Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. Değerli arkadaşım... Yaşınız kaç bilemiyorum ama... yazdıklarınızın satır aralarındaki ifadeler ve içeriği samimi bir itiraftan öte şeyler anlatıyor... Ailesinden din eğitimi almamış bir kişinin kendi kendine sorduğu ve yanıtladığı şeyler değil yazdıklarınız... Ancak ışık evlerinden çıkmış yada fettullahcı probagandist yaklaşımların etkisi altında kalmış birinin ifadeleri yazılanlar... Özetle samimi bir dindarın yaklaşımlarından çok fettulahcı misyoner yaklaşımlarını benimsemiş biri olarak algıladım sizi...
  2. *** Bir Allah'ın, tanrının varlığı bütün dinlerin temelidir. Bu dinsel öğretileri benimseyenler arasında bu varlıktan çok az kimse kuşku duyar. Ancak dinin bu içyüzü,"Dinsel inançların özünü oluşturan ana öğe üzerine düşünen" her insanın zekasını yok sayan bir içeriktedir. Her dininin kurallarını öğretmek için yazılmış kitapların bu temel varsayımı, Bir tanrının varlığı üzerine sorulan çözümü en güç olan soru olmuştur. Ve o dinsel inanışları benimsemiş olanlar için bu temel varsayımın yanıtı da hep çetin ve sancılı olacaktır. Çünkü dinsel baskı ve korkularından uzak kalarak konuyu kavramaya çalışan sağduyulu herkes için... ALLAH'IN VARLIĞI HAKKINDA KANAAT EDİNMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR *** Niteliklerinin bizce anlaşılmaz olduğu bütün semavi dinlerde ifade edilen, Çevremizi algılamamız için gerekli bütün duyularımızı yok sayarak, Doğası ve içeriği bilinmeyen bir şeyin varlığına inanılabileceği, içtenlikle ileri sürülebilir mi? Sağduyusunu ve insan zekasını önde tutabilen dinsel varsayım ve korkularından arınmış herkes için bu sorunun yanıtı... "Niteliklerinin anlaşılmaz ve birbiriyle çelişen bir tanrının var olduğu iddiası varsayımdan öte bir şey olamaz..." "Hayır...İçtenlikle öne sürülemez." olacaktır... Çünkü; bir şeyin var olduğuna veya olabileceğine birini inandırmak için, işe, bu şeyin "ne" olduğu ona söylenmekle başlanmalıdır. Böyle bir şeyin varlığına ya da varlığının olanaklı olduğuna inandırmak, onu cevap veremez bir hale getirip susturmak için, ona bu şey hakkında birbiriyle çelişmeyen ve birbirini ortadan kaldırmayan şeyler söylenmelidir. Kısacası, bir şeyin varlığına birini tümüyle inandırmak için, bu şey hakkında, anlayabileceği şeyler söylenmelidir. Kendisine bu sıfatların atfedildiği bu şeyin olmamasının mümkün olmadığı, ona kanıtlanmalıdır. Oysa, "Vazgeçilmez bir varlık, yokluğunda çelişki oluşturan bir varlıktır. " Bir şey, birbirini karşılıklı olarak bozan, mantıken birleştirilmeyen ve... Anlaşılmayan iki düşünceyi kapsıyorsa; O şey hayal ürünüdür. İnsanlar için açıklık; Ancak bize fikirler üreten duyularımızın ve... Bizi bunların birleştirilmesinin mümkün olup olmadığı hakkında karar vermemizi sağlayan duygularımızın sürekli tanıklığı üzerine kurulabilir. Yaşamımızın her anında herkesçe geçerli olan ve uygulanan bu ilkeler, Allah'ın varlığından söz açılır açılmaz göz ardı edilir, ulaşılan mantıksal gerçekler "yanılgı" olarak kabul edilir... Oysa; şimdiye kadar " Allah'ın", bir tanrının varlığı ile ilgili ne söylendiyse ya anlaşılmaz ya da tümüyle çelişkilidir... Ve dolayısıyla sağduyu sahibi olan her insan için olanaksız olması gerekir. Bütün insanların bilgisi az çok aydınlandı ve olgunlaştığı halde nedense Allah'a ait bilgi hiçbir zaman aydınlanmadı. Hatta, Allah'a ait bilginin, birtakım kuruntuların, belirsizliklerin etkisiyle daha da çok karartıldığı görülüyor. En uygar milletler, en derin düşünürler bu konuda en geri kalmış milletlerle ve en bilgisiz, anlayışı kıt kişilerle aynı düzeyde. Çünkü; her din ancak, "mantık"ta iddiayı kanıt kabul etme hatası üzerine kurulmuştur: Bedavadan varsayar ve sonradan ürettiği varsayımlarla kanıtlar! Bugüne kadar üretilen bütün varsayımlara rağmen gerçek şu ki; "ALLAH'IN VARLIĞI KANITLANAMAMIŞTIR." *** Eğer dinsel baskılanmanın, varsayım ve hurafelerin olumsuz etkisinden kurtularak sağduyumuzla düşünebilirsek şu gerçekle karşı karşıya kalırız... "HER DİNE ESAS HİZMET VEREN ŞEY, KUŞKULU ŞEYLERİN EN KUŞKULU OLANIDIR." *** *tna
  3. *** Dini düşüncelerin başlangıcı, genellikle az gelişmiş “vahşi” insan topluluklarının henüz çocukluk halinde bulunduğu dönemdir. Din koyanlar; tanrılar, ayinler, efsaneler, şaşırtıcı ve korkunç masallar sunmak için, Her dönemde hep ilkel benliklere başvurmuşlar ve etkileri altına almışlardır. Ataları tarafından incelenmeksizin kabul edilen batıl ve esassız inanışlar, az çok değişerek, baskı ve sıkı düzen altında bulunan, düşünce ve muhakemede bulunmayan çocuklara geçmiştir. Çünkü; Aklını gereği gibi kullanamayan VE BARBAR BÜYÜKLER OLMASAYDI DİN ve DİN adına gerçekleştirilen TAHAKKÜM OLMAZDI *** Kavimlerin ilk yasalarının konuşu, halkı egemenlikleri altına almak isteği ile gerçekleşmiştir. Bu amaca ulaşmak için en kolay çözüm, onları korkutmak ve muhakemeyi yasaklamak oldu. Bu yasa koyucular, kavimleri dolambaçlı yollardan götürdüler; ta ki, onların amaçlarını anlayamasınlar; Bastıkları ve geçtikleri yeri görmesinler diye onları semaya baktırdılar. Yol üzerinde onları masallarla eğlendirdiler. Sözün kısası..; Çocukları uyutmak ya da susturmak için ninniler söyleyen ve tehditlerde bulunan sütannelerinin yöntemlerini uyguladılar. Çünkü; HER DİN HÜKMETME İSTEĞİNDEN DOĞMUŞTUR. *tna
