Zıplanacak içerik

sardunyam

Φ Süper Üye
  • Katılım

  • Son Ziyaret

sardunyam tarafından postalanan herşey

  1. Tuna Kiremitçi/VATAN Baba beni okula gönderme! Okula gidersem kitapları görürüm. Görürsem onları okumak isterim.Okursam aklım bazı şeylere ermeye başlar. Aklım ererse de Allah bilir yarın öbür gün, Ergenekon'un 165.dalgasında falan gözaltına alınırım. Gözünü seveyim, gönderme beni okula. Böyle kavruk, böyle azgelişmiş,dünyadan habersiz bir kız kalayım. Kalayım ki ülkemiz üstüne oynanan oyunlara ses çıkarmadan durabileyim. Beni okula gönderme baba. Okulda Türkan Saylan'ın, Erol Manisalı'nın,İlhan Selçuk'un kim olduğunu öğretebilirler. Onları öğrenirsem, Atatürk'ün yapmış olduğu şeyin asıl anlamını dakavrarım yarın öbür gün. Onları öğrenirsem, dünyanın Türkiye'den ibaret olmadığını da anlarım maazallah. Beni okula gönderme baba. Hatta annemle iki kardeş daha yapın, üçümüzü birden göndermeyin. Çok lazım olursa hoca efendinin okulları ne güne duruyor? Verirsiniz onlardan birine, eğitimin başka türlüsünü alırım. Tabii orada aydınlanmayı öğretmezler insana. Reform'u, Rönesans'ı öğretmezler. Galile'nin başına gelenleri, Newton'ı, Darwin'i de öğretmezler. Ya da başka türlü öğretirler. Bu sabah televizyonda Tijen Hanım'ı gördüm, içim sızladı. Sabah sabah kapımı çalıp ellerimi kelepçelenmesini istemiyorum baba. Bırak Mehmet Altan ile Hasan Celal Güzel'in aydın olduğunu, AKP'nin demokratikleşmeyi hedeflediğini, Amerika'nın Türkiye'yi çok sevdiğini zannederek yaşayıp gideyim. "Kardelen" falan olmak istemiyorum baba. İnsanların beyinlerini donduran karı delmeye ne benim ne de senin gücün yeter. Eğer gerçekten seviyorsan, ne olur gönderme beni okula.
  2. İNSAN İNANDIĞINA DENKTİR "Bir şeyin imkansız olduğuna inanırsanız, aklınız bunun neden imkansız olduğunu size ispatlamak üzere çalışmaya başlar." Ama bir şeyi yapabileceğinize inandığınızda, gerçekten inandığınızda, aklınız yapmak üzere çözümler bulma konusunda size yardım etmek için çalışmaya başlar. (Dr. David J. Schwartz) Bilim adamları pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiklerini görürler. Birkaçını toplayıp 30 cm yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyarlar. Metal zemin ısıtılır. Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışırlar ama başlarını tavandaki cama çarparak düşerler. Zemin de sıcak olduğu için tekrar zıplarlar, tekrar başlarını cama Vururlar. Pireler camın ne olduğunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engellediğini anlamakta zorluk çekerler. Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıpla(ya)mamayı öğrenirler. Artık hepsinin 30 cm zıpladığı görülünce deneyin ikinci aşamasına geçilir ve tavandaki cam kaldırılır. Zemin tekrar ısıtılır. Tüm pireler eşit yükseklikte, 30 cm zıplarlar! Üzerlerinde cam engeli yoktur, daha yükseğe zıplama imkanları vardır ama buna hiç cesaret edemezler. Kafalarını cama vura vura öğrendikleri bu sınırlayıcı `hayat dersi`ne sadık halde yaşarlar. Pirelerin isterlerse kaçma imkanları vardır ama kaçamazlar. Çünkü engel artık zihinlerindedir. Onları sınırlayan dış engel (cam) kalkmıştır ama kafalarındaki iç engel (burada 30cm`den fazla zıplanamaz inancı) varlığını sürdürmektedir. Bu deney canlıların neyi başaramayacaklarını nasıl öğrendiklerini göstermektedir. Bu pirelerin yaşadıklarına `cam tavan sendromu`(Öğrenilmiş Çaresizlik)denir. Bir insanın gelebileceğine inandığı en üst nokta, onun kendi cam tavanıdır. Cam tavanınız, hayallerinizin tavan yüksekliğini gösterir. İnsan inandığına denktir. Yapabileceğini düşündüğü kadardır.
  3. sardunyam şurada bir blog başlığı gönderdi: sardunyam's Blog
    36 yaşında bir insanım, kendimce çok şey gördüm geçirdim, çok sayıda insan tanıdım, ilahi adaletin tecellilerini defalarca gördüm, kötülük edip ondan güzellik bekleyenlerin er geç mutlaka ama mutlaka yaptıklarının karşılığını bulduğunu gördüm, Allah'a ve onun adaletine inancım sonsuz, herkes yaptığının karşılığını mutlaka bulur... Bulacaktır... Dinini siyasetine ve çıkarına alet edenler yüzünden dinden soğudum, dindar görünenlerden korktum, ve yazık ki hala aksi ile karşılaşmadım, kim dini siyasetine ya da çıkarına alet ediyorsa onun toplum önünde dindarlığını ön plana çıkardığını görüyorum, inanç Adem'den bu yana her zaman insanlar arasında bir çeşit sömürü sebebi olarak kullanılmakta... Ha bunlar benim inancımı sarsıyor mu, asla fakat bir şey öğretiyor ki, o da, asla ama asla insanlığının önüne dindarlığını koyana güvenme çünkü muhtemelen ardında gizli şeyler saklıyordur... Zaten samimi olan inanç Allah ile kendisi arasında olandır ve bundan kimsenin haberi olmaz... O yüzden dindar olduklarına inanmıyorum, çünkü Allah'a gerçek anlamda inanan, ne birine iftira atar, ne onun şerefi ile oynar, ne haram yer, ne haksız kazanç elde eder, ne gösteriş için şaşalı bir yaşam sürer, ne kul hakkı yer, ne devleti soyar, ne insanlar arasında ayırımcılık yapar... Allah'a inanan dürüst, iyi niyetli, alçak gönüllü, merhametli ve en önemlisi ahlak sahibi olur... Yalan konuşamaz iftira atamaz... Hiç bir din aksini iddia etmez... Fakat dinleri alet edenler bunları yapar aslında buda diğer insanların onlar hakkında sağlama yapmaları için bir göstergedir... Kişiler ne söyledikleri ile değil ne yaptıkları ile değerlendirilir yoksa konuşmaya kalırsa ağzı en çok laf yapan en iyidir demek olur... Ben ilahi adaletin çok yakın zamanda bu topraklar üzerinde tecelli edeceğini ve gerçek suçlularla masumlar arasındaki farkı herkese göstereceğini biliyorum ve yürekten inanıyorum... Çünkü ben Yaratıcının adil olduğuna inanıyorum... Dünyada en zoru bir iftiraya maruz kalmak ve haksız yere cezaevinde yatmaktır... Daha büyük bir işkence çeşidi yoktur...
