtakım sorunlar barındırsa da, mümkündür. Tanrıya inanan birinin, Tanrısı hakkında söylediği her ifadenin doğruluğu ve yanlışlığı sonunda istese de istemese de İnsan oğlunun sağduyusu öne çıkınca böyle bir "Tanrının" var olup olmadığı problemine dönecektir. Ortaya çıkan bu problem onları bu konuda entelektüel düzeyde tartışmak yerine, Ne yazık ki konunun sulandırılması yönünde yaklaşımlar üretmeye ve yazılar yazmaya yönlendiriyor… *tna
  11. Sevgili ali; Biraz önce izlediğim TV programında ilk adı "Alirıza" olan islam düşünürü ve uzmanı... İslamiyetin "Evlatlık kurumunu" reddettiğini, yasakladığını iddia ediyordu... O an aklıma eğer söyledikleri doğruysa ...ki; Kurandan örneklerle iddiasını kanıtlamaya çalıştı... 4 kadına izin veren bir inanç sistemi... Evlatlık kurumunu neden reddeder diye bir soru düştü... "aile kurumunu güçlendirmek; toplumsal dayanışmayı yerleştirme" yaklaşımında samimi ve doğru düşündüğünü kabul ediyorum... Ancak bunu sadece tek ve kesin çözüm olarak islamiyete bağlamak ne kadar doğru bir teşhis... Bu islami yasak söz konusuysa " İslam" nasıl "tek ve kesin" bir çözüm olabilir?.. Üzerinde düşünmek gerekli...
  12. Yazdıklarım bir yorum ve zan değil... Bire bir yazdıklarınızı okuma, değerlendirme, ifade ve anlatımlarınız üzerine hakkınızda kanaat edinme... Ama önemli olan benim yazdıklarım da değil... Sizin sizi hepimizden daha iyi biliyor olmanız... Bize düşen beyanlarınızı ön yargısız olarak kabul etmek... Ancak yapabileceğimiz şey bu son yazdıklarınızla daha sonra yazacaklarınızın tutarlılığını değerlendirmek.ki.. Sizi "fettulahcı misyoner yaklaşımlarını benimsemiş biri olarak algılamamız ortadan kalksın..."
  13. Değerli arkadaşım... Yaşınız kaç bilemiyorum ama... yazdıklarınızın satır aralarındaki ifadeler ve içeriği samimi bir itiraftan öte şeyler anlatıyor... Ailesinden din eğitimi almamış bir kişinin kendi kendine sorduğu ve yanıtladığı şeyler değil yazdıklarınız... Ancak ışık evlerinden çıkmış yada fettullahcı probagandist yaklaşımların etkisi altında kalmış birinin ifadeleri yazılanlar... Özetle samimi bir dindarın yaklaşımlarından çok fettulahcı misyoner yaklaşımlarını benimsemiş biri olarak algıladım sizi...
  14. *** Bir Allah'ın, tanrının varlığı bütün dinlerin temelidir. Bu dinsel öğretileri benimseyenler arasında bu varlıktan çok az kimse kuşku duyar. Ancak dinin bu içyüzü,"Dinsel inançların özünü oluşturan ana öğe üzerine düşünen" her insanın zekasını yok sayan bir içeriktedir. Her dininin kurallarını öğretmek için yazılmış kitapların bu temel varsayımı, Bir tanrının varlığı üzerine sorulan çözümü en güç olan soru olmuştur. Ve o dinsel inanışları benimsemiş olanlar için bu temel varsayımın yanıtı da hep çetin ve sancılı olacaktır. Çünkü dinsel baskı ve korkularından uzak kalarak konuyu kavramaya çalışan sağduyulu herkes için... ALLAH'IN VARLIĞI HAKKINDA KANAAT EDİNMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR *** Niteliklerinin bizce anlaşılmaz olduğu bütün semavi dinlerde ifade edilen, Çevremizi algılamamız için gerekli bütün duyularımızı yok sayarak, Doğası ve içeriği bilinmeyen bir şeyin varlığına inanılabileceği, içtenlikle ileri sürülebilir mi? Sağduyusunu ve insan zekasını önde tutabilen dinsel varsayım ve korkularından arınmış herkes için bu sorunun yanıtı... "Niteliklerinin anlaşılmaz ve birbiriyle çelişen bir tanrının var olduğu iddiası varsayımdan öte bir şey olamaz..." "Hayır...