Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. *** Bütün bilimlerin dışında olan konusu yalnızca anlaşılmaz şeyler ve soyut kavramlar olan bir bilim vardır. Bu "bilim", duyu ve duygularımızla, araştırılmayan ve değerlendirilmeyen soyut kavramları ele alır ve inceler. Ele aldığı konular ve ulaştığı sonuçlar insan aklına ve zekasına sürekli bir hakarettir. Bu bilimin bilim adamları olan, (Peygamberler, Din alimleri, Hocalar, Hahamlar, Rahipler) kısacası teologlar (ilahiyatçılar), yani "İnanç ustaları" "Eğer"leri, "Belki"leri birbiri üzerine yığa yığa, en açık bilgileri unutturacak ve en olumlu gerçekleri kuşkuya düşürecek ölçüde İnsanların zihnini karıştırmaya yetenekli, birleşme ve ilerlemeden yoksun hoyrat bir sistem, bir manzume (felsefe ) meydana getirebilmişlerdir. İnanç ustaları "Işığı, karanlığa; sağduyu'yu, deliliğe" dönüştürerek gerçek yaşamın yasalarına muhalif olan bir alem oluşturmayı amaçlamış, İnsanların ilkel benliğine hitap ve etki ederek bunu büyük ölçüde başarmışlardır. Korktuğunda, insanın düşünme, değerlendirme, yargılama yapma yeteneğini yitiriyor olmasını çok iyi değerlendiren inanç ustaları, Öteki alemler için onların içine korkular salarak, ortaya attıkları soyut kavramların anlamsız ve geçersizliği ortaya çıktıkça da Onlara akıl ve muhakemelerine güvenmemelerini de öğütleyerek onları artık her şeye inanır, hiçbir şeyi araştıramaz hale dönüştürmeyi Ve insanların ilkel benliğine hitap ederek "en çok mümkün olmayan şeylerin, onlar için en temel şeyler olduğuna" inandırarak Oluşturdukları inanç sistemlerinin soyut kavramları ve ilkeleriyle düşünerek yaşamalarını, ritüelleriyle davranış ve insani ilişkiler geliştirmelerini sağlamışlar İnsan oğlunu "İlerlemeden yoksun bu hoyrat sistemin" yüz yıllardır süregelen etkisi altına almayı başarmışlardır. Bu bilimin yasalarına dayanılarak oluşturulan, gerçek yaşamın yasalarına aykırı bu alemin insan oğluna dayattığı Düzenlenmiş, açık olmayan, belirsiz, karmakarışık sözler ilan edilen dinlerin ilkelerini oluşturmuş, Ortaya atılan bu ilkeler eliyle "doğa", insan için açıklanması mümkün olmayan bir muammaya dönüştürülmüştür; Gerçek yaşam, gerçek dışı alemlere yer açmak için güçsüz ve dermansız bırakılmıştır; İnsan oğlunun "Akıl" ve "Zekası" yerini soyut kavramların "Hayal gücüne" terk etmeye mecbur edilmiştir. Bu sözde bilimin adı (ilahiyat) teolojidir. Bilim adamları (Peygamberler, Din alimleri, Hocalar, Hahamlar, Rahipler) kısacası teologlar (ilahiyatçılar), yani "İnanç ustaları" dır. Konusu yalnızca anlaşılmaz şeyler ve soyut kavramlardır. Bu sözde bilimin felsefesi "Dinsel inanışlardır". *tna
  2. *** Düşünün ki; Yaratılışı, uyruğunun zihnini karıştırmaya çok uygun mutlak bir hükümdar ile yönetilen bir ülke var. Bu hükümdar, bilinmek, sevilmek, itaat edilmek istiyor. Ancak hiçbir zaman kendisini göstermiyor ve her şey hakkında edinilebilen bilgiyi kuşkulu kılmaya, uyruğunun zihnini karıştırmaya çalışıyor. Hâkimiyet ve saltanatına bağlı kavimler, görünmeyen hükümdarlarının karakteri ve yasaları hakkında sözcülerinin verdiği fikirlerden başka fikirlere sahip değil. Sözcüler bile, hükümdarlarının karakteri ve niyetleri hakkında hiçbir fikre sahip olmadıklarını, bu hükümdara giden yolların geçilmesinin olanaksız olduğunu, niyet ve sıfatının bilinmesinin hiç mümkün olmadığını kabul ediyor. Öte yandan, icra aracı olduklarını söyledikleri efendilerinden çıkan emirler hakkında, bu sözcüler arasında birlik yok. İmparatorluğun her ilinde bu emri başka başka ilan ediyor. Birbirlerini küçük düşürüyorlar, birbirlerine hileci, sahtekâr diyorlar, ilanını görev edindikleri emirler, fermanlar açık değil. Bu emirler ve fermanlar, uyruğun eğitim ve aydınlanmasına özgü, ancak bunlar uyruğun akıl erdiremeyeceği, anlaşılmaz şeyler. Gizli hükümdarın yasaları, çevirmenlere, açıklayıcılara muhtaç; ancak bunları açıklayanlar da, gerçek anlamı hakkında sürekli olarak çekişme halindeler. Dahası var. Bunlar kendi kendileriyle de uyuşmuş değil. Gizli hükümdarlarına dair ettikleri söylentilerin tümü bir çelişkiler yumağından başka bir şey değil, hemen yalanlanmayacak hiçbir kelime söylemiyorlar. Bu gizli hükümdarın son derece iyi olduğunu söylüyorlar; oysa onun isteklerinden, emirlerinden şikâyet etmeyen kimse yok. Sonsuz hakim olduğu varsayılıyor; oysa yönetiminde her şey mantığa ve sağduyuya aykırı. Adaleti övülüyor; oysa uyruklarının en iyileri genellikle en az yardım ve iyiliğe erişiyorlar. Her şeyi gördüğü, her yerde hazır ve nazır olduğu temin olunuyor; oysa bu hazır ve nazırlığın hiçbir şeye yararı yok. Düzen ve doğruluk dostu olduğu söyleniyor; oysa ülkesinde her şey alt üst olmuş, karışıklık içinde. Her şeyi o yapıyor; oysa olaylar, ender olarak tasarılarına uygun görülüyor. Her şeyi önceden görüyor, ancak hiçbir şeyin olmasına engel olamıyor. Kendisine yapılan saldırı ve tecavüze karşı sabır ve tahammülü yok; bununla birlikte herkesi kendisine tecavüz edebilmeye güçlü kılıyor. Eserlerindeki bilimselliğe hayranlıkla bakılıyor, oysa çelişkilerle dolu eserleri kısa ömürlü. Sürekli olarak yapmakla, bozmakla, işinden asla memnun kalmaksızın yaptığını onarmakla uğraşıyor. Her girişiminde, kendi büyüklüğünden ve şanından başka bir amaç yok; oysa büyüklüğü ve şanıyla yüceltilmeye hiç ulaşmıyor. Yalnızca uyruğunun refahı için çalışıyor, uyruğu ise çoğunlukla zorunlu ihtiyaçlarından bile yoksun. Armağan ve iyiliklerine erişmiş gibi görünenler, genellikle hallerinden en az memnun olanlar. Bunların hemen tümü, büyüklüğüne hayran olmaktan ve olgun hikmetini yüceltmekten, iyiliğine tapmaktan, adaletinden korkmaktan, asla itaat etmedikleri emirlerine saygı duymaktan ayrılmadıkları hükümdarlarına karşı aralıksız isyan halinde bulunuyorlar. Bu ülke dünyadır; bu hükümdar Allah'tır; vekilleri peygamberlerdir; uyruğu insanlardır. *tna
  3. Tipik inançlılar, bir soruya yanıt vermek ile bir konudaki gerçeği ve doğruyu bulmak arasındaki farkın bilincinde değiller ne yazık ki... *** Bir soruya verdiğiniz cevap, sizin o konudaki delilsiz inancınıza dayanıyor olabilir... Bir bilimsel gerçeğe dayanıyor olabilir, Yada günlük hayatta yaşanan tecrübeler sonucu edinilen önyargılara dayanıyor olabilir... Bir bilimsel hipoteze dayanıyor olabilir, Yada biraz delillerle desteklenmiş, dolayısıyla teori mertebesine ulaşmış bir fikre dayanıyor olabilir... Ailenizden, öğretmeninizden, camide vaaz veren hocadan duyup hazır olarak aldığınız ve sorgulamadan kabul ettiğiniz bilgilere dayanıyor olabilir... Ya da kendi kafanızda bazı delillere dayandığına inandığınız, ama aslında zayıf bir bilimsellik içeren bir yöntem uygulamanız yüzünden aslında geçerli bir şekilde kanıtlamadığınız, fakat bu durumun farkında olmadığınız bazı fikirlerinize dayanıyor olabilir... Fakat yanıtlarınız neye dayanırsa dayansın, şurası bir gerçek ki, bir konuda sizin yanıtınız, o konudaki somut gerçek ile örtüşmek zorunda değildir. O konudaki somut gerçek henüz dünya üzerinde hiç kimse tarafından bilinmiyor olabilir... Ya da biliniyor ama siz bilmiyor olabilirsiniz... Ya da kısmen biliniyor, fakat siz kendi verdiğiniz yanıtlarda boşlukları doldurup, yanıtlarını tamamen veriyor olabilirsiniz... Bir konuda; Kendi tavrınızın ne olduğunu ve yukarıda ifade edilen hangi tür dayanağa dayanarak yanıtlar verdiğinizi dürüst bir şekilde analiz etmediğiniz sürece, hem temel konularda, hem de çok daha basit konularda sıkça yanılmaya mahkûm olursunuz... Özellikle de en temel felsefi konularda, henüz, insanlığın bu aşamasında verilen cevapların tam olmadığını, Dünya üzerinde bu konularda son sözü söylemeye kimsenin otoritesi olmadığını, Açıkça bu soruların henüz yanıtsız olduğunu anlamak ve bu gerçeği kabullenmek zorundasınız... Bu, bu konularda bir inancınız, kabulünüz ya da fikriniz olmaması gerektiği anlamına gelmiyor... Ama fikriniz ne olursa olsun, bunun dayanağının ne olduğunu iyi analiz etmeniz ve bu fikirlerinizi mutlak gerçekler olarak lanse etmemeniz gerekir... *** *** *** Siz tipik inançlılar; Size sunulmaya çalışılan farklı bakış açılarına karşı tutarlı yanıtlar üretme zorlukları yaşadığınızda, Konuları sulandırmak niyetiyle gülmeceler aramak ve... "inanmayanlara dua etmeye devam edin, şöyle sıcak günlerde iyice bi üfleyin" gibi anlamsız şeyler yazmak yerine... Yukarıda anlatılanlar üzerine biraz kafa yormanız gerektiğini de artık kavramanız gerekiyor... *tna
  4. bu ******* insanları "okurken çok gülüyoruz" ifadesini; "Gülüyoruz ağlanacak halimize" diye düzeltmek uygun olacaktır diye düşünüyorum...
  5. İlkel benliğini eğitemeyerek soyut kavramlara inanmak zorunluluğunu duyan insanlar için, karanlık ve esrarlı şeyler, korkular, masallar, kerametler ve sürekli olarak beyinlerini işletecek, yoracak, akla sığmaz şeyler gereklidir. Masallar, inanılmaz cin ve cadı hikayeleri, sıradan insan ruhu için, yaşamın gerçeklerinden daha çekicidir. *** Din konusunda da bu böyledir. Dinsel inançlar söz konusu olduğunda insanlar "İlkel benlik" ve korkularına yenik düşmüş büyük çocuklardır. Bir din ne kadar "yeri değeri olmayan söz, davranış" ve mucizelerle dolu olursa, onların ruhu üzerinde o oranda tahakküm hakkı kazanır. Sofu, saflıklarına hiçbir sınır koymamak zorunda olduklarına inanırlar. Bir şey ya da şeyler ne kadar çok anlaşılmaz olursa, onlara o oranda ilahi görünür. Bu şeyler ne kadar az inanılabilir olursa, bunlara inanan insanlar, o oranda erdem ve üstünlükler olduğunu sanırlar. O nedenledir ki; İnsanların ilkel benliğine hitap eden "İnanç ustaları" en çok mümkün olmayan şeylerin, onlar için en esaslı şeyler olduğuna insanları inandırmayı başarmışlardır. Çünkü; DİN, İNSANLARIN İLKEL BENLİĞİNİ SOYUT VARLIKLARIN MUCİZELERİYLE KANDIRIR... O nedenle sabah namazlarında meleklerin şahitliğine inanmak ve bu ifadeleri "Harika Bir Paylaşım " olarak değerlendirmek buna inanmış insan ruhu için, son derece doğal ve yaşamın gerçeklerinden daha çekicidir... *tna
  6. Misilleme: Gözaltına alınan emekli paşalara yöneltilen suçlama “Terör örgütü kurmak ve yönetmek” Suçlama ilginç. Fethullah Gülen’e yönelik suçlamanın neredeyse aynı... Ortada net bir “Misilleme” kokusu var. Bu arada Antalya’da gözaltına alınan emekli Albay Atilla Uğur hakkında ilginç bir bilgi geldi. Albay Uğur, bir dönem Jitem’in “Teknik takip” biriminin komutanlığını yapmış. Bir dönem Başbakan Erdoğan’ın “En yakın” adamı olan AKP milletvekili Turan Çömez’in Ergenekon’la ne gibi bir bağlantısı olabileceğini bilinmiyor... Ancak bilinen bir şey var... Turan Çömez son dönemde AKP aleyhine belge ve bilgi dağıtım merkezi haline gelmişti. Çeşitli bakanlarla ilgili yolsuzluk iddiaları içeren belgeleri basındaki bazı kişilere ulaştırıyordu. Gerçi bu belgeler çok da güvenilir olmayan 2. sınıf iddiaları içeriyordu ama Turan Çömez’in elinde çok daha önemli belgeler olduğuna ve bir gün bunları da sızdırabileceğine inanılıyordu. Çömez’in Ergenekon’la ilişkilendirilmesinin nedeni bunlar olabilir. 1 yıldır tutuklu olan yazar Ergun Poyraz’ı da unutmamak lazım. Refah ve Fazilet partileri hakkında kapatma davalarında Yargıtay Başsavcılığının sunduğu delillerin büyük bölümü Ergun Poyraz arşivlerinden çıkmış ve yayınlanmış belge ve bilgilerdi.
  7. Amiral Özden Örnek’in ilginç bağlantıları: Ergenekon soruşturması, hepimizin artık öğrendiği üzere Oramiral Özden Örnek’in Nokta dergisinde yayınlanan günlüklerindeki iddialar temel alınarak yürütülüyor. Özellikle işin “Generallerle” ilgili kısmında Oramiral Özden Örnek’in günlüklerinin rolü büyük. Soruşturma kapsamlı bir şekilde yürütülüp, ilgi alanı sürekli genişlerken, günlüklerin sahibi Özden Örnek’in şimdiye kadar, en azından bilindiği kadarıyla savcılığa çağrılmamış ve günlüklerle ilgili ifadesine başvurulmamış olması, aralarında benim de bulunduğum pek çok kişi tarafından “İlginç” bulundu. Bu gibi olaylarda tesadüflere çok da inanmadığım için, küçük çaplı bir soruşturma yaptım. Ve Oramiral Özden Örnek’le ilgili çok ilginç bazı bulgulara ulaştım. Biliyorsunuz, Oramiral Özden Örnek’in kamuoyunca tanınan bir oğlu var. Yönetmen-yapımcı Tolga Örnek. Tolga Örnek bir dönem çektiği film-belgesellerle halkın önüne çıkmıştı. Tolga Örnek’in çektiği en bilinen iki film-belgesel 2003 yılında gösterime giren Hititler ve 2005 yılında gösterime giren Gelibolu’ydu. Oramiral Özden Örnek’in oğlu Tolga’nın çektiği Hititler filminin sponsorları arasında İMKB, ÇALIK Holding, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, THY, İstikbal ve Nur İnşaat gibi kuruluşlar yer alıyordu. Amiral’in oğlu Tolga Örnek’in diğer filmi Gelibolu’nun sponsorları arasında dikkat çekenler ise şöyleydi: Çalık Holding ve İstikbal. Şimdi diyeceksiniz ki, “Ne var canım bunda. O filmlerin başka sponsorları da vardı. Doğru. Bu yüzden soruşturmamı biraz daha derinleştirdim. Ve çok ilginç başka bir bulguya daha ulaştım. Çalık Holding, yani kamu bankalarının parasıyla Sabah ve ATV’yi alıp iktidarın emrine tahsis eden grup, 2004 yılının Mayıs ayında Çalgaz Doğalgaz Dağıtım, pazarlama taşımacılık Sanayi ve Ticaret AŞ adında bir şirket kurmuştu. Şirketin ortakları Çalık Enerji, Ahmet Çalık, yine Çalık’a ait Altındağ Yatırım, Aksel Goldenberg, Ruben Goldenberg ve Aşer Goldenberg yer alıyordu. Büyük bölümü ve yönetimi Çalık Grubuna ait Çalgaz AŞ, 20 Haziran 2005’te adını değiştirdi ve Naturelgaz Sanayi ve Ticaret AŞ unvanını aldı. Ve sıkı durun şirketin yönetim kurulu üyeliğine Çalık Enerji’yi temsilen Oramiral Özden Örnek’in diğer oğlu, Burak Örnek getirildi. İlginç bir buluşma değil mi! İlginçlik bu kadarla da sınırlı değil. Aynı şirkette Başbakan’ın damadı Berat Aybayrak’ın kardeşi, Sabah ve ATV’nin sahibi Turkuvaz Medya’nın grup başkanı Serhat Albayrak da 1. derece imza yetkisiyle danışmanlık yapıyor. Nokta dergisinin eline nasıl geçtiği hala anlaşılamayan “Darbe günlüklerinin” yazarı Oramiral Özden Örnek’in oğulları, iktidar tarafından medya sahibi yapılan ve bu dönemde rafineri lisansı almayı başaran Çalık Grubu’nun şirketleriyle son derece içli dışlı. Doğrusunu isterseniz ilginç bir “Tesadüf” Tabii başka tesadüfler de var ama bence bunlar kadar önemli değil. Mesela başbakan Erdoğan’ın oğlu Burak Erdoğan Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nden askerliğe elverişli değildir raporu aldığı sırada Oramiral Özden Örnek bu Hastane’nin bağlı olduğu Donanma Komutanı. Ve yine Başbakan’ın oğlu, Tolga Örnek’in Kalendar Orduevi’ne yapılan düğününün davetlileri arasında(Bu bilgi o dönem basına da yansımıştı) Değerli okurlar Türkiye’de çok garip şeyler oluyor. Hem de çok garip *** İşine gelen yargıya saygı duymayı alışkanlık haline getiren kendi hissiyatı,anlayışı,istek ve arzularını tatmin etmediği için farklı görüşteki kişi ve yaklaşımlarını darbe yanlısı ilan edenler... NEDEN: Marmariste şimdi nü resimler yapmaya çalışan 1980 darbesinin liderini aklılarına getirip hesap sormak gibi bir istek ve arzu duymazlarda... NEDEN: Kendilerine muhalif olduğunu tüm türkiyenin bildiği kişileri gestapo yaklaşımlarıyla derdest ederler...?..? *** Ergenekon’daki ilk gözaltılardan bu yana 1 yıl geçti. İddianame tamamlanmadığı halde 1 yıldır tutuklu olan sanıklar var. Peki bu durum yasal mı? Hukukçulardan aldığım bilgiye göre son derece yasal. Hazırlık soruşturması döneminde, tutukluk hali her ay hakim kararı ile uzatılabiliyor. Sınır ne? Sınır yok. Tek sınır bir sanığın 4 yılı aşkın süre tutuklu olarak yargılanamayacağı yolundaki yasa. 4 yılı aşan bir tutuklu yargılanma olamayacağına göre, 4 yılı aşan bir hazırlık soruşturmasında tutukluk hali olmaz. Yani Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz hazırlık soruşturmasını 3 yıl daha uzatabilir ve tutuklu sanıklar 3 yıl daha tutuklu kalabilirler. Burada Türk entelijansıyasının iki yüzlülüğü ortaya çıkıyor. Acaba bu kadar süre dava açılmaksızın tutuklu olan entel, dantel liberallerden biri olsaydı bugünkü gibi sessiz kalırlar mıydı? Elbette kalmazlardı ama çifte standart her yerde içimize işlemiş. Bir kaç hafta önce Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına ve Anayasa Mahkemesi’ni demediğini bırakmayan AKP’liler ve AKP’nin en “Densizi” Dengir Mir Mehmet Fırat dün “yargıya saygı gösterin” diyordu. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına saygı göstermeyenlerin, Tokat ve Ümraniye savcılıkları dışında bir tecrübesi bulunmayan 30’lu yaşlardaki bir genç savcıya saygı göstermeleri acaba hukuka olan inançlarının artmasından mı, yoksa başka nedenden mi siz karar verin. Alıntılar..:fatihaltayli.com.tr_