  4. Profesörden Ergenekon’a ilanlı tepki Ergenekon operasyonuna tepki gösteren ve düşüncelerini ilanla iki kızına açıklayan Prof. Akçetin, “Hoşgörü ortamı nedeniyle Türkiye’ye döndüm ama bu dava aracılığıyla sessiz bir toplum yaratılmak isteniyor” dedi ÇYDD Genel Başkanı Türkan Saylan’ın yanı sıra çok sayıda eğitimciye yönelen Ergenekon soruşturmasının 12. dalgasına, ürolog Prof. Dr. Ziya Akçetin farklı bir tepki gösterdi. Akçetin, operasyona karşı duruşunu gazeteye verdiği ilanla kızları Larissa ve Ceylan’a anlattı. 2004’te Türkiye’ye döndü Akçetin, kızlarına verdiği sözün gereği olarak bu ilanı verdiğini ifade etti. Burslu öğrenci olarak gittiği Almanya’da profesörlüğe yükseldiğini, orada kurduğu yaşamı Türkiye’de 2004 yılı sonrasındaki değişim ortamı nedeniyle bıraktığını ve İstanbul’a döndüğünü anlatan Akçetin, şöyle konuştu: “Türkiye’de bir şeyler oluyor, birçok şey değişiyor. Bizim de orada olmamız, elimizi taşın altına koymamız lazım’ diye düşündüm. Aileme dedim ki, ‘Anadolumuz medeniyetlerin kaynaştığı bir yer. Hoşgörü en üst düzeyde. Biz farklı toplumların bir arada yaşadığı bir toplumuz.’ Ve bu düşünceyle buraya geldik. Ama son günlerde olanlar artık hoşgörünün kalmadığını, aykırı düşünenlerin ekarte edilmek istendiğini hissettiren bir hava estiriyor.” Kanaat önderlerinin bile içeri alındıkları bir ortamda sıradan insanların tepki göstermeye korktuğunu ifade eden Akçetin, “Ben kızlarıma verdiğim sözün gereği olarak böyle bir ilan verdim. Bana yarın ‘Baba niye o zamanlar hiç ses çıkarmadın, niye karşı durmadın’ diye sormasınlar istedim. İşlerin yolunda gitmediğini düşündüğümüz zamanlarda tavır alınması gerektiğine inanan bir insanım. Heykeli dikilecek bir kadın olan Türkan Saylan bugünlerde üzülüyor” dedi. Kızları: Gurur duyduk Ergenekon soruşturmasına karşı olmadığını da vurgulayan Akçetin, bu dava aracılığıyla sessiz bir toplum yaratılmak isteniyor fikrine kapıldığını kaydetti. Larissa ve Ceylan Akçetin ise babalarıyla gurur duyduklarını belirttiler. İşte Akçetin’in ilanı “Yıllar sonra, Nazi baskısına susarak ortak olmuş Alman babalara hesap sorulduğu gibi bana da ‘Baba niye ses çıkarmadın’ dememeniz için ve Türkiye’yi çok sevdiğim için, başta Prof. Dr. Türkan Saylan olmak üzere öğretim üyesi meslektaşlarıma, öğrencilere ve ülkemin aydınlarına hukuk adı altında gerçekleştirilen ve gerçekleştirilecek bütün sindirme operasyonlarına karşı çıkıyorum. Daha önce bu örnek insanlarla yeterince omuz omuza yol alamadığım için de mahcubiyetimi dile getiriyorum.”
  5. sardunyam şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    AKP'ye 2. Rasmussen şoku AB'de Türkiye önergesi: "AB Komisyonu iktidarda kalmak için seçim hilesine başvuran hükümeti bulunan bir ülkeyle katılım müzakerelerini yönetmenin AB ilkelerine uygun olup olmadığını açıklayabilir mi?" Avrupa Parlamentosu’nun Danimarkalı Üyesi Mogens Camre AB Komisyonu’nun Türkiye’deki 29 Mart seçimlerinde hile yapıldığı iddiaları karşısında nasıl tavır almayı düşündüğünü sordu. Camre önergesinde, “Komisyon ayrıca iktidarda kalmak için seçim hilesine başvuran hükümeti bulunan bir ülkeyle katılım müzakerelerini hala yönetmenin AB ilkelerine uygun olup olmadığını açıklayabilir mi?” dedi. Sosyal demokrat kanada mensup Mogens Camre, Avrupa Birliği Komisyonu’nun yanıtlaması istemiyle Avrupa Parlamentosu Başkanlığı’na verdiği yazılı soru önergesine “Türkiye’deki seçim hileleri” başlığını attı. Avrupa Birliği yerel seçimler için Türkiye’ye resmi gözlemci göndermemesine karşın Danimarkalı vekil önergesine “Danimarkalı gözlemcilere göre, 29 Mart Pazar günü Türkiye’de yapılan seçimler birden fazla yapılan seçim hileleriyle sakatlanmıştır” diye başladı. Camre soru önergesine şöyle devam etti: YİNE RASMUSSEN… “Uluslar arası medyaya göre, seçimlerde, saat öğleden sonra 5’te sandıklar kapanmadan önce beş kişi ölmüş ve 93 kişi de yaralanmıştır. Kopenhag Kent Meclisi üyelerinden Danimarkalı Lars A.Rasmussen seçimlerin geçtiği ortamı ‘tamamen absürt’ biçiminde tanımlamıştır. Gözlemciye göre her yer polis doluydu ve atmosfer korkutucuydu.” Önergesinde “Bilgi verenlere göre iktidardaki AKP, seçmenleri, kamu çalışanlarına katılmaları konusunda baskı yapılan parti mitinglerine taşımak için, kamu toplu taşım araçlarından yararlandı” diyen Danimarkalı vekil şöyle dedi: “-Bir başka Danimarkalı seçim gözlemcisi Kopenhag Bölge Meclisi üyesi Serdar Benli, AKP’nin varolmayan 18 bin seçmeni seçim kütüklerine kaydetmeyi denediğini bildirmiştir. 180 kişi ise daha sonra bir ahır olduğu anlaşılan tek bir adreste kaydedildi. -Komisyon, söz konusu seçimleri çevreleyen birçok kuralsızlık karşısında, seçimlerin geçtiği ve sonuçlandığı koşullar hakkında derinlemesine bir araştırma yapıp yapmayacağını, sonuçların geçersiz ilan edilmesi gerekip gerekmediğini açıklayabilir mi? -Komisyon ayrıca iktidarda kalmak için seçim hilesine başvuran hükümeti bulunan bir ülkeyle katılım müzakerelerini hala yönetmenin AB ilkelerine uygun olup olmadığını açıklayabilir mi?”
