-
İçerik Sayısı
3.724 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
30
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
GeceKuşu tarafından postalanan herşey
-
Akıllarda soru işareti kalmasın... Bahsedilen yazının linki aşağıda... http://www.turkish-media.com/forum *** Anlaşılan o ki...Fetullah Gülen'e yapılan en ufak eleştiri bile zihinlerde O kişilere irtifa kaybettiriyor... Fetullah Gülen'e (ve onun zihniyetini benimsemiş yaklaşımlara) yapılan eleştiriler... Kişisel algılanabiliyor... Eleştiri yapan kişilerin yazdıkları her şeye ilgili ilgisiz, mesnetli mesnetsiz karşı durarak... Kişisel karşı duruş ve haklılıklarını tutarlı ve mantıkllı yaklaşımlarla kanıtlamak yerine, O kişileri kendilerine iş olarak görüyorlar... Tıpkı fettulahcı basının Nihat Genç'e "Fettulah Gülen ve onun toplum üzerine yerleştirmeye çalıştığı zihniyeti" eleştirdiğinde Ona olan yaklaşımları ve bunu kendilerine iş olarak edinerek yıpratmaya çalıştıkları gibi... *** Niye doğru bulunmayan bu ifadeler söz konusu başlıkta yanıtlanmadı da ... İçeriği ve gündemi farklı bir başlık altında o eleştirileri yapan kişi bir iş olarak ele alındı.. Neden...? Anlaşılması güç mü.? Bence hiç değil... Yaklaşım tanıdık...Zihniyet bildik... Anlaşılan şu ki; GeceKuşu'nun işi zor... Çünkü onu iş edinen zihniyetler... Onun yazdıklarına haklılıklarını kanıtlayacak yaklaşım ve yanıtlar yerine... Kişiliğine ve onu yıpratmaya yönelik en ucuz yaklaşımları sergişleyecekler... "fettulahcı zihniyetin" açmazlarının sergilenmesinin önüne geçmek adına "işimiz onunla" diyerek... Onu kendilerine iş olarak edinecekler... Bu defasında 'GeceKuşu' uçuz atlatmış sayılmalıdır... Çünkü şimdilik "eski tartışmalardan bu yana çok fazla irtifa kaybettiği" öne sürülmüştür... *** Umulur ki, yukarıdaki alıntıda anlatılmak istenenleri iş sahipleri sağduyu ile değerlendirerek... yaklaşımların da bu uyarılara uyulması temennisini yerine getirirler... *tna
-
Sizin benimle iş olarak tanımladığınız ne gibi bir şey var aramızda..? *** Giriş cümleniz aşağıda... Ve benim bu giriş cümlenize yanıtımda şuydu... *** Mahkeme hükmünü vermiş sayın bekir... "Pekiyi Hakimin görevi nedir?" sorunuza yanıt olabilir mi.? Yoksa Karşı olmadığınızı söylediğiniz Y.Özdilin yazısını buraya taşıyan kişiyle hala bir işiniz olduğunu düşünüyor musunuz.? Y.Özdilin yazdıklarıyla bir işiniz yok ama onu buraya taşıyan kişiyle bir işiniz...Anlaşıldığı kadarıyla bir sorununuz var... Neden...? Anlaşılması güç mü.? Bence hiç değil... *** İşinizin olduğunu söylediğiniz kişinin size bu konuda son olarak söylemek istediği şu... Konuları kişiselleştirerek içeriğini ve özünü ortadan kaldırma çabalarınızı benim üzerimden yapmaya çalışmayın... Çünkü bahsettiğiniz o kişinin... "Algılama farklılığı ve görüş ayrılıkları nedeniyle gereksiz yaklaşımlar üreterek bir diğerini kendine iş edinenlerle "... Kişisel polemiklere yönelik hiç bir işi olamaz...
-
Evrim konusu genelde kişilerin inançsal değerleri çerçevesinde, bilimsel içeriğine ters düşen bir yaklaşımla ele alınarak tartışıldığı için, çoğunlukla polemiğe açık tartışmalarla ele alınmıştır... Bilimsel bir bakış açısıyla ele alınması gerekirken genellikle kulaktan dolma ve aslı dışındaki kaynaklardan öğrendikleriyle konuyu tartışanlar, sonuçta şu yargıya bile varmışlardır... "İnsan Maymundan gelmiştir."... O nedenle Konunun bilgi kirliliğine uğramadan ve kafalar karışmadan önce " Evrim " in ne olduğu ve ne demek istediğini basit bir dille anlatan aşağıdaki kaynağı vermek gerekiyor... Web Linki: Evrime Giriş bölümüne hoş geldiniz! Aspirini bakkal yerine Eczaneden almayı... Bilgiyide kaynağından öğrenmeyi önemseyenlere duyurulur... *tna
-
Bir üsteki yazıda hak vermenizle ilgili yanıt var! *** Sizin forumdaşlar sizin yaptığınızdan farklı şeyler yapmıyor aslında... Hala fark edemediniz mi? Ancak diğer forumdaşlar kabullenemediklerine düşüncelerini iletmek yerine yaftalar yakıştıranları ( ) gülümsüyerek izliyor...
-
Bu sizin düşünceniz... Birilerini gözünüzde olabildiğince büyütmek yada küçümsemeye yönelik... [ Bir Ön yargı...Bir Varsayım...] Yukarıdaki bakış açısı ve ifadeler... Kişilerin kendi zihinlerinde ortaya çıkan bir ölçüde engelleyebildiklerini bir diğerinden bekleme güdüsü... Üstelik bu bir gazete yazısından alıntı... Bu forumdan önce binlercesi tarafından okundu... Öne cıkmak adına değil beğenilen bir ifade bütünlüğünü bir yaklaşımı forumda paylaşabilme güdüsüydü! Sizin bu ifadelere katılmıyor olmanız diğerlerini itham etme hakkını size vermez... Katılmadığınız karşı görüşünüzü yazın yeterlidir.. Ötesi zaafları ve bakış açılarındaki açmazı, gereksiz yaklaşımları ortaya çıkarır...
-
Keriz Feneri * * * Aslında gizli saklı bi şey yok... Apaçık. * Alman savcının tespitlerine göre... Deniz Feneri paraları nereye verdi? Kanal 7. Kim yedi? Kanal yedi. * Alman polisi, Deniz Feneri'ni bağış dolandırıcılığından yakalıyor... Bizim polisin bağışları komple Deniz Feneri'ne verilmiş, bizim polisin haberi yok. * (Bu arada... Emniyet Genel Müdürü'nün adı ne? ... Oğuz Kağan... Takunyalılar "din, iman" la ahaliyi soyarken, kimi yakalıyor Oğuz Kağan? Ergenekon!) * Alman milletvekilleri, "Buradaki Deniz Feneri sizin milleti soyuyor" diye, bizim basına haber gönderiyor... Bizim basın, bizim milletvekilleri uyuyor mu diye bakıyor ki, Bizim TBMM 'nin mutfağı, tabağı çanağı filan "buradaki Deniz Feneri" ne bağışlanmış, Bizim basının haberi yok! * Cumhur'un soyulduğu ortaya çıkınca, Cumhurbaşkanı'na soruluyor, "Ben o işlere karışmam" diyor... Ama az kurcalanınca, o işlere karışmayan Cumhurbaşkanı'nın, Dışişleri konutunda tadilat yaparken,koltuğu masayı Deniz Feneri'ne verdiği anlaşılıyor. * Mehmetçik Vakfı'na sağlanmayan avantajlar AKP tarafından Deniz Feneri'ne sağlanıyor; Deniz Feneri bu avantajla Kızılay'ın yerine geçiyor; yetmiyor, Deniz Feneri'ne " TBMM Üstün Hizmet Madalyası" veriliyor... Sonra ne oluyor? ... "Kızılay" , Başbakan'a madalya veriyor! * E hal böyleyken... Başbakan haklı olarak ne diyor? "Gözleri var, görmezler!" * * * Yılmaz ÖZDİL Hürriyet,12.09.2008
-
Kamunun hakkını yiyenlerin dini-imanı olur mu? Başlıktaki soruya kim ne cevap verir bilemem ama soruya Kur’an’ın verdiği cevap açık ve nettir: Kamunun hakkını yiyenlerin dini olmaz, olamaz. Hatta namazlı niyazlı olsalar da onların dini imanı olmaz. Evet, Kur’an aynen böyle diyor. Ne var ki, Kur’an’ın böyle dediğini Müslümanlar öğrenmesin diye elli bin şeytanlık sergileyenler Kur’an’ın bu hayat veren söyleminin üstünü örtüyorlar, örttüler. Bunun gibi daha nicelerini. Allah şu Almanlardan razı olsun, onların sayesinde yüzyılın en büyük ve en imansız kamu hakkı talanlarından birinin içyüzünü enine boyuna öğreniyoruz. Allah ile aldatanlar, din simsarı bu vurgun çetesini utanıp arlanmadan, ‘İslamî Kızılay’ diye adlandırabiliyorlar. Din bunların babalarının çiftliği. İstedikleri gibi parselliyor, sonra da istediklerine istedikleri kadar veriyorlar. Bu millet, meydanlara çıkıp bunlara, “Ona buna dinsiz imansız diye sataşmayın, Kur’an’ın açık beyanlarına göre esas dinsiz sizsiniz!” diye bağırmadıkça bu ülkenin iflahı mümkün değildir. Esas kurtuluş işte o sesin yükseldiği gün gerçekleşecektir yoksa bunların soygun propagandalarıyla aforozlarına duyuru mekânlığı yapan sözde camilerin sayısını artırmakla değil. Bugünkü camiler, İslam’ın mâbedi olarak değil, Allah ile aldatanların, kendilerinden olmayanları din dışı ilan etmelerinin dokunulmaz mekânları olarak kullanılıyor. İşin finansmanına devlet bütçesinden ayrılan iki katrilyonun (8 bakanlık bütçesi kadar) büyük kısmını da o camilerde hakaret ve aforoza mâruz bırakılan kesim vergi olarak ödüyor. Günlerdir, ana gündem olarak neyi izliyoruz? Bir ucu Almanya’da, öbür ucu, Türkiye’nin RTÜK gibi bir kurumunun başındaki kişinin ceplerinde seyreden bir kovuşturmayı. Allah ile aldatanlar tarafından din-iman nutukları atılarak 40 küsur milyon Euro civarında para Müslüman halktan çarpılarak ustalıklı yöntemlerle paylaşılmış. Allah ile aldatma kullanılarak gerçekleştirilmiş böyle korkunç bir soygun, mesela engizisyon tarihinde bile kaydedilmemiştir. Benzerleri yine Allah ile aldatanlar eliyle ve yine ‘yüzde doksan dokuzbuçuğu Müslüman olan (!) Türkiye’nin ‘dinci’ yurttaşları tarafından gerçekleştirilmiş. Ünlü Mercümek, Yimpaş, Kombassan, İhlas, Jet-Pa, Avrupa’daki Türkleri camide kandırıp soyma olayları bunların öne çıkanları. Üstü henüz açılmamış daha neler var! Din adına öne çıkan, gündem olan konular, özellikle son otuz yıldır hep bu soygun-vurgun olayları oldu. Bu ahlaksız vurgunları yapanlar, bir yandan iki kadeh rakı içenleri din-iman dışı ilan ederken, öte yandan insanı ‘Allah’ın düşmanı’ durumuna düşürecek zulümleri işleyenleri din adına avukatlık mevkiinde tutmanın şeytanî saltanatını kurmuş bulunuyorlar. Bu şeytanî saltanat bir biçimde yıkılmadıkça bu ülkede kimse huzur ve refah özlemesin. “Dine-imana ambargo koyup milleti soyan, kamu hak ve imkânlarının yerinde kullanılmasını engelleyenlerin Kur’an açısından durumları nedir?” diye ne soran var ne de böyle bir soruya cevap veren. Biz bu soruyu ona buna değil, bizzat Kur’an’a sorduk ve çok sarsıcı bir cevap aldık. Önümüzdeki hafta başından itibaren bu cevabın ayrıntılarını size ileteceğiz. Yaşar Nuri ÖZTÜRK Hürriyet,12.09.2008
-
İSLAM'DA KADIN!
