Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3.724
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    30

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. Durumunuzu bilirseniz belki kendinize yardım edebilirsiniz. Ama başkasının kolunda yürürken kendinizi bağımsız sanarsanız, işte bu “TEHLİKELİ CEHALET” tir. Bugün Türkiye'yi bağımsız sanmak, bu nedenle 'tehlikeli cehalet'tir. Gönlü Arap ülkelerinde, beyni Amerika'ya ipotekli, cebi uluslararası sermayeye çengelli bir siyasal iktidarla Türkiye bağımsız olamaz. Atatürk Türkiye'si ile bugünkü ülkemiz arasındaki farkı görmemek, görüp de kabul etmemek, kabul edip de Atatürk'ü eleştirmek 'TEHLİKELİ CEHALET'tir.
  2. GeceKuşu

    “TEHLİKELİ CEHALET”

    Tehlikeli cehalet: Ayın dünyadan uzaklığını bilmemek 'tehlikesiz cehalet'tir. Bunu bilmezseniz 'tehlikesi yoktur'. Ama önünüzdeki çukuru göremezseniz, bu 'TEHLİKELİ CEHALET' olur. Çukura düşer ve kurtarılmayı bekleyerek debelenirsiniz. Belki birisi sesinizi duyar ve sizi kurtarır. Ama artık siz kendinizi 'onun sizi kurtardığı duygusundan kurtaramazsınız. Eğer o çukurdan kendi gücünüzle çıkabilirseniz özgüveniniz artar. Bağımlılıkla bağımsızlık arasındaki fark kısaca budur.
  3. DOMUZ Gribi’nden korunmak için basit fakat etkili önlemler. Aşağıda okuyacağınız önlemler Dr.Vinay Goyal tarafından herkesin yararlanabilmesi için yayınlanmıştır. Dr.Vinay Goyal: Yoğun bakım ve Tiroit uzmanıdır. MBBS, DRM DNB. 20 yıldan fazla klinik tecrübesi vardır. Hinduja Hastanesi, Bombay hastanesi, Saife Hastanesi, Tata Memorial hastanesi gibi önemli kurumlarda görev yapmıştır. Şu anda Malad’da, Riddhiviayak Cardiac and Critical center’da Nükleer ilaç departmanı ve tiroit klinikleri şefi olarak görev yapmaktadır. *Mikrobun vücuda giriş noktaları yalnızca burun delikleri, ağız ve boğaz yoluyla olmaktadır. Çok bulaşıcı bir yapıya sahip olmasından dolayı her türlü önleme karşı H1N1 virüsüyle temas etmekten kaçınmak veya korunmak imkânsızdır. H1N1 virüsüyle temas etmek virüsün vücutta çoğalması kadar önemli değildir. *Sağlığınız yerinde ve H1N1 hastalık belirtileri göstermiyorken virüsün vücutta üremesini, belirtilerin daha da şiddetlenmesini ve ikincil enfeksiyonların gelişmesini önlemek için dikkatimizi N95 veya tamiflu gibi ilaçları stoklamaya vermek yerine çoğu bildirgelerde bahsedilmeyen bazı çok basit önlemleri uygulayabiliriz. 1. Ellerin sıklıkla yıkanması ( Bütün bildirgelerde bahsedilmiştir) 2. “Hands-off-the-face” “Ellerinizle yüzünüze dokunmayın” yaklaşımı. Yemek, banyo ve yara bakımı gibi zorunluluklar dışında yüzünüzün herhangi bir yerine dokunmaktan kaçınınız. 3. Ilık tuzlu suyla günde iki kere gargara yapınız( tuza güvenmiyorsanız listerin kullanınız). H1N1 ‘in boğaz ve burun boşluklarında çoğalıp enfeksiyona sebep olarak karakteristik belirtileri göstermesi için 2 -3 güne ihtiyacı vardır. Sağlıklı bir kişinin ılık, tuzlu suyla gargara yapmasının etkisi hastalığa yakalanmış olan bir kişinin tamiflu kullanması ile aynıdır. Bu basit ucuz fakat güçlü önleyici yöntemi küçümsemeyiniz. 4. Burnunuzun içini en az günde bir kere ılık tuzlu suyla temizleyiniz. *Günde bir kere burnunuzu sümkürün ve sonra ılık tuzlu suya batırılmış pamuk tamponlarla silerek temizleyiniz. Bu yolla burnunuzda bulunak virüs sayısını etkili bir şekilde azaltmış olursunuz. 5. Narenciye suları gibi C vitamin bakımından zengin olan yiyecekler kullanarak doğal bağışıklığınızı güçlendiriniz. Eğer ilave olarak C vitamin kullanmak zorunda iseniz emilimi artırmak için mutlaka Çinko ile birlikte alınız. 6. Bitkisel çaylar, çay, kahve gibi sıcak veya ılık içeceklerden içebildiğiniz kadar çok içiniz. * Sıcak içecekler içmek gargara yapmakla aynı etkiye sahiptir fakat ters yöne doğru. Sıcak içecekler virüsleri yaşamaları mümkün olmayan ortama sahip olan mideye doğru yıkayarak götürürler. H1 N1 virüsü mide’de çoğalamaz, herhangi bir zarar veremez ve hayatiyetını devam ettiremez. Herkesin faydalanabilmesi için bu bilgiyi lütfen e-mail listenizde bulunan herkese iletiniz. Sağlıklı günler dileğiyle. Dr.Vinay Goyal
  4. " Ancak az şey bildiğimiz zaman bilgimizden emin olabiliriz. Kuşku, bilgi arttıkça artar."