  6. DÜNYA BUZUL ÇAĞININ EŞİĞİNDE 11.01.2009 İklim bilimi alanındaki büyük ve ilgi uyandıran kanıtlara göre, Dünya şimdi bir diğer Buzul Çağı’nın girişinin eşiğindedir. Uzun – vadeli iklim değişimi bilgi temelimizi sağlayan birçok veri kaynakları, sıcak, on iki bin yıl uzunluğundaki Holocene (şu andaki jeolojik çağ) periyodunun yakın zamanda sona ereceğini ve sonra dünyanın sonraki 100,000 yılda Buzul Çağı koşullarına geri döneceğini belirtiyor. Buzulların merkez çekirdekleri, okyanus sediment çekirdekleri, jeolojik kayıt ve kadim bitki ve hayvan nüfusu araştırmaları, hepsi her biri yaklaşık 100,000 yıl süren Buzul Çağı maksimumlarını n düzenli döngüsel modelini gösteriyor, buzul çağları arasında her biri yaklaşık 12,000 yıl süren sıcak bir periyot oluyor. Çeşitli kaynaklardan toplanan uzun – vadeli iklim verilerini çoğu da bir arada Milankovich döngüleri olarak bilinen üç astronomik döngüyle kuvvetli bir korelasyon gösteriyor. Üç Milankovich döngüsü 41,000 yıllık döngüde dünyanın yana yatmasını kapsıyor; 100,000 yıllık periyotta değişen dünyanın yörüngesinin şekli; ve 26,000 yıllık periyotta dünyanın ekseninin yönünü kademeli olarak döndüren, dünyanın yalpalaması olarak da bilinen Ekinoksların Presesyonu. Milankovich’in teorisine göre, bu üç astronomik döngünün her biri dünyaya erişen güneş radyasyonunun miktarını etkiliyor, soğuk Buzul Çağı maksimumları ve sıcak periyotlar döngüsü üretmek üzere birlikte hareket ediyorlar. Buzul çağı neden sonuç ilişkisinin astronomik teorisinin unsurları ilk kez 1842’de Fransız matematikçi Joseph Adhemar tarafından sunuldu, 1875’te İngiliz dahi Joseph Croll tarafından daha ileri geliştirildi ve teori 1920 ve 30’larda Sırp matematikçi Milutin Milankovich tarafından şu andaki şekline getirildi. 1976’da prestijli “Bilim” dergisi John Imbrie, James Hays ve Nicholas Shackleton tarafından yazılan “Dünya’nın yörüngesindeki varyasyonlar: Buzul Çağlarının Hız Ayarlayıcısı” başlıklı bir makale yayınladı. Bu makale üç bilim adamının okyanus sediment çekirdeklerinden elde ettikleri iklim verileri ve astronomik Milankovich döngülerinin modelleri arasında buldukları korelasyonu tanımlıyordu. 1970’lerin sonundan bu yana, Milankovich teorisi iklim bilimciler arasında Buzul Çağı neden sonuç ilişkisi için hesaba alınan hakim teoridir ve bu nedenle Milankovich teorisi iklimbilim kitaplarında ve Buzul Çağı ile ilgili ansiklopedi makalelerinde her zaman tanımlanır. 1976 raporlarında Imbrie, Hays, ve Shackleton, deniz – sediment çekirdekleri ve Milankovich döngülerine dayanan kendi iklim tahminlerinin iki şekilde değerlendirilmesi gerektiğini yazdılar. Birincisi, sadece gelecek iklimsel trendlerin doğal bileşenine uyguladılar – ve fosil yakıtlar yakmaktan dolayı olan etkiler gibi antropojenik (insan tarafından yapılmış) etkilere uygulamadılar. İkincisi, sadece uzun – vadeli trendleri tanımlıyorlar, çünkü yörünge varyasyonları nı 20,000 yıllık ve daha uzun periyotlarla ilişkilendiriyorlar. Yüksek frekanslardaki iklimsel salınımlar tahmin edilmiyor… sonuçlar sonraki 20,000 yılda uzun – vadeli trendin yaygın Kuzey Yarıküre buzullaşmasına ve daha soğuk iklime doğru gittiğini belirtiyor.” 1970’ler sırasında ünlü Amerikalı Astronom Carl Sagan ve diğer bilim adamları, insan endüstrisi tarafından üretilen karbon dioksit (CO2) gibi ‘sera gazlarının’ felaketsel küresel ısınmaya götürebileceği teorisini desteklemeye başladılar. 1970 lerden bu yana, “antropojenik küresel ısınma’ (AGW) teorisi giderek akademik kuruluşların çoğu tarafından gerçek olarak kabul edildi ve onların AGW’yi kabullenmeleri hükümetlerin AGW’nin kötüleşmesini önlemek üzere çok önemli değişiklikler yapmasını teşvik etmek için küresel bir harekete ilam oldu. AGW teorisinin desteklenmesinde belirtilen kanıtın merkezi parçası 2006’da “Uygunsuz Gerçek” filminde Al Gore tarafından sunulan ünlü ‘hokey sopası’ grafiğidir. ‘Hokey sopası’ grafiği küresel sıcaklıklarda 1970’lerde başlayan ve 2006/2007 kışına kadar devam eden akut yukarıya doğru artışı gösteriyor. Ancak, bu ısınma trendi, 2007/2008 kışı Kuzey Yarıkürede 1966’dan bu yana en derin kar örtüsünü ve 2001’den bu yana en soğuk dereceleri doğurduğunda kesintiye uğradı. Şimdi Kuzey Yarıkürede şu andaki 2008/2009 kışının muhtemelen hem kar derinliği hem de soğuk dereceler açısından eşit olacağı veya daha yüksek olacağı görünüyor. AGW (antropojenik küresel ısınma) teorisindeki ana hata, onun yandaşlarının sadece geçmiş bin yıldaki kanıtlara odaklanmaları dır, geçmiş milyonlarca yıldan gelen kanıtları görmezden geliyorlar, iklimbilimin gerçek anlayışı için zorunlu olan kanıtları. Paleoiklimbilimden (Geçmiş zamanların iklimini, sebeb, sonuç ve etkilerini inceleyen bilim dalı) gelen veriler son küresel sıcaklık artışı için, Buzul Çağı maksimumları ve buzul çağları aralarının doğal döngülerine dayanarak bize alternatif ve daha güvenilir açıklama sağlıyor. 1999’da İngilize “Doğa” dergisi, 1990’lar sırasında Antarktika’daki Rusların Vostok istasyonunda toplanan buzul çağa ait buz çekirdeklerinden türetilen verilerin sonuçların yayınladı. Vostok buz çekirdeği verileri, 420,000 yıl öncesinden itibaren şimdiki zamanımıza kadar küresel atmosferik sıcaklıklar, atmosferik CO2 ve diğer sera gazları ve havadan gelen partiküllerin kaydını kapsıyor. Vostok buz çekirdeği verilerinin grafiği, Buzul Çağı maksimumlarını n ve sıcak ara dönemlerin düzenli döngüsel bir modelde gerçekleştiğini, elektrodiyagramda kalp atışının ritmine benzer bir grafik - çizgisini gösteriyor. Vostok veri grafiği ayrıca küresel CO2 seviyelerindeki değişimlerin, küresel sıcaklık değişimlerinin yaklaşık 800 yıl gerisinde kaldığını gösteriyor. Bunun belirttiği şey, küresel sıcaklarının CO2 değişimlerinden önce geldiğidir veya küresel sıcaklıkların CO2 değişimine neden olduğudur, tersi değildir. Başka bir deyişle, artan atmosferik CO2 küresel sıcaklığın artmasına neden olmuyor; bunun yerine küresel sıcaklıktaki doğal döngüsel artış küresel CO2’in artmasına neden oluyor. Küresel sıcaklığa tepki olarak küresel CO2 seviyelerinin artmasının ve düşmesinin nedeni, soğuk suyun, sıcak sudan daha fazla CO2 tutma kapasitesidir. Karbonatlı içeceklerin, sıcak bir ortama konulduğunda karbonatının veya CO2’nin serbest kalmasının nedeni budur. Karbonatlı içeceklerin, şarabın ve biranın köpüklerinin kaçmasını önlemek için bunları soğuk yerlerde saklarız. Dünya şu anda doğal Buzul Çağı döngüsünün sonucu olarak ısınıyor ve okyanuslar ısınırken, atmosfere artan miktarlarda CO2 salıyor. Isınan okyanuslar tarafından CO2 salınması, dünyanın sıcaklığındaki değişimlerin gerisinde kaldığı için, dünyanın şu andaki buzul çağları arası sıcak periyodunun bitişinden sonra bir diğer sekiz yüzyıl boyunca küresel CO2 seviyelerinin artmaya devam etmesini beklemeliyiz. Vostok buz çekirdeği verileri grafiği, küresel CO2 seviyelerinin geçmiş 420,000 yıl boyunca Buzul Çağı minimumları ve maksimumlarını n doğal döngüsüne direkt tepki olarak düzenli bir şekilde yükselip düştüğünü ortaya koyuyor. Bu doğal döngü içinde, yaklaşık her 110,000 yılda küresel sıcaklıklar ve bunu izleyen CO2 seviyeleri, yaklaşık bugünkü aynı seviyelerde zirveye ulaşıyor. Bugün tekrar zirve noktasındayız ve sıcak ara periyodun sonuna yakınız ve dünya sonraki Buzul Çağına girmek üzere. Eğer şanslı isek, buna hazırlanmak için birkaç yılımız olabilir. Buzul Çağı, her zaman olduğu düzenli ve doğal döngüsünde gibi geri dönecek, antropojenik küresel ısınma etkileri olsun ya da olmasın. AGW teorisi, saçma bir şekilde dar bir zaman genişliğinden alınan verilere dayanıyor ve uzun – vadeli iklim değişiminin ‘büyük resmi’ni amaçsız (düşüncesiz) şekilde ihmal ediyor. Buz çekirdeklerini, deniz sedimentlerini, jeolojiyi, palebotaniği ve zoolojiyi kapsayan paleoiklimbilimden gelen veriler, bir diğer Buzul Çağına girişin eşiğinde olduğumuzu belirtiyor ve veriler ayrıca ciddi ve uzun süren iklim değişiminin sadece birkaç yıl içinde gerçekleşebileceğini gösteriyor. Antropojenik Küresel Isınmanın kuşkulu tehdidi üzerine endişe dünyadaki insanların dikkatini başka yöne çekerken, Kuzey Yarıkürenin büyük bölümünü oturulmaz kılacak olan yaklaşan ve kaçınılmaz Buzul Çağının çok gerçek tehdidi aptalca görmezden geliniyor. Gregory F. Fegel http://english. pravda.ru/ science/earth/ 106922-0/ (Çeviri: Saffet Güler)
  7. Herkesin en nihayetinde ortak olduğu görüş sendikacıların ve siyasilerin işçiler üzerinde bir hegamonya kurdukları gerçeği olmuş ki bu çok doğru, zaten sistemin çürümüşlüğü ve tıkanmışlığıda burada, bu düzen kendisine muhalif ve hakkını arayan kişi ve kuruluşları bünyesine barındırmıyor, kapitalizmin halklar arasında terör yaratmasıdır bu, iş dönüyor dolaşıyor ve hala yeryüzünde kölelik sisteminin mevcut olduğunu hepimize tekrar gösteriyor bizlere izin verildiği ölçüde sesimizi çıkarabiliyoruz ancak gerçekten somut bir adım atmaya kalkanın ensesinde boza pişiriyorlar işte o yüzden sendikaların başına kendileri ile ortak olan ve meydanlara çıkan insanlara "birşey yapıyormuş" gibi bir duygu yaşatan bu ikili anlaşmalardır. Bu kandırmacalar sürer gider sistem tamamıyla çökene kadar, işçi ve halkçılar kimler tarafından sömürüldüklerini görene ve gerçek bir yaptırım uygulayana kadar... Bütün bunlardan sonra insanların neden bilinçlemelerini istemediklerini ve onları din duyguları ile bastırdıklarını çok daha iyi anlamak bize düşüyor... İşin formüllerini bulmuşlar, 1 mayıslarda meydan kavgaları ve halk ve devlet karşı karşıya... Peki ne yapmak lazım? Meydanlara çıkmaktan mı vazgeçelim yoksa bütün olanı biteni kabul mü edelim? Bu devran böyle sürer gider ve hiç kimse hiç bir şey yapamaz diye kadere (!) razı mı olalım? Yoksa işbirlikçi sendikalarında farkında olduğumuzu sendika başkanlarına ve onların patronlarına haykırmak için yine meydanlara mı çıkalım?
  8. Sayın Demirefe, Şimdi burada sizin ifade etmiş olduğunuz düşünceler sadece bir görüşü anlatıyor, göğün direkler arasında durduğunu ifade eden Kuran, size göre yanlış bir bilg veriyor, dağılıp dökülecek olan yıldızlar, size imkansız geliyor, dünya ve evreni bir bütünken (birleşikken) birbirinden ayrılıp yer ve göğü yaratmış olma düşüncesi garibinize gidiyor olabilir... Bu ifadelerden sizin ne anladığınıza bağlı, yoksa ifadelerin doğruluğu ya da yanlışlığı hakkında kimse hüküm veremez, dil bilimi ve kişisel yorumları daima tartışılır bir konudur, geçmişten günümüze kalan pek çok kitapta kullanılan kelimeler o günlerin ifade biçimleridir. Şimdi bilim evreni kuşatan siyah boşluğun aslında boşluk olmadığı görüşüne vardı. Dolayısıyla buna göre yer ve gök arasında (dünya ile evren) birbirlerini ayrı tutan bir çeşit uzay gazı var demek oluyor, bilimin evrenin yeniden kendine kapanması görüşünün çürütüldüğünü söylemişsiniz ya, bunu neye dayanarak söylüyorsunuz, böyle bir tez varsa bile bu herhangi bir şeyi kanıtlamaz ki, evreni kuşatan uzay gazının bu dürülmede etkisi olup olmayacağını şuanki bilgi ile bilim tespit edemez, olasılıkları tartışır, bilim adamlarıda tezler ortaya atar... Evreni sürekli genişletmekteyiz diyen Kuran'ın o zaman bunu nasıl tespit etmiş olacağı konusunda bir görüşünüz var mı? Biliyorsunuz evrenin genişlemekte olduğunu bilim Kuran'ın gelişinden sonra keşfetti, demekki Hz.Muhammet, bunları birilerinden öğrenmiş yoksa nasıl bilmiş olabilir?
  9. sardunyam şurada yorum gönderdi sardunyam'nın blog başlığı içinde sardunyam's Blog
    okuduğun için ben teşekkür ediyorum
  10. Doğru söylüyorsun bilimselci kapatacaksın bütün demokratik kuruluşları, ve hatta Osmanlı'yı yeniden yaratacaksın ve tepeden yönetimi getireceksin ki bak bakalım kimsenin sesi çıkıyor mu? Ondan sonra padişahımız efendimiz R.Tayyip Erdoğan vurun kellesini dediği herkesi "özgürce" aldıracak! R.Tayyip öldükten sonra yerine geçen sevgili oğulları babalarının mirasını devam ettirecek... Kapatacaksın bütün sosyalleşme yanlılarını, bütün sivil toplum kuruluşlarını, açacaksın tarikatleri, kapatacaksın milli eğitim okullarını, açacaksın medreseleri, kapatacaksın hukuk mahkemleri, açacaksın şeriat mahkemelerini keseceksin kol bacak bak bakalım ne oluyor? Ama illaki kadınları susturacaksın ki, en çok onların başının altından çıkıyor bu özgürlük mücadeleleri!
  11. Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyette mi tek tip insan modeli var, yoksa İslam devleti olduklarını iddia eden ülkelerde mi? Bu ülkede 68. yılını kutlamakta olduğumuz fakat ne yazık ki kısa sürede kapatılmış olan KÖY ENSTİTÜLERİ şuanda hala eğitim veriyor olsaydı, bu ülke bugünleri asla yaşamaz ve hatta dünyanın lider ülkesi konumuna gelirdi. Gelişime ve eğitime köylerden başlayan bir hukuk devletinde tek tip insan modeli olması imkanlı mıdır? Hayır, asla değildir. Aşiret liderleri, ağalar ve feodal yapıdan beslenenler kul olmaktan çıkıp birey olmayı öğrenen toplumdan korktular, bu ülkede tek tip olmayı dayatan sistemi varedenler tarikatçi ve aşiretçi zihniyetlerdir. Bunlar ortadan kalkmadıkça asla halk özgürlüğünden söz edilemez. Bir tarikate ya da bir aşirete mensup olup özgürlükten söz etmek abesle iştigal etmek olacaktır. Ülkemizde terörü yaratan ve besleyende bu zihniyetlerdir. Devlet bu konuda yetersiz kalmıştır KÖY ENSTİTÜLERİ'nin kapatılmasından sonra gelişen süreçte hükümet olanların hepsi bu anlayışa hizmet etmişlerdir. Fethullah Gülen'in önünü açan, ona yurtlar ve okullar açıran bu okullarda şeriatçi çocuklar yetişmesine vesile olanlar, aşiret liderleri ile görüşüp onların aşiretine bağlı insanların oylarına talip olanlarda devleti o bölgelerde aciz bırakmışlardır. Yani hükümetler, halkçı düşünmemiş, halkçı davranmamış cuntacılık yapmışlardır... Tek tipi dayatan ve bu durumdan istifade eden devlet değil onu yöneten kişilerdir. Özgürlükçü ve sorgulayan toplumlar bütün yöneticileri korkutur onları aldatmak kolay olmayacaktır, hele din ve etnik konularla, asla mümkün olmayacaktır, o yüzden insanımıza ne dinini, ne de kimliğini doğru dürüst öğretmediler, saptırılmış anlayışlarla ayrımcılık yaratıp, halkları sömürdüler... Bu durumda iş bu iki unsura yakalanmamış özgür halklara düşüyor, yani ne tarikatçi, ne aşiretçi olmayıp yurttaş bilinci ile gidişatı gören halklar bir araya gelmeli ve bu sömürüye son vermelidir.
  12. Veysel ÇOLAK YARA İÇİNDE YARA Bak, bu beyaz karanfil senin aşkaşımın olsun Hohlayıp onunla silersin kalbini Ne zaman yüzüne çalışsam gökyüzü oluyor Göğsün yaz içinde Dağlara bakmaya koşuyoruz birlikte Ama sen sıyırıp gidiyorsun içimi. Bir ırmaktan aktıkça yıkandığım Kılıç için dokunmuştun, ipektin kesinlikle Bana kızdığında kuş seslerine yenilirdin Hızlandırırdın soluğumu Harlı gövdene alıştırırdın Tenin gelip de geceme vurunca Soyunur çoğalırdın İçimde, batığına aşık bir denizin kokusu. Bir bıçağın iki yüzü, huysuz dilin Nerede bir ayaklanma olsa iterdin kendini Dokunsan sönerdi ateş Sabahı uyurduk isteseydin eğer Bir okyanusla yarıştırırdın çıplaklığını Saçlarını topla ki boynunda alanlar açılsın. Alnım kanıyor, üstüme devriliyor uzaklık Alıp gidiyorsun işte geveze günlerini. Aşk değil bu, yara içinde yara ! Dünya, 2001
  13. su

    sardunyam şurada bir başlık gönderdi: Havadan Sudan Konular
    SUYUN DUYGULARI VAR MIDIR? Suya kötü şeyler söylediğinizde üzülüyor, iltifat ettiğinizde seviniyor. Yanında dua ettiğinizde güzelleşiyor. Üstelik bunlar suyun yüzüne, fotoğraflara yansıyor! Güzel bir söz duymak hepimizin hoşuna gider. Suyun da hoşuna gidiyor. Su, aynı bizler gibi, hatta bizden daha da hassas bir şekilde, etrafında olup biten her şeye tepki veriyor. Gürül gürül çağladığı bir şelaledeyken çok mutlu; klorlanmış bir şekilde musluk içinde akarken mutsuz. Sevgi sözcüklerine olumlu tepki veriyor; nefret sözcüklerine olumsuz. Dua edilmesi suyu güzelleştiriyor, berraklaştırıyor. Dinletilen müzik türlerine tepki veriyor. Bütün bunları nasıl biliyoruz? Japon araştırmacı Dr. Masaru Emoto’nun çektiği fotoğraflardan. Emoto, topladığı su numunelerini dondurup eksi beş derecede fotoğraflarını çekti. İnsan eliyle müdahale edilmemiş suların olağanüstü güzellikte kristaller oluşturduğunu gördü. Kirli su kaynaklarından veya musluk suyundan aldığı örneklerse, kristalleşemedi veya deforme olmuş kristaller oluşturdu. Suya müzik dinletildiğinde veya su şişesinin üzerine bazı kelimeler yazıldığında alınan sonuç da son derece etkileyici. “Teşekkürler”, “sevgi ve şükran “melek” yazılı kağıtlarla sarılan şişelerde bulunan su kristalleri dantel gibi ince motiflerle süslü. “Beni hasta ediyorsun. Seni geberteceğim.” yazan şişedeki su ise kristal oluşturmuyor. “Şeytan” yazılı kağıtla çevirili şişedeki su, kapkaranlık bir delik görünümü veriyor. Su, kelimeler kadar, manzara resimlerine de tepki veriyor. Heavy metal türü müzik dinletilen su örnekleri kristal oluşturmazken, klasik müzik veya halk ezgileri dinletilen su yumuşak şekilli, güzel kristaller haline geldi. Dua etmenin de olumlu etkisi olduğunu gözlemleyen Emoto, bir gölün dua etmeden önce ve duadan sonra su örneklerini fotoğrafladı. Duadan sonra su kristali daha berrak ve net bir şekil aldı. Mikrodalga fırın – şeytan benzerliği Emoto, televizyon, bilgisayar, cep telefonu, mikrodalga fırın gibi elektromanyetik dalgaların suya verdiği zararı da çektiği fotoğraflarla belgeledi. Çektiği fotoğraflarda çok şaşırtıcı bir benzerlikle karşılaştı. Suyun Gizli Mesajı’nda yazdığı gibi bu benzerlik şöyle: “Mikrodalga fırında ısıtılan damıtılmış su, “şeytan” sözcüğü karşısında elde edilene benzer bir kristal oluşturdu.” Su insan vücudunun da parçası Emoto, “Suyun Gizli Mesajı” kitabında, su ile yaptığı çalışmanın insan dünyasına da ışık tuttuğunu şu sözlerle ifade ediyor: “İnsan bedeninin ortalama yüzde yetmişi sudan oluşur… Başka bir deyişle bizler büyük kısmı sudan oluşmuş varlıklarız…. İnsanın mutlu ve sağlıklı bir hayat sürmesinin yolu bedeninde bulunan yüzde yetmiş oranında suyun saflaştırılmasından geçer…. Sürgit devinim halinde olan akarsular nispeten saf kalmayı başarmıştır. Durgun su ölüdür. Hasta bir bedende suyun – ya da kanın – dolaşımı genellikle durağan hale geçmiştir. Peki ama bedenimizdeki kan akışı neden durağan hale gelir? Bu durumun duygularımızın durağanlaşmasıyla doğrudan ilişkisi var. Bilimsel araştırmalar ruh halimizin ya da zihinsel durumumuzun bedenimizi doğrudan etkilediğini uzun zaman önce ortaya koydu. İçiniz yaşama sevinciyle doluyken, hayattan zevk alırken kendinizi fiziksel olarak da çok iyi hissedersiniz ama üzüntülü ya da kederli olduğunuzda bedeniniz bunu bilir.” “Hastalıklar toplumun yozlaşmasıyla bağlantılı” Gene kitaptaki ifadelere göre, yaşadığımız ruhsal veya bedensel hastalıklar, içinde yaşadığımız toplumla bağlantılı. Aynı, okyanus içindeki bir damla suyun, bütün okyanusu hissetmesi gibi… Emoto’nun sözleriyle: “ Bedenleri ve ruhları yaralanmış insanlarla karşılaştıkça, hastalık dediğimizin aslında kişisel bir şey değil de, bütün bur toplumun yozlaşmasıyla doğrudan bağlantılı bir durum olduğuna giderek daha fazla ikna oluyorum. Bozulan dünyamız için bir şeyler yapmayıp yaralı ruhlarımızı iyileştirmediğimiz sürece fiziksel hastalıklar yüzünden acı çeken insanların sayısında hiçbir azalma olmayacaktır. …. Dünyadaki bozulma aslında ruhun bozulmasıdır ve bu darbe, etkisini bütün evrende gösterir.” Su kaynağına yakın olmak önemli Şehir koşullarında tertemiz bir pınar suyu bulup içmek hayal gibi. Pınarlardan gelen sular plastik kaplarda giriyor evimizden içeri. Bu sorun kitapta şöyle ifade ediliyor: “ Suyun başka maddeleri çözündürüp taşıyıcılık yapmak gibi eşsiz bir özelliği de vardır. Ne kadar çok maddenin suyun içinde çözünebildiğini bir düşünün; tabii suya yeniden o ilk ve saf halini kazandırmanın da ne denli güç olduğunu da düşünün. Yarı iletken teknolojisinde ve kimyasal fabrikalarda, suyu mümkün olduğunca saf, özgün haline dönüştürebilmek için kullanılan özel su arıtıcılarının ne kadar işe yaradığı tartışmalı bir konudur. Buralarda arıtılan su, her koşulda suda çözünecek katışıklı yabancı maddeleri barındıran plastik (ya da farklı maddelerden yapılmış) depolarda tutulur. … Tertemiz görünen içme sularıyla kaynak sularının pek çok katkı maddesi ve mineraller barındırdığını öğrenmek sizi şaşırtmayacaktır.” Yazılanlar gerçekten düşündürücü. Saf su, ancak su kaynağından içilebiliyor. Belki toprak, tahta veya cam kaplarda taşınması da sağlıklı ama çoğu evde satın alınan plastik damacanalar ve pet şişeler su taşımak için uygun malzemeler değil. Su kaynağına yakın olmanın önemini yabancı şirketler çoktan anlamış olacaklar ki, uluslararası gıda üreticileri ülkemizde bulunan su kaynaklarını birer birer satın alıyorlar. Dünya Ticaret Örgütü de yirminci yüzyılın petrol savaşlarıyla başladığını ancak yirmi birinci yüzyılın su savaşlarına sahne olacağını iddia etmişti. “Kirlilik önce bilincimizde başladı” Emoto, yağmur sularının dahi kirlendiği bir dünyada yaşadığımızdan bahsediyor: “Aslında kirlilik öncelikle kendi bilincimizde ortaya çıktı. Neye mal olursa olsun konforlu bir yaşam tarzı istediğimizi düşünmeye başladık. Bu bencilliğin bizi çevre kirliliğine götürdüğü aşikardı aka durmak bilmedik ve şimdi en ücra köşesi bile zehrimizden nasibini almış bir gezegende yaşıyoruz. Belki de artık insanı kötücül, şeytansı bir varlık olarak görmekten vazgeçmemizin zamanı gelmiştir. Bana kalırsa içimizdeki o eşsiz yetenekleri fena halde azımsıyoruz. Çevre sorunlarının nasıl bu hale geldiğini, insanların neden böylesine karmaşa içinde yaşadıklarını ve uygarlığımızın bizi nasıl bir sona sürüklediğini düşünmeye başladığımdan beri bu projeyi hayata geçirmek istiyordum. Bütün bunların müsebbibinin öncelikle bilim çevrelerindeki çürüme ve yozlaşma olduğunu düşünüyorum; ayrıca otoritelerin bilinçli olarak böyle bir toplum biçimlendirmekte olduklarını da düşünüyorum.” “Suyun mesajı sevmek ve şükretmektir” diyor Emoto. “Sürgit tekrarladığım gibi, sevgi ve şükran duygularının ışığından sapmamayı öğrenmek zorundayız. Şükretmek, sevgiyle dolu bir yürek yaratır. Sevmekse, şükran duygusunu doğru hedefe yöneltmemizi sağlar. Su kristallerinin açıkça gösterdiği gibi, sevmek ve şükretmek bütün dünyaya yayılabilir. Biz insanların çok önemli bir vazifesi var: suyu yeniden tertemiz hale getirip yaşamaya değer, sağlıklı bir dünya yaratmalıyız. Bunun için de ilk önce kendi ruhumuzu temizlediğimizden emin olmalıyız.”