İçtenlikle öne sürülemez." olacaktır... Çünkü; bir şeyin var olduğuna veya olabileceğine birini inandırmak için, işe, bu şeyin "ne" olduğu ona söylenmekle başlanmalıdır. Böyle bir şeyin varlığına ya da varlığının olanaklı olduğuna inandırmak, onu cevap veremez bir hale getirip susturmak için, ona bu şey hakkında birbiriyle çelişmeyen ve birbirini ortadan kaldırmayan şeyler söylenmelidir. Kısacası, bir şeyin varlığına birini tümüyle inandırmak için, bu şey hakkında, anlayabileceği şeyler söylenmelidir. Kendisine bu sıfatların atfedildiği bu şeyin olmamasının mümkün olmadığı, ona kanıtlanmalıdır. Oysa, "Vazgeçilmez bir varlık, yokluğunda çelişki oluşturan bir varlıktır. " Bir şey, birbirini karşılıklı olarak bozan, mantıken birleştirilmeyen ve... Anlaşılmayan iki düşünceyi kapsıyorsa; O şey hayal ürünüdür. İnsanlar için açıklık; Ancak bize fikirler üreten duyularımızın ve... Bizi bunların birleştirilmesinin mümkün olup olmadığı hakkında karar vermemizi sağlayan duygularımızın sürekli tanıklığı üzerine kurulabilir. Yaşamımızın her anında herkesçe geçerli olan ve uygulanan bu ilkeler, Allah'ın varlığından söz açılır açılmaz göz ardı edilir, ulaşılan mantıksal gerçekler "yanılgı" olarak kabul edilir... Oysa; şimdiye kadar " Allah'ın", bir tanrının varlığı ile ilgili ne söylendiyse ya anlaşılmaz ya da tümüyle çelişkilidir... Ve dolayısıyla sağduyu sahibi olan her insan için olanaksız olması gerekir. Bütün insanların bilgisi az çok aydınlandı ve olgunlaştığı halde nedense Allah'a ait bilgi hiçbir zaman aydınlanmadı. Hatta, Allah'a ait bilginin, birtakım kuruntuların, belirsizliklerin etkisiyle daha da çok karartıldığı görülüyor. En uygar milletler, en derin düşünürler bu konuda en geri kalmış milletlerle ve en bilgisiz, anlayışı kıt kişilerle aynı düzeyde. Çünkü; her din ancak, "mantık"ta iddiayı kanıt kabul etme hatası üzerine kurulmuştur: Bedavadan varsayar ve sonradan ürettiği varsayımlarla kanıtlar! Bugüne kadar üretilen bütün varsayımlara rağmen gerçek şu ki; "ALLAH'IN VARLIĞI KANITLANAMAMIŞTIR." *** Eğer dinsel baskılanmanın, varsayım ve hurafelerin olumsuz etkisinden kurtularak sağduyumuzla düşünebilirsek şu gerçekle karşı karşıya kalırız... "HER DİNE ESAS HİZMET VEREN ŞEY, KUŞKULU ŞEYLERİN EN KUŞKULU OLANIDIR." *** *tna