GeceKuşu şurada cevap verdi: mavi olmayan gökyüzü başlık Dini Konular - Din - Dinler
Yukarıdaki ifadeler genele hitaben yazılmış yazarının kendisini de bağlıyan... Çözüme yönelik yaklaşımların ne olması gerektiğini belirlemeye yönelik bir ifadedir... O nedenle "kulaktan dolma" bölümünü kişisel alınganlık nedeni olarak algılamak bir değerlendirme yanlışıdır... Bu alınganlığın sonucu olarak yazarını diğerlerini" Hiç bir şey bilmeyenler" olarak düşündüğünü varsaymak haksız bir yargılama... Hele -biz de sizin zannettiğiniz gibi "hiçbir şey bilmeyen, düşünmeyen" insanlar değiliz.- gibi biz ve siz ayrımcılığı yapan bir yaklaşımda bulunmak haddini aşan anlamsız ve gereksiz bir bakış açısıdır... Kişiler yazılan her şeyi kendi üzerine alınarak ve salt inançlarına dair değer yargılarının oluşturduğu görüşlerinin doğru olduğu yargısıyla yanıtlama çabasına girdiği taktirde..." bir konudaki gerçeği ve doğruyu bulmak" amacına yönelik değerlendirmeleri kabul edilemez fikirler ve çelişkili düşünceler olarak değerlendirebiliyor... O nedenle yukarıda yapılan alıntıda dahil şu ana kadar yazdıklarımın ve yazılacak olanların genele hitaben yazıldığını belirtmem, böyle olduğunun da herkes tarafından anlaşılması gerekiyor... *** Bir konuda; Kendi tavrımızın ne olduğunu ve aşağıda (*) ifade edilecek olan hangi tür dayanağa dayanarak yanıtlar verdiğimizi objektif bir şekilde analiz etmediğimiz sürece, hem temel konularda, hem de çok daha basit konularda sıkça yanılmaya mahkûm olur, karşı görüş ve eleştirileri sürekli hatalı ve kabul edilemez olarak değerlendiririz ... *Bir soruya verdiğimiz yanıt, bizin o konudaki delilsiz inancımıza dayanıyor olabilir... *Bir bilimsel gerçeğe dayanıyor olabilir, yada günlük hayatta yaşanan tecrübeler sonucu edinilen önyargılara dayanıyor olabilir... *Bir bilimsel hipoteze dayanıyor olabilir, yada biraz delillerle desteklenmiş, dolayısıyla teori mertebesine ulaşmış bir fikre dayanıyor olabilir... *Ailemizden, öğretmenimizden, camide vaaz veren hocadan duyup hazır olarak aldığımız ve sorgulamadan kabul ettiğimiz bilgilere dayanıyor olabilir... *Yada kendi kafamızda bazı delillere dayandığına inandığımız, ama aslında zayıf bir bilimsellik içeren bir yöntem uygulamamız yüzünden aslında geçerli bir şekilde kanıtlamadığımız, fakat bu durumun farkında olmadığımız bazı fikirlerimize dayanıyor olabilir... Fakat yanıtlarımız neye dayanırsa dayansın, şurası bir gerçek ki, bir konuda verilen yanıtlar, o konudaki somut gerçek ile örtüşmek zorunda değildir. *O konudaki somut gerçek henüz dünya üzerinde hiç kimse tarafından bilinmiyor olabilir... Ya da biliniyor ama biz bilmiyor olabiliriz... Ya da kısmen biliniyor, fakat siz kendi verdiğiniz yanıtlarda boşlukları doldurup, yanıtlarını tamamen veriyor olabilirsiniz... *** Özellikle de en temel felsefi konularda, henüz, insanlığın bu aşamasında verilen cevapların tam olmadığını, Dünya üzerinde bu konularda son sözü söylemeye kimsenin otoritesi olmadığını, Açıkça bu soruların henüz yanıtsız olduğunu anlamak ve bu gerçeği kabullenmek zorundayız... Bu, bu konularda bir inancınız, kabulünüz ya da fikriniz olmaması gerektiği anlamına gelmiyor... Ama fikriniz ne olursa olsun, bunun dayanağının ne olduğunu iyi analiz etmeniz ve bu fikirlerinizi -"diğer fikirlerin reddinin nedeni "- mutlak gerçekler olarak lanse etmemeniz gerekir... *** Yukarıda anlatılmaya çalışıldığı üzere her konuda olduğu gibi, bu başlığın konusu üzerine bende dahil tüm katılımcılar görüşlerini ifade ettiler, konunun açılımına bağlı olarak ifede etmeye de devam edecekler... Gerisi anlatılamaya çalışılanlardan diğerlerinin ne anladığı... Ve anlayışlarıyla çözüme ne kadar katkıda bulunabileceklerine bağlıdır... *tna -
İSLAM'DA KADIN!
GeceKuşu şurada cevap verdi: mavi olmayan gökyüzü başlık Dini Konular - Din - Dinler
Yapılan ilk alıntıda İslamdan önce toplumsal yapının ne kadar iyi olduğundan değil... İslam dininin kız çocuğuna değer ve önem verdiğini iddia edenlerin, İslam öncesi dönem ile kıyaslamaya girerek öne sürdüklerinin... "Yanılgı, abartma ve doğruluğu şüphe götürür" olduğundan bahsedilmiştir... Ibnü-l-Kelbî'nin "Kitabu Tenk'su'l-Esnam" adlı yapıtı kaynak olarak verilerek... "Bu böyle iken ve cahilliyye Araplarının "dişiye" ve "kız çocuğuna" karşı böylesine olumlu bir tutuma sahip bulundukları ortada iken, utanç yüzünden kız çocuğunu toprağa gömmek gibi bir geleneğe bağlanmayacakları..." ifade edilmiştir... Bu bir yanlılık değildir... İfade edilenler, toplumsal yapının bir parçası olan Kadınlarımızın var olan sorunlarının çözümlenmesine yönelik çabaların kulaktan dolma bilgilerle, ne olursa olsun reddetme güdüsüyle değil... Gözlem, araştırma ve belgelere dayalı bir yaklışımla çözümlenebileceğine inanan ... Ve bu amacın "Kadın, Erkek, Müslüman yada değil" en önemli ve birincil insani sorumluluk olduğunu düşünerek önde tutan bir yaklaşım ve onun ifade edilmesidir... Gerisi anlatılamaya çalışılanlardan diğerlerini ne anladığı... Ve anlayışlarıyla çözüme ne kadar katkıda bulunabileceklerine bağlıdır... http://www.turkish-media.com/forum/index.p...st&p=724710 *tna -
İSLAM'DA KADIN!
GeceKuşu şurada cevap verdi: mavi olmayan gökyüzü başlık Dini Konular - Din - Dinler
Konu başlığımız "İSLAM'DA KADIN"...'ali0_1' in ifade ettiği gibi kişiler kendi görüş,düşüncelerini yazacaktır.. Yine denildiği gibi bunların kulaktan dolma bilgilerle değil, gözlem, araştırma ve belgelere dayalı bilgilerle yapılması doğru olanıdır... Konu başlığı kadının toplumdaki yerini İslam'a bağlı olarak ele aldığı için değerlendirmelerde bulunurken İslam'ın ona bakış açısını ele almak ve var olan çelişki ve tutarsızlıkları eleştirmek de son derece doğaldır... O nedenle tipik inançlı arkadaşların yaptığı gibi İslamiyetken söz ediliyor diye toptan karşı çıkmak yerine Yapılan eleştirilerin kendilerince yanlış olan taraflarını tutarlı ve bilgiye dayalı olarak sergilemek doğru olandır... Bu durum İnanç değerlerinin toplum içinde yanlış yorumlanarak yada günümüzün değerleri çerçevesinde değerlendirilerek Bölgesel örf ve adetlerin oluşturduğu olumsuzlukların da ortadan kalkmasında yararlı bir tutumdur... Her iyi niyetli ve sağduyu sahibi insanın yerine getirmesi gereken bir sorumluluktur... *** İslamiyeti kabul etmiş Müslüman ülkelerin tümünde, 'erkek çocuğunun' doğumu bayramlaşmalara, sevinç çığlıklarına, kurban adamalara vesile yarattığı halde 'kız çocuğun' doğumu üzgünlüklere ve esef vesilelerine ve "Bir daha sefere inşallah erkek çocuk doğurursun..." temennilerine yol açar. Var olan ve içinde bulunduğumuz yüzyılda bile bu gerçeğin arkasında yatan nedeni akılcı bir yöntemle anlamaya çalıştığımızda ilk aklımıza gelen bu durumun İslamiyet öncesinde de söz konusu olup olmadığını araştırmak olacaktır... Araştırma sonuçları bize olduğu yada olmadığı sonuçlarına ulaştırsa da gözlemlediğimiz ve karşı karşıya kaldığımız en önemli gerçek İslam'ın bu gelenekleri kökleştirmiş olmasıdır... İnsan haklarının evrenselliğinin üst düzeyde kabullenilip konuşuldu çağımızda bile İslam toplumlarında ki bu yanlış düşünce ve tutumların hala geçerliliğini koruyor olmasının arkasında bu gerçek yatmaktadır... O nedenle İslam toplumunda yaşayan 'Kadının' yeri ve sorunları " üzerine yapılan eleştirileri... "Anlamsız, tutarsız ve geçersizdir" diyebilmek öyle çok kolay değildir... Erkek çocuğunun dünyaya gelişini "mutluluk" ve kız çocuğununkini ise "musibet" imiş gibi göstermek İslam'ın kökleştirdiği bir gelenektir ki bin dört yüz yıla yakın bir süre boyunca geçerliliğini koruya gelmiştir; toplumsal ve kişisel sağduyu ve tüm eleştirilere karşın etkisi hala devam etmekte, bugün dahi böyledir... Örneğin, Pakistan ve Bangladeş gibi ülkelerde, ailenin erkek çocuk sahibi olduğunu duyanlar, büyük bir mutluluk içerisinde ana, babayı kutlar ve "Allah büyüktür" duaları ile ilahi güce şükranlarını sunarlar. Fakat kız çocuk doğmuş ise, böyle bir şeye gerek görmezler; sadece çocuğun kulağına Kuran'dan birkaç cümle okumakla yetinirler. İran'da hamile kadının yakınları, erkek çocuk doğurması için dua etmeyi görev bilirler; bu vesile ile hacca çıkanlar da olur. Eğer doğan çocuk kız ise, umutlarının boşa çıkması nedeniyle herkese bir üzüntü çöker. Doğum sırasında hazır bulunanlar, eğer erkek çocuk doğmuş ise ana-babayı tebrik, kız çocuk doğmuş ise teselli ederler. Türkiye gibi din ve devlet işlerini birbirinden ayırma dönemi geçirmiş bir ülkede dahi "Doğu Anadolu" köylerinde kız çocuğun varlığı ile yokluğu bir sayılır; onlara, "Kaç çocuğun var? " diye sorulduğunda, vereceği cevap erkek çocuklarının sayısını belirtmekten ibarettir. Erkek çocuk doğurmayan kadının adı kötüye çıkar; kız çocuklar çoğu kez nüfusa bile kaydedilmez. Ailelerin tek tesellisi, ev islerine yardımcı olacak birinin gelmiş olmasıdır. Fakat her şeye rağmen, çok genç yaşta "eloğluna" varacakları ve evden ayrılacakları için kız çocuklar evde adeta birer misafir durumundadırlar. Bu itibarla onların bakımına dahi fazla önem verilmez. Bu yukarıdaki örnekleri tüm Müslüman ülkeler bakımından aynıyla çoğaltmak mümkündür. Fakat ne var ki bütün bu acı gerçeklere rağmen hala Şeriat dininin kız çocuğuna değer ve