  14. O aslında kendini uçuyor sanıyor
  15. Sayın yam_yam, Kuran'ın gökten bahsederken uzayı ve evreni kasdettiği açıktır. Günümüz terminalojisinde bile gökler derken uzay anlaşılmaktadır. Nasıl olurda 1400 yıl önce gök deyince başka şey anlaşılır oluyor? Uzay ve evren kelimelerinin arapça karşılıklarını bilmiyorum bilen arkadaşlar varsa paylaşabilirler. Ancak ayette geçen göğü genişletmekteyiz sözü bence mucizevi bir anlatımdır, ister göğü yerden ayırmış olarak adlandırılsın sonuçta evrenin oluşumunda bir ayrışım ve oluşum söz konusudur. Kuran ayrıca evrenin (göklerin) sürekli genişlemekte olduğunu söylediği gibi bir gün dürüleceğini (toplanacağını) da ifade etmektedir. Siz bu dürülme (katlanarak) kelimesinden başka birşey mi anlıyorsunuz, bilimin teorisine görede evren genişlemekte olduğu gibi bir gün yeniden başladığı noktaya dönüşecektir der. İnsan konuşmaya başladığı günden bu yana dil sürekli değişmiş ve gelişmiştir dolayısıyla geçmişin anlatımı ile günümüzün anlatımı yüzde yüz örtüşemez hangi dilde olursa olsun... Buda sözcüklerin dilediği gibi yorumlanmasına imkan tanır...
  16. bundan daha gerçekçi olamam, kıvırmadan, dolandırmadan, ben gibi, kendim gibi gerçekçiyim, onlarla aramızda çok büyük fark var ve onlara öğreteceğimiz çok şey var, işlerine gelmez o ayrı şey...
  17. İşkence görmüş insanların ileriki yaşamları boyunca ölene dek bunun acısını içlerinde duyduklarını biliyorum, ve hepsi bu sebeple ciddi depresyon halindeler, 12 Eylül döneminde işkence gören insanlardan bazılarının sonradan kekeme olduğu, bazılarının akıl sağlığını yitirdiği, bazılarının intihar ettiği biliniyor, 12 Eylül bu ülkenin yüz karasıdır, işkence yapan insanların en az bir seri katil kadar tehlikeli, cani ve ruh hastası olduklarını düşünüyorum... Normal bir insan başka bir insana her ne sebeple olursa olsun işkence yapamaz, bunu devlet eliyle yapanlara söyleyecek çok şey var... Bugün iddia olduğu halde darbe planları yaptıkları varsayılanlar olmadık bir şekilde yargılanıyor, onur kırıcı davranışlara maruz bırakılıyor bir başka çeşit işkence yapılıyor... Fakat nedense 12 Eylül dönemi ve sanıkları yargılanamıyor... Bu faşizan uygulamaların, bu insanlık onurunu zedeleyen davranışların 21. Yüzyılda bu ülkede hala uygulanıyor olması ayrıca üzücü ve korkutucu... Ergenekon tertibince tutuklu yargılanan Sevgi Ererenol onca talebine rağmen hala erkeklerle aynı koğuşta tutulmaktadır ve psikolojik işkence altındadır... İşkencecileri lanetliyorum...
  18. sardunyam şurada yorum gönderdi Taylan Abi'nın blog başlığı içinde Taylan Abi'nin Yeri
    Haziran benim ayım, doğum ayım 26 sı Size uğurlu gelir umarım, düğüne gelmek mi, çok teşekkür ederim, kısmet ya neden olmasın ki?
  19. sardunyam şurada yorum gönderdi Taylan Abi'nın blog başlığı içinde Taylan Abi'nin Yeri
    Castro ölmeden gidip bir Havana purosu tüttürmek güzel olurdu... İtalya'ya gidecek olursam seni ararım
  20. demokrasi dersi verelim o zaman
  21. Yahu biz temennide bulunalımda vermeyen zenci olsun sayın Taylan,
  22. Bahsetmiş olduğunuz tüm gelişmelere katılıyorum yalnız bir farkla, 1949 yıllarından sonraki gelişmelerdir. DP, Adnan Menderes'le yönetime geçtikten sonra Türkiye'nin politikası değişmiştir. Batı ile özellikle Amerika ile ilişkiler güçlenmeye başlamıştır dolayısıyla o günlerdne itibaren Türkiye batının talimatları ile yönetilmeye başlamıştır. 1980 darbesini yaptıran bizzat Amerika'dır sizinde söylediğiniz gibi, "bizim çocuklar" tabirini Kenan Evren için kullanmışlardır... Devlet denilen şey soyuttur, yöneticisi olanlar değişken kişilerdir Türkiye'nin uzun yıllardır bir dış politikası yok, hatta iç politikası bile yok, o yüzden günü birlik uygulamalarla son derece ilkel bir yol izlemekteyiz. Devlet denilen soyutu ele geçirenlerin zihniyeti, anlayışı ve ideolojileri o devleti şekillendiriyor, Türkiye'nin sorunu bir devlet sorunu değildir, bir yönetim sorunudur, seçilmişler onlara tanınan demokratik hakları kendi çıkarlarına memleket aleyhine kullandıklarında ortaya çıkan manzara bu oluyor... O bakımdan devlet suçludur denilemez, fakat hükümetler suçludur... Üstelik seçilerek suç işlemektedirler...
  23. Müthiş ve yerinde bir mektup, umarım başbakan ciddiye alır. Etik değerler demiş sayın Hakkı Keskin, Türkiye'de uzun zamandır etik değerler, değer bulmuyor... Ve eğer Akp hükümeti bu davalarda tarafsızsa yapılan hukuk dışı uygulamalara önce onların karşı çıkması gerekirdi. Çünkü bunlar onların döneminde olup bitiyor, her hükümet yönetiminden sorumlu olduğu ülkende gelişen her olaydan mesuldür. Deniz Feneri davasını medyaya kapatıp Ergenekon davasında mahkemeler görülmeden kitaplar yazılmasına, manşetler atılıp yargısız infaz yapılmasına yol veren, teşvik eden bizzat Akp hükümetidir.