  4. Gül'ün tekne arkadaşı kimdi? Reisicumhurumuz, Abdullah Gül Beyefendi, riyaseti cumhur makamına oturmasının 1. seneyi devriyesinde NTV ekranına çıktı. Haliyle izledik. Genel anlamıyla vakit kaybıydı diyebilirim. Beyfendi 1 yıllık icraatından memnun ve mesut. Hata yapmamış. Her şeyi iyi yapmış. Pişmanlığı yok. Rektörleri kendi atamasa iyi olurmuş ama Anayasa böyle emrettiği için istemeden yapmış. Madem öyleydi niye aldıkları oya göre atamadınız da, kafanıza göre atadınız diye bir soru gelmedi. Zaten pek öyle dişe dokunur bir soru da yoktu. Mesela aylardır tartışılan Suudi Kralı'nın hediyeleri de sorulmadı. Belli ki, "O konuya girilmesi" yasaklanmış. Abdullah Gül'le yapılan sohbette en ilgimi çeken yanıt, benim haftalardır eleştirdiğim "45 metrelik yatla gezi" kosunda verildi. Konu yat gezisine gelince Abdullah Gül, "Dışişleri bakanlığım boyunca hiç tatil yapmamıştım* diye girdi söze. Ben de güldüm. Tıpkı bazı köşe yazarları gibi. "Bilmem kaç yıldır ilk kez tatil yapacağım" diye yazarlar. Oysa bir yıl önce de benzer bir yazıyla tatile çıkmışlardır. Tatil yapmak sanki ayıpmış gibi yaparlar. Gül de aynen öyle girdi söze. Sonra da yat tatiliyle ilgili bilgi verdi: "Bu tatilin masraflarının kendi payıma düşen bölümünü ödedim" Şaşırdım. Biz 45 metrelik yatta Gül ailesinin tatil yaptığını düşünüyorduk. Meğer durum farklıymış. 45 metrelik yatta Cumhurbaşkanı ailesinden başka tatilciler de varmış. Yanıttan çıkan sonuç bu. "Kendi payıma düşeni ödedim" demenin başka anlamı olabilir mi? Abdullah Gül kendi payına düşeni, Hayrunnisa Hanım kendi payına düşeni ödemiş olamaz. Abdullah Gül'ün, "Hayrunnisa hesap 100 bin dolar geldi. Ver bakalım kendi payına düşen 50'yi" diyeceğini zannetmiyorum. Bu durumda benim merak ettiğim bir başka durum ortaya çıktı. Reisicumhurla birlikte tatil yapan ve faturanın geri kalanını ödeyen kimdi? NTV ekranında bu soru da sorulmadı. Gerçekten merak ediyorum, Cumhurbaşkanı'nın tatil arkadaşı kimdi? NOT: Abdullah Gül yat tatilinin kendi payına düşen bölümüyle ilgili bir ödeme yaptıysa bunun mutlaka bir faturası vardır. Koskoca Cumhurbaşkanı KDV'den kurtulmak için faturasız iş yapmayacağına göre... Şu faturayı bir görmemiz mümkün olur mu acaba? Yanlış anlaşılmasın fiyat uygunsa seneye biz de Fettah Tamince'nin yatını kiralamak isteriz.
  5. ...Filan demiyorum... Orada yazılanlar aynen şöyle; *** "Hz.Adem Cennette yaratılmıştır. Nasıl yaratılmıştır? Elbette bilimsel açıklaması vardır" diye ortaya laf atmakla ne konuya bir açıklık getirmiş olunur, ne de tutarlı... İnançların varsayımları ile bilimsel yaşamın gerçekleri ve ilişkisi arasında sıkışıp kalmış bir düşünce yapısının sonuçları olarak karşımızda sırıtıp durur... Çağın gerçek ve geçerlililiği karşısında bilimin varsayımlar üzerine bir çalışması yoktur ve olamaz... Bu çaba ancak dinlerin bilimsel gelişmeler karşısında etkisini ve bulundukları yeri korumak amacıyla sizinde yazılarınızda örneklemeye çalıştığınız bilimsel verilerin revize edilerek dinsel görüşlere yamama çabası olarak karşımızda durur... ***
  6. Bu ifade ve yaklaşım tam da sizin yaşam felsefenize ve "kendisi gibi düşünmeyenlere hemen bir yakıştırmada bulunan, çamur atmakta sakınca görmeyen bakış açısına" örnek bir yaklaşım olmuş... Kimin koyun gibi düşünen, kimin "Yaşama sağduyusu ve mantığıyla" bakan olduğunu yazılanların okunarak anlaşılması mümkün... "Vah zavallı" ifadelerini amacını aşar mı acaba? diye kullanmakta tereddüt etmiştim ama "Algılamalar farklı diye karşındakileri sefahat içindeki insanlar olarak nitelenmesi " kullanmakla haksızlık yapmadığımı ortaya koyuyor ... Vah zavallı yaşam gerçekleri, Dinsel varsayımlar ve vah zavallı insan zekası ve bilinci...
  7. İnemezsiniz doğru!... Gelelim yanlış anlaşılıyor olmasına...İstediğiniz kadar dinsel inanışlarınızı güncel bilimsel gelişmelerin ışğında revize edin... İnsan oğluna ve yaşama dair gerçeklere, sağduyusu ve bilimsel bakış açısıyla bakmayı kavramış ve gerekliliğine inanmış olanlara varsayımlara dayalı önerileri elbetteki anlatamazsınız... Bu sizin yanlış anlaşılmanız değil, kavram kargaşası ve mantık hatalarının kabul edilemez olmasındandır.. Üstelik konuya yaklaşımınızda son paragraflardaki ifadeleriniz dinsel inanışlarınızı bilim kurgu mantığıyla açıklamanızda sizi kurtaramaz... "Hz.Adem Cennette yaratılmıştır. Nasıl yaratılmıştır? Elbette bilimsel açıklaması vardır" diye ortaya laf atmakla ne konuya bir açıklık getirmiş olunur, ne de tutarlı... İnançların varsayımları ile bilimsel yaşamın gerçekleri ve ilişkisi arasında sıkışıp kalmış bir düşünce yapısının sonuçları olarak karşımızda sırıtıp durur... Çağın gerçek ve geçerlililiği karşısında bilimin varsayımlar üzerine bir çalışması yoktur ve olamaz... Bu çaba ancak dinlerin bilimsel gelişmeler karşısında etkisini ve bulundukları yeri korumak amacıyla sizinde yazılarınızda örneklemeye çalıştığınız bilimsel verilerin revize edilerek dinsel görüşlere yamama çabası olarak karşımızda durur...
  8. Dinsel inanış ve varsayımlarınız dışında bu yazdıklarınıza bir kanıt olacak bilgi,veri sunmanız mümkün mü? HAYIR.! Vah zavallı yaşam gerçekleri, Vah zavallı bilim... Bir kerede daha kavradım ki; Dinsel inanç ve inanışlar her zaman insan zihninin ve gerçekliğinin önünde bir engel... Dinsel varsayımlar ve vah zavallı insan zekası ve bilinci...