  5. İslam toplumunun tamamını ifade eden bir kavramdır “Ümmet” Esasen Araplar için “Ümmet” kelime olarak bir anneden doğan çocuklara verilen isimdir. Daha sonra İslam inancıyla birlikte Kuran’da bir çok yerde ifade edildiği üzere “İslam inancına sahip herkesi içine alan” uysal ve sadık kulların oluşturduğu bir topluluk anlamına kavuşmuştur. Ümmet, dini anlamına ek olarak aynı zamanda siyasi bir kavramdır. Cumhuriyet'e geçişle birlikte “ümmet” kimliği geride bırakılıp, “ulus-devlet” kavramının ayrılmaz bir parçası olan millet kimliğine geçilmiştir. (Buna paralel olarak da, kulluktan vatandaşlığa geçiş yapılmıştır.) Ümmette (siyasi anlamına göre) Allaha adına toplumu yönetenlere kulluk, millet de ise İnsan Haklarına ve Anayasal Haklara dayanan vatandaşlık geçerlidir. Mustafa Kemal Atatürk., "Ümmet" in kelime anlamının ötesinde Arap milliyetçiliğine hizmet eden siyasi bir kavram olduğunu şu sözlerle özetlemiştir... "Türkler, Arapların dinini kabul etmeden önce de büyük bir milletti… Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne de aynı dinden olan Acemlerin, ne de Mısırlıların, vesairenin birleşip bir millet olmalarını sağlayamadı... Bilakis Türk Milleti'nin milli bağlarını gevşetti… Milli duygularını, milli heyecanını uyuşturdu… Bu da çok doğaldı… Çünkü Muhammed'in kurduğu dinin amacı, toplumları bütün milliyetlerin üstünde bir Arap milliyetçiliği siyasetine sürüklemekti… Bu Arap fikri "Ümmet" kelimesiyle ifade edildi…"
  6. Kenan Evren kaçınmamış, bezi getirmiştir... Darbenin olgunlaşması için uygun koşulların kendileri tarafından beklendiğine dair kendi açıklamasınıda göz ardı etmemek gerekir... Ayrıca ülkenin uçurumun kenarına gelmesi aşamasında nasıl bir katkıda bulunduklarını durup bir düşünmek gerekir... Ve bence oldukça rahattır, gereğinden fazlasıyla kollanmış, korunmuş hatta şımartılmış ve rahat bırakılmıştır... Halkın arasında ezildiğinin, sömürüldüğünün, aldatıldığının farkında olanların dışında kimse adını kötü eklemelerle anmaz onu zaten... Ve onların da yargılanması gerektiği konusunda bir yaptırım gücleri yoktur zaten, isteseler de rahatsız edemezler... Bütün bunları bir yana bırakırsak eğer.. Popilist politikalarla görüş alanı daralmış, global tüketim ekonomisinin beyinlerini uyuşturduğu, gözlerini bağladığı yaşamda tek yapılması gerekenin, 12 saat çalışıp akşam yatağa yarı huzurla yatmak olduğunu sananların artık gözlerini açıp o temizlik bezinin hangi ülkelerde üretilip "Evren" gibilerinin eline tutuşturulduğunu kavramaları lazım artık... Haa... Tuzu kuru olanlar şunu düşünebilirler, tamam o bez "Evrenin" eline tutuşturuldu ama o bunun farkın değildi ve iyi niyetliydi gibi haklı noktalar arama çabası içinde olabilirler... Ama gerçek şu ki, yaşananlara hangi kılıf geçirilmeye çalışılsa da sonuçta bir arpa boyu yol alınmadığı görülüyor... Bez problemli olmalı ki, sorunları çözmek bir yana üzerini örtmek amaçlı kullanıldığı için bu gün hala işsizlerin ve geçim standartının altında kalanların sayısı her geçen gün artarak o günlerden bu günlere gelindi... Geleçek korkusu altında yaşamayanların sayısı bir avuç zümre ve onlar paranın ve onun getirdiği yönetimi elde tutmanın gücünü bildikleri için geçmişte zor kullanmak gerektiğinde "Evren" gibileri, bugün "AKP" yi kullanarak yönetim erkini ellerinde olsun istiyorlar... Yöntemleri ne mi dersiniz? Zamana, koşula ve ortama göre değişiklik göstersede kullandıkları argümanlar hala aynı... "Vatan, millet, bayrak... Din, ümmet, ahiret..." Nüfusun çoğunluğunu oluşturanların ellerinde kalansa bir lokma ekmek için asgari üçretle çalışma zorunluluğu... İnsan gibi yaşamanın koşulları, kişisel hak ve özgürlükler kavramı ise çok gerilerde kalmış, çoğunluk bunu hatırlamıyor ve ne anlama geldiğini bile bilemiyorlar artık... Örnek mi dersiniz? Örnek İMF' yi protesto edenlere TV'de zavallı bir annenin "neyi protesto ediyorsunuz siz. Gidin evde dersinizi çalışın, bir gün halkın elinde kalınca anlayacaksınız!" ifadeleri... Çok geçmedi üzerinden Parayı elinde tutanların, global anlamda sömürülenlerin boğazını, onların canını almadan, çaktırmadan nasıl sıkarız toplantısı geçen hafta İstanbul'da yapıldığını hatırlayanlar vardır aramızda... Bu arada hatırlatmak lazım, Onların Global politikalarına etkili olacak düzeyde karşı çıkanlar olursa, onların ömüğünü sıkmak için kimin eline nasıl bir temizlik bezi veririz toplantıları genelde kapalı kapılar ardında yapılmaktadır... Gerçek olan şu ki, esas "Evren" gibiler bu kitlenin aymazlıktan kurtulup bölünmüşlüklerinin farkına vardıkları ve akılıcı bir yolda birleştikleri zaman rahatsız olmaktan korkmaları gerekir... O nedenle rahat bırakılmasını istemek gereksiz bir muhabettir... Yani bu başlıkta yazılanlar, toplum içinde dillendirilenler.. O bezin sahiplerine ve eline tutuşturulanlara sinek vızıltısı gibi gelir... *tna
  7. Eğer Kafanızın içinde bütünden soyutlanmış olarak sadece parçalarına odaklanırsanız, o parçacıkların oluşumunu kavrayamazsınız. Sonra da onun oluşumunu soyut bir kavramla açıklama yolunu kolaycı olarak tercih eder ve kendi adınıza hidayete ulaşma yolunda uygun adımlarla ilerlemeye devam edersiniz.. *** Evrenden İnsana Evrim Bilimin bulgularına göre Evren, Big Bang (Büyük Patlama) denen olayla 14-15 milyar yıl önce başlamıştır. İçinde bulunduğumuz Samanyolu Galaksisinin yaşı ise 9–10 milyar yıldır. Madde bu patlama sırasındaki enerji yoğunlaşması sonucu meydana gelmiştir. Önce Hidrojen ve Hidrojen atomlarının birleşmesi ile de Helyum oluşmuştur; bu reaksiyonun gelişmesinde bile çok büyük enerji açığa çıkar. Bu büyük enerji yıldızların yakıtı olmuş, zamanla bu Evrensel Nükleer fırın içinde diğer elementler meydana gelmiştir. Su anda bilinen 112 elementin 96'si doğada bulunur; 81'i stabildir, geri