  15. *** Dini düşüncelerin başlangıcı, genellikle az gelişmiş “vahşi” insan topluluklarının henüz çocukluk halinde bulunduğu dönemdir. Din koyanlar; tanrılar, ayinler, efsaneler, şaşırtıcı ve korkunç masallar sunmak için, Her dönemde hep ilkel benliklere başvurmuşlar ve etkileri altına almışlardır. Ataları tarafından incelenmeksizin kabul edilen batıl ve esassız inanışlar, az çok değişerek, baskı ve sıkı düzen altında bulunan, düşünce ve muhakemede bulunmayan çocuklara geçmiştir. Çünkü; Aklını gereği gibi kullanamayan VE BARBAR BÜYÜKLER OLMASAYDI DİN ve DİN adına gerçekleştirilen TAHAKKÜM OLMAZDI *** Kavimlerin ilk yasalarının konuşu, halkı egemenlikleri altına almak isteği ile gerçekleşmiştir. Bu amaca ulaşmak için en kolay çözüm, onları korkutmak ve muhakemeyi yasaklamak oldu. Bu yasa koyucular, kavimleri dolambaçlı yollardan götürdüler; ta ki, onların amaçlarını anlayamasınlar; Bastıkları ve geçtikleri yeri görmesinler diye onları semaya baktırdılar. Yol üzerinde onları masallarla eğlendirdiler. Sözün kısası..; Çocukları uyutmak ya da susturmak için ninniler söyleyen ve tehditlerde bulunan sütannelerinin yöntemlerini uyguladılar. Çünkü; HER DİN HÜKMETME İSTEĞİNDEN DOĞMUŞTUR. *tna
  16. Gül'ün tekne arkadaşı kimdi? Reisicumhurumuz, Abdullah Gül Beyefendi, riyaseti cumhur makamına oturmasının 1. seneyi devriyesinde NTV ekranına çıktı. Haliyle izledik. Genel anlamıyla vakit kaybıydı diyebilirim. Beyfendi 1 yıllık icraatından memnun ve mesut. Hata yapmamış. Her şeyi iyi yapmış. Pişmanlığı yok. Rektörleri kendi atamasa iyi olurmuş ama Anayasa böyle emrettiği için istemeden yapmış. Madem öyleydi niye aldıkları oya göre atamadınız da, kafanıza göre atadınız diye bir soru gelmedi. Zaten pek öyle dişe dokunur bir soru da yoktu. Mesela aylardır tartışılan Suudi Kralı'nın hediyeleri de sorulmadı. Belli ki, "O konuya girilmesi" yasaklanmış. Abdullah Gül'le yapılan sohbette en ilgimi çeken yanıt, benim haftalardır eleştirdiğim "45 metrelik yatla gezi" kosunda verildi. Konu yat gezisine gelince Abdullah Gül, "Dışişleri bakanlığım boyunca hiç tatil yapmamıştım* diye girdi söze. Ben de güldüm. Tıpkı bazı köşe yazarları gibi. "Bilmem kaç yıldır ilk kez tatil yapacağım" diye yazarlar. Oysa bir yıl önce de benzer bir yazıyla tatile çıkmışlardır. Tatil yapmak sanki ayıpmış gibi yaparlar. Gül de aynen öyle girdi söze. Sonra da yat tatiliyle ilgili bilgi verdi: "Bu tatilin masraflarının kendi payıma düşen bölümünü ödedim" Şaşırdım. Biz 45 metrelik yatta Gül ailesinin tatil yaptığını düşünüyorduk. Meğer durum farklıymış. 45 metrelik yatta Cumhurbaşkanı ailesinden başka tatilciler de varmış. Yanıttan çıkan sonuç bu. "Kendi payıma düşeni ödedim" demenin başka anlamı olabilir mi? Abdullah Gül kendi payına düşeni, Hayrunnisa Hanım kendi payına düşeni ödemiş olamaz. Abdullah Gül'ün, "Hayrunnisa hesap 100 bin dolar geldi. Ver bakalım kendi payına düşen 50'yi" diyeceğini zannetmiyorum. Bu durumda benim merak ettiğim bir başka durum ortaya çıktı. Reisicumhurla birlikte tatil yapan ve faturanın geri kalanını ödeyen kimdi? NTV ekranında bu soru da sorulmadı. Gerçekten merak ediyorum, Cumhurbaşkanı'nın tatil arkadaşı kimdi? NOT: Abdullah Gül yat tatilinin kendi payına düşen bölümüyle ilgili bir ödeme yaptıysa bunun mutlaka bir faturası vardır. Koskoca Cumhurbaşkanı KDV'den kurtulmak için faturasız iş yapmayacağına göre... Şu faturayı bir görmemiz mümkün olur mu acaba? Yanlış anlaşılmasın fiyat uygunsa seneye biz de Fettah Tamince'nin yatını kiralamak isteriz.