önem verdiği iddia edilir. Bu iddialara başvuranlar İslam öncesi dönem ile kıyaslama yolunu denerler. Arapların "Cahilliyye"de kız çocuğuna karşı düşmanlık beslediklerini, kız çocuğun doğumunu utanç verici bildiklerini ve bu nedenle kız çocukları diri diri gömdüklerini söylerler ve Kuran'dan örnek verirler. "Aralarından birine bir kızı olduğu müjdelendiği zaman içi gamla dolarak yüzü simsiyah kesilir, halktan gizlemeye çalışır, onu utana utana tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün..." (16 NahI 56-59) "Beyinsizlikleri yüzünden, körü körüne çocuklarını öldürenler..." (6 En'am 140). "Kız çocuğun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman..." (81 Tekvîr 140). gibi yukarıdaki hükümlere işaret ederler ve Muhammed'in bu kötü geleneği değiştirdiğini ve kız çocukları erkek çocuklar gibi ayni değerde kıldığını söylerler. Oysaki konu kulaktan dolma söylemler yerine bilgiye dayalı sağduyulu bir bakış açısıyla ele alındığında bu iddialar bir yanılgı, abartma ve doğruluğu olmayan şeylerdir. Çünkü; İslam öncesi dönemde Arapların kız çocuğuna karşı kötü değil, tersine iyi davrandıkları tarihî araştırmalarla sabittir. Kuran'da yer alan bu hükümler, kız çocuklarını öldürme geleneğini önlemek için değildir... Sadece çocuk olur korkusu ile evlenmekten vazgeçenleri faziletsiz göstermek amacıyla konmuştur. Şöyle ki: Cahilliyye'de Araplar, kız çocuğunu tıpkı erkek çocuk değerinde bilirlerdi. Her ne kadar bazı aşiretlerde (örneğin Kinde'de) kız çocukların, daha doğum sırasında toprağa gömüldüğü görülmekle beraber yaygın olmayan ve esasen Muhammed zamanında İslamiyet öncesi ortadan kalkmış bulunan bu gelenek kız çocuğunu hor görme duygusundan değil, ekonomik nedenlerden doğma idi. Yoksulluk yüzünden çocuk besleyemeyeceğini düşünen bazı aileler, çocuklarını Tanrı'ya adarlardı. Bu gelenek sadece kız çocukları bakımından değil, bazı kabilelerde oğlan çocuklar bakımından da uygulanırdı. Ve yine bu dönemde, oğlan çocuğunun "saçının altın değerinde" olduğu inancı mevcut olmakla beraber, bunun yanında dişilerin "kutsal niteliğe sahip oldukları" inancı da vardı. Daha başka bir ifadeyle dişiyi hor ve aşağı değil, fakat aksine kutsal değerde bilirlerdi. Bunun böyle olduğunu, diğer kaynaklar yanında, özellikle Ibnü-l-Kelbî'nin "Kitabu Tenk'su'l-Esnam" adli yapıtından öğrenmek kolaydır. Hem de öylesine kutsal bilirlerdi ki, İlahlarına (örneğin "Lât", "Uzza" ve "Menat" gibi) Tanrı'nın kızları olarak taparlardı. Bunun böyle olduğunu Kuran'dan öğrenmek mümkündür. Nitekim Nisâ Sûresinde: "Onlar (KureysIiler) Allah'ı bırakıp dişilere taparlar" (4 Nisa 117-119) diye sözü edilen "dişiler" yine Kuran'da Necm süresinde belirtilen "Lât,. Uzza ve Menat" adındaki ilahlardır (bk. 53 Necm 19-29). Öte yandan Tanrı'nın meleklerinin dahi dişilerden yaratıldığına inanırlardı. Kuran'da "Isrâ" ve "Saffat" sürelerinde eski Arapların, "Tanrı melekleri dişi yarattı, kızları tercih etti, kendisine dişilerden melekler edindi" seklinde konuştukları belirtilmiştir. (17 Isra 40; ve 37 Saffat 149). Bu böyle iken ve cahilliyye Araplarının "dişiye" ve "kız çocuğuna" karşı böylesine olumlu bir tutuma sahip bulundukları ortada iken, utanç yüzünden kız çocuğunu toprağa gömmek gibi bir geleneğe bağlanmayacakları bellidir. Yine ayni şekilde Kuran'daki, "Kız çocuğu hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğunda..." (81 Tekvîr 8, 9) seklindeki ayetleri Muhammed, kız çocuğunu öldürme geleneğini yok etmek için değil fakat çocuk olur korkusu ile evlenmekten kaçınanları tehdit ve Müslüman nüfusunu çoğaltmak amacıyla öngörmüştür. Bundan dolayıdır ki Muhammet Kuran'da, insan varlığının dünyaya gelişinin Allahın takdirine bağlı bulunduğunu ve Allahın'ın bilgisi olmadan hiç bir dişi'nin gebe kalamayacağını, doğuramayacağını ve bir canlının ömrünün kısaltılıp uzatılamayacağını (Fatir Süresi 11); Ve yine Allah'ın dilediğine kız çocuklar ve dilediğine erkek çocuklar bağışladığını ve dağıttığını ve bu itibarla fakirlik korkusu ile çocuk edinmekten kaçınmanın, ya da çocukları yok kılmanın caiz olmadığını (Isra 31) anlatmıştır. Her ne kadar bazı özel haller için "azil" yapmaya (yani meniyi rahim dışına akıtmaya) izin vermekle beraber genel olarak korunmayı yasaklamıştır. Bu doğrultuda olmak üzere hadisler de bırakmıştır. Söylendiğine göre kendisi de korunma yoluna gitmemiştir. İste bu verilere dayalı olaraktır ki din adamları İslam dininin çocuk düşürmeye (Kürtaj'a) cevaz vermediği görüsünü savunurlar. *** Bu yazıyı 'mimoza'nın son derece önemsiyerek yürekten katıldığım şu ifadesini alıntılayıp sonlamakta yarar var diye düşünüyorum. Çünkü inançlarımızı ve onun etken olduğu toplumsal yapının bir parçası olan Kadınlarımızın var olan sorunlarının irdelenmesi, anlaşılması ve çözümü kulaktan dolma bilgilerle değil, gözlem, araştırma ve belgelere dayalı bilgilerle bir çözüme ulaşabilir... Ve var olan bu sorunları ortadan kaldırarak çözüme ulaştırmak... Toplumsal yaşamın içinde yer alan herkesin... Kadın, Erkek, Müslüman yada değil en önemli ve birincil insani sorumluluğudur... *tna -
Bu başlığa kıyısından köşesinden kıssadan hisse bir şu deyişle katılmak istiyorum... "İNSANLARIN NE KONUSTUĞU DEGIL NE ANLADIGI ÖNEMLİDİR". Anlaşabilmenin, uzlaşmanın, ortak bir noktada buluşabilmenin sırrı... Bu deyişte anlatılmak isteneni çözümlemekte yatıyor... *** Ardından da ne dendiğinin daha iyi anlaşılabilmesi için kısa bir hikayecik... " Birkaç yüzyıl önce... Papa bütün Yahudilerin Roma’yı terk etmeleri gerektiğine karar verir. Doğal olarak Yahudi toplumundan büyük bir tepki gelir. Bunun üzerine, Papa ile Yahudi toplumundan önde gelen birisiyle karşılıklı dini bir müzakere yapmalarını önerir. Yahudiler kazanırsa kalacaklar, Papa kazanırsa gidecekler... Yahudiler çaresiz kabul eder ve temsilci olarak Moiz'i seçerler... Ancak Moiz'in Papa ile ayni dili konuşamaması nedeniyle... Müzakere de konuşmak yerine sadece işaret dilinin kullanılmasını teklif ederler. Papa kabul eder. Müzakere günü geldiğinde iki taraf karşılıklı yerlerini alırlar. Ve karşılıklı olarak bir sure bakıştıktan sonra Papa elini kaldırarak 3 parmağını gösterir. Buna karşılık Moiz tek parmağını kaldırır. Papa parmaklarını sallayarak başının etrafında çevirir. Moiz ise parmağıyla yeri işaret ederek oturduğu yeri gösterir. Papa yanındaki çantadan bir parça ekmek ve şarap çıkartınca Moiz'de bir elma çıkartır. Bunun üzerine Papa ayağa kalkarak öfkeyle 'Yahudiler kalabilirler' der... Müzakere sonrasında Papa’nın etrafına toplanan kardinaller Papa'ya ne olduğunu sorduklarında Papa; _"Ben önce 3 parmağımı gösterip Kutsal Üçlüyü işaret ettim. Buna karşılık o bana tek parmağını gösterip her iki dinin de tek tanrıyı tanıdığını söyledi. _Ben parmaklarımı sallayıp başımın etrafında çevirerek tanrının bizim etrafımızda olduğunu gösterdiğimde O da oturduğu yeri işaret ederek tanrının onların durduğu yerde de olduğunu işaret etti. _Ben kutsal ekmek ve şarap çıkartıp tanrının bizim günahlarımızı bağışladığını göstermek istediğimde O da bir elma çıkartıp bana ilk günahı hatırlattı..." "Adamın her şeye bir cevabi var. Ne yapabilirdim ki?' Aynı sırada Yahudi cemaati de Moiz'in etrafını sarmış ona nasıl başardığını soruyorlardı Moiz; "Önce bana 3 parmağını gösterip 3 gün içinde burayı terk etmemizi istedi. _Ben de ona bir tekimizin bile ayrılmayacağımızı söyledim. Sonra bütün şehrin Yahudilerden temizleneceğini söyledi. _Ben de, hiç bir yere gitmeyip olduğumuz yerde kalacağımızı söyledim" Sonra ne oldu?' diye kalabalık heyecanla sormuş. " Valla, sonrasını ben de pek anlamadım.... Adam biraz hiddetlendi ve öğle yemeğini çıkarttı. Bunun üzerine ben de benimkini çıkarttım." "Hepsi bu!" *** -İnsanların ne konuştuğu değil ne anladığı önemlidir.. Ya seni anlayan biri ile konuş yada anlaşılamıyorsan sus ki.. Birde kendini anlatmak zorunda kalmayasın!.. *tna
-
*** SORU: "Türkiye'de karşı devrim oluyor farkında mısınız?.." AYKIRI SORU: İyide bu nedenle “Erdoğan’a kızmaya ne hakkımız var?..” *** *Ezanın Arapça okunması yasağı 16 Haziran 1950'de kaldırıldı. O zaman iktidarda Menderes vardı, Tayyip Erdoğan'ın doğmasına ise 4 sene... *Aynı Menderes "İstanbul'u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii'ni de ikinci bir Kâbe yapacağız." dediğinde sene 1957'ydi.O zamana kadar ilk ve ortaokullara din dersi konmuş, Kuran kurslarının önü açılmış, köy enstitüleri kapatılmış, vekillere "Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz" denmişti. Tayyip Erdoğan o zaman daha 3 yaşındaydı. *Menderes liselere de seçmeli din dersini koyduğunda takvimler 1959'u gösteriyordu. İmam Hatip Okulları'nı bitirenlere ilkokul öğretmeni olma hakkı tanındığında sene 1965'ti. Tayyip Erdoğan o zaman sadece 11 yaşındaydı. *İmam Hatip Okulları'nı bitirenlere üniversitelere girme hakkı ondan iki yıl sonra tanındı. Yani Tayyip Erdoğan 13 yaşındayken... *Milli Selamet Partisi ile CHP koalisyon kurduğunda Tayyip Erdoğan 20 yaşındaydı. *23 yaşına gelinceye kadar Türkiye'de 100'ün üzerinde imam-hatip lisesi açıldı. O dönemlerde Başbakan Demirel’in derdi laiklik değil, Milliyetçi Cephe Hükümeti'ni yürütebilmekti. *Tayyip Erdoğan 25 yaşına geldiğinde Türkiye'de "Hafta tatili Cuma olsun, nikahları müftüler kıysın" önerisi seslendirildi.Başbakan Demirelin, iktidar ortakları Erbakan ve Türkeş'ti... Çok değil 2 yıl sonra, yani 1981'de askeri darbe lideri Kenan Evren Çanakkale'de "muhterem din adamlarının elini öpeceğini" söylüyordu. *Erdoğan 30'una gelmeden camii imamı olarak yetiştirilenlere öğretmen olma yolunun açıldığını gördü. *28 Aralık 1989'da üniversitelerde türban serbest bırakıldığında Özal'lı yılları yaşıyorduk. Tayyip Erdoğan o zaman 35 yaşındaydı... Demirel ise siyasetin dinin emrinde olduğundan söz ediyordu. Sonraki yıllarda en fazla imam-hatip lisesi açan lider olmakla övünen Demirel'i de gördük, tarikat liderlerinden destek almak için el öpen genel başkanları da... *** Ve… Sene 2008 oldu… "Türkiye'de karşı devrim oluyor farkında mısın?" diye sorulduğunda, “Aaa, Evet ” diyoruz… Ve..Türban meselesi de dahil ülkenin içine düşdüğü durumdan Başbakan Erdoğan'a herkes kızgın… Oysa..., *** Evet... Oysa; Menderes demokrasi kahramanı olarak anıt mezarında yatıyor, Hemen yakınındaki bir başka anıt mezarda Turgut Özal. Erbakan kayıp trilyon davasının sonuçlarıyla boğuşuyor, Demirel "bir bilen" olarak hala siyaset sahnesinde... *** Ve olan biteni bugüne kadar umarsız izlemekle yetinen bizler.. "Türkiye'de karşı devrim oluyor farkına yeni yeni varıyoruz"… Aslında "58 yıldır olandan farklı bir şey olmuyor" … *tna
-
LAİKLİK DÜŞMANLARININ YÜRÜTTÜĞÜ EN YIKICI PROPAGANDA:
GeceKuşu şunu cevapladı bir başlık içinde Güncel Konular
* * * * * * İlki Osmanlıcı rövanş gericiliğidir; Osmanlının son yüzyılından gelen batılılaşma ve ıslahatlar karşıtı İslamlaşma yanlılarının uzantılarıdır, meşrutiyet İslamcıları diyebileceğimiz bu cenah laik cumhuriyeti hazmedemeyen, hesaplaşmak isteyen; hilafet, saltanat ve şeriat yanlısı işi ecdatperestliğe vardırmış Osmanlıcı rövanş gericiliğidir. Bunlar; Osmanlı'da başlayan ıslahatlara batı taklitçiliği diyerek karşı çıkan, Osmanlının çöküşünü İslam'dan uzaklaşmak, İslami kaidelere riayetsizlik, her şeyin batı taklidi olması nedeniyle toplumun yaşadığı manevi çöküşe bağlayıp, çareyi aslına İslama dönmekte bulan ve de kurtuluş savaşının saltanat ve hilafeti, islamı kurtarmak için yapıldığını iddia eden, Cumhuriyetle hele hele laiklik ve devrim kanunlarıyla hayal kırıklığına uğramış bir kısmı istiklal mahkemelerinde yargılanmış, sonrasında takibatlara uğramış olanlar ve onların derin etkisinde kalan çocukları, öğrencileri, cemaatleridir... Bunlar; Atatürk ve cumhuriyeti de benzer gerekçelerle batıcılıkla, dinsizlikle, dine dindarlara yasaklar getirmek dini toplum hayatından dışlamakla itham etmişler, Cumhuriyet yönetiminin şanlı ecdadı, Osmanlıyı inkar edip, karaladığını, toplumu tepeden inmeci otoriter baskıcı yollarla zorla değiştirdiklerini; dinden ve ecdattan, geçmişle, inançlarıyla olan bağlarından kopardıklarını iddia etmişler, Atatürk ve laik cumhuriyete karşı hınçlanmışlar, kinlerini sonraki kuşaklara taşımışlar bir rövanş peşine düşmüşlerdir. Bu açıdan 2023 onlar için çok önemli bir hedef tarihtir... Tabi bunlara karşı söylenecek çok şey vardır... Bir kere Atatürk ve laik cumhuriyet, dine değil dinin suiistimaline [siyasete, ticarete, feodaliteye alet edilmesine], Osmanlıyı da geri bırakan her gelişmeye karşı çıkan bağnazlığa, yasakçı, günahçı taassuba, hurafelere, miskin kaba softalığa karşıydı... Bunlara karşı mücadele vermişti? Evet, laiklik dinsizlik değildir ama dinin suiistimali ve dine göre devleti düzenlemekte değildir. Kurtuluş savasının hilafet ve saltanatı kurtarmak için yapıldığı iddiasına gelince; Hilafet ve saltanat kurtuluş savaşına destekçi, yardımcı mı olmuşlar? Yoksa kurtuluş savaşı onlara rağmen mi kazanılmıştır? Kurtuluş savaşının ödülüne hangi hakla layık olabilirlerdi, hak eden milletti o hak millete verildi. Elbette cumhuriyet yönetimleri de samimi dindarlar da doğal olarak karşılıklı sıkıntılar yaşamışlardır. Ama bunları bölünmeye, kutuplaşmalara, çatışmalara ancak art niyetli devlet millet düşmanları, kişisel hırs ve emellerini her şeyin üstünde görenler malzeme yapmışlardır. İşte rövanş gericilerimiz sürekli olarak bu gaflet ve hıyanetin içinde olmuşlardır... Bunlar hırs ve hınçla Atatürk'ü İngiliz ajanı, mason, sabetayist vb. karalamalarla toplumun gözünden düşürmeye çalışmışlar ama gelgelim kendileri kapalı kapılar ardında ABD, İngiliz, İsrail elçileriyle, ajanlarıyla işbirliğine gitmişler, mason şeyhlerin ellerini öpmüş, sabetayist şeyhlere tabi olmuşlardır... * * * Bu bilgilendirmenin devamını aşağıdaki linkteki başlıktan okuyabilirsiniz... http://www.turkish-media.com/forum/index.p...howtopic=121437 *tna -
Siyaset hiçbir dönemde bu kadar kirlenmemiş, Türkiye hiçbir dönemde yolsuzluğu ve kanunsuzluğu kendisi için bir hak ve imtiyaz olarak gören böylesine lekeli bir iktidar tarafından yönetilmemiş ve diktatörlük hevesleri hiç bu kadar gemi azıya almamıştır. En son Almanya’da, uzantısı Türkiye’de bulunan bir yardımlaşma derneğiyle ilgili ortaya çıkan usulsüzlük iddialarının, yargıya intikali ve konunun Başbakan Erdoğan’a kadar uzanması vahim bir durumu daha ortaya çıkarmıştır. Bu iddiaların ciddiye alınması, sonu nereye kadar uzanırsa uzansın tetkik ve tahkik edilmesi elzem bir hale gelmiştir. Konunun Türkiye ayağıyla ilgili olarak Cumhuriyet savcıları acilen gereğini yapmalıdırlar. Ayrıca Devlet Denetleme Kurulu’nun görevlendirilerek, meselenin objektif esaslar içerisinde ele alınıp araştırılması mutlaka sağlanmalıdır. Başbakan Erdoğan’ın önünü alamadığı panik ve asabi tavrı, hırçın ve şantaja uzanan konuşmaları bir anlamda da suçluluk psikolojisinin tezahürleri olarak değerlendirilmelidir. Bütün kontrolünü kaybeden Başbakan, yolsuzluklara yataklık yapmakta ve çatırdayan hanedanlığını kurtarmak telaşıyla siyasi ve ahlaki ölçülere sığmayan yöntemlere sarılmayı beyhude bir kurtuluş yolu olarak görmektedir. Devlet kurumlarını var olan sorunların halli hususunda sevk ve idare etmesi gereken Sayın Başbakan, bunun yerine, bir suçüstü psikolojisi altında, telaş ve aceleyle bir medya grubuyla seviyesi düşük bir polemiğin içine girerek gerilimi yükseltmektedir. Diğer taraftan, bundan sonra hiçbir şeye göz yumulmayacağını dile getiren Başbakan Erdoğan; bu zamana kadar nelere göz yumduğunu, hangi çıkar ilişkilerinden beslendiğini kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde açıklamalıdır. Bilinmelidir ki, korku ve baskı yöntemleriyle basın ve haber alma özgürlüğünü kısıtlama girişimleri geçmişte hiçbir iktidara bir şey kazandırmamıştır. Buna yeltenenlerin akıbetleri ve bu yolla demokratik kültüre verdikleri zararın olumsuz bilânçosu hafızalardaki tazeliğini korumaktadır. AKP zihniyetinin sahip olmuş olduğu eksik ve mahsurlu demokrasi anlayışı sonucunda; artık hükümet olmak, milletimizin yüksek menfaatinin sağlanmasının aracı olarak değil, adeta yağmacılığın, zenginleşmenin vasıtası olarak görülür bir konuma gelmiştir. Devamı: MHP LideriBahçeli'den çok sert açıklama
-
İSLAM'DA KADIN!
GeceKuşu şurada cevap verdi: mavi olmayan gökyüzü başlık Dini Konular - Din - Dinler
Her ne kadar İslam’ın KADIN’a hak ve özgürlük tanır görünen bazı hükümleri var ise de, Ortadoğu kültürü, örf ve adetlerinin üzerine bina edilmiş bu hükümlerin aldatıcı... Ve hatta kadını daha da acınacak durumlara soktuğunu gerçek yaşamın içinden gözlemleyip değerlendirildiğimizde… Yine de Onun “KADIN" lara gerçek anlamda değer veren” bir din olduğunu öne sürebilir miyiz? *** Her ne kadar İslam’ın KADIN’ı yücelttiği ve kadın haklarını "ulaşılmaz" noktalara eriştirdiği…Ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda eşitlik getirdiği iddia edilirse de ne yazık ki bu iddialar gerçeği yansıtmaktan çok uzaktır. Diğer semavî dinlerde de KADIN'ın zavallı durumlara indirildiği, hak ve özgürlükten yoksun edildiği görülmekle beraber…İslam dininin bu konularda getirdiği aşırılıklara başka hiçbir sistemde rastlanmaz. Hiçbir toplumda kadın, İslam’ın Şeriat dünyasında olduğu ölçüde erkeğin hizmetine ve sömürüsüne terk edilmemiş…"kötülük ve uğursuzluk" kıstası yapılmamış, "kara köpek, eşek. domuz, at vs." gibi yaratıklarla kıyaslanmamıştır. Bu İnanç kültürünün hakim olduğu "Toplum ve Aile" de yaşam mücadelesi veren KADIN’ın bu içler acısı kaderi... Daha dünyaya gözlerini açtığı andan ölüm döşeğinde kapayacağı ana kadar sürüp gidecek şekilde ayarlanmıştır... Çünkü o, kız çocuğu olarak doğduğu an “karamsarlık ve üzüntü” ile karşılanan, Çocuk yaslarda eve kapatılan ve sonra bilmediği ve muhtemelen istemediği bir kocaya aktarılan, Kocasının hizmetlerini ve şehvetini karşılamaktan ileri bir değere layık kılınmayan, Ana olarak (gerçek anlamda) saygıya muhatap tutulmayan, Ömrü boyunca ya kocasının, ya babasının ya erkek kardeşinin ya da velisinin iradesine bağlı olarak yasayan Ve yaşantılarıyla ilgili her şeyi onlardan birinin aracılığıyla yapmaya mahkum olan, Yaşlandığında arzu duyulmayan... Ve nihayet bu çileli ve (çoğu zaman) mutsuz yaşamı sona erdikte üç günden fazla yas tutulmaya layık kılınmayan Ve bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de Cehennemdekilerin çoğunluğunu oluşturan, Ya da kocasının izni ile Cennetlere girse bile, orada kocasını Cennet hürleri ile sarmaş dolaş bulan Ve üstelik Kuran’ın tarifine göre bu "ceylan gözlü" dilberlerle rekabet edecek olanaktan yoksun bırakılan bir yaratıktır. *** Gerçekten de Müslüman ülkelerde ve ülkemizde İslam’ın bu bakış açısının baskın olduğu ailelerde… Kız çocuk, dünyaya gelmesi istenmeyen, geldiğinde de "evlat" gözü ile görülmeyen bir biçaredir. "Evlad" sözcüğünü biz, her ne kadar günlük konuşmalarımızda, Kız ve erkek çocuklar karşılığı olarak kullanmakta isek de... Bu sözcük Arap dilinde özü itibariyle kız çocukları kapsamaz, sadece "erkek çocuklar" anlamındadır. Zira evlat sözcüğü aslında "Veled" sözcüğünün çoğuludur. "Veled" ise "erkek çocuk" demektir; Bu itibarla "evladımız" ya da "evlatlarımız" dediğimiz zaman "erkek çocuklarımız" demiş oluruz. Ancak İslam’a rağmen toplum bilinci zamanla bu sözcüğü, kız ve erkek çocuklar karşılığı olarak benimsemiştir, Aslında İslam anlayışında “Evlad “ tan sayılmayan kız çocuk, Daha küçücük yaslardan itibaren ailenin "itaatli", "terbiyeli", "iffetli" kızı olarak görünmek, Evlenme çağına geldiğinde, kime verilirse ona gitmek çaresizliğindedir. Kocasını kendi seçmediği gibi, evlilik sözleşmesini de kendi yapamaz; Bunu onun adına velisi kim ise o yapar ki genellikle baba, ya da erkek kardeşlerdir. Evlenme sözleşmesi, onun bakımından, kocasının hizmetlerini görmek, Şehvetini gidermek, çocuk doğurup yetiştirmek demektir. Çocuklar hukuken ona değil kocasına ait olup, boşanma halinde kendisine değil, Kocaya, ya da kocanın yakınlarına verilir. Evlilik boyunca kaderi, kocasının iki dudağı arasından çıkacak bir kaç söze bağlıdır; Zira boşama hakkı ona tanınmamıştır, kocaya tanınmıştır. Ve koca bu hakkı, hiçbir şart ve kayıtla bağlı olmaksızın, dilediği gibi kullanmakta serbesttir. *** Bütün bunlar bir yana “KADIN” İslam’a göre; Aklen ve Dinen “Kadit” ve “Dûn” ( “Çok zayıf” ve “eksik” ) yaratık olarak damgalanmış; Mirasta erkeğin payının yarısına ve tanıklığı erkeğin tanıklığının yarı değerine layık sayılmıştır. Her ne kadar kadına hak ve özgürlük tanır görünen bazı hükümler var ise de... Bu hükümlerin aldatıcı ve hatta kadını daha da acınacak durumlara sokucu olmaktan ileri bir değeri bulunmamaktadır… *** Aslında Ortadoğu örf ve kültürü üzerine inşa edilerek gelişimini tamamlayan İslam anlayışı, Daha sonra içine girdiği toplumların örf ve adetlerini etkileyerek değişime uğratmıştır... İslam öncesi "Türk" toplumunun kadına bakış açısını incelediğimizde, olumsuz etkilerini görürüz... Cumhuriyet sonrası "Türkiye"sinde toplumsal varlık olarak kadının bu hakları ona geri verilmiştir... Ancak ne yazık ki; Günümüzde KADIN'ın bu evrensel haklarından geri dönüş için hiçte azımsanmıyacak ölçüde baskı ve çabaların olduğunu gözlemlemekteyiz... *tna -
İlgili Üyenin İlgili Yazısını "Üstü kapalı ve kişileri hedef almadan" yazıldığını düşünerek bir kez daha okunduğunda, görüş ve düşüncelerin "bana göre" denilerek ifade edildiğini...Kişilerin bakış açılarının bize göre farklı olmasının "sert yazılar" yazmayı gerektirmediğini... İçeriğin "hiştler ve heyler" üreterek değil sami ve içten bir yaklaşımla yazılmış olduğunun anlaşılacağını umuyorum... Sizi tanıdığım kadarıyla özürünüz de samimi olduğunuza da inanıyorum... O nedenle sizde samimiyetime inanarak, farklı bakış açılarımız olsa da tartışmalarımızın düşünce bazında olduğunu, kişisel bir tavrım olmadını kabul edin lütfen... *tna
-
İşin, dini ve siyasi yönden arka tarafı ve daha önceleri açılmış olan soruşturma davalarıyla ilgisi Siyasi yönü: Soruşturma davası süresince, soruşturmalara defalarca siyasi etki yapılmaya, bilhassa Türk Hükümeti tarafından devam etmekte olan tutukluluğa mani olunmaya çalışılmıştır. (Dosyanın 1432, 1723,2034. sayfaları) : EURO 7 nin kuruluşunun nedeni, sanık Ermiş’ in görüşüne göre, Almanya’da yaşayan Türklere Milli Görüş’ ün ve daha sonraları AKP nin siyasetini aşılamakmış. Şirketler de, para kazanmak için kurulmuşlar. Frankfurt am Main’da kurulan şirketlerin amacı, elde edilen paraları yıkamaya ve daha sonraları da islamın yaygınlaştırılmasına yönelikmiş. Bundan herhangi birisinin kendine maddi avantaj sağlayıp sağlamadığını bilmiyormuş, ancak tahmin ediyormuş. Şirket sahipleri, Türkiye’deki iktidarla içiçeymişler, Milli Görüş ve AKP’ nin siyasetine sıkı sıkıya bağlıymışlar. Soruşturma davası süresince, soruşturmalara defalarca siyasi etki yapılmaya, bilhassa Türk Hükümeti tarafından devam etmekte olan tutukluluğa mani olunmaya çalışılmıştır. Daha önceleri açılan soruşturma davalarıyla ilgi (YIMPAŞ, Islam Holding). (dosyanın 291 v.d., 584 v.d. sayfaları): Soruşturmaların başında da tesbit edilebildiği üzere sanık Mehmet Gürhan, geçmişte, Media 7 Fernseh GmbH (Euro 7 Fernseh- und Marketing GmbH’ nın nin selefi) nın ve YİMPAŞ Tel-International Telecommunication GmbH’ nın, ki herikise de YİMPAŞ gurubunun idi, genel müdürlüğünü yapmıştı. İşbu iddianamenin soruşturmaları sürerken, 2004 yılında Mannheim Savcılığı tarafından ‘’YİMPAŞ’’ ın sorumlularına karşı yürütülen, 611 Js 14110/04 hazırlık işlem numaralı soruşturma davasıyla bir ilginin olduğu görülmüştür. Zikredilen bu soruşturma davası da, dolandırıcılık ve emniyeti kötüye kullanma (Untreue) suçları zannından dolayı açılmıştı. 1982 yılında Türkiye’de kurulan YİMPAŞ Holding A.Ş., dünyanın her tarafında şube şirketler kurmuş ve binlerce yatırımcıdan paralar toplayarak, zimmetine geçirmiş, Türkiye’de AKP gibi parti ve islami örgütlerin finansmanında kullanmıştı. Yatırım paraları, Almanya’da, burada yaşayan Türklerden toplanmıştı. Tanık VURAL 08.01.2006 tarihli şikayet yazısında, ‘‘... bazı örgüt ve partilerin, örneğin YİMPAŞ gibi, bu paraları suistimal ettikleri.... Kanal 7 nin ve Türkiye’deki YİMPAŞ’ ın bağış paralarıyla finanse edildiklerini...’’ bildiriyordu. 17.12.2006 tarihli, Frankfurt am Main Maliye dairesine anonim gelen şikayet yazısında da, defalarca Deniz Feneri e.V.’ a dikkat çekilerek, yöneticileriyle YİMPAŞ arasındaki bağlara değinilmiştir. Örneğin aynı yazıda, ‘’Denetim Kurulu üyesi Şükrü KURUM, Mehmet Gürhan’ nın kayınbabası. Şükrü KURUM, YİMPAŞ’ta müdürdü ve Mannheim savcılığındaki Yimpaş dosyasında (1347 – 1358 sayfaları) suçlu idi. Adı geçen ve o zamanlar göndericisi henüz belli olmayan şikayet yazısında ayrıca, ‘’Deniz Feneri, islami şirket olan Yimapaş Holding ve Kombassan gibi şirketlerin, daha modern dolandıcılık yapan şeklidir, çünkü praları bunlar da geri vermiyorlar’’ denilmekte. 60388 Frankfurt am Main’daki Flinschstrasse 45 adresindeki Media 7 Fernseh GmbH şirketi, Yimpaş Holding’ in idi (% 99 hisseyle, geri kalan hisse ise Karahan/Gürhan) ve hakkında ayrıca soruşturma yapılan İsmail Karahan, daha sonraları da Mehmet Gürhan tarafından Genel müdürü olarak yönetiliyordu. Hakında ayrıca soruşturma yapılan İsmail Karahan, iflas eden Media 7 Fernseh GmbH’ nın varlığını da almış olan halefi Euro7 Fern-seh- & Marketing GmbH şirketinin ortağı idi. Şu anda Adam Opel_Strasse 5 adresinde merkezi bulunan bu yeni şirketin genel müdürlüğünü, sanık Mehmet Gürhan yapmakta. Media 7 Fernseh GmbH şirketinin iflas davasında, kıymeti üzerine pek te durulmamış olan 10 Milyon DM’ lık bir sermaye dikkati çekmekte. YİMPAŞ TEL-International Telecommunication GmbH, 25 bin Euro ana sermaye ile kurulmuştu. Mehmet Gürhan ilk sorumlu genel müdürü idi. YİMPAŞ davasından sorumlu ve suçlu olarak görü-nen Faik GÜRLER, 2001 yılında onun yerini almış ve aynı zamanda YİMPAŞ’ ın sermayesi 500.000,00 €’ya arttırılmıştı. Bu sermaye değerinin mevcudiyetinden şüphe edliyordu. 1999 yılında kurulan, sorumlu genel müdürlüğünü sanık Mehmet Gürhan’ ın yaptığı, merkezi 60388 Frankfurt am Main, Flinsch-strasse 45 adresinde olan Atlas Media Vermarktungsgesellschaft mbH şirketi, YİMPAŞ Holding gurubunun bir payı olan Yimpaş TEL İnternational Telecommunacation GmbH’ ya ortak olmuştu. Atlas Media Vermarktungsgesellschaft mbH şirketi 2003 yılında resmi makamlarca re’sen kapatılmıştı. Ancak 2003 yılında kurulmuş olan, bu davada ismi geçen ve sorumlu genel Müdürlüğünü gene sanık Mehmet Gürhan’ ın yapmış olduğu Atlas Media Marketing GmbH şirketiyle olan isim benzerliği, dikkate şayandır. YİMPAŞ Verwaltungs GmbH’ nın merkezi, tevkif müzekkeresiyle aranmakta olan Faik GÜRLER’ in yazıhanesi, Deniz Feneri e.V. ve Kanal 7 Int. gibi televizyon’ un yeri de, aynı binada, 60388 Frank-furt am Main, Flinschstrasse 45 adresinde idi. YİMPAŞ davasında, merkezi kısmen Türkiye’ de kısmen Offen-bach am Main kentinde olan, gıda maddeleriyle ticaret yapan çe-şitli AYTAÇ şirketleri ortaya çıkmıştı. Türkiye’deki Aytaş Dış. Tic. Yat. San. A.Ş.’ ne, Deniz Feneri e.V. tarafından, satın alınmış olan gıda maddeleri için para ödemelerinde bulunulmuş ve bunlar yardıma muhtaç kişilere eşya ve yiyecek yardımı olarak verilmiştir diye hesaplara geçirilmiştir 63063 Offenbach, Waldstrasse 44-46 adresinde bulunan AYTAÇ Handels GmbH şirketinin sorumlu genel müdürleri, YİMPAŞ davasının suçlusu Faik GÜRLER, kardeşi Hüseyin GÜRLER ve A. Çiğdem’ di. Bu şirketin de ana sermayesi son olarak dikkate şayan olan 15 Milyon DM idi ve YİMPAŞ-Holding’ in iki şirketi tarafından ayakta tutuluyordu.