kalanlar ise radyoaktiftirler, yani radyoaktif bozunuma uğrayarak başka bir elemente dönüşürler. Dünya gezegeni 4.4-4.5 milyar yıl önce, meteoritler ise 4.6 milyar yıl önce meydana gelmişlerdir. Bugün bilimsel araştırmaların geldiği nokta, dünyanın ilk koşullarında inorganik maddelerin birleşerek, enerjinin olduğu ortamda, bazı organik maddeleri oluşturabileceğidir. Bu konuda kesin bir fikir birliği vardır. Canlı maddenin yapı tasları olan organik madde oluştuktan sonra, yasamın okyanuslarda, gollerde başladığına ait pek çok kanıt bulunmuştur; fakat bu başlangıcın kendi kendine mi, yoksa uzaydan gelen meteoritlerin taşıdığı bakteriler veya protohucreler sayesinde mi geliştiği konusu belirsizdir. Belki her iki koşul da dünyada 3,5 milyar yıl önce bakteri benzeri tek hücrelilerin gelişmesine olanak tanımıştır. Dünya’daki kati kabuk 4 milyar yıl önce meydana gelmiştir; organik maddelerin bulunduğu bir ortamda oto-katalitik RNA moleküllerinin gelişebileceği ve kendi kendine oluşabileceği gösterilmiştir; ayrıca primordial RNA’nın uzaydan dünyaya gelme olasılığı da vardır. Daha sonra protohucreler oluşmuştur. Dünya’da tek hücreli canlı yasamın gelişebilmesi yaklaşık 2–2,5 milyar yıl almıştır. Tek hücreli canlı yapının gelişebilmesinin ardından çok hücreli organizmalar yaklaşık 500 milyon yıl önce meydana gelmişlerdir. Dünyada yaklaşık 500 milyon yıl önce oluşan trilobitler, böcekler, çenesiz balıklardan sonra çeneli balıklar, amfibi yanlar ve onun ardından da sürüngenler meydana gelmiştir. Bitkiler âleminde de önce archae ile başlayan yasam, alglerle devam etmiş; sonra çiçeksiz bitkiler onlardan sonra da çiçekli bitkilerin gelişmesiyle sürmüştür. Yaklaşık 65 milyon yıl önce dev sürüngenler olan dinozorların yok olmasından sonra memeliler dünya’da artmışlar ve dünyanın eko-sistemine uyum sağlamışlardır. Memelilerdeki gelişim zinciri içinde pek çok hayvanin vücut fizyolojileri, anatomileri, hormonları, hücre biyokimyaları, norotransmitterleri, hücreler arası iletişimleri (vb) birbirine çok benzemektedir. Son DNA analizleri ise hayvanlar arasındaki akrabalık hakkında çok net veriler ortaya koymaktadır. Moleküler biyoloji çok kesin olarak Evrim Kuramının geçerliliğini, türler arasındaki akrabalığın varlığını ortaya koymuştur; her gecen gün bu konudaki bilgi artmakta ve kanıtlar Evrim Kuramını desteklemektedir. Bilimin gerek fosil kanıtlarıyla, gerekse jeolojik kanıtlarla ulaştığı nokta şudur: Dünya’da yasam bir anda birdenbire başlamamıştır; yasam çok uzun bir gelişimin ve evrimin sonucunda meydana gelmiştir. Bu basamaklara ait binlerce kanıt bulunmuş ve binlerce makale yayınlanmıştır. Yaratılışçıların bu konuda söylediklerinin hiç bir geçerliliği yoktur. Dünya’da buğun tanımlanıp isimlendirilen, 250 bin tur bitki, 100 000 tur fungus (mantar), 1,5–2 milyon tur hayvanin bir anda yaratılmış olduğuna dair hiç bir kanıt bulunamamıştır. Homo sapiens'in, Australopithecus isimli evrimleşmiş bir pirimat türünden geliştiğine dair kanıtlar vardır. Antropologlar, Homo'nun Australopithecus'un bir türünden evrimleştiği konusunda bir görüş birliği içindedirler. Homo sapiens'in evrimleşmesi 2 milyon yıl ile 50 bin yıl önce gerçekleşmiştir, halen de sürmektedir. *** Yani bilimin net verilerine göre, insan birdenbire yaratılarak bu dünyaya konmamıştır, Tamamen bu dünyadaki ortak atadan gelişen yaşamın bir sonucu olarak evrimleşmiş, Kendisine benzeyen başka atalardan değişime, evrime uğrayarak bu hale gelmiştir. Ve Homo sapiens kendi vücudunda evrimin tüm aşamalarına ait izleri, bilgileri ve gelişimleri taşımaktadır. Bilimin 21. Yüzyılın başında söylediği son söz budur...
  8. TANRI İNANCI, ATALARINDAN ÇOCUKLARA GÖRENEKLE GEÇEREK YERLEŞMİŞ BATIL BİR İNANIŞTIR Aile mülkü, vergileriyle birlikte babalardan evlatlara intikal ettiği gibi, din de babalardan evlatlara geçer. Eğer kendilerine bir Allah verilmiş olmasaydı, dünyada pek az kimsenin bir Allah'ı olurdu. Herkes anne ve babasından, öğretmeninden; onların da kendi anne, baba ve öğretmenlerinden almış oldukları Allah'ı alır. Ancak herkes bu Allah'ı kendi yaratılışına göre düzenler, değiştirir ve kendine göre renklendirir. İnsanlar, kendilerinden daha çok fikre sahip olmayan kimselerin sözleri üzerine, Allah'a inanırlar. Ebeveynlerimiz,ninelerimiz ve dedelerimiz bizim ilk ilahiyatçılarımızdır. Çocuklara gulyabanilerden ve Allah'tan söz ederler. En küçük yaştan başlayarak otomatik olarak her iki ellerini kavuşturmayı (el bağlamayı) çocuklara öğretirler. Peki gerçekte ebeveynler; İbadet etmeye zorunlu tuttukları çocukların Allah hakkındaki fikrinden daha açık bilgilere mi sahiptirler? İnsan dimağı, özellikle çocuklukta yumuşak bir balmumu gibidir, Üzerinde yapılmak istenen bütün değişiklikleri kabul etmeye hazırdır. Kendisinin akıl yürütme gücü olmadığı bir zamanda, eğitim, insana hemen hemen bütün görüşlerini, bütün fikirlerini verir. Genç yaşımızda iken kafamıza sokulmuş doğru ya da yanlış fikirleri doğadan almış Ya da doğarken bunlarla birlikte doğmuş olduğumuz inancında bulunuruz. İşte bu kanı, sapkınlıklarımızın en büyük kaynaklarından biridir. "İnsanoğlunun dincileri" ve "İnanç ustaları" din ilkelerini, insanlara, bunlar henüz (ba:tıl) ı gerçekten, Ya da sağ eli sol elden ayırt edecek bir yaşa gelmeden önce öğretmekle çok tedbirli olarak hareket ederler. Küçük yaşından beri bu düşüncelerle doldurulmuş kırk yaşındaki bir kişinin kafasından bu düşünceleri çıkarmak ne kadar zor olursa, Tanrılar hakkında verilen köksüz fikirlere kırk yaşındaki bir kişnin ruhunu alıştırmak da o kadar zordur. İNSANLAR, henüz (muha:kemede) bulunmakta yetersiz oldukları bir yaşta eğitilmeselerdi, Günümüz ilahiyatının yüzyıllarca önce belirlenmiş "İlkelerine,Kurum ve kurallarına" ASLA İNANMAZLARDI...