  8. Duyarlılık,sorumluluk,araştırma ve emek gerektiren bu araştırma için OKUR arkadaşa teşekkürler... Aynı duyarlılıkla bu paylaşımın gerekliliğini önemseyen 'Dayı'ya teşekkürler, saygı ve selamlar... Umulur ki; Sardumyamında vurguladığı gibi, "objektif bir gözle ve akılla okunur bu gerçekler "... Sayın okur'un ve sevgili Dayı'nın emekleri amacına ulaşır.. *tna
  9. *** Bir vatandaş konuşur, "Abdullah Gül cumhurbaşkanı olsun" der. AKP liler, "Vatandaşlar bizi istedi" derler. *** Sade Vatandaşın biri daha konuşur, "Türban serbest olsun" der. AKP liler ve sözde demokratlarI, "İşte demokrasi bu, herkes istediğini söyleyebilir" derler. *** Hükümetten ihale alan işadamı konuşur, "Laikliğin tanımı değiştirilmeli" der. AKP liler ve hükümete yapışık liberaller, sonuna kadar alkışlarlar, "İşte demokrasi bu!" derler... *** Ama yıllarını Hukuk Kitaplarını su gibi ezberlemekle geçirmiş profesörler, yargıtay üyeleri, danıştay üyeleri konuşur. AKP liler ve sözde demokratları ve hükümete yapışık liberaller, "Bunlar nasıl demokrat, burası nasıl demokrasi ülkesi" derler. *** AKP lileri, sözde demokratlarını ve hükümete yapışık liberalleri anlayabiliyor musunuz?... Lastik gibi, demokrasiyi de işlerine gelen yöne çekiyorlar... *** OYSA; Çağı en hızlı, en süratli yakalayabilen toplumlar, HUKUKUNU geliştirmiş olan toplumlar olmuştur. VE; Hukuku yerlerde olan toplumlar, hep yerlerde sürünmeye mahkum olmuşlardır. *tna
  10. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Güncel Konular
    *** Son günlerde yargının tarafsızlığı üzerine yapılan polemikler ve üzerinde oluşturulmaya çalışılan baskı olanca hızıyla devam ediyor... “Yargıtay Anayasa Mahkemesini etki altına almaya çalıştı” diyor hükümet medyası ve (hükümete yapışık) liberaller. Oysa aylardır AB sözcüleri, yabancı hükümet adamları veya kendi köşe yazarlarıyla Anayasa Mahkemesi’ni etki almaya çalışanlar kendileri değilmiş gibi. Madem yargıyı bu kadar önemsiyorsunuz, yedi düvel Türk yargısına hakaret ederken neredeydiniz! Türk yargısı faşist, çağdışı, taraflı, siyasileşmiş diyenlerin karşısına niye çıkmadınız. Niye o zaman yargıyı savunmadınız. Siz savunmayınca yargı kendi kendini savunmak zorunda kalınca niye kızıyorsunuz. Anayasa Mahkemesi’ni onların görüşlerine göre etkilemeye çalışmak serbest, tersi “Hukuksuz ve antidemokratik” Oysa Yargıtay’ın böyle bir şey yaptığı falan da yok. Yargıtay, yargı üzerindeki baskılardan yargıya gösterilmeyen saygıdan şikayet ediyor. Anayasa Mahkemesi dahil tüm yargı üzerindeki baskının sona ermesini istiyor suç oluyor. Anayasa Mahkemesi’ne baskı yapılmamasını istemek Anayasa Mahkemesi’ne baskı oluyor. “Benim Anayasa Mahkemesine baskı yapmamı engelleyerek Anayasa Mahkemesi’ni etkiliyorsun” diyorlar açıkça. AYKIRI SORU: Yargı tarafsız olmalı diyorsunuz. Yargı tarafsız olamaz. Yargı taraf olmak için kurulmuştur. Yargı Anayasa’dan, yasalardan yana taraftır. Yoksa aslında sizi rahatsız eden bu mu! Yargının Anayasa’dan taraf olması mı [!]...? *** *tna
  11. *** Yaşlı kadın, geminin güvertesinde denizi seyrediyormuş ... Hava çok rüzgârlıymış ve şapkası uçmasın diye iki eliyle sıkı sıkı tutuyormuş ... Derken genç bir adam teyzemize yaklaşmış... ' Hanımefendi, kabalık etmek istemem, ama rüzgarın eteğinizi havalandırdığını bilmeniz gerek diye düşündüm.' Teyze hiç oralı olmamış: ' Anlıyorum ama ne yapabilirim ki ... Bu şapkayı iki elimle ancak tutabiliyorum. Yoksa bırakayım şapka uçsun mu ? ' Genç adam üstelemiş: ' Ama hanımefendi, eteğiniz havalandıkça bazı yerleriniz gözüküyor. Onu demek istiyorum.' Teyze adama şöyle bir bakmış ve gülümsemiş: ' Evladım, eteğimin altından görünen 85 yıllık ... Ama ben bu şapkayı dün aldım !' ***
  12. GeceKuşu şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    *** Neleri kaybettiniz bugüne kadar? Çok istediğiniz halde o an uygun olmayan sebeplerden dolayı neleri gözden çıkardınız? Çok değil mi? Sayılamayacak kadar çok. İlk kayıplarımıza bebekken başladık. Bizi seven, bizi besleyen, kirlenince altımızı değiştiren annemizin kucağını büyümeye başladıkça kaybettik. Daha bir kaç ay öncesine kadar ağladığımızda sığınak olan sımsıcak göğsü, büyük bir ağlamayla soğuk bir oyuncağa bıraktık. Büyüdükçe elimize oyuncak tutuşturdular, oynayalım ağlamayı keselim istediler. Ağladık ağladık sustuk. Sevmenin, istemenin kaybetmek olduğunu gördük daha yolun başında... Yavaş yavaş emeklemeye başladık, sonra yürüdük. Yürümenin ilk adımlarında bizi destekleyen ellerimizi tutan elleri kaybettik yine... Konuşmaya çabaladık. Ağzımızdan çıkan her kelime de ilk önce alkışlanmayı öğrendik. Sonrasında konuştukça yerli yersiz sorular sordukça "Sen sus çocuksun. Şimdi sırası değil, konuşma " sözleriyle tanıştık. Çok sevdiğimiz o alkış seslerini kaybettik... Kendi halimizde yaşamayı öğrenmeye başladık. Biraz daha büyüdük yuvaya başladık, evdeki sıcacık yatağımızı oyuncaklarımızı kaybettik. Oyunlar, eğlenceler, yeni çevreler, arkadaşlıklar öğrendik. Öğrenmenin ne demek olduğunu, disiplinin okulda ki yerini gördük... İlkokula başladık, çocukluk yıllarımızı kaybettik. İlkokulda her yeni gün yeni bir harf, hece öğrenirken hayallerimizi kaybetmeye başladık. Sorgulamalarımızı, merakımızı yok ettik... Kim kaç yılında doğdu, o musluktan akan suyla bu havuz kaç saatte dolar, Katmandu'nun başkenti neresi derken oyun oynamayı kaybettik... Her geçen yılda yeniliklere kucak açarken geçmişin değerlerini yok ettik. Büyüklere saygının, küçüklere sevginin gerekliliğini önemsemedik... Ortaokul çağlarında ne olacağım derdine düşüp ilk duyguları kaybettik. Aklımız beş karış havadayken çocuk olmanın verdiği rahatlığı yitirdik. Ergen olduk, ilk aşkları yaşayamadan ağlamamayı öğrendik. Eski doğallığımızı kaybettik... Üniversite yıllarında ilk gençlik hallerimize vahlanıp sorumsuz yaşamayı istedik. Nasıl olsa istediğimiz, hayal ettiğimiz yerdeydik. Hayatımızı kazanacağımız bizi adam ya da kadın yapacak yerde. Kimimiz hayal ettiğimiz okullarımı geleceğin mesleği okullara kaptırdık. Daha başlamadan kaybettik... Mezun olduk, keplerimizi havaya atarken en güzel anlarımızın o üniversite yıllarında kaldığını bilemedik. Kendimizce tek düşünce olan "Ah bir okul bitse" yi " Akşam olsa da eve gitsek" sözleriyle yer değiştirdik. Geçen yıllardaki mutlulukları hep bir sonraki adımı düşünerek nasıl yaşadığımızı anlayamadan kaybettik. Sevgilerimiz oldu ya çok sevildik ya da çok sevdik. Bir gün dost olanı yarın kaybettik. İte kakıla iyice hayatı öğrendik. Yalnızlığın kötü bir şey olmadığını etrafımızdaki dostlarımızdan yediğimiz her kazıkta öğrendik. Kötü olsa da kimseye güvenmemeyi öğrendik. Güven duygumuzu kaybettik... Yeni evler kurduk, yeni aileler oluşturduk. Annemizin, babamızın varlığını kaybettik. Onlar vardı ama kendi dünyamızla o kadar meşguldük ki onlara ayıracağımız vakitleri kaybettik. Sevgimizi tam anlamıyla yaşayamadan hayat derdiyle mutluluğumuzu unuttuk. Elimize geçen fırsatları "Aman vakti değil, aman nasıl olur" derken başkasına vererek kaybettik. Belki doğru anda doğru işler yaptık kim bilir ama hep bir yanımızı eksik hissettik. Hissettik çünkü kaybetmeyi çok erken öğrendik... En kötüsü ne kaybettik biliyor musunuz? Gün geçtikçe yaşama tutunmak adına BİZ OLMAYI KAYBETTİK. Seni seviyorum demenin, zor bir söz olmadığını öğrenemedik. Gördüğümüz sevdiğimiz insanı son kez görecekmiş gibi düşünemedik. Hep yarını düşünüp, hep yarını yaşadık. Ayrıldık, kırıldık, zorlandık, kaybettik ANI YAŞAMANIN MUTLULUĞUNU bilemedik. İçinizdeki sizi kaybetmeden ne olur kendinize bir iyilik yapın ve göze alamadığınız ne varsa onu yapmaya çalışın. Kim bilir biraz ötesini, kim bilir başka neleri kaybedeceğimizi. Kazananlardan olmanız dileğiyle, *** Alıntı:(nazan orer)
  13. 152 Gerçektende..."Açacak bir sözünüzün olmadığı" ortada duruyor... "sizlere göre" "bizlere göre" bir bakış açısı elbette sosyolojik ve siyasi yapılanmayı tahlil etmekte zorlandığı gibi... Kendi algılamaları dışında bir değerlendirmeyi hazmetmekte de zorluklar yaşaması "ve kendine düşman görmesi" çok doğal... Arif ve tarif gerekmeyen yerlerdeki çözümlemeleri yapmak alternatif durduğunuza göre size düşmesine karşın... Aşağıdaki ifadedeki "algılama ve değerlendirmedeki" hatayı belirlemek yine bu satırları yazana yük olarak duruyor... "Yurttaş diğerini onun ne istediğini bile anlayamadan kendine düşman eder..." Bir bütünü ve "ne kadarda olsa, size uymasa da" içeriğin gerçeklilik, geçerlilik ve doğrularını bile görmemezlikten gelmenin ortaya çıkardığı bu yanlış çümleyi şu şekilde düzeltmek gerekiyor... Çünkü yazılanları eğer tamamını atlamadan okudunuz ve değerlendirdiyseniz ve bu sonuca vardıysanız eğer... Ve yazan yurttaşın "Katılmadığınız noktaları eliştirmek...Yada Eksik kalan ifadeleri tamamlayarak katkıda bulunmak daha tutarlı sorumlu yurttaş tavrı değil midir?" yaklaşımına rağmen, yurttaşın tavrı yukarıda yazılanlarsa eğer... O çümle bu satırları yazan yurttaş tarafından şu şekilde düzeltilmesi ve ifade edilmesi gerekiyor... Yurttaş " " diğerinin ne anlatmak istediğini bile anlayamadan kendine düşman kabul eder... yada buna yakın başka bir değerlendirme şu olabilir... Yurttaş " " diğerinin ne anlatmak istediğini anlama çabası bile duymadan kendine düşman kabul eder... İfede ettiğiniz gibi yaklışımlarınızı çözümlemek için "Arif olmak ve "Tarif etmek gerekmiyor... Karşınıdakileri uzlaşmacı olarak görmenin koşulunu sizin düşüncelerinize uygun davranması, yazması ve konuşması olarak algılıyorsunuz... Şüphesiz ki, düşünce, deneyim ve birkimlerinize inanç ve güveniniz tam olabilir...Ve ben dahil herkes için bu geçerlidir... Ancak uzlaşmak sadece ortak değerler ve kazanımlar için aynı noktada buluşma özverisiyle gerçekleşir... "Karşınızdakinin Sizi" düşman yada "Sizin Karşınızdakini" düşman ön kabulleriyle bu ortam ve koşullarının oluşması mümkün değildir... Yaşamın hiç bir döneminde ve ülkede ve kişiler ve toplumlar arasında bu mümkün olamamıştır... Yukarıdaki iletilerde tümünü iyi değerlendirir ve ülkenin yakın ve uzak tarihinin sosyolojik ve siyasi tahlilini yapan yetkin kişileri ve kitaplarını okur sonuçlarını kavramak sorumluluğuyla objektif bir değerlendirme yapabilirseniz eğer... İletilerde ki değerlendirmeleri yapan kişinin kimseyi "düşman" gördüğü yada olmalarını sağlamak için bu değerlendirmeleri yazmadığının hakkını vermeniz gerekirdi... Ancak, anlaşılan o ki yazılan "gerici", "rövanşçı" değerlendirmelerinin kendine söylendiğini kabullenen yaklaşım, bu değerlendirmeleri yapanı "kendisini düşman olarak gördüğü" kaygısına kapılmış... *** Her neyse ne !.. Ben yine de şu ifade edilenlere yine ve yeniden dikkat çekmek istiyorum !.. *** Laikliğin mantığını ne öğrenme, nede öğretme ihtiyacı hissetmeyen sorumlu yurttaşlar... Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan bir seçmen kitlesi... "Cumhuriyet'in, "Laik Demokrasi'nin ve "hukuk devleti'nin gereğini yerine getirmeyen seçilmişler... Cumhuriyetimiz ve Demokrasimiz adına ne kadar da utanç verici. 85 yıl önce Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti için bir kurtuluş savaşını kazanmak gerekti. Şimdi ise Körlerle sağırlar, birbirini ağırlıyorlar. Sonuç ortada; Sonuçlarını hepimiz, bölünerek, çekişerek, sürünerek çekiyoruz... Ve kendilerini"gerçek" demokrat olarak kabul eden "sorumlu yurttaşların", "seçmen kitlesinin", "seçilmişlerin" yerini.., "Demokrasi bilincini" kavramış yurttaşlar alıncaya kadar çekmeye devam edeceğiz... *tna
  14. Okuyacağınız aşağıdaki satırlarda bu başlığı okuyanlara sıradan bir cenaze fotoğrafının öyküsü anlatılacak? Satırların sonunda da bir fotoğraf ve onlara dair bir de şiir? Gerisi de size kalmış? Yani nasıl yorumlayacağınız? Yaşanmış gerçekler karşısında ne önemi var ki onları yok saymanın? Ya da ne anlamı var ki bize uymuyor diye karalamaya kalkıyor olmanın? *** İki adam bir tabutu omuzlamış gidiyor. Biraz dikkatli bakınca adamların zenci olduğu anlaşılıyor. Tabutta yatan da zencidir diye düşünüyor insan ister istemez. Ne olacak, sıradan bir son yolculuk fotoğrafı? Oysa ne yolculuk, ne yolcu, ne de yolcu edenler sıradan! Bir kere tabuttaki beyaz?İki zenci bir beyazı ne diye sırtlamış diye merak edenler için bir hikâyemiz var? *** ?Yıl 1968. Mexico City olimpiyatlarındayız. 200 metre koşusu henüz yapılmış... Amerikalı zenci atlet Tommie Smith ipi ilk önce göğüslemiş ve altın madalyaya hak kazanmış... Gümüş madalyayı kazanan ise Avustralyalı beyaz atlet Peter Norman... Üçüncülük, yine Amerikalı zenci bir atlet olan John Carlos?un. Her sporcunun adının önüne zenci, beyaz sıfatlarını konmasının önemli bir nedeni var. Tabutu taşıyanları ve tabutun içinde yatanı vurgulamak isteniyor... Çünkü tabutu sırtlayan zenciler 68 olimpiyatının 200 metre birincisi ve üçüncüsü. Tabutta yatan ise gümüş madalyalı Norman.? *** Ne var bunda diyeceksiniz. Adamlar beraber koşmuş, o koşuyu unutamamış olacaklar ki, hâlâ ahbaplıkları devam ediyor, içlerinden biri ölünce diğerleri tabutunu taşıyor. Dostluk dersi mi çıkaralım şimdi bundan? Çıkarmayın. Hayır, ille bir şey çıkaracaksanız da öncelikle bir dostluk dersi çıkarmayın. Hikâyenin devamın dinleyin önce: *** ?Her üçünün de 1968. Mexico City?de aldıkları madalyalar son madalyalarıymış onların... Çünkü o 200 metre koşusunun madalya töreni esnasında spor hayatları bitmiş. Hazır tüm dünyanın gözleri üzerlerindeyken, Irk ayrımını protesto ederek dikkatleri bu konu üzerine çekmek istemişler... Siyah bir eldiven almışlar ellerine, eldivenin sağ tekini Tommie, sol tekini de John giymiş... Norman ise ?İnsan Hakları İçin Olimpiyat Projesi Hareketi?nin kokardını iğnelemiş göğsüne... Zencilerin fakirliğini vurgulamak için de çıplak ayakla çıkmışlar kürsüye... Daha o anda, Amerikan Olimpiyat Komitesi siyah atletlerin spor hayatını bitirmiş. Siyahların haklarını savunma cesaretini gösteren Norman?ın da sonu farklı olmamış. Ülkesine döner dönmez spor çevrelerinden dışlanmış ve atletizm kariyeri bitmiş...? Hikâye, sizin de tahmin edebileceğiniz gibi işsiz, aç susuz ve yalnız yaşanan üç hayat, spor hayatları daha başlarken biten, eşleri tarafından terk edilen, toplumları tarafından dışlanan üç genç adamın yaşam hikayeleri... Ağır ağır ve birbirlerinden kopmadan yaşlanması şeklinde devam ediyor? Sonra biri ölüyor, diğer ikisi, 38 yıl önce olduğu gibi, yanında yer alıyor arkadaşının... Üçü de birer madalya alıyor, sonra da inandıkları bir konuda dünyanın dikkatini çekmek için hem madalyalarını, hem de hayatlarını hiçe sayıyorlar... Zenginlik ve lüks içinde geçecek başarılı bir spor hayatı yerine... Aç susuz ama vicdanları temiz yaşamayı tercih ediyorlar... O yüzden bugün onların adını hâlâ unutmadık, o yüzden bugün onlar hâlâ kahraman! Hani okuyanlarınız varsa şairlerin dizelerinde yer verdikleri unutulmazlar gibi? *** Can Yücel?de, Deniz Gezmiş için yazdığı şiirde? ?En uzun koşuysa eğer Türkiye?de de devrim / O onun en güzel yüz metresini koştu? diye başlamıştı. ?Acıyorsam sana anam avradım olsun / Ama aşkolsun sana çocuk / Aşkolsun? diye bitiyordu şiir? Eğer uzun bir koşuysa dünyada da devrim, onun en güzel iki yüz metresini kim, ya da kimler koştu acaba? Hâlâ koşanlar var mı? Yarış henüz bitmedi mi yoksa? Herhalde bitmedi ki, Avustralya?nın 200 metre rekorunu hâlâ Norman elinde tutuyor. Yani tabutun içindeki adam. Ülkesinin spor hayatına son verdiği Norman... O gün, yani 38 yıl önce Mexico City?de koşarken dünya ikinciliğini kazanmıştı... Ama bu skor aynı zamanda Avustralya rekoruydu. O açlıkla boğuşurken ülkesinin parlak sporcuları ha bire 200 metre koştular. 38 yıl boyunca koştular. Ama Norman?ı geçemediler. Tarih bu, sadece insanlarla değil, bazen ülkelerle bile dalga geçiyor işte... *** aşkolsun sana çocuk Elbette Türkiye?de de en uzun koşuysa devrim O, onun en güzel yüz metresini koştu İlk o fırladı en sekmez luverin namlusundan En hızlısıydı hepimizin, İlk o göğüsledi ipi... Acıyorsam sana anam ******* olsun, Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun! Can YüceL *** ***
