GeceKuşu tarafından postalanan herşey
-
Resim Tahmin Yarışması - yeni yarışma...
Resim Tahmin Yarışması doğru tahmin ettim ilk denememde! Kazandığım puan 200 Puan!
-
Bir ateist niçin hayatına son vermez?
Başlıkta maddeler halinde ele alınanları doğru kabul ederek, Siz de ateistleri bu bakış açısıyla değerlendirip, yorumluyorsanız eğer... Başlık yazarının ifadelerinde kullandığı yargıları... Bedavadan varsayıp, bu varsaydıklarını da bir gerçekmiş, bir kanıtmış gibi öne sürüyor olmasını göz ardı ederek... Onu bizlere bir ateistmiş gibi taktim etmeniz son derece doğal... *** Öncelikle ister dindar, ister inançsız "İnsancıl yaşamın gerçekleri ve insani değerler" üzerinde anlaşmamız gerekir... *** Hiç bir ateist yukarıda ele alındığı gibi yaşamı bu tür tutarsızlıklar üzerinden algılamaz... Doğanın ve insanın yaşamını en önde tutan ve korunması gereken değerler olarak görür... "Ya varsa" yada "her koyun kendi bacağından asılır" mantığıyla bakmaz yaşama bir ateist... Çevremizde -bir üst satırda ifade edilen- bireysel ve bencil bir mantıkla yaşamı algılayanların, Bu başlık yazısında da olduğu gibi öne sürdükleri bu tür varsayım ve yargılarını ... Akıl süzgecinden geçirmek yerine hemen kabullenme kolaycılığı ile yaklaşarak, İnançla inançsızlık arasında kalmış bocalayan insanların düşünsel karmaşalarını Ateist düşünce olduğunu sanarak "duygusal boşluk" önermesinde bulunmak... Ardından bu ön yargılar üzerine yapılacak bir tartışmanın "güzel bir felsefik tartışma konusu " olabileceğini sanmak Bu tür kolaycı bir bakış açısıyla elbette son derece doğal... Oysa sağlıklı ve doğru bir değerlendirme yapabilmemiz için "İnsancıl yaşam ve insani değerler"in Dinsel baskılanmaları aşmış, kul olmanın ötesine geçmiş kişiler için en önde gelen değerler olduğunu anlamamız gerekir... İŞTE o zaman, çevremizde inançla inançsızlık arasında bocalayanların ateist olduklarını sanmaktan kurtulabiliriz... *** Başlık yazarına sorun bakalım kendisinin ateist olduğunu ifade edecek mi size?... Eğer yalandan yere öyle olduğunu söylerse bilin ki; O asla iyi niyetli ve dürüst bir kişi değildir... Öne sürdüğü "itham ve varsayımları" kabullenip kendisini öyle tanımlıyor ve hissediyorsa eğer... Bu güne kadar yaşamını boşa geçirmiş, insani değerlerden nasibini alamamış olduğundan ve... İnançlı yada inançsız her iki durumda da insanı ve onun yaşamını düz bir mantıkla bir robot gibi algıladığından emin olabilirsiniz... *tna
-
ŞEKER değil RAMAZAN BAYRAMI olmalıymış... "ulema” edasıyla konuşan RTE “Şeker Bayramı” değil “Ramazan Bayramı” olmasını geretiğini belirtiyor...
Sevgil taylan sanırım oda işine bakmaya devam ediyordur... İşine bakmaya devam ettiği şurdan belli "Ramazan" dır...."Şeker"dir... Gündem değişsin diye elinden geleni yapıyor zaten... Bu arada geçmişte olduğu gibi Leman'a yine dava açmayı düşünürler mi bilinmez... Aşağıdaki karikatür içinde bulunduğu ruh halini oldukça iyi açıklıyor... Günün Çizgisi : 2008/09/26
-
KEMAL KILIÇDAROĞLU vs DENGİR MİR MEHMET FIRAT
BENCE FAZLA ETKİLENMEYİN EFENDİM...
-
işte deniz feneri
Şener: 'Bizim' hırsıza sahip çıkıyorlar 25/09/2008 AKP'nin kurucularından Abdüllatif Şener, Başbakan Erdoğan'ı Deniz Feneri davasında ismi geçen kişileri kollamakla suçladı.. Haber linki "tıkla ayrıntıları oku.."
-
işte deniz feneri
- KEMAL KILIÇDAROĞLU vs DENGİR MİR MEHMET FIRAT
26.09.2008 09:45 ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... Yüzde ... ... ... ... ... ... Oy Kemal Kılıçdaroğlu... ... ... ... 75,10 ... ... ... ... ... 112234 Dengir Mir Mehmet Fırat... ... 24,90 ... ... ... ... ... . 37238 Toplam oy : ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 149572 Söz sizde.. Tıklayın, ankete katılın.- işte deniz feneri
_* Başbakan Tayyip Erdoğan, Almanya’da 3 kişinin ceza almasıyla sonuçlanan Deniz Feneri e.V davasını yazan gazetelere yönelik "almayın" kampanyası başlatmış!. _ACABA NEDEN.? _*ABD Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarlığı’na yeni atanan Daniel O’Grady'de, TBMM’de nabız yoklayıp, hükümet-medya tartışmasının ne zaman sona ereceğini... Erdoğan’ın medyaya yönelik tavrının nedenini sormuş... _*Erdoğanda partisinin MYK toplantısında: "İftiraya uğradım, öfkemde haklıyım" açıklaması yapmış.? _*AKP’li yöneticiler, "Bu tartışmaların iki tarafa da bir faydası yok. Uzun sürmez" değerlendirmesinde bulunmuşlar... _NEDEN? Kİ NE?..- Unutmayın su uyur, düşman uyumaz!
Şişli’deki bir dürümcünün reklam broşüründen harfi harfine aktarılmıştır. .. ----------- Diyet, perhiz, rejim gibi faaliyetler hedefte Türk delikanlılarının ve genelde de Türk milletinin devamını engellemek için dış mihraklar tarafından gündeme getirilmiş şuurlu bir düzmecedir. Gaye, eskiden bir koyunu, bir oturuşta götüren dev gibi babayiğit atalarımızı ve tarlada doğum yaptıktan sonra bebeğini kundaklayıp, elde orak tarlada çalışmaya devam eden Türk kadınlarını; kalori hesaplayan, hapşırınca yatağa giren, fitness ve aerobik yapan çıtkırıldım tiplere dönüştürmek ve büyük Türk ırkını Çinliler, Japonlar gibi sıska, zayıf ve sağlıksız bir ırk haline getirmektir. İcabı halinde 240 kiloluk top mermisini tek başına namluya süren bir babayiğidin, kalori hesaplayan, yoğurtlu kebabı reddeden bir züppe haline getirilmesinden daha büyük bir soykırım olabilir mi? iç yağının, kuyruk yağlarının, anamızın Vita yağının kolesterol yaptığı palavradır. Kolesterol, kebapları yedikten sonra iki şişe soda içerek ayarlanabilecek bir gaz durumudur. Sakın bu oyuna düşmeyin. Feminizm, kadın hakları, çevre şuuru ve eşitlik adı altında Türk kızlarının akılları çelinerek, yemek yapmayı bilmeyen, bizim istikbalimiz olan yavrularımızı, abuk subuk yiyeceklerle yetiştirecek, damak zevki gelişmemiş, sunta kılıklı diyet bisküvilerini yiyecek sanan bir hale getirmişlerdir. Ayrıca kör olası dış mihraklar, bu kızlarımıza kebap, soğan, çiğ köfte vb. Lezzetleri yiyen, bardak bardak şalgam suyu içen yiğitlerimize hanzo-kıro gibi sıfatlar takmayı öğretmişlerdir. Ayrıca son yıllarda moda gibi gösterilmeye çalışılan Çin mutfağı diye bir şey yoktur. Bu sözde mutfak, acayip zerzevat ile acayip mahlûkatın, wog adı verilen bir tencerede yarı pişmiş yarı çiğ olarak hazırlanıp insanlara eziyet olsun diye sopalarla yenmesinden ibaret bir hokkabazlıktır. Sakın kanmayın, sakın yemeyin. Helal değildir! Unutmayın su uyur, düşman uyumaz!- BASINDAN SEÇMELER - KÖŞE YAZARLARININ GÜNDEMİNDEN
Fener söndü Deniz bitti! Objektif gazeteci olmak lazım... Birini yazarken, öbürünü yazmamak olmaz. * Deniz Baykal’ın parasızlık nedeniyle anca sponsor sayesinde ABD’de okutabildiği oğluna gemi aldığı ortaya çıktı mesela... Kimsesizlerin kimiyiz diyen Deniz Baykal’ın 7 yıldızlı Rixos’ta tatil yaptığı ortaya çıktı. Fakir fukara, garip gureba diyen Deniz Baykal’ın 60 bin dolarlık Franck Muller saat taktığı ortaya çıktı. Deniz Baykal’ın memleketi 6 yıldır sanki kendisi yönetmiyormuş gibi, hiç başbakanlık yapmayan Tayyip Erdoğan’ı suçladığı ortaya çıktı. Bu AKP taş üstüne taş koymadı diyen Deniz Baykal’ın pazarlamak benim görevim diyerek, sata sata memlekette taş üstünde taş bırakmadığı ortaya çıktı. Türkiye büyüdü diyen Deniz Baykal’ın, tarım küçüldü diyen çiftçiye ananı da al git, oğlum işsiz diyen babaya da, senin oğluna ben iş bulmak zorunda mıyım dediği ortaya çıktı. Deniz Baykal hortumları kestik diyor ama, yardımcısının 1 milyon doları pipetlediği ortaya çıktı. Deniz Baykal’ın devlet bankası kredisiyle damadının şirketine televizyon ve gazete aldığı ortaya çıktı. Deniz Baykal’ın petrol rafinerisini damadının patronuna söz verdiği ortaya çıktı. Halkı kin ve nefrete sürüklediği gerekçesiyle içeri atılan Deniz Baykal’ın, değiştim meğiştim derken, laiklik karşıtı odak olduğu ortaya çıktı. Daha önce Taliban’ın dizinin dibinde fotoğrafı çıkan Deniz Baykal’ın, en son, din-iman diyerek ahaliyi dolandıran Deniz Fenerci arkadaşın omzunun dibinde fotoğrafı ortaya çıktı. * E takke düştü kel göründü tabii... * Öfkelenen Deniz Baykal’ın, ceketi çıkarıp, "Hakkımdaki iddiaları açıkladınız açıkladınız, açıklamadınız bir hafta sonra ben kendi kendime açıklayacağım" dediği ortaya çıktı.- İblisi nasıl bilirsiniz..
Sevgili Dayı "Şeytan"ı ve İnsanı ele almış... Anlayana kendi ifade diliyle güzel şeylerde yazmış... Oysa bana göre yine de bir tarafı eksik kalmış... İnsan ve Şeytan"ı ele alıp "Allah"ı bir kenarda bırakmak olmaz... *** İlk günah nedir diye... "Musevi, Hıristiyan, İslam" hangisi olursa olsun ona inanan birine, yada bu inançların inanç ustalarına, din alimlerine sorsanız... Yanıt olarak size hemen der ki; "Havva tarafından aldatılan Adem, Allah'ın dokunmayı yasakladığı bir elmadan yedi". Peki, bu kadını "böyle bir budalalık yapmaya kim yöneltti?..." "Şeytan"… "Şeytanı kim yarattı?..." "Allah"... Peki; Onu kötü olmaya günaha yönlendiren şeytanı…Allah neden yarattı? ... Bu konuda bilinen hiçbir şey yok, tanrısallığın sinesinde gizli bir sır... *** Galiba Dayı "İnsan zekası ve sağduyusuna hitap edip" bu sırrı açıklamaya çalışmış... *tna- AYKIRI SORU - YORUM VE SORGULAMALAR
*** İster Musevi, ister Hıristiyan, İster İslam… Bu dinlerden birine inanmış herhangi bir inanç sahibine, “Dünyanın kökeni nedir?” diye bir soru yönelttiğinizde size yanıt olarak, "Kâinatı yaratan Allah'tır" diyecektir... "Allah nedir? …" Varsayımlar dışında Onun hakkında hiçbir şey bilinmez. "Yaratmak nedir? ..." Bu konuda “ol dedi oldu” dışında hiçbir fikre sahip olunmaz. Vebanın, koleranın, kıtlıkların, savaşların, kuraklıkların, su baskınlarının, depremlerin nedenleri nedir? "Allah'ın gazabı"… Onun gazabını dindirmek için, bu felaketlere karşı ne çareye başvurulmalı? Duaların, namazların, kurbanların, hacların, adakların, tanrısal gazabı yatıştırmak için gerçek çareler olduğuna inanılır… Peki, "Allah neden gazaba gelir? ..." Çünkü insanlar kötüdür… "İnsanlar neden kötüdür? ..." Herhangi bir inanç sahibi yanıt olarak size hemen der ki; "Havva tarafından aldatılan Adem, Allah'ın dokunmayı yasakladığı bir elmadan yedi". Peki, " Bu kadını böyle bir budalalık yapmaya kim yöneltti?..." "Şeytan"… "Şeytanı kim yarattı? ..." "Allah"... Peki; "Onu kötü olmaya günaha yönlendiren, insan türünü bozmaya özgü bir şeytanı...Allah neden yarattı? ..." Bu konuda bilinen hiçbir şey yok, tanrısallığın sinesinde gizli bir sır... Oysa dindarlara sorarsanız, inançsız dünyada hiçbir şey açıklanamaz; Doğa, sürekli anlaşılmayan bir hal alır; İnsan kendi kendini bile anlamakta zorlanır. Ancak, gerçekte dinin bize "açıkladığı" nedir? *** Sıradan bile olsa "insanın araştıran zekasına, sağduyusuna" yenik düşmüşseniz, Arada sırada da olsa bu tür soruları soruyor ve yanıtlarını arıyorsanız eğer... Bu soruların yanıtlarını bulmak amacıyla dinleri ne kadar çok incelerseniz, O oranda, bütün fikirlerimizi karıştırmaktan başka bir sonuca ulaştırmadığını... Teolojinin, zor şeyleri bize olanaksız şeylerle açıkladığını... Dinsel inançların kavrayış ve açıklamalarının her şeyi sırra dönüştürdüğünü görürsünüz... *tna- K E R İ Z F E N E R İ
sayın;'bekir' " ***..." ifadesini burada da tekrar kullanmakta sakınca yoktur umarım... Çünkü Alıntıda ki... "yardım yapanları *** olarak adlandıranlar" ifadesi biraz zorlama bir çıkarım olmuş... Eğer yazı bir kez daha ele alınarak gözden geçirilirse hiçte yardım yapanlardan söz etmediği anlaşılacaktır... Anlaşılmasında kolaylık sağlanması açısından şu sorulara dikkat etmek gerekir... 1-" Alman polisi, Deniz Feneri'ni bağış dolandırıcılığından yakalıyor..." kimin haberi yok... 2-"Alman milletvekilleri, "Buradaki Deniz Feneri sizin milleti soyuyor" diye, bizim basına haber gönderiyor..." kimlerin nelerden haberleri yok... 3- Bahsedilen (...izleri) çok uzakta ve zorlama çıkarımlarda aramamak için devamı soruları çoğaltabiliriz... Yeterki anlatılmak istenileni anlamak...doğru çıkarımlarda bulunma çabasında olalım... Bunun tersi bir yaklaşım ister istemez içeriğini değiştirme ve zorlama çıkarımlara kadar uzanabiliyor... *** Gerçekler ortaya çıktıktan ve bir şeyler anlaşıldıktan sonra beddualarda bulunmak kolaycı bir yaklaşımdır... Önemli olan bu gerçekleri öncesinde de dile getirenleri "Çamur atan, utanmazlar" olarak ilan etmemektir... http://www.turkish-media.com/forum/index.p...st&p=540419 *** Düşünce ve İfadelerinden dolayı" işinizin olduğunu" söylediğiniz "GeceKuşu" kişilerin beyanına inanır Ve birinci kaynağın doğruluğunu kabul eder... Taki söylemleriyle... İfade, yaklaşım ve davranışlarının uyumsuzluğunu anlayıncaya kadar... "Fetullahçı olmadığım anlaşılsın" ifadesi size ait olduğuna göre bize bunun doğruluğunu kabul etmek kalır... Ama yine de dikakatinizi çekmem gereken şu... Son dönemde hakim olan bir zihniyetin taraf olsa da olmasa da kişiler üzerinde yaptığı etkilerden bahseder ve eleştirirken, sizde konuya dahil olduğunuz için sizi fetullahçı olarak itham ettiğim çıkarımında bulunmuş olabilir ve bu yaklaşımı haksızlık olarak değerlendirebilirsiniz...Bundan dolayı size suçlama da yapılamaz... Ancak; En azından "benim işim o yazıyı foruma taşıyanla" ifadesini kullanarak öncesi ve sonrasında dile getirdiklerinizle bu zihniyetin etkisi altında yada ona benzer yaklaşımlar ürettiğinizin farkında mısınız acaba.? *tna- K E R İ Z F E N E R İ
Akıllarda soru işareti kalmasın... Bahsedilen yazının linki aşağıda... http://www.turkish-media.com/forum *** Anlaşılan o ki...Fetullah Gülen'e yapılan en ufak eleştiri bile zihinlerde O kişilere irtifa kaybettiriyor... Fetullah Gülen'e (ve onun zihniyetini benimsemiş yaklaşımlara) yapılan eleştiriler... Kişisel algılanabiliyor... Eleştiri yapan kişilerin yazdıkları her şeye ilgili ilgisiz, mesnetli mesnetsiz karşı durarak... Kişisel karşı duruş ve haklılıklarını tutarlı ve mantıkllı yaklaşımlarla kanıtlamak yerine, O kişileri kendilerine iş olarak görüyorlar... Tıpkı fettulahcı basının Nihat Genç'e "Fettulah Gülen ve onun toplum üzerine yerleştirmeye çalıştığı zihniyeti" eleştirdiğinde Ona olan yaklaşımları ve bunu kendilerine iş olarak edinerek yıpratmaya çalıştıkları gibi... *** Niye doğru bulunmayan bu ifadeler söz konusu başlıkta yanıtlanmadı da ... İçeriği ve gündemi farklı bir başlık altında o eleştirileri yapan kişi bir iş olarak ele alındı.. Neden...? Anlaşılması güç mü.? Bence hiç değil... Yaklaşım tanıdık...Zihniyet bildik... Anlaşılan şu ki; GeceKuşu'nun işi zor... Çünkü onu iş edinen zihniyetler... Onun yazdıklarına haklılıklarını kanıtlayacak yaklaşım ve yanıtlar yerine... Kişiliğine ve onu yıpratmaya yönelik en ucuz yaklaşımları sergişleyecekler... "fettulahcı zihniyetin" açmazlarının sergilenmesinin önüne geçmek adına "işimiz onunla" diyerek... Onu kendilerine iş olarak edinecekler... Bu defasında 'GeceKuşu' uçuz atlatmış sayılmalıdır... Çünkü şimdilik "eski tartışmalardan bu yana çok fazla irtifa kaybettiği" öne sürülmüştür... *** Umulur ki, yukarıdaki alıntıda anlatılmak istenenleri iş sahipleri sağduyu ile değerlendirerek... yaklaşımların da bu uyarılara uyulması temennisini yerine getirirler... *tna- K E R İ Z F E N E R İ
Sizin benimle iş olarak tanımladığınız ne gibi bir şey var aramızda..? *** Giriş cümleniz aşağıda... Ve benim bu giriş cümlenize yanıtımda şuydu... *** Mahkeme hükmünü vermiş sayın bekir... "Pekiyi Hakimin görevi nedir?" sorunuza yanıt olabilir mi.? Yoksa Karşı olmadığınızı söylediğiniz Y.Özdilin yazısını buraya taşıyan kişiyle hala bir işiniz olduğunu düşünüyor musunuz.? Y.Özdilin yazdıklarıyla bir işiniz yok ama onu buraya taşıyan kişiyle bir işiniz...Anlaşıldığı kadarıyla bir sorununuz var... Neden...? Anlaşılması güç mü.? Bence hiç değil... *** İşinizin olduğunu söylediğiniz kişinin size bu konuda son olarak söylemek istediği şu... Konuları kişiselleştirerek içeriğini ve özünü ortadan kaldırma çabalarınızı benim üzerimden yapmaya çalışmayın... Çünkü bahsettiğiniz o kişinin... "Algılama farklılığı ve görüş ayrılıkları nedeniyle gereksiz yaklaşımlar üreterek bir diğerini kendine iş edinenlerle "... Kişisel polemiklere yönelik hiç bir işi olamaz...- Lizenko-Stalin-Kruşçev; ideolojik önyargılar bir tarafta...Yaratılışçılar; dini önyargılar bir tarafta
Evrim konusu genelde kişilerin inançsal değerleri çerçevesinde, bilimsel içeriğine ters düşen bir yaklaşımla ele alınarak tartışıldığı için, çoğunlukla polemiğe açık tartışmalarla ele alınmıştır... Bilimsel bir bakış açısıyla ele alınması gerekirken genellikle kulaktan dolma ve aslı dışındaki kaynaklardan öğrendikleriyle konuyu tartışanlar, sonuçta şu yargıya bile varmışlardır... "İnsan Maymundan gelmiştir."... O nedenle Konunun bilgi kirliliğine uğramadan ve kafalar karışmadan önce " Evrim " in ne olduğu ve ne demek istediğini basit bir dille anlatan aşağıdaki kaynağı vermek gerekiyor... Web Linki: Evrime Giriş bölümüne hoş geldiniz! Aspirini bakkal yerine Eczaneden almayı... Bilgiyide kaynağından öğrenmeyi önemseyenlere duyurulur... *tna- K E R İ Z F E N E R İ
Bir üsteki yazıda hak vermenizle ilgili yanıt var! *** Sizin forumdaşlar sizin yaptığınızdan farklı şeyler yapmıyor aslında... Hala fark edemediniz mi? Ancak diğer forumdaşlar kabullenemediklerine düşüncelerini iletmek yerine yaftalar yakıştıranları ( ) gülümsüyerek izliyor...- K E R İ Z F E N E R İ
Bu sizin düşünceniz... Birilerini gözünüzde olabildiğince büyütmek yada küçümsemeye yönelik... [ Bir Ön yargı...Bir Varsayım...] Yukarıdaki bakış açısı ve ifadeler... Kişilerin kendi zihinlerinde ortaya çıkan bir ölçüde engelleyebildiklerini bir diğerinden bekleme güdüsü... Üstelik bu bir gazete yazısından alıntı... Bu forumdan önce binlercesi tarafından okundu... Öne cıkmak adına değil beğenilen bir ifade bütünlüğünü bir yaklaşımı forumda paylaşabilme güdüsüydü! Sizin bu ifadelere katılmıyor olmanız diğerlerini itham etme hakkını size vermez... Katılmadığınız karşı görüşünüzü yazın yeterlidir.. Ötesi zaafları ve bakış açılarındaki açmazı, gereksiz yaklaşımları ortaya çıkarır...- K E R İ Z F E N E R İ
Keriz Feneri * * * Aslında gizli saklı bi şey yok... Apaçık. * Alman savcının tespitlerine göre... Deniz Feneri paraları nereye verdi? Kanal 7. Kim yedi? Kanal yedi. * Alman polisi, Deniz Feneri'ni bağış dolandırıcılığından yakalıyor... Bizim polisin bağışları komple Deniz Feneri'ne verilmiş, bizim polisin haberi yok. * (Bu arada... Emniyet Genel Müdürü'nün adı ne? ... Oğuz Kağan... Takunyalılar "din, iman" la ahaliyi soyarken, kimi yakalıyor Oğuz Kağan? Ergenekon!) * Alman milletvekilleri, "Buradaki Deniz Feneri sizin milleti soyuyor" diye, bizim basına haber gönderiyor... Bizim basın, bizim milletvekilleri uyuyor mu diye bakıyor ki, Bizim TBMM 'nin mutfağı, tabağı çanağı filan "buradaki Deniz Feneri" ne bağışlanmış, Bizim basının haberi yok! * Cumhur'un soyulduğu ortaya çıkınca, Cumhurbaşkanı'na soruluyor, "Ben o işlere karışmam" diyor... Ama az kurcalanınca, o işlere karışmayan Cumhurbaşkanı'nın, Dışişleri konutunda tadilat yaparken,koltuğu masayı Deniz Feneri'ne verdiği anlaşılıyor. * Mehmetçik Vakfı'na sağlanmayan avantajlar AKP tarafından Deniz Feneri'ne sağlanıyor; Deniz Feneri bu avantajla Kızılay'ın yerine geçiyor; yetmiyor, Deniz Feneri'ne " TBMM Üstün Hizmet Madalyası" veriliyor... Sonra ne oluyor? ... "Kızılay" , Başbakan'a madalya veriyor! * E hal böyleyken... Başbakan haklı olarak ne diyor? "Gözleri var, görmezler!" * * * Yılmaz ÖZDİL Hürriyet,12.09.2008- Türkiye hiçbir dönemde yolsuzluğu ve kanunsuzluğu kendisi için bir hak ve imtiyaz olarak gören böylesine lekeli bir iktidar tarafından yönetilmemiştir
Kamunun hakkını yiyenlerin dini-imanı olur mu? Başlıktaki soruya kim ne cevap verir bilemem ama soruya Kur’an’ın verdiği cevap açık ve nettir: Kamunun hakkını yiyenlerin dini olmaz, olamaz. Hatta namazlı niyazlı olsalar da onların dini imanı olmaz. Evet, Kur’an aynen böyle diyor. Ne var ki, Kur’an’ın böyle dediğini Müslümanlar öğrenmesin diye elli bin şeytanlık sergileyenler Kur’an’ın bu hayat veren söyleminin üstünü örtüyorlar, örttüler. Bunun gibi daha nicelerini. Allah şu Almanlardan razı olsun, onların sayesinde yüzyılın en büyük ve en imansız kamu hakkı talanlarından birinin içyüzünü enine boyuna öğreniyoruz. Allah ile aldatanlar, din simsarı bu vurgun çetesini utanıp arlanmadan, ‘İslamî Kızılay’ diye adlandırabiliyorlar. Din bunların babalarının çiftliği. İstedikleri gibi parselliyor, sonra da istediklerine istedikleri kadar veriyorlar. Bu millet, meydanlara çıkıp bunlara, “Ona buna dinsiz imansız diye sataşmayın, Kur’an’ın açık beyanlarına göre esas dinsiz sizsiniz!” diye bağırmadıkça bu ülkenin iflahı mümkün değildir. Esas kurtuluş işte o sesin yükseldiği gün gerçekleşecektir yoksa bunların soygun propagandalarıyla aforozlarına duyuru mekânlığı yapan sözde camilerin sayısını artırmakla değil. Bugünkü camiler, İslam’ın mâbedi olarak değil, Allah ile aldatanların, kendilerinden olmayanları din dışı ilan etmelerinin dokunulmaz mekânları olarak kullanılıyor. İşin finansmanına devlet bütçesinden ayrılan iki katrilyonun (8 bakanlık bütçesi kadar) büyük kısmını da o camilerde hakaret ve aforoza mâruz bırakılan kesim vergi olarak ödüyor. Günlerdir, ana gündem olarak neyi izliyoruz? Bir ucu Almanya’da, öbür ucu, Türkiye’nin RTÜK gibi bir kurumunun başındaki kişinin ceplerinde seyreden bir kovuşturmayı. Allah ile aldatanlar tarafından din-iman nutukları atılarak 40 küsur milyon Euro civarında para Müslüman halktan çarpılarak ustalıklı yöntemlerle paylaşılmış. Allah ile aldatma kullanılarak gerçekleştirilmiş böyle korkunç bir soygun, mesela engizisyon tarihinde bile kaydedilmemiştir. Benzerleri yine Allah ile aldatanlar eliyle ve yine ‘yüzde doksan dokuzbuçuğu Müslüman olan (!) Türkiye’nin ‘dinci’ yurttaşları tarafından gerçekleştirilmiş. Ünlü Mercümek, Yimpaş, Kombassan, İhlas, Jet-Pa, Avrupa’daki Türkleri camide kandırıp soyma olayları bunların öne çıkanları. Üstü henüz açılmamış daha neler var! Din adına öne çıkan, gündem olan konular, özellikle son otuz yıldır hep bu soygun-vurgun olayları oldu. Bu ahlaksız vurgunları yapanlar, bir yandan iki kadeh rakı içenleri din-iman dışı ilan ederken, öte yandan insanı ‘Allah’ın düşmanı’ durumuna düşürecek zulümleri işleyenleri din adına avukatlık mevkiinde tutmanın şeytanî saltanatını kurmuş bulunuyorlar. Bu şeytanî saltanat bir biçimde yıkılmadıkça bu ülkede kimse huzur ve refah özlemesin. “Dine-imana ambargo koyup milleti soyan, kamu hak ve imkânlarının yerinde kullanılmasını engelleyenlerin Kur’an açısından durumları nedir?” diye ne soran var ne de böyle bir soruya cevap veren. Biz bu soruyu ona buna değil, bizzat Kur’an’a sorduk ve çok sarsıcı bir cevap aldık. Önümüzdeki hafta başından itibaren bu cevabın ayrıntılarını size ileteceğiz. Yaşar Nuri ÖZTÜRK Hürriyet,12.09.2008- İSLAM'DA KADIN!
Yukarıdaki ifadeler genele hitaben yazılmış yazarının kendisini de bağlıyan... Çözüme yönelik yaklaşımların ne olması gerektiğini belirlemeye yönelik bir ifadedir... O nedenle "kulaktan dolma" bölümünü kişisel alınganlık nedeni olarak algılamak bir değerlendirme yanlışıdır... Bu alınganlığın sonucu olarak yazarını diğerlerini" Hiç bir şey bilmeyenler" olarak düşündüğünü varsaymak haksız bir yargılama... Hele -biz de sizin zannettiğiniz gibi "hiçbir şey bilmeyen, düşünmeyen" insanlar değiliz.- gibi biz ve siz ayrımcılığı yapan bir yaklaşımda bulunmak haddini aşan anlamsız ve gereksiz bir bakış açısıdır... Kişiler yazılan her şeyi kendi üzerine alınarak ve salt inançlarına dair değer yargılarının oluşturduğu görüşlerinin doğru olduğu yargısıyla yanıtlama çabasına girdiği taktirde..." bir konudaki gerçeği ve doğruyu bulmak" amacına yönelik değerlendirmeleri kabul edilemez fikirler ve çelişkili düşünceler olarak değerlendirebiliyor... O nedenle yukarıda yapılan alıntıda dahil şu ana kadar yazdıklarımın ve yazılacak olanların genele hitaben yazıldığını belirtmem, böyle olduğunun da herkes tarafından anlaşılması gerekiyor... *** Bir konuda; Kendi tavrımızın ne olduğunu ve aşağıda (*) ifade edilecek olan hangi tür dayanağa dayanarak yanıtlar verdiğimizi objektif bir şekilde analiz etmediğimiz sürece, hem temel konularda, hem de çok daha basit konularda sıkça yanılmaya mahkûm olur, karşı görüş ve eleştirileri sürekli hatalı ve kabul edilemez olarak değerlendiririz ... *Bir soruya verdiğimiz yanıt, bizin o konudaki delilsiz inancımıza dayanıyor olabilir... *Bir bilimsel gerçeğe dayanıyor olabilir, yada günlük hayatta yaşanan tecrübeler sonucu edinilen önyargılara dayanıyor olabilir... *Bir bilimsel hipoteze dayanıyor olabilir, yada biraz delillerle desteklenmiş, dolayısıyla teori mertebesine ulaşmış bir fikre dayanıyor olabilir... *Ailemizden, öğretmenimizden, camide vaaz veren hocadan duyup hazır olarak aldığımız ve sorgulamadan kabul ettiğimiz bilgilere dayanıyor olabilir... *Yada kendi kafamızda bazı delillere dayandığına inandığımız, ama aslında zayıf bir bilimsellik içeren bir yöntem uygulamamız yüzünden aslında geçerli bir şekilde kanıtlamadığımız, fakat bu durumun farkında olmadığımız bazı fikirlerimize dayanıyor olabilir... Fakat yanıtlarımız neye dayanırsa dayansın, şurası bir gerçek ki, bir konuda verilen yanıtlar, o konudaki somut gerçek ile örtüşmek zorunda değildir. *O konudaki somut gerçek henüz dünya üzerinde hiç kimse tarafından bilinmiyor olabilir... Ya da biliniyor ama biz bilmiyor olabiliriz... Ya da kısmen biliniyor, fakat siz kendi verdiğiniz yanıtlarda boşlukları doldurup, yanıtlarını tamamen veriyor olabilirsiniz... *** Özellikle de en temel felsefi konularda, henüz, insanlığın bu aşamasında verilen cevapların tam olmadığını, Dünya üzerinde bu konularda son sözü söylemeye kimsenin otoritesi olmadığını, Açıkça bu soruların henüz yanıtsız olduğunu anlamak ve bu gerçeği kabullenmek zorundayız... Bu, bu konularda bir inancınız, kabulünüz ya da fikriniz olmaması gerektiği anlamına gelmiyor... Ama fikriniz ne olursa olsun, bunun dayanağının ne olduğunu iyi analiz etmeniz ve bu fikirlerinizi -"diğer fikirlerin reddinin nedeni "- mutlak gerçekler olarak lanse etmemeniz gerekir... *** Yukarıda anlatılmaya çalışıldığı üzere her konuda olduğu gibi, bu başlığın konusu üzerine bende dahil tüm katılımcılar görüşlerini ifade ettiler, konunun açılımına bağlı olarak ifede etmeye de devam edecekler... Gerisi anlatılamaya çalışılanlardan diğerlerinin ne anladığı... Ve anlayışlarıyla çözüme ne kadar katkıda bulunabileceklerine bağlıdır... *tna- İSLAM'DA KADIN!