  24. Hak Taâlâ, yedi göğün her birisini, balıklar gibi binlerce çeşit yaratıkla dopdolu etmiştir. Yedi göğün duvarı olan kaf dağının ötesinde bir büyük yılan yaratmıştır. Yılan, büyük dağı halkı gibi kuşatıp, başını kuyruğu üzerine koymuştur. Kıyamete dek Hak Taâlâ'ya yüksek savtıyle tesbih eder. Bu denizler ortasında yedi yer, bir gemi gibi hareketli ve huzursuz iken, Hak Taâlâ bir büyük melek tayin etmiştir ki, yerlerin etrafını kavrayıp, bir omuzu üzerinde sâki kılmıştı. Sonra Hak Taâlâ, o meleğin ayağı sağlam dursun için yeşil yakuttan bir büyük kare biçiminde kaya yaratmıştır ki; onun en üst düzeyinde bin vâdi yaratıp, her birini bir deniz ile ve her denizi binlerce çeşit yaratıkla doldurmuştur. Daha sonra Hak Taâlâ, o kayayı sabit tutmak içi bir büyük kırmızı öküz yaratmıştır ki, onun kırkbin başı, kırkbin boynuzu, kırkbin ayağı vardır. Her iki ayağı arası bir yıllık yoldur. Kayayı, boynuzları ve sırtı üzerine yüklenmiştir. Bu öküzün adı: Liyunan'dır. Sonra Hak Taâlâ, onun ayaklarını sabitleştirmek için bir büyük balık yaratmıştır ki, yedi deniz onun ağzında bir damla gibidir. Sonra Hak Taâlâ, o balığın altında bir büyük deniz yaratmıştır ki, büyük alık, bu büyük denizde sükûn ve karar etmiştir. Sonra Hak Taâlâ, o denizi altıda, yedi tabaka cehennem yaratmıştır. O büyük deniz, cehennem üzerinde sâkin olmuştur. Sonra Hak Taâlâ, yedi cehennemin altında sert rüzgâr yaratmıştır ki, sair ve sakar (cehennemin iki tabakası) onun üzerinde karar kılmıştır. Daha sonra Hak Taâlâ, o rüzgârın altında karanlık ve onun altında pere yaratmıştır. Yaratıkların ilmi o perdeye dek yetmiştir. Mülkünü ve mülkünde olanları Allah daha iyi bilir. Bence bu bölümü süperdi, bunu senaryolaştırıp İslamik Hanry Potter tarzı filmler çekilebilir... Daha da süper olur kanımca
  25. "Müslümana Haram" çeşmesi Vaktiyle Bursa’ da bir müslüman, eski adı “Yahudilik Yolagzi”, bugünkü adi Arap Sukru olan muhitte çesme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemis: “Her kula helâl, Musluman’a haram!..” Bursa başkent, tabii Osmanlı karısmıs, bu nasil fitnedir diye... Gitmisler Kadıya şikâyete, adam yakalanip yaka-paça huzûra getirilmis. “Bu nasıl fitnedir, dîni Islâm, ahâlisi Müsluman olan koca devlette sen kalk, hayrattir, sebildir diye ceşme yap, ama suyunu Musluman’a yasakla!.. Olacak is midir, nedir sebebi, aklını mi yitirdin?..” diye cıkışmışlar adama. Adam: - “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin isbat ister, delil şarttir…” dedikce kadı kizmis: - “Ne delili, ne isbatı?.. Sen fitne çıkardın, Müslüman ahâlinin huzûrunu kaçirdın, katlin vâciptir!” demiş. Demiş ama, bir yandan da merak edermiş: - “Nedir gerekçen?..” diye sormus. Adam: - “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalik yine karışmış. Söz Sultan’a gitmis, adam yaka paça saraya götürülmüş.. .Padisah da sinirlenmis ama, diger yandan o da meraklanirmiş: - “De bakalim ne diyeceksen. Bu nasil iştir ki, hem çesmeyi yaparsin, hem de her kula helâl, Müslüman’a haram yazarsin?..” Adam, başi önünde konuşur: - “Delilim vardır, lâkin isbat ister.” - “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?..” - “O zaman boynum, hukme kıldan incedir Sultânim…” - “Eeee?!..” - “Sultânim, herhangi bir havradan (sinagog) rastgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…” Dedigi yapılmış adamın. Bütün azinliklar bir olmuş, baslarinda Mûsevîler, “ne oluyor, bu ne zulum?.. Bizim din adamimiza biz kefiliz, ne gerekirse soyleyin yapalim, o masûmdur, gerekirse kefâlet odeyelim...” Cevre ulkelerden bile elciler gelmis, elciler mektup ustune mektup getirmis… Bir hafta dolunca, adam: - “Sultânim, artik birakmak zamanidir” demis. Haham birakilmis, azinliklar mutlu, bu sefer Sultan’a tesekkurler, hediyeler… Az zaman gecmis ki, adam: - “Ayni isi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz icinyaptiriniz Sultânim” demis. Ayni sekilde bir papaz derdest edilip yaka-paca alinmis Pazar âyininden ve ayni tepkiler artarak devam etmis. Haftasi dolunca da serbest birakilmis. Mutlulukk ve sevinc gosterileri daha bir fazlalasmis, tesekkurler, sukranlar... Levantenler din adamlarina kavusmanin mutluluguyla daha bir sarilmislar birbirlerine. .. Sultan: - “Bitti mi?..” demis adama. - “Sultânim son bir is kaldi, sonra hukum zamanidir izninizle” demis. - “Simde nedir istegin?..” - “Efendim, pâyitahtimiz Bursa’nin en sevilen, en sozu dinlenilen, itimad edilen âlimini aliniz minberinden…” Adamin dedigini yapmislar, Ulucâmi imamini Cuma hutbesinin ortasinda almislar, yaka-paca goturmusler. .. Ve ne olmus bilin bakalim?.. Bir Allah’in kulu cikip da, “ne oluyor, siz ne yapiyorsunuz? .. Hic olmazsa va’zi bitene kadar bekleseydiniz” , gibi tek bir kelâm etmemis, imamin pesinden giden, arayan-soran olmamis... Gecmis bir hafta, “nerde imam” diye gelen-giden yok!.. Aptal ve câhil bir imam tâyin edilmis yerine, ne konustugunu kendi kulagi duymayan tam yobaz cinsinden biri… Halk hâlinden memnun, baslamis bir dedikodu, o gecen hafta derdest edilen koca âlim icin: - “Biz de onu adam bilmis, hoca bellemistik…” - “Kimbilir ne halt etti de tevkif edildi!..” - “Vah vaah!.. Acirim arkasinda kildigim namazlara…” - “Sorma, sorma...” Padisah, kadi ve adam izliyorlarmis olup-bitenleri. Sonunda Padisah cesmeyi yaptirana sormus: - “Eee, ne olacak simdi?.. Adam: - “Birakma zamanidir. Bir de ozur dileyip helâllik almak lâzimdir hocadan.” “Haklisin” demis padisah, denilenin yapilmasi icin emir buyurmus ve adama donmus. Adam basi onunde konusmus: - “Ey buyuk Sultânim, siz irade buyurunuz lûtfen, boyle Muslumanlar’a su helâl edilir mi?..” Sultan aci aci tebessum etmis: - “Hava bile haram, hava bile!..” demis... H. IKBÂL

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.