  15. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Güncel Konular
    Vay ... Bu fakir halkın parasını ona buna peşkeş çeken adam.! Sonunda vatanını ve halkını sevenler bu yaptıklarının hesabını sana soracaklar... Dikili'nin Belediye Başkanına bu eylemlerinden dolayı hakkında soruşturma açıldı... AYKIRI SORU: Belediye başkanı neden böylesine büyük suçlar işledi. Yoksa bu adam Komünistin! teki mi? * Erdek’in Belediye Başkanı AKP ’nin Balıkesir Milletvekili’ne Başbakan’ın oğlunun gemi alması konusunda soru soran vatandaşları tespit edip, hemen ertesi gün evlerini kaçak olduğu gerekçesiyle mühürletti... AKP ’liydi. * Pamukova’nın Belediye Başkanı’na belediyeye ait akaryakıt istasyonunu kiraladığı firma 40 bin Euro değerinde cip hediye etti. Başkan “Çok karlı bir anlaşma yaptık” dedi.... AKP ’liydi. * Odun pazarı ve Tepebaşı belediyelerinde İmar Komisyonu Başkanlarının denetim firması kurarak imar izni işlerini takip ettiği ortaya çıktı. AKP ’lilerdi . * Babadağ’ın Belediye Başkanı’nın kendi kızına usulsüz bir şekilde burs alması hakkında soruşturma başlatan ilçe kaymakamı birkaç gün sonra tayin edildi. Bunun üzerine Kızılay da bütün bursları durdurma kararı aldı... Bu arada belediye başkanı AKP ’liydi. * Kazım Karabekir’in Belediye Başkanı nikâhını kıydığı geline İslam’ın 32 farzını sorarak bir ilke imza attı... AKP ’liydi. * Isparta’nın Belediye Başkanı için yolsuzlukların üzerine giden Belediye Meclisi Başkanı’nı tehdit ettiği iddiasıyla soruşturma başlatıldı... AKP ’liydi. * Halfeli Belediye Başkanı halka içilmez raporlu suyu verdiklerini itiraf etti. AKP ’liydi. Doruk kent Belediye Başkanı rüşvet, yolsuzluk ve uyuşturucu ticareti suçlamalarıyla tutuklandı... AKP ’liydi. * Çorum Belediye Başkan Yardımcısı’na inşaat sahiplerinden kat artırımı karşılığında rüşvet aldığı iddiasıyla dava açıldı, Başkan Yardımcısı görevi kötüye kullanmaktan hapis cezasına mahkûm oldu... AKP ’liydi. * Eyüp Belediyesi’nin Kutlu Doğum Haftası’nda okullara izin almadan dağıttığı broşürde “Örtünmemek günahkâr olmaktır. Başörtü yasağı İslamı hatırlatan her şeye düşman olmaktır” denildi... Belediye Başkanı tabii ki AKP ’liydi. *** Hepsi de her AKP ’li gibi işinin ehliydi. Hepsi de kömür dağıtacak kadar, nohut dağıtacak kadar, pirinç dağıtacak kadar, bunu da sadece hizmet aşkıyla yapacak kadar, ne tesadüftür ki hizmet aşkı seçimler yaklaşırken depreşecek kadar belediyeciliğin piriydi. Ama hepsinin başındaki isim de bu dağıtımın vakıf üzerinden olmasını hesap edecek kadar düşünceli, İstanbul Belediye Başkanlığından edindiği tecrübelerle "eşeğini sağlam kazığa bağlayacak" kadar becerikliydi. *** Dikili’nin Belediye Başkanı ise belediye otobüslerini ücretsiz yaptı. Otobüse binen öğrencileri evinin önüne kadar bıraktırdı. Belediye’ye ait sağlık merkezinde muayene ücretlerini 1YTL’ye, röntgen ücretlerini 6 YTL ’ye düşürdü. Parası olmayandan da bu ücretlerin alınmamasını sağladı. Ayda 10 tondan az su kullanandan ücret almadı. Belediye Ekmek Fırını’nın da üretilen ekmeği 25 Kuruş’a sattı. Ama ne var ki işinin ehli değildi, çünkü AKP ’li değildi. Aklı sıra halktan alıp halka vermişti. Ama becerememişti. Çünkü bunu bir vakıf üzerinden yapmak gerektiğini, vakıf üzerinden ne dağıtırsan dağıt kimsenin sormadığını akıl edememişti. Kim bilir belki de böylesi bir hinlik aklına bile gelmemişti. İşte bu yüzden de suç işlemişti! Suçu kılıfına uydurmayı bilmediği için de elbet cezasını çekecekti! Boş verin, belkide komünistin tekiydi! * * *
  16. Kim kimi fişlemiş biraz daha açarmısınız? *** Kim idealleri keyfine toplumun bir parçasını dışalamaya çalışıyor burada da açık cümleler kurulabilmeli... *** Yazıların bütünününde ne anlatılmak istendiğini kişisel gocunmalardan uzak gözden geçiren bir kişi keyfi ideallerden değil... Laik Cumhuriyetin... Hukuk devletinin vazgeçilmez değerlerinden bahsedildiğini kavramış olması gerekmiyor muydu? *** Yazdıklarınız yukarıda yazılanlara ve şahsıma karşı ise; "Saygılı olanlara saygılar..." derken yazılanlarda ve şahsımda kime karşı saygısız bir davranışa şahit oldunuz? *** Üstü kapalı anlatımlarla sitem üretmek yerine, Katılmadığınız noktaları eliştirmek... Yada Eksik kalan ifadeleri tamamlayarak katkıda bulunmak daha tutarlı sorumlu yurttaş tavrı değil midir? ***
  17. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Güncel Konular
    Vay ***** ... Bu fakir halkın parasını ona buna peşkeş çeken adam.! Sonunda vatanını ve halkını sevenler bu yaptıklarının hesabını sana soracaklar... Dikili'nin Belediye Başkanına bu eylemlerinden dolayı hakkında soruşturma açıldı... AYKIRI SORU: Belediye başkanı neden böylesine büyük suçlar işledi. Yoksa bu adam Komünistin! teki mi?
  18. Devlet adına görev yapan seçilmişlerin beyinlerindeki gerçek düşüncelerini bilemiyoruz, Orada zaten bir hata payı hep var. Ve bir de kuşkuyu arttıracak bu unsurları sisteme sokmak, kabul edilebilir bir şey değildir. Devletin gücünü ve yönetim erkini elinde tutanlar bu nedenle "Laik", "Demokrat" ve tarafsız olmalıdırlar. Tarafsızlığa düşen her gölge, sistemin uygulanabilirliğini güçleştirir. "Millet iradesinin karşısına hukuku koyamazsınız" dendiğinde... Bu ifadeleri alkışlayan milletvekillerinden ne kadar demokrasi beklersiniz... Ve onları hala vekilleri olarak seçenlerde demokrasi bilinci... Güçler ayrımı nedir? Yasama, yürütme ve yargının karşı karşıya olması zaten demokratik toplumun doğası gereğidir. Hukuk (Bağımsız Yargı), milli iradenin karşısındadır zaten. Gerçekte (Yasama)'nın karşısında (yürütme)'nin dengeleyici bir güç olması gerekirdi. Ama Türkiye Cumhuriyeti'nin (Cumhurbaşkanı) da ayni amacın hizmetinde olduğu için, Hukukun bağımsızlığı çılgına çeviriyor AKP'yi? Orduyu saymazsak... Onları hedeflerinden ayıran tek şey kaldı "HUKUK" yani "Bağımsız Yargı"... Baştakilerin "antidemokratik" uygulamalarını alkışlayan kitlelerin büyük bölümü ne yaptıklarının farkında bile değiller. Özgürlük ve eşitlik kavramlarını yerli yerinde değerlendiremeyerek, Demokrasinin temel unsurlarını yok saydıklarının ve sonuçlarının ne olacağının farkında değiller. Trajikomik ama Cumhuriyette asıl sorun, "Rejim karşıtı partiler" kapanınca, hemen yerine yenisinin kurulabilmesi... Halkı dinsel ve mazlum yaklaşımlarla kandırarak tekrar tekrar gelip, her seferinde bedel ödemekten kurtulmaları da bundan... Tabii bir de AKP'nin, her bedeli ödemeye hazır kadroları da unutulmamalı... Uzaydan Demokrasinin tüm kavramlarını benimsemiş, önemsemesini öğrenmiş halk mı getireceğiz... Elbette hayır...Bu nedenle sonuçlarına da katlanacağız. Bilenle bilmeyenin hedefleri aynı olamaz. Bilenler ilim ve bilim ışığında yol alır. Bilmeyenler, havuç peşine koşar. Kendini demokrat sanan ve havuç peşinde koşanlar... Parti başkanlarının eline kâğıdı kalemi alıp, Meclise girecek milletvekillerinin listesini tek başına yaparken rahatsız olmazlar... Kendi adamı seçilmediği için kongreyi iptal edince, antidemokratik olduğunu düşünmezler... Başbakan tek başına cumhurbaşkanı seçerken bunun demokrasiye uymadığını anlamazlar... İktidarın devlette doludizgin kadrolaşması, onların demokratlığına halel getirmez... İktidar partisinin kömür ve nohutla oy toplaması demokrasiyle çelişmez... Milletin parasını kullanan TMSF'nin gazetelerinin, iktidar organı haline gelmesi... Bu "demokratları" asla rahatsız etmez. "Özerk" TRT'nin her dönem iktidar borazanlığı yapması hoşlarına gider. 411 milletvekili oyu dediklerinin aslında R.T.Erdoğan+D.Bahçeli=2'den ibaret olmasını tınlamaz. Kendine don biçer gibi, anayasayı sadece kendi ihtiyaçları doğrultusunda "özgürleştirmesi", onları zafere taşıyacak detaydır. Ve Ne yazık ki bunların sorumlusu da kendini demokrat sanan "gerçek" demokratlardır. Yıllardır demokrasiyi doğru düzgün çalıştıramayıp, beceriksizlikleri ve yiyip yiyip bitiremedikleriyle millete yaka silktirdiler. Rejim karşıtlarının ekmeğine yağ sürdüler. Emperyalistlerin çıkarları, "gerçek" demokratların doymak bilmeyen hırsları...Ilımlı İslam, BOP, AKP, ABD, AB derken Zaten yesek de yemesek de, demokrasi diye bir şey kalmayacak... Ya ümmetçi bir dikta rejimi olacak, Ya da her zamanki gibi, ordu göreve naralarıyla Demokrasi rafa kalkacak... *** Laikliğin mantığını ne öğrenme, nede öğretme ihtiyacı hissetmeyen sorumlu yurttaşlar... Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan bir seçmen kitlesi... "Cumhuriyet'in, "Laik Demokrasi'nin ve "hukuk devleti'nin gereğini yerine getirmeyen seçilmişler... Cumhuriyetimiz ve Demokrasimiz adına ne kadar da utanç verici. 85 yıl önce Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti için bir kurtuluş savaşını kazanmak gerekti. Şimdi ise Körlerle sağırlar, birbirini ağırlıyorlar. *** Sonuç ortada; Sonuçlarını hepimiz, bölünerek, çekişerek, sürünerek çekiyoruz... Ve "gerçek" demokratların yerini.., "demokrasi bilincini" kavramış yurttaşlar alıncaya kadar çekmeye devam edeceğiz. *tna