  9. Fettullahcı kardeşler... Yada Forum üyesi olarak fettullahçı zihniyetin bilgi kirleten, yalan, asparagas ve abartılı zihin karıştırma faaliyetlerinin etkisi altında kalan diğer arkadaşlar... Etkin olma çabasıyla bu foruma taşıdığınız doğruluğu kanıtlanmamış yazılarla bilgi kirliliğine ve fettullahçı zihniyete bilinçli yada bilinçsiz olarak hizmet ediyorsunuz... Size tavsiyem foruma açılmış yeni bir başlık var onu okuyarak neden niçin ve nasılları kavramaya çalışın... Nihat Genç'ten Fettullah'çı Gençlere Yanıt: Bir genç insan olarak kendinize orada sizlere yöneltilen sorulara insani değerlere ve dürüstlüğe öncelik vererek yanıtlar vermeye çalışın... Kandırılmışlığın, küçük odalarda beyinleri yıkanmışlığın, "Cumhuriyet ve Atatürk" düşmanlığının etkisinden kurtulup "Bu toprağın çocukları" olmanın önündeki engelleri kaldırın artık...
  10. İnsanların öncelikle; Sağduyularını bir kenara bırakıp, "inançları, hisleri, ön kabul ve varsayımlarıyla" yanıt vermekle... Gerçekleri anlamak,doğruyu bulmak ve dile getirmek arasındaki farkı kavramaları gerekiyor... *Zihinlerde oluşturulan düşünceler, varsayımlar dışında bir konusu, bir maddesi olmayan "Tanrı" (Allah) fikri, Soyut bir varlık olmasının dışında gözümüzün önüne ne getirebilir? *Böyle bir düşünce, (Yanlış ve yersiz düşünce, bir evham ) değil midir? *Böyle bir düşünce, (Olmayacak bir şeyin olacağını sanma, bir vehim ) değil midir? *Zihin dışında bir ilkel örneği, asıl nüshası (Benzeri, aynısı, kopyası) bulunmayan soyut bir fikir, (Olmayacak bir şeyin olacağını sanma, bir vehim) bir kuruntudan başka bir şey midir? *** Yukarıdaki alıntıyla giriş yapıp devamında insan oğlunun yaptığı buluşlardan söz edip, Ardından tipik bir inançlının yaptığı mantık hatasıyla maddi keşiflerle soyut inançların aynı şeyler olduğunu ima ediyorsunuz... Oysa hiç bir "Vehim, Evham ve Kuruntu" insan oğlunun yaşamında kolaylıklar sağlayan bir buluş olarak yer almamıştır... Bahsettiğiniz o buluşlar varsayımlar üzerine değil doğal gerçeklik ve maddi varlıklar sonucu tüm insanların yaşamında yer bulmuştur... Oysa inançlar tüm insanların değil, çoğunlukla "Vehim, Evham ve Kuruntu"larına yenik düşmüş insanların değer yargısıdır... Pratik zekanızla bizim elimize İpot verip onu da anlayamadığınızı varsayarak inanç değerlerinizin geçerliliğini kanıtlamaya çalışıyorsunuz... Oysa çok basit bir bakış açısıyla sizin değer yargılarınız bizim sağ duyumuza aykırı gelirken size son derece huzur verici geliyor olabilir... Sizin bize kendi ruhsal rahatlığınızı örnekleyerek sürekli öne sürdüğünüz...Kerametler ve esrarlı şeyler, "İlkel benliği"ni önde tutan, "soyut kavram" lara inanarak bağlanan insan düşüncesinin gerekli gördüğü... İnançların soyut varlıklarıyla onların sürekli olarak beyinlerini işletecek, ruhsal olarak rahatlatacak yada yoracak, masallar ve korkular... Sağduyusuyla hareket etmeyi ve düşünmeyi becerebilmiş insanlar için son derece gereksiz, akla sığmaz şeyler olabilir... Ve onlar, sizin inandıklarınıza inanmayanlar; İnançlara ve insan oğlunun "gerçek ve doğal" yaşamına dair düşünce ve görüşlerini en az sizin kadar dile getirme hakkına da sahiptirler... O nedenle hiç kimsenin... Asla; "Madem inanmıyorsunuz ne diye bizim inançlarımızı eleştiriyorsunuz" diye ahkam kesme gibi bir hakkı ve ayrıcalığı olamaz... Çünkü bir inanca bağlı olarak yaşamakta, o inancı reddederek yaşamakta bir gerçekliliktir... Eğer bir inanç, kendine inanmayanları ve diğer inanç sahiplerini tehdit ediyor ve zorluyorsa... Ona karşı durmak, yanlışlarını, geçersizliğini ve safdilliğini dile getirmek son derece doğal ve kişilik hakkıdır... Hatta aşağıda yazılanları da gayet açıklıkla dile getirerek... Çevresindeki insanları uyarmak ve aydınlatmak... Sağduyunun sorumluluğunu duymak ve yerine getirmek... En az, inançları yaşama ve yayma özgürlüğü kadar bir hak, sorumluluk ve zorunluluktur... *** Dinsel inançlar söz konusu olduğunda insanlar "İlkel benlik" ve korkularına yenik düşmüş büyük çocuklardır. Bir din ne kadar "yeri değeri olmayan söz, davranış" ve mucizelerle dolu olursa, Onların ruhsal duyguları üzerinde o oranda tahakküm hakkı kazanır. Sofu, saflıklarına hiçbir sınır koymamak zorunda olduklarına inanırlar. Bir şey ya da şeyler ne kadar çok anlaşılmaz olursa, onlara o oranda ilahi görünür. Bu şeyler ne kadar az inanılabilir olursa, bunlara inanan insanlar, o oranda erdem ve üstünlükler olduğunu sanırlar. O nedenledir ki; İnsanların ilkel benliğine hitap eden "İnanç ustaları" en çok mümkün olmayan şeylerin, onlar için en esaslı şeyler olduğuna insanları inandırmayı başarmışlardır. Çünkü; DİN, İNSANLARIN İLKEL BENLİĞİNİ SOYUT VARLIKLARIN MUCİZELERİYLE KANDIRIR... *tna
  11. Basit sorulara yanıt gelmez Geçen haftanın son günü Cumhurbaşkanı Gül’ü gezdiği tekne için “Bu yat kimin?” diye sorduk. Adını gazetelerde görememiştik. Bir iki gazete yazmış. Fettah Tamince’ye aitmiş. Cumhurbaşkanı Gül daha önce de bu yatla gezermiş. Bir araba küfür yedik...“Sana ne lan. Cumhurbaşkanı sandala mı binsin” diyen... Böyle tepki veren “Danalar” bilmez ama ben Türkiye’de milletvekillerinin, Başbakanların,Cumhurbaşkanlarının yüksek maaş almasını savunan belki de tek yazarım. Hatta isterim ki, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’nın, Türkiye’nin ölçülerine yakışır boyutta kendi teknesi de olsun. Yabancı misafirler gerektiğinde onda ağırlansın. Ama o ayrı bu ayrı. Daha önce duymadıkları bir kelime olan demokrat kesilenlerin, daha önce karşı oldukları AB’yi referans alanların kültürü yoktur ama bilsinler ki, demokrasilerde ve AB’de böyle işlerin hesabı sorulur. Oralarda da Cumhurbaşkanlarının, Başbakanların onun bunun teknesiyle, onun bunun parasıyla yaptıkları tatiller “Rezalet” olarak tanımlanır. Ben basit bu sual soruyorum. Haftalığı yaklaşık 100 bin avro olan bir tekneye Cumhurbaşkanı kaç lira ödemiştir. Ödemiş midir? Ödediyse bu para Cumhurbaşkanlığı bütçesinden mi karşılanmıştır? Ödemediyse bu durum Cumhurbaşkanlığına yakışan bir durum mudur? Bu bir anlamda rüşvet sayılmaz mı? Soruyorum ama biliyorum ki, bu sorularıma yanıt gelmeyecek. Aynen Suudi Kralı’ndan ne hediyeler geldi sorusuna yanıt verilmediği gibi. Sayın Cumhurbaşkanı’na Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolü ne olmalıdır diye zor bir soru sorsaydım, sayfa sayfa yanıt gelirdi. Çünkü o sorunun yanıtı hikaye... Ama dediğim gibi bu soru da, hediye sorusu da basit bir sorular. Ama yanıt gelmez... Çünkü bilirim ki, en zor sorular aslında en basit sorulardır. Alıntı : http://www.fatihaltayli.com.tr