  17. ...Filan demiyorum... Orada yazılanlar aynen şöyle; *** "Hz.Adem Cennette yaratılmıştır. Nasıl yaratılmıştır? Elbette bilimsel açıklaması vardır" diye ortaya laf atmakla ne konuya bir açıklık getirmiş olunur, ne de tutarlı... İnançların varsayımları ile bilimsel yaşamın gerçekleri ve ilişkisi arasında sıkışıp kalmış bir düşünce yapısının sonuçları olarak karşımızda sırıtıp durur... Çağın gerçek ve geçerlililiği karşısında bilimin varsayımlar üzerine bir çalışması yoktur ve olamaz... Bu çaba ancak dinlerin bilimsel gelişmeler karşısında etkisini ve bulundukları yeri korumak amacıyla sizinde yazılarınızda örneklemeye çalıştığınız bilimsel verilerin revize edilerek dinsel görüşlere yamama çabası olarak karşımızda durur... ***
  18. Bu ifade ve yaklaşım tam da sizin yaşam felsefenize ve "kendisi gibi düşünmeyenlere hemen bir yakıştırmada bulunan, çamur atmakta sakınca görmeyen bakış açısına" örnek bir yaklaşım olmuş... Kimin koyun gibi düşünen, kimin "Yaşama sağduyusu ve mantığıyla" bakan olduğunu yazılanların okunarak anlaşılması mümkün... "Vah zavallı" ifadelerini amacını aşar mı acaba? diye kullanmakta tereddüt etmiştim ama "Algılamalar farklı diye karşındakileri sefahat içindeki insanlar olarak nitelenmesi " kullanmakla haksızlık yapmadığımı ortaya koyuyor ... Vah zavallı yaşam gerçekleri, Dinsel varsayımlar ve vah zavallı insan zekası ve bilinci...
  19. İnemezsiniz doğru!... Gelelim yanlış anlaşılıyor olmasına...İstediğiniz kadar dinsel inanışlarınızı güncel bilimsel gelişmelerin ışğında revize edin... İnsan oğluna ve yaşama dair gerçeklere, sağduyusu ve bilimsel bakış açısıyla bakmayı kavramış ve gerekliliğine inanmış olanlara varsayımlara dayalı önerileri elbetteki anlatamazsınız... Bu sizin yanlış anlaşılmanız değil, kavram kargaşası ve mantık hatalarının kabul edilemez olmasındandır.. Üstelik konuya yaklaşımınızda son paragraflardaki ifadeleriniz dinsel inanışlarınızı bilim kurgu mantığıyla açıklamanızda sizi kurtaramaz... "Hz.Adem Cennette yaratılmıştır. Nasıl yaratılmıştır? Elbette bilimsel açıklaması vardır" diye ortaya laf atmakla ne konuya bir açıklık getirmiş olunur, ne de tutarlı... İnançların varsayımları ile bilimsel yaşamın gerçekleri ve ilişkisi arasında sıkışıp kalmış bir düşünce yapısının sonuçları olarak karşımızda sırıtıp durur... Çağın gerçek ve geçerlililiği karşısında bilimin varsayımlar üzerine bir çalışması yoktur ve olamaz... Bu çaba ancak dinlerin bilimsel gelişmeler karşısında etkisini ve bulundukları yeri korumak amacıyla sizinde yazılarınızda örneklemeye çalıştığınız bilimsel verilerin revize edilerek dinsel görüşlere yamama çabası olarak karşımızda durur...
  20. Dinsel inanış ve varsayımlarınız dışında bu yazdıklarınıza bir kanıt olacak bilgi,veri sunmanız mümkün mü? HAYIR.! Vah zavallı yaşam gerçekleri, Vah zavallı bilim... Bir kerede daha kavradım ki; Dinsel inanç ve inanışlar her zaman insan zihninin ve gerçekliğinin önünde bir engel... Dinsel varsayımlar ve vah zavallı insan zekası ve bilinci...