-
C.) Daha başka soruşturmalar: Adam-Opel-Strasse 5, 60386 Frankfurt am Main’ adresindeki dernek merkezinin yanında, soruşturmaların yoğunlaştırılması neticesinde ve Ticaret sicilinden alınan bilgilere ve obje sahipleri tesbiti önlem işleri sonunda, daha evvel Derneğin başkanlığını yapmış mehmet GÜRHAN’a, derneğin muhasebecisi olan Firdevsi ERMİŞ’e ve Aralık 2006 tarihinden itibaren de derneğin yeni baş-kanı olan Mehmet TAŞKAN’a ve diğerlerine ait olan daha başka şirketlerin olduğu tesbit edilebildi. Ticaret sicili vergi dosyalarının incelenmesinde (Handelsregister-auskunft und Objektaufklärungsmaßnahmen), şirketlerin sermayelerinin gösterilmiş olmasının yanında, şirketlerin ticaret yapmış ve kâr sağlamış oldukları söylenemez. Şirketlerin müdürlerinin ve dernek yöneticilerinin devamlı değiştikleri dikkati çekmiştir. Ayrıca ortaklık hisselerinin de birinden diğerine aktarıldığı ve bunların ge-nelde ödeme belgelerinin bulunmadığı, sermaye artırımının yapılmış olduğu tesbit edilebilmiştir. Derneğin merkezinin bulunduğu binanın mülkiyeti, sanık Mehmet Gürhan’ ın genel Müdürlüğünü yaptığı Weiss Handel- und Invest-ment GmbH şirketinindi. Sağlam bir güvenlik altına alınan binada yabancı, ya da sanıkların tanıdıklarından olmayan herhangi bir şirket yoktu. D) Maliyeye yapılan açıklamalar : Frankfurt am Main Maliye Dairelerinden 25.09.2006 alınan bilgiye göre,derneğin mali işleri için Frankfurt/Main II numaralı maliye dairesi yetkili olup, derneğin maliye işleri 61381 Friedrichsdorf’ taki Schnetgöke mali müşavirlik bürosu tarafından yapılıyordu. ‘’ 2001 – 2003 yılları için vergi denkleştirme evrakları, defalarca hatırlatılmasına rağmen, ancak maliye tarafından cebri tahsilatın yapılacağı tehdidinden sonra evraklar iletilmiştir’’. Maliye Dairesi vergi takibat bürosundan bay Kauck’ ın ifadelerine göre, o zamanlar derneğin ısrarı üzerine, 35 klasörden oluşan 2003 yılının yarısı için olan ve derneğin paralarının kullanımını belgeleyen evrakların sunulması hususunda anlaşmaya varılmıştı. Maliyede 27.09.2006 tarihinde evrakların ilk incelenmesinde, Türkiye’ de ve Bulgaristan’ da yardıma muhtaç kişilere elden, keş verilmiş birsürü para makbuzları görülmüştü. Bu makbuzlara, tarihi olmayan, Deniz Feneri e.V. ın ‘’Alındı’’ belgeleri iliştirilmişti. Bunlarda kısmen meblağlar 1000,-- € ya kadar varıyordu ki, bu meblağlar hem Türkiye ve hem de Bulgaristan için bayağı yüksek görünüyordu. Bu belgelerin aynı şahıs tarafından el yazısı ile dolduruldukları (meblağ) bayağı belliydi. Belgelerin kullanılmamış olduğu açıktı. İlk defa 27.09.2006 tarihinde görülmüşlerdi. Üzerinde ‘Kastamonu 011.05.-31.05.2003, Aytaç’’ yazılı bir klasör dikkati çekmişti. Bu klasörde, ön tarafta iliştirilmiş yekün meblağlar tablosunda elle yazılmış muhasebe kayıtları ‘’2003/05’’ için olmasına rağmen, belgelerin tümü 2004 yılına aitti. Gerçi yukarıda da belirtildiği gibi, yardım paralarının alındığına dair belgelerin hepsi tarihsizdir, ancak arkadaki Türk makamlarının resmi belgelerinin yekünü 2004 yılındandır. Hessen Eyaleti Emniyet Genel Müdürlü-ğünden bayan Dr. Nilke, 18.10.2006 tarihinde belgeleri incelediğinde, yardım paralarını alan kişilerin, arkadaki türk makamlarının resmi ‘’Alındı’’ belgeleri üzerindeki imzalarından, tarih atılmamış yardım parası alındığını kanıtlayan belgelerin 2004 yılına ait olduk-larını tesbit etmiştir. 05.10.2006 tarihinde çeşitli klasörlerden dört adet Yardım Belgesine, kriminal teknik laboratuvarında eski/yeni tesbiti için incelenmeleri üzere, el konulmuştu. Bayan Dr. Nölke bunları, inceletmek üzere Bavyera Eyaleti Emniyet genel Müdürlüğüne yollamıştı. Bavyera Emniet Genel Müdürlüğü Kriminal Teknik Dairesi laboratuvardında incelenen, Deniz Feneri e.V. ın Frankfurt am Main Maliye Dairesine ibraz etmiş olduğu Yardım parası keş ‘‘Alındı’ belgesinden birinin, Haziran 2006 dan daha önce düzenlenmemiş olduğu tesbit edilmiştir. Bu belge, ‘’Kastamonu 01.05.-31.05.2003 Aytaç’’ klasöründe idi ve Dernek bunu, maliyeye, derneğin 2003 yılı giderleri için bir delil olarak ibraz etmişti. 18.10.2006 tarihinde bilirkişi bayan Dr. Nölke, Frankfurt am Main Maliye Dairesi III’ ün bürosunda, bu klasörün bütün ‘’yardım parası alındı’’ belgelerini inceleyip eski/yeni tesbit izleri Durchdruckspuren) bulmuş ve bunlara istinaden bu evrakların 2004 yılından evvel düzenlenmemiş olduklarına kanaat getirmiştir. Daha sonraları bayan Dr. Nölke tarafından, düzenlendikleri tarihi tesbit edebilmek için eski/yeni tesbiti işlemleri kriminal teknik laboratuvarında yapılan 32 adet belgenin, düzenlendikleri tarih tes-biti, zamanın geçmesi yüzünden, başarılı olamamıştır. Maliye Dairesi 23.11.2006 tarihinde yazılı olarak, bu ‘’yardım parası alındı’’ belgelerinin üzerlerinde neden tarih atılmamış olmasını sormuştu. Cevaben Derneğin mali müşaviri bayan Mine Schnet-göke uzunca bir yazı göndermiş ve bu yazısında, Derneğin oluşmasını, Türkiye’deki Deniz Feneri ile işbirliğini ve gelen yardım paralarının Türkiye’ de nasıl ve hangi şartlar altında, para veya eşya yardımı olarak, dağıtıldığını anlatmıştı. İşin ilginç tarafı da şu ki, Bayan Mine Schnetgöke kendiliğinden, kendisine sorulmadan, açılmış olan soruşturma davasından haberi olmadan, Maliye’nin kendisine bu hususta somut olarak hiç bir soru sormamasına rağmen, Deniz Feneri e.V.’nın hesaplarından paraların Türkiye’ ye transfer edildiğini anlatmıştır. Yazısında, Deniz Feneri’nin paraları ‘’Türk Deniz Feneri’nin hesabına havale edemediğini’’ ve paranın ‘Türk Deniz Fener’ inin hesabına geçirilemediğinden” ve sonraları da ‘’iptal’’ edildiğinden de bahsetmiştir. Delil olarak da yazısına, Postbank’ a 18.09.2001 tarihinde verilen 100.000,00 €’ luk havale talimatı ve banka dekontları eklemişti. Onun için daha sonraları paralar, Mehmet Gürhan, Firdevsi Ermiş ve daha çok Hakkı Sadal (Gürhan’ ın amcası/dayısı= Onkel) tarafından Türkiye’ye götürülüyor ve orada geçerli günlük kur üzerinden bozduruluyormuş. Ancak Türkiye’ye keş olarak götürülen paraların miktarı ile ilgili Bayan Schnetgöke, herhangi bir veride bulunmamıştı. Yardım paraları, ‘’Türkiye’de banka şubelerinin bulunmadığı küçük köylerde, insanlara dağıtılmakta, onlardan yardım parasını aldıklarına dair imza alınmakta, bölgelere göre dosyalar hazırlanmakta olduğundan, dosyalar İstanbul’da toplanmakta, ve toplu olarak Almanya’ya gönderilmekteymiş.’’
-
II. Esasla (Dava) ile ilgili 1. Soruşturma davasının gelişmesi a-) Kara Para Aklama: Soruşturma davasının başlatılmasına, çeşitli bankaların bu bağlamda yapmış oldukları bildirimleri neden olmuştu. Frankfurt am Main Commerzbank AG, 05.01.2006 tarihinde, bankanın Kaiserstr. 30, 60311 Frankfurt am Main şubesinde açılmış olan ve Adam Opel Strasse 5, 60386 Frankfurt am Main adresindeki Deniz Feneri e.V. ye ait 400 5854666, BLZ 500 400 00 bağış hesap numarasından, 10.10.2005 tarihi ile 05.01.2006 tarihleri arasında (bildirimin yapıldığı tarih) büyük miktarda keş paranın çekildiğini Hessen Eyaleti Emniyet Genel Müdürlüğüne (HLKA-SG 413) bildirmişti. Hesap numarası açıldığında, 16/17.12.2004 tarihinde hesap numarasının açılması için başvuru formülerini Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Gürhan’ın imzaladığı, hesaptan para çekme (tek başına) yetkisinin olduğu ve 03.01.2005 tarihinden itibaren de (yalnız) Gürhan’ la birlikte Firdevsi ERMİŞ’ in de imzalama ve çekme yetkisi vardı. 1,35 Milyon Euro’ nun keş çekildiği, Commerzbank’ ın ilettiği hesap numarası dekontlarında dikkati çekiyordu, daha sonra yekün meblağın 3.353.000,00 € olduğu tesbit edilerek, banka tarafından bildirilmişti. 2005 yılında çekilen büyük bir meblağ paranın çekiliş nedeninin Commerzbank tarafından bilinmek istemesi üzerine, konu hakkında yöneltilen soruya Dernek cevap vermediğinden, hesap numarası banka tarafından, yapılan kara para yıkama zannı bildiriminden sonra, kapatılmıştır. Bu kara para yıkama zannı bildiriminden sonra, soruşturma davası başlatılmıştı. Commerzbank tarafından ek olarak ibraz edilen belgelerden, keş çekilen paraların, hesap numarasından para çekme yetkisine sahip sanık GÜRHAN, ERMİŞ ve TAŞKAN tarafından çekildiği ortaya çıkmıştır. Bu kara para aklama zannı bildirimine istinaden soruşturma davasının başlatılmasından sonra, Deniz Feneri e.V. derneğine karşı daha önceleri, Gross-Gerau Volksbank tarafından 07.02. 2000 tarihinde, 6 kez keş çekilen paranın 2,1 Milyon Euro ettiği ve bunun dikkati çektiği ve aynı zamanda 26.08.2004 tarihinde de Frankfurt Postbank tarafından da 12 kez keş olarak takriben 2 Milyon Euro’nun çekilmiş olduğu ve bankaların bunun da bildiriminde bulundukları anlaşılmıştır. b-) (Anonim) Şikâyetler 08.01.2006 tarihinde neredeyse eşzamanlı ve Berlin İslam Cemaatı başkanı ve IGMG (Milli Görüş İslam Toplumu e.V.) eski hukuk danışmanı Abdurrahim VURAL’ ın, Almanya’nın çeşitli Maliye dairelerine Deniz Feneri e.V. ile IHH e.V. ( İnternationale Humanitäre Hilforganisation e.V.) ve IGMG e.V. yetkililerine karşı, yardım paralarını suistimal edip kötüye kullanmak ve vergi kaçakçılığı yapmakla suçladığı, şikayet yazısı gelmişti. Gelen şikayet yazısında aynen ‘’... aslında toplanan bu yardım paraları gerektiği yere gitmemekte, aksine işin arkasında bu paraları suistimal edip kullanan çeşitli örgüt ve partiler var, örneğin TİMPAŞ Holding, Kanal7 (Deniz Fe-neri), yasaklı Refah partisi-Erbakan vs. Kanal 7 (Almanya’da da yayın yapmakta) Deniz Feneri tarafından finanse edilmektedir’’ 11.04.2006 tarihinde, Sema Tokgöz adında bir kadın Berlin’den Frankfurt am Main Maliye Dairesine gönderdiği bir faxla, Deniz Feneri e.V. yetkililerine karşı takriben aynı suçlamaları yapıp şikayette bulunduğunu bildirmişti. Daha sonra yapılan soruşturmalar neticesinde, bu faxın da tanık VURAL tarafından gönderildiği tesbit edilebildi. 20.02.2007 tarihinde Frankfurt am Main Savcılığına, kimin gönderdiği yazılı olmayan bir şikayet dilekçesi gönderilmişti. Dilekçeyi yazanın, sanıkları ve çevresini ve Firmaları çok iyi tanıdığı ve iç işlerini gayet iyi bilen birisi olduğu dikkati çekmişti. Suçlamaları inandırıcı bir şekilde tekrarlayarak sanık Mehmet GÜRHAN’ ın bütün bu işlerin Rejisörlüğünü yaptığını bildirmişti. Yeni ve ceza yasasınca suç teşkil eden fiillerin yanında, somut bildiriler de (kaçak adam çalıştırma, vergi kaçakçılığı, dolandırıcılık, zilyete geçirme, Muhasebenin manipule edildiği, gibi) yapılmış ve Türk siyasi hayatından bazı hükümet Yetkilileriyle işbirliği yapıldığı anlatılmıştı. Yazıda, ‘’ ....Derneğin her yıl elde ettiği 10 – 15 Milyon € yardım paralarından gerçekten de yardım ediliyor. Ancak paranın büyük kısmı Mehmet Gürhan ve adamları tarafından nakid çekilerek Türkiye’ye götürülmekte ve kendilerine mal edilmektedir. Bazen Zekeriya Karaman, Mustafa Çelik ve İsmail Karahan da para götürüyorlar... ‘’ Yazıyı gönderenin hukuk bilgisi olsa gerek, zira yazısında hukuki terimler kullanmıştır. ‘’ resmi yardım, muhakeme etmek....maksada ulaşamamak. AKP nin hükümette olmasından bunların hükümete ve polis teşkilatına yakınlıkları vardır’’. Daha sonraki soruşturmalardan, bu şikayetin de tanık VURAL’dan geldiği ve kendisinin daha önceleri IGMG e.V. de hukuk danışmanı olarak görev yapmış olduğu anlaşılmıştı. 15.03.2007 tarihinde Frankfurt am Main Emniyet Müdürlüğüne, Internet yoluyla ve göndericisi beli olmayan bir şikayet yapılmış ve 1978 doğumlu Elitok ÖZGÜR adındaki bir şahsın, Adam-Opel-Str. 5 adresindeki Euro7 GmbH Firmasında kaçak olarak çalıştığı bildirilmişti. Bu isimle birisinin kaçak olarak çalıştırıldığı, 20.02.2007 tarihinde yapılan ve gene göndericisi belli olmayan (anonim) şikayette de bildirilmişti. Yapılan Interpol araştırmaları neticesinde anonim şikayetleri yapanın kimliği ve Özgür adındaki şahsın kim olduğu belirlenemedi. Sanık GÜRHAN’ ın Alman vatandaşlığına girmek için yapmış olduğu başvurusu dolayısıyla, konu ile ilgili açılan dosyanın incelenmesinde, o zamanlar Gürhan’ ın kız arkadaşı olarak kendini tanıtan bir kadının, Hükümet Temsilciliğine(Regierungspräsidium) göndermiş olduğu bir yazıda, Gürhan’ ın evli olmasına rağmen kendisiyle ilişkisinin olduğunu belirterek, onun (Gürhan’ ın) hakkında suç teşkil eden suçlamalarda bulunmuştu: ° Türk vatandaşlığından çıkıp Alman vatandaşı olduktan sonra, tekrar Türk vatandaşlığına girmiş, bunu baştan böyle planlamış. ° Nisan 2002 yılında kendi isteyi ile Türkiye’ de (Burdur’da) bir aylık askerlik yapmış. ° Bu zaman zarfında Türk Milli İstihbarat teşkilatı için çalışacağını kabul etmiş ° Kendi işleri için, ‘’ajanlığını suistimal ederek, çevresinden olan tanıdıklarını ve iş arkadaşlarını Türk polisine ve İnterpole şikayet ederek suçlamış ve ele vermiş’’ ° Alman polisi onun (Gürhan’ın) ‘’işine yarayan, icracısı olan akılsızlarmış’’. ° Kendisi de karısı gibi ‘’fanatik bir islamcı olup, Alman ve Hıristiyan olan herşeyin düşmanıymış, bunu da alenen savunuyormuş’’. ° Milli Görüş’ ün üyesiymiş. ° Euro 7 GmbH’ nın (daha önceleri Kanal 7 Int.) genel müdürü imiş ve maliyeye vergisini vermeden illegal işler çeviriyormuş, Deniz Feneri e.V. nin de başkanı olarak ‘’Türkiye’ye para aktarıyor’’ ve ‘’cebine indiriyor’’ muş. Daktilo ile yazılmış olan, tarihi konmamış, ancak 08.10.2002 tarihinde ulaşan mektup, şöyle bitiriliyor : ‘’ .... sizden ricam, bu kriminel adama karşı bir şey yapınız....’’
