Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3.724
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    30

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. Sevgili 'ftoyd'; Seni çok iyi anlıyorum... Yanıt vermeye çalıştığın metni bu yazdıklarınla doğruluyorsun aslında... Yazmış olduğun (anlamlı olgu.. ve kesinlikle gerekli) duygusal algılamalarının nedeni başlık yazısının sonunda şu şekilde açıklanmaya çalışılıyordu... *** Oysa din, sıfatı insanlar tarafından anlaşılmayan soyut bir varlığı (yani Allah'ı) asla akıllarından çıkarmamaları gerektiğini belirtiyor. Dolayısıyla, pekâlâ görülüyor ve anlaşılıyor ki, Dinler, insanların sınırlı zekâlarını, anlaşılması kendileri için olanaksız olan şeylere inandırıp, onları görünmez varlıklar ve varsayımlarla meşgul etme sanatıdır. DİNLER İNSANLARIN SAFDİLLİKLERİ ÜZERİNE KURULMUŞTUR. HER DİN, VARSAYIMLARA DAYALI "YERİ, DEĞERİ OLMAYAN SÖZ ve DAVRANIŞLARLA" ANLAŞILMAZ, GÖRÜNMEZ VARLIKLARA İNANMAYI, TAPINMAYI ÖNERİR. *** *tna
  2. Bu başlığa yazı yazan bir arkadaş, yukarıdaki ifadeleri kullanmış. Bu ifadeler üzerine soyut ve somut kavramlarını araştırmak ve anlamak gerekiyor. *** Soyut: Varlığı duyularla algılanamayan, mücerret, somut karşıtı, abstre: Anlaşılması, kavranılması güç olan. Somut: Varlığı duyularla algılanabilen, müşahhas, konkre, soyut karşıtı: TDK Güncel Türkçe Sözlük'te suyut ve somutun anlamları bu şekilde açıklanıyor. Şimdi bu başlığı okuyanlara şunu sormak gerekiyor? Bir kalkıpta bizlere "Allah ın somut olduğundan sizin henüz haberiniz yok mu?" diye bir soru yöneltebilir mi? Eğer yöneltilebiliyorsa o taktirde, yöneltene Somut dediğin bu görünmez varlığı "gördün mü, kokladın mı, yaladın mı", Ona "dokundun mu", onunla konuşup "sesini duydun mu?" diye bir soru yöneltmek abes olmaz herhalde... Eğer bu soru abesse varsayımlara dayalı bir bakış açısıyla ben öyle inanıyorum... "Allah ın somut olduğundan sizin henüz haberiniz yok mu?" diyebilmekte o kadar abes olsa gerek... Tipik inançlılar, bir soruya yanıt vermek ile bir konudaki gerçeği ve doğruyu bulmak arasındaki farkın bilincinde değiller ne yazık ki...
  3. *** Her dini sistem ancak Allah'ın ve insanın doğası ve bunların aralarındaki ilişki üzerine kurulabilir. Ancak bu ilişkinin gerçek ve geçerliliği hakkında bir karar vermek için insanın doğasının yanında, Varsayılan görünmez tanrı "Allah" hakkında da bazı fikirlere sahip olmak gerekir ve gereklidir. Oysa bütün ilahiyat, Tanrının içyüzü anlaşılmaz diye bize bağırmaktan ve öte yandan bu anlaşılması mümkün olmayan Allah'a sıfatlar tayin etmekten Ve insanın anlaşılmaz Allah'ı onaylamak zorunda olduklarını söylemekte, insanın Allah'ı hatırından çıkaramayacağı hükmünü vermektedir. Din insanı Allah ile birleştirir ya da Allah'la ilişkiye geçirir; bununla birlikte Allah'ın sonsuz olduğu öne sürülür. Allah sonsuz ise, sonu olan hiçbir varlık onunla ne işlemde bulunur, ne ilişkide. İlişki olmayan yerde, ne birleşme, ne işlem, ne de görev olabilir. Allah'la insan arasında görev ilişkisi yoksa insan için din hiç yoktur. Allah sonsuzdur demekle, sonu olan insan için her din ve onun tanrısı safdillik üzerine kurulu geçersiz bir düşünceye dönüşür. Sonsuzluk fikri bizim için örneği olmayan, prototipsiz, konusuz bir fikirdir. Bize, "Tanrının sıfatı sınırlı zekâlar için anlaşılabilir içerikte değildir" deniliyor. Bu ilkenin doğal sonucunun şu olması gerekir: Tanrının sıfatı, sınırlı zekâları uğraştırmak için değildir. İnsanlar için en önemli olan şey, varsayılan bu görünmez soyut varlığı anlamanın tam ve kesin bir olanaksızlığı içinde bulunmalarıdır. Eğer Allah, insan için anlaşılması mümkün değilse, onu hiç düşünmemek en akla uygun yoldur. Oysa din, sınırlı zekâların, sıfatı insanlar tarafından anlaşılmayan soyut bir varlığı (yani Allah'ı) asla akıllarından çıkarmamaları gerektiğini belirtiyor. Dolayısıyla, pekâlâ görülüyor ve anlaşılıyor ki, Dinler, insanların sınırlı zekâlarını, anlaşılması kendileri için olanaksız olan şeylere inandırıp, onları görünmez varlıklar ve varsayımlarla meşgul etme sanatıdır. *** DİNLER İNSANLARIN SAFDİLLİKLERİ ÜZERİNE KURULMUŞTUR. HER DİN, VARSAYIMLARA DAYALI "YERİ, DEĞERİ OLMAYAN SÖZ ve DAVRANIŞLARLA" ANLAŞILMAZ, GÖRÜNMEZ VARLIKLARA İNANMAYI, TAPINMAYI ÖNERİR. *tna
  4. GeceKuşu

    KORKU

    *** İnsanların çoğu; “Düşünmekten” korkuyor, sorumluluk getireceği için. “Konuşmaktan” korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. İnsanların çoğu; Sevmekten de korkuyor, kaybetmekten korktuğu icin.. İnsanların çoğu; Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için. Ve ölmekten korkuyor, yok olmaktan korktuğu için İnsanların çoğu; “Allah”tan düşüncelerinde yarattığı tanrısından korkuyor, Kendisinin ne kadarda aciz olduğunu varsaydığı için. “Allah” ile korkutuluyor, ölüm sonrası bilinmezlikten korktuğu için İnsanların çoğu; “Düşünmüyor”, “konuşmuyor” sonrada kalkıp “Unutulmaktan” korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. İnsanların çoğu; Korkuyor ve korkutuluyor, aslında insanca yasamayı beceremediği, bilmediği için *** Bu iletiyi kısa bir hikâyecikle sonlandıralım kıssadan hisse olsun diye *** “Kedi korkusundan devamlı endişe içinde yasayan bir fare varmış zamanın bir yerinde. Büyücünün biri acır bu fareye ve onu bir kediye dönüştürür korkusundan kurtulsun diye. Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya baslar. Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya baslar bu seferde. Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkân yok. Onu eski haline döndürür. Ve der ki; 'Sen düşüncesiz, cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem.”
  5. Geçmişte olduğu gibi bugünde bazı inanç ustaları, “Tanrı” (Allah) fikrinin insanla yaşıt olduğunu insanların ana rahminden başlayarak bu Allah düşüncesine sahip olduklarını ve bu düşünceyle doğduklarını ileri sürüyorlar. “Tanrı” (Allah) fikri bir hükümdür; bir yargıdır; Doğal yaşamın gerçek ve geçerliliğinde her yargı ve hüküm bir tecrübe, bir deneyim ürünüdür; Bu deneyimler ancak duyularımızın çalışması ve algılamasıyla bir önem, bir geçerlilik kazanır. Bundan şu sonuç çıkar; İnsanın doğal ve gerçek yaşamında çevresi ve yaşamıyla ilgili öğrendiği her hüküm ve yargı; Bir deneyim ve tecrübe sonucu kazanıldığına göre, Tanrı düşüncesi ve din ilkeleri kesinlikle doğuştan kazanılmaz, İnsan bu düşüncelere sahip olarak doğmaz. Dini ilkeler kuşkusuz bir temele dayanmaz ve asla yaşa bağlı değildir. Sonradan, aile, toplum ve genel çevre bunları kendisine “Tanrı” (Allah) fikrini, bu soyut varlığa dair ilke ve ritüellerini aktarır. Aile, toplum ve genel çevre kendi kabulleri olan dinsel inanış ve davranış ritüellerini (Yanlış ve yersiz düşünce, bir evham), (Bilinmeyen ve görülmeyene karşı, bir korku), (Olmayacak bir şeyin olacağını sanma, bir vehim), olarak onlara aşılarlar. *tna
  6. Dinle beni bre gafiil Müslüman SEN beni "Kafir oldun", "Deccal oldun", "Salman Rüşti oldun" falan diye terörize ederek susturacağını mı sanıyorsun? Senin idraksiz, şuursuz ve saplantılı dindarlığının ürettiği bu şapşal ithamlardan tırsıp, o "17 günahsız küçük kız"ın hesabını soramayacağımı mı zannediyorsun? "Aman bunların çarpık dindarlığına ses etmeyeyim... Aman tekere çomak sokmayayım... Yoksa bana Salman Rüşti derler" diyerek köşeme çekileceğimi mi sanıyorsun? Nasıl ki... Bazı aşırı laiklerin, içinde "Kuran kursu" geçen her olayda, meseleyi bir "insanlık meselesi" olmaktan çıkarıp, "Bu çağda Kuran mı öğrenilirmiş?" noktasına taşımasına şiddetle karşı çıkıyorsam... Senin sorumsuzluğuna, vurdumduymazlığına, ahlaksızlığına, çarpık kader anlayışına da şiddetle karşı çıkacağım elbet... * * * Galiba sen beni 17 küçük kızın ölümünün sorumluluğunu, "Bütün suç tüpçüde!" şeklindeki manşetiyle tüpçüye yükleyen, ahlaksızlığı kendisine şiar edinmiş "Vakit" tayfasındakilerle karıştırıyorsun... Sakın karıştırma! Unutma ki: Onların işlerine ya "sütçü" karışır, ya "tüpçü"... "Vakit" tayfasındakilerin "Hüseyin Üzmez vakası"nda neler yazıp çizdiklerini şöyle biraz kafanı çalıştırarak hatırlasana... "İslam davası" adına küçük bir kız çocuğunun taciz edilmesine sahip çıkan zihniyet, "İslam davası" adına 17 küçük kızın enkaz altında can vermesini tabii ki "tüpçü"ye ya da "sütçü"ye yükler... Onlardan başka ne beklenir ki? * * * Birileri çaresizlik ve yoksulluk içinde çırpınan köylülerin kızlarını, "Kuran öğreteceğiz" diye evlerinden alıp götürecek... Ancak... O kızların can güvenliğini sağlayamayacak... Barınma koşullarını yerine getirmeyecek... Doğru dürüst hiçbir önlem almayacak... Sonra bir gün, sabah namazı vakti, kızların barındırıldığı bina korkunç bir gürültüyle çökecek... 17 kız o binanın enkazı altında can verecek... Ve ben de, bu durum karşısında... "Bu kızlar orada Kuran öğreniyordu... Namaza kalkmışlardı... Bu yüzden onlar şehit olmuştur... Ne mutlu onların anne ve babalarına" diye yazacağım, başka da bir şey yazmayacağım, öyle mi? O kızlar şehit olmuş olabilir... Bu Allah'ın takdiridir... Ben bir şey diyemem... Ben onlara "şahadet şerbeti içirmek" yerine... Neden önlem alınmadığını, neden denetimsiz kurs açıldığını, neden izinsiz iş yapıldığını, neden koruma altında tutulan küçük kızların can güvenliklerinin sağlanmadığını sorarım... Bunu yaparken de... Ne "Bütün suç tüpçüde" diye İslami fırlamalıklara yüz veririm... Ne de "Şehit oldular" tarzında metafizik rahatlamalara... Ben hesap sorarım... Çünkü bu benim hem insanlık, hem de kulluk vazifemdir... * * * Bir şey daha var ey gafiil Müslüman... Sen zannediyor musun ki... Konya'nın o kuş uçmaz kervan geçmez bölgesinde "yurt" adı altında kaçak Kuran kursu açan o adamlar, salt "Kuran öğretmek" gibi kutlu bir işe soyunmuşlardır... Sen zannediyor musun ki... Adamların tek amacı, Allah rızasını kazanmaktır... Eğer öyle olsaydı... "Kuran öğreticiliği" gibi dokunulmaz bir gücü ellerine alıp, türlü çeşitli politik oyunlar çevirmezlerdi... Sen "Süleymancı" denilen grubun kaç liderinin, kaç partiden milletvekilliği kaptığını biliyor musun? Düne kadar Demirel'in, Mesut Yılmaz'ın, Erbakan'ın listelerinin en tepesine oturan bu adamların, şimdi AKP listelerinde yer bulabildiğinden haberdar mısın? Küçük köylü kızlarının cesetlerinin üzerinden yürütülen bu kirli güç mücadelesine neden destek verecekmişim ki? * * * Bak, benim gafiil mütedeyyin arkadaşım... Bunları yazıp çiziyorum diye... Sen benim için... "Salman Rüşdi oldu", "Kafir oldu", "Deccal oldu" mu diyeceksin? De birader, de... Hiç gocunmam... "Bütün suç tüpçüde" diye yazıp "İslam mücahidi" olacağıma... Alınmayan önlemlerden zerre kadar söz etmeyip, sadece "Melekler cennete uçtu" ya da "Şehit oldular" diye etliye sütlüye dokunmayan başlıklar atıp, "Bu Ahmet Hakan ne kadar takva sahibi bir adamdır" diye takdir kazanacağıma... Hesap sorarak... "Deccal" olmayı yeğlerim... Tamam mı? Anlaştık mı? ALINTI:
  7. * * * 18 küçük ölü kız için otopsi raporu * * * Eskiden "İsmailağa cemaati", çarşaf giymeyen ile sarık takmayanı, "patates dini"nden sayar ve bu yaklaşımından zerre kadar ödün vermezdi... İslamcı aydınlar ise "İsmailağa cemaati"ni, "Bunlar da bizim gettomuz" falan diyerek hafiften küçümserlerdi... Eskiden "İskenderpaşa Cemaati" mensupları, "Bizde çok mühendis var" diye hava atarak biraz "elitist" takılırlardı... "Menzil cemaati" ise olaya daha "halk işi" yaklaşır, taşralı zıpırlardan "kurban" adı verilen müritler çıkarırdı... Eskiden "Birlik Vakfı" üyeleri, Turgut Özal'ın arkasında hizalanmıştı... "Aydınlar Ocağı"yla birlikte "Türk İslam Sentezi" ideolojisini egemen kılmaya çalışırlar, "Erbakan hareketi"ne mesafe üstüne mesafe koyarlardı... Eskiden Fethullah Gülen, "Ülke idare etmek belediye idare etmeye benzemez" diye demeçler verip Tayyip Erdoğan'ın başbakan olma hevesine iğne batırır, "Aman beni Tayyipçi sanmasınlar" diye kaygılanırdı... Eskiden "Süleymancılar", hem Diyanet İşleri Başkanlığı'na, hem de imam-hatip mekteplerine karşı savaş verirdi... Diyanet İşleri Başkanlığı da "Süleymancı saldırısı"na, "Ben bir Süleymancı idim" başlıklı "itirafçı" kitaplarını cami bahçelerinde ücreti mukabilinde sattırarak yanıt verirdi... Eskiden "Nurcular", yedi ayrı zümreye ayrılmıştı... "Yazıcılar Grubu", "Okuyucular Grubu"na ifrit olur; "Okuyucular Grubu", "Med-Zehra Grubu"na gıcık olurdu... "Yeni Asyacılar" ise hafiften palazlanmaya başlayan "Fethullahçılar Grubu"na kıl olurdu... Eskiden acayip çeşitlilik vardı memleketimizin "Tarikatlar, cemaatler, gruplar evreni"nde... "Radikaller" vardı... "Selefiler" vardı... "Tefsirciler" vardı... "Gruplar üstü entelektüeller" vardı... "İbn-i Teymiyyeciler" vardı... "Tasavvufçular" vardı... "Mutezileciler" vardı... "Sezai Beyciler" vardı... Hatta "İsmetçiler" bile vardı... * * * Sonra bir şey oldu, tuhaf bir şey... "Yüzde 34" ve "yüzde 47" şiddetinde iki patlama oldu... Ve bu patlamalardan sonra... Cemaatler, gruplar, tarikatlar... Aynı safta buluşuverdi... O "muazzam çeşitlilik" söndü... O "muhteşem farklılıklar" bitti... En gelenekselinden en özgününe... En kuvvetlisinden en güçsüzüne... En sıra dışından en statükocusuna... En dava delisinden en fırsatçısına... Alayı bir anda AKP'li olup, "Allah razı olsun Tayyip Bey'den" demeye başladı... Ve şimdi... "Süleymancılar" ile "Diyanetçiler"... "İsmailağacılar" ile "Menzilciler"... "Yeni Asyacılar" ile "Fethullahçılar"... Aralarındaki tüm ihtilafları, çekişmeleri, savaşları, itirazları kocaman bir paranteze alarak omuz omuza geçinip gidiyorlar... "Şikayet" yok... "Gammazlama" yok... "Denetim" yok... "Teftiş" yok... "Baskın" yok... "Çekememezlik" yok... "Balans ayarı" yok... O onun tavuğuna "kış" demiyor, bu da onun tekerine çomak sokmuyor... O onun "imam-hatip mektebi"ne karışmıyor, bu da onun "yurt" adı altında işlettiği kaçak "Kuran Kursu"na... * * * Velhasıl-ı kelam... Eskiden adamakıllı bir "denetim mekanizması" olmasa da... Bir "ihtilaf" vardı... Bu ihtilaftan da "rahmet" doğardı... Biri birinin mektebini şikayet eder, öbürü diğerinin "yurt" adı altındaki kursunu gammazlar ve böylece iyi kötü bir "denetim mekanizması" işletilirdi... Fakat ne yazık ki... Artık bu kadarı bile kalmadı... Ve maalesef... Olan 18 yoksul Konyalı küçük kıza oldu... * * *
  8. Aşağıdaki Okuyacağınız tuhaf hikáyeyi, İslami kesimin en ciddi yayın organı olan Yeni Şafak’ın dünkü sayısında bulabilirsiniz... Ahmet Hakan dillendirmiş... İbreti alemlik bir tuhaf hikaye....Hemde ergenekon destekli... Nedir ve kimlerdir "Yeni şafakçılar ve Vakitçiler" diye merak edenlere sunulur... *** TELEKIZMIŞ Fadime... Adı kötüye çıkmış bir tazeymiş... Bataklıkta açan bir çiçekmiş... Aksaray pavyonlarında çalışırmış... Konsomatrislik falan yaparmış... Erkeklerin gönlünü eğler, para kazanır, ancak kazandığı paraları yoksul anacığına götürmezmiş... Böylesine kötü kalpliymiş üstelik... * * * Alkoliğin tekiymiş Ali Kalkancı. Henüz güneş rakı burcuna girmeden başlarmış içmeye. Sağlam içer, günde üç büyük devirir, bana mısın demezmiş. Yolsuz kaldığında rakıdan umudu kesip "köpek öldüren" ile idare edermiş. ******** tekiymiş. Kumkapı meyhanelerine dadanırmış. Çöpçüler sabahları açıklarda bulurlarmış leşini... Geceleri sokaklarda naralar atarmış... Böylesine haytaymış yani... * * * Derken bir gün... Sene 1996... Harbiye Orduevi... Akşam saatleri... "Mahalli" karanlıklar prensimiz Veli Küçük Paşa, kaygılı bir ses tonuyla başlamış konuşmaya: "Biz bu Refah Partisi’nin yükselişini durduramayacağız galiba... Yolsuzluk yapıyorlar diyoruz, inanmıyorlar... Türkiye’yi İran’a çevirecekler diyoruz, halkımız oralı olmuyor... Bizim milletimiz bel altı meselelere karşı duyarlıdır... **** en iyisi bunları oradan *******... Bir iftira kumpası kuralım..." Masa başındakiler şöyle yanıtlamışlar Paşa’yı: "Çok doğru buyurdunuz Paşa Hazretleri..." Önce "telekız" Fadime, bin bir vaat ile kandırılmış... Fatih’te üç karılı adamın tesettür mağazasından Fadime’ye tesettür kıyafetleri satın alınmış... Acayip yakışmış haspaya bu yeni esvap... Ve denmiş ki: "Sen artık dinci oldun Fadime..." Aksaray pavyonlarından alınan Fadime’ye, Sultanbeyli’de iki göz gecekondu ayarlanmış... Ardından da sıra alkolik Ali Kalkancı’ya gelmiş... Önce içkiyi bırakması sağlanmış Kalkancı’nın... Sonra bir umre seyahati ayarlanmış... "11 derste nasıl şeyh olunur?" başlıklı dersler verilmiş kendisine... Ve kurs tamamlandığında, "Sen artık şeyh oldun aslanım" denilerek, Fatih’te bir eve yerleştirilmiş... * * * Ve sıra gelmiş operasyona... Fadime’yi önce Ali Kalkancı’nın koynuna atmışlar... Sonra da "Müslümanların arasına sokulmuş bir ajan" olan Müslüm Gündüz’ün koynuna gelmiş sıra... Bugünlerde "çocuk tacizi" iddiasıyla yargılanan Vakit yazarı Hüseyin Üzmez’in malikanesinde bizim Fadime ile Müslüm tam hemhal olacakken... Polis baskını falan... Ortalık karışmış, düzen bozulmuş... Ve tiyatro başlamış: Fadime "Şeyhlerin aldattığı masum, küçük dinci kız" rolünü, Ali Kalkancı ile Müslüm Gündüz ise "Kadınları ağa düşüren şeyh" rolünü oynamış... Bu tiyatronun açtığı yoldan giden... "Karadayı / Çevik Bir" gibi anlı şanlı paşalarımız da Sincan’da tankları yürüterek, bizim masum, cici, şanlı Refah Partisi iktidarını alaşağı edivermişler... Ve bir kez daha olan günahsız, kusursuz, hatasız, yüce gönüllü inananlarımıza olmuş... Yani yine keleğe getirilmiş bizim garibanlar... * * * Gülüyor musunuz? Ne gülüyorsunuz yahu? Ben bu tuhaf hikáyeyi, İslami kesimin en ciddi yayın organı olan Yeni Şafak’ın dünkü nüshasında okudum... Üstelik öyle kıyıya köşeye sıkıştırılmamış, 19 sütuna sürmanşet olarak yayınlanmış... Okudum, hem eğlenerek, hem de ibret alarak... Eğlendim, çünkü malzeme gerçekten eğlendiriciydi... İbret aldım, çünkü "Başlarına gelen bütün felaketleri, başkalarının kendileri üzerlerine kurduğu komplolarla izah etmeye yatkın olanlar"ın iyileşmelerinin hiç de kolay olmadığını bir kez daha fark etmiş oldum...