  12. Halk çocukları 45 metrelik yatta Reisi Cumhur Hazretlerinden tık yok. Her yazımıza anında yanıt yollayan Riyaseti Cumhur mabeyincileri bu kez derin bir sükunet içinde. Oysa sualimiz oldukça basit. Diyoruz ki; "60 arşın boyunda olduğu söylenen ve Rixos otellerinin sahibi Fettah Bey'in uhdesinde bulunan yatla yaptığınız tatil için bir ödeme yaptınız mı? Yaptınızsa kaç lira ödediniz? Ödediyseniz bunun faturası Riyaseti Cumhur makamına mı kesildi yoksa şahsen mi ödediniz?" Böylesine basit bir soruya yanıt verilmemiş olması ilginç. Bazıları hala diyor ki “Cumhurbaşkanı yatta tatil yapamaz mı?" Ben de hala diyorum ki; "Yapar. Ama Cumhurbaşkanları onun bunun yatında avanta tatil yapmaz. Parasını cebinden verir, hatta Cumhurbaşkanlığı bütçesinden verir ama Cumhurbaşkanları işadamlarına bir tatil uğruna borçlu kalmazlar. " Ama bunu bile anlamayanlar var. Vahim olan da bu zaten. Partizanlık, rövanşizm gözleri öylesine kör etmiş ki, "Bizim Cumhurbaşkanımız ne isterse yapar çatlayın" havasındalar. Anlamadıkları şu:; Abdullah Gül sadece sizin reisi cumhurunuz değil, bizim de Cumhurbaşkanımız. Kişilik olarak beğenmesem de, tavırlarına saygı duymasam da, içten pazarlıklı olduğunu düşünsem de benim de Cumhurbaşkanım. Cumhurbaşkanlığı sırasında Evren’i de sevmezdim. Demirel'i hiç sevmezdim. Sezer'i de sevemedim. Bunu da sevmiyorum. Ama sevsem de sevmesem de hepsi benim de Cumhurbaşkanım. O makama saygım var. O makama saygımızı korumamız için o makamın "Ahlaki geleneklere uygun" bir şekilde kullanılması lazım. Hele hele kendilerini "Halkın ihtilalinin ürünü" olarak görenlerin, 45 metrelik yatla avanta tatilleri hiç yapmaması lazım. Bilmem anlatabildim mi! Yoksa hala anlamadınız mı? Alıntı:http://www.fatihaltayli.com.tr/
  13. Sevgili 'TAKLAMAKAN' ; Sorduğunuz sorunun elbette bir yanıtı var... Her kişi edindiği ve etkisi altında kaldığı "Eğitim, Kültür, Sağduyu, İnsani duyarlılık, ve Dinsel yaklaşımlar" a bağlı olarak farklı düşünce ve yaklaşımlar üretecektir... Sen, ben ve bizim penceremizden dünyayı algılayan ve yorumlayan kişiler bu absürt ve insanlık dışı yaklaşımlara karşı dururken... Bazılarımızın absürt ve insanlık dışı bu yaklaşımların farkında olup zaman zaman karşı dursalar da... Yine de dinsel baskılanmanın etkisiyle çoğu zaman hoş görebildikleri... Dinsel inançlarının ve şövenist düşüncelerin akıllarını sınırladığı bazı kişilerin de sıradan ve çok doğal olarak algıladıkları bir gerçek... *** Yazılarımda bu tür polemiğe açık kolaylıkla gerçekliliği saptırılabilecek tür diyalog ve tartışmalara girmemeye çalışıyorum... Yada kısır çekişmelere yanıt üretmekte zorluklar çekiyor olmamın da bunda etkisi olabilir... O nedenle belkide benden beklediğiniz daha açık ve detaylı bir yanıt veremiyeceğim size... *** Ancak şunları ifade ederek... Sağduyu sahibi ve insanlık değerlerini her şeyin üstünde tutan... İnsan olmayı becerebilmiş olanların destekliyebileceği bir mesaj verebiliriz... Tanrı istedi diye bırakın komşusunu kesmeyi... En az insanlar kadar diğer varlıkların da yaşama hakkını savunup, Tanrı istedi diye onların kurban edilmesine karşı durabilmeli insan oğlu... *** sevgilerimle... *tna
  14. Sevgili 'ftoyd'; Seni çok iyi anlıyorum... Yanıt vermeye çalıştığın metni bu yazdıklarınla doğruluyorsun aslında... Yazmış olduğun (anlamlı olgu.. ve kesinlikle gerekli) duygusal algılamalarının nedeni başlık yazısının sonunda şu şekilde açıklanmaya çalışılıyordu... *** Oysa din, sıfatı insanlar tarafından anlaşılmayan soyut bir varlığı (yani Allah'ı) asla akıllarından çıkarmamaları gerektiğini belirtiyor. Dolayısıyla, pekâlâ görülüyor ve anlaşılıyor ki, Dinler, insanların sınırlı zekâlarını, anlaşılması kendileri için olanaksız olan şeylere inandırıp, onları görünmez varlıklar ve varsayımlarla meşgul etme sanatıdır. DİNLER İNSANLARIN SAFDİLLİKLERİ ÜZERİNE KURULMUŞTUR. HER DİN, VARSAYIMLARA DAYALI "YERİ, DEĞERİ OLMAYAN SÖZ ve DAVRANIŞLARLA" ANLAŞILMAZ, GÖRÜNMEZ VARLIKLARA İNANMAYI, TAPINMAYI ÖNERİR. *** *tna
  15. Bu başlığa yazı yazan bir arkadaş, yukarıdaki ifadeleri kullanmış. Bu ifadeler üzerine soyut ve somut kavramlarını araştırmak ve anlamak gerekiyor. *** Soyut: Varlığı duyularla algılanamayan, mücerret, somut karşıtı, abstre: Anlaşılması, kavranılması güç olan. Somut: Varlığı duyularla algılanabilen, müşahhas, konkre, soyut karşıtı: TDK Güncel Türkçe Sözlük'te suyut ve somutun anlamları bu şekilde açıklanıyor. Şimdi bu başlığı okuyanlara şunu sormak gerekiyor? Bir kalkıpta bizlere "Allah ın somut olduğundan sizin henüz haberiniz yok mu?" diye bir soru yöneltebilir mi? Eğer yöneltilebiliyorsa o taktirde, yöneltene Somut dediğin bu görünmez varlığı "gördün mü, kokladın mı, yaladın mı", Ona "dokundun mu", onunla konuşup "sesini duydun mu?" diye bir soru yöneltmek abes olmaz herhalde... Eğer bu soru abesse varsayımlara dayalı bir bakış açısıyla ben öyle inanıyorum... "Allah ın somut olduğundan sizin henüz haberiniz yok mu?" diyebilmekte o kadar abes olsa gerek... Tipik inançlılar, bir soruya yanıt vermek ile bir konudaki gerçeği ve doğruyu bulmak arasındaki farkın bilincinde değiller ne yazık ki...