  19. *** Kendini Demokrat sanan Muhafazakârlar *** Eğitime gereken önemin verilmemesi, İthal şeriatçı ve gericilerin "Demokrasi" ve "Laiklik" üzerine yeni tezler üretip, Kavramların içlerini boşaltarak kafaların karıştırılmasına, fitnecilerin sisteme saldırmasına olanak sağladı. "Cumhuriyetçiler ve ümmetçiler" olarak toplum bölündü. Kendilerini Demokrat sanan bilinçli Şeriatçılar iktidar erkini ellerine geçirdiler... Laikliğin ne olduğu, gerekliliği ve neden anayasamızın "Değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen" maddesi olduğu, Olmazsa nelerin olacağı anlatmadı, anlaşılmasının önü her dönemde kesilmeye çalışıldı... Demokrasi kavramını özümsemiş bir siyasetçinin özelliklerinin ne olması gerektiğini kavrayamamış, "Laik ve Hukuk Devleti" yapısının işleyişini bilmeyen, kendini demokrat sanan muhafazakâr bir toplum kitlesi oluşturuldu... Medeni hukuk ile çeliştiği halde, bir tek İslami kuralı bile devlet idaresine sokmayı savunduğunuzda, demokrasinin çağdaş hukuk kavramlarının içerisine dinsel temelde şeriat hukukunun kavramlarını yamamaya çalışan bir şeriatçı sayılacağınızı kavrayamayan başbakanlar yaratıldı... "Katili devlet değil, maktulün varisleri affeder" veya "Türban konusunda mahkemeler değil, din uleması karar vermeli" dediğiniz an, Zaten artık "TARTIŞILACAK" hiç bir şey kalmamıştır... *** "Din uleması" dediğimiz şahıslar, bu sıfatını nereden alır. Ve bunları "din uleması" yapan kişilerin sıfatları nedir? "Din uleması" sıfatını alan ve veren kişiler, bu yetkiyi kimden alır? Aslında bu başlı başına tartışılacak bir konu... *** Kendilerini Demokrat sanan bu kitleye "Laiklik" nedir diye sorulsa, Çoğu kişi "Din ile devlet işlerinin ayrılması" der. Bu tanımlama Laikliğin kavranması için tek başına yeterli değildir... Öyle olsaydı Sünni diyanet işleri olmazdı. Laiklik, aynı zamanda "Devletin bütün dinlere eşit mesafede de olmasıdır". Peki, Türkiye'de laiklik uygulanabiliyor mu? ... Hayır. Dini siyasete alet edenlerle, sistemi çalıştırmayı beceremeyenler, Uygulanmasını da ellerinden geldiğince hep engellediler... Peki, Türkiye'de laiklik uygulanabiliyor olması neden gereklidir? Olmazsa ve Uygulanamazsa ne gibi sakıncaları olabilir? Örnek verelim: Yargıç oldunuz ve devletin yargı gücünü uygulama yetkisini aldınız diyelim... Sizin kestiğiniz parmak acımaz... Bir süre sonra Budist olmaya karar verdiniz...Ve inancınız gereği olarak Budist kıyafeti ile görevinizi yapıyorsunuz... Bir Müslüman'ın Budist komşusu var ve ondan davacı. Çıktılar karşınıza... Şimdi siz Budist komşunun lehine karar verdiğinizde, Müslüman'ın parmağı acır mı acımaz mı? Başka bir örnek daha verelim; Türbanlı bayan öğretmenin, başını örten bir kız öğrenci ile örtmeyen kıza eşit değerlendirme yapacağından emin olabilir miyiz? Neticede koyu Müslüman öğretmenimiz, dininin yayılmasını ve "doğru" uygulanmasını sağlayarak, cennetle ödüllendirilecek... Ya da... Türbanlı bir Doktor Bayanın, İki acil hastası var... Biri türbanlı biri türbansız... Gereksiz töhmet altında kalma olasılığı var mı yok mu? Polislerin yüzde 70'i Fettullah Gülen sempatizanı dendiğinde, içinizde oluşan duyguyu tartın. Doğrudur veya yanlış, önemli değil. Bu iddiadan ya hoşlanacaksınız ya da rahatsız olacaksınız. İşte ikisi de sakıncalı. İkisi de toplumsal barışı zedeleyen şeyler. Böyle ortamlarda kimse kendini eşit hissetmez, huzur da olmaz, toplumsal barış da olmaz... ***
  20. * * * İspanyada bir laf edip dönüp yangından mal kaçırır gibi hesapsız, zamansız, yersiz, uzlaşmasız bir türban düzenlemesi... Her zamanki gibi ben yaptım oldubittisi. Tabi AKP’nin yerel seçim öncesi türbanlı tabana, tarikat ve cemaatlere ve de Erbakancı cenahtan gelecek olan... "2. defa tek başına iktidar oldular, üstelik % 47 ile ama müslümanların sorunlarına el atmadılar" eleştirisini önlemek için... Bu işe bodoslama daldılar. Ne oldu ne bitti anlamadık herkes hipnotize oldu... ABD den özel büyü üfürük yöntemlerimi geldi ne… Şaşkınlık içinde kaldık bu iş nasıl oldubittiye getirildi... Tepkiler artınca Başbakan Erdoğan herkese sinirlenip öfke kusmaya başladı, sonrada buna bir hitabet üslubu olduğunu iddia etti. Evet kızgın, saldırgan, öfkeli, hiddetli olmakta bir üsluptur ama sokak serserileriyle, mafyanın, feodalitenin üslubudur… Demokratik bir ülkenin başbakanının değil… Tabi bu arada duygu sömürüsü yaparak kahramanlığa soyunma, Donkişot yaklaşımları… Öz yurdumuzda garibiz imaları… Hep eski teraneyle masum millet, mazlum lider ve karşılarında sürekli fesat çıkarıp orduyu kışkırtan kökleri yeniçerilikte, ittihatçılıkta olan tepeden inmeci laikçiler sendromu… İyi de 31 mart vakasının müsebbibi “ittihadı Muhammedi” fıkrasının yayın organı volkan gazetesi yazarı gibi biz batının ahlaksızlığını aldık demenin cumhuriyete karşı anlamı nedir? Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir çiğlik ve seviyesizlikte olan bu siyasi anlayışı ne yazık ki çıkarcı taşra muhafazakârlığı başımıza bela etti. MHP ye gelince; 2. defa AKP ye oy hesaplarıyla alet oldu, nemayı tek başına AKP kapsın istemedi. Oysa MHP tabanı türban için devletle didişen bir taban değil geleneksel Anadolu örtünmesine sahip mazbut insanlardır. Atatürk’e laik cumhuriyete bağlıdırlar, radikal muhafazakâr değillerdir... Yanlış yaptılar. AKP le bir seçim ittifakı ya da hilesi yapmazlarsa bir daha meclise girebilmeleri ne kadar mümkün olacaktır… * * * Sonuç olarak genel bir değerlendirme yaparsak ; Esasen Türkiye’de İran- S.Arabistan tipi bir şeriat devleti tehlikesi yoktur, tehlike gericiliktir, toplumun hızla otoriter-feodal muhafazakarlığa götürülmesidir... Ve de medeniyetler ittifakı, ılımlı İslam projeleri, B.O.D. Projesi [yeni osmanlı projesi iması-vaadi içinde saklı] gibi emperyalist kaynaklı projelere bu ülkenin alet edilerek maceralara sokulmasının başımıza getireceği felaketlerdir, iyi anlaşıla... Atatürk bu milleti insan yerine adam yerine koydu ve adam olma projesi sundu kötümü yaptı?., Ezik, sünepe köleleşmiş bir ümmet olmaktan kurtulup aklı irfanı vicdanı hür kendine ulusuna güvenen yurttaş olmayı, akıl bilimi çağdaş uygarlığı hedef koydu. Şimdi Ey Türkiye Cumhuriyeti halkı bunları mı reddediyorsun?... Aydınlığı değil karanlığımı seçiyorsun, karar ver?.. Ve Cumhuriyete Atatürk’e sahip çık ... Çünkü bu konu temelde "Aydınlıkla...Karanlığın", "Işıkla...Ateşin" savaşıdır. Biri var eder diğeri yok. Osmanlıyı "Karanlık ve Ateş" yok etti, Cumhuriyeti ise "Aydınlık ve Işık" var etti. Karanlığı ve Ateşi seçenler karanlıkta ateşle yok olmaya mahkûmdurlar. Bugün Çağdaş Cumhuriyetin onurlu mücadelesini dimdik ayakta veremeyenler, Gereğini kavrayamayanlar yarın dizlerinin üzerine çökertilip insanlık ve kişiliklerinden ödün vermenin onursuzluğunu yaşayacaklardır… Cumhuriyeti, “Kanla” “İrfan”la kurduk ama bu kan ve irfan Arap acem kanı irfanı değildi. Türkiye toplumunun, Anadolu insanının sevgiye, fedarkarlığa, Hoşgörüye bağlı civanmertlik genlerine, maneviyatına dayanıyordu... Bu toplumu neden ısrarla Araplaştırmak acemleştirmek istiyorsunuz, Çekin elinizi bu toplumun maneviyatından, Vicdanını karatmayın, Ruhunu yıpratmayın, yabancılaştırmayın… Sonunda hepimizi hüsran bekliyor. Bu tarz bir İslamlaştırma bu ülkeyi böler, parçalar, yıkar... Türkiye’yi saha olarak seçenler... Kendinize başka ülkeler, sahalar seçin, düşün bu ülkenin, milletin yakasından… *tna
