sardunyam tarafından postalanan herşey
-
Kardelen'in katili bulundu..
İşte doğruya yaklaşmış bir yaklaşım bu... Fakat ilk yorumunuz, yanlıştı, sapık Türk olunca kimse sahip çıkmaz... Katilin dağda olanı da kahraman olmuyor mesela!
-
ERGENEKON=?SUSURLUK=?GLADYO=?ULUSALCILIK?
Ergenekon: Türkiye Türklerindir, diyenleri Silivri'de toplama eyleminin şifresi... susurluk : derin devlet olduğunu sananların o kadarda derin olmadıklarının köpüklü ayranı... gladyo : masal perisi
-
Davos - Erdoğan - Peres
van minut, van minut, van minut peressss, benden yaşlısın siz çok iyi bilirsiniz insan öldürmeyi... ve çıkışta: modaratöre kızdım... olduuu canım
-
Bir Güle Sığdır Beni
Bir garip yolcuyum uzak çok uzaklardan geliyorum, asırlar ötesinden yorgunum ellerim boş boynum bükük gözyaşı dolu heybemde yalnızca kalbimi alıp getirdim sana ayrılıklarla delik deşik kalbimi başka bir şeyimde yoktu getirecek Bir mecnunum yüreğimde leyli yollar saçlarımda kızıl çöl rüzgarları koynumda ayrılık türküleri ve dudağımda kırık dökük şiirlerle yalnızlıklar boyu özlemlere akan nehirler gibi tanımadığın memleketlerden bilmediğin kentlerden hasretimi getirdim sana yüküm ağır... Yıllar yılı bir seni, bir de hasretini mühürledim yüreğime kilit üstüne kilit , zincir üstüne zincir vurdum bir damladan derya yaptığım gözyaşlarıma sattım anahtarını yıldızlar dizerek aşkın ak saçlarına ayrılıkların Aç pencereni sana demet demet hasret bulut bulut yağmur getirdim gözlerimden gel sarıl bir öpümlük gül gibi... Bir göçmen kuşum göğünü yitirmiş kelebek bir kanadım aşk dolu bir kanadım hasret dinmek bilmeyen bir özlemle al kat yalnızlığımı yalnızlığına... hasretimi hasretine Bülbülüm gönlünün altın kafesine tutsak bir kanadım ateşler içinde bir kanadım gülistan Düşsüzüm düşlerine al beni soluksuz sevişmelerine sakla gel uzan yanıma sarılalım bir asır bin yıl hasretini çektim bir güle sığdır beni Nuri CAN
-
Davos - Erdoğan - Peres
Anlamak zor tabi... Biri gerçekçi biri hayalperest iki kişi aynı olayı farklı yorumlar... Gerçekçiliğin sınırları vardır, bir olay karşısında, 5N 1K sorgular, söylenenle eyleme bakar... Gözlemler, Ölçer, Tartar, Karar verir... Zordur yani... Hayalperstlikte ise sınır yoktur, dilediğine dilediğince inanırsın, inandıracak bişey mutlaka bulursun...
-
14 Şubat "haram gün" ilan edildi
Hepinize geliyordur, banada geliyor, şu Filistin için Fatiha oku ve bu maili herkese yolla peygamber eline gül koyacak.. ne zaman, bu gece...! türünden e-postalar... ya da Allah'ın adı geçiyor, işte bu sebeple bunu herkese forwatla... neden, işte Allah öyle istedi... gibi... Şimdi 21, YY'da insalık DNA, Genetik bilimi, Uzay Çağı yaşarken, İnterneti bambaşka amaçlar için kullanırken, müslüman kesim ne yapıyor? Burdan varmak istediğim sonuç şudur: Din biz istesekte istemesekte, beğensekte beğenmesekte, içinde olsakta olmasakta hayatımıza egemen kılınmıştır... Hayatımızı günah ve sevaplar kuşatmış, inansakta inanmasakta... Bunu kimler yapıyor? İnananlar!!! Ne için yapıyor, Allah'ın rızası için! Sözün özü; dinde son nokta dindar cumhurbaşkanı istemekti... oldu bitti... Selametle...
-
14 Şubat "haram gün" ilan edildi
Kelimelerin ne anlamı var ki? Din göreceli bir kavramdır, kitleler halinde inanılsa bile herkes kendi içinde başka türlü anlar ve yaşar... İşte o yüzden inanç bireyseldir... Toplumsal yanlarıda vardır ama neyin yok ki, hayat zaten sosyal bir olgudur... Din modernizme karşı mıdır? Din sabit fikirlilik midir? Dinde reform olmaz mı? İnsanlar kimliklerini dinleri ilemi isimlendirmelidir yoksa benlikleri ile mi? Bütün bu kargaşanın temel unsuru din değil, dinde söz sahibi olmak isteyen şahıslardır... Kendi doğrusunu toplumun doğrusu olması konusunda dayatmacı olmamak lazım... Çünkü inanç vicdani bir unsur başka şey benzemiyor... Sevap ya da günah aslında iyi ve kötü anlamındadır, fakat iyi ve kötü bile görecelidir...
-
ERGENEKON=?SUSURLUK=?GLADYO=?ULUSALCILIK?
Ahh ahh bilenle bilmeyen konuşuyor, kavram kargaşasından geçilmiyor...
-
BÖLÜCÜLER CHP'LİLERE SALDIRDI!..
Hımmm, son derece hümanist, akılcı, demokratik, çağdaş, bilimsel, eşitlikçi bakış açısı... Yapılan saldırı hakkında tutumunuz ve yorumunuz son derece ilginç... Saldırı hoşlanmadığımız birine ya da kuruma yapıldığında çeşitli mazeretlerimiz var hamdolsun...
-
hayatı en iyi ne anlatır?
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA ''İyi şiir yazmakla şair olunmaz… ...tir git!'' Bu sözleri hiç unutmadım. Bu şiir yazanlara ders olsun! Kadıköy’deyim… “Sevgimi unutmak için seyrederim bir tabloyu, bir mermeri, Ki ne kadar dalsa ruhum yeniden döner geriye: Okurum düşüne düşüne okuduğun şiirleri, Senin düşüncen geçerken üzerlerinde bir sıcaklık kalmıştır diye” dizelerini okuyorum. Karşımda bir başka şair arkadaşım aynı zamanda yayıncım oturuyor. İlk kitabım çıkacak… Ödül almışım… “Artık şairliğim tescil olacak?!” Bu sırada oturduğumuz yerin hemen önünden “biri” geçiyordu. Biri diyorum çünkü o geçen adamın Fazıl Hüsnü Dağlarca olduğunu o ana kadar bilmiyordum. Arkadaşım, “Bak” dedi “Şansa bak, Dağlarca geçiyor.” İlk defa görüyordum, hem de bu kadar yakından. Hemen masadan kalkıp yanına koştum. Koluna girip, “hocam merhabalar, nasılsınız” diye sordum. Kalın gözlük camının arasından bana sertçe baktı. Elindeki bastonun yardımıyla beni biraz itti. “Kimsin sen” diye sordu sert bir ifadeyle. “Şairim” dedim. Olanlar oldu… Bastonunu kaldırdığı gibi kafama geçirdi. Neye uğradığımı şaşırdım. Ardından bastonla rastgele vurmaya başladı. “Hocam, özür dilerim, ben…” diyecek oldum. O durmadan vuruyor ve avazı çıktığı kadar bağırıyordu. “Ben 100 yaşına gelsem şairim demem kendime, ...tir git. “ Demez olsaydım… Pişmandım, farkına varmıştım ama iş işten geçmişti. Dağlarca vurmaya devam ediyordu hem de nereme denk gelirse; “Şair olmak kolay değildir. İyi şiir yazmakla şair olunmaz… ...tir Git!” Çevreden insanlar girdi araya, kurtardılar beni bastonun darbelerinden. Sonra o bağıra çağıra yoluna devam etti. Arkasından öylece bakakaldım… Aradan uzun bir zaman geçti. Ölmeden iki üç ay önceydi, ziyaretine gittim. Kadıköy’deki evinde uzun uzun sohbet ettik. “Şairlik halim selimliktir” dedi. Öfkeliydi; “Bu halk var ya, kişilik sakatlığı yaşıyor, şiirden ne anlar, ben ne diyorum ki... Sen şairsen bir namazın en önemli rekatındasındır yazarken.” Bana kızdığı günü dün gibi hatırladı. Gülümsedi. “Sana açıkça bir şey ifade edeyim” dedi. “Artık dünya üzerinde şiirin pek önemi kalmadı. Bu çağın getirdiği bir durum. Biz şiirle yazışırdık. Yazdığımız şiirler merak edilirdi, elden ele dolaşır okunurdu. Şimdi böyle bir dünya yok…Samimi olmam gerekirse, sinemayla uğraş. Şiir yazma demiyorum ama pek ehemmiyet arz etmeyecektir. En geçerlisi bu.” Kadıköy Fazıl Hüsnü Dağlarca sokağında yürüdüm… Avazım çıktığı kadar bağırmak istedim usta şairin şu dizelerini: “Nereye, ey göz yaşlarımın sıcaklığı, Ki başka birisi yok beni duyan . Rüyalar nereye gidiyor, anlamıyorum; Ve sen nereye gidiyorsun, hatıralardan.”
-
hayatı en iyi ne anlatır?
(...) Caine'in yeteneklerinin sırrını bilmiyordu,bunu öğrenmek de istemiyordu... Adam yeteneklerini kullanmayı öğrendiğinde neler olabileceğinden korkuyordu... Birden aklına çoçukken sirke gidip de filleri ilk gördüğü gün geldi... Üç tane fil vardı ve bu altı tonluk canlıların kaçmaması için ayaklarına ince birer halat bağlamışlardı sadece... Nava'nın aklı karışmıştı... Babasına neden hayvanların ipleri koparmadıklarını sorduğunu hatırlıyordu... Bu koşullanmaları ile ilgili bir şey,diye açıkladı babası... "Filler daha bebekken kalın demir zincirlerle bağlanırlar... O ilk aylar boyunca da ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar, bu zincirleri kıramadıklarını görürler"... "Ama ipler zincirlerden daha ince,"dedi Nava... "Filler ipleri koparabilirler." "Evet... Ama eğiticiler filler zincirleri kıramayacaklarını öğrenene kadar ip kullanmazlar... Bak Nava, aslında o filleri orada tutan ipler değil,kendi akıllarındaki koşullanma... İşte bu yüzden bilgi önemlidir... Eğer bir şey yapabileceğini düşünürsen, aslında bu mümkün olmasa bile yapabileceğini görürsün... Eğer yapamayacağın düşünürsen, o zaman da çoğunlukla yapamazsın, çünkü denemezsin bile yapmayı." İşte bu Caine'in durumunu çok iyi açıklıyordu. O eskiden bir zincirle bağlanmıştı, ama şimdi bir ipti onu tutan... Şimdiden ipi esnetebileceğini öğrenmişti; ama ya koparabileceğini keşfettiğinde; o zaman ne olacaktı?
-
Derli Toplu Bir Ev Için...
süper
-
Kardelen'in katili bulundu..
Ya sapık Alman olsaydı ne derdiniz? Burada bari ırkçılık yapmasaydınız...! Bu konuda sevindiğiniz tek nokta bumu yani? Bir çocuğa bunu yapan kim olursa olsun en ağır şekilde cezalandırılmalıdır, bunlar toplum içinde yaşayan virüsler...
-
Davos - Erdoğan - Peres
senaryo, senaryo, senaryo... seçimlerden sonrasını bekleyin, göreceksiniz! BOP'ta son perde oynanmaya başladı işte, Arablara istenilen halk kahramanı yaratıldı... durmak yok, yola devam...
-
14 Şubat "haram gün" ilan edildi
Sevgililer Günü başlı başına çok saçma bence, gereksiz ve sırf ticari amaçla yapılan birgün diğer bilmem ne günleri gibi... Ama işin içine günah sevap ilişkisi girincede tuhaf oluyor, neden herşeyi günah ya da sevap olarak açıklamak zorundalar? Yani sadece bunun için mi yaşıyorlar? Anlamak zor, sevgililer günü gereksiz ama yasaklanması daha da gereksiz!
-
ERGENEKON=?SUSURLUK=?GLADYO=?ULUSALCILIK?
işte ayrışmış olmanın kanıtı cümleler... "Ne yaparsınız,dün güpegündüz başına silah sıkılanlar için susan adalet bugünde sizin için sussuyor." siz dediğiniz kim? siz kimsiniz? birde sizin demokrasinizi görelim, tanıyalım, dinleyelim, hangi demokrasiden bahsediyoruz? şu Kürtlere özerklik tanıyan, Kürt dilini, Türk dilinin önüne geçiren, Türkiye Cumhuriyetini parçalamayı hedefleyen demokrasi mi? hakikaten vay be ne demokrasi?
-
ERGENEKON=?SUSURLUK=?GLADYO=?ULUSALCILIK?
Bakın anlamsız bir dava, en kötü Amerikan senaryosundan daha berbat bir CIA senaryosu ile içeri alınan insanlar tek tek salınıyor ve gerekçe ne deliller yetersiz!!! Oysa Türkiye'nin he yanını kazmıyorlar mı bunlar, sizce ne topluyorlar? Ve hukuku sindirmiş olan bizim gibi Cumhuriyetçiler ve içeri alınanların suçsuzluğuna inananlar, sükunetle mahkemenin sonuçlanmasını bekliyoruz... Demokrasiye inanmıyorum artık, demokrasi boş bir çuval olmuş içine ne istersen dolduruluyor, ne istersen çıkarılıyor... Yani kimin elindeyse onun demokrasis oluyor... Oysa DTP'li bazı vekillerin söylemleri ortada, pkk ortada, içeri alınan paşalarımızın geçmişi ortada... Hayatlarını bu uğurda feda edenler şimdi birer suçlu ilan ediliyor, itirazlar edilince söylenen söz : "Yahu ne sinirleniyorsunuz savcılar Cumhuriyetin Savcıları" yok yaww... Cumhuriyetin nimetlerinden yararlanıp savcı olabilirler peki ya Cumhuriyetçi mi aynı savcılar? siyasi görüşleri var mı, yok mu? İşte önemli olan bu... Atatürk bugünleri öngörüp tek tek not etmiş, şimdi bize düşen bu izi iyi takip etmek... Bu yol mutlaka aydınlığa çıkacak... Bundan kuşkumuz yok...
-
()()()() Deniz_Kızı ()()()() Anı Defteri......,,
Kahve İçmeye gidelim :
-
mal beyanı
Hiç bir küfür, onun ağzında durduğu kadar gül durmadı bir başkasının ağzında. Hiç bir rakı kadehi onun elinde durduğu kadar aşina durmadı bir başkasının elinde. Ve bir yaz günü alıverdi onu günebakan çiçekleriyle koynuna ''mekanım olsun'' dediği Datça... İşte onun mizahi üslubuyla 33 maddelik mal beyanı... Sevgilerimle... Ömür Bingül Can Baba'dan Mal Beyanı... 1-Avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen 2-Gökyüzünde bir bulut 3-Bitlis'te beş minare 4-Biri yazlık, biri kışlık iki platonik sevgili 5-Büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri yaslanıp sigara içilen beyaz duvarı 6-Islıkla da çalınabilen dört anonim türkü 7-Palandöken'de bir palan, iki döken 8-Kastamonu'da üç kasto 9-Üç fay hattı 10-Bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma 11-Dünyada mekan 12-Ahirette iman 13-Denizde kum 14-Uzayda yerçekimsizlik 15-Bir çuval gazoz kapağı 16-Bir kibrit kutusu sigara izmariti 17-On sekiz saç biti 18-Biri İngilizce 6 adet küfür 19-Yirmi tane boş naylon poşet 20-Sevenlerin kalbinde kurulmuş bir taht 21-Bir sürü saç sakal, kıl, tüy, yün 22-Uç ayrı parkta, üç ayrı belediyeye ait, üç ayrı banka reklamlı bank 23-Bir ayakkabı çekeceği 24-İki büyük taş kütlesi 25-Bir adet ağaç gölgesi 26-Üç kuş kanadı sesi 27-Bir sürü kedi köpek 28-Bir marmara denizi 29-Camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci 30-Her akşam karıştırılan dört çöp bidonu 31-Çalıp çalıp kaçılan beş tane melodili apartman zili 32-Nakit 15 lira 33-Anne babadan kalma yarısı yaşanmış bir ömür.
-
Tarihe övgü
Sakın bir daha bilir deme tarihi Tuncay Tuncay bilseydi tarihi, talihi düşer miydi hapse Bakın bize kıssadan bir hisse: Kanuni ki Muhteşem Süleyman Avradı ki Haseki Hürrem Sultan Kızı Mihri-mâh yani ay ve güneş anlamında, varmış bir çirkin, devşirme köleye Adı Rüstem Paşa, sanı yükselmiş Kubbe Vezirliği’ne Onu anarken ahali, Rüstem’den önce “Mekri” (hileci) ya da “ İrtişâ’ ” (rüşveti) eklermiş Üstüne çirkin mi çirkin, bir de kaba imiş Tarih yazanlar bile şaşırmış bu olaya Amma kafalayıp Hürrem’i alınca Mihri-mâh’ı Yıkmış Osmanlı’nın payitahtını Bu deyyus; canavar Süleyman’a kendi oğlu Kudretli Mustafa’yı boğdurmuş huzurunda yalanla Sonrası dikiş tutmamış Osmanlı İmparatorluğu’nda. Mekruh olmuş Mekri düzen Yani hep bağırır dururdum ya ben Katiller demokrasisi Hırsızlar düzeni Taa o zamandan kurmuşlar sistemi Hürrem, Mihri-mâh bir de Rüstem Mihri-mâh’ı, Hürrem vermek isteyince Rüstem’e Söylenti çıkarmış ahali olmasın bu evlilik diye Rüstem cüzzamlıdır demişler çirkinliğinden bahisle Süleyman bir saray hekimini yollamış Aceleyle Diyarbekir’e Cüzzamlılar da “Bit”, yani o zamanki adıyla “Kehle” Yaşamaz diye Rüstem’in bakmışlar donuna, atletine; içliğine Cüzzamdan değil amma, pislikten her yerinde Bulunmuş mebzul miktarda Kehle Derhal İstanbul’a haber salmışlar Devlet bayram etmiş bulundu, salınacak sırtına Halkın, bir tane daha Bit enciği Vermişler kızı Rüstem Şirkine, Düzen, bulunca halkının kanını emdirecek bir zalim Mekri ve İrtişâyı Rüstem’e, en önce kızını sunmuş da Millet anlayıp başına geleni seslenmiş Allah’a: “Olacak bir kimsenin bahtı kavi talihi yar Kehlesi dahi mahallinde ânın işe yarar.” Daha ne desin millet düzen belli, zalim aynı Yüzyıllar boyunca tekerrür etti illet Tarih’ten ders çıkarsaydı Tuncay böyle yanar mıydı? Kehlesi donunda, pisliği başında Mekri ve irtişâ’ deyyusa Hukuk ve demokrasi diye Başı Amerika’da, kuyruğu Türkiye’de yılana ve Damadı, ortağı Recep’e insan diye bakar mıydı? Amma çözüldü bir kere Mustafa Kemal eliyle Çözülecek gene dertlenme bahtı kara maderin Bulunur kurtaracak vatanı; takiyyecisinden Kehlesinden, irtişâ’ı, irticai cehaletten Doğar hepsinin mahvı, mahı leylden Karanlığı kovar en koyu zamanı Türkiye’den Vatan, namus, ahde vefa diye Aşk ile feryad eden TUNCAY ÖZKAN 5 OCAK 2009
-
içimden geçer
aşkı defnettiğim günden bu yana her gece rüyama girer küçük bir çocuk kapımda ağlar! bir güneş doğumu vaktiydi bir hoca sela getirdi bir vaiz, vaaz eyledi aşk huzurdan çekildi şimdi ben hala İstanbul’da İstanbul’la, İstanbul’ca kaybolup gitmekteyim bitkisel hayatta beynim bir şeyimi bağışlamış değilim kalbimi almak istediler içinde sen varsın diye vermek istemedim! benden bana hakkım geçmedi senden yana baktım geçmedin! aşk uykusuz aşk huzursuz aşk onu doğuracak bir ana bekliyor! bu zamanda analarda umarsız! sat gitsin!
-
basit yaşayacaksın!
Basit yaşayacaksın. Basit... Mesela susayınca su içecek kadar basit... Dört çıkacak, ikiyle ikiyi çarptığında. Tek düğmesi olacak elindeki cihazın; Tek bir düğme, tek bir cümle gibi... Sevince lafı dolandırmadan söylediğin "seni seviyorum" gibi. Basit bir öpücük yetecek sana... Basit, sıcak bir öpücük; ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin. O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını, Öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını. Kabak çekirdeği verecek sana rakamların veremediği mutluluğu El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak en değerli kağıdın hep yanında taşıdığın, atmaya kıyamadığın. İki harekette giyiniverecek, iki harekette soyunuvereceksin. Kısacık olacak uyanman, ve yola çıkman arasında geçen süre; Kısacık olacak sıcacık kollara dolanman ve Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını; bakışların bile anlatabilecek kendini. Beklentilerin de basit olacak: Kaf Dağı'nın önünde bekleyecek mutluluklar. Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını; ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana en ucuz romanını; Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini. Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken. Bir kaşarlı tost olacak aradığın nasıl oturacağını bilemediğin sofrada, parmakların en kıymetli çatalın. Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri. İskender'in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında. Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana kontrplak bir gitarda doğru basılmış bir fa diyezin mutluluğunu Makyajı ilk "a" sına kadar bilmen yetecek. Temizlik kokacak en pahalı parfümün. "Bilmiyorum" diyebileceksin bilmediğinde ve çok normal olacak "bilemeyişin". Tek dereden su getirmen yetecek, bir "istemiyorum" diyebilmeye, Ne durduğu fark etmeyecek abanın altında. Saatin, sadece saati gösterecek, Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın, Küçük bir not defteri olacak "bilgini" en hızlı "sayan" Basit yaşayacaksın, basit. Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi basit... Çay simit ve peynirle... Dr.Yalçın Ergir
-
Ağaçlar içten çürür ve ayakta ölür...
Basit düşünmeyeceksin ama basit yaşayacaksın! Kasmadan, kanırtmadan hayatı, güneşin doğuşunu seveceksin! Bir milyardan fazla gündür doğuyor olsa bile, bıkmayacaksın! öğreneceksin hergün, her saniye, yeni bir şey, bildiklerinle yetinmeyeceksin, ve en önemlisi fikr-i sabit olmayacaksın, dünya hiç birimizin aklının almayacağı şeylerle, ve bildiğimizi sandıklarımız yanlışlarla dolu! basit yaşamayıp basit yaşamayı öneren birini ciddiye almayacaksın tabi! evet erbay'ım şiirin gerçek sahibi mavi olmayan gökyüzü, teşekkür ederim paylaşmaya devam!
-
Ağaçlar içten çürür ve ayakta ölür...
Basit yaşayacaksın! Basit yaşayacaksın. Basit... Mesela susayınca su içecek kadar basit... Dört çıkacak, ikiyle ikiyi çarptığında. Tek düğmesi olacak elindeki cihazın; Tek bir düğme, tek bir cümle gibi... Sevince lafı dolandırmadan söylediğin "seni seviyorum" gibi. Basit bir öpücük yetecek sana... Basit, sıcak bir öpücük; ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin. O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını, Öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını. Kabak çekirdeği verecek sana rakamların veremediği mutluluğu El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak en değerli kağıdın hep yanında taşıdığın, atmaya kıyamadığın. İki harekette giyiniverecek, iki harekette soyunuvereceksin. Kısacık olacak uyanman, ve yola çıkman arasında geçen süre; Kısacık olacak sıcacık kollara dolanman ve Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını; bakışların bile anlatabilecek kendini. Beklentilerin de basit olacak: Kaf Dağı'nın önünde bekleyecek mutluluklar. Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını; ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana en ucuz romanını; Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini. Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken. Bir kaşarlı tost olacak aradığın nasıl oturacağını bilemediğin sofrada, parmakların en kıymetli çatalın. Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri. İskender'in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında. Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana kontrplak bir gitarda doğru basılmış bir fa diyezin mutluluğunu Makyajı ilk "a" sına kadar bilmen yetecek. Temizlik kokacak en pahalı parfümün. "Bilmiyorum" diyebileceksin bilmediğinde ve çok normal olacak "bilemeyişin". Tek dereden su getirmen yetecek, bir "istemiyorum" diyebilmeye, Ne durduğu fark etmeyecek abanın altında. Saatin, sadece saati gösterecek, Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın, Küçük bir not defteri olacak "bilgini" en hızlı "sayan" Basit yaşayacaksın, basit. Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi basit... Çay simit ve peynirle... Dr.Yalçın Ergir Bir de bu şiirin Aziz Nesin'lik bir hikayesi vardır ki -okuyunca gülmekten kendinizi alamayacağınız- ortodonist Dr. Yalçın Ergir hicivli bir dille şöyle anlatır bu durumu: Her şey Mayıs 2000’de Ümit Yayıncılık'tan çıkan "Düş Hekimi" kitabımla başladı. Kitabın ilk yazısı “Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, çok güzel bir ülkede mahalleler varmış...” diye başlayan "Mahalle" yazısı internet ortamında önce yazarsız, sonra da nedense Can Yücel imzasıyla dolaşmaya başladı. O sıralarda öksüz yazımın bir de arkadaşı vardı; sevgili Can Dündar'ın "İmge Yayıncılık"tan çıkan; "Benim Gençliğim" kitabındaki "Ödünç Hayatlar" yazısı da; "Sarı Lira Gibi Ömrümüz" başlığı altında önce yazarı belirsiz, sonra da "Orhan Veli" imzasıyla Türkiye turuna çıkmıştı. (...) 