  9. Pes yani...Olur da bu kadar olur... Aslında en yakışanı "Yuh" yani demekte ama... Yine de dedik işte... Bilmiyorduk sayende bilim adamlarının neyi nereden arakladıklarını anlamış olduk... Bu sayede ehli kitap sakinlerinin yüzyıllardır gözleri görmez kulakları duymaz, okuduklarını bir türlü anlamaz olduklarını da kavradık... Ne diyelim, aklına, diline, zekana sağlık...
  10. Alıntının başlangıcında vurgulanmaya çalışılan "ateizm ve evrim" ise tam bir kafakarışıklığı ve polemik bir yaklaşım... Evrim Teorisi’nin ‘bilimsellikle ilgisi olmayan; Materyalist, Ateist, Komünist, Marksist, Leninist, Stalinist, Maoist… (aklınıza başka ne geliyorsa ekleyebilirsiniz) bir komplo teorisinin parçası olduğu’ türünden garip bir iddia ... Dini duyarlılığı olan okuyucuların aklını çelme çabası ya da öncesinde zaten aklı çelinmiş bir kişinin yaklaşımını örnekliyor bize... Evrim teorisini kabul edenlerin ateist olmaları gerektiği gibi akıllara zarar bir iddia ortaya atılıyor. İnancı ne olursa olsun bu tartışmaları "Bilimsel gerçekleri önde tutarak takip eden herkes, bu tür ifade ve yaklaşımların yaratılışçıların yegâne ve değişmez (çarpıtma, manipülasyon, dezenformasyon, kandırma, aldatma, vb..) taktikleri olduğunu sayısız kere gözlemlemiştir... Ne yazık ki, alıntının yazarının bu tip bir iddiada bulunuyor olması, HY yaklaşımının parçası olarak konuya bakış açısını gayet net bir şekilde açıklıyor. Buradaki temel iddia olan Evrim teorisinin “materyalist ve ateist bir dünya görüşünü temsil ettiği” iddiası O kadar temelsiz ve kolaylıkla çürütülebilir ki... Birilerinin nasıl olup da böyle temelsiz iddialarda bulunabiliyor olmasını anlamak mümkün değil… Bilimsel gerçeklerle, inançlarını birbirinden ayıramamış olarak konuya yaratılışçılık ön yargısıyla bakanlara göre, Evrim teorisinin ne olduğunu bilen, anlayan ve bu teorinin doğruluğunu kabul eden birisinin ateist olması gerekir. Peki durum böyle mi? Gerçekten de teoriyi kabul edenler içinde örneğin hiç teist veya deist yok mu? Elbette var. Örneğin akıllı tasarım ve yaratılışçılığa son yıllarda en şiddetli şekilde karşı çıkan ve evrimi savunan Kenneth R. Miller bir Katoliktir. Yine yaratılışçılık ve akıllı tasarıma karşı çıkan ve evrimi savunan Francisco J. Ayala ise tanrının varlığına inanan bir Deisttir. Evrimsel biyoloji’nin 20. yüzyıldaki en önemli isimlerinen biri olan Theodosius Dobzhansky kendisini Ortodoks Hıristiyan’dır. Aynı şekilde yine evrimsel biyolojinin en önemli isimlerinden biri olan Ronald Fisher da bir Hıristiyan’dır. 2000-2008 Yılları arasında İnsan Genomu Projesi’nde direktör olarak çalışmış olan Francis Collins akıllı tasarım ve yaratılışçılığa karşı çıkarak evrimi savunmaktadır (tüm canlıların ortak bir atadan türediğine ilişkin kanıtların ezici olduğunu ve evrimin Tanrı’nın yaratılış için kullandığı bir şema olduğunu söylemektedir) kendisi bir Hıristiyan’dır. Bunlar gibi birçok örnek bulunabilir ama sanırım en meşhur olanlar bunlardır. Herhalde bu bilim insanlarının inançlarını ve evrimle ilgili bilgilerini sorgulamak bize düşmez. Şüphesiz ki hepimizden ve alıntıdaki satırların yazarının evrimle ilgili bildiğinden çok daha fazlasını biliyorlar… Özetle; Bilimsel gerçekleri tartışırken kişilerin inançlarını sorgulamak, (çarpıtma, manipülasyon, dezenformasyon, kandırma, aldatma, vb..) taktiklerini kullanan polemik bir yaklaşımdır...
  11. Yukarıdaki alıntıdaki satırları okuduğunuzda anlaşılan ilk şey yazarının Evrim Teorisi’nin neyle ilgili olduğunu, Neleri açıklamaya çalışan bir teori olduğunu bilmediğidir. Evrim Teorisi’nin yaşamın nasıl başladığını açıkladığını sanıyor. Belli ki yaşamın kökeninin farklı bir dal ve araştırma konusu olduğunun farkında bile değil. Evrim Teorisi bugün dünya üzerinde görmekte olduğumuz canlılığın çeşitliliğini açıklamaya çalışır; kökenini değil. Darwin’in Evrim Kuramıında, “Türlerin kökeni iki büyük sava sahiptir: Birincisi Darwin’in değişerek türeme kuramıdır. Bu kuram tüm türlerin -bugün yaşayanlar ya da ortadan kalkmışlar dahil- kesintisiz olarak bir ya da birkaç ilk yaşam formundan köken aldığını söyler.” (Douglas J. Futuyma, Evrim, s. 7) Görüldüğü gibi; Darwin türlerin kökenini bir veya birkaç ilk yaşam formuna dayandırmıştır. Geçmişte yaşamış olan ve bugün yaşamakta olan türlerin kökenini ilk canlılara dayandırarak ‘evrim’ ile açıklamaya çalışmaktadır. Yani başka bir deyişle yaşamın varlığını kabul etmektedir. Evrim Teorisi yaşamın değil farklı türlerin nasıl oluştuğunu açıklamaya çalışır. Zaten teoriyle az-çok ilgilenen herkes evrimin mekanizmalarının yaşamın kökenini açıklamakla ilgisi olmadığını, Türleşmenin nasıl gerçekleştiğini açıklamaya çalıştığını bilir... Kafasındaki "Bilimsel gerçeklerle", "inançsal değerleri" arasındaki kavram karmaşasını atabilmesi için ona, Evrim konusunda sadece alıntı yapmakla yetinmeyip, Yaşamın doğaüstü bir dış müdahele olmadan doğal koşullarla kendiliğinden oluşması anlamına gelen abiyogenezin, Evrim teorisiyle olan ilişkisini daha iyi araştırmasını, Bu amaçla Laurence A. Moran’ın Evrim ve Abiogenez başlıklı makalesini okumasını önerebilirim.