  21. * * * Bir diğer konu türbanın özgürlükler çerçevesinde türban yasağının kaldırılması olarak ele alınması… Oysa türbanın kendisi başı açma yasağıdır… Kadınların özgürlüğünü kısıtlamadır… Çağdaş anlamda kadın hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması, kadın cinselliğinin baskı altına alınmasıdır… Hele bu haliyle yani baskı ve gönüllü köleleştirme taktikleri neticesinde ise batılı anlayışla bakarsanız bu budur okul cami değildir. Okullar, İnsanların dini inançlarının gereğini yerine getirecekleri değil bilimin gereklerini yerine getirecekleri yerdir… Halkı müslüman olan laik bir devlette islama göre eğitim düzenlemesi ne anlama gelir? Bu kızlarımız başlarını kapamadan iffetlerini koruyamayacakları aczindeyseler, kafalarını aydınlatamamış, kalplerini temizleyememişlerse çağdaş uygarlık yuvası o üniversitelerde zaten işleri yoktur… İlginç bir şekilde çağdaş anlamda “demokrasi” ve “özgürlükler” ve “milli egemenlik” sözleri, batıcılık düşmanı ümmet, biat, cemaat kültüründen gelen islamcılarca telaffuz ediliyor… Eee.. bu da tipik hile-i şerie, ikiyüzlülük… Bunların özlemleri idealleri batılı anlamda demokrasi, temel hak ve özgürlükler mi? Yoksa şeri hukuk ve din devleti mi? Ümmetçilik mi? Siz önce bu kızları türbana girme baskısından kurtarın da ondan sonra batılı anlamda temel özgürlükten bahsedin… Türbana karşı çıkanları kâfirlikle ima etmek yerine “bu kuranda olabilir ama ben kabul etmiyorum” deyin, “ Hile-i şerie, ikiyüzlülük” yaparak toplumu tuzağa çekmek yerine yiğitlik gösterip “ Biz hilafet ve şeriat istiyoruz, Atatürk’ten de laik cumhuriyetten de nefret ediyoruz.” diyerek dürüstlük gösterin… Oysa onlar; bir başka hileli gerekçeyle “Avrupa da, ABD de türbanlı kızlar özgürce üniversiteye gidiyor madem AB ye girmek istiyoruz niye bizde yasak” diyerek kurnazlık yapıyorlar. Oysa onlarda biliyor ki ne AB ne ABD Müslüman, dolayısıyla onlarda bir islam devleti özlemi, amacı güden partiler, kuruluşlar örgütlenmeler yok. Yani onlar için dini bir rejim tehdidi yok. Hele bir olsunda siz görün yasakları, takibatı, Türkiye’yi çok ararsınız. ABD radikal islamı tehdit kabul edip okyanus ötesinden gelip el kaidecileri, talibanı bombalıyor, İran’ı da tepelemek üzere… Kısacası her ülke kendi özel şartlarına uygun ama evrensel ölçütlere de çok ters düşmeden demokrasisini kurar, hak ve özgürlükler tanır aksi kendi sonu olur, anlaşılmayan ya da anlaşılmak istenmeyen, kimsenin işine gelmeyen konu bu… Türkiye’nin tehdit algılamasıyla, Almanya İngiltere Fransa ya da ABD’nin tehdit algısı kendi tarihi ve toplumsal yapısına bağlıdır. Orada yasak değil burada niye yasak veya burada serbest orda niye yasak diyemezsiniz. Eğer makul tarihsel ve toplumsal bir gerekçesi varsa kabul etmek durumundasınız. Üstelik dünyada her yasağın kaldırılması gibi bir demokrasi, hak ve özgürlük anlayışı da yoktur. Şimdi istediğiniz kadar yasa çıkarın bu gerilime kaosa hizmet eder sorunu bir taraftan alıp öbür tarafa koymaktır. Öbür tarafta tıpkı sizin gibi bu işin peşini bırakmaz olan yine Türkiye’ye olur. Devletin rejimin tehdit algılamasına ya saygı gösterir ya da konuyu tehdit algılaması olmaktan çıkaracak gelişmeleri beklemelisiniz. İçte bu toplumun geçmişinde taassup ve istibdada dayalı teokratik monarşi varken, bugün bile hilafet ve şeriat özlemleri açıkça ortaya konurken, akp’nin yöneticilerinin geçmişleri malumken, Danışta’ya türban saldırısının etkileri sürerken, Türban yıllarca şeriat özlemi içeren pankartlar sloganlar görüntülerle yan yana savunulmuş sunulmuşken, Dışta İran, Arabistan şeriatı dimdik ayaktayken yanına Malezya, Endonezya eklenirken, Afganistan ve Pakistan’ın radikal islamı ortadayken, müslüman kardeşlerden, hizbullah ve hamasa kadar tüm radikal islami örgütler harıl harıl çalışırken, Dünyada islam toplumları radikalize olmaya, şiddet eğilimine hızla yönelirken, Taliban ve el kaide terörü ortadayken yani dünyada ve Türkiye’de radikal islam bir tehdit hatta baş tehdit algısıyken; Türkiye cumhuriyeti devletini rejimini halkının hiç de azımsanmayacak bir kesiminin... [üstelik başı örtülüsü ailesinde başı örtülü olanlar bile] bu olaya bir tehdit algısıyla yaklaşmasını önleyemezsiniz. Ya devletle rejimle toplumun değişik kesimleriyle uzlaşıp bu işi erteleyecek ya da kavga edeceksiniz, Peki ülkeyi nereye götürürsünüz?…
  22. * * * “B.O.P”, “Ilımlı İslam” projeleri “AKP” derken; Bugün geldiğimiz noktada İslam öyle hale getirildi ki, İslam Allaha teslim olmaktan türbana teslim olmaya doğru gidiyor. Bir “türban perestlik” aldı başını gitti. Türbanın ne olduğu, kökeni ayrı bir konu ama bu tarz ne gerçek türban nede geleneksel başörtüsü, bu tarz sıkma baş diyebileceğimiz başı bohçalama, kundaklama tarzı sonradan uydurulmuş ithal siyasi bir tarz. Üniversitelerde okumaya hak kazanacak zekâya sahip bu genç kızlarımız hangi akıl mantık ve vicdanla, bu çağda kuranın örtünmeyle ilgili hükümlerinden bugünkü türban tarzını çıkarabilmişlerdir. Tabi kendileri hür iradeleriyle bunu çıkarmadılar öyle olsaydı kendileri bilir denirdi ama bu tarz onlara sunuldu, sonrada dayatıldı onlarda hiç araştırmadan düşünmeden -ki yüzlerce akletmez misiniz ayetine rağmen- kabullendiler. Oysa Üniversitelerde okumaya hak kazanacak zekâya sahip bu genç kızlarımız (pekala bir ilahiyatçı kadar bu konuya vakıf olabilir, ayetleri geliş zamanına yerine şartlarına ve ayette, amaçlanana göre değerlendirebilirlerdi.) Neden aklı, irfanı, vicdanı hür olamadılar, bugün önlerine sunulan, onlara ve topluma dayatılan yüzyıllar önceki ulemanın yorumlarına teslim oldular? Bu eğitimli cehalet değil de nedir?.. * * * Meselenin diğer bir boyutu bu kızlar, kadınlar kendi özgür iradeleriyle kuranı okuyup kendi vicdanlarıyla bu örtünme kararını almadıkları herkesçe malum olduğu gibi, büyük çoğunluğu aile ve içinde yaşadıkları çevre baskısıyla kapandılar. Bu baskının arkasında tarikat, cemaat, parti, cami, kurs, yurt, yaygın ev toplantıları, maddi çıkar [yardım, iş] ve hatta koca bulma gibi çok yönlü etkiler var bunlar herkesin bildiği, farkında olduğu gerçekler ama söylenen “Rabbimizin emri” tabi inandırıcı değil. Örtünmenin iffetin korunması amaçlı bir umde olmasına rağmen, bu moda türbancılığı öyle bir görüntü sergiliyor ki karşı cinsi en cezp edecek tarzdan, başta türban etekte derin yırtmaç, ayaklar çıplak ojeli, bedeni sıkıca saran tüm hatları belli eden giyim, yüzlerde altı okka makyaj, oğlanlarla sarmaş dolaş, bu ne perhiz, rabbimizin emriymiş hadi canım sizde bırakın Allah aşkına… Şartlar ortam imkanlar değişse türbanlar çarşaflar fora olur bunu bal gibi herkes biliyor, çok az politize edilmiş kemikleşmiş kesim kapalı kalır. Eskiden köyden kente gelenler başlarını açardı özellikle 80’lerden sonra güçlenen tarikat ve cemaatlerle malum partiler ve belediyelerinin organizasyonlarıyla türbanlaştırıldılar, yani insanlar kendi inançları gelenekleri göreneklerine bağlılıkları nedeniyle değil birilerinin bilinçli olarak paralarını, imkanlarını bu işe kanalize etmeleriyle muhafazakarlaştırıldılar, politize edildiler.. Bütün bu ve buna benzer gelişmelerin, dinin kul ile Allah arasında toplum üzerinde baskı oluşturmadan, şekilden çok vicdanen, ahlaken hoşgörüyle yaşanmasını sağlıklı gören laik anlayışına ters bir gidişat olarak görülmesi çok doğaldır. Çünkü laiklilik her alanda olduğu gibi özellikle dinsel alanda aydınlanma çağdaşlaşma uygarlaşma projesidir. Dinsel hayat köhnemiş cehaletin hurafe karanlığına batmış, demokrasi temel hak ve özgürlükler düşmanı kerameti kendinden menkul şeyhlerin, hocaefendilerin yozlaşmış tarikat ve cemaatlerin feodal bir yapıyla politize olmuş muhafazakârlaşmasına bırakılamaz.