  16. *** Her dini sistem ancak Allah'ın ve insanın doğası ve bunların aralarındaki ilişki üzerine kurulabilir. Ancak bu ilişkinin gerçek ve geçerliliği hakkında bir karar vermek için insanın doğasının yanında, Varsayılan görünmez tanrı "Allah" hakkında da bazı fikirlere sahip olmak gerekir ve gereklidir. Oysa bütün ilahiyat, Tanrının içyüzü anlaşılmaz diye bize bağırmaktan ve öte yandan bu anlaşılması mümkün olmayan Allah'a sıfatlar tayin etmekten Ve insanın anlaşılmaz Allah'ı onaylamak zorunda olduklarını söylemekte, insanın Allah'ı hatırından çıkaramayacağı hükmünü vermektedir. Din insanı Allah ile birleştirir ya da Allah'la ilişkiye geçirir; bununla birlikte Allah'ın sonsuz olduğu öne sürülür. Allah sonsuz ise, sonu olan hiçbir varlık onunla ne işlemde bulunur, ne ilişkide. İlişki olmayan yerde, ne birleşme, ne işlem, ne de görev olabilir. Allah'la insan arasında görev ilişkisi yoksa insan için din hiç yoktur. Allah sonsuzdur demekle, sonu olan insan için her din ve onun tanrısı safdillik üzerine kurulu geçersiz bir düşünceye dönüşür. Sonsuzluk fikri bizim için örneği olmayan, prototipsiz, konusuz bir fikirdir. Bize, "Tanrının sıfatı sınırlı zekâlar için anlaşılabilir içerikte değildir" deniliyor. Bu ilkenin doğal sonucunun şu olması gerekir: Tanrının sıfatı, sınırlı zekâları uğraştırmak için değildir. İnsanlar için en önemli olan şey, varsayılan bu görünmez soyut varlığı anlamanın tam ve kesin bir olanaksızlığı içinde bulunmalarıdır. Eğer Allah, insan için anlaşılması mümkün değilse, onu hiç düşünmemek en akla uygun yoldur. Oysa din, sınırlı zekâların, sıfatı insanlar tarafından anlaşılmayan soyut bir varlığı (yani Allah'ı) asla akıllarından çıkarmamaları gerektiğini belirtiyor. Dolayısıyla, pekâlâ görülüyor ve anlaşılıyor ki, Dinler, insanların sınırlı zekâlarını, anlaşılması kendileri için olanaksız olan şeylere inandırıp, onları görünmez varlıklar ve varsayımlarla meşgul etme sanatıdır. *** DİNLER İNSANLARIN SAFDİLLİKLERİ ÜZERİNE KURULMUŞTUR. HER DİN, VARSAYIMLARA DAYALI "YERİ, DEĞERİ OLMAYAN SÖZ ve DAVRANIŞLARLA" ANLAŞILMAZ, GÖRÜNMEZ VARLIKLARA İNANMAYI, TAPINMAYI ÖNERİR. *tna
  17. GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Genel Psikoloji
    *** İnsanların çoğu; “Düşünmekten” korkuyor, sorumluluk getireceği için. “Konuşmaktan” korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. İnsanların çoğu; Sevmekten de korkuyor, kaybetmekten korktuğu icin.. İnsanların çoğu; Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için. Ve ölmekten korkuyor, yok olmaktan korktuğu için İnsanların çoğu; “Allah”tan düşüncelerinde yarattığı tanrısından korkuyor, Kendisinin ne kadarda aciz olduğunu varsaydığı için. “Allah” ile korkutuluyor, ölüm sonrası bilinmezlikten korktuğu için İnsanların çoğu; “Düşünmüyor”, “konuşmuyor” sonrada kalkıp “Unutulmaktan” korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. İnsanların çoğu; Korkuyor ve korkutuluyor, aslında insanca yasamayı beceremediği, bilmediği için *** Bu iletiyi kısa bir hikâyecikle sonlandıralım kıssadan hisse olsun diye *** “Kedi korkusundan devamlı endişe içinde yasayan bir fare varmış zamanın bir yerinde. Büyücünün biri acır bu fareye ve onu bir kediye dönüştürür korkusundan kurtulsun diye. Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya baslar. Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya baslar bu seferde. Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkân yok. Onu eski haline döndürür. Ve der ki; 'Sen düşüncesiz, cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem.”
