Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3.724
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    30

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. BİR BEN MİYİM..? Bir ben bilirim yürek acılarımı, Bir de yüreğim... Hani demiş ya şair; “Karşındakinin gördüğü kadarmış ya rengin” O yüzden bir yüreğim bilir, Bir de ben O yüzden anlatamam yürek yangınlarımı… Bir ben miyim seven, Bir ben miyim yıkılan? Paramparça bir kenara konulan bir ben miyim? Değilim biliyorum aslında, Peki, neden anlamaz yüreğim, Hüzünleri gözlerimde, Vıcık vıcık acıları neden ellerimde taşıyorum… Galiba anlamak istemiyorum… Biliyorum da anlatamıyorum benliğime. Söküp acıları yerinden, Yaralarımı tırnaklarımla kazıyorum… Hüzünleri gözlerimde, Vıcık vıcık acıları yüreğimde yaşıyorum… Aslında kendi kendime yaptığımı, Ve acıları çoğalttığımı, Gerçeğe döndüğümde anlayacağım biliyorum. Hani demiş ya şair; ”Sevdiğin Kadar Sevilirsin” Gerçeğe döndüğümde anlayacağım, Sevildiğim kadar seveceğim biliyorum. Ama aslında… Ben böylesine sevmekten korkuyorum… Oysa ben, Düşlüyorum… Oysa ben gülüm, En yürekten ve en romantik sevgiyi, Sevmeyi ve sevilmeyi… "Sevdaların bir anlamı olsun istiyorum…"
  2. Katılıyorum sana, söylenecek çok şey var ama kendi payımıza... Bir diğeri üzerine söylenecek hiç bir şey yok.. Çünkü o ben değil, bende o... Ben kızılacak bir yan bulamıyorum verilen içten sevgilerin değerini bilemeyenlere. Asıl kızılacak birisi varsa ve suçlu olan, o en değerli duyguları hak etmeyen bir yerde harcayan gözü kör, sevmeye bencil sevdalar suçlu olan... Kolayca verilen sevgiler çok kolayca tüketiliyor ve ardından elimizden uçup giden sevdalarımıza kahredip, hüzünlerimizde ve sevgiye açlığımıza, anlaşılmamazlığımıza yanıyoruz... Anlaşılamadığına yanacağına anlasaydın ya değmeyeceğini esas kendin... İşte böyle değerli kardeşim... Yaşam böyle bir şey işte... Ya sen anlamıyorsun sana verilen sevginin değerini kolayca tüketiyorsun, Ya da sen anlaşılamıyorsun nasıl vereceğini bilemediğin sevgini tükeniyorsun... Önceliklerin ve hiç çıkarsız beklentilerin belirlediği bir duygu bu insan oğlunun içinde yaşattığı. Değeri büyük ama tüketilmesi çok kolay hem çok kıymetli hem de önemi kavranamayan değer yargısı... Evet aslında söylenecek, herkesin kendi payına söyleyeceği çok şey var yaz yaz bitmez... Ama herkesin kendi değer yargılarında geçerli olan öneme sahip her biri... Şimdide dağarcığımdan bir şiir daha eklemem gerekecek bu kadar sözden sonra, Okuyunlarca yukarıda yazdığım yaşamsal edinimlerimin bir yansıması olduğu farkedecektir zaten... *** Her şeye rağmen, deyse de deymese de, herkesin sevgiyi kendi içinde dolu dolu yaşaması ve yaşatılması dileklerimle ...
  3. BİLİYOR MUSUN? ... Gözlerimin içine bak, Bir şeyler anlamak istiyorsan Seninle ilgili... Bir değişim sembolü ise eğer Kuşların güneye uçuşu En azından bunu Her yıl tahmin edebilir insan Ama aşkın, Aniden biteceği anı Asla bilmezsin ki... Konuşturamazsın aşkı Ancak hissedersin Gözlerime bak, Bir şeyler görmek istiyorsan Benimle ilgili... Öyle bir yerlerde, Tükendiğini bilerek Yüreğinde bir şeylerin Öylece bir kenarda bekliyorum... Ve bilemiyorum, Başka neler verebileceğimi... Biliyor musun, bir kenarda bekleyerek Birini seviyor olmanın, Nasıl bir his olduğunu? İçinde bir şeylerin tükendiğini bilerek Hala yaşıyor olmanın, Nasıl bir his olduğunu... Biliyor musun? Gözlerimin içine bak, bilmek istiyorsan... Her şeye rağmen, hala seviyor olmanın Nasıl bir his olduğunu...
  4. O halde sevgili birce; Yüreğimde hissederek çok uzun süre önce yazmış olduğum bir şiiri buraya aktarmam gerekiyor. Yukarıda ki iletide yazılanların yürek acısının ilk yeşerdiği günlerden geriye kalan... Burcumun tüm özelliklerini içinde bulunduran, evcimen algılamaların tümünü icinde barındıran, acının, hüznün, yıkılmışlığın, kahroluşun haykırışlarını içinde barındırdığını düşündüğüm bir şiirim di o.... Umarım beğenir okuyanlar onu da... Gerçi hüznün beğenilecek ne tarafı olabilir ki... Belkide empati... Empati olabilir evet okunduğunda içinde özdeş bir şeylerin olduğunu anlamak... Yaşamın sevincini her daim sevginin ve sevilmenin verdiği heyacanlarda yaşanması dileklerimle...
  5. Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden, Ben bu kadar acı çekerken Beni hiç umursamadığında anladım. Ağlayanı güldürebilmek, Ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş, Gözyaşımı kahroluşlara mahkum ettiğinde anladım. Bir insanı herhangi biri kırabilir, Ama bir tek en çok sevdiği acıtabilirmiş, Çok acıttığında anladım. Derler ki hak edermiş sevilen Onun için dökülen her damla gözyaşını, Her zaman hak ediş değilmiş Gözyaşlarımı bırak sevinçlere dönüştürmeyi Umursamayı bile umursamadığında anladım. Yalan söylememek değil, Gerçeği gizlememekmiş marifet, Her marifetin marifet olmadığını Yüreğimi eline koyduğumda anladım. Önemli NOT: Yukarıdaki yazılanlar Gloria'nın sayfasından alınmış içine biraz acı, biraz hüzün katılarak buraya aktarılmıştır.
  6. Sizin sorunuzda söz ettiğiniz gibi düşünülebilir elbet.. Ki..; Öyle düşündüğünüz için böyle bir soru sormuşsunuz.. Ama şöyle de düşünülebilir... Nasıl ki, Eve çalışarak ekmek parası getiren kişi yerine, dünyanın herhangi bir yerindeki varsaydığımız birine teşekkür etmemiz ne kadar çelişkiliyse... Bizi ameliyat edip sağlığımıza kavuşmamızı sağlayan doktor yerine, dünyanın herhangi bir yerindeki varsaydığımız birine sağlığımız için duacı olmamız ne kadar çelişkiliyse... İnsanoğlunun kendi yaşamını düzenlerken çeşitli yöntemlerle elde ettiği kazanımları için varsaydığı Tanrısına duacı olması o kadar çelişkilidir... Her iki bakış açısı yaşamı nasıl algıladığınıza göre değişir... Nasıl ki siz bu bakış açısına karşı duruşunuzu ve tahammülsüzlüğünüzü dile getiriyorsanız, O da kendi görüşünü dile getirmekte o kadar özgürdür.. Gerisi daha önce de belirttiğim gibi diğer okuyucuların değerlendirmesine kalmıştır.. Hangi aklı başında sağduyu sahibi bir kişi kendisine yaşamın gerçekleri dışında öğütler veren bir tanrıya sahip olmak ve inanmak ister? *** Bakın işte burada iletinizin sonunda itham da bulunduğunuz yaklaşımı sergiliyorsunuz... Aşağıda alıntılayacağım o yazıda sizin bu üçüncü soruyu sorduracak bir bağlantı yok... Ayrıca konumuz olmadığı için detaylandırmayacağım, inancınızdan dolayı safsata olarak değerlendirdiğiniz evrim meselesi sandığınız gibi ne bir dayatma ne de hurafedir. Bilimde dayatmalar ve hurafeler olmaz. Doğrulanabilir ya da yanlışlanabilir bilimsel tez,öneri ve teoriler vardır. O nedenle aşağıdaki saptamayı tüm inançsal zorunluluklarınız dan sıyrılarak okuyup öyle değerlendirme yapmanız gerekmektedir. Aksi taktirde "ALLAH c.c. İnsanlara çalışmayın bilim üretmeyin mi der." ifadenizle çelişkiye düşmüş olursunuz... *** Şöyle şu anı düşünür ve dünya nüfusunu ele alır, ortalama insan ömrünü 70 yıl kabul edersek şu andan 70 yıl sonra o kadar milyar insan nesli yeryüzünden göç etmiş olacaktır... İşte sormuş olduğunuz o milyarlarca insan ve nesli bu günden geriye 70 değil milyonlarca yılı kapsayan sürecin içerisinde duruyor... *** Bu yazdıklarınızın hepsine yanıt vermeyeceğim... Çünkü öncesinde belirttiğim görüş ve düşüncelerime karşılık sizin düşünceleriniz istediğiniz gibi düşünmekte özgürsünüz... Bu iki farklı bakış arasında yapılacak değerlendirmeleri artık diğer okuyuculara bırakmamız gerekiyor... Buraya kadar her şey olması gerektiği gibi normal... Görüş ve düşünceler öne sürülmüş, farklılıklar dile getirilmiştir... ANCAK:!... Hangi bakış açısıyla dile getirdiğiniz hiç önemli değil... İyi niyetli olduğu şüphe götürür, en hoş görülü bakış açısıyla bile ancak maksadınızı aştığınız söylenebilecek olan o koyulaştırdığım ifadeleriniz ne dediğini bilen bir kişi olarak tanıdığım sayın "sarıgöl" için bile amacının çok çok ötesinde yaklaşımlar olarak duruyor... Düşünceleri ve görüşlerini dile getirmek anlamında her şeyi anlayabilirim, hoş görebilirim ama "Sizin gibi düşünmüyor ve yaşam algılamanıza aykırı görüşler dile getiriyor" diye "kişileri bilinçsiz, iradesiz olarak niteleyip önce öğren gel sonra yazmayı denersin" şeklindeki ahkam kesmenize şiddetle ve sonu kadar karşı dururum... Benim yaptığım farklı bir pencereden yaşam algılamasının farklı olan taraflarını ve doğrularını dile getirmekti ... Ve onu da yaptım, ne düşünürseniz düşünün, ne kadar kızıp ithamlarda bulunursanız bulunun... Sevgilerimle...
  7. Sayın 'sarıgöl'; Alıntıladğım sorularınızın yanıtı başlık içinde yazılan iletilerde var... "Ne dersiniz sayın gecekuşu bu işlere. " diye yönlendirdiğiniz final sorunuza ise şunu diyorum.. Bana aynı şeyleri sürekli tekrar ettirmenize gerek var mı bilemiyorum? Sevgilerimle..
  8. Nihayet, kişileştirmeden uzak durarak, başlığın konusuna kendi görüşünüzü belirten bir yanıt verdiniz... Tartışmalarıızı bu yaklaşım ve uslupla sürdürdüğünüz sürece karşılıklı olarak ne anlatmak istediğimizi, Aynı ya da farklı düşündüğümüz noktaları kavramamız ona göre görüş belirtmemiz mümkün öyle değil mi? *** Bu son yazdıklarınıza önce sizin bulunduğunuz yerden düşünce üreterek sorgulama yapmam gerekiyor... "Hamd âlemlerin rabbi olan Allah o kadar özgüveni yüksek o kadar lütufkâr ve o kadar sabırlı bir yaratıcı ki, aklımızı kuranın önüne geçirmeden insanoğlunun elindeki nimetler ve sağlık afiyeti üzerine ancak Allah' hamd etmemiz, bu nimetleri biz verdiği için ona dualar etmemiz gerekir... İnsanoğlunun yaşamına kolaylıklar getiren bilimsel gelişmeleri iyilik ve faydalar olarak görmemiz gerekir. Bu gelişme ve olanakları insanoğluna kazandıran insanoğlunun çabası ve azmi karşısındaki doğru tutumumuz teşekkür etmek, minnet duymak ve kendilerine hâyr dua etmek şeklinde olmalıdır. Aksi olsa ne olurdu bu seferde Allah insanın özgür iradesine saygı duymuyor kendi ne isterse onu düşündürüyor aksi düşünceye mensup zihinleri cezalandırıyor olurdu… Sağlık verende Allah'tır şifa verende Allah'tır. İnsanoğlu sadece sebepleri bulmuştur. Bu sebepleri yaratanda Allah'tır dileseydi yaratmazdı. *** Eğer başlığın içeriğini yazarken yukarıdaki bakış açısıyla açıklamalar getirseydim sanırım itiraz edeceğiniz bir nokta olmayacaktı… Ama benim itirazlarımda zaten tam bu noktada, Allah, nimet vermiyor, sağlık vermiyor, afiyet vermiyor diyorum ve örneklemelerle belgelendiriyorum. Yuakarıdaki alıntı da yazdıklarımla herşeye rağmen "Aklımızı Kuranın önüne geçirmemiz gerektiğini" söylüyorum... Siz Tanrının bize merhamet ettiğini, lütufta bulunduğunu söylüyorsunuz. Kendi aklımızı Kur'an'ın önüne geçirmediğimiz sürece; Kişilerden görmüş olduğumuz iyilikler, faydalar karşısındaki doğru tutumumuz teşekkür etmek, minnet duymak ve kendilerine hâyr dua etmek şeklinde olmalıdır. diyorsunuz... Bu da sizin yazılanlara itirazınız. Ben ve siz olarak yaşamı algılamada durduğumuz farklı yerleri yazdıklarımızla açıklamaya çalışıyoruz. Kendi açımdan sizin ne kadar yanlış düşündüğünüzü ispatlamak gibi bir kaygım yok. Benden farklı düşünüyorsunuz diye sizi yok saymak gibi yaklaşımım da yok.. Ben düşüncelerimi yazdım varsa sizde karşı görüşünüzü yazarsınız, Polemiğe girmek gibi bir gereksiz yöntemlere başvurmak yerine Her aklı başında insanın yapması gerektiği gibi gerisini okuyanların değerlendirmesine bırakmamız gerekiyor… Sevgilerimle...
  9. Non-steroidal anti-inflamatuar ilaçlar ya da Steroid dışı yangı önleyici ilaçlar kısaca NSAİİler. Diş ağrıları ve adet sancıları için yaygın olarak kullanılırlar. Analjezik, antipiretik ve antienflamatuar etkili ilaçlardır - Ağrı, ateş ve inflamasyonu azaltırlar. Roladol, Rolan gibi Non-steroidal anti-inflamatuar ilaçların, İçeriğinde bulunan etken madde "Mefenamik Asit"in dokularımız üzerinde travmayı nasıl giderdiği, virüs istilalarını, ısınma, kızarma ve şişme tepkisini nasıl önlediği ve rahimdeki kasılmaları nasıl azalttığı hala bilinmiyor... Özetle; Organlarımız üzerinde işleyiş biçimi hala açıklanabilmiş değil... Prostaglandin sentezini engelleyerek etki gösterdiği düşünülüyor... Bu ilaçların kullanım alanı çok yaygın ama nasıl bir sistematiği olduğu hakkında bir bilgimiz yok... *** Yaşamda karşımıza çıkan bilinmezliklerde nedenlerini araştırmak yerine hemen "Allah'ın hikmeti" der geçeriz ya... Bu bakış açısıyla çok rahatlıkla şu "Aykırı soruları" sorabiliriz; _"Mefenamik Asit"in işleyiş biçimi, sistematiği Allah'ın bir hikmeti midir? " _"İnsanların üzerinde iyileştiriçi etkisini Allah mı yönetir? " _"Allah bu ilacın vücudumuzda etki yapması için bizzat müdahalede mi bulunur? " ... *** Tabi ki hayır... Şu ana kadar ne olduğunu açıklayamamış olsak da, biyokimyasal bir etkileşimin söz konusu olduğunu biliyoruz... Açıklayamasak da bundan sonra da kullanmaya devam edeceğiz, Çünkü işleyiş biçimini bilemesek de her rahatsızlandığımızda sonuçlarını deneyimlediğimiz için etkilerini çok iyi biliyoruz. AYKIRI YANIT: Özetle; Burada vurgulanmak istenen şudur; Bilemediğimiz şeylerin ardında Tanrı aramak, Kolaycı bir yaklaşımla "Allah'ın Hikmeti" diye yanıtlar üretmek... Bilimin her boşluğuna Tanrı'yı (ya da tanrıları) sokuşturmak, aklı başında bir davranış, akıllıca bir iş değildir.
  10. Sayın 'Kemend'; Anlaşılan o ki; ben varsayımlar üzerine cümleler ürettim, sizde beni ciddiye alıp yanıt verdiniz demeye getiriyorsunuz... Bırakalım artık bu kelime oyunlarını... Uzun lafın kısası; Başlığın konusuna geri dönersek... Yazılanlarda anlatılmak istenen şuydu...
  11. Nükleer santrallerin çevre üzerindeki etkileri uranyum ve toryum çıkarma, yakıt hazırlama, zenginleştirme, üretim, kullanılan yakıtın yeniden işlenmesi, depolanması ve işletme ömrü bitip kapatılan reaktörlerin sökülmesi sırasında ortaya çıkmaktadır. Nükleer Santrallerde kullanılan uranyum ve toryum cevherlerinin çıkarılması ve işlenmesi esnasında düşük ışımalı atıklar yayılmaktadır. Bu atıkların bir bölümünün geçmişte yapı malzemesi olarak kullanılması, bu tür malzemeden yapılmış evlerde barınan insanların, uranyum madencilerinden daha yüksek dozda ışımaya maruz kalmalarına yol açmıştır. Nükleer santrallerden çevreye olabilecek en büyük etki bir kaza sonucu büyük miktarlarda radyoaktif maddenin çevreye yayılmasıdır. Nükleer Santrallerden yayılan gaz ve sıvı radyoaktif atıklar önemli çevre sorunları yaratmaktadır. Ancak, olası kaza durumunda radyasyonun çevreye olan etkileri kazanın şiddetine, reaktörün tipine ve reaktör dış emniyet sistemine göre değişmektedir. Şayet kaza sonucunda çevreye çeşitli radyoizotoplar yayılmışsa su, toprak ve hava alıcı ortamına radyasyonun yayılması, çevre ve insan sağlığını etkilemektedir. Radyasyon gerek ışınlama ile gerekse bitki ve deniz ürünlerinin yenmesi sonucu insanlara geçmektedir. Radyoaktif maddelerin (sezyum ve stronsyum) yarı ömürleri uzun olup (28 yıldan fazla) vücuttaki tabi elementlerle kimyasal benzerlikleri bulunduğundan insan vücudunda birikmesi sözkonusudur. Örneğin kalsiyumun kemik oluşumunda potansiyumun da çeşitli hücre fonksiyonları ile ilişkisi bulunmaktadır. Kimyasal olarak da stronsiyum kalsiyum ile sezyum ise potansiyum ile olan benzerliklerinden dolayı bu maddeler alınan besinlerle vücutta birikerek çeşitli kemik hastalıkları ve kemik kanserine sebep olmaktadırlar. Radyoaktif serpintiler sonucu toprağın bu atıkları absorblaması ve toprakta yetişen bitkilerin doğrudan yenilmesi veya bunları yiyen hayvanların et ve sütünün besin olarak alınması ile insan vücudunda radyoaktif maddeler birikmiş olacaktır. Yine atmosfere yayılan radyoaktif gazlar bulutlardan ışınlama ile veya gıda zinciri ile insanlara bulaşmakta ve insan sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir.
  12. Siz ne diyorsunuz? İletime bakarsanız alıntıladığım "Oysa yazdığım yazı şöyle:" dediğinizle aynı... Kelime oyunları yapmanız "aldım-alsam", "tekmeyi bastım- tekmeyi bassam" düşüncelerinizin özünü değiştirmiyor... Bu kendinizi zeki sanmanızın ötesinde, karşınızdakileri dil bilgisi bilmeyen saf insanlar sanmanın karmaşası... Kendi kendinize kurgulamalar yapıp ardından tartışma uslubuna uygun olmayan yaklaşımlar üretiyorsunuz... Siz karşınızdaki kişileri hep sizden daha akıl fakiri olarak mı değerlendirirsiniz? Alıntıda renklendirdiğim yerlerde yapmaya çalıştığınız şey çok yakışıksız... Aklınız sıra beni uygun lisanla akılsız, anlamaktan yoksun biri olarak ilan ediyorsunuz... "Allah'ın kendisine verdiği nimetleri güzel kullanabilenle kullanamayan bir olur mu hiç." diyorsunuz... Ama ben sizin bu bakış açınızı kabul etmiyorum, aklını sizin gibi kullananlardan olmayı asla tercih etmem... Kelime oyunları yapmak yerine, yazılanlara varsa karşı görüşünüz yazarsınız. Tartışmayı kişiselleştirip, onları aklısız olmakla itham etmenin, Söyleyecek bir şeyleri olmayanların yakışıksız bir davranışı olarak gördüğümü bilmenizi isterim... Bu yaklaşımınızı muhatap olarak almıyor ve size iade ediyorum... Alttaki imzayı okuyup üzerinde düşünmelisiniz bence... Kendinize ve çevrenizdekilere iyi davranmanız dileklerimle...
  13. Neden tekme atma ihtiyacındasınız anlaması güç!.. Size tanrınız merhametsizliği mi bahşetti?.. Size tanrı yanınızda çalışanları "Kul" olarak gör diye akıl mı verdi? Alışkanlık bu ya tanrının sizden beklediğini varsaydığınız, biz kullar ona tapınıp, yüceltilmeliyiz düşüncesini.. Kendiniz için size hizmet üreten insanlardan da bekliyorsunuz... Tanrıcılık oynamak yerine size hizmet üreten insanlara değer vermeyi denemelisiniz... Üretenin ne dediğinden çok neyi ürettiği önemsiz midir.? *** Ayrıca sorulması gereken ufacıcık bir soru var... Bilim adamlarının ve yaşamın zorluklarını aşamaya çabalarken insanoğlunun takıldığı yerlerde ne zaman, nerede tanrıdan akıl istemiştir de bu istem yukarıdan yanıt bulmuştur... Örneğin; Edison ampulu üretirken sorunlarla karşılaşıp takıldığı yerler olmuştur şüphesiz öyle değil mi? Onun bu buluşu yaparken karşılaştığı sorunlar karşısında onun tanrısı ona nasıl bir akıl vermiştir acaba bilginiz var mı?.. Neyse; Siz iş yerinizde karşınıza çıkan sorunlarınızda "takıldığınız, içinden çıkamadığınız yerlerde" tanrıdan akıl isteyin bakalım size bir yanıt gelecek mi? Eğer gelirse bizimle paylaşın lütfen... *** Yazılanlar üzerine öne sürdüğünüz bakış açısıyla değerlendirme yaptığınızda, yapacağınız çıkarım elbette bu yazdıklarınız olacaktır... Bu anlamda size hak vermemiz gerekiyor... Ama sizin de en azından anlamaya çabalamak gibi niyetiniz olması gerekiyor... Uzun lafın kısası; Sizin şöyle bir göz gezdirdiğiniz yazılanlarda anlatılmak istenen şudur... Kuru kuruya "hamdolsun" diyerek Allaha dualar etmek yetmez... Bilgiyi, bilimi, bilimsel yöntemi ve bilim adamını el üstünde tutmak gerektiğini anlamak, kavramak gerekir. "Hamdolsun verdiğin nimete, sağlık ve afiyete..." diyeceğimiz "İnsanoğlunun birikimidir." Bu birikime bilimsel yöntemleri kullanarak, üst düzeye çıkmış sorunlarımıza çözümler üreterek ulaşmıştır.
  14. Eleştirinin hedefini saptırmış olmuyor musunuz sayın 'MonDieu'... Yapılan anlamsız eyleme en ufak bir eleştiri getirmeden, yapılan saptamalara getirilen eleştiri eksik kalmıyor mu?
  15. Haberleri izlerken yüreğim parça parça oldu... Öylesine aynı koşulları yaşayan insanların dramı sergileniyordu ki... Orada hak arama mücadelesi veren insanlarla aynı yaşam koşulları ve zorluklarla baş etmeye çalışan biri olarak, ortaya çıkan görüntüler karşısında kendinle özleştirmek iç güdüsüyle bile yaklaşamıyor insan... En daramatiğide Ankara da bütün özlük hakları gaspedilen tekel işçilerinin içinde bulunduğu o koşul ve şartlar... Zavallı insanlar, genci, orta yaşlısı, emeklilik yaşına gelmiş, kadını erkeği artık kaybedecekleri bir şey kalmadıysa ne işleri var o yaşta bu soğukta aç bilaç oralarda.. Ve ülkeyi onlar adına yönetenlerin atadığı mülki amirlerin olanlar karşısında öne sürdükleri ipe sapa gelmez, mesnetsiz iddialarına ne demeli... Gasbedilen haklarımızı geri istiyoruz diyerek sorunlarını dile getirmek dışında bir amaçları olamadığı açıkca görülen insanları yine onların çocukları yaşında olan genç insanlara dövdürtmenin, bu soğukta üzerlerine su sıkarak yerlerde sürüklemenin ne kadar haklı gerekçeleri olabilir ki.. Hele beyni yıkanmış aymaz bir insanın eline aldığı biber gazı tüfeğini sadistce onun bunun suratına kendine yetki verildi diye, ne yaptığının bilincinde olmaksızın sıkıp durmasını azıcık insanlıktan nasibini almış vicdan sahibi olanlar, o görüntüleri izleyenler nasıl kabullenebilir ki ... Siz yönetime talip olurken yurttaşlarınızın iş olanaklarını arttırmak, yaşam standartlarını daha yukarıya çekmek değil miydi amacınız... Yaşam, iş, aş, insanca, insan onuruyla yaşamak değil mi? sizleri neden oralara seçti bu insanlar.. Ama siz sürekli gündem saptırıp, gerçek gündemi hep arkalara öteleme derdindesiniz ey iktidar... Ne zamanki halkın yaşmsal bir kazanımın gaspedeceksiniz, öncesinde yada o anda sansasyonel farklı bir gündem yaratıyorsunuz... Ardından, elinde ki son lokmasınıda alınca insanların, onların çocuklarının geleceğini yok edecek yaptırımlar uygulayınca bu insanlar suçlu oluyor öylemi... Peki bu insanlar göstermeye çalıştığınız gibi kanunsuz eylemler peşinde iseler, neden daha öncesinde böyle bir davranış içinde değillerdi... Yarattığınız suni gündemlerinizle şaşkına çevirdiğiniz halkınızı artık, onları kendilerini ifade edemez koşulların içine sürükleyerek varmak istediğiniz nokta sizin için olması gereken olabilir... Ama Bu halkın, insan olan her bireyi bunu hak etmiyor, insanca yaşam koşullarında yaşamak ve geleceğiyle ilgi kaygı ve korkular yaşamamak onlarında hakkı... Askerde "Onbaşı" olmuş kendi köylüsüne baskı uygulayarak, acı çektiren az gelişmiş zihniyetle bu ülkeyi yönetiyorsunuz... İçinde bulunduğumuz koşul ve şartlarda bu yaşananları gördükçe, hissettikçe, bizzat yaşadıkça ... Kahroluyorsunuz, nefret ediyorsunuz, tepki duyuyorsunuz insan olarak ... Yazıklar olsun demenin ötesinde bir cümle kalmıyor geriye... Ne yazık ki; Sevgili "AED" tünelin ucunda bir umud ışığı arayan zavallılar durumuna sürüklenmiş insanların yaşam mücadelesini, reva görüldükleri davranışları ve onlara yapılan haksızlıkların hak olarak sunulduğu günleri yaşıyoruz 2009'un son günlerinde... 2010' da sağduyunun hakim olduğu günlerin gelmesi dileklerimle...
  16. İşçi sınıfı eylemde! 3 önemli iş kolunda çalışan işçiler dün sokaktaydı İstanbul’da itfaiyeciler belediye önünde özlük hakları için eylem yaptı, Ankara’da TEKEL işçileri hükümet ve özelleştirme aleyhine pankart açtı. Türk Ulaşım-Sen ise 16 TCDD çalışanının görevlerine iadesi amacıyla iş yavaşlattı İtfaiyecilere tazyikli su! Bu kez itfaiyeciler ıslandı. Yeni yılda sözleşmeleri sona erecek olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Bimtaş A.Ş.’deki sözleşmeli itfaiyeciler, Saraçhane’deki belediye binasına yürümek isteyince ortalık karıştı. Polis, itfaiyecileri tazyikli su ve biber gazı sıkarak durdurdu. İtfaiyeciler, “Yaşasın örgütlü mücadelemiz”, “Taşeronlaşmaya ve özelleştirmeye hayır” yazılı pankartlar ve “İstanbul uyuma itfaiyene sahip çık”, “İşçinin hakkı engellenemez”, “İtfaiye yanıyor başkan nerede” sloganlar attı. Sözleşmesi bitecek olan 930 itfaiyeciye destek veren Türk-İş’e bağlı sendikaların temsilcileri de eyleme katıldı. Meslektaşlarının eylemine parkın yanında bulunan Fatih İtfaiye Grup Başkanlığı’ndaki itfaiyeciler alkışlarla destek verdi. Göstericiler de kendilerini alkışlayan meslektaşlarının yanına giderek slogan attı. Ne istiyorlar? İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Bimtaş A.Ş.’de sözleşmeli olarak çalışan itfaiyecilerin sözleşmeleri yeni yılda sona eriyor. İşsiz kalacak olan itfaiyeciler, taşeronlaşmaya ve özelleştirmeye karşı çıkıyor. Makinistler raylara yattı TÜRK Ulaşım-Sen ile BTS üyeleri, geçici olarak görevden alınan 16 TCDD çalışanı için eylem yaptı. Yurdun birçok yerinde seferler ya hiç yapılmadı ya da yavaşlatıldı. Eylemden haberi olmayan vatandaşlar, işlerine gidebilmek için geldikleri tren istasyonlarında mağdur oldu. Önceki gece 22.00’de başlayan İstanbul Haydarpaşa’daki eyleme yaklaşık 200 kişilik çevik kuvvet ekibi müdahale etti. Polis, demiryolu çalışanlarından oluşan yaklaşık 50 kişililik gruptan, kendilerine direnen ve aralarında Türkiye Kamu-Sen İstanbul İl Başkanı Hanefi Bostan, Türk Ulaşım Sendikası İstanbul Şube Başkanı İsmail Çiftçi, Türk Tarım Orman Sendikası İstanbul Şube Başkanı Okyay Yıldırım ve BTS İstanbul Şube Başkanı Hasan Bektaş’ın da bulunduğu 5 kişiyi gözaltına aldı. Ne istiyorlar? Demiryolu çalışanları, 25 Kasım’da özlük hakları için 1 günlük uyarı grevi yapmıştı. Bu grevde 16 TCDD çalışanı geçici olarak görevden alındı. Makinistler de önceki gece başlattıkları eylemle arkadaşlarının göreve iadesini istedi. Donsak da dönmeyiz! TÜRKİYE’NİN 21 ilinden önceki gün Ankara’ya gelen Tekel işçilerinin eylemi ikinci gününde AK Parti Genel Merkezi yakınında ve Abdi İpekçi Parkı’nda sürdü. Parktaki grup yürümek isteyince polis biber gazı kullanarak müdahale etti. Müdahale sırasında bazı işçiler baygınlık geçirirken, bazı işçiler ise tepkileri soyunup parktaki su havuzuna girerek gösterdi. Soğuk havaya rağmen havuza giren işçiler, “Biz buraya ölmeye geldik. Hakkımızı alıncaya kadar gitmeyeceğiz. Burada olmak bizim kanuni hakkımız. Biz hakkımızı almaya geldik buraya, ama bize müdahale edildi. Birçok arkadaşımız hastanede. Ölmek var dönmek yok” dedi. Ne istiyorlar? Önceki yıl tütün kısmı özelleştirilen Tekel işçileri, 4-C (sözleşmeli personel) statüsüne karşı çıkıyor, özlük haklarıyla kamu kuruluşlarına yerleştirilmelerini istiyor. Başbakan’ın “işçiler yan gelip yatıyor” sözlerine de tepki gösteriyorlar. Kaynak: Vatan 17.12.2009 Perşembe *** İŞTE GERÇEK GÜNDEM MİLLET İŞSİZ ve AÇ... AŞ ve İŞ İSTİYOR.
  17. TEKEL işçilerinin Abdi İpekçi Parkı’ndaki eylemine polis, su ve göz yaşartıcı gazlarla sert bir şekilde müdahale etti. Türk-iş Genel Sekreteri ve Tekgıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel gözaltına alındı. Milletvekilleri de eyleme üzerlerine gaz sıkıldığını, copla dövüldüklerini ileri sürdü. Müdahale sırasında, çok sayıda işçi fenalık geçirdi. Polisin, işçilere yönelik kullandığı gaz bombasının etkisiyle bir çok işçi park içinde baygınlıkgeçirdi. Eylemcilerin bir kısmı polisten kaçarak, Abdi İpekçi Parkı'ndaki havuza girerken, çok sayıda işçi de müdahaleyle birlikte parkın çevresine dağıldı.Müdahale sırasında, Türk-iş Genel Sekreteri ve Tekgıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel’in de göz altına alındığı bildirildi. İşçilerin yanında bulunan milletvekilleri müdahale sırasında alandan uzaklaştırılırken, bazı milletvekilleri de polisin attığı gaz bombasından etkilendi. Kaynak: Milliyet Com.tr.
  18. Hamdolsun verdiğin afiyete... Günümüzde her 3,6 saniyede bir kişi açlıktan ölmektedir. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre halk sağlığına en büyük tehdit açlıktır. 2006 yılında 62 milyon kişi açlıktan ölmüştür. Dünya'daki açlık gerçeği ürkütücüdür. Afiyet veren bir tanrı yoktur. İnsanlar yardımlaşmak zorundadırlar. Kendileri afiyetle yerken aç insanları düşünmeyip, yarattığı her kulun rızkını veren bir tanrı olduğunu sanan ve kendilerini bununla teselli edenlerin insanlıkla alakaları yoktur. Tıpkı bunda binlerce yıl önceki atalarımız gibi bugün fakir bölgelerde açlıkla savaşan insanların akıllarını kullanmaları içinde bulundukları zor durumdan kurtulmalarını sağlamaz. Bilgi nesilden nesile birikir ve işe yarar hale gelir. Her nesilde taş üstüne taş koyulur. Bundan 10.000 yıl önce tarıma geçen atalarımız kendilerinden önceki nesillerin birikimlerini kullandılar. Kimse kendi kendine bir anda icat yapıp dertlerinden kurtulmadı. *** “Tanrı insana akıl verdi, bu gelişmeler bu sayede oldu” diyenlere şunları ifade ederek oturup aklı başında düşünmelerinin gerektiğini hatırlatmak son derece önemli; Bundan 15.000 yıl önce avcı-toplayıcı yaşayan atalarımızda tıpkı bizim gibi insandı. Ancak onların doğurdukları her iki bebekten biri öldü. Onların çok çetin bir hayatı oldu, 20-25 yaşına kadar zor yaşadılar. 10.000 yıl önce tarıma geçince de tüm sorunlar bir anda çözülmedi. Hala da çözülmüş değil... Bugün Dünya'nın çeşitli yerlerinde sizin yaşadığınız rahat içinde yaşayamayanlar var. Onların bu noktadan sonra akıllarını kullanmaları da pek fayda etmiyor. Kuraklıkla, hastalıkla savaşarak geçiyor ömürler. Çoğunun ömrü kısacık oluyor. *** Uzun lafın kısası "hamdolsun verdiğin nimete, sağlık ve afiyete..." diyeceğimiz Tanrı değildir. İnsanoğlunun birikimidir. Bu birikime bilimsel yöntemleri kullanarak, üst düzeye çıkmış sorunlarımıza sonuç veren çözümler üreterek ulaşmıştır. Kuru kuruya "hamdolsun" diyerek Allaha dualar etmek yetmez... Bilgiyi, bilimi, bilimsel yöntemi ve bilim adamını el üstünde tutmak gerektiğini anlamak, kavramak gerekir. Neolitik dönemden bu yana varsayımlarında yarattığı tanrıların peşinden koşarak gerçek anlamda ne kazandı insanoğlu? Yalanlarla binlerce nesli, milyarlarca hayatı kararttı! Her insan bilimin ilerlemesinde potansiyel bir adım demektir, oysa bu zihniyet nicelerini telef etti! Gelecek kuşakların daha yaşanası bir dünyayı onlara miras bırakmak için insanoğluna düşen sağduyulu yaşamsal sorumluluklardan en öncelik taşıyanı, bronz çağı mitolojilerinin düşünce sistematiğinin bugünlere taşıdığı tanrı kavramının peşini bırakmak, gerçek çözümler sunan bilimi el üstünde tutmaktır.! ***
  19. Hamdolsun verdiğin sağlığa.... Bundan 100 yıl önce insanlar için ortalama ömür beklentisi 35 yıl kadardı. Bugün bu değer gelişmiş ülkelerde 83 yıla kadar çıktı. Gerek virüsler, bakteriler, mantarlar ve zooparazitler gerekse genetik bozukluklar ve embriyolojik süreçteki aksaklıklar yüzünden pek çok hastalığa yakalanıyoruz, hatta bu hastalıklar ile doğuyoruz. Son yüzyıl içerisinde hastalıklarla savaşımızda çok büyük ilerlemeler kaydettik. Bu ilerlemelerin tamamı bilimsel çalışmalar ile sağlandı. Gökten tedavi inmedi. 1300'lü yıllarda yaşanan Büyük Veba Salgınını düşünün. Avrupa nüfusunun neredeyse yarısını öldüren dehşet verici bir olay. O dönemde bu hastalıkla savaşacak hiçbir silahımız yoktu. Ölümden kaçış yoktu. 1918'de yaşanan Grip salgınında 20 ila 100 milyon insanın öldüğü tahmin ediliyor. O dönemdeki Dünya nüfusuna oranlarsanız bu muazzam bir rakam. Daha bunun gibi pek çok salgın yaşadı insanlık... Hepsini yazmak mümkün değil. Web’de araştırın orada bulup inceleyebileceğiniz binlerce liste var... En azından şuraya -http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_epidemics- başvurun size gerekli bilgileri verecektir… Dinlerin insan yaşamına hiçbir olumlu katkıları olmamıştır. Taş devrinden 1900 yılına kadar geçen süre içinde ortalama ömür beklentisi 20 yıldan 34 yıla çıkabilmiştir. İnsanlar terk edip bilime yöneldiklerinde ise geçen 100 yıl gibi kısa bir süre içinde ortalama insan ömrü iki kat artarak 35 yıldan 70 yıla çıkmıştır. Böyle bir gelişmeyi hiçbir dini öğretinin sağlayamadığı aşağıdaki grafikte açıkça görülmektedir… Özetle, Gerçekte sağlık Tanrı'dan gelmiyor... Sağlık konusundaki ilerlemeleri bilimsel alanda çalışarak biz insanlar sağladık.
  20. Hamdolsun verdiğin nimetlere... Daha ilkokul çağlarındayken öğrendiğimiz ama yorumlamaktan aciz kaldığımız bir gerçek var; insanlar yiyeceklerini kendileri yetiştirmeye yani tarım faaliyetine bundan 10.000 yıl önce başladılar. Daha önce avcı-toplayıcıydılar. Yani doğada kendi kendine biten bitkileri toplarlardı, kendi kendine üreyen ve yetişen hayvanları avlarlardı. Bugün yediğimiz bitkilerin, hayvanların ve mantarların neredeyse tamamı bizim yapay seçim yolu ile evcil hale getirdiğimizi, ehlileştirdiğimiz türlerdir. Eğer insan yerleşiminden uzak, yaban hayatının hakim olduğu bir bölgeye giderseniz orada yiyecek bulmakta büyük güçlük çektiğinizi görürsünüz. İçecek temiz su bulmak bile zordur. Yabanda bizim alışkın olduğumuz ıslah edilmiş bitkiler, çiftlik hayvanları yoktur. Yerleşim alanlarımız içinde bile besin olarak tükettiğimiz türlerin ataları olan yabani türleri görebilirsiniz. Örneğin Anadolu'da bir yol kenarında yabani buğday türlerini görebilirsiniz. Daha çelimsizdir, taneleri çok küçüktür, ama ıslah edilmiş buğday gibi insan bakımına muhtaç değildir. Benzer şekilde yabani bir elma ya da armut tatsız ve serttir. Yabani muzun çekirdekleri vardır. Islah ettiğimizi türlere birkaç örnek verelim, Buğday; 10.000 yıl kadar önce Anadolu'da ıslah edildi ve tarımı yapılmaya başlandı. Bundan önce sadece vahşi türler vardı, bu türlerin en dolgunları nesiller boyu seçilerek yeterli dolgunluktaki taneler elde edildi. Patates; 10.000 yıl kadar önce Şili Takımadalarında ıslah edildi ve tarımına başlandı. Avrupa'nın patatesle tanışması ise 1536 yılında oldu. İnek; Neolitik dönemde (başlangıcı MÖ 9500) ıslah edilip çiftlik hayvanı olarak kullanılmaya başlandı. Bugün dünyada 1.3 milyar kadar büyük baş hayvan bizim kontrolümüz altında çiftliklerde yaşarlar. En iyi et verimi, en iyi süt verimi bakımından seçerek gereksinimlerimize göre nesilden nesile şekillendirdiğimiz bir canlıdır inek... Vahşi atalarına ve bugün yaşayan vahşi kuzenlerine göre çok farklıdır, bakımıza muhtaçtırlar. Tavuk; 10.000 yıl kadar önce Vietnam'da evcilleştirilmiştir. 2003 yılında dünyada 23 milyar tavuk yaşamaktaydı. Herhalde bugün bu rakam çok daha fazladır. Teker teker tüm evcil türleri, ıslah edilmiş türleri yazmak işi uzatır. Buradan yola çıkarak herkes kendi bilgi edinimi için gerekli araştırmaları yapabilir, hatta yapmalıdır da! Ana fikir bellidir; insanlar bundan 10.000 yıl önce Dünya'nın çeşitli yerlerinde kendi bilgi birikimleriyle deneyerek ve iyisini seçerek kendi nimetlerini kendileri yetiştirmeye başlamışlardır. Bundan önce yaşam daha çetindir, daha belirsizdir. Tarıma geçilmesi insanoğlunun en önemli dönüm noktalarından biridir. Tarımla birlikte yıldızlar artık göç eden, avlanan kabilelere yol göstermekle kalmamış takvimlerin de oluşturulmasında kullanılmıştır. Neolitik dönemin (Taş Devrinin son dönemi) insanları her ne kadar tarım konusunda büyük bir atılım yapmış olsalar da Güneş, Ay ve yıldızların ne olduklarını anlayamamışlardı. Güneş'in canlılık verdiğini anlamışlar ve büyük bir saygı duymuşlardı, yıldızları gökte sabit ışıklar, yol göstericiler olarak kutsallaştırmışlardı. O dönemde tarımla birlikte artan yerleşik yaşam, büyüyen insan toplulukları ve insanlar arası etkileşim organize göksel dinlerin de köklerinin atılmasını sağladı. Ancak günümüze geldiğimizde bu organize dinlerin kökenlerinin unutulduğu gibi tarım öncesi yaşamın koşulları ve tarıma nasıl başlandığı da unutuldu. Nimet gökten gelir sanılmaya devam edildi. Zamanla tek bir varlığa indirgenen ve her şeyin yaratıcısı kabul edilen bir tanrının bu nimetleri verdiği fikri baskın çıktı. Oysaki nimeti veren Tanrı değildi, insan deneyerek kendi elde etmişti nimetleri. İnsan son yüzyıl içinde bir atılım daha yaptı ve tarımı geleneksel halinde çıkarıp bilimsel bulgularını tarım alanında uyguladı. Önce tarımda makine kullanmaya başlayıp verimi arttırdı, sonra yapay gübrelerle (örneğin; azotlu gübreler) kullanımı ile verimi üst seviyeye çıkardı. Genetik müdahalelerle daha dayanıklı tarımsal bitkiler elde etmemiz mümkün oldu. Kısacası; Gerçekte beslenmemizi ve diğer ihtiyaçlarımızı sağlayan nimetleri biz insanlara tanrı vermedi, biz çabalayıp kendimiz aldık.
  21. "Hamdolsun verdiğin nimetlere, sağlık ve afiyete..." diyerek dualar edeceğimiz gerçekte Tanrı mıdır, “Allah” mıdır ?. Gerçekte beslenmemizi ve diğer ihtiyaçlarımızı sağlayan nimetleri biz insanlara tanrı mı verdi ?. Sağlığımız, sağlıklı ve afiyette olmamız Tanrı'dan mı geliyor ?. Aklımızı ve düşünme yeteneğimizi gerçekte Tanrı mı bağışladı insanoğluna? *** Ama o aklı veren Tanrı'dır, Sağlığımızı ve nimetleri bize bağışlayan, veren Tanrıdır, ” Allah” dır diyenler aşağıdaki ileti dizisini sonu kadar okusunlar lütfen… Okumanın, öğrenmenin yazılanları kabul etseniz de etmeseniz de hiçbir zararı yoktur insanoğluna. Okursanız düşünürsünüz, dünürseniz araştırırsınız, araştırırsanız öğrenirsiniz, öğrenirseniz gelişirsiniz. Sonuçta; Düşünen, irdeleyen, araştıran ve gelişime açık özgür birer birey olursunuz. Neye karar verirseniz verin, kararlarınız ve düşünceleriniz size ait olur. Başkalarının doğruları ve önermeleriyle değil.. Kendinize ait düşüncelerinizle yaşamı algılayıp, değerlendirme özgürlüğüne sahip olursunuz… 50
  22. İsmi Serhat ŞAHİN… 9 Aralık çarşamba akşamı saat 19:30 sıralarında Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Dokuzçeşmeler Kampüsü önünde otobüs beklerken saldırıya uğradı... Neden mi uğramış kendi ağzından okuyup anlamaya çalışalım... Saldırıya uğrayan öğrenci şöyle bir not yazmayı da gerekli görmüş olayın ardından geçen sürede ortaya çıkan bazı gelişmeler üzerine... Birileri yazmadan ben yazayım, nasılsa yazılacak : İslam hoşgörü dinidir, gerçek İslam’da böyle şeyler olmaz. Yapan çocuk hata yapmış tasvip etmiyoruz...
  23. Tekel İşçilerinin Eylemi TEKEL işçileri AK Parti'nin önünde: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Yatarak para kazanma dönemini kapattık" dedi; TEKEL işçileri de bu sözleri protesto etmek için AK Parti Genel Merkezi önünde eylem yapmaya başladı. Türkiye'nin dört bir yanından sırt çantalarıyla, battaniyeleriyle Ankara'da toplanan işçiler, hükümeti, başbakanı ve kendilerine tanınan 4-C yani sözleşmeli personel statüsünü protesto ediyor. Tek-Gıda İş Genel Başkanı Mustafa Türkel, bekleyişin gece boyunca süreceğini söyledi... Devamını Okumak için : -http://www.cnnturk.com/2009/ekonomi/genel/12/15/tekel.iscisinin.eylemi.basladi/555348.0/- *** TEKEL işçileri Ak Parti Genel Merkezi'ne doğru yürüyüşe geçti Fevzi Kızılkoyun - ANKARA / DHA 15 Aralık 2009 İş yerleri kapatıldığı için özlük haklarıyla kamu kuruluşlarına yerleştirilmelerini isteyen TEKEL işçilerinin eylemi başladı. Türkiye'nin çeşitli kentlerinde sabah saatlerinde Ankara'ya gelen işçiler, Armada Alışveriş Merkezi önünde otobüslerden inerek Ak Parti Genel Merkezi'ne doğru yürüyüşe geçti. Ancak polis ekipleri geniş güvenlik önlemleri alarak ve barikatlar kurarak işçilerin genel merkeze yürümelerine izin vermedi. Ak Parti Genel Merkezi yakınlarındaki Yaşam Sokak'ta oluşturulan polis barikatına kadar yürüyen işçiler, burada 'İş ekmek yok, açılım da yok', 'Ölmek var, dönmek yok', 'işçiyiz haklıyız kazanacağız', 'Vur vur inlesin Başbakan dinlesin' şeklinde sloganlar attı. '4-C'ye hayır', 'Geleceğimizle oynamayın', 'Bu ateş sizi de yakar' şeklinde pankartlar açan bazı işçilerin aşırı soğuğa rağmen yarı çıplak soyunarak tepkilerini dile getirmeleri dikkat çekti. Yaşanan izdihamdan fenalık geçirenler olurken, baygınlık geçiren bir işçi ise eylemin yapıldığı yerin hemen arkasında bulunan özel bir hastaneye kaldırılarak tedaviye alındı. Devamını Okumak için : -http://www.hurriyet.com.tr/gundem/13204336.asp-
  24. bende şerefine o zaman Afiyet olsun... Doğrusu aşağıdaki kahveye hayır diyemezdim...
  25. Sayın Erdoğan; Eski bir forum üyesi olan sizin deneyimlerinize ve gözlemlerinize saygı duyuyor yorumunuza, anlatmak istediklerinize ben de katılıyorum... Bence o kadar deneyimlisiniz ki, ön görününde ötesinde, forumun görünen ve görünmeyen yüzü üzerine yukarıdaki tespitleri bile yapabiliyorsunuz... Yukarıda irdelediğiniz kişilikler üzerine yapmış olduğunuz yorumlar sizin için elbette geçerlidir... Ancak şunu da gözardı etmemek gerekirdi diye düşünüyorum... Önerilmelerine karşın öncesinde ve sonrasında onların böyle bir talep ve istemleri hatta olumlu olumsuz yanıtları da yok... Bence tüm forumdaşların iyi niyetli oldukları ön kabulüyle yola çıkarak onlar üzerinden görüş belirtmiş olmamanızı tercih ederdim... Böyle bir yaklaşım ve ön görüyle belkide" incinmek gibi bir duyguya "kapılabilecek olmalarının önüne geçmiş olurduk diye düşünüyorum... Devamında; Şahsım adına verdiğiniz mesajı iyi algıladığımı, başlığın içeriğini de göz önünde tutarak ne yapmak istediğinizi çok iyi anladığımı belirtmekte yarar görüyorum... Ancak yapmış olduğunuz tespitte "ya da başka bir şey var" ifadenize dikkati çekmekte yarar görüyorum. Evet hiç bir şey göründüğü gibi olmayabilir, cümle sonlarını"...yor" olarak bitirerek görüş belirtmek kesinlik belirtir ama o kesinlik bir anlık görünümle algınan sonuçları da ifade ediyor olabilirler... Çünkü çekilen fotoğrafların öncesi ve sonrası da söz konusudur... Yukarıdaki ifadenize ben de imzamı atarım... Çünkü aynen orada ifade edilenler çerçevesinde düşünüyorum... İlave olarak şu ayrıntıları da ekleyebilirim; Bırakalım herkes doğru ya da yanlış, eksik ya da hatalı kendisini ifade etsin... Özgür düşünceye, seviyeli iletişime taraf, forum kurallarına uyulmasında iyi niyetli üyeler ve uygulanmasında kararlı ama tarafsız bir denetim zaten gerekeni sağlayacaktır... Bunun ötesindeki yaklaşımlar, aşırıya kaçmak, karşımızdakileri saf ve istediğimiz gibi yönetilecek kişiler olarak görmek ve haddimizi aşmak anlamına gelir. Herkesle duyarlı yaklaşımlar ve yararlı paylaşımlarda buluşmak dileklerimle... Sevgiler..
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.