  21. Fettullahcı kardeşler... Yada Forum üyesi olarak fettullahçı zihniyetin bilgi kirleten, yalan, asparagas ve abartılı zihin karıştırma faaliyetlerinin etkisi altında kalan diğer arkadaşlar... Etkin olma çabasıyla bu foruma taşıdığınız doğruluğu kanıtlanmamış yazılarla bilgi kirliliğine ve fettullahçı zihniyete bilinçli yada bilinçsiz olarak hizmet ediyorsunuz... Size tavsiyem foruma açılmış yeni bir başlık var onu okuyarak neden niçin ve nasılları kavramaya çalışın... Nihat Genç'ten Fettullah'çı Gençlere Yanıt: Bir genç insan olarak kendinize orada sizlere yöneltilen sorulara insani değerlere ve dürüstlüğe öncelik vererek yanıtlar vermeye çalışın... Kandırılmışlığın, küçük odalarda beyinleri yıkanmışlığın, "Cumhuriyet ve Atatürk" düşmanlığının etkisinden kurtulup "Bu toprağın çocukları" olmanın önündeki engelleri kaldırın artık...
  22. İnsanların öncelikle; Sağduyularını bir kenara bırakıp, "inançları, hisleri, ön kabul ve varsayımlarıyla" yanıt vermekle... Gerçekleri anlamak,doğruyu bulmak ve dile getirmek arasındaki farkı kavramaları gerekiyor... *Zihinlerde oluşturulan düşünceler, varsayımlar dışında bir konusu, bir maddesi olmayan "Tanrı" (Allah) fikri, Soyut bir varlık olmasının dışında gözümüzün önüne ne getirebilir? *Böyle bir düşünce, (Yanlış ve yersiz düşünce, bir evham ) değil midir? *Böyle bir düşünce, (Olmayacak bir şeyin olacağını sanma, bir vehim ) değil midir? *Zihin dışında bir ilkel örneği, asıl nüshası (Benzeri, aynısı, kopyası) bulunmayan soyut bir fikir, (Olmayacak bir şeyin olacağını sanma, bir vehim) bir kuruntudan başka bir şey midir? *** Yukarıdaki alıntıyla giriş yapıp devamında insan oğlunun yaptığı buluşlardan söz edip, Ardından tipik bir inançlının yaptığı mantık hatasıyla maddi keşiflerle soyut inançların aynı şeyler olduğunu ima ediyorsunuz... Oysa hiç bir "Vehim, Evham ve Kuruntu" insan oğlunun yaşamında kolaylıklar sağlayan bir buluş olarak yer almamıştır... Bahsettiğiniz o buluşlar varsayımlar üzerine değil doğal gerçeklik ve maddi varlıklar sonucu tüm insanların yaşamında yer bulmuştur... Oysa inançlar tüm insanların değil, çoğunlukla "Vehim, Evham ve Kuruntu"larına yenik düşmüş insanların değer yargısıdır... Pratik zekanızla bizim elimize İpot verip onu da anlayamadığınızı varsayarak inanç değerlerinizin geçerliliğini kanıtlamaya çalışıyorsunuz... Oysa çok basit bir bakış açısıyla sizin değer yargılarınız bizim sağ duyumuza aykırı gelirken size son derece huzur verici geliyor olabilir... Sizin bize kendi ruhsal rahatlığınızı örnekleyerek sürekli öne sürdüğünüz...Kerametler ve esrarlı şeyler, "İlkel benliği"ni önde tutan, "soyut kavram" lara inanarak bağlanan insan düşüncesinin gerekli gördüğü... İnançların soyut varlıklarıyla onların sürekli olarak beyinlerini işletecek, ruhsal olarak rahatlatacak yada yoracak, masallar ve korkular... Sağduyusuyla hareket etmeyi ve düşünmeyi becerebilmiş insanlar için son derece gereksiz, akla sığmaz şeyler olabilir... Ve onlar, sizin inandıklarınıza inanmayanlar; İnançlara ve insan oğlunun "gerçek ve doğal" yaşamına dair düşünce ve görüşlerini en az sizin kadar dile getirme hakkına da sahiptirler... O nedenle hiç kimsenin... Asla; "Madem inanmıyorsunuz ne diye bizim inançlarımızı eleştiriyorsunuz" diye