  9. Bu forumda yazan arkadaşlardan biri şu satırları yazmış... İlk bakışta çok masum ve ne kadar da nitelikli bir arayış, anlama, ardından gelen bir kabul ve inançta buluşma olarak göze çarpıyor... Şimdi bu arkadaşa sormak lazım... Ola ki; kendi çocuğu yada bir yakını, yada bir tanıdığı çeşitli kıyaslamalar sonucu kendi inancı dışındaq bir tercihte bulunsa yaklaşımı ne olacaktır? Kendi çocuğu dedik en önemliside bu!.. Çocuğu Üstadının beyin yıkama tekniklerinden kurtularak bir başka dini yada ateistliği tercih etse ne yapacaktır?.. Gerçekten de İslamiyette kişilerin inanç tercihleri bu kadar özgür mü? Yoksa islamiyeti tercih edene kadar özgür, İslam inancından dönmeye kalkmak "irtidad" mıdır? *** Şimdi bir soru daha sormak gerekiyor... Demek ki insanlar araştırarak kendi tercihleriyle dinsel inançlarını seçebiliyorlar... Hani denildiği gibi bu doğuştan "Allah" düşüncesi ve "İslam" inancıyla dünyaya geliniyor ise...Araştırarak seçmek ne demek oluyor?... Herşeyi bilen ve her şeyi yanıtlıyan bu arkadaşımız inancını kendi tercihine göre seçtim ifadesini bir ajitasyon,bir misyoner mantığıyla yazmadıysa eğer... İnsanların ilk araştırmalarında yanılgıya düşme ihtimalini da gözden kaçırmamak gerekiyor... Bu taktirde Üstadı çıkıp deseki, Ben tüm inanç sistemlerini enine boyuna takrar araştırdım ve islamiyetten şu inanca geçtim... Herşeyi bilen ve her şeyi yanıtlıyan bu arkadaşımızın "Ruhsal" ve inanç dünyası nasıl bir çalkantıya girecektir? Gerçekten de İslamiyette kişilerin inanç tercihleri bu kadar özgür müdür? Yoksa islamiyeti tercih edene kadar özgür, İslam inancından dönmeye kalkmak "irtidad" mıdır? *** Bu konu üzerine yine bu başlıkta ele alınan aşağıdaki yazı da dikkat çekici... Ama o satırları yazan "Herşeyi bilen ve her şeyi yanıtlıyan" arkadaş bile bu yazılanları es geçmiş...
  10. Sevgili BRAİN; TAKLAMAKAN... Ne anlatılmak istendiğini "Yüce UÇAN" dan bu forumda ilk bahsedildiği andan beri biliyorum elbette... O yazının nedeni, konunun biraz daha farkına varılması için bir fırsat yaratmaktı... Özellikle Allah fikrini soyuttan gerçekliliğe atamış kişilerin... "Yüce Uçan"ı bu kadar ciddiye alıp kendi tanrılarıyla kıyaslanamayacağını safdillikle savunan bazı arkadaşların dikkatini çekmekti amacım... Yüce "Uçan" la Yüce "Allah" ın, ikisininde aynı soyut kavramlar...İkisininde insan zihninin eseri olduğu yada olabileceği konusunda... Umarım biraz daha farkındalıkları artmıştır...
  11. Her Din ve dinsel inanış ilkelerini "Tanrı" düşüncesi üzerine kurmuştur. Oysa; duyuların hiçbirine etkisi olmayan... Duyuların hiçbiriyle hissedilmeyen ve araştırılmayan... Bu soyut varlık "Tanrı" düşüncesi hakkında gerçek düşüncelere sahip olmak, insanlar için mümkün değildir. Çünkü bütün düşüncelerimiz ve duygularımız aracılığıyla bizde bir etki yapan, Uyarılarda bulunarak var olduğunu bize kanıtlayan şeyler, Maddelerin, şeylerin belirgin özellikleri ile görüntüleri, simgeleri, tasvirleridir. *Zihinlerde oluşturulan düşünceler, varsayımlar dışında bir konusu, bir maddesi olmayan "Tanrı" (Allah) fikri, Soyut bir varlık olmasının dışında gözümüzün önüne ne getirebilir? *Böyle bir düşünce, (Yanlış ve yersiz düşünce, bir evham ) değil midir? *Böyle bir düşünce, (Olmayacak bir şeyin olacağını sanma, bir vehim ) değil midir? *Zihin dışında bir ilkel örneği, asıl nüshası (Benzeri, aynısı, kopyası) bulunmayan soyut bir fikir, (Olmayacak bir şeyin olacağını sanma, bir vehim) bir kuruntudan başka bir şey midir? *tna
  12. Bence Brain; Yüce "Uçan" la Yüce "Allah" ikiside aynı kavramlar... Çünkü ikiside soyut... İkiside insan zihninin eseri... Yüce Uçan'a inananlarda Yüce Allah'a inananlarda aynı şeyi yapıyor, aynı çelişkiye düşüyorlar... Gerçek yaşama "Kendi yapay pencerelerinden bakıp" gerçeğin üstünü soyut kavramların felsefesiyle örtüyorlar... Yada aynı ifadelerle "Kendi yapay pencerelerinden bakıp" her an nefes alarak yaşadıkları doğal yaşamın gerçeklerini... Soyut varlık ve kavramların etkisi altında yine kendi yapay zekalarıyla yalanlıyorlar...
  13. *** Bütün bilimlerin dışında olan konusu yalnızca anlaşılmaz şeyler ve soyut kavramlar olan bir bilim vardır. Bu "bilim", duyu ve duygularımızla, araştırılmayan ve değerlendirilmeyen soyut kavramları ele alır ve inceler. Ele aldığı konular ve ulaştığı sonuçlar insan aklına ve zekasına sürekli bir hakarettir. Bu bilimin bilim adamları olan, (Peygamberler, Din alimleri, Hocalar, Hahamlar, Rahipler) kısacası teologlar (ilahiyatçılar), yani "İnanç ustaları" "Eğer"leri, "Belki"leri birbiri üzerine yığa yığa, en açık bilgileri unutturacak ve en olumlu gerçekleri kuşkuya düşürecek ölçüde İnsanların zihnini karıştırmaya yetenekli, birleşme ve ilerlemeden yoksun hoyrat bir sistem, bir manzume (felsefe ) meydana getirebilmişlerdir. İnanç ustaları "Işığı, karanlığa; sağduyu'yu, deliliğe" dönüştürerek gerçek yaşamın yasalarına muhalif olan bir alem oluşturmayı amaçlamış, İnsanların ilkel benliğine hitap ve etki ederek bunu büyük ölçüde başarmışlardır. Korktuğunda, insanın düşünme, değerlendirme, yargılama yapma yeteneğini yitiriyor olmasını çok iyi değerlendiren inanç ustaları, Öteki alemler için onların içine korkular salarak, ortaya attıkları soyut kavramların anlamsız ve geçersizliği ortaya çıktıkça da Onlara akıl ve muhakemelerine güvenmemelerini de öğütleyerek onları artık her şeye inanır, hiçbir şeyi araştıramaz hale dönüştürmeyi Ve insanların ilkel benliğine hitap ederek "en çok mümkün olmayan şeylerin, onlar için en temel şeyler olduğuna" inandırarak Oluşturdukları inanç sistemlerinin soyut kavramları ve ilkeleriyle düşünerek yaşamalarını, ritüelleriyle davranış ve insani ilişkiler geliştirmelerini sağlamışlar İnsan oğlunu "İlerlemeden yoksun bu hoyrat sistemin" yüz yıllardır süregelen etkisi altına almayı başarmışlardır. Bu bilimin yasalarına dayanılarak oluşturulan, gerçek yaşamın yasalarına aykırı bu alemin insan oğluna dayattığı Düzenlenmiş, açık olmayan, belirsiz, karmakarışık sözler ilan edilen dinlerin ilkelerini oluşturmuş, Ortaya atılan bu ilkeler eliyle "doğa", insan için açıklanması mümkün olmayan bir muammaya dönüştürülmüştür; Gerçek yaşam, gerçek dışı alemlere yer açmak için güçsüz ve dermansız bırakılmıştır; İnsan oğlunun "Akıl" ve "Zekası" yerini soyut kavramların "Hayal gücüne" terk etmeye mecbur edilmiştir. Bu sözde bilimin adı (ilahiyat) teolojidir. Bilim adamları (Peygamberler, Din alimleri, Hocalar, Hahamlar, Rahipler) kısacası teologlar (ilahiyatçılar), yani "İnanç ustaları" dır. Konusu yalnızca anlaşılmaz şeyler ve soyut kavramlardır. Bu sözde bilimin felsefesi "Dinsel inanışlardır". *tna