  18. Geçmişte olduğu gibi bugünde bazı inanç ustaları, “Tanrı” (Allah) fikrinin insanla yaşıt olduğunu insanların ana rahminden başlayarak bu Allah düşüncesine sahip olduklarını ve bu düşünceyle doğduklarını ileri sürüyorlar. “Tanrı” (Allah) fikri bir hükümdür; bir yargıdır; Doğal yaşamın gerçek ve geçerliliğinde her yargı ve hüküm bir tecrübe, bir deneyim ürünüdür; Bu deneyimler ancak duyularımızın çalışması ve algılamasıyla bir önem, bir geçerlilik kazanır. Bundan şu sonuç çıkar; İnsanın doğal ve gerçek yaşamında çevresi ve yaşamıyla ilgili öğrendiği her hüküm ve yargı; Bir deneyim ve tecrübe sonucu kazanıldığına göre, Tanrı düşüncesi ve din ilkeleri kesinlikle doğuştan kazanılmaz, İnsan bu düşüncelere sahip olarak doğmaz. Dini ilkeler kuşkusuz bir temele dayanmaz ve asla yaşa bağlı değildir. Sonradan, aile, toplum ve genel çevre bunları kendisine “Tanrı” (Allah) fikrini, bu soyut varlığa dair ilke ve ritüellerini aktarır. Aile, toplum ve genel çevre kendi kabulleri olan dinsel inanış ve davranış ritüellerini (Yanlış ve yersiz düşünce, bir evham), (Bilinmeyen ve görülmeyene karşı, bir korku), (Olmayacak bir şeyin olacağını sanma, bir vehim), olarak onlara aşılarlar. *tna
  19. Dinle beni bre gafiil Müslüman SEN beni "Kafir oldun", "Deccal oldun", "Salman Rüşti oldun" falan diye terörize ederek susturacağını mı sanıyorsun? Senin idraksiz, şuursuz ve saplantılı dindarlığının ürettiği bu şapşal ithamlardan tırsıp, o "17 günahsız küçük kız"ın hesabını soramayacağımı mı zannediyorsun? "Aman bunların çarpık dindarlığına ses etmeyeyim... Aman tekere çomak sokmayayım... Yoksa bana Salman Rüşti derler" diyerek köşeme çekileceğimi mi sanıyorsun? Nasıl ki... Bazı aşırı laiklerin, içinde "Kuran kursu" geçen her olayda, meseleyi bir "insanlık meselesi" olmaktan çıkarıp, "Bu çağda Kuran mı öğrenilirmiş?" noktasına taşımasına şiddetle karşı çıkıyorsam... Senin sorumsuzluğuna, vurdumduymazlığına, ahlaksızlığına, çarpık kader anlayışına da şiddetle karşı çıkacağım elbet... * * * Galiba sen beni 17 küçük kızın ölümünün sorumluluğunu, "Bütün suç tüpçüde!" şeklindeki manşetiyle tüpçüye yükleyen, ahlaksızlığı kendisine şiar edinmiş "Vakit" tayfasındakilerle karıştırıyorsun... Sakın karıştırma! Unutma ki: Onların işlerine ya "sütçü" karışır, ya "tüpçü"... "Vakit" tayfasındakilerin "Hüseyin Üzmez vakası"nda neler yazıp çizdiklerini şöyle biraz kafanı çalıştırarak hatırlasana... "İslam davası" adına küçük bir kız çocuğunun taciz edilmesine sahip çıkan zihniyet, "İslam davası" adına 17 küçük kızın enkaz altında can vermesini tabii ki "tüpçü"ye ya da "sütçü"ye yükler... Onlardan başka ne beklenir ki? * * * Birileri çaresizlik ve yoksulluk içinde çırpınan köylülerin kızlarını, "Kuran öğreteceğiz" diye evlerinden alıp götürecek... Ancak... O kızların can güvenliğini sağlayamayacak... Barınma koşullarını yerine getirmeyecek... Doğru dürüst hiçbir önlem almayacak... Sonra bir gün, sabah namazı vakti, kızların barındırıldığı bina korkunç bir gürültüyle çökecek... 17 kız o binanın enkazı altında can verecek... Ve ben de, bu durum karşısında... "Bu kızlar orada Kuran öğreniyordu... Namaza kalkmışlardı... Bu yüzden onlar şehit olmuştur... Ne mutlu onların anne ve babalarına" diye yazacağım, başka da bir şey yazmayacağım, öyle mi? O kızlar şehit olmuş olabilir... Bu Allah'ın takdiridir... Ben bir şey diyemem... Ben onlara "şahadet şerbeti içirmek" yerine... Neden önlem alınmadığını, neden denetimsiz kurs açıldığını, neden izinsiz iş yapıldığını, neden koruma altında tutulan küçük kızların can güvenliklerinin sağlanmadığını sorarım... Bunu yaparken de... Ne "Bütün suç tüpçüde" diye İslami fırlamalıklara yüz veririm... Ne de "Şehit oldular" tarzında metafizik rahatlamalara... Ben hesap sorarım... Çünkü bu benim hem insanlık, hem de kulluk vazifemdir... * * * Bir şey daha var ey gafiil Müslüman... Sen zannediyor musun ki... Konya'nın o kuş uçmaz kervan geçmez bölgesinde "yurt" adı altında kaçak Kuran kursu açan o adamlar, salt "Kuran öğretmek" gibi kutlu bir işe soyunmuşlardır... Sen zannediyor musun ki... Adamların tek amacı, Allah rızasını kazanmaktır... Eğer öyle olsaydı... "Kuran öğreticiliği" gibi dokunulmaz bir gücü ellerine alıp, türlü çeşitli politik oyunlar çevirmezlerdi... Sen "Süleymancı" denilen grubun kaç liderinin, kaç partiden milletvekilliği kaptığını biliyor musun? Düne kadar Demirel'in, Mesut Yılmaz'ın, Erbakan'ın listelerinin en tepesine oturan bu adamların, şimdi AKP listelerinde yer bulabildiğinden haberdar mısın? Küçük köylü kızlarının cesetlerinin üzerinden yürütülen bu kirli güç mücadelesine neden destek verecekmişim ki? * * * Bak, benim gafiil mütedeyyin arkadaşım... Bunları yazıp çiziyorum diye... Sen benim için... "Salman Rüşdi oldu", "Kafir oldu", "Deccal oldu" mu diyeceksin? De birader, de... Hiç gocunmam... "Bütün suç tüpçüde" diye yazıp "İslam mücahidi" olacağıma... Alınmayan önlemlerden zerre kadar söz etmeyip, sadece "Melekler cennete uçtu" ya da "Şehit oldular" diye etliye sütlüye dokunmayan başlıklar atıp, "Bu Ahmet Hakan ne kadar takva sahibi bir adamdır" diye takdir kazanacağıma... Hesap sorarak... "Deccal" olmayı yeğlerim... Tamam mı? Anlaştık mı? ALINTI:
  20. * * * 18 küçük ölü kız için otopsi raporu * * * Eskiden "İsmailağa cemaati", çarşaf giymeyen ile sarık takmayanı, "patates dini"nden sayar ve bu yaklaşımından zerre kadar ödün vermezdi... İslamcı aydınlar ise "İsmailağa cemaati"ni, "Bunlar da bizim gettomuz" falan diyerek hafiften küçümserlerdi... Eskiden "İskenderpaşa Cemaati" mensupları, "Bizde çok mühendis var" diye hava atarak biraz "elitist" takılırlardı... "Menzil cemaati" ise olaya daha "halk işi" yaklaşır, taşralı zıpırlardan "kurban" adı verilen müritler çıkarırdı... Eskiden "Birlik Vakfı" üyeleri, Turgut Özal'ın arkasında hizalanmıştı... "Aydınlar Ocağı"yla birlikte "Türk İslam Sentezi" ideolojisini egemen kılmaya çalışırlar, "Erbakan hareketi"ne mesafe üstüne mesafe koyarlardı... Eskiden Fethullah Gülen, "Ülke idare etmek belediye idare etmeye benzemez" diye demeçler verip Tayyip Erdoğan'ın başbakan olma hevesine iğne batırır, "Aman beni Tayyipçi sanmasınlar" diye kaygılanırdı... Eskiden "Süleymancılar", hem Diyanet İşleri Başkanlığı'na, hem de imam-hatip mekteplerine karşı savaş verirdi... Diyanet İşleri Başkanlığı da "Süleymancı saldırısı"na, "Ben bir Süleymancı idim" başlıklı "itirafçı" kitaplarını cami bahçelerinde ücreti mukabilinde sattırarak yanıt verirdi... Eskiden "Nurcular", yedi ayrı zümreye ayrılmıştı... "Yazıcılar Grubu", "Okuyucular Grubu"na ifrit olur; "Okuyucular Grubu", "Med-Zehra Grubu"na gıcık olurdu... "Yeni Asyacılar" ise hafiften palazlanmaya başlayan "Fethullahçılar Grubu"na kıl olurdu... Eskiden acayip çeşitlilik vardı memleketimizin "Tarikatlar, cemaatler, gruplar evreni"nde... "Radikaller" vardı... "Selefiler" vardı... "Tefsirciler" vardı... "Gruplar üstü entelektüeller" vardı... "İbn-i Teymiyyeciler" vardı... "Tasavvufçular" vardı... "Mutezileciler" vardı... "Sezai Beyciler" vardı... Hatta "İsmetçiler" bile vardı... * * * Sonra bir şey oldu, tuhaf bir şey... "Yüzde 34" ve "yüzde 47" şiddetinde iki patlama oldu... Ve bu patlamalardan sonra... Cemaatler, gruplar, tarikatlar... Aynı safta buluşuverdi... O "muazzam çeşitlilik" söndü... O "muhteşem farklılıklar" bitti... En gelenekselinden en özgününe... En kuvvetlisinden en güçsüzüne... En sıra dışından en statükocusuna... En dava delisinden en fırsatçısına... Alayı bir anda AKP'li olup, "Allah razı olsun Tayyip Bey'den" demeye başladı... Ve şimdi... "Süleymancılar" ile "Diyanetçiler"... "İsmailağacılar" ile "Menzilciler"... "Yeni Asyacılar" ile "Fethullahçılar"... Aralarındaki tüm ihtilafları, çekişmeleri, savaşları, itirazları kocaman bir paranteze alarak omuz omuza geçinip gidiyorlar... "Şikayet" yok... "Gammazlama" yok... "Denetim" yok... "Teftiş" yok... "Baskın" yok... "Çekememezlik" yok... "Balans ayarı" yok... O onun tavuğuna "kış" demiyor, bu da onun tekerine çomak sokmuyor... O onun "imam-hatip mektebi"ne karışmıyor, bu da onun "yurt" adı altında işlettiği kaçak "Kuran Kursu"na... * * * Velhasıl-ı kelam... Eskiden adamakıllı bir "denetim mekanizması" olmasa da... Bir "ihtilaf" vardı... Bu ihtilaftan da "rahmet" doğardı... Biri birinin mektebini şikayet eder, öbürü diğerinin "yurt" adı altındaki kursunu gammazlar ve böylece iyi kötü bir "denetim mekanizması" işletilirdi... Fakat ne yazık ki... Artık bu kadarı bile kalmadı... Ve maalesef... Olan 18 yoksul Konyalı küçük kıza oldu... * * *
  21. Aşağıdaki Okuyacağınız tuhaf hikáyeyi, İslami kesimin en ciddi yayın organı olan Yeni Şafak’ın dünkü sayısında bulabilirsiniz... Ahmet Hakan dillendirmiş... İbreti alemlik bir tuhaf hikaye....Hemde ergenekon destekli... Nedir ve kimlerdir "Yeni şafakçılar ve Vakitçiler" diye merak edenlere sunulur... *** TELEKIZMIŞ Fadime... Adı kötüye çıkmış bir tazeymiş... Bataklıkta açan bir çiçekmiş... Aksaray pavyonlarında çalışırmış... Konsomatrislik falan yaparmış... Erkeklerin gönlünü eğler, para kazanır, ancak kazandığı paraları yoksul anacığına götürmezmiş... Böylesine kötü kalpliymiş üstelik... * * * Alkoliğin tekiymiş Ali Kalkancı. Henüz güneş rakı burcuna girmeden başlarmış içmeye. Sağlam içer, günde üç büyük devirir, bana mısın demezmiş. Yolsuz kaldığında rakıdan umudu kesip "köpek öldüren" ile idare edermiş. ******** tekiymiş. Kumkapı meyhanelerine dadanırmış. Çöpçüler sabahları açıklarda bulurlarmış leşini... Geceleri sokaklarda naralar atarmış... Böylesine haytaymış yani... * * * Derken bir gün... Sene 1996... Harbiye Orduevi... Akşam saatleri... "Mahalli" karanlıklar prensimiz Veli Küçük Paşa, kaygılı bir ses tonuyla başlamış konuşmaya: "Biz bu Refah Partisi’nin yükselişini durduramayacağız galiba... Yolsuzluk yapıyorlar diyoruz, inanmıyorlar... Türkiye’yi İran’a çevirecekler diyoruz, halkımız oralı olmuyor... Bizim milletimiz bel altı meselelere karşı duyarlıdır... **** en iyisi bunları oradan *******... Bir iftira kumpası kuralım..." Masa başındakiler şöyle yanıtlamışlar Paşa’yı: "Çok doğru buyurdunuz Paşa Hazretleri..." Önce "telekız" Fadime, bin bir vaat ile kandırılmış... Fatih’te üç karılı adamın tesettür mağazasından Fadime’ye tesettür kıyafetleri satın alınmış... Acayip yakışmış haspaya bu yeni esvap... Ve denmiş ki: "Sen artık dinci oldun Fadime..." Aksaray pavyonlarından alınan Fadime’ye, Sultanbeyli’de iki göz gecekondu ayarlanmış... Ardından da sıra alkolik Ali Kalkancı’ya gelmiş... Önce içkiyi bırakması sağlanmış Kalkancı’nın... Sonra bir umre seyahati ayarlanmış... "11 derste nasıl şeyh olunur?" başlıklı dersler verilmiş kendisine... Ve kurs tamamlandığında, "Sen artık şeyh oldun aslanım" denilerek, Fatih’te bir eve yerleştirilmiş... * * * Ve sıra gelmiş operasyona... Fadime’yi önce Ali Kalkancı’nın koynuna atmışlar... Sonra da "Müslümanların arasına sokulmuş bir ajan" olan Müslüm Gündüz’ün koynuna gelmiş sıra... Bugünlerde "çocuk tacizi" iddiasıyla yargılanan Vakit yazarı Hüseyin Üzmez’in malikanesinde bizim Fadime ile Müslüm tam hemhal olacakken... Polis baskını falan... Ortalık karışmış, düzen bozulmuş... Ve tiyatro başlamış: Fadime "Şeyhlerin aldattığı masum, küçük dinci kız" rolünü, Ali Kalkancı ile Müslüm Gündüz ise "Kadınları ağa düşüren şeyh" rolünü oynamış... Bu tiyatronun açtığı yoldan giden... "Karadayı / Çevik Bir" gibi anlı şanlı paşalarımız da Sincan’da tankları yürüterek, bizim masum, cici, şanlı Refah Partisi iktidarını alaşağı edivermişler... Ve bir kez daha olan günahsız, kusursuz, hatasız, yüce gönüllü inananlarımıza olmuş... Yani yine keleğe getirilmiş bizim garibanlar... * * * Gülüyor musunuz? Ne gülüyorsunuz yahu? Ben bu tuhaf hikáyeyi, İslami kesimin en ciddi yayın organı olan Yeni Şafak’ın dünkü nüshasında okudum... Üstelik öyle kıyıya köşeye sıkıştırılmamış, 19 sütuna sürmanşet olarak yayınlanmış... Okudum, hem eğlenerek, hem de ibret alarak... Eğlendim, çünkü malzeme gerçekten eğlendiriciydi... İbret aldım, çünkü "Başlarına gelen bütün felaketleri, başkalarının kendileri üzerlerine kurduğu komplolarla izah etmeye yatkın olanlar"ın iyileşmelerinin hiç de kolay olmadığını bir kez daha fark etmiş oldum...