ahkam kesme gibi bir hakkı ve ayrıcalığı olamaz... Çünkü bir inanca bağlı olarak yaşamakta, o inancı reddederek yaşamakta bir gerçekliliktir... Eğer bir inanç, kendine inanmayanları ve diğer inanç sahiplerini tehdit ediyor ve zorluyorsa... Ona karşı durmak, yanlışlarını, geçersizliğini ve safdilliğini dile getirmek son derece doğal ve kişilik hakkıdır... Hatta aşağıda yazılanları da gayet açıklıkla dile getirerek... Çevresindeki insanları uyarmak ve aydınlatmak... Sağduyunun sorumluluğunu duymak ve yerine getirmek... En az, inançları yaşama ve yayma özgürlüğü kadar bir hak, sorumluluk ve zorunluluktur... *** Dinsel inançlar söz konusu olduğunda insanlar "İlkel benlik" ve korkularına yenik düşmüş büyük çocuklardır. Bir din ne kadar "yeri değeri olmayan söz, davranış" ve mucizelerle dolu olursa, Onların ruhsal duyguları üzerinde o oranda tahakküm hakkı kazanır. Sofu, saflıklarına hiçbir sınır koymamak zorunda olduklarına inanırlar. Bir şey ya da şeyler ne kadar çok anlaşılmaz olursa, onlara o oranda ilahi görünür. Bu şeyler ne kadar az inanılabilir olursa, bunlara inanan insanlar, o oranda erdem ve üstünlükler olduğunu sanırlar. O nedenledir ki; İnsanların ilkel benliğine hitap eden "İnanç ustaları" en çok mümkün olmayan şeylerin, onlar için en esaslı şeyler olduğuna insanları inandırmayı başarmışlardır. Çünkü; DİN, İNSANLARIN İLKEL BENLİĞİNİ SOYUT VARLIKLARIN MUCİZELERİYLE KANDIRIR... *tna
  23. Basit sorulara yanıt gelmez Geçen haftanın son günü Cumhurbaşkanı Gül’ü gezdiği tekne için “Bu yat kimin?” diye sorduk. Adını gazetelerde görememiştik. Bir iki gazete yazmış. Fettah Tamince’ye aitmiş. Cumhurbaşkanı Gül daha önce de bu yatla gezermiş. Bir araba küfür yedik...“Sana ne lan. Cumhurbaşkanı sandala mı binsin” diyen... Böyle tepki veren “Danalar” bilmez ama ben Türkiye’de milletvekillerinin, Başbakanların,Cumhurbaşkanlarının yüksek maaş almasını savunan belki de tek yazarım. Hatta isterim ki, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’nın, Türkiye’nin ölçülerine yakışır boyutta kendi teknesi de olsun. Yabancı misafirler gerektiğinde onda ağırlansın. Ama o ayrı bu ayrı. Daha önce duymadıkları bir kelime olan demokrat kesilenlerin, daha önce karşı oldukları AB’yi referans alanların kültürü yoktur ama bilsinler ki, demokrasilerde ve AB’de böyle işlerin hesabı sorulur. Oralarda da Cumhurbaşkanlarının, Başbakanların onun bunun teknesiyle, onun bunun parasıyla yaptıkları tatiller “Rezalet” olarak tanımlanır. Ben basit bu sual soruyorum. Haftalığı yaklaşık 100 bin avro olan bir tekneye Cumhurbaşkanı kaç lira ödemiştir. Ödemiş midir? Ödediyse bu para Cumhurbaşkanlığı bütçesinden mi karşılanmıştır? Ödemediyse bu durum Cumhurbaşkanlığına yakışan bir durum mudur? Bu bir anlamda rüşvet sayılmaz mı? Soruyorum ama biliyorum ki, bu sorularıma yanıt gelmeyecek. Aynen Suudi Kralı’ndan ne hediyeler geldi sorusuna yanıt verilmediği gibi. Sayın Cumhurbaşkanı’na Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolü ne olmalıdır diye zor bir soru sorsaydım, sayfa sayfa yanıt gelirdi. Çünkü o sorunun yanıtı hikaye... Ama dediğim gibi bu soru da, hediye sorusu da basit bir sorular. Ama yanıt gelmez... Çünkü bilirim ki, en zor sorular aslında en basit sorulardır. Alıntı : http://www.fatihaltayli.com.tr