Yapılan ilk alıntıda İslamdan önce toplumsal yapının ne kadar iyi olduğundan değil... İslam dininin kız çocuğuna değer ve önem verdiğini iddia edenlerin, İslam öncesi dönem ile kıyaslamaya girerek öne sürdüklerinin... "Yanılgı, abartma ve doğruluğu şüphe götürür" olduğundan bahsedilmiştir... Ibnü-l-Kelbî'nin "Kitabu Tenk'su'l-Esnam" adlı yapıtı kaynak olarak verilerek... "Bu böyle iken ve cahilliyye Araplarının "dişiye" ve "kız çocuğuna" karşı böylesine olumlu bir tutuma sahip bulundukları ortada iken, utanç yüzünden kız çocuğunu toprağa gömmek gibi bir geleneğe bağlanmayacakları..." ifade edilmiştir... Bu bir yanlılık değildir... İfade edilenler, toplumsal yapının bir parçası olan Kadınlarımızın var olan sorunlarının çözümlenmesine yönelik çabaların kulaktan dolma bilgilerle, ne olursa olsun reddetme güdüsüyle değil... Gözlem, araştırma ve belgelere dayalı bir yaklışımla çözümlenebileceğine inanan ... Ve bu amacın "Kadın, Erkek, Müslüman yada değil" en önemli ve birincil insani sorumluluk olduğunu düşünerek önde tutan bir yaklaşım ve onun ifade edilmesidir... Gerisi anlatılamaya çalışılanlardan diğerlerini ne anladığı... Ve anlayışlarıyla çözüme ne kadar katkıda bulunabileceklerine bağlıdır... http://www.turkish-media.com/forum/index.p...st&p=724710 *tna- İSLAM'DA KADIN!
Konu başlığımız "İSLAM'DA KADIN"...'ali0_1' in ifade ettiği gibi kişiler kendi görüş,düşüncelerini yazacaktır.. Yine denildiği gibi bunların kulaktan dolma bilgilerle değil, gözlem, araştırma ve belgelere dayalı bilgilerle yapılması doğru olanıdır... Konu başlığı kadının toplumdaki yerini İslam'a bağlı olarak ele aldığı için değerlendirmelerde bulunurken İslam'ın ona bakış açısını ele almak ve var olan çelişki ve tutarsızlıkları eleştirmek de son derece doğaldır... O nedenle tipik inançlı arkadaşların yaptığı gibi İslamiyetken söz ediliyor diye toptan karşı çıkmak yerine Yapılan eleştirilerin kendilerince yanlış olan taraflarını tutarlı ve bilgiye dayalı olarak sergilemek doğru olandır... Bu durum İnanç değerlerinin toplum içinde yanlış yorumlanarak yada günümüzün değerleri çerçevesinde değerlendirilerek Bölgesel örf ve adetlerin oluşturduğu olumsuzlukların da ortadan kalkmasında yararlı bir tutumdur... Her iyi niyetli ve sağduyu sahibi insanın yerine getirmesi gereken bir sorumluluktur... *** İslamiyeti kabul etmiş Müslüman ülkelerin tümünde, 'erkek çocuğunun' doğumu bayramlaşmalara, sevinç çığlıklarına, kurban adamalara vesile yarattığı halde 'kız çocuğun' doğumu üzgünlüklere ve esef vesilelerine ve "Bir daha sefere inşallah erkek çocuk doğurursun..." temennilerine yol açar. Var olan ve içinde bulunduğumuz yüzyılda bile bu gerçeğin arkasında yatan nedeni akılcı bir yöntemle anlamaya çalıştığımızda ilk aklımıza gelen bu durumun İslamiyet öncesinde de söz konusu olup olmadığını araştırmak olacaktır... Araştırma sonuçları bize olduğu yada olmadığı sonuçlarına ulaştırsa da gözlemlediğimiz ve karşı karşıya kaldığımız en önemli gerçek İslam'ın bu gelenekleri kökleştirmiş olmasıdır... İnsan haklarının evrenselliğinin üst düzeyde kabullenilip konuşuldu çağımızda bile İslam toplumlarında ki bu yanlış düşünce ve tutumların hala geçerliliğini koruyor olmasının arkasında bu gerçek yatmaktadır... O nedenle İslam toplumunda yaşayan 'Kadının' yeri ve sorunları " üzerine yapılan eleştirileri... "Anlamsız, tutarsız ve geçersizdir" diyebilmek öyle çok kolay değildir... Erkek çocuğunun dünyaya gelişini "mutluluk" ve kız çocuğununkini ise "musibet" imiş gibi göstermek İslam'ın kökleştirdiği bir gelenektir ki bin dört yüz yıla yakın bir süre boyunca geçerliliğini koruya gelmiştir; toplumsal ve kişisel sağduyu ve tüm eleştirilere karşın etkisi hala devam etmekte, bugün dahi böyledir... Örneğin, Pakistan ve Bangladeş gibi ülkelerde, ailenin erkek çocuk sahibi olduğunu duyanlar, büyük bir mutluluk içerisinde ana, babayı kutlar ve "Allah büyüktür" duaları ile ilahi güce şükranlarını sunarlar. Fakat kız çocuk doğmuş ise, böyle bir şeye gerek görmezler; sadece çocuğun kulağına Kuran'dan birkaç cümle okumakla yetinirler. İran'da hamile kadının yakınları, erkek çocuk doğurması için dua etmeyi görev bilirler; bu vesile ile hacca çıkanlar da olur. Eğer doğan çocuk kız ise, umutlarının boşa çıkması nedeniyle herkese bir üzüntü çöker. Doğum sırasında hazır bulunanlar, eğer erkek çocuk doğmuş ise ana-babayı tebrik, kız çocuk doğmuş ise teselli ederler. Türkiye gibi din ve devlet işlerini birbirinden ayırma dönemi geçirmiş bir ülkede dahi "Doğu Anadolu" köylerinde kız çocuğun varlığı ile yokluğu bir sayılır; onlara, "Kaç çocuğun var? " diye sorulduğunda, vereceği cevap erkek çocuklarının sayısını belirtmekten ibarettir. Erkek çocuk doğurmayan kadının adı kötüye çıkar; kız çocuklar çoğu kez nüfusa bile kaydedilmez. Ailelerin tek tesellisi, ev islerine yardımcı olacak birinin gelmiş olmasıdır. Fakat her şeye rağmen, çok genç yaşta "eloğluna" varacakları ve evden ayrılacakları için kız çocuklar evde adeta birer misafir durumundadırlar. Bu itibarla onların bakımına dahi fazla önem verilmez. Bu yukarıdaki örnekleri tüm Müslüman ülkeler bakımından aynıyla çoğaltmak mümkündür. Fakat ne var ki bütün bu acı