Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

sardunyam

Φ Süper Üye
  • İçerik Sayısı

    10.566
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    3

sardunyam tarafından postalanan herşey

  1. Veysel ÇOLAK YARA İÇİNDE YARA Bak, bu beyaz karanfil senin aşkaşımın olsun Hohlayıp onunla silersin kalbini Ne zaman yüzüne çalışsam gökyüzü oluyor Göğsün yaz içinde Dağlara bakmaya koşuyoruz birlikte Ama sen sıyırıp gidiyorsun içimi. Bir ırmaktan aktıkça yıkandığım Kılıç için dokunmuştun, ipektin kesinlikle Bana kızdığında kuş seslerine yenilirdin Hızlandırırdın soluğumu Harlı gövdene alıştırırdın Tenin gelip de geceme vurunca Soyunur çoğalırdın İçimde, batığına aşık bir denizin kokusu. Bir bıçağın iki yüzü, huysuz dilin Nerede bir ayaklanma olsa iterdin kendini Dokunsan sönerdi ateş Sabahı uyurduk isteseydin eğer Bir okyanusla yarıştırırdın çıplaklığını Saçlarını topla ki boynunda alanlar açılsın. Alnım kanıyor, üstüme devriliyor uzaklık Alıp gidiyorsun işte geveze günlerini. Aşk değil bu, yara içinde yara ! Dünya, 2001
  2. sardunyam

    su

    SUYUN DUYGULARI VAR MIDIR? Suya kötü şeyler söylediğinizde üzülüyor, iltifat ettiğinizde seviniyor. Yanında dua ettiğinizde güzelleşiyor. Üstelik bunlar suyun yüzüne, fotoğraflara yansıyor! Güzel bir söz duymak hepimizin hoşuna gider. Suyun da hoşuna gidiyor. Su, aynı bizler gibi, hatta bizden daha da hassas bir şekilde, etrafında olup biten her şeye tepki veriyor. Gürül gürül çağladığı bir şelaledeyken çok mutlu; klorlanmış bir şekilde musluk içinde akarken mutsuz. Sevgi sözcüklerine olumlu tepki veriyor; nefret sözcüklerine olumsuz. Dua edilmesi suyu güzelleştiriyor, berraklaştırıyor. Dinletilen müzik türlerine tepki veriyor. Bütün bunları nasıl biliyoruz? Japon araştırmacı Dr. Masaru Emoto’nun çektiği fotoğraflardan. Emoto, topladığı su numunelerini dondurup eksi beş derecede fotoğraflarını çekti. İnsan eliyle müdahale edilmemiş suların olağanüstü güzellikte kristaller oluşturduğunu gördü. Kirli su kaynaklarından veya musluk suyundan aldığı örneklerse, kristalleşemedi veya deforme olmuş kristaller oluşturdu. Suya müzik dinletildiğinde veya su şişesinin üzerine bazı kelimeler yazıldığında alınan sonuç da son derece etkileyici. “Teşekkürler”, “sevgi ve şükran “melek” yazılı kağıtlarla sarılan şişelerde bulunan su kristalleri dantel gibi ince motiflerle süslü. “Beni hasta ediyorsun. Seni geberteceğim.” yazan şişedeki su ise kristal oluşturmuyor. “Şeytan” yazılı kağıtla çevirili şişedeki su, kapkaranlık bir delik görünümü veriyor. Su, kelimeler kadar, manzara resimlerine de tepki veriyor. Heavy metal türü müzik dