sardunyam tarafından postalanan herşey
-
Bir Kürt Olarak...Güneşi Gördüm...
Bu kendinizi Türk Ulusuna ait hissedip hissetmemenizle alakalı ancak bilmeniz gereken ve Kürtler için en öncelikli üstünde durmaları gereken konu onları kimlerin kul, köle, maraba yerine koyduğudur... Türk Ulusu, kul, köle ve maraba olmaz, böyle davrananlar da Türk ulusundan olamaz, Mustafa Kemal, ****** İngiliz koumandana şöyle seslenmiştir... : "Milletime herşeyi öğrettim ancak uşak olmayı öğretemedim..." Fakat birileri hala işin etnik ve ırkçılık boyutuna bakıyor, eleştirdikleri İsmet İnönü, Mahmut Esat Bozkurt gibi insanların sözlerine karşılık neyi getiriyorlar? Kürtçülüğü... Soruyorum sizlere Kürtçülüğün bir Kürde faydası nedir? Mahsun Kırmızıgül, ondan beklemeyeceğim kadar sağlam bir film çekmiş kendisini kutlarım, fakat herşeye rağmen işin esasını kaçırmış ya da görmezde gelmiş... Şarkın, kendine özgü kuralları altında ezilen halklar yine kendilerinden olanlar tarafından kandırılmaktadır...
-
Yazıcıoğlu ve 5 kişiye hala ulaşılamadı..
Haberlerde aradım ama rastlayamadım halen haber alınamadı mı?
-
MINEU Hayranları röportaj yayında!
Şekerim aşk olsun bu ihtiyar ve B vitamini bakımından zayıf ablanın kusuruna bakma Senin adın kalbimde yazıyor burada yazmaya gerek var mı söyle
-
Yazıcıoğlu ve 5 kişiye hala ulaşılamadı..
Bu tür kazalardan şüpheleniyorum ben, Muhsin Yazıcıoğlu siyasi görüş bakımından ortak olmadığım biriydi görüşlerine katılmasamda yinede böyle kazaların başka güçler tarafından yaptırılmadığından emin olamıyorum... Hele böyle bir zamanda... Bakıyoruz bir emekli emniyet müdürü yol ortasında intihar ediyor (göya) bakıyoruz, helikopter düşüyor bilemiyorum neler oluyor? Bunca saattir bulunmadı, çok saçma... Bu kadar zor mu Türkiye için bu işler? Umarım sağlık durumu iyidir ailesi ve sevenleri adına üzgünüm.
-
Bir Kürt Olarak...Güneşi Gördüm...
Bunlar yeni moda oldu, Türk askeri katil ve hatta terörist fakat dağdaki terörist kardeş, mazlum, gariban! Öyle mi? Pardon ama pkk neden var? Pkk Kürtlerin kayatını karartmadı mı? Asıl Kürtleri kandırmadı mı? Pkk ya terör örgütü bile diyemeyen, teröriste terörist diyemeyen insanların sözünde itibar edilecek birşey yok benim için... Bir insan düşünebilmeli, vicdanını susturmadan, aklını tutsak etmeden, ruhunu köleleştirmeden düşünebilmeli... Demeli ki mensubu olduğu Türkiye cumhuriyetinin vatandaşı olduğu halde onun ordusu ile silahlı olarak çatışan insanlar kime ne verebilir? Bu ülkenin ordusunu karalamaya kimsenin hakkı yok buna kalkışanda tarih önünde hesabını verecektir...
-
MINEU Hayranları röportaj yayında!
Ah Minecim, doğum sonrası insanın bir yumurta gibi yuvarlakımsı bir şekil almasını iyi bilen biri olarak seni ne kadar iy anladığımı bilmeni isterim Canım benim keyifle okudum bu forumda tanıdığım en değerli insanlardan biriside sensin Güzeller güzeli kızınla ve sevdiklerinle mutlu ve huzurlu yıllar yaşamanı dilerim, forumumuzun doğumgünü meleği
-
Prof. Dr. Şahin Filiz:
Herkese selam ve sevgiler değerli dostlar, Geçen hafta ,fethullah gülen'e ait bir gazetenin genel yayın yönetmeni Bakırköy’de bir soru sormuştu sizce Gülen, bir din otoritesi değil mi diye..Ben de " o, bir din otoritesi değildir, olsa olsa siyasi bir otoritedir”. Din de otorite olmaz bu otoritelik Yahudilik ve Hıristiyanlıkta geçerlidir. Çünkü Allah adına kimse insanlar için bir yetkili, aracı ve otorite olamaz. İslam dininde buradan da şu noktaya varalım: laiklik ve sekülerlik iki farklı ama içi içe olan iki kavram ilki yani laiklik, devletin kurumlar ve toplum ile ilişkilerinde herhangi bir dini referans olarak almamasıdır. devlet tüzel bir kişilik olduğu için herhangi bir dini yoktur, olamaz da tarihte de olmamıştır. laiklik, din ile devlet arasındaki sınırları belirleyen siyasi bir tavırdır. Sekülerlik ise, toplumsal ve kültürel yaşamdaki dünyevileşme yaşam koşulları ve kalıplarının dünyanın kuralları doğrultusunda belirlenmesidir. Üçüncü aşamada din ancak bireysel ve içten içe yaşanana ahlaki bir tavır bireysel bir davranış kriteridir. Herkes, ne kadar istiyorsa o derece bu tavrı kendisine uyarlar tarihte ve günümüzde din, belli bir toplum, grup ya da tek tek kişilerce hep öznel açıdan yorumlanmaya müsait olduğu için yüzlerce farklı din yorumları ortaya çıkar bu, ayrılığı değil zenginliği toplumsallık ve siyasallığı değil bireyselliği başkasının din yorumuna bağlı ve mahkum kalmayı değil din özgürlüğünü garanti eder. Bunun dışında eğer din, belli bir grup, cemaat ya da kesimin tayin etmiş olduğu yorum ve ilkelerin sınırları içinde belirlenmişse, bunların dışında kalan herkes her kesim o yorumun faşist baskısı altında kalır. İşte laiklik, hem din adına başkalarına hem de dindar olmak isteyenlere yönelik her türlü dinden kaynaklanana baskıyı devlet eliyle önlemek demektir. Sekülerlik ise, dinin tüm yaşamımızda sanılanın aksine kodifikasyon ifade etmediğini gösterir. Örneğin şurada nasıl burada nasıl davranacağımıza ilişkin sayır-sız kodları içeren bir din yoktur. İslam dini genel geçer ahlak ilkeleri koyar ve bireyin bu ilkerli içine sindirip seçkin, dürüst ve tutarlı bir insan olmasını salık -verir. Bu noktada cumhuriyetle elde ettiğimiz büyük değerler daha da anlam kazanmaktadır. Osmanlı devletinde din, bir devlet modeli olmamıştı daha önce olmadığı gibi ve devlet dini istediği zaman istediği gibi yorumluyor ve bazı kitlelere bunu dayatabiliyordu. Örneğin Fatih Sultan Mehmet’ten sonra özellikle gazali İslam yorumu Osmanlıların Anadolu halkını baskı altında tuttuğu bir din yorumu idi bu baskıyı Osmanlıların Enderun mekteplerinden yetişen devşirme yöneticileriyle yine zamanla devşirme ve eskiden Hıristiyan olan yeniçeriler eliyle yapıyordu. Bu şu demektir. Belli bir dini kabulden önce eski inanç ve töreleri vardır. Anadolu Türklerinin de İslam öncesi döneme ait bir takım inanç ve gelenekleri vardı bunların çoğu hala yaşıyor. işte Osmanlı Arap-İslam yorumuyla Anadolu’da bu adetleri yaşatanları heterodoks (yani sapkın) olarak adlandırdı. Ne zaman bunları söylesek bize de sapkın diyorlar ama Anadolu’da Osmanlı sipahilerinin Türk kitlelere reva gördükleri katliam ve baskıları kimse sapkınlık olarak nitelendirmiyor. İşte Atatürk cumhuriyet'i kurarak bu ulusun kendi bireyselliğini garanti altına almış oldu. Yani İslam dinini siyasetten ayrı onun kirinden pasından istismarından uzak saygın yerine koydu. Bunun adı laikliktir. Hiç bir mezhep, şeyh din adamı ya da grubun din adına egemenlik erkini eline almasına fırsat tanımayan bir ulus-devlet düzeni kuruldu. Bağımsızlığın, anti-emperyalizmin ve ulus olmanın en temel koşullarından birisi olarak laiklik bu sebepten dolayı korunmalıdır. Ziya Gökalp İngilizlerin İstanbul’u işgal altında tuttuğu yılarda yani 1918-19 damat Ferit hükümetinin ve artin Kemal'in ispiyonlarıyla Limni'ye, ve Malta’ya sürülmüştü, Oradan eşi ve çocuklarına yazdığı yaklaşık 500 adet mektupta bile şifreli yazılarında; Bir güneş doğuyor, Türk ulusu bahar görecek işgalcilerin elinde önce içerdeki hainlerden sonra da onların efendilerinden kurtulacak ben umutla yaşarım o kişi sarışın bir kurt yani Mustafa kemal paşa diyecektir. ilk onu Cağaloğlu'nda tanımıştır ve bu ulus mutlaka ayağa kalkacak sahtekar ve işgalcilerle hareket eden din yobazlarından kendisi dinci diyor mutlaka kurtulacak diyordu o günlerden bugüne aktörler değişti ancak şartlar yinelendi. bu şartların yinelenmesi merhum Akif'in dediği gibi tarihin tekerrüründen başka bir şey değildir yani tekrarlanmasından başka bir şey değildir. O halde biz Ziya Gökalp’in yaşadığı sürgün ve mahkumiyet yokluk ve darlık hayatındaki kadar ümit var olamazsak Atatürk gibi bir lider önümüze bu kadar çetin ve metin model koymuşken yine de umutsuzluğu 24 saatlik azığımız gibi gıda saymayı sürdürürsek kim bilir Limni ve Malta’daki istikbalin kuvvecilerine ne hesap verebiliriz? Cumhuriyet eğer, işgalci içteki ve dıştaki çetelere karşı kurulmasaydı bağımsızlık Türk milletinin karakteri olabilir miydi? Çetecilik ve aşiretçilik bugün din maskesini çok kullanmakta. işin çözümü zor görünen tarafı burada bunu da bence çok kolay çözeriz şuradan hareket etmeliyiz: Osmanlı tarihini baştan sona tekrar gözden geçirmeliyiz. Arkadaşlar bu bir akademisyenin klasik lafı gibi görülmemeli nerden nereye ve nasıl geldik onu burada keşfedebiliriz. Eğer cumhuriyet kurulmasaydı her şey kendi doğal seyrinde sürüp gitseydi sonuç ne olurdu? Bunu özellikle dincilerin kandırdığı kesimlere sormak lazım şöyle Osmanlı yıkılırken Müslüman toplumlar da çok zayıflamıştı. Yeni bir diriliş bekliyorlardı ve nitekim Atatürk onlar için eşsiz bir model oldu ama bu arada İngilizlerin kışkırttığı bir takım Arap unsurlarla, Hindistan da ki İngiliz kuklası ağa han Atatürk 'ün başarılarına karşı sözüm ona bir dini muhalefet başlattılar. Kendileri Sünni olmadıkları halde Atatürk devrimlerini Sünnilere karşı yapıldı diye küfürle bir tuttular ne kadar kökten dinci iç ve dış hareketlenmeler varsa gidip bakın mutlaka açıktan bir emperyalist destek vardır. Günümüzdeki fotoğraf da bunu açıkça gösteriyor. Sonra Türk milletinin kendi kaderini kendisi tayin etmek fırsatını tam yakaladığı sırada hilafetin ilgası yaygaralarını içerde ve dışarıda sürekli yayan gruplar cumhuriyete tavır almışlardır. Bugüne gelelim size soruyorum… Hangi cemaat tarikat ya da dini bir topluluk cumhuriyeti Atatürk ilk ve devrimlerini içine sindirebilmiştir? Sindiremez, çünkü Atatürk dinin hiçbir şekilde kullanılmamasını en temel düsturları arasında özellikle vurgulamıştır. Ve çok önemli bir vurgusu vardır: Atatürk diyor ki; İslam dini temelleri çok sağlam bir yapıdır. Ancak yüzyıllar boyunca bu sağlam temelin üstüne çürük bir bina yapılmıştır. Bu bina yıkılıp yenilenmediği sürece İslam aleminin mağlubiyeti perişanlığı ve yoksunluğu devam edecektir. Yalan mı? Olmadı mı? Olmuyor mu? Nerde tecavüze fukaralığa işkence ve katliama maruz bir topluluk varsa çoğunluğu Müslüman dünyaya ait. Gericilik bu mahkumiyet ve mahrumiyetin devamından yana olmasaydı hiç, Atatürk ün İslam dinini bir gonca gibi korumasına karşı çıkarlar mıydı? Kötüye kullanılması mümkün olmayan çağdaş, bilim ve akılla uzlaşan bir din yerine hurafeye, yalan ve dolana üfürük ve tütsücülüğe itibar ederler miydi? Ne kadar aptallaşılırsa o kadar dindar olunur safsatasına kulak verirler miydi? İngiliz işgalini Türk inkılabının onuruna tercih ederler miydi? Atatürk’ün yerine Humeyni yi severler miydi? Demek ki dincilik gericilikle özdeştir. Demek ki dincilik en başta dindarlığın önündeki din kılıfına bürünmüş din-sizliktir. Ve bu dinsizlik Allah’ın koskoca evreni yaratıp güzelliklerle bezemesini yeterli görmeyip onu siyasi bir lider olarak tahta çıkarmayı düşleyen post-modern bir paganizmdir. Nitekim dincilik Hz. peygamber yerine peygamber uydurmaktır. O hayattayken vefatından sonra da müseylemetul kezzap yani yalancı müselleme gibi bir çok yalancı peygamberler türemiştir ve bunlara karşı zamanın halifeleri cihat ilan etmişlerdir peki, bugünün peygamberlerini yaratanlarla o günün, yalancılarını peygamber olarak piyasaya sürenler arasında fark var mıdır? fark pek yok. Sadece bugünkü peygamberler ya siyası ya da cemaat lideri olmak gibi bir ayrıcalığa sahip biliyorsunuz.fethullah gülen i the economist peygamber ilan etmişti. Kendisi ve taraftarları "yan cebimize koy" anlamında bunu sessiz bir tavırla onaylamışlardı. Son günlerde de Sn. Başbakanı peygamberdir o diye öven taraftarlara rastlıyoruz işte bu dinciliktir. eğer Hz. peygamber hayatta olsaydı bunlara ne ilan ederdi varın siz düşünün. Değerli dostlar, Hz. peygamber peygamberliğini öncelikle birbirleriyle çarpışan kan davalı Arap aşiretlerini birleştirme yolunda kullandı. Doğal olan buydu. Yani o bir Arap milleti yarattı ulus yaptı onları. Sonra bu çekirdek millet İslam dünyasında etkin oldu. İslam öncelikle Arap birliğinin sağlanmasıyla yaşayabilirdi. İşte Atatürk eğer Türk ulusunun derlenip toplanması yeniden dirilişe uyanmasına liderlik etmeseydi ortada ne din, ne ulusal birlik beraberlik ne de bağımsızlık kalırdı. Karşılaştırın Hz. peygamber vefatından sonra Arap aşiretleri birbirine düştü ve en kötüsü emeviler yanlış politikalarından dolayı yaklaşık 40-50 yıl Bizanslıların egemenliğinde kaldı. Onların parasını kullandı. Bir fark var, Atatürk milliyetçiliği ırk, aşiret ve ya da kabile tutuculuğuna dayanmaz kendini bu ulusun onurlu ferdi sayan herkese kendini bu ulusun onurlu ferdi sayan herkese Türklük gibi imtiyazlı bir paye verilmiştir. Bu bir kültürel, tarihsel bir kimliktir. Din, bu kimliği, dokusuna uygun yorumlandığı sürece besleyici bir işlev görür. Araplara ya da başka milletlere benzeyen bir din yorumu milli birliğe aykırıdır ve hem de onlardan bile geri kalmamıza yol açar. bir örnek: tüp bebek konusunda pek de beğenmediğimiz ezher üniversitesi fetva kurulu 1980de bir fetva yayınladı. Arapçası da elimde tüp bebek çocuğu olmayan eşler için caizdir diye bakın, Araplar bile dünyanın sorunları karşısında ağır aksak da olsa kendi dini tutumlarını ve yorumlarını sergilerken o yıllarda ülkemizde bunun adı bile anılmıyordu.. Neden? Çünkü hala 1000 yıl önceki fetvalarla sürekli çağdaş din yorum ve fetvalarının önünü kesiyoruz. Arapları bile izleyemiyoruz. İşte bu, dinde Araplara bilim ve teknolojide de batıya bağlı kalmaya kendimizi programlamış olmamızdan ileri gelmektedir. Oysa Atatürk çağdaş medeniyet seviyesinin ötesine işaret etmişti. Bu husus din işleri için de geçerlidir. Örnek TÜBİTAK skandalını hatırlayın Darvin konusu bilim e aittir ve bu konuda İslam dininin herhangi bir açık ve kesin bir tavrı olmamasına karşın dinden fazla dinci kesilen siyasi irade ona da el atmış; engizisyon uygulamıştır. Oysa Darvin' den çok önce yani 9-13. Yüzyıllarda doğal seleksiyon İslam filozoflarınca tartışılmış; evrimin olasılığı üzerine eserler yazılmıştır. el-biruni, caiz bunlardandır. Mevlana, Erzurumlu İbrahim hakkı safa kardeşler (10. yüzyıl) daha hangilerini sayayım. Bunları söyleyince bazı aklı evveller hemen saldırıya geçiyor. Gazoz satan, tost satan, işportacılık yapan ne kadar insan varsa müftü kesilip bilgiyi mahkum ediyorlar. bir not düşeyim burada meslekleri kınamıyorum yanlış anlaşılmasın. Kuranda Allah’ın sıfatlarından söz edilir bakın der ki Allah alimdir bu bir ikincisi hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu yani onu iyi anlar bilgiye değer verir dört ilk ayet "oku" "yaz" değildir okumadan yazılmaz çünkü, şimdi bu dört ayet bize tarihsel bir ders veriyor bence ilme bilgiye akıl ve düşünceye değer veren ülkeler uluslar ne derseniz deyin yükselir egemen olur zenginleşir iki, tam tersini yapanlar rezil olurlar mahkum , mağdur ve mahrum olurlar hele oku" dendiği halde bir gazete bile okumayan kişi ya da toplum söz konusuysa Allah böylelerini battıkları cehalet içinde bırakır bırakıyor mu evet tarihte hangi millet vardır ki bilime, akıl ve düşünceye okuma ve yazmaya önem verdiği halde ezilsin, yoksullaşsın sömürülsün. ve metafizik bir deneme yapalım Allah için bence en büyük cürüm (kabahat) bilgiye değer vermemektir. Bence bütün sorunların başında bu geliyor. Atatürk’ün okuduğu kitaplardan nutkundan söz ederiz, ama onları okumayı denemeyiz. Bu Cumhuriyet; akıl, bilim ve düşünceyle kuruldu. Aynen İslam dininin ancak akıl, bilim, okuma ve düşünmeyle yaşayabileceğini Atatürk’ün sözlerinden anladığımız gibi. Son olarak diyebiliriz ki cumhuriyetimiz, milli birlik ve bütünlüğümüzü, sömürgenlere karşı tam bağımsızlığımızı bağımsız bir akıl bağımsız bir bilimle ve nihayet sömürgenlerin dikte ettiği dinilikle değil ulusal ve bağımsız din yorumu ve felsefesiyle kurabiliriz ve ilelebet yaşatabiliriz. Prof. Dr. Şahin FİLİZ Akdeniz Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi
-
Ağaçlar içten çürür ve ayakta ölür...
Akrep İle Şövalye Akrep, küçük adımlarla geziniyordu kulede. Hızlı şövalye ona tam tepede yetişti. Her zamanki gibi yine alelacele bir öpücük kondurdu dudaklarına. Yoluna devam etmek üzereydi ki; ''Gitme,'' dedi Akrep, ''Bu kez gitme, ne olur.'' Akrep'in içtenliği yel kov(ala)maktan caydırdı Şövalye'yi. Zaman durdu, öylece kalakaldılar Akrep ile Yelkovan dudak dudağa. Yeni bir döngüye başlamak üzere olan dünya, ne yapacağını şaşırdı. O günden beri, şehrin meydanındaki saat kulesine bakanlar, günün hangi vakti olursa olsun, saatin on iki olduğunu söylerler. Eski bir masalda durmuştur zaman. Belki de bu kez aşk öpücüğü durdurmak içindir zamanı, yeniden başlatmak için değil. Ne de olsa şövalye aşkına kavuşmuştur. Zaman duracaksa eğer, tam da burada durmalıdır. Kimse kurmamalıdır o saati. O gün bu gündür saat hep on ikiyi gösterir. Kulede balo devam etmektedir. Büyü bozulmamıştır. Peri son bir iyilik yapmıştır aşıklara. Zaman burada durmalıdır. O saati kimse kurmamalıdır. Kimse kurmadı o saati. Kuramadı. Kimse ayıramadı Akrep ile Yelkovan'ı. Aşk böyle bir şeydi bir zamanlar. Ve o zamanlar ancak o eski masallarda kaldı... Pelin Yılmaz / Her Kadın Başka Türlü Ölüyor (Öykü) Cinius Yayınları
-
hayatı en iyi ne anlatır?
Bundan 36 yıl önce, 21 Mart 1973'te aramızdan ayrılan kişi... O'dur ki Sunay Akın'ın anlattığı bir hikayeyle, bir kez daha tazelenir belleklerimizdeki yeri... Anadolu'nun orta vilayetlerinden bir köyde, yavaş yavaş güneş batmaya, hava kararmaya başlar. Karanlık iyice çöker köyün üzerine. Evlerden birinde bir kadın ve adam yatma hazırlığı yapmaktadır. Erken yatıp yarın sabaha, güneş ışığına erken uyanılacaktır. Adam üzerini değiştirir, yatağına yönelir. Evin penceresinden, karanlık bahçeye vuran ışıkta, ağaçların arasında bir gölge belirir. Kadın pencereden dışarı bakar ve gülümser. Kadının sevgilisi bahçededir... Tam sözleştikleri gibi, sözleştikleri saatte ve yerde adam onu beklemektedir. Kadın kocasının uyumasından emin olunca... Sessizce yataktan kalkar, üstünü giyer...Ve pencereden aşağıya atlar. Başka bir adam için... Kadın kocasını terk eder.. Koşarlar iki sevgili... Kaçıyorlar... Tarlaları, ovaları aşarlar... Anadolu'da bir köy nasıl nasıl koşmasınlar ki. Arkalarından onları kovalayacak onca şey vardır... Namus belası. Töre cinayetleri... Yoksulluk... Cefa... Korku.... Arkalarında bunlar varken nasıl durabilirler... Köyden uzaklaştıklarına iyice emin olunca soluklanmak için dururlar... Kadın duraksamayı fırsat bilip nefes nefese der ki ; "Evden çıktığımdan beri, ayakkabımın içinde bir şey var beni rahatsız ediyor"... Çıkartıp bakarlar ki!... Ayakkabısının içinde bir tomar para! Kocası her şeyin farkında... Biliyor ki gidecek... "Beni terk edecek ama bunca yıl çorbasını içtim, çamaşırlarımı yıkadı, ütüledi. Bana emeği geçti" YABAN ELDE MUHTAÇ OLMASIN DİYE!!! O yoksul köylü; Bütün parasını; başka bir adam için kendisini terk eden karısının, giderek kendinden uzaklaşan adımlarını attığı ayakkabısının içine koydu... O güzel insanı... O onurlu davranışı sergileyen... O terk edilen adamı... HEPİNİZ TANIYORSUNUZ....... Çünkü o ; Bir dizesinde bize yürekten seslendiği gibi... Uzun ince bir yoldaydı ve Gidiyordu gündüz gece... Şimdi sorarım size ; Bu memlekette töre cinayetleri, kadına karşı uygulanan şiddet mi yakışır? Yoksa...Aşık Veysel gibi hayatında hiç kitap okumasa , OKUYAMASA bile... KİTAP GİBİ HAYAT YAŞAYAN ADAMLAR MI YAKIŞIR? Anlatı: Sunay Akın
-
Kürtçeden sonra Ermenice!
Vay be dünyanın en demokrat (!) ülkesi olduk beaa... Devlet eliyle etnik yayıncılık, bravo ve pess doğrusu...
-
AKP'ye şok sözler
Benim bildiğim hırsıza hırsız denir, bir hırsıza ayıp olmasın diye kibarlık yapılarak efendim kim çalmadı ki? diyerek sahip çıkılmaz, senin adamın çok yedi, benim ki az yedi, amanda kim geldide yemedi, sen gelsen sende yersin türünden zırvalarla, insanlara hırsızlık olağan birşeymiş gibi gösterilir oldu, hele söz konusu devlet hazinesi olduğunda... Geçenlerde bir kadınla tartışıyorum kadın diyor ki, devlet memurlarına gıcık oluyorum, dayamışlar sırtlarını devlete durmadan grev yapıyorlar, eylem yapıyorlar! Tayyip bugüne kadar gelen en iyi başbakan onların cezasınıda verdi dedi... Şimdi buradaki çarpık düşünceye dikkat çekmek isterim... Birincisi insanların sırtlarını devlete dayamalarındn daha doğal birşey yoktur, ki insanların demokratik haklarından ötürü devlete güvenmeleri meşrudur... Devletten başka birşeye sırt dayamak işte asıl tuhaf olan budur... sırtını devlete dayamak devletin kasasını boşaltmak demek değil, haklarını korumak ve hakkını almaktır... Devlet güvencesi altında olmaktır... Fakat Akp ve benzeri hükümetlerin uygulamaları asıl devletin içini boşaltmaktır, büyük bir şirketi hoyratça sömürmek ve kötü yönetmektir... Zenginliklerini halka eşit şartlarda dağıtmak yerine, yabancılara paylaştırmaktadır... bu ülkenin yer altı ve yer üstü kaynakları 70 milyona yeter ve artar bile, doğru kullanılsa ve bağımsız programlar uygulansa IMF gibi tefecilere itibar edilmez... dünya ekonomisinin nasıl döndüğünü az çok bilenler IMF nin aslında para fonu olmadığınıda bilirler... Yaşar Nuri hocaya katılıyorum, kul hakkı yiyeni Allah affetmiyor, devlet malını çalanı affetmiyor, öyle ise bunların cenaze namazı kılınmaz, insanlardan bazıları efendim kim yemiyor ki demeye devam etsin, eğer inanıyorlarsa birgün hesap gününde aynısını söylerler...
-
Günün Haberi
Yoksa Romalı mısın? Öcalan’a ‘Tanrı Janus’ benzetmesi yapan Altan’ın, bir baba ile kızı arasındaki cinsel birlikteliği sevginin doruğu olarak nitelendirirken de kaynağı Roma kültürüydü Ahmet Altan’a, çok özendiği Roma kültürünün geleneksel giysisi yakışır mıydı denemek istedik. Milliyet’in modacı kızına sormadık “Toga sezon modasına uygun mu?” diye ama... Kaderde varsa, popüler kültürden de dışlanalım canım, ne olur yani... Sapkın fikirleri defalarca teşhir edilen Ahmet Altan’ın, Öcalan’ı ’Kürtlerin Mandela’sı ilan etmesi kimseyi şaşırtmadı. Oysa Türkiye’nin en hassas sinir uçlarından birine dokunmuştu. 40 bine yakın insanın ölümünden sorumlu olan caniyi “Tanrı” ilan etmişti; Tanrı Janus... Janus, “Kentin güvenliğini” sağladığına inanılan bir Roma tanrısıydı. “İki yüzlü” Janus’un bir yüzünün kente girenlerin, diğer yüzünün çıkanların üzerinde olduğu varsayılırdı. Janus, tasvirleri paralarının üzerini süsleyecek kadar kutsaldı. Filozoflar Janus’un iki yüzüne daha geniş bir anlam yüklemişler ve onu “olasılık” sembolü saymışlardı. Bir güvence veya olasılık... Altan, misyondaşı Yasemin Çongar ile birlikte ağırlandığı terör kamplarında katil ile ilgili nasıl bir efsane dinledi. Hangi ‘yoğunlaştırılmış’ öğretiyi benimsedi bilemem. Bu caniyi hangi yönüyle Tanrılaştırmış olursa olsun, çıkışının Roma Tarihi olması manidar... Daha önce ortaya koyduğu sapkın yaklaşımların da kaynağı Roma’ydı çünkü... Altan, aile içindeki bireylerin cinsel birlikteliğini olağan karşılarken de Roma’yı örnek gösteriyordu. Buna göre de, bir baba ile kızının seks yapması ’sevginin doruk noktası’ sayılıyor ve Altan’ın ağzından sanki özenilecek, imrenilecek, yaşanması gerekli bir tecrübeymiş gibi aktarılıyordu... Keza, Altan, Balbay’a ait olduğu iddia edilen notlar üzerinden bazı gazetecileri eleştirdiği dünkü yazısını da geleneksel Roma kurgusu üzerinden yazdı: “Bizans oyunları” Demokrat maskeli, sapkın fikirli Ahmet Altan’a da, demokrat maskeli, işkencenin kutsal bir ayin gibi uygulandığı bir sınıf toplumu olan Roma’nın misyoneri olmak yakışır. Şaşırtmadı, görevini yaptı HaberTürk, dünkü sayısında Ahmet Altan’ın sapkın düşlerini tespit olarak sunduğu kışkırtıcı yazıya tepkileri derledi. Yapılan değerlendirmeler, Yeniçağ’ın ‘Al birini vur ötekine’ manşetini destekler nitelikteydi. MHP Genel Başkan Yardımcısı Oktay Vural, “Ahmet Altan bu coğrafyayı vatan yapan değerleri bimeyen bir yazardır. Öcalan’ı Mandela’ya benzettiği ifadeler ise ’zırva’dan başka birşey değildir. Çarpık düşüncelere sahip bir kimse olarak, kundaktaki bebekleri öldüren, toplu katliamlar yapan, adi bir teröristi siyasi bir konuma yakıştırmak ancak Ahmet Altan’a yakışırdı. Bu anlamda da hayal kırıklığı yaşamadık. Altan’ın söylediklerinin demokrasi ile alakası yoktur. Altan’ın her zaman çarpık düşünceleri ifadeleri vardı. Türk Milleti’ni ırkçılıkla suçlarken bölücülük yaptığının bile farkında değildir. ”Kürtçü“ yaklaşımlarıyla tanınan yazarlar da Altan’a itiraz etti. Ümit Fırat ”Öcalan, Kürtler için değil PKK için kutsal“ dedi. Bebek katilini tanrılaştıran yaklaşıma tek destek DTP’den geldi. Bir süre önce Devlet Bahçeli ile samimi pozları basına yansıyan Hasip Kaplan, Altan’ın Türkiye barışına katkı sunmaya çalıştığını söyledi
-
Yazarlar... Çeşitlemeler...
Kayseri’de Garnizon Komutanlığı, askeri personelin gitmesinde sakınca bulunan otel, lokanta ve eğlence yerlerini Emniyet Müdürlüğü’nden soruyor. Emniyet Müdürlüğü de bir liste gönderiyor. Bu arada, TSK üzerinde çalışan bir örgüt, elde ettiği bir astsubay vasıtasıyla, Kayseri Garnizon Komutanlığı’nın personele yayımladığı emirden Emniyet Müdürlüğü ifadesini çıkararak sahte bir emir sureti düzenliyor ve basına veriyor. Emirde adı geçen işyeri sahipleri, “Komutan da yasakladığı otele gitti” gibi haberlerle Garnizon Komutanı aleyhine kışkırtılıyor. Garnizon Komutanlığı da bunun üzerine sahte evrak düzenleyen kişiyi ve yardım edenleri, askeri mahkemeye veriyor. Bu da örgüte hizmet eden gazetelerde “hipnozla işkence” diye duyuruluyor! Genelkurmay Başkanlığı İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, haftalık bilgilendirme toplantısında, “Emirdeki adreslerin Emniyet’ten elde edildiği hususu yazıdan çıkarılmış, halk garnizon komutanı aleyhine kışkırtılarak, TSK’nın itibarı zedelenmek istenmiştir” dedi ama olay bir açıklama ile geçiştirilecek türden değil. *** Burada önemli olan husus, TSK’nın sadece üst kadroları değil, tek ere varıncaya kadar bütün kadroları hakkında fişleme çalışması yapan bir örgütün varlığıdır. Kayseri’de ortaya çıkan olay sadece bir örnektir. Aynı yapılanma ve fişleme çalışmasının bütün yurtta yapıldığı anlaşılıyor. TSK’nın itibarını korumak TSK’ya düşer, bu, herkesten önce Genelkurmay Başkanlığı’nın işidir. Şu seçim döneminde, olayın fazla dallanıp budaklanması istenmemiş olabilir ama olay çok önemlidir. Meselenin bütün toplumu ilgilendiren yönüne bakalım: Bir sivil örgütlenme kuruluyor ve askerleri fişlediği yetmezmiş gibi bazılarını eğitimden geçirerek TSK aleyhine kullanabiliyor! Demek ki bu örgüt, Türk Silahlı Kuvvetleri gibi dünyanın en güçlü ordularından birini karşısına alma cüretine sahip! Hadi Türk Silahlı Kuvvetleri, dünyanın en eski ordusu ve gelenekleri var, adı üzerinde ordu, kendisini her türlü iç ve dış saldırıdan veya istihbarat faaliyetinden koruyabilir; peki ama benzer saldırılardan sivil vatandaşı kim koruyacak? Devletin, vatandaşını bu tür örgütlerin tasallutundan koruyacak bir önlemi var mı? *** Devlet, böyle bir önlem almamakta, kanserojen hücrelerin metastas yapması gibi virüsün kendi vücuduna yayılmasını seyretmektedir. Kanser mikrobunun TSK’ya da girmiş, meselâ GATA’da yapılanmış olduğuna dair bilgiler geliyor! Kimse bu bilgiyi reddedemiyor! Devletin diğer organlarını ise kanser tamamen kuşatmıştır! Bazı organları, küçük müdahalelerle kurtarmak mümkünse de bir kısmı tamamen iflas etmiş durumdadır. Devletin içinde ikinci bir devlet oluşmuş durumdadır ve devletin ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesi karşısında en büyük tehdit işte bu tablodur. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, görevi teslim alırken yaptığı konuşmada, “Ulus devlet, tartışmaya açılabilecek bir yapı değildir. Bu yapıyı zayıflatmaya çalışmak ve tartışmak Türkiye’nin ulus bütünlüğünü istememek demektir. Etnik olarak anayasal düzeyde yeni haklar verilemez. Laiklik ilkesinin demokrasiyle çeliştiğini söylemek dayanaksızdır. Bazı cemaatler sosyal hayatı yönlendirmeye çalışıyor” demişti. Bugün görüyoruz ki Başbuğ’un işaret ettiği unsurlar, artık, sadece sosyal hayatı değil, doğrudan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yönlendirmeye çabalıyor! TSK, seçimden sonra, elindeki bilgileri kamuoyu ile paylaşmalı ve halkı bilgilendirmelidir. Arslan BULUT Not: yeryüzünde kendi ordusuyla bunca kavga eden ve bunca kin besleyen başka bir millet var mıdır? Öyle hale geldikki, TSK kötü, pkk iyi der oldular da vatandaşın dili tutuldu bunlara!!!
-
ERBAY ile röportaj yayında !
mütevazilikte sınır tanımayan Erbay'ım
-
hala tuhaf şeyhler oluyor!
EN HUMANİST YAZARLARIN İNANILMAZ MÜCADELESİ ve PKK YA KARŞI ÇIKANA FAŞİZT DİYEN ZİHNİYET BÖLÜM -2 4.anne ben hümanist oldum kişisinin mücadelesi. şimdi ve burada, kişisel sorumluluk, bireyin fenomolojisi falan durumları. ne? bunlardan haberin yok mu? neyse.. carl rogers :psikolojide hümanistik akımın öncülerinden olan, insanın hayatından sadece kendinin sorumlu olduğu görüşünü savunan ünlü freud un insan doğuştan kötüdür savına karşılık insanın doğasında iyilik vardır tezini savunmuştur. maslow'la birlikte eğitime yeni bir bakış açısı getirmiş hümanist eğitimci psikologdur. insancıl kuramın önde gelenlerindendir. kişi merkezli(hümanistik) yaklaşımıyla öğrenci merkezli eğitimin oluşumunda büyük rol oynamıştır.her insanın farklı ve biricik olduğunu savunmuştur. 5.hümanist felsefesini kopyaladığımız avrupa fransız ihtilali'nden 1950 lere kadar milliyetçi/aşırı milliyetçi tutumlarını sergiledi de bunun binde birini kendi yandaşlarımızda görünce ne oluyor diye soru geliyor akla. Derdimiz ne ? başta ekonomi olmak üzere her alanda ilerlemek. falan filan... bildiğimiz şeyler... bunun için ister ulusalcı deyin ister milliyetçi birbirimizi anlayıp milli çıkarlara destek vermemiz lazım. milliyetçi olmak şart bunun başka yolu yok. ha milliyetçi deyince aklına faşitleri ya da herhangi bir siyasi parti desteklendiğini düşünen varsa, tek algıladığı buysa lütfen gölge etmek gibi önemli bir işi yapadursun yeter ! 6.Ugur mumcu'da bunlardan biriydi.. mücadelesi gerçekten inanılmazdı. 7.Hümanist: insancıl olarak küçük bir çeviri ile hümanist kimliği taşıdığını iddia eden herhangi bir kişinin savunduğu "insan" kavramına zarar veren herhangi birşeyi savunması söz kousu değildir. Bu kavramı içselleştirmiş insanlar yaşam hakkı elinden alınan hrant dink için de gereken yerde durmuş yaşam hakkını savunmuştur, şehitlerinde, haa şimdi şimdi şehitlerle hrant dinki bir kefeye mi koyuyorsun diyecekler vardır ki, kavramda insan kelimesi geçiyordur, toprak altına girdikten sonraki sürece müdaale şansı olmayanlar olarak saygı, sevgi harici konularında konuşmasın, tartışmasındır, saygı duyuluyordur. Emekten yana olan insanların girdiği uzun ve emek isteyen entryler için ise gerçekten öyledir keşke bu emeğe saygı gösterecek kadar sabırlı olunabilse beğenilmediği taktirde tez-antitez şeklinde yine emek harcayarak cevap verilebilse ve nihayetinde gelişime bir nebze de katkıda bulunulabilse, işin tuhafı bu da hümanistlikten geliyor ki, temel kavramı insan olan bir kavramın yine insan merkezli bir şekilde gelişimi düşünmesi kadar doğal bir durum yoktur. 8.11 eylül saldırılarından sonra amerikan televizyonlarında ''bütün müslümanları keselim.'', ''ırak'ı bombalayalım'', ''pis araplar'' gibi cümlelerle savaş çığırtkanlığı yapan -ki bunun zamanımızın türkiyesine yansıması da mhp ve bbp sempatizanlarıdır- beyinsiz, savaşın ne olduğundan haberi bile olmayan, savaşı sadece rambo filmleri'nde görmüş boş kafalı amerikalılardan ve şimdilerde ülkemizde bunun bir benzerini yapan ırkçı -millyetçi değil- kesimden çok daha anlamlı bir mücadelenin içinde olan insanlardır. Terör hiçbir zaman kendi kendine hortlamaz. insanlar canları sıkıldığı için dağa çıkıp, yollara mayın döşemez. masum insanların bulunduğu kalabalık ortamlarda intihar saldırıları düzenlemez. terörün en büyük tetikleyicisi sosyal ve ekonomik adaletsizlik ve yabancı devletlerin teröristlere verdiği desteklerdir. bugün ortadoğu'da yaşananları da bölüclüğe bağlayamazsınız sanırım. sırf amerika daha fazla tüketebilsin, israil gece rahat uyuyabilsin diye ortadoğu halklarına çektirilen zulüm değil midir islami terörü tetikleyen? ve ortadoğu'da bu ortam varken iran gibi, suriye gibi devletlerin terör örgütlerini desteklemesi çok mu acayip? Burada bir soru soralım. peki ortadoğuda bu ortam yaratılmamış olsaydı... insaların yiyecek yemekleri, içecek suları, hayatlarını sürdürebilmeleri için gereken bir işleri ve sosyal güvenceleri olsaydı. eğitim görebilselerdi ya da demokrasileri olsaydı ortadoğu'da teröre destek verilecek bir ortam oluşur muydu? karnı tok olan adam neden kendini havaya uçursun ki? Şimdi ortadoğu'daki bu durum türkiye ile hiç benzeşmiyor mu? bir düşünün bakalım. marmara bölgesi'nde kişi başına düşen yıllık gelir ile güneydoğu anadolu bölgesi'nde kişi başınadüşen milli geliri bir karşılaştırın bakalım. öğrenci başına düşen okul sayısını, öğrenci başına düşen öğretmen sayısını, kişi başına düşen doktor sayısını, kişi başına düşen hastane yatağı sayısını araştırın mesela. Hatta size bir kaynak vereyim. açın bakın oradan bakalım uçurum ne kadar derin. http://www.ilemod.gov.tr ya da http://www.tuik.gov.tr Kısacası insanın, insanlığın gelişimini engelleyen, buna zarar veren herkese karşı olan hümanist yazarların arasında "en" diye bir derece düşünülmeksizin yaptığı uğraşdır verilen mücadele. Ayrıca; ülkemizdeki sayın savaş yanlıları! yineliyorum ki o hayatında savaşı sadece rambo filmlerinde görmüş olan amerikalılardan hiç mi hiç farkınız yok. alın size basit bir istatistik;11 eylül de ikiz kulelerin yıkıntıların altında kalıp ölenlerin sayısı beş bin civarında idi. ve aynı gün birleşmiş milletler gıda ve tarım örgütü verilerine göre dünyada açlıktan ölen çocuk sayısı 35.615 idi ve bununla ilgili ne bir televizyon programı, ne bir gazete makalesi ne de bir basın açıklaması yapıldı. Şimdi diyeceksiniz ki ''ne alaka?'' ve sorunuza bir soruyla cevap veriyorum. kim terörist? o insanları açlıktan ölüme terkeden ensesi kalınlar mı? yoksa usame bin ladin mi? ve o çocuklar için kim ağladı? kim ''hesabı sorulacak'', ''kana kan isteriz'' diye haykırdı? Tayyip erdoğan zamanında ''türkiye'de kürt sorunu var.'' dediği zaman da bizim ultramega vatansever, milliyetçi arkadaşlar buna şiddetle karşı çıkmışlardı. ve görüyorum ki hala da karşı çıkmaktalar. ama ne kadar karşı çıkılrsa çıkılsın bu ülkede bir kürt sorunu vardır ve sorunun tek çözümü kesinlikle savaş değildir. Doğuya yatırım yapılmalıdır. evet bu kadar basit. doğu kalkındırılmalıdır. şimdi diyeceksiniz ki ''devletin güvenliğini sağlayamadığı bir bölgeye kim yatırım yapsın ki?'' evet özel sektör yatırım yapmayacaktır ve yapması da beklenemze. işte bu yüzden bizzat devlet yapacaktır bu yatırımları. yeni merkezler yaratılmalıdır mesela. adana gibi, gaziantep gibi. göç olacaksa bile bu merkezlere yönlendirilmelidir. Neyse yine zavallı bir hümanistten bekleneceği üzere uzun uzun yazdım ve bilmediğiniz hiç bir şey söylemedim sanırım. neyse... 9.( bu maç yapılmak zorunda mı) bu mac yapilmak zorunda mi kapat sözlük'te yok! ama aşağıdakiler belki işinize yarar. bu ulkede herkes kemalist olmak zorunda mi her yazar musluman olmak zorunda mi bu kadar tatli olmak zorunda misin tanri yla aramda bir din olmak zorunda mi dusuncesi bu meret devlet dairesi mi dukkan mi bu ne be bu kadar uzun yazi mi olur kardesim bu duvari badanalamali mi badanalamamali mi bu mac kacmaz aksama mac var mi dostum mac demissin ama bu bildigin tecavuz 10.Bunun bir yanı daha var; milliyetçilik uğruna diyarbakır cezaevinde yapılanları savunan, maraş katliamını savunan sevgili vatan haini, zamanının amerikancısı şimdikinin imfcisi vatanseverler. bu ülkeye en az pkk kadar zaara veren bu kişiler kalkmışlar bu ülkenin değerli beyinlerini öldürmekten söz ediyorlar. yalnız değerli beyinlerden kasıt neoliberalden bozma entel magandalar değil, gerçek anlamda değerli ve bilgili kişiler. vatan uğruna sömürüyü savunan, üstüne üstelik bu sömürü düzeninde ancak tok bir karna sahip olabilecekler bunu söylüyor ya içim acıyor. varsın vatan sağolsun ama abd daha çok sağolsun! 11.*hacı yeni filmi izledin mi? -ne o? *en hümanist yazarların inanılmaz mücadelesi -konusu neymiş? *ne bilim t.şak muhabbeti filan diolar. 12.Humanizm,fransizca humanisme kelimesinden gelip en basit anlamiyla insan merkezli ,insani sevme ulkusunu tariflemek icin kullanilir. Gelelim birinci entrydeki kara hilal tanimina humanizm = paravan(humanizm kisvesi altinda) arkasi turk dusmanligi,kurt savunuculugu halklarin kardesligi karsitligi oyle mi ? Şu an icin kavramlar ve kavramlarin arkasinda saklananlarin karistirilmamasini dilemekten baska birsey gelmiyor elimden . 1980 darbeside ataturkculuk kisvesi altinda yapilmisti ve sonuclarini gorduk goruyoruz. Kendi yaptigim tarife gore humanistim .Gayette mutluyum bu durumumdan. 13. Efendim bu yazarlar öyle bir mücadele verirler ki, öyle başlıklar açarlar ki hümanizmin dibine sokasınız gelir ( pkk lı da olsa insan insandır) ( kazanan barış olacaksa pkk ile masaya otururum) ( ahmet turk un sozleri sucsa biz de katiliyoruz) 14.tavşanda tapirde buldum sizde bulamadığım sevgiyi ennn hümanist yazar neredersin yaz kaç yakışırmı o güzel narin alade bünyene bir dirhem okşamadın saçımı anamgibi bir ıslak ekmek atmadın hayvanat bahçesinde gövel öredeklere atar gibi nerede humanizmin nerede ısladığın kuru ekmek . . . . sende uzaksın bana en az bir tapir gibi kendine yakıştırdığın bir sıfat sadece onu gördüm değil mi sence de Bülent Kızıl
-
Tuhaf Şeyhler Oluyor!
EN HUMANİST YAZARLARIN İNANILMAZ MÜCADELESİ ve PKK YA KARŞI ÇIKANA FAŞİZT DİYEN ZİHNİYET BÖLÜM -1 Şimdi sıkı durun, şeklen de olsa, bir hümanist yazar gibi tanım yapıyorum, tanım yok diyen gammaz vicdansızdır. Biliyorsunuzki son bir kaç gündür bu polimiklerle uğraşmaktayım beni anlamayan zihniyet beni sildi gitti umurumda bile olmadı ama bu şekilde bir araştırma yapmak zamanının geldiğini gördüm , yaptığım bu araştırmayı ve bu yazdığım bu yazıyı siz sevgili dostlarımla paylaşmak istedim... Tanim: son 7-8 yıldır ülkemizde dönemin ağırlıklı olarak gençlerinden oluşan bir topluluğun, kendi hayatlarında kayda değer bir yer verdikleri, gelişmesi, daha çok okuyucu sayısına ulaşması, daha geniş kitlelere ulaşması, kişisel fikirlerin toplumsal bazda yankılanması, ülke meselelerine dair genç ve dinamik nufus ve buna ek olarak apolitik ülke gençliğinin de bir kısmının muhalif sesinin duyulması,iletişimin psikolojik bir ihtiyaç olduğundan hareketle, kişisel gelişimin psikolojik yanını geliştirmesi, değerlerin tartışılarak daha geniş kitlelerce eleştirilerek daha kabul edilebilir bir noktaya gelmesi, karşıt çözüm önerileri getiren ve/veya getirdiklerini iddia eden görüşlerin, sahipleri tarafından ortaya konularak benzerliklerinin önplana çıkartılarak bir birlik ve dayanışma ruhu ile gençliğin ülke gündemine el ele , omuz omuza, yürek yüreğe el koyması zamanının geldiğinin işaretlerini vermesi , yıllardır ülkeyi sun'i gündem maddeleri ile oyalayarak, kişisel hırs, haset ve menfi duyguların tatminin yolunu tercih eden muktedir görünümlü hükümetlerin foyalarının ortaya çıkartılması, ülkenin temel sorununun edinazor ruhlu bir kesimin gül goncası formundaki milyonları temsil edememe kaabiliyetsizliği olduğunun ayan beyan görülmesi ve gösterilemsi açısından önemli bir rol oynayan sanal sözlük oluşumlarındaki en asil duygunun insanı olan humanist yazarların kendi gerçeklerini ortaya koyarken bir paravanın arkasından başarıya ulaşmak yolunda sarfettikleri gayretlerin birikimi ve toplamı olan mücadelelerdir. * * Kendi tarzımıza dönelim de rahat rahat yazalım artık. nasılsa kapı gibi tanımı diktim tepeye. Efendim bu yazarlarımızın gözle görülen en önemli özelliği ciddi bir emek sarfederek takdir edilesi uzunlukta entryler girmeleridir ki, huzurunuzda itiraf ediyorum hayranım bu özelliklerine. ama sol emekten yanadir derken sanırım bahsettikleri emek kıyısından bucağından burada da kendi yansımasını bulmuştur. 16 haziran 1976 soweta katliamini rahatlıkla türkiyenin belli bir kesimine havale edebilirken, diğer yandan da 15 haziran 2007 diyarbakir da patlamayı önce devletin sırtına ödenmesi gereken bir adisyon fişi kılığına sokmuş, sonra da hümanizmin engin denizlerinde durmadan tepiklediği "türk" hissiyatı ile durmadan "mazlum ve mağdur" elbisesi giydirdiği "kürt" toplumunu, artık hoş bir seda olarak yankılanan "halkların kardeşliği" sloganının içerisinde yoğurmaya çalışmıştır. okurken haz alınan birçok yazının okunduktan sonra bünyede en ufak bir "milli" his uyandırmıyor olması, aksine insanın içinden "vay beee, ulan ne kadar çok ırkçılık yapmış bu devlet" fikrini uyandırması yasadışı sol terör örgütlerinin en bilinen klişelerinden "faşist türkiye devleti" tamlamasının yandan yemiş haliyle sizi başbaşa bırakması, "humanist yazarı" şahsi olarak ve fikirsel bazda ciddi biçimde eleştirmeme neden olmaktadır. insana verilen değerin bir yansıması olarak yazar isim vermiyor ve devam ediyorum. Kızıl bayrak org ve benzeri sitelerin ifşaatlarını savunmanın bir siyasal düşünce olarak zihinlerde yer etmesine engel olmak gibi bir düşüncem olmamakla birlikte, bu görüş sahiplerinin sozde halk mahkemelerinin yılmaz bir savunucusu olduklarını düşünmem beni hangi sıfata müstahak gördürüyor onu da bilmiyorum. Bir tabir vardır lise cografyasında; "karadeniz ereğlisi" şeklinde , duymuşsunuzdur muhakkak. burada bize anlatılmak istene şey "ereğli" adlı yerleşim yerinin başka bir bölgede de olduğu ama o an için kastedilenin zonguldak-ereğli olduğudur. şimdilerde sıkça lafzedilen bir beyan olarak "kürdistan" ibaresinin peşmerge ağalarından duymuştuk lakin onlar dahi bulundukları bölgeye ırak kürdistan'ı deme cüretini gösterememişlerdi. ama icimizdeki irlandaliların humanist gönüllerine olan kat'i güvencimiz artık yıkılıyor. zira kuzey ırak'a yönelik bir operasyonu eleştirirken dahi benzeri onlarca ifadeyi bir kenara bırakarak irak kurdistani ni isgal etmek tercih ediliyorsa bunula da yetinmeyip sevgi, barış, dostluk, kardeşlik kelimelerinin arkasından elde sopalarla bekleyerek köşeden dönen her zıt görüşlüyü, her terörist karşıtını ve hatta bu devletin anayasal düzeninin -iyi veya kötü- temsilcilerini faşistlikle suçlayarak hatta bir devlet görevlisinin tüm konuşmasının içerisinden tek cümleyi cımbızlayarak tüm sözlüğe "elazig valisi buyurdu pkk li buldun mu keseceksin dedi...işte ben buna karşıyım, sonuçta terörist de olsa bir can taşıyor. benim humanist felsefem buna izin vermiyor" demek en hafif anlamıyla gerçekleri saptırmaktır. serbesti ağzıyla konuşmaktır. 2.Pkk'yı öven süperdemokrathümanistler arasında da yaşanan inanılmaz mücadelenin de içine dahil olabileceği inanılmaz mücadeleler bütünü. hangimiz daha hümanistiz diye iddiaya girip insanlık suçlularını korumaları, buna karşılık görevi silahsızları savunmak olan bir kurumu bazen içindeki bir kaç çürük yumurtayı örnek gösterip kötülemeleri, bazen de "antimilitarist" ayağına yatarak bunu yapmaları demurgirasimize yapılmış büyük bir katkıdır. 3.bölücülere ve teröristlere kim daha çok destek çıkabilecek mücadelesi. gerekli araç gereçler; 1 adet humanist söylem 1 adet demokrat maskesi 1 adet insan hakları özlü sözü yapılışı; önce vatanını seven ve korumaya çalışanlara faşist deyiniz. bunu yaparken hümanist söylemle destekelyiniz ve ardından demokrat maskesini takınız. son darbeyi vurmak için de arka cebinizdeki insan hakları özlü sözünü yapıştırınız. işte oldu artık siz de bir hümanizm micadelesi insanısız. faşistler size tepki gözterebilir, vatan diyerek bayrak diyerek sizi susturmaya çalışabilir. olsun pkk da insanlardan oluşmakta onları öldürmeyeleim, soyları tükenmesin koruyalım. Bülent Kızıl
-
()()()() Deniz_Kızı ()()()() Anı Defteri......,,
şekerim kahve içmeye geldim ama bu sefer şekersiz olsun
-
SARDUNYAM.... (Günlük... kendisini fark ettirebilen çok az şey vardır günlük yaşamımızda... )
çok teşekkür ederim kayımca ne güzeller
-
SARDUNYAM.... (Günlük... kendisini fark ettirebilen çok az şey vardır günlük yaşamımızda... )
şeker kız candyim ne kadar güzel bir kalbe sahipsin sağol meleğim bende özledim inşallah işin olursa sık sık görüşeceğiz
-
SARDUNYAM.... (Günlük... kendisini fark ettirebilen çok az şey vardır günlük yaşamımızda... )
mutlaka teşekkür ederim, şeref vermişsin...
-
Canlılar iki cins...
Dayı keyifli şeyler yazmışsın, ne güzel İNSAN, olmak demişsin ya, şimdi bunun şeklen olanı var birde manen olanı var sanırım sen manen olanını kasdetmişsin, yoksa bedenen insan gibi görünüp, esasında hala başka birşey olanlarda var... Fakat, enerjinin ruh olmayıp, can olduğunu söylemişsin bence bu yanlış... Sonuçta ikisi farklı şeyler değil... Can çıkar huy çıkmaz derler, şimdi ölünce çıkan can, ruhtan ayrı birşey mi? Sevgili Lena, sizinle bazı konularda benzer düşüncelere sahip olsakta temelde ayrı düşünüyoruz, bu çok mu önemli derseniz benim için önemli değil, ben aklın ve mantığın kabul ettiği ölçüde söyleneni düşünürüm... Ancak ölü bir bedenin 5 gün görüp, duyup anladığını hiç sanmıyorum... Olamaz demiyorum ama sanmıyorum, mekanik düşünecek olursak söylediğiniz şey bazı makinalarda oluyor, mesela bir dikiş makinam var, elektirikle çalışıyor, düğmesini kapattığım halde bir süre daha çalışmaya devam ediyor... Fakat insan biyonik bir makina, bu durum ne kadar olasılık taşır bilmiyorum... Belki dinde de geçen kabir azabı tabiri buna benziyordur...