gerçeklere rağmen hala Şeriat dininin kız çocuğuna değer ve önem verdiği iddia edilir. Bu iddialara başvuranlar İslam öncesi dönem ile kıyaslama yolunu denerler. Arapların "Cahilliyye"de kız çocuğuna karşı düşmanlık beslediklerini, kız çocuğun doğumunu utanç verici bildiklerini ve bu nedenle kız çocukları diri diri gömdüklerini söylerler ve Kuran'dan örnek verirler. "Aralarından birine bir kızı olduğu müjdelendiği zaman içi gamla dolarak yüzü simsiyah kesilir, halktan gizlemeye çalışır, onu utana utana tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün..." (16 NahI 56-59) "Beyinsizlikleri yüzünden, körü körüne çocuklarını öldürenler..." (6 En'am 140). "Kız çocuğun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman..." (81 Tekvîr 140). gibi yukarıdaki hükümlere işaret ederler ve Muhammed'in bu kötü geleneği değiştirdiğini ve kız çocukları erkek çocuklar gibi ayni değerde kıldığını söylerler. Oysaki konu kulaktan dolma söylemler yerine bilgiye dayalı sağduyulu bir bakış açısıyla ele alındığında bu iddialar bir yanılgı, abartma ve doğruluğu olmayan şeylerdir. Çünkü; İslam öncesi dönemde Arapların kız çocuğuna karşı kötü değil, tersine iyi davrandıkları tarihî araştırmalarla sabittir. Kuran'da yer alan bu hükümler, kız çocuklarını öldürme geleneğini önlemek için değildir... Sadece çocuk olur korkusu ile evlenmekten vazgeçenleri faziletsiz göstermek amacıyla konmuştur. Şöyle ki: Cahilliyye'de Araplar, kız çocuğunu tıpkı erkek çocuk değerinde bilirlerdi. Her ne kadar bazı aşiretlerde (örneğin Kinde'de) kız çocukların, daha doğum sırasında toprağa gömüldüğü görülmekle beraber yaygın olmayan ve esasen Muhammed zamanında İslamiyet öncesi ortadan kalkmış bulunan bu gelenek kız çocuğunu hor görme duygusundan değil, ekonomik nedenlerden doğma idi. Yoksulluk yüzünden çocuk besleyemeyeceğini düşünen bazı aileler, çocuklarını Tanrı'ya adarlardı. Bu gelenek sadece kız çocukları bakımından değil, bazı kabilelerde oğlan çocuklar bakımından da uygulanırdı. Ve yine bu dönemde, oğlan çocuğunun "saçının altın değerinde" olduğu inancı mevcut olmakla beraber, bunun yanında dişilerin "kutsal niteliğe sahip oldukları" inancı da vardı. Daha başka bir ifadeyle dişiyi hor ve aşağı değil, fakat aksine kutsal değerde bilirlerdi. Bunun böyle olduğunu, diğer kaynaklar yanında, özellikle Ibnü-l-Kelbî'nin "Kitabu Tenk'su'l-Esnam" adli yapıtından öğrenmek kolaydır. Hem de öylesine kutsal bilirlerdi ki, İlahlarına (örneğin "Lât", "Uzza" ve "Menat" gibi) Tanrı'nın kızları olarak taparlardı. Bunun böyle olduğunu Kuran'dan öğrenmek mümkündür. Nitekim Nisâ Sûresinde: "Onlar (KureysIiler) Allah'ı bırakıp dişilere taparlar" (4 Nisa 117-119) diye sözü edilen "dişiler" yine Kuran'da Necm süresinde belirtilen "Lât,. Uzza ve Menat" adındaki ilahlardır (bk. 53 Necm 19-29). Öte yandan Tanrı'nın meleklerinin dahi dişilerden yaratıldığına inanırlardı. Kuran'da "Isrâ" ve "Saffat" sürelerinde eski Arapların, "Tanrı melekleri dişi yarattı, kızları tercih etti, kendisine dişilerden melekler edindi" seklinde konuştukları belirtilmiştir. (17 Isra 40; ve 37 Saffat 149). Bu böyle iken ve cahilliyye Araplarının "dişiye" ve "kız çocuğuna" karşı böylesine olumlu bir tutuma sahip bulundukları ortada iken, utanç yüzünden kız çocuğunu toprağa gömmek gibi bir geleneğe bağlanmayacakları bellidir. Yine ayni şekilde Kuran'daki, "Kız çocuğu hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğunda..." (81 Tekvîr 8, 9) seklindeki ayetleri Muhammed, kız çocuğunu öldürme geleneğini yok etmek için değil fakat çocuk olur korkusu ile evlenmekten kaçınanları tehdit ve Müslüman nüfusunu çoğaltmak amacıyla öngörmüştür. Bundan dolayıdır ki Muhammet Kuran'da, insan varlığının dünyaya gelişinin Allahın takdirine bağlı bulunduğunu ve Allahın'ın bilgisi olmadan hiç bir dişi'nin gebe kalamayacağını, doğuramayacağını ve bir canlının ömrünün kısaltılıp uzatılamayacağını (Fatir Süresi 11); Ve yine Allah'ın dilediğine kız çocuklar ve dilediğine erkek çocuklar bağışladığını ve dağıttığını ve bu itibarla fakirlik korkusu ile çocuk edinmekten kaçınmanın, ya da çocukları yok kılmanın caiz olmadığını (Isra 31) anlatmıştır. Her ne kadar bazı özel haller için "azil" yapmaya (yani meniyi rahim dışına akıtmaya) izin vermekle beraber genel olarak korunmayı yasaklamıştır. Bu doğrultuda olmak üzere hadisler de bırakmıştır. Söylendiğine göre kendisi de korunma yoluna gitmemiştir. İste bu verilere dayalı olaraktır ki din adamları İslam dininin çocuk düşürmeye (Kürtaj'a) cevaz vermediği görüsünü savunurlar. *** Bu yazıyı 'mimoza'nın son derece önemsiyerek yürekten katıldığım şu ifadesini alıntılayıp sonlamakta yarar var diye düşünüyorum. Çünkü inançlarımızı ve onun etken olduğu toplumsal yapının bir parçası olan Kadınlarımızın var olan sorunlarının irdelenmesi, anlaşılması ve çözümü kulaktan dolma bilgilerle değil, gözlem, araştırma ve belgelere dayalı bilgilerle bir çözüme ulaşabilir... Ve var olan bu sorunları ortadan kaldırarak çözüme ulaştırmak... Toplumsal yaşamın içinde yer alan herkesin... Kadın, Erkek, Müslüman yada değil en önemli ve birincil insani sorumluluğudur... *tna- Sorunların çözümlenmesi ve çözülmesi...
Bu başlığa kıyısından köşesinden kıssadan hisse bir şu deyişle katılmak istiyorum... "İNSANLARIN NE KONUSTUĞU DEGIL NE ANLADIGI ÖNEMLİDİR". Anlaşabilmenin, uzlaşmanın, ortak bir noktada buluşabilmenin sırrı... Bu deyişte anlatılmak isteneni çözümlemekte yatıyor... *** Ardından da ne dendiğinin daha iyi anlaşılabilmesi için kısa bir hikayecik... " Birkaç yüzyıl önce... Papa bütün Yahudilerin Roma’yı terk etmeleri gerektiğine karar verir. Doğal olarak Yahudi toplumundan büyük bir tepki gelir. Bunun üzerine, Papa ile Yahudi toplumundan önde gelen birisiyle karşılıklı dini bir müzakere yapmalarını önerir. Yahudiler kazanırsa kalacaklar, Papa kazanırsa gidecekler... Yahudiler çaresiz kabul eder ve temsilci olarak Moiz'i seçerler... Ancak Moiz'in Papa ile ayni dili konuşamaması nedeniyle... Müzakere de konuşmak yerine sadece işaret dilinin kullanılmasını teklif ederler. Papa kabul eder. Müzakere günü geldiğinde iki taraf karşılıklı yerlerini alırlar. Ve karşılıklı olarak bir sure bakıştıktan sonra Papa elini kaldırarak 3 parmağını gösterir. Buna karşılık Moiz tek parmağını kaldırır. Papa parmaklarını sallayarak başının etrafında çevirir. Moiz ise parmağıyla yeri işaret ederek oturduğu yeri gösterir. Papa yanındaki çantadan bir parça ekmek ve şarap çıkartınca Moiz'de bir elma çıkartır. Bunun üzerine Papa ayağa kalkarak öfkeyle 'Yahudiler kalabilirler' der... Müzakere sonrasında Papa’nın etrafına toplanan kardinaller Papa'ya ne olduğunu sorduklarında Papa; _"Ben önce 3 parmağımı gösterip Kutsal Üçlüyü işaret ettim. Buna karşılık o bana tek parmağını gösterip her iki dinin de tek tanrıyı tanıdığını söyledi. _Ben parmaklarımı sallayıp başımın etrafında çevirerek tanrının bizim etrafımızda olduğunu gösterdiğimde O da oturduğu yeri işaret ederek tanrının onların durduğu yerde de olduğunu işaret etti. _Ben kutsal ekmek ve şarap çıkartıp tanrının bizim günahlarımızı bağışladığını göstermek istediğimde O da bir elma çıkartıp bana ilk günahı hatırlattı..." "Adamın her şeye bir cevabi var. Ne yapabilirdim ki?' Aynı sırada Yahudi cemaati de Moiz'in etrafını sarmış ona nasıl başardığını soruyorlardı Moiz; "Önce bana 3 parmağını gösterip 3 gün içinde burayı terk etmemizi istedi. _Ben de ona bir tekimizin bile ayrılmayacağımızı söyledim. Sonra bütün şehrin Yahudilerden temizleneceğini söyledi. _Ben de, hiç bir yere gitmeyip olduğumuz yerde kalacağımızı söyledim" Sonra ne oldu?' diye kalabalık heyecanla sormuş. " Valla, sonrasını ben de pek anlamadım.... Adam biraz hiddetlendi ve öğle yemeğini çıkarttı. Bunun üzerine ben de benimkini çıkarttım." "Hepsi bu!" *** -İnsanların ne konuştuğu değil ne anladığı önemlidir.. Ya seni anlayan biri ile konuş yada anlaşılamıyorsan sus ki.. Birde kendini anlatmak zorunda kalmayasın!.. *tna- AYKIRI SORULAR
*** SORU: "Türkiye'de karşı devrim oluyor farkında mısınız?.." AYKIRI SORU: İyide bu nedenle “Erdoğan’a kızmaya ne hakkımız var?..” *** *Ezanın Arapça okunması yasağı 16 Haziran 1950'de kaldırıldı. O zaman iktidarda Menderes vardı, Tayyip Erdoğan'ın doğmasına ise 4 sene... *Aynı Menderes "İstanbul'u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii'ni de ikinci bir Kâbe yapacağız." dediğinde sene 1957'ydi.O zamana kadar ilk ve ortaokullara din dersi konmuş, Kuran kurslarının önü açılmış, köy enstitüleri kapatılmış, vekillere "Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz" denmişti. Tayyip Erdoğan o zaman daha 3 yaşındaydı. *Menderes liselere de seçmeli din dersini koyduğunda takvimler 1959'u gösteriyordu. İmam Hatip Okulları'nı bitirenlere ilkokul öğretmeni olma hakkı tanındığında sene 1965'ti. Tayyip Erdoğan o zaman sadece 11 yaşındaydı. *İmam Hatip Okulları'nı bitirenlere üniversitelere girme hakkı ondan iki yıl sonra tanındı. Yani Tayyip Erdoğan 13 yaşındayken... *Milli Selamet Partisi ile CHP koalisyon kurduğunda Tayyip Erdoğan 20 yaşındaydı. *23 yaşına gelinceye kadar Türkiye'de 100'ün üzerinde imam-hatip lisesi açıldı. O dönemlerde Başbakan Demirel’in derdi laiklik değil, Milliyetçi Cephe Hükümeti'ni yürütebilmekti. *Tayyip Erdoğan 25 yaşına geldiğinde Türkiye'de "Hafta tatili Cuma olsun, nikahları müftüler kıysın" önerisi seslendirildi.Başbakan Demirelin, iktidar ortakları Erbakan ve Türkeş'ti... Çok değil 2 yıl sonra, yani 1981'de askeri darbe lideri Kenan Evren Çanakkale'de "muhterem din adamlarının elini öpeceğini" söylüyordu. *Erdoğan 30'una gelmeden camii imamı olarak yetiştirilenlere öğretmen olma yolunun açıldığını gördü. *28 Aralık 1989'da üniversitelerde türban serbest bırakıldığında Özal'lı yılları yaşıyorduk. Tayyip Erdoğan o zaman 35 yaşındaydı... Demirel ise siyasetin dinin emrinde olduğundan söz ediyordu. Sonraki yıllarda en fazla imam-hatip lisesi açan lider olmakla övünen Demirel'i de gördük, tarikat liderlerinden destek almak için el öpen genel başkanları da... *** Ve… Sene 2008 oldu… "Türkiye'de karşı devrim oluyor farkında mısın?" diye sorulduğunda, “Aaa, Evet ” diyoruz… Ve..Türban meselesi de dahil ülkenin içine düşdüğü durumdan Başbakan Erdoğan'a herkes kızgın… Oysa..., *** Evet... Oysa; Menderes demokrasi kahramanı olarak anıt mezarında yatıyor, Hemen yakınındaki bir başka anıt mezarda Turgut Özal. Erbakan kayıp trilyon davasının sonuçlarıyla boğuşuyor, Demirel "bir bilen" olarak hala siyaset sahnesinde... *** Ve olan biteni bugüne kadar umarsız izlemekle yetinen bizler.. "Türkiye'de karşı devrim oluyor farkına yeni yeni varıyoruz"… Aslında "58 yıldır olandan farklı bir şey olmuyor" … *tna - KEMAL KILIÇDAROĞLU vs DENGİR MİR MEHMET FIRAT
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.