2001’in başında "Basit Yaşamak", Milliyet Gazetesi'nde sayın Melih Aşık'ın köşesinde "internetten" imzasıyla yayınlanıverdi. Uyarıma nedense yanıt gelmedi - doğal olarak bir düzeltme de yapılmadı; belki de mesajım asla kendisine ulaşmamıştı. Bu arada şiirim internet ortamında artık yavaş yavaş "Nazım Hikmet" imzasıyla dolaşmaya başlamıştı. Yapabilecek hiçbir şeyim yoktu çünkü “forward” mekanizması kontrolden çıkmış, acımasızca işlemekteydi. Aslında yazı yazarken amaç, duyguların paylaşılması olduğu için, bir şiirimin başka bir imzayla da olsa beğenilmesi hoşuma gidiyordu. Hele ucuna takılan isim "Nazım Hikmet" olunca gururum da okşanmıyor değildi. Derken Remzi Kitabevi’nden çıkan bir kitabın ilk baskısına şiir Nazım Hikmet imzasıyla kondu. Yanlışlık fark edilince ikinci baskıda düzeltme yapıldı. Ancak “kitabın arasından düşebilir” gerekçesiyle bir düzeltme notu koymak yerine, kitabın 253. sayfası yırtılarak piyasada satıldı (ikinci baskılarda 252. sayfadan sonra 255. sayfa gelir). Ancak bu sayfa yırtılmasi olayından dolayi kendilerine kırgın olamadim çünkü asla haberim olamayacak bu yanlışlığı dürüstce bana haber veren de kendileriydi. Bir gün tanımadığım birisi gönderdiği mesajda; İş Bankası’nın düzenlemiş olduğu “İş’te Genç – Şiir Yarışması”na birisinin bu şiirle katılıp finale kaldığının uyarısını yapmaktaydı. Acilen durum bildirilerek yarışmacı diskalifiye ettirildi. Pek çok şiir sitesindeki düzeltmelerimi, o sitelerde bu şiirle ilgili kimi Aziz Nesin'lik “işte sen busun Nazım Usta...”lı yorumları yazmıyorum. Şiirim şu anda, sizler bu yazıyı okurken de yanına çay – simit resimleri eklenmiş olarak, Nazım’a ”Bilgisayar"! lardan, cep telefonlarından bahsettirerek internetteki yörüngesinde dolanıp durmakta. Ama artık sakinim. Monitörümün başında, elimde kabak çekirdeği bekliyorum; Sait Faik Abasıyanık'ın bu yaz yazdığı, Nazım Hikmet'in geçen Cumartesi tamamladığı, Orhan Veli'nin, Melih Cevdet'e elektronik posta ile dün gönderdiği yeni yazıları bekliyorum. (...) İçten sevgilerimle
-
Ağaçlar içten çürür ve ayakta ölür...
İki kere düşünün Bir şeye karar vermeden önce 2 defa düşünün! Özürlü sekiz çocuğu olan ve frengi hastası hamile bir kadına rastlasaydınız, ona kürtaj olmasını tavsiye eder miydiniz? Bu sorunun yanıtını vermeden önce lütfen aşağıdaki soruyu okuyun. Şimdi bir dünya lideri seçme zamanı ve sizin oyunuz da sonucu etkileyecek. İşte üç aday hakkındaki gerçekler: 1. aday: Sahtekar siyasetçilerle işbirliği içinde ve falcılara danışıyor. İki metresi olmuş. Paket paket sigara ve günde 8 ile 10 bardak martini içiyor. 2. aday:İki kere işten atılmış, öğlene kadar uyur. Üniversitedeyken uyuşturucu kullanmış ve her gece 1 litre viski içiyor. 3. aday: Madalya almış bir savaş kahramanı, vejeteryan, sigara içmiyor. Nadiren bira içer ve evlilik dışı hiçbir ilişkisi olmamış. Tercihiniz bu adaylardan hangisi olurdu? Önce karar verin, kopya çekmek yok, daha sonra aşağıdaki yanıta bakın lütfen! 1. aday: Franklin D. Roosevelt 2. aday: Winston Churchill 3. aday: Adolf Hitler ve bu arada... Kürtaj sorusuna eğer evet dediyseniz, Beethoven'i öldürdünüz !!! alıntı