-
İ D D İ A N A M E : I. Mehmet GÜRHAN, 01.01.1963 Sungurlu/Türkiye doğumlu, Hanauer Landstrasse 513, 60386 Frankfurt am Main adresinde mukim, Türk ve Alman vatandaşı, evli, II. Muhasebeci Firdevsi ERMİŞ, 02.03.1964 Kavak/Türkiye doğumlu, Taunus Strasse 65, 63067 Offenbach am Main adresinde mukim, Alman vatandaşı ve evli, III. Mehmet TAŞKAN, 01.01.1968 Bafra/Türkiye doğumlu, Lachwiesen 43, 63075 Offenbach adresinde mukim, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve evli, [ 25.04.2007 tarihinde ve geçici olarak yakalanmışlar, Frankfurtam Main Yerel Mahkemesinin 23.04.2007 tarihli tevkif müzekkeresine istinaden de, 26.04.2007 tarihinden bu yana tutuklu olarak, Frankfurt am Main- Höchst cezaevinde bulunmaktadırlar: Ceza Muhakemeleri Usül kanununa göre, makamlarca re’sen yapılacak müteakip mevkufiyet tetkiki tarihi : 17.03.2008 dir. ] Haklarında yapılan suç isnadı (suçlama): 01.01.2002 ila 30.04.2007 tarihleri arasında kalan zaman diliminde, Frankfurt am Main ve diğer kentlerde, beraberce hareketle, I. kendilerine maddi avantaj sağlamak amacıyla, gerçek olmayan meslek edinircesine ticari olarak yaparak büyük miktarda malmülk kaybının müsebbibi olmuş olmakla, yapılan dolandırıcılığın idamesi ile de, birçok insanı malmülk kaybına uğratacak tehlikeyle karşı karşıya nesneleri gerçekmiş gibi gösterip bir yanılgının oluşmasına, bunu getirmiş olmakla, 2- Sanık GÜRHAN ve TAŞKAN ayrıca, hukuken birbirinden ayrı olan 30 fiilde daha ve herbirinde, işveren olarak, çalışanlardan kesilen sosyal sigorta ve iş teşvik primlerini gereken makamlara ulaştırmamış olmakla ittiham edilmektedirler (suçlanmaktadırlar). I. ile ilgili: Sanık GÜRHAN, 24.03.2001 tarihinden, 17.11.2006 tarihine kadar tescili yapılmış Deniz Feneri derneğinin kayıtlı yönetim kurulu başkanı idi. Daha sonraları her ne kadar yönetim kurulu başkanı olarak resmi kaydı olmamış ise de, derneği fiilen kendisi yönetiyordu. Daha evvel dernek için ve derneğin şirketleri için çalışmış olan ve 2005 yılının ortalarından itibaren GÜRHAN’ın kararlarına ortak olan sanık TAŞKAN, 17.11.2006 tarihinden itibaren yönetim Kurulu başkanlığı görevini üstlenmiştir. Sanık ERMİŞ ise, 07.04.2001 tarihinden, yakalandığı 25.04.2007 tarihine kadar derneğin katibi ve muhasebecisi idi. Deniz Feneri derneği, dernekler sicilindeki kayıtlardan da anlaşıldığı üzere, yukarıda belirtilen zaman diliminde ve daha önceleri toplum menfaatine olan işlerle uğraşmıştır. Derneğin amacı, fiziken veya zihinsel veya ruhen özürlü veya maddi durumu iyi olmayan, yardıma muhtaç insanlara yardım etmek idi. Dernekler siciline verilen ve tescili yapılan kayıtlara göre dernek, hiçbir maddi avantaj sağlamak amaçlı değildi. Dernek, kazanç sağlamak amaçlı da değildi. Derneğin tüm gelirlerinin hayır işlerine sarf edilmesi, dernek üyelerinin hiçbir şekilde üyeliklerinden dolayı derneğin gelirine ortaklıkları olamaz, üyeliklerinden dolayı da hiçbir şekilde ortak olup kâr alamazlardı. Derneğin tüm parası, tüzükte belirtilen amaç dahilinde kullanılacaktı. Dernek, Internet sayfasında, broşürlerde, gazetelerde, televizyonda, bilhassa dernekle birlikte işbirliği yapan Euro 7 televizyonunda reklamlar yaparak, Frankfurt am Main Postbank’ taki 301535602, Vakıf Bank Int. AG Frankfurt’ taki 3344, Bank für Sozialwirtschaft’ taki 8620500, Commerzbank Frankfurt’ taki 585 4666 hesap numaralarına olduğu gibi, Avrupa’ nın diğer ülkelerindeki hesap numaralarına bağışta bulunmaları için, halka çağrıda bulunuyordu. Bu çağrı yapılırken, Türkiye’ de, Pakistan’da ve diğer ülkelerdeki yardıma muhtaç insanlar kısmen gösterilmekte ve onlara nasıl ve nelerle, hangi yollarla yardım edilebileceği de söyleniyordu. Bağışların banka havalesi ile veya keş verilerek de yapılacağı açıklanıyordu. Yukarıda belirtilen zaman diliminde derneğin gene yukarıda belirtilen hesap numaralarına yekün olarak 41.423. 158,85 Euro bağış parası havale edilmişti. Bağışı yapan insanlar, bağış paralarından, Derneğin gereken masrafları çıkarıldıktan sonra, gerçekten yardıma muhtaç kişiler için harcandığını, onlara yardım edildiğini zannediyorlardı. Aslında bu paraların büyük bir kısmı, gerçekten bu amaca harcanmıyordu. Asıl amaç için kullanılıyormuş gibi gösterebilmek üzere sanık GÜRHAN, ERMİŞ ve TAŞKAN ve daha başka kişiler, keş olarak bankalardan para çekmişlerdi. Bundan başka ayrıca çeşitli firmalara ortak olmuş ve bu firmaların yardımıyla da bağış paralarının akması, daha doğrusu, bağış paralarının gittiği yerin böylece ört-bas edilebilmesini sağlamış oluyorlardı. Yukarıda belirtilen zaman diliminde sanık ERMİŞ, Deniz feneri derneğinin Hesap Numaralarından, toplam olarak 6.351.000,00 Euro parayı, 45 defada keş çekmiş. Sanık TAŞKAN ise, 10.01. 2006 tarihinden 09.02.2007 tarihine kadar, derneğin hesap numaralarından yekün olarak 11 kez ve toplam 2.255.000, 00 Euro para çekmiş; bunların 10 defasında ise parayı, sanık ERMİŞ ve hakkında ayrıca soruşturma yapılan KURUM’ la beraber çekmiştir. Sanık GÜRHAN kendilerine bunun için, hesap numarasından para çekebilmeleri için, vekâlet vermişti. Sanık GÜRHAN, Derneğin hesap numaralarından 50 kez ve toplam 9.978.000,00 Euro çekmiştir. Adı geçen sanıklar ayrıca, hem kendileri tarafından, hem de başka kişiler tarafından, Derneğin hesap numaralarından keş olarak çekilen paraların Türkiye’ ye götürülmesi işinde, kuryelik de yapıyorlardı. Sanıklar bu işi yaparken (sanık TAŞKAN en geç 2005 yılı ortalarından itibaren), Derneğin amacının haricinde, paraların, bağışta bulunan insanların bildikleri kaynakların dışında, başka yerlere gittiğini biliyorlardı. Bu tür eylemlerle sanıklar, kendilerine, uzun süreli ve cüzi olmayan bir maddi avantaj sağlamak istiyorlardı. Aynı zamanda sanıklar, bu eylemlerinden dolayı büyük bir maddi zarar ziyanın oluşacağını bilmekte ve bundan büyük sayıda insanın da etkileneceğinin farkında idiler. 2.Sanık GÜRHAN ve TAŞKAN, Yönetim Kurulu başkanları ve dolayısıyla sorumlu kişiler olarak, şimdiye kadar hâlâ, 2006 yılının Haziran ayı ile 2007 Mart ayı arasında kalan zaman dilimi için, ne işçilerden kesilen ve ne de işverenlerin, müteakip ayın 15 ine kadar ödenmesi gereken sosyal sigorta primleri olan yekün 61.750,58 EUR parayı yetkili resmi dairelere ödemişlerdir.