  22. Bu forumda yazan arkadaşlardan biri şu satırları yazmış... İlk bakışta çok masum ve ne kadar da nitelikli bir arayış, anlama, ardından gelen bir kabul ve inançta buluşma olarak göze çarpıyor... Şimdi bu arkadaşa sormak lazım... Ola ki; kendi çocuğu yada bir yakını, yada bir tanıdığı çeşitli kıyaslamalar sonucu kendi inancı dışındaq bir tercihte bulunsa yaklaşımı ne olacaktır? Kendi çocuğu dedik en önemliside bu!.. Çocuğu Üstadının beyin yıkama tekniklerinden kurtularak bir başka dini yada ateistliği tercih etse ne yapacaktır?.. Gerçekten de İslamiyette kişilerin inanç tercihleri bu kadar özgür mü? Yoksa islamiyeti tercih edene kadar özgür, İslam inancından dönmeye kalkmak "irtidad" mıdır? *** Şimdi bir soru daha sormak gerekiyor... Demek ki insanlar araştırarak kendi tercihleriyle dinsel inançlarını seçebiliyorlar... Hani denildiği gibi bu doğuştan "Allah" düşüncesi ve "İslam" inancıyla dünyaya geliniyor ise...Araştırarak seçmek ne demek oluyor?... Herşeyi bilen ve her şeyi yanıtlıyan bu arkadaşımız inancını kendi tercihine göre seçtim ifadesini bir ajitasyon,bir misyoner mantığıyla yazmadıysa eğer... İnsanların ilk araştırmalarında yanılgıya düşme ihtimalini da gözden kaçırmamak gerekiyor... Bu taktirde Üstadı çıkıp deseki, Ben tüm inanç sistemlerini enine boyuna takrar araştırdım ve islamiyetten şu inanca geçtim... Herşeyi bilen ve her şeyi yanıtlıyan bu arkadaşımızın "Ruhsal" ve inanç dünyası nasıl bir çalkantıya girecektir? Gerçekten de İslamiyette kişilerin inanç tercihleri bu kadar özgür müdür? Yoksa islamiyeti tercih edene kadar özgür, İslam inancından dönmeye kalkmak "irtidad" mıdır? *** Bu konu üzerine yine bu başlıkta ele alınan aşağıdaki yazı da dikkat çekici... Ama o satırları yazan "Herşeyi bilen ve her şeyi yanıtlıyan" arkadaş bile bu yazılanları es geçmiş...
  23. Sevgili BRAİN; TAKLAMAKAN... Ne anlatılmak istendiğini "Yüce UÇAN" dan bu forumda ilk bahsedildiği andan beri biliyorum elbette... O yazının nedeni, konunun biraz daha farkına varılması için bir fırsat yaratmaktı... Özellikle Allah fikrini soyuttan gerçekliliğe atamış kişilerin... "Yüce Uçan"ı bu kadar ciddiye alıp kendi tanrılarıyla kıyaslanamayacağını safdillikle savunan bazı arkadaşların dikkatini çekmekti amacım... Yüce "Uçan" la Yüce "Allah" ın, ikisininde aynı soyut kavramlar...İkisininde insan zihninin eseri olduğu yada olabileceği konusunda... Umarım biraz daha farkındalıkları artmıştır...
  24. Her Din ve dinsel inanış ilkelerini "Tanrı" düşüncesi üzerine kurmuştur. Oysa; duyuların hiçbirine etkisi olmayan... Duyuların hiçbiriyle hissedilmeyen ve araştırılmayan... Bu soyut varlık "Tanrı" düşüncesi hakkında gerçek düşüncelere sahip olmak, insanlar için mümkün değildir. Çünkü bütün düşüncelerimiz ve duygularımız aracılığıyla bizde bir etki yapan, Uyarılarda bulunarak var olduğunu bize kanıtlayan şeyler, Maddelerin, şeylerin belirgin özellikleri ile görüntüleri, simgeleri, tasvirleridir. *Zihinlerde oluşturulan düşünceler, varsayımlar dışında bir konusu, bir maddesi olmayan "Tanrı" (Allah) fikri, Soyut bir varlık olmasının dışında gözümüzün önüne ne getirebilir? *Böyle bir düşünce, (Yanlış ve yersiz düşünce, bir evham ) değil midir? *Böyle bir düşünce, (Olmayacak bir şeyin olacağını sanma, bir vehim ) değil midir? *Zihin dışında bir ilkel örneği, asıl nüshası (Benzeri, aynısı, kopyası) bulunmayan soyut bir fikir, (Olmayacak bir şeyin olacağını sanma, bir vehim) bir kuruntudan başka bir şey midir? *tna
  25. Bence Brain; Yüce "Uçan" la Yüce "Allah" ikiside aynı kavramlar... Çünkü ikiside soyut... İkiside insan zihninin eseri... Yüce Uçan'a inananlarda Yüce Allah'a inananlarda aynı şeyi yapıyor, aynı çelişkiye düşüyorlar... Gerçek yaşama "Kendi yapay pencerelerinden bakıp" gerçeğin üstünü soyut kavramların felsefesiyle örtüyorlar... Yada aynı ifadelerle "Kendi yapay pencerelerinden bakıp" her an nefes alarak yaşadıkları doğal yaşamın gerçeklerini... Soyut varlık ve kavramların etkisi altında yine kendi yapay zekalarıyla yalanlıyorlar...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.