  23. RÖVANŞ GERİCİLİĞİMİZ VE İTHAL ŞERİATÇILIĞIMIZ Bugün yaşadığımız türbanda simgeleşip ayyuka çıkarılan "laik-anti laik", "ilerici-gerici" gibi toplumu kutuplaştırıp geren, kaosa sevk eden, geçmişte muhtıralara, ihtilallere yol veren rejim sorununun kökleri uzak ve yakın geçmişimizdedir. * * * Gelelim ikinci cenaha ithal şeriatçılara; 2.dünya savaşı ve sonrası iki kutuplu dünyada soğuk savaş döneminin getirdiği, ABD’nin Sovyet yayılmacılığına karşı geliştirdiği yeşil kuşak stratejisinin yarattığı radikal siyasi İslam ideolojisinin ülkemize armağanı ithal şeriatçılıktır… Komünizme karşı İslam ülkelerini, müslümanları dinsel kışkırtmalar ve örgütlenmelerle mücadeleye sevk için dini politize eden NATO, ABD planları ve ülkemizde de çok partili hayata geçişle su yüzüne çıkan rejim muhalifliği ve de bu iç ve dış siyasi gelişmelere alet olan korkak, kişiliksiz kendi ikballeri peşinde koşan politikacılarımız, devlet adamlarımız nedeniyle laik cumhuriyetin rotasından saptırılmış, önce köy enstitüleri komünist yetiştiriyor diyerek bu çerçevede kapatıldı yerine antikomünist yetiştirecek bolca imam hatipler açıldı. İBDA, MTTB ve Milli görüşçülük adı altında siyasal İslam oluşturuldu. Akıncılar, mücahitler derken imam hatiplere kız öğrencilerin alınması gibi bir garabete geçildi ve bu günlere gelindi. İthal şeriatçıların temel felsefesine göre İslam hem uhrevi hem dünyevi hayatı düzenler dolayısıyla devlet düzenidir... Ve laik cumhuriyet başarısızdır rejim değişmelidir. Tabi bunlara şunu söylemek gerekir; Peygamber zamanında günümüzdeki siyasi rejimler, ideolojiler, devlet yönetme sistemleri vardı biliniyordu uygulanıyordu da Peygamber bunlara rağmen mi din ve dünyayı bir tuttu? O çağda o ortamda tabii ki uhrevi ve dünyevi olan iç içeydi. Bunlar mısır “el-ezher müslüman kardeşleri”, “iran ve Lübnan hizbullahı”, “Filistin haması”, “Afganistan, Pakistan, talibanı”, “suudi vahhabiliği” hatta “el kaide” bağlantıları olan, onlarla aynı ortamlar aynı organisazyonlar içinde bulunmuş “arap-acem” İslam anlayışının fanatik sempatizanlarıdır. Yine bunlar her konuyu dinsel olarak rejime karşı düşmanlık ve protestoya dönüştürdükleri gibi türbanı da rejimi yıpratmak ve İslami politizasyon için bayrak olarak kullandılar, rahmet olması gereken dinin zahmet olması için ellerinden geleni yaptılar, sonrada mazlum mağdur pozisyonununa geçtiler. Müslüman kardeşler, hizbullah, hamas yöntemleriyle fakir cahil varoşları kaynağı belirsiz paralarla yarattıkları imkanlarla tavlayıp, devşirerek “selamünaleyküm-Allah razı olsun” la parolalaşan, dincilik ve dinsel söylemlerden nemalanan bir alışveriş müslümanlığı yarattılar. Şekli tamamla söylemi dillendir yani çıkarcı ve dalkavuk bir müslüman ol sadakayı kap, işi al. Hangi samimi müslümanlıktan bahsediyorlar? * * * Bu iki rejim muhalifi cenahın günümüzdeki durumu 11 Eylül saldırılarından sonra ABD nin radikal islamın başını ezmek için yola çıkmasıyla hangi çerçevede devam edecektir… “ B.O.P”, “Ilımlı İslam” projeleri derken “AKP” tam da bu ortamda ortaya çıkmıştı… İlginç…
  24. RÖVANŞ GERİCİLİĞİMİZ VE İTHAL ŞERİATÇILIĞIMIZ Bugün yaşadığımız türbanda simgeleşip ayyuka çıkarılan "laik-anti laik", "ilerici-gerici" gibi toplumu kutuplaştırıp geren, kaosa sevk eden, geçmişte muhtıralara, ihtilallere yol veren rejim sorununun kökleri uzak ve yakın geçmişimizdedir. * * * İlki Osmanlıcı rövanş gericiliğidir; Osmanlının son yüzyılından gelen batılılaşma ve ıslahatlar karşıtı İslamlaşma yanlılarının uzantılarıdır, meşrutiyet İslamcıları diyebileceğimiz bu cenah laik cumhuriyeti hazmedemeyen, hesaplaşmak isteyen; hilafet, saltanat ve şeriat yanlısı işi ecdatperestliğe vardırmış Osmanlıcı rövanş gericiliğidir. Bunlar; Osmanlı'da başlayan ıslahatlara batı taklitçiliği diyerek karşı çıkan, Osmanlının çöküşünü İslam'dan uzaklaşmak, İslami kaidelere riayetsizlik, her şeyin batı taklidi olması nedeniyle toplumun yaşadığı manevi çöküşe bağlayıp, çareyi aslına İslama dönmekte bulan ve de kurtuluş savaşının saltanat ve hilafeti, islamı kurtarmak için yapıldığını iddia eden, Cumhuriyetle hele hele laiklik ve devrim kanunlarıyla hayal kırıklığına uğramış bir kısmı istiklal mahkemelerinde yargılanmış, sonrasında takibatlara uğramış olanlar ve onların derin etkisinde kalan çocukları, öğrencileri, cemaatleridir... Bunlar; Atatürk ve cumhuriyeti de benzer gerekçelerle batıcılıkla, dinsizlikle, dine dindarlara yasaklar getirmek dini toplum hayatından dışlamakla itham etmişler, Cumhuriyet yönetiminin şanlı ecdadı, Osmanlıyı inkar edip, karaladığını, toplumu tepeden inmeci otoriter baskıcı yollarla zorla değiştirdiklerini; dinden ve ecdattan, geçmişle, inançlarıyla olan bağlarından kopardıklarını iddia etmişler, Atatürk ve laik cumhuriyete karşı hınçlanmışlar, kinlerini sonraki kuşaklara taşımışlar bir rövanş peşine düşmüşlerdir. Bu açıdan 2023 onlar için çok önemli bir hedef tarihtir... Esasen bunların özellikle bugüne gelen uzantıları olanlar yani mezar taşlarıyla övünüp mezardakileri diriltmeye çalışan beyni yıkanmışlar Osmanlının yanından yöresinden geçemezler. "Osmanlı" hiç şüphesiz çok büyük çok şanlı bir medeniyettir ama tıpkı "Selçuklu" gibi dönemini tamamlamış bitmiştir. Mezardakiler günahları sevaplarıyla rahat bırakılmalıdır, hadler bilinmeden ham hayaller peşinde koşulmamalıdır. Tabi bunlara karşı söylenecek çok şey vardır... Bir kere Atatürk ve laik cumhuriyet dine değil dinin suiistimaline [siyasete, ticarete, feodaliteye alet edilmesine], Osmanlıyı da geri bırakan her gelişmeye karşı çıkan bağnazlığa, yasakçı, günahçı taassuba, hurafelere, örümcek kafalı kara cahil, miskin kaba softalığa karşıydı... Bunlara karşı mücadele vermişti? Evet, laiklik dinsizlik değildir ama dinin suiistimali ve dine göre devleti düzenlemekte değildir. Kurtuluş savasının hilafet ve saltanatı kurtarmak için yapıldığı iddiasına gelince; Hilafet ve saltanat kurtuluş savaşına destekçi, yardımcı mı olmuşlar? Yoksa kurtuluş savaşı onlara rağmen mi kazanılmıştır? Kurtuluş savaşının ödülüne hangi hakla layık olabilirlerdi, hak eden milletti o hak millete verildi. Cumhuriyet yönetiminin Osmanlıya bakışı ise her yeni yönetimin kendinden evvelki yönetime tavır koymasıyla alakalıdır. Şöyle anlatalım; Hz.muhammed ve İslam idarecileri kendinden evvelki müşrik düzenle ilgili nasıl bir tavır almıştır? Müşriklerle bağdaşmış uzlaşmış mıdır? Yoksa onları çok şiddetli eleştirmiş, yerin dibine mi sokmuştur? Aksini yapsaydı İslam İslam olabilir miydi? Ve yine cumhuriyetin tepeden inmeci değişimini de aynı örnekle anlamaya çalışalım, İslam kapı kapı gezip ikna yoluyla mı müşrikleri İslam yapmıştır? Yoksa tepeden inme, tepelerine ine ine mi İslamlaştırmıştır? Demek ki her yeni çığır açan düzen öyle veya böyle aynı durumları kendilerinden evvelkiyle yaşamıştır. Hatalar, yanlış uygulamalar, yaşın yanında kurunun da yanması kaçınılmaz yol kazalarıdır. Elbette cumhuriyet yönetimleri de samimi dindarlar da doğal olarak karşılıklı sıkıntılar yaşamışlardır. Ama bunları bölünmeye, kutuplaşmalara, çatışmalara ancak art niyetli devlet millet düşmanları, kişisel hırs ve emellerini her şeyin üstünde görenler malzeme yapmışlardır. İşte rövanş gericilerimiz sürekli olarak bu gaflet ve hıyanetin içinde olmuşlardır... Bunlar hırs ve hınçla Atatürk'ü İngiliz ajanı, mason, sabetayist vb. karalamalarla toplumun gözünden düşürmeye çalışmışlar ama gelgelim kendileri kapalı kapılar ardında ABD, İngiliz, İsrail elçileriyle, ajanlarıyla işbirliğine gitmişler, mason şeyhlerin ellerini öpmüş, sabetayist şeyhlere tabi olmuşlardır... * * *
  25. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Güncel Konular
    AYKIRI SORU: "Araplaşıyor muyuz?" Böyle deniyor da acaba "Araplar" diye adlandırdığımız ortadoğululara haksızlık mı yapıyoruz.?.. *** Bu soruyu 'Yılmaz özdil' akıcı ve ilginç üslubuyla yanıtlamış...Okumak isterseniz buyrun aşağıda... *** *** Anlaşılan o ki... Bunlarda imam hatip liseleri yok. Nasıl giyineceklerini bilmiyorlar! Yılmaz ÖZDİL

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.