  12. Yaa işte Gelincik işte böyle; Birilerinin kafasında şüpheler oluşturmak ne kadar sakıncalı görüyorsun... Korkununda ecele faydası yok ya neyse diyelim yinede... Senin sorularının yanıtlarını tüm dinlerin kökeninde yer alan "Cehalet ve korku" da aramak lazım... Her dinin tanrısı hakkında insanı kuşatan belirsizlik, kendisini dine bağlayan birinci bağımsız nedendir. İnsan gerek maddi, gerek manevi karanlıkta korkar; Korkusu ihtiyat olur ve korkmak ihtiyaç halini alır, Korkacağı bir şey olmadığında kendisinde bir eksiklik, bir boşluk olduğunu sanır. Bu nedenle kafalarında bir takım şüpheler oluşmasından çok korkarlar... Bu korkuya verilen tepki tek kelimeyle özetlenir..."Haşa"...
  13. Devam edeceğiz diyerek; Aslında tartışmayı " ilk canlının nasıl ortaya çıktığı konusuna" ve bu dolayımla da Tanrı’nın varlığı tartışmasına kilitlenmeye çalışılıyor. Çok iyi biliyorsunki, Bilim, ilk canlının nasıl ve ne zaman ortaya çıktığı sorusunun yanıtını henüz kesin olarak ortaya çıkarabilmiş değildir. Zaten bilim ile din arasındaki fark, bilimin her şeyi bildiği iddiasında olmamasıdır. Ama dinsel inanca dayalı iddia topraktan ve tanrı eliyle olduğudur. Anlaşılması kolay, basit ve ötesinde uğraşılara ve canlılığı araştırmaya gerek duymayacak kolaycı bir yaklaşım... Kabul et, inan yeterlidir. Oysa anlaşılması gereken, Evrimsel biyoloji standart bir bilim dalıdır ve pek çok soruya cevap verir, inançla ilgili değildir, inancı sınamaz. "Asıl sonrası yani biyolojik çeşitlilik çok daha kritik ve can alıcıdır, ilk ortaya çıkış değil" ... Ötesi Evrim karşıtlarının yaptıkları gibi tamamen lafzi konuşarak, genetik bilgisi, moleküler bilgisi ve evrim kuramının zenginliği ile hiçbir ilgisi olmayan söylemlerle "Evrimsel biyoloji" yi safsatalar üzerinden tartışmaya çalışmaktır. Ayırıca; "Darwin "Türlerin Kökeni" isimli kitabında yaşamın kökenine ilişkin birkaç cümle dışında bir şey yazmamıştır.." Bunun böyle olduğunu anlamanın en kolay yolu adı geçen kitabı açıp okumaktır... İnternet üzerinden günü birlik araştırmalarla yapılan bir tartışma için sadece "Abiyogenez" yazıp taratmak yetmez... "Endosimbiyoz" yazıp taratmak ve ayrıca dünyanın oksijensiz döneminde neden canlılığın olmadığı üzerine de kafa yormak gerekir... Kafayı yorup canımızın sıkıldığını anladığımızda "Yaradılış efsanesine" sarılıp keyfimize bakabiliriz... Ardından "Evrim kuramı Pagan diniyle ilişkilidir, ateizmi yayma amacıyla uydurulmuştur" safsatalarını dinleyip rüyalara dalabiliriz... Ancak birileri uykudayken gereçekler yaşanmaya ve bu gerçeklere bakarak bilim şunları söylemeye devam edecektir... "Evrim kuramı, canlıların gelişimini açıklayan temel kuramdır. Evrim bilim, tarihsel sürecinde Sümerler ve Mısır döneminde başlayıp antik Yunanda bir üst düzleme sıçramış, 16 ile 17'nci yüzyıllarda büyük bir atılım yaparak günümüze kadar ulaşmıştır. Darwin'in evrim kuramı bu tarihsel sürecin bir parçasıdır. Ve en önemlisi de, bilimin her kolunda olduğu gibi, değişim ve dönüşümün arka planını anlamaya çalışır. Bizlere sadece insanın değil, toplumun, bireyin vs. evrimini araştırmak için de zemin sunar" Sorun ve karşı çıkılan da budur zaten araştırmak ve anlamaya çalışmak... Araştırılır ve bazı şeyler anlaşılırsa bir gün gelir tabular yıkılabilir ve birlerinin hakim oldukları alanlar el değiştirebilir...
  14. GeceKuşu

    Ölümden sonra hayat!