-
Günün Haberi
Darwin’e sordum Cleveland dedi... Eşi olamayacak kadar müstesna Maliye Bakanımızın refikası Ahsen Unakıtan, kocacığını sağlığına kavuşturup, kendisi ve girişimci çocukları hamisiz ve vatanı milleti de unakıtmasız koymayan hastane seçimini ulvi biçimde, "Rabbime sordum, Cleveland dedi" diye açıkladı. Kimi köşe yazarı, Ahsen Hanımın Rabbıyla kurabildiği doğrudan ilişkiyi sorguladı, kimi Rabbın niye GATA, Hacettepe, Cerrahpaşa ya da herhangi bir SSK hastanesini değil de Clevelandı buyurduğuna şaşırdılar. Ama hiçbiri, Rabbın neden nüfusun yüzde 99,9u Müslüman olup zaten namazında niyazında AKP hükümetinin yönettiği ve zaten dini bütün bir Sağlık Bakanının çekip çevirdiği hastaneler yerine, bir Amerikan hastanesini yeğlediğini çözemediler. Oysa cevap basitti. Başını önden değil arkadan fiyonklamak suretiyle modern bir Müslüman olduğunu kanıtlayan ve kocacığını televizyon kameraları önünde uluorta sıvazlayarak sevgisel yakınlıkta alafrangalık sergileyen Ahsen Hanım, Rabbından Müslüman bir hastaneyi değil, en iyi hastaneyi göstermesini istemişti. Rab da yiğidi öldür, hakkını yeme dediğinden, dünyayı kendisinin yarattığına inanandan çok, Darwinin teorilerini kanıtlayan biyolojik protezleri kullanan Cleveland' ı işaret etti, tabii. Şimdi yazacaklarımın doğruluğundan kuşkulananlar, http://www.clevelandclinic.org sitesine girip "Aortic valve replacement " başlığında verilen bilgileri okusunlar. Bütün dünyada en ileri tekniğiyle referans gösterilen Cleveland hastanesinin araştırma laboratuvarları da bir numara. Bu laboratuvarlarda kök hücre üzerine çalışılıyor. Olanaklar sınırsız: İnsanların yıpranmış hücrelerini, kök hücreden üretilen yeni hücrelerle tamir mi istersiniz, DNAsı insana çok yakın canlı domuz vücudunu bir tarla gibi kullanıp, kök hücre ekerek, boy atınca çıkarılıp insana nakledilecek organ tarımı mı istersiniz, yakın gelecekte her türlü opsiyon açık... Zaten Cleveland hastanesinde yapılan kalp ameliyatlarında, eğer protez takılacaksa, yapay protezden çok biyoprotez kullanılıyor. Örneğin 2006 yılında Clevelandda aort kapakçığı değiştirilen hastalardan yüzde 86sına yapay değil, biyoprotez takılmış. Hastanenin özel sitesi, bu biyoprotezlerin domuz aort kapağı, sığır perikardı ya da çeşitli hayvan hücrelerinden elde edildiğini açıklıyor, gururla. Hiç merak buyurmayınız, Türkiyede de başarıyla gerçekleştirilen bu ameliyatlarda aynı biyoprotezler kullanılıyor, zaten hastalar da bana ne kapağı taktılar diye merak etmediği gibi, sormamaya da özen gösteriyorlar. Biyoprotez aort kapakçığı, özellikle şeker hastası kalp hastalarına takılıyor. Sayın Unakıtanın nasıl bir bypass geçirdiğini bilmiyorum, ama aort kapakçığının değişmesinin gerekmediği kesin. Ben size bütün bunları, Clevelandın aslında ne kadar Darwinci olduğunu ve tıp biliminde evrim teorisine uygun işlediğini kanıtlamak için anlatıyorum. Eğer Cleveland bilimcileri evrimci olmayıp yaratılış safsatasına uygun davransalardı, insan, domuz, sığır, fare vb. gibi türlerin hücre akrabalığı üzerine çalışmaz, ondan organ alıp ötekine takıp çalıştıramazlardı. Dolayısıyla, tam Maliye Bakanımızın, sağlığına böylesi Darwinci bir hastane tarafından kavuşturulduğu günlerde, Darwinin TÜBİTAKın Bilim ve Teknik dergisinin kapağından kovalanması ve Dr. Çiğdem Atadumanın da yayın yönetmenliğinden alınması, hiç şık olmadı. Türkiyede güya bilimi ilerletmekle görevli TÜBİTAKın başına konuşlanan Prof. Ömer Cebeci, sanırım kendisini iktidarın yarattığını biliyor, dolayısıyla yaratılış teorisine göre davranıyor. Önemli değil. Prof. Ömer Cebecinin başkanlığında bir TÜBİTAK la Türkiye ne büyür, ne küçülür. Hastanelerimiz de değiştirecekleri biyoprotez aort kapakçıklarını, ABD laboratuarlarından ithal eder, kaynağını sormazlar. Kullar böyle akılsız olunca, Rab da TÜBİTAK’ı yaratılışçı ulemaya emanet eden ehli Müslim zevata, Cleveland’a gidip Darwin’cilere ameliyat olmasını tavsiye eder.
-
BAHAR BAYRAMI NEVRUZ KUTLU OLSUN!…
Ergenekondan çıkalı 4646 yıl olmuş
-
MELİS KAYA...evet benim babam bir kere öldü,13 yaşındaydım!
Neden üzerinize alındınız? Türkiye'de olanı biteni siz kendi gözlerinizle görüyorsunuz, biz kendi gözlerimizle, sizin kendi doğrularınız var, bizim kendi doğrularımız, ben bu forumda ve dilediğim her yerde fikrimi ve görüşümü dilediğimce söyleme hakkına sahibim, tıpkı sizin gibi... Nasıl ki sizler kendi doğrularınızı burada ve heryerde bir şekilde dile getiriyorsanız, karşıt görüşlerinde olacağını bilmeniz gerekir... Sizler değil misiniz, özgür düşünce, hürriyet, dilini kullanma hakkından dem vuranlar... Öyle ise bizim dilimizden, konuşmalarımızdan, gördüklerimizi yazmamızdan rahatsız olmalalısınız... Sayın maviolmayangökyüzü, sizi yok saymıyorum, kimseyi yok saymam ancak bulunduğum hiç bir ortamda tek doğru benim doğrumdur diyene sessiz kalmam... Bu ülkenin hukukunu, toprak bütünlüğünü, millet bütünlüğünü, zenginliğini, cumhuriyetini ve ilkelerini benimsemeyen, sahiplenmeyen ve savunmayan insanların kardeşlikten söz etmeleri abesle iştigaldir... ******** Bizimde burada olduğumuzu hatırlatmak isteriz... Saygılarımla
-
Canlılar iki cins...
İnsana düşünme, anlama ve muhakeme yapma yetisini veren maddi bedende beyin... Enerjetik bedende ise ruh... Daha doğrusu ruh, bedenin akümülatörü gibi... O olmadan çalışamıyor... İnsan bedenide tıpkı diğer canlılar gibi dişi ve erkek olmak üzere iki cinsiyetten oluşuyor... Merak ediyorum, ruhlarında cinsiyeti var mıdır? Onlarda taşıdıkları bedenin cinsiyetini mi alırlar, yoksa nötr mudurlar? Kuran, meleklerin cinsiyetinin olmadığını söylüyor, meleklerin aynı zamanda enerji olduğunuda söylüyor... Ruhta bir enerji olduğuna göre onunda cinsiyetsiz olma ihtimali oldukça yüksek... Zaten onun üremeye ihtiyacı olmadığına göre cinsiyetede ihtiyacı yok demek değil midir?