  24. Halk çocukları 45 metrelik yatta Reisi Cumhur Hazretlerinden tık yok. Her yazımıza anında yanıt yollayan Riyaseti Cumhur mabeyincileri bu kez derin bir sükunet içinde. Oysa sualimiz oldukça basit. Diyoruz ki; "60 arşın boyunda olduğu söylenen ve Rixos otellerinin sahibi Fettah Bey'in uhdesinde bulunan yatla yaptığınız tatil için bir ödeme yaptınız mı? Yaptınızsa kaç lira ödediniz? Ödediyseniz bunun faturası Riyaseti Cumhur makamına mı kesildi yoksa şahsen mi ödediniz?" Böylesine basit bir soruya yanıt verilmemiş olması ilginç. Bazıları hala diyor ki “Cumhurbaşkanı yatta tatil yapamaz mı?" Ben de hala diyorum ki; "Yapar. Ama Cumhurbaşkanları onun bunun yatında avanta tatil yapmaz. Parasını cebinden verir, hatta Cumhurbaşkanlığı bütçesinden verir ama Cumhurbaşkanları işadamlarına bir tatil uğruna borçlu kalmazlar. " Ama bunu bile anlamayanlar var. Vahim olan da bu zaten. Partizanlık, rövanşizm gözleri öylesine kör etmiş ki, "Bizim Cumhurbaşkanımız ne isterse yapar çatlayın" havasındalar. Anlamadıkları şu:; Abdullah Gül sadece sizin reisi cumhurunuz değil, bizim de Cumhurbaşkanımız. Kişilik olarak beğenmesem de, tavırlarına saygı duymasam da, içten pazarlıklı olduğunu düşünsem de benim de Cumhurbaşkanım. Cumhurbaşkanlığı sırasında Evren’i de sevmezdim. Demirel'i hiç sevmezdim. Sezer'i de sevemedim. Bunu da sevmiyorum. Ama sevsem de sevmesem de hepsi benim de Cumhurbaşkanım. O makama saygım var. O makama saygımızı korumamız için o makamın "Ahlaki geleneklere uygun" bir şekilde kullanılması lazım. Hele hele kendilerini "Halkın ihtilalinin ürünü" olarak görenlerin, 45 metrelik yatla avanta tatilleri hiç yapmaması lazım. Bilmem anlatabildim mi! Yoksa hala anlamadınız mı? Alıntı:http://www.fatihaltayli.com.tr/
  25. Sevgili 'TAKLAMAKAN' ; Sorduğunuz sorunun elbette bir yanıtı var... Her kişi edindiği ve etkisi altında kaldığı "Eğitim, Kültür, Sağduyu, İnsani duyarlılık, ve Dinsel yaklaşımlar" a bağlı olarak farklı düşünce ve yaklaşımlar üretecektir... Sen, ben ve bizim penceremizden dünyayı algılayan ve yorumlayan kişiler bu absürt ve insanlık dışı yaklaşımlara karşı dururken... Bazılarımızın absürt ve insanlık dışı bu yaklaşımların farkında olup zaman zaman karşı dursalar da... Yine de dinsel baskılanmanın etkisiyle çoğu zaman hoş görebildikleri... Dinsel inançlarının ve şövenist düşüncelerin akıllarını sınırladığı bazı kişilerin de sıradan ve çok doğal olarak algıladıkları bir gerçek... *** Yazılarımda bu tür polemiğe açık kolaylıkla gerçekliliği saptırılabilecek tür diyalog ve tartışmalara girmemeye çalışıyorum... Yada kısır çekişmelere yanıt üretmekte zorluklar çekiyor olmamın da bunda etkisi olabilir... O nedenle belkide benden beklediğiniz daha açık ve detaylı bir yanıt veremiyeceğim size... *** Ancak şunları ifade ederek... Sağduyu sahibi ve insanlık değerlerini her şeyin üstünde tutan... İnsan olmayı becerebilmiş olanların destekliyebileceği bir mesaj verebiliriz... Tanrı istedi diye bırakın komşusunu kesmeyi... En az insanlar kadar diğer varlıkların da yaşama hakkını savunup, Tanrı istedi diye onların kurban edilmesine karşı durabilmeli insan oğlu... *** sevgilerimle... *tna
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.