    Aslında bu arkadaşın sorması gereken soru "Ahiret hayatının" var olduğunu ona dikte edenlere "Nasıl yani" olmalıydı... Sen kalk sorgusuz sualsiz sana dikte edilenlere inan ardından "Var olduğunu bilmiyoruz,kanıtlarımız yok ama hadi bakalım yokluğunu siz açıklayın.." Gibi bir yaklaşım göster... İlginç. İlginçliğin ötesinde kafasındaki amaç eh işte deyip polemik yaratmak... Polemiğe düşmeden onun kafa karışıklığın ardındaki nedenleri ifde etmekte yarar görüyorum kendimce... İnanç ustaları ve inanç ustalarının etkisi ile bilinmezliğin ardındaki düşsel korkuların etkisi ve inancıyla ebeveynler, bu arkadaşa da yapıldığı gibi sorgusuz ve sualsiz kabul etmesi ve inança sahip olması için ona diğerlerimizede yapıldığı gibi şu ifadelerle beynimizi yıkamaya çalışırlar... Genelde klasik anlayış ve ifadesi şu şekildedir... "Bu alem, insanı daha mutlu bir aleme götürmeye mahsustur" diye bizi avuturlar. Bize, üzerinde yaşadığımız yuvarlağın bir "sınav yeri" olduğunu söylerler. Sonra "Allah yalnız kendisine özgü olan gerçekleşmesi olanaksızı ve süresiz mutluluğu insana verememiş ve ulaştıramamıştır" diyerek ağzımızı kapatırlar. Birazcık düşünebilen ve aklı başında biri ister istemez şu soruyu yöneltir kendi kendine... "Bu cevaplarla nasıl yetinilebilir? Nasıl tatmin olunabilir? " Korkularından ve inanç ustalarının ve ebeveyinlerinin baskılarından uzak kalabildiği ölçüde... Sağduyusuyla ulaşacağı noktada şu yanıtlara ulaşır... Bu ahiret hayatı fikri; Şimdi eriştikleri mutluluktan daha sürekli, daha saf bir mutluluğa sahip olma isteğidir.. İnsanların öldükten sonra tekrar yaşamak arzularının ifadesi olan hayalgücünden başka bir dayanağa sahip değildir. Ardından şu soruların yanıtlarını aramaya başlar... İlk olarak: Her şeyi bilen, yaratıklarının düşünce ve gidişatına tümüyle vakıf bulunması gereken bir Allah'ın, işlemlerinden ve niyetlerinden emin olmak için bu kadar sınavlara ihtiyacı olduğunu havsala nasıl alabilir? İkinci olarak: Bilim adamlarının hesaplarına göre, üzerinde bulunduğumuz yeryüzü milyonlarca yıldan beri mevcuttur. Bu zamandan beri İnsanlar türlü biçimler altında, sürekli zarar ve felaketlere uğradı. Sürekli olarak zorbaların, savaşların, su baskınlarının, kuraklıkların, istilacı kuvvetlerin vb. sıkıntısı altında insan türünün tedirgin ve perişan edildiğini tarih bize gösteriyor. Bu kadar uzun sıkıntılar ve zalimce felaketler, zorluklar; tanrısallığın gizli niyetleri hakkında bizi temin edecek içerikte midir? Bu kadar sürekli bunca kötülük, bunca felaket, tanrısal lütfün bize hazırladığı gelecek hakkında yüksek bir fikir verir mi? Üçüncü olarak: Eğer bize temin edilmek istendiği gibi, Allah; kerim, iyilik ve hayırsever ise, insanlara sürekli mutluluk olmasa bile, Hiç olmazsa ölümlü yaratıkları bu dünyada erişebilecekleri ölçüde bir mutluluğa kavuşturamaz mıydı? Mutlu olmak için sonsuz ya da ilahi bir mutluluğa muhtaç mıyız? Dördüncü olarak: Eğer Allah, bu dünyada insanları, mutlu oldukları dereceden fazla mutlu etmediyse, İnanç ustalarının anlatılmaz ve bitmez bir haz ve nimete erişileceğini iddia ettiği "cennet" umudu ne kadar gerçektir? Eğer Allah aklımızın erebileceği tek yer olan yeryüzünü kötülüklerden koruyamamış ya da korumak istememişse, hakkında hiçbir fikrimiz olmayan öteki dünyayı kötülük ve felaketlerden koruyabileceğine Ya da korumak isteyeceğine neye dayanarak inanabiliriz ki? Dayının yazdıklarıyla dikkat çekmeye çalıştığı bu yaşamla ilgili... 2000 yılı geçen bir süreden beri sağduyu sahibi olanlar, bu zorlukların çözümünü bekliyor... Hocalar, papazlar, hahamlar vb. ise bize bu zorlukların ancak ahirette çözüleceğini anlatıp duruyorlar... Birde, "Ölümden sonra hayat olmadığına dair kanıtınız var mı?" gibi sorularla polemik yapmaya çalışanlar var.. İşin Traji komik tarafı bu aslında... *tna
  15. Oluşturulacak boşluğa kendilerini ve safsatalarını oturtmak istemektedirler. Bunun için şu aşağıdaki örneği rahatlıkla verebiliriz... Bu safsatalardan birisi de kulaktan dolma bilgilerle "Evrim" karşıtlığına soyunanların kullandıkları, Dillerine pelesenk ettikleri "İnsan maymundan mı türemiştir yada senin atan maymun mu?" ifadesidir. Onların kulaktan dolma bilgelerle kavrayamadıkları, yaradılış efsanesine sıkı sıkı sarılarak akılları sıra "Evrim" i algılamaya çalışanlarla dalga geçtiklerini sanarak yaptıkları şey aslında, kendi bilgi eksikliklerinin dışa vurumudur. Neden mi? Çünkü; 1. İnsanlar şempanzelerden evrilmemiştir. İnsanlar ve şempanzeler evrimsel kuzenlerdir. İkisi de, ne şempanze ne de insan olan ortak bir ataya sahiptir. 2. İnsanlar, yaşayan diğer soylardan “daha gelişmiş” veya “daha çok evrilmiş” değildir. İnsanların ve şempanzelerin soyları bir noktada birbirinden ayrılmıştır. O zamandan beri her iki tür de evrim sonucu kendi soylarına özgü olarak ortaya çıkmış özelliklere sahiptir.