-
Dini duygu sömürüsüyle akılsız yerine konan halkım İnsanlar yazıyor, soruyor, cevap arıyor ve kendilerini sorguluyor. “Geçmişimizle, soyumuzla övündüğümüz ve Türk olmaktan gurur duyduğumuz bizler, bu kadar kolay kandırıldığımıza göre hakikaten akılsız mıyız?” diye sordukları sorularına cevap arıyorlar. Arkasından, “Allah kainatı ve üzerinde yaşayacak tüm canlıları yarattıktan sonra, ben yarattığım her şeyi kullarıma amade ettim. Onlara diğer canlılardan farklı olsunlar diye akıl ve izan verdim” dediğini hatırlatıp sorularını yöneltiyorlar. “Elhamdülillah Müslümanım diyen bizlerin akıl ve izanları nerede ki, bu kadar aptal yerine konulup her fırsatta kazıklanıp dolandırılıyoruz. Yok mu bunun açıklaması” diyorlar. Bu sorular elbette bana değil, Aslında kendilerine. Peki cevabını kim verecek? İşte yedikleri din sömürüsü kazıkları birleşerek tecrübe haline gelmeye başladığı bugünlerde, cevaplarını vermeye bile başladılar. Şimdi dindar, temiz duygulu, hassas yürekli, gördükleri ve duyduklarının karşısında vicdanı sızlayan ve her fırsatta din duyguları verilerek kandırılan saf Anadolu insanlarımın akılları başlarına geliyor. Kombassan’a, Yimpaş’a, Anadolu Sanayii’ne, Endüstri Holding’e ve son olarak Deniz Feneri’ne verdikleri çoluk çocuklarının rızklarıyla cennete gidilemeyeceğini ve orada kendilerine hurilerle dolu mekanların tahsis edilemeyeceğini anladılar. Adamların saflığından, vatan, millet, din ve cennet özleminden yararlanarak onları sömüren şark kurnazı din sömürücülerine ne demeli... Bir sürü hayır kurumu varken ve faaliyetlerini apaçık yapıp kamuoyunu bilgilendiren kurumlar yardım bekler ve cennet vaat etmedikleri için, yoksullara ulaştıracak kadar para pul bulamadıkları halde faaliyetlerini sürdürenler bir yana, birçok eğitim vakıfları, ülkemizi ve bayrağımızı savunan ve koruyan, kendilerine doğru dürüst çelik yelek alamadığımız için şehit düşen Mehmetçiklerimizi koruyup kollayan Mehmetçik Vakfı da mı aklınıza gelmiyor? Bu vakıf ve kuruluşlarla köyünüz kentiniz ve mahallenizdeki yoksullara yapılan yardımlar hayır ve hasanattan sayılmıyor mu? Bu tür üç kağıtçılara para kaptıranların artık bunları düşünmesi gerekmiyor mu? Aydın Doğan ektiğini biçiyor Yukarıda sıraladığımız hayır kurumlarını düşünmeyip, kendilerine cennet vaat eden Deniz Feneri’ne ve diğer batmış olan kuruluşlara kaptırılan paraların nerelere gittiğini biliyorduk. Bu durum son günlerde iyice netleşmeye de başladı. Deniz Feneri’nin para gönderdiği iddia edilen kişilerin arasına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da katılınca, Başbakan haklı olarak feryat etmeye başladı. Sonra Aydın Doğan ile aralarında yapılan görüşmeleri ve talepleri açıklamaya başladılar. Aydın Bey kendi kanalına çıkıp açıklamalarda bulunur ve “Biz habercilik yapıyoruz. Görevimiz bu. Kamuoyunun bilmesi gerekenleri açıklamazsak, yaratılmak istenen tek gözlü medyaya çanak tutmuş oluruz. Biz biat etmeyeceğiz” gibi laflar söyledi. Sanıyorum Aydın Bey, daha bir-iki hafta önce gazetemizin, bir gazetecilik görevi yapıp Aydın Doğan’ın nasıl yükseldiğini anlatan yazı dizimize mahkeme kararı ile ihtiyati tedbir kararı koydurduğunu unutmuşa benziyordu. Zaten biz de birtakım dosyalarda yer alan, Pamukbank’ın nasıl yok edildiğinin planının yapıldığı ve kayıtlara geçmiş bilgileri kamuoyuna açıklıyorduk. Şimdi Başbakan da aynı şeyi mahkeme kararı ile değil de, bir Kasımpaşalı tavrı ile yapıyor. Karşılıklı yaptıkları görüşmeleri kamuoyu ile paylaşmak etik midir, değil midir kendi bilecekleri iş. Bizler merakla, kim ne istemiş ona ne denilmiş, ne vaatler yapılmış, bekleyip göreceğiz. -------------------------------------------------------------------------------- Deniz Feneri’nin gönderdiği su, hurma ve keki yemedim Deniz Feneri Derneği’nin Almanyada yaptığı icraatlar sonrasında gönderdiği paralarla ülkemiz gündeminin değiştiği şu günlerde, Deniz Feneri bizlere içerisinde su, hurma, kek ve meyve suyu olan küçük bir paket gönderdi. Bunca ayyuka çıkan olaylardan sonra onları yiyip içemedim. Yazıişlerindeki arkadaşlarıma teklif ettim. Onlardan da kimse almadı. Sevinç Akyazılı, “Bu su okunmuştur. Arkadaşlarımızı efsunlayalım belki zengin olurlar bizlere de faydası dokunur” diyerek masasının yanından geçen herkesin üzerine bu sudan püskürttü. Bunun faydalı olup olmayacağını ilerleyen günlerde göreceğiz. [email protected]
-
Sn 'ali0_1'; Birilerinin size saygı sınırlarını hatırlatmasını istemiyorsanız... Onları yok saymadan isimleriyle hitap etmesini öğrenmeniz gerekir... Birilerine..."Hişt", "Hey", "ilgili üye" gibi ifadelerle hitap etmek insanları saygıdeğer yapmaz! Yazdıklarınızda "probaganda" yaptığınızın ve "din tücarlığına" soyunduğunuzun ima edilmesini bile aşağılanma olarak algıladığınıza göre... umarım birgün size de sizin kullandığınız üslupla sizi yok sayan bir yaklaşımla hitap edilmesi sizde aşağılanma duygusu yaratmaz...
-
Ateistlerin iyman edeceğinimi zannediyoruz.?
GeceKuşu şunu cevapladı bir başlık içinde Dini Konular - Din - Dinler
Değerli arkadaşım... Alıntıladığım bu yazdıklarınıza aynen katılıyorum... Benim size, sizin de bana söylemek istediklerimiz aynı şeyler zaten... Söylediğimiz aynı şeyleri benim penceremden biraz daha açmak istiyorum... *** Siz "Ruh ve canlı" sözcüklerini aynı kavram olarak değerlendiriyorsunuz... İnsanlara ve onların yaşamına "dinsel inançınızın kabul ve değerleriyle" yorum ve düşünceler üreterek baktığınız için, İkisini aynı kavrammış gibi algılamış olmanız ve ifade etmeniz son derece doğal... Oysa, Canlı: Canı olan, diri, yaşayan anlamındadır... CANLI: "Yaşayan, elle tutulur, gözle görülür, ve gelişim içerisinde olan bir varlığı ifade eder...Somut bir varlıktır..." RUH ise: "Dinlerin ve dinci felsefelerin insanda vücuttan ayrı bir varlık olarak kabul ettiği özdür...Soyut bir varlıktır..." Özetle ikisi aynı kavramlar değildir... Biri Somut yani gerçek...Diğeri Soyut yani varsayımdır... Bu ayrımın biraz daha açılması ve daha iyi kavranması için şunu da belirtmekte yarar var... Çünkü İlahiyatın ifade ettiği "ruh" kavramıyla günlük yaşamımızda mecazi olarak kullandığımız "ruh" kavramı... Kafanızda kavram kargaşası yaratarak yazılarınızda ortaya çıkan kavram karışıklığına neden olmuş... Dinsel bakışın ötesinde "ruh" kelimesi günlük yaşamda mecazi olarak "Canlılık ve duygu" yu ifade etmek için de kullanılır... Mecazi anlamda bir "ruh"tan söz ettiğimizde, bu kelimeye bazı anlamlar yükleriz... Bununla, gözle görülmese de, ancak hissedilerek anlaşılabilen havaya, rüzgara, güzel kokuya, esintiye benzeyen bir etkeni amaçlarız... *** Oysa İlahiyat "Ruh" kavramını "İnsanda vücuttan ayrı soyut bir varlık" olarak kabul ettiği için -sizinde değerlendirmelerinizde görüldüğü gibi -kavram karışıklığı yaratarak az anlaşılır hale sokar... İlahiyatta "ruh" kelimesinin ifade ettiği anlam:... "Bilinmeyen bir cevherdir, tümüyle basittir, bir mekana sahip değildir; maddeyle hiçbir ilgisi ve ilişkisi yoktur" ... Dinlerin ve dinci felsefelerin soyut "ruh" kavramı ile "Canlı" varlıkların "canlığı ve duyguları" arasında kavram karışıklıkları yaratmasının dışında... _* İlahiyatın tanımladığı "ruh" hakkında en küçük bir fikir oluşturacak bir insan var mıdır? _* İlahiyat dilinde "ruh", anlamsız bir laftan, bir düşünce yokluğundan başka bir şey midir? Bu soruların yanıtını aradığımızda... "Ruhaniyet düşüncesi, modelsiz bir fikir" olarak karşımıza çıkar... Yaşamın gerçeklerine sağduymuzla baktığımızda ve normal bir insan zekasıyla değerlendirdiğimizde... "Bir ruhun madde üzerine etkisi hakkında ilahiyat tarafından bize verilmeye çalışılan düşüncenin hiçbir şey ifade etmediği, ya da modeli olmayan bir düşünceyi ifade ettiğini... "Canlı varlığın" somut, "Ruhani varlığın" soyut bir kavram olduğunu.., Sizin ifadelerinizde yer aldığı gibi ikisinin aynı şeyler olmadığını hemen anlar,algılar ve kavrarız..." *** Son olarak aşağıdaki şu sorunun yanıtını ikimiz birlikte vermeye çalışalım... _* Bütün Canlı Varlıkların , var oldukları bütün duyularımızla sabit olan, her an sonuçlarını algıladığımız, iş yaptığını, hareket ettiğini gördüğümüz insanların ve canlı maddelerin doğal yaşamları içinde gözlemleyerek, kurallarını ve gelişimlerini anlamaya, kavramaya çalışmak; Onların gerçekliğini, oluşumlarını ve varoluş nedenlerini bilinmeyen bir kuvvete, "ruhani" bir varlığa atfetmekten ve yüklemekten daha gerçekçi, daha doğal ve daha anlaşılabilir değil midir? Ayrıca "Yazılandan murat ne olursa olsun kişi kendı ıstedıgı gıbı anlayabiliyor..." ifadesini karşılıklı olarak test etmek için... "mecazi yaklaşımlar yerine yaşamın gerçeklerini göz önünde tutarak" kendimize dürüst davranmak adına son olarak şu soruyu da soralım!... _* Yukarıdaki soruya ikimizde aynı yanıtı mı vereceğiz.? _* Hangimizin vereceği yanıt, "Canlı ve doğal yaşamın gerçekliği, onun doğasını oluşturan kural ve gelişmeleri" Yada "İlahiyatın öğretisi ve varsayımları" üzerine olacak?... _* Benim yanıtım "EVET" ya sizin ki? *** *tna -
AYKIRI SORU - YORUM VE SORGULAMALAR
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Dini Konular - Din - Dinler
"Cabir b. Abdullah (r.ahm.) şöyle anlatır: Hz. Peygamber (a.s.): bir gün" Kaab b. Eşref'i kim öldürebilir? Çünkü o Allah'a ve elçisine eziyet etmiştir" diye sordu. Muhammed b. Mesleme ise bunun üzerine: "Ey Allah'ın elçisi! Onu benim öldürmemi ister misin?" dedi. Peygamberimiz: "Evet isterim" buyurdu. İbn Mesleme: "Öyle ise ona bazı şey söylememe (ve böylece bir hile hazırlamama) izin ver" dedi. Hz. Peygamber: "İstediğini söyle" dedi. Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme Kaab'ın yanına vardı ve ona şöyle dedi: "Şu adam (yani Peygamber) bizden zekât istedi ve bizi darlığa düşürdü." Kaab, bu sözü işitince: "Vallahi daha çok yaka silkeceksiniz" dedi. Muhammed b. Mesleme: "Bir kere ona tabi olmuş bulunduk. Onun işinin nereye varacağını görmek için onu şimdi terketmek istemiyoruz. Şimdi bana biraz ödünç vermeni istiyorum" dedi. Kaab: "Peki sen bana rehin olarak ne veriyorsun?" dedi. Muhammed b. Mesleme: "Neyi istersin?" dedi. Kaab: "Bana kadınlarınızı rehin verin, dedi. "Sen Arabın yakışıklısısın, kadınlarımızı sana nasıl rehin bırakırız? dedi. Kaab: "Öyle ise bana oğullarınızı rehin verin, dedi. Muhammed: "O zaman da birimizin oğlu hakkında: "Bu iki deve yükü hurma karşılığında rehin olan çocuktur," denilerek alay edilir. Fakat biz sana silahımızı, zırhımızı rehin bırakabiliriz" dedi. Kaab bu teklifi kabul etti ve İbn Mesleme ona Haris, Ebu Abs b. Cebr ve Abbad b. Bişr ile gelerek belli bir vakitte rehni teslim edeceğini vaat etti. Bu grup bir gece topluca gelerek Kaab'ı çağırdılar ve O da yanlarına indi. Ravi Sufyan: Amr'ın dışındaki ravilerin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kaab onların yanına inerken, karısı kendisine hitaben: "Dikkatli ol, ben bir ses işitiyorum... sanki kan dökecek birinin sesi!" dedi. Kaab: "Bu gelen Muhammed b. Mesleme ile onun süt kardeşi ve Ebu Naile'dir stelik mert adam geceleyin kılıçla vurulmaya çağrılsa bile kabul eder" dedi. Muhammed b. Mesleme arkadaşlarına: "Kaab geldiği zaman ben elimi onun başına uzatacağım. Onu sımsıkı tuttuğum zaman hemen öldürünüz" diye talimat verdi. Kaab b. Eşref onların yanına kılıcını kuşanmış şekilde indi. Onlar: "Güzel kokuyorsun" dediler. O: "Evet, Arap kadınlarının en güzel kokulusu benim hanımımdır" dedi. Muhammed b. Mesleme: "Koklamama müsaade eder misin?" dedi. Kaab bunu kabul edince İbn Mesleme uzanıp kokladı ve sonra: "Bir daha koklayabilir miyim?" dedi. Bu defa Muhammed b. Mesleme, Kaab b. Eşref'in başını sımsıkı yakaladı. Sonra arkadaşlarına: "Haydi vurunuz! dedi, ve bu şekilde İbn Eşref'i öldürdüler. " Kaynak: Suudi Arabistan Krallığı İslami İşler, Vakıflar, Davet ve İrşat Bakanlığı ...Hadis > Hadis-i Şerifler > Hadis No: 1048... http://hadith.al-islam.com *tna -
her kese en içten dileklerimle merhaba
GeceKuşu şunu cevapladı bir başlık içinde Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalım
Hoşgeldin aramıza... Yararlı paylaşımlarda buluşmak dileğiyle... *tna