  14. *** Düşünün ki; Yaratılışı, uyruğunun zihnini karıştırmaya çok uygun mutlak bir hükümdar ile yönetilen bir ülke var. Bu hükümdar, bilinmek, sevilmek, itaat edilmek istiyor. Ancak hiçbir zaman kendisini göstermiyor ve her şey hakkında edinilebilen bilgiyi kuşkulu kılmaya, uyruğunun zihnini karıştırmaya çalışıyor. Hâkimiyet ve saltanatına bağlı kavimler, görünmeyen hükümdarlarının karakteri ve yasaları hakkında sözcülerinin verdiği fikirlerden başka fikirlere sahip değil. Sözcüler bile, hükümdarlarının karakteri ve niyetleri hakkında hiçbir fikre sahip olmadıklarını, bu hükümdara giden yolların geçilmesinin olanaksız olduğunu, niyet ve sıfatının bilinmesinin hiç mümkün olmadığını kabul ediyor. Öte yandan, icra aracı olduklarını söyledikleri efendilerinden çıkan emirler hakkında, bu sözcüler arasında birlik yok. İmparatorluğun her ilinde bu emri başka başka ilan ediyor. Birbirlerini küçük düşürüyorlar, birbirlerine hileci, sahtekâr diyorlar, ilanını görev edindikleri emirler, fermanlar açık değil. Bu emirler ve fermanlar, uyruğun eğitim ve aydınlanmasına özgü, ancak bunlar uyruğun akıl erdiremeyeceği, anlaşılmaz şeyler. Gizli hükümdarın yasaları, çevirmenlere, açıklayıcılara muhtaç; ancak bunları açıklayanlar da, gerçek anlamı hakkında sürekli olarak çekişme halindeler. Dahası var. Bunlar kendi kendileriyle de uyuşmuş değil. Gizli hükümdarlarına dair ettikleri söylentilerin tümü bir çelişkiler yumağından başka bir şey değil, hemen yalanlanmayacak hiçbir kelime söylemiyorlar. Bu gizli hükümdarın son derece iyi olduğunu söylüyorlar; oysa onun isteklerinden, emirlerinden şikâyet etmeyen kimse yok. Sonsuz hakim olduğu varsayılıyor; oysa yönetiminde her şey mantığa ve sağduyuya aykırı. Adaleti övülüyor; oysa uyruklarının en iyileri genellikle en az yardım ve iyiliğe erişiyorlar. Her şeyi gördüğü, her yerde hazır ve nazır olduğu temin olunuyor; oysa bu hazır ve nazırlığın hiçbir şeye yararı yok. Düzen ve doğruluk dostu olduğu söyleniyor; oysa ülkesinde her şey alt üst olmuş, karışıklık içinde. Her şeyi o yapıyor; oysa olaylar, ender olarak tasarılarına uygun görülüyor. Her şeyi önceden görüyor, ancak hiçbir şeyin olmasına engel olamıyor. Kendisine yapılan saldırı ve tecavüze karşı sabır ve tahammülü yok; bununla birlikte herkesi kendisine tecavüz edebilmeye güçlü kılıyor. Eserlerindeki bilimselliğe hayranlıkla bakılıyor, oysa çelişkilerle dolu eserleri kısa ömürlü. Sürekli olarak yapmakla, bozmakla, işinden asla memnun kalmaksızın yaptığını onarmakla uğraşıyor. Her girişiminde, kendi büyüklüğünden ve şanından başka bir amaç yok; oysa büyüklüğü ve şanıyla yüceltilmeye hiç ulaşmıyor. Yalnızca uyruğunun refahı için çalışıyor, uyruğu ise çoğunlukla zorunlu ihtiyaçlarından bile yoksun. Armağan ve iyiliklerine erişmiş gibi görünenler, genellikle hallerinden en az memnun olanlar. Bunların hemen tümü, büyüklüğüne hayran olmaktan ve olgun hikmetini yüceltmekten, iyiliğine tapmaktan, adaletinden korkmaktan, asla itaat etmedikleri emirlerine saygı duymaktan ayrılmadıkları hükümdarlarına karşı aralıksız isyan halinde bulunuyorlar. Bu ülke dünyadır; bu hükümdar Allah'tır; vekilleri peygamberlerdir; uyruğu insanlardır. *tna
  15. Tipik inançlılar, bir soruya yanıt vermek ile bir konudaki gerçeği ve doğruyu bulmak arasındaki farkın bilincinde değiller ne yazık ki... *** Bir soruya verdiğiniz cevap, sizin o konudaki delilsiz inancınıza dayanıyor olabilir... Bir bilimsel gerçeğe dayanıyor olabilir, Yada günlük hayatta yaşanan tecrübeler sonucu edinilen önyargılara dayanıyor olabilir... Bir bilimsel hipoteze dayanıyor olabilir, Yada biraz delillerle desteklenmiş, dolayısıyla teori mertebesine ulaşmış bir fikre dayanıyor olabilir... Ailenizden, öğretmeninizden, camide vaaz veren hocadan duyup hazır olarak aldığınız ve sorgulamadan kabul ettiğiniz bilgilere dayanıyor olabilir... Ya da kendi kafanızda bazı delillere dayandığına inandığınız, ama aslında zayıf bir bilimsellik içeren bir yöntem uygulamanız yüzünden aslında geçerli bir şekilde kanıtlamadığınız, fakat bu durumun farkında olmadığınız bazı fikirlerinize dayanıyor olabilir... Fakat yanıtlarınız neye dayanırsa dayansın, şurası bir gerçek ki, bir konuda sizin yanıtınız, o konudaki somut gerçek ile örtüşmek zorunda değildir. O konudaki somut gerçek henüz dünya üzerinde hiç kimse tarafından bilinmiyor olabilir... Ya da biliniyor ama siz bilmiyor olabilirsiniz... Ya da kısmen biliniyor, fakat siz kendi verdiğiniz yanıtlarda boşlukları doldurup, yanıtlarını tamamen veriyor olabilirsiniz... Bir konuda; Kendi tavrınızın ne olduğunu ve yukarıda ifade edilen hangi tür dayanağa dayanarak yanıtlar verdiğinizi dürüst bir şekilde analiz etmediğiniz sürece, hem temel konularda, hem de çok daha basit konularda sıkça yanılmaya mahkûm olursunuz... Özellikle de en temel felsefi konularda, henüz, insanlığın bu aşamasında verilen cevapların tam olmadığını, Dünya üzerinde bu konularda son sözü söylemeye kimsenin otoritesi olmadığını, Açıkça bu soruların henüz yanıtsız olduğunu anlamak ve bu gerçeği kabullenmek zorundasınız... Bu, bu konularda bir inancınız, kabulünüz ya da fikriniz olmaması gerektiği anlamına gelmiyor... Ama fikriniz ne olursa olsun, bunun dayanağının ne olduğunu iyi analiz etmeniz ve bu fikirlerinizi mutlak gerçekler olarak lanse etmemeniz gerekir... *** *** *** Siz tipik inançlılar; Size sunulmaya çalışılan farklı bakış açılarına karşı tutarlı yanıtlar üretme zorlukları yaşadığınızda, Konuları sulandırmak niyetiyle gülmeceler aramak ve... "inanmayanlara dua etmeye devam edin, şöyle sıcak günlerde iyice bi üfleyin" gibi anlamsız şeyler yazmak yerine... Yukarıda anlatılanlar üzerine biraz kafa yormanız gerektiğini de artık kavramanız gerekiyor... *tna
  16. bu ******* insanları "okurken çok gülüyoruz" ifadesini; "Gülüyoruz ağlanacak halimize" diye düzeltmek uygun olacaktır diye düşünüyorum...
  17. İlkel benliğini eğitemeyerek soyut kavramlara inanmak zorunluluğunu duyan insanlar için, karanlık ve esrarlı şeyler, korkular, masallar, kerametler ve sürekli olarak beyinlerini işletecek, yoracak, akla sığmaz şeyler gereklidir. Masallar, inanılmaz cin ve cadı hikayeleri, sıradan insan ruhu için, yaşamın gerçeklerinden daha çekicidir. *** Din konusunda da bu böyledir. Dinsel inançlar söz konusu olduğunda insanlar "İlkel benlik" ve korkularına yenik düşmüş büyük çocuklardır. Bir din ne kadar "yeri değeri olmayan söz, davranış" ve mucizelerle dolu olursa, onların ruhu üzerinde o oranda tahakküm hakkı kazanır. Sofu, saflıklarına hiçbir sınır koymamak zorunda olduklarına inanırlar. Bir şey ya da şeyler ne kadar çok anlaşılmaz olursa, onlara o oranda ilahi görünür. Bu şeyler ne kadar az inanılabilir olursa, bunlara inanan insanlar, o oranda erdem ve üstünlükler olduğunu sanırlar. O nedenledir ki; İnsanların ilkel benliğine hitap eden "İnanç ustaları" en çok mümkün olmayan şeylerin, onlar için en esaslı şeyler olduğuna insanları inandırmayı başarmışlardır. Çünkü; DİN, İNSANLARIN İLKEL BENLİĞİNİ SOYUT VARLIKLARIN MUCİZELERİYLE KANDIRIR... O nedenle sabah namazlarında meleklerin şahitliğine inanmak ve bu ifadeleri "Harika Bir Paylaşım " olarak değerlendirmek buna inanmış insan ruhu için, son derece doğal ve yaşamın gerçeklerinden daha çekicidir... *tna
  18. Misilleme: Gözaltına alınan emekli paşalara yöneltilen suçlama “Terör örgütü kurmak ve yönetmek” Suçlama ilginç. Fethullah Gülen’e yönelik suçlamanın neredeyse aynı... Ortada net bir “Misilleme” kokusu var. Bu arada Antalya’da gözaltına alınan emekli Albay Atilla Uğur hakkında ilginç bir bilgi geldi. Albay Uğur, bir dönem Jitem’in “Teknik takip” biriminin komutanlığını yapmış. Bir dönem Başbakan Erdoğan’ın “En yakın” adamı olan AKP milletvekili Turan Çömez’in Ergenekon’la ne gibi bir bağlantısı olabileceğini bilinmiyor... Ancak bilinen bir şey var... Turan Çömez son dönemde AKP aleyhine belge ve bilgi dağıtım merkezi haline gelmişti. Çeşitli bakanlarla ilgili yolsuzluk iddiaları içeren belgeleri basındaki bazı kişilere ulaştırıyordu. Gerçi bu belgeler çok da güvenilir olmayan 2. sınıf iddiaları içeriyordu ama Turan Çömez’in elinde çok daha önemli belgeler olduğuna ve bir gün bunları da sızdırabileceğine inanılıyordu. Çömez’in Ergenekon’la ilişkilendirilmesinin nedeni bunlar olabilir. 1 yıldır tutuklu olan yazar Ergun Poyraz’ı da unutmamak lazım. Refah ve Fazilet partileri hakkında kapatma davalarında Yargıtay Başsavcılığının sunduğu delillerin büyük bölümü Ergun Poyraz arşivlerinden çıkmış ve yayınlanmış belge ve bilgilerdi.
  19. Amiral Özden Örnek’in ilginç bağlantıları: Ergenekon soruşturması, hepimizin artık öğrendiği üzere Oramiral Özden Örnek’in Nokta dergisinde yayınlanan günlüklerindeki iddialar temel alınarak yürütülüyor. Özellikle işin “Generallerle” ilgili kısmında Oramiral Özden Örnek’in günlüklerinin rolü büyük. Soruşturma kapsamlı bir şekilde yürütülüp, ilgi alanı sürekli genişlerken, günlüklerin sahibi Özden Örnek’in şimdiye kadar, en azından bilindiği kadarıyla savcılığa çağrılmamış ve günlüklerle ilgili ifadesine başvurulmamış olması, aralarında benim de bulunduğum pek çok kişi tarafından “İlginç” bulundu. Bu gibi olaylarda tesadüflere çok da inanmadığım için, küçük çaplı bir soruşturma yaptım. Ve Oramiral Özden Örnek’le ilgili çok ilginç bazı bulgulara ulaştım. Biliyorsunuz, Oramiral Özden Örnek’in kamuoyunca tanınan bir oğlu var. Yönetmen-yapımcı Tolga Örnek. Tolga Örnek bir dönem çektiği film-belgesellerle halkın önüne çıkmıştı. Tolga Örnek’in çektiği en bilinen iki film-belgesel 2003 yılında gösterime giren Hititler ve 2005 yılında gösterime giren Gelibolu’ydu. Oramiral Özden Örnek’in oğlu Tolga’nın çektiği Hititler filminin sponsorları arasında İMKB, ÇALIK Holding, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, THY, İstikbal ve Nur İnşaat gibi kuruluşlar yer alıyordu. Amiral’in oğlu Tolga Örnek’in diğer filmi Gelibolu’nun sponsorları arasında dikkat çekenler ise şöyleydi: Çalık Holding ve İstikbal. Şimdi diyeceksiniz ki, “Ne var canım bunda. O filmlerin başka sponsorları da vardı. Doğru. Bu yüzden soruşturmamı biraz daha derinleştirdim. Ve çok ilginç başka bir bulguya daha ulaştım. Çalık Holding, yani kamu bankalarının parasıyla Sabah ve ATV’yi alıp iktidarın emrine tahsis eden grup, 2004 yılının Mayıs ayında Çalgaz Doğalgaz Dağıtım, pazarlama taşımacılık Sanayi ve Ticaret AŞ adında bir şirket kurmuştu. Şirketin ortakları Çalık Enerji, Ahmet Çalık, yine Çalık’a ait Altındağ Yatırım, Aksel Goldenberg, Ruben Goldenberg ve Aşer Goldenberg yer alıyordu. Büyük bölümü ve yönetimi Çalık Grubuna ait Çalgaz AŞ, 20 Haziran 2005’te adını değiştirdi ve Naturelgaz Sanayi ve Ticaret AŞ unvanını aldı. Ve sıkı durun şirketin yönetim kurulu üyeliğine Çalık Enerji’yi temsilen Oramiral Özden Örnek’in diğer oğlu, Burak Örnek getirildi. İlginç bir buluşma değil mi! İlginçlik bu kadarla da sınırlı değil. Aynı şirkette Başbakan’ın damadı Berat Aybayrak’ın kardeşi, Sabah ve ATV’nin sahibi Turkuvaz Medya’nın grup başkanı Serhat Albayrak da 1. derece imza yetkisiyle danışmanlık yapıyor. Nokta dergisinin eline nasıl geçtiği hala anlaşılamayan “Darbe günlüklerinin” yazarı Oramiral Özden Örnek’in oğulları, iktidar tarafından medya sahibi yapılan ve bu dönemde rafineri lisansı almayı başaran Çalık Grubu’nun şirketleriyle son derece içli dışlı. Doğrusunu isterseniz ilginç bir “Tesadüf” Tabii başka tesadüfler de var ama bence bunlar kadar önemli değil. Mesela başbakan Erdoğan’ın oğlu Burak Erdoğan Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nden askerliğe elverişli değildir raporu aldığı sırada Oramiral Özden Örnek bu Hastane’nin bağlı olduğu Donanma Komutanı. Ve yine Başbakan’ın oğlu, Tolga Örnek’in Kalendar Orduevi’ne yapılan düğününün davetlileri arasında(Bu bilgi o dönem basına da yansımıştı) Değerli okurlar Türkiye’de çok garip şeyler oluyor. Hem de çok garip *** İşine gelen yargıya saygı duymayı alışkanlık haline getiren kendi hissiyatı,anlayışı,istek ve arzularını tatmin etmediği için farklı görüşteki kişi ve yaklaşımlarını darbe yanlısı ilan edenler... NEDEN: Marmariste şimdi nü resimler yapmaya çalışan 1980 darbesinin liderini aklılarına getirip hesap sormak gibi bir istek ve arzu duymazlarda... NEDEN: Kendilerine muhalif olduğunu tüm türkiyenin bildiği kişileri gestapo yaklaşımlarıyla derdest ederler...?..? *** Ergenekon’daki ilk gözaltılardan bu yana 1 yıl geçti. İddianame tamamlanmadığı halde 1 yıldır tutuklu olan sanıklar var. Peki bu durum yasal mı? Hukukçulardan aldığım bilgiye göre son derece yasal. Hazırlık soruşturması döneminde, tutukluk hali her ay hakim kararı ile uzatılabiliyor. Sınır ne? Sınır yok. Tek sınır bir sanığın 4 yılı aşkın süre tutuklu olarak yargılanamayacağı yolundaki yasa. 4 yılı aşan bir tutuklu yargılanma olamayacağına göre, 4 yılı aşan bir hazırlık soruşturmasında tutukluk hali olmaz. Yani Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz hazırlık soruşturmasını 3 yıl daha uzatabilir ve tutuklu sanıklar 3 yıl daha tutuklu kalabilirler. Burada Türk entelijansıyasının iki yüzlülüğü ortaya çıkıyor. Acaba bu kadar süre dava açılmaksızın tutuklu olan entel, dantel liberallerden biri olsaydı bugünkü gibi sessiz kalırlar mıydı? Elbette kalmazlardı ama çifte standart her yerde içimize işlemiş. Bir kaç hafta önce Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına ve Anayasa Mahkemesi’ni demediğini bırakmayan AKP’liler ve AKP’nin en “Densizi” Dengir Mir Mehmet Fırat dün “yargıya saygı gösterin” diyordu. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına saygı göstermeyenlerin, Tokat ve Ümraniye savcılıkları dışında bir tecrübesi bulunmayan 30’lu yaşlardaki bir genç savcıya saygı göstermeleri acaba hukuka olan inançlarının artmasından mı, yoksa başka nedenden mi siz karar verin. Alıntılar..:fatihaltayli.com.tr_
  20. Duyarlılık,sorumluluk,araştırma ve emek gerektiren bu araştırma için OKUR arkadaşa teşekkürler... Aynı duyarlılıkla bu paylaşımın gerekliliğini önemseyen 'Dayı'ya teşekkürler, saygı ve selamlar... Umulur ki; Sardumyamında vurguladığı gibi, "objektif bir gözle ve akılla okunur bu gerçekler "... Sayın okur'un ve sevgili Dayı'nın emekleri amacına ulaşır.. *tna
  21. *** Bir vatandaş konuşur, "Abdullah Gül cumhurbaşkanı olsun" der. AKP liler, "Vatandaşlar bizi istedi" derler. *** Sade Vatandaşın biri daha konuşur, "Türban serbest olsun" der. AKP liler ve sözde demokratlarI, "İşte demokrasi bu, herkes istediğini söyleyebilir" derler. *** Hükümetten ihale alan işadamı konuşur, "Laikliğin tanımı değiştirilmeli" der. AKP liler ve hükümete yapışık liberaller, sonuna kadar alkışlarlar, "İşte demokrasi bu!" derler... *** Ama yıllarını Hukuk Kitaplarını su gibi ezberlemekle geçirmiş profesörler, yargıtay üyeleri, danıştay üyeleri konuşur. AKP liler ve sözde demokratları ve hükümete yapışık liberaller, "Bunlar nasıl demokrat, burası nasıl demokrasi ülkesi" derler. *** AKP lileri, sözde demokratlarını ve hükümete yapışık liberalleri anlayabiliyor musunuz?... Lastik gibi, demokrasiyi de işlerine gelen yöne çekiyorlar... *** OYSA; Çağı en hızlı, en süratli yakalayabilen toplumlar, HUKUKUNU geliştirmiş olan toplumlar olmuştur. VE; Hukuku yerlerde olan toplumlar, hep yerlerde sürünmeye mahkum olmuşlardır. *tna
  22. GeceKuşu

    AYKIRI SORULAR

    *** Son günlerde yargının tarafsızlığı üzerine yapılan polemikler ve üzerinde oluşturulmaya çalışılan baskı olanca hızıyla devam ediyor... “Yargıtay Anayasa Mahkemesini etki altına almaya çalıştı” diyor hükümet medyası ve (hükümete yapışık) liberaller. Oysa aylardır AB sözcüleri, yabancı hükümet adamları veya kendi köşe yazarlarıyla Anayasa Mahkemesi’ni etki almaya çalışanlar kendileri değilmiş gibi. Madem yargıyı bu kadar önemsiyorsunuz, yedi düvel Türk yargısına hakaret ederken neredeydiniz! Türk yargısı faşist, çağdışı, taraflı, siyasileşmiş diyenlerin karşısına niye çıkmadınız. Niye o zaman yargıyı savunmadınız. Siz savunmayınca yargı kendi kendini savunmak zorunda kalınca niye kızıyorsunuz. Anayasa Mahkemesi’ni onların görüşlerine göre etkilemeye çalışmak serbest, tersi “Hukuksuz ve antidemokratik” Oysa Yargıtay’ın böyle bir şey yaptığı falan da yok. Yargıtay, yargı üzerindeki baskılardan yargıya gösterilmeyen saygıdan şikayet ediyor. Anayasa Mahkemesi dahil tüm yargı üzerindeki baskının sona ermesini istiyor suç oluyor. Anayasa Mahkemesi’ne baskı yapılmamasını istemek Anayasa Mahkemesi’ne baskı oluyor. “Benim Anayasa Mahkemesine baskı yapmamı engelleyerek Anayasa Mahkemesi’ni etkiliyorsun” diyorlar açıkça. AYKIRI SORU: Yargı tarafsız olmalı diyorsunuz. Yargı tarafsız olamaz. Yargı taraf olmak için kurulmuştur. Yargı Anayasa’dan, yasalardan yana taraftır. Yoksa aslında sizi rahatsız eden bu mu! Yargının Anayasa’dan taraf olması mı [!]...? *** *tna
  23. *** Yaşlı kadın, geminin güvertesinde denizi seyrediyormuş ... Hava çok rüzgârlıymış ve şapkası uçmasın diye iki eliyle sıkı sıkı tutuyormuş ... Derken genç bir adam teyzemize yaklaşmış... ' Hanımefendi, kabalık etmek istemem, ama rüzgarın eteğinizi havalandırdığını bilmeniz gerek diye düşündüm.' Teyze hiç oralı olmamış: ' Anlıyorum ama ne yapabilirim ki ... Bu şapkayı iki elimle ancak tutabiliyorum. Yoksa bırakayım şapka uçsun mu ? ' Genç adam üstelemiş: ' Ama hanımefendi, eteğiniz havalandıkça bazı yerleriniz gözüküyor. Onu demek istiyorum.' Teyze adama şöyle bir bakmış ve gülümsemiş: ' Evladım, eteğimin altından görünen 85 yıllık ... Ama ben bu şapkayı dün aldım !' ***
  24. GeceKuşu

    GÖRKEMLİ KAYBEDENLER

    *** Neleri kaybettiniz bugüne kadar? Çok istediğiniz halde o an uygun olmayan sebeplerden dolayı neleri gözden çıkardınız? Çok değil mi? Sayılamayacak kadar çok. İlk kayıplarımıza bebekken başladık. Bizi seven, bizi besleyen, kirlenince altımızı değiştiren annemizin kucağını büyümeye başladıkça kaybettik. Daha bir kaç ay öncesine kadar ağladığımızda sığınak olan sımsıcak göğsü, büyük bir ağlamayla soğuk bir oyuncağa bıraktık. Büyüdükçe elimize oyuncak tutuşturdular, oynayalım ağlamayı keselim istediler. Ağladık ağladık sustuk. Sevmenin, istemenin kaybetmek olduğunu gördük daha yolun başında... Yavaş yavaş emeklemeye başladık, sonra yürüdük. Yürümenin ilk adımlarında bizi destekleyen ellerimizi tutan elleri kaybettik yine... Konuşmaya çabaladık. Ağzımızdan çıkan her kelime de ilk önce alkışlanmayı öğrendik. Sonrasında konuştukça yerli yersiz sorular sordukça "Sen sus çocuksun. Şimdi sırası değil, konuşma " sözleriyle tanıştık. Çok sevdiğimiz o alkış seslerini kaybettik... Kendi halimizde yaşamayı öğrenmeye başladık. Biraz daha büyüdük yuvaya başladık, evdeki sıcacık yatağımızı oyuncaklarımızı kaybettik. Oyunlar, eğlenceler, yeni çevreler, arkadaşlıklar öğrendik. Öğrenmenin ne demek olduğunu, disiplinin okulda ki yerini gördük... İlkokula başladık, çocukluk yıllarımızı kaybettik. İlkokulda her yeni gün yeni bir harf, hece öğrenirken hayallerimizi kaybetmeye başladık. Sorgulamalarımızı, merakımızı yok ettik... Kim kaç yılında doğdu, o musluktan akan suyla bu havuz kaç saatte dolar, Katmandu'nun başkenti neresi derken oyun oynamayı kaybettik... Her geçen yılda yeniliklere kucak açarken geçmişin değerlerini yok ettik. Büyüklere saygının, küçüklere sevginin gerekliliğini önemsemedik... Ortaokul çağlarında ne olacağım derdine düşüp ilk duyguları kaybettik. Aklımız beş karış havadayken çocuk olmanın verdiği rahatlığı yitirdik. Ergen olduk, ilk aşkları yaşayamadan ağlamamayı öğrendik. Eski doğallığımızı kaybettik... Üniversite yıllarında ilk gençlik hallerimize vahlanıp sorumsuz yaşamayı istedik. Nasıl olsa istediğimiz, hayal ettiğimiz yerdeydik. Hayatımızı kazanacağımız bizi adam ya da kadın yapacak yerde. Kimimiz hayal ettiğimiz okullarımı geleceğin mesleği okullara kaptırdık. Daha başlamadan kaybettik... Mezun olduk, keplerimizi havaya atarken en güzel anlarımızın o üniversite yıllarında kaldığını bilemedik. Kendimizce tek düşünce olan "Ah bir okul bitse" yi " Akşam olsa da eve gitsek" sözleriyle yer değiştirdik. Geçen yıllardaki mutlulukları hep bir sonraki adımı düşünerek nasıl yaşadığımızı anlayamadan kaybettik. Sevgilerimiz oldu ya çok sevildik ya da çok sevdik. Bir gün dost olanı yarın kaybettik. İte kakıla iyice hayatı öğrendik. Yalnızlığın kötü bir şey olmadığını etrafımızdaki dostlarımızdan yediğimiz her kazıkta öğrendik. Kötü olsa da kimseye güvenmemeyi öğrendik. Güven duygumuzu kaybettik... Yeni evler kurduk, yeni aileler oluşturduk. Annemizin, babamızın varlığını kaybettik. Onlar vardı ama kendi dünyamızla o kadar meşguldük ki onlara ayıracağımız vakitleri kaybettik. Sevgimizi tam anlamıyla yaşayamadan hayat derdiyle mutluluğumuzu unuttuk. Elimize geçen fırsatları "Aman vakti değil, aman nasıl olur" derken başkasına vererek kaybettik. Belki doğru anda doğru işler yaptık kim bilir ama hep bir yanımızı eksik hissettik. Hissettik çünkü kaybetmeyi çok erken öğrendik... En kötüsü ne kaybettik biliyor musunuz? Gün geçtikçe yaşama tutunmak adına BİZ OLMAYI KAYBETTİK. Seni seviyorum demenin, zor bir söz olmadığını öğrenemedik. Gördüğümüz sevdiğimiz insanı son kez görecekmiş gibi düşünemedik. Hep yarını düşünüp, hep yarını yaşadık. Ayrıldık, kırıldık, zorlandık, kaybettik ANI YAŞAMANIN MUTLULUĞUNU bilemedik. İçinizdeki sizi kaybetmeden ne olur kendinize bir iyilik yapın ve göze alamadığınız ne varsa onu yapmaya çalışın. Kim bilir biraz ötesini, kim bilir başka neleri kaybedeceğimizi. Kazananlardan olmanız dileğiyle, *** Alıntı:(nazan orer)
  25. 152 Gerçektende..."Açacak bir sözünüzün olmadığı" ortada duruyor... "sizlere göre" "bizlere göre" bir bakış açısı elbette sosyolojik ve siyasi yapılanmayı tahlil etmekte zorlandığı gibi... Kendi algılamaları dışında bir değerlendirmeyi hazmetmekte de zorluklar yaşaması "ve kendine düşman görmesi" çok doğal... Arif ve tarif gerekmeyen yerlerdeki çözümlemeleri yapmak alternatif durduğunuza göre size düşmesine karşın... Aşağıdaki ifadedeki "algılama ve değerlendirmedeki" hatayı belirlemek yine bu satırları yazana yük olarak duruyor... "Yurttaş diğerini onun ne istediğini bile anlayamadan kendine düşman eder..." Bir bütünü ve "ne kadarda olsa, size uymasa da" içeriğin gerçeklilik, geçerlilik ve doğrularını bile görmemezlikten gelmenin ortaya çıkardığı bu yanlış çümleyi şu şekilde düzeltmek gerekiyor... Çünkü yazılanları eğer tamamını atlamadan okudunuz ve değerlendirdiyseniz ve bu sonuca vardıysanız eğer... Ve yazan yurttaşın "Katılmadığınız noktaları eliştirmek...Yada Eksik kalan ifadeleri tamamlayarak katkıda bulunmak daha tutarlı sorumlu yurttaş tavrı değil midir?" yaklaşımına rağmen, yurttaşın tavrı yukarıda yazılanlarsa eğer... O çümle bu satırları yazan yurttaş tarafından şu şekilde düzeltilmesi ve ifade edilmesi gerekiyor... Yurttaş " " diğerinin ne anlatmak istediğini bile anlayamadan kendine düşman kabul eder... yada buna yakın başka bir değerlendirme şu olabilir... Yurttaş " " diğerinin ne anlatmak istediğini anlama çabası bile duymadan kendine düşman kabul eder... İfede ettiğiniz gibi yaklışımlarınızı çözümlemek için "Arif olmak ve "Tarif etmek gerekmiyor... Karşınıdakileri uzlaşmacı olarak görmenin koşulunu sizin düşüncelerinize uygun davranması, yazması ve konuşması olarak algılıyorsunuz... Şüphesiz ki, düşünce, deneyim ve birkimlerinize inanç ve güveniniz tam olabilir...Ve ben dahil herkes için bu geçerlidir... Ancak uzlaşmak sadece ortak değerler ve kazanımlar için aynı noktada buluşma özverisiyle gerçekleşir... "Karşınızdakinin Sizi" düşman yada "Sizin Karşınızdakini" düşman ön kabulleriyle bu ortam ve koşullarının oluşması mümkün değildir... Yaşamın hiç bir döneminde ve ülkede ve kişiler ve toplumlar arasında bu mümkün olamamıştır... Yukarıdaki iletilerde tümünü iyi değerlendirir ve ülkenin yakın ve uzak tarihinin sosyolojik ve siyasi tahlilini yapan yetkin kişileri ve kitaplarını okur sonuçlarını kavramak sorumluluğuyla objektif bir değerlendirme yapabilirseniz eğer... İletilerde ki değerlendirmeleri yapan kişinin kimseyi "düşman" gördüğü yada olmalarını sağlamak için bu değerlendirmeleri yazmadığının hakkını vermeniz gerekirdi... Ancak, anlaşılan o ki yazılan "gerici", "rövanşçı" değerlendirmelerinin kendine söylendiğini kabullenen yaklaşım, bu değerlendirmeleri yapanı "kendisini düşman olarak gördüğü" kaygısına kapılmış... *** Her neyse ne !.. Ben yine de şu ifade edilenlere yine ve yeniden dikkat çekmek istiyorum !.. *** Laikliğin mantığını ne öğrenme, nede öğretme ihtiyacı hissetmeyen sorumlu yurttaşlar... Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan bir seçmen kitlesi... "Cumhuriyet'in, "Laik Demokrasi'nin ve "hukuk devleti'nin gereğini yerine getirmeyen seçilmişler... Cumhuriyetimiz ve Demokrasimiz adına ne kadar da utanç verici. 85 yıl önce Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti için bir kurtuluş savaşını kazanmak gerekti. Şimdi ise Körlerle sağırlar, birbirini ağırlıyorlar. Sonuç ortada; Sonuçlarını hepimiz, bölünerek, çekişerek, sürünerek çekiyoruz... Ve kendilerini"gerçek" demokrat olarak kabul eden "sorumlu yurttaşların", "seçmen kitlesinin", "seçilmişlerin" yerini.., "Demokrasi bilincini" kavramış yurttaşlar alıncaya kadar çekmeye devam edeceğiz... *tna
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.