  16. "Biyolojik evrimin" en basit tanımı, değişerek türemedir. Bu tanım hem küçük ölçekte evrimi (yani bir popülasyonun içinde gen sıklıklarının nesilden nesile değişmesini) Hem de büyük ölçekte evrimi (yani aradan bir çok nesilin geçmesiyle ortak bir atadan farklı türlerin türemesini) kapsar. Evrim yaşamın tarihini anlamamızı sağlar. *** Etrafımızdaki bir çok şey zamanla değişir. Ancak bunların hepsine biyolojik evrim denemez. Örneğin ağaçlar yapraklarını döker, sıradağlar yükselip erozyona uğrar. Fakat bunlar biyolojik evrime örnek oluşturmazlar, Çünkü bu değişimlerde genetik kalıtım ile türeme yoktur. "Biyolojik evrimde" temel fikir, Dünya üzerindeki bütün yaşamın ortak bir atası olduğudur. Tıpkı sizin büyükannenizin kuzenlerinizin de büyükannesi olması gibi... Değişerek türeme sürecinin sonunda Dünya'daki yaşamın ortak atasından bugün fosillerde ve etrafımızdaki canlılarda gördüğümüz inanılmaz çeşitlilik oluştu: İnsanlar ve meşe ağaçları, serçeler ve balinalar... Evrim hepimizin uzaktan akraba olduğu anlamına geliyor. Evrim süreci, türler arasında bir ilişkiler örüntüsü oluşturur. Soylar evrilip bölündükçe ve değişiklikler yeni nesillere kalıtım yoluyla aktarıldıkça, soyların evrimsel yolları birbirinden ayrılır. Bu, evrimsel ilişkilerin dallanmış bir örüntüsünü oluşturur. Evrimin ana fikri; Yaşamın bir tarihi olduğu... Yani zaman içinde değiştiği... Ve farklı türlerin ortak bir ataya sahip olduğudur... *** Evrimi hala dinsel dürtüleriyle reddetme çabası içinde olanların... Bilimsel olguları, "siyasi ve dinsel" görüşlerine karşı olarak algılayarak yaşamın gerçeklerinden uzaklaşanların... Bir kez de yukarıda özet olarak anlatılanlar çerçevesinde "Konunun özünü" kavramaları umuduyla... *tna
  17. Evrim kuramı insan aklının en önemli başarılarından biridir. Belki de en önemlisidir. Evrim kuramı sayesinde maddenin 13.7 milyar yıllık serüveninde arada hiç bir boşluk kalmayacak şekilde değişim ve dönüşümünü gözleyebiliyor ve anlayabiliyoruz. Charles Darwin'in 1850'li yıllarda bilimsel bir temele oturttuğu kuram, o günden bu güne hiç bir bilimsel kurama yapılmayan ve belki de yapılmayacak olan eleştirilere ve acımasız saldırılara uğramıştir. Bu saldırılar günümüzde daha da artmıştır. Kökeni ABD'de bulunan evangelist bir hareketin başını çektiği ve üçüncü dünya ülkelerine ihraç etmek istediği evrim karşıtı, bilim dışı ve baştan sona safsatayla dolu olan yalanlar ve çarpıtmalarla kafa karışıklığı yaratılmak ve bir boşluk oluşturulmak istenmektedir. Oluşturulacak boşluğa kendilerini ve safsatalarını oturtmak istemektedirler. Bunun yansımalarını ülkemizde de görmek mümkündür. Bedava kitap kampanyaları ve internetten yayılan yoğun bir bilgi kirliliğiyle insanımızı kandırmaya Ve bilimsel gerçeklerden koparmaya çalışmaktadırlar.
  18. 1) Teslim olmuş bir kavimin tüm erkeklerini öldürüp, zenginliklerine elkoymak ve kadınlarını da cariye, eş diye almak İslamın hep bahsedilen barış ve merhamet dini olması ile çelişmiyor mu? 2) Hadiste bahsedilen (...ki sahih hadislerdendir) daha 1 gün evvel kafasını kestiğiniz bir adamın yaşca küçük kızıyla gerdeğe girmek sizce Peygamber olduğunu iddia eden birine yakışıyor mu? 3) Bu olayın sırpların "Srebrenisca" katliamı arasındaki tek fark Radiçin'in peygamberliğini ilan etmiş olmaması mıdır? Benzerlikler ne yazık ki korkunç.
  19. Siz Potomya'yı bilir misiniz? Nereden bileceksiniz Karadeniz'in bu şirin kasabasını.. Ama Karadenizliler iyi bilir, Potomya'yı ve öyküsünü.. Biri var ki; O Potomya'yı herkesten daha iyi bilirdi: Mustafa Kemal Atatürk. Cumhuriyetin ilk yılları.. Devrimler peşi sıra geliyor, şapka devrimi henüz uygulamaya konmuş... Hilafetçiler durumdan rahatsız. Derken şeyh Sait doğuda hilafet kisvesi altında bilinen Kürt isyanını başlatıyor. Vatan toprağının hiç bir köşesinden destek bulamazken, Potomya'da bir sivri zekalı, halkı örgütleyip " hilafet isterük" diye şeyh Sait isyanına destek veriyor. Atatürk, önceleri bunları ciddiye almıyor. Ancak "Cumhuriyet istemezük,devrimleri tanımazük" diye sesleri yükselmeye başlayınca duruma el koymak mecburiyeti doğuyor. Donanmanın " Hamidiye" gemisi Potomya sahillerine gönderiliyor. Hamidiye , Potomya'yı kuru-sıkı bombalamaya başlayınca isyancı halk çil yavrusu gibi kaçışmaya başlıyor.. Hamidiye susmuyor.. Taa ki Potomya'lılar sahilde saf tutarak Hamidiye gemisine secde edip hep bir ağızdan; "Atma Hamidiye atma... şapka da giyeceğum, vergi da vereceğum " diyene kadar. Potomya neresidir, bilir misiniz? Rizenin şirin bir ilçesi.. Bugünkü adıyla; Güneysu kazası. Güneysu neresidir bilir misiniz? Recep' in köyü.. Şimdi de "Recep kimdir?" diye sormayınız lütfen...
  20. Hiç bir insan bir insanın ölümünden sevinç duyar mı? Eğri oturup doğru konuşursak eğer... Gerçek şu ki; Kenan Evrenin ölümünden hiç üzülmeyecek, öldüğüne sevinecek hatta yaptıklarının vebalini ödemeden gittiği için hayıflanacak milyonlarca insan çıkacaktır... Peki; ölüm yıl dönümleri kutlanacak olursa eğer Sevgiyle mi yoksa Nefretle mi anılacak dersiniz?
  21. Bence mükemmel olmuş... Yeniliğe ve gelişmeye açık yaklaşımlarınız ve etkinliklerinizi kutluyorum... Umarım eskiden olduğu gibi... Bu yeni yüz her seferinde giriş ve şifre isteme derdinden kurtarır beni... Ayrıca yazıları postalarken alt bölümdeki, ( Cevap ekle...ön izleme...vazgeç ) bölümleri ( Add Reply_ Preview Post or Cancel ) olarak görünüyor... Sanırım zamanı gelince diğer ingilizce ifadelerle birlikte türkçe olarak karşımıza çıkacaktır... Çalışmalarınızda başarılar... Tüm forumdaşlara selam ve sevgilerimle... *tna
  22. GeceKuşu

    ANNELER GÜNÜ

    ANNE GEL! BUGÜN ANNELER GÜNÜ Anne gel! Bugün anneler günü. Sensiz geçirdiğim altıncı anneler günü. Artık 11 yaşındayım. Ortaokula yeni başladım. İsmim Kardelen. Senin Kardelen’in. Anneciğim sensiz altı kış geçti. Şimdi mevsim bahar. Kardelen çiçekleri dağlarda çoktan açtılar. Ama ben, senin yokluğunda açamıyorum. Oysa kardelen çiçekleri her yıl karları delip açar. Ben altı yıldır sensiz açamıyorum anne. Babam sensiz çok mutsuz. Senin o çok sevdiğin kır papatyalarını ve gelincikleri artık bana getiriyor, sen gittin gideli anne. Bir ay sonra 12 yaşıma basacağım. Anne ne olur! Anneler gününde gelemezsen, doğum günümde gel! Ben artık büyüdüm. Okumayı, yazmayı çoktan söktüm. Çok bekledim seni anne. Babam rüyalarımda geleceğini, gökyüzünde her göz kırpan yıldızın sen olduğunu söylüyor. Artık senin için ağlamak istemiyorum anne. Eğer ağlarsam rüyalarımda seni göremeyeceğimi ve benim üzgün olduğumu görüp, seninde ağlayacağını söylüyor babam. Bu yüzden ağlamayacağım anne. Babamın sözünü tutacağım. Sen üzülme olur mu anne. Giderken babam sana söz vermiş. Ben büyüyene kadar babamdan senin sevdiğin masalı bana anlatmasını istemişsin. Anneciğim, ben uykuya dalarken babam her gece unutmayım diye anlatıyor masalını. Bir dünya kuruyorum senle, babamla ve benle dolu. Babam masalını her anlatışında gözleri buğulanıyor o bana ağlama diyor ama, ben görüyorum. Sadece belli etmiyor anne. Babamda ağlıyor, benim gibi için için ağlıyor. Anne bugün Anneler Günü. Okul arkadaşlarım annelerine çiçekler aldılar. En yakın arkadaşım Dilara, annesine kalp şeklinde bir kolye aldı. Ben sana hiçbir şey alamadım, veremedim anne. Okumayı yazmayı öğrendiğimden beridir her anneler gününde sana mektup yazıyorum. Babamın haberi yok. Lütfen ona söyleme, üzülmesin olur mu anne! Biliyor musun anne! Artık parmağımı emmiyorum. Sütü de çok seviyorum. Boyum uzadı. Ayakkabı numaram 33 oldu. Artık saçlarımı kendim tarayabiliyorum. Bazen de babam saçlarımı senin ördüğün gibi iki pelik örüyor. Uçlarına da kırmızı kurdeleler bağlıyor. Çok güzel oluyorum anne çok, babam öyle söylüyor. Tıpkı sana benziyormuşum. Ahu gözlü bir ceylan gibiymişim anne. Anne! Bugün yollar çiçekçilerle doluydu. Annelerinin ve babalarının ellerinden tutan çocuklar annelerine çiçekler aldılar. Ben yine yalnızdım. Arkadaşım Özlem’inde annesi gitti anne. Oda benim gibi annesiz. Bu anneler gününde onunda benim gibi elleri boş kaldı. Ama, babam ağlama demişti bana. Ve söz verdi, beni sana getirecekti. Biraz sonra sana geleceğiz anne. O çok sevdiğin kır papatyalarından ve gelinciklerden getireceğiz. Bugün daha iyi anladım anne. Her çocuğun annesi yanında olmaz, bazen istemeseler de uzaklara giderlermiş. Uzaklarda hep mutlu ol anne. Ben babama verdiğim sözü hep tutacağım. Sen uzaklarda olsan bile, babamla ve seninle birlikte seni unutmadan bir ömür boyu ağlamadan yaşayacağım. Tamam mektubumu bitiriyorum, artık ağlamayacağım. Ama, bu gece rüyalarıma gel! Çünkü bugün Anneler Günü… Seni görmek istiyorum…
  23. "Bu diyalog sürdürülmeyecektir..." Yerinde bir karar...
  24. Doktor hastabakıcı Temel'i çağırdı.. 'Yarın ava gidiyorum, ama muayenehane kapansın istemiyorum. Sen hastalarla ilgilen. Ben arada arar, kontrol ederim' dedi.. 'Merak etmeyin doktor' dedi, Temel. Doktor ertesi gün akşama doğru telefon etti.. 'Ne var ne yok?..' 'Üç hasta geldi bugün.. İlkinin başı ağrıyordu, ASPİRİN içirdim.' 'Harika Temel' dedi, doktor.. 'İkincisinin midesi yanıyordu.. TALSİT verdim..' 'Bravo.. Bravo Temel.. Harikasın!.. Ya üçüncü?..' 'Doktor, masada oturuyordum. Kapı çarparak açıldı, içeri fırtına gibi bir kadın girdi.. Alev alev yanıyor gibiydi, muayene masasının üzerine yattı ve bağırdı: 'Bana yardım et. Beş yıldır erkek yüzü görmedim..' 'Eee.. Sen ne yaptın, Temel?..' ' Gözüne VİSİNE damlattım doktor! ..'
  25. Fadime kızını evermiş, düğünden sonra bir hafta geçmiş ses yok. “Ula ha punlarin sesi soluğu cikmiy, Pen pugün bi dolanacağum” demiş; Yeni evlilerin kapısını çalmış… Kızı kapıyı açmış ki ne görsün Fadime, kızı çırılçıplak: -Uyyyy ha pu nedur usagum? Ayuptur da! Kızı: Aaaa ne kadar geri gafalusun anne, bu aşk elbisesi… Fadime töbe töbe diye içeri seğirtecek olmuş bakmış damat geliyor: -Ooo anne hoş celdun? Fadime yüzünü gözünü nereye kaçıracağını bilmiyor, çünkü damat da anadan üryan.. -Pu ne rezulluk diyecek olmuş, Damat hemen: ‘Aaaa ne kadar geri gafalusun anne bu aşk elbisesi’ demiş. Çaresiz Fadime bir koşuda almış soluğu evde. Almış Fadime’yi bir düşünce. Acaba demiş, gerçekten ben geri gafalu miyum? Sonra yatmış aklına. Üstünde başında ne varsa soyunup dökünmüş. Başlamış evde çıplak dolaşmaya. Akşamüstü kapı çalınmış, Fadime, bakmış ki camdan Temel, saçını başını düzeltmiş, açmış kapıyı. Fadime’yi bu halde gören Temel’in gözler yerinden fırlamış: _”Ula ne dur bu, gafayi mi yedun da? _”Hih demiş Fadime Temele, _‘ne gadar geri gafalusun, ha bu aşk elbisesidur da’ Temel şaşkın cevaplamış:’Ula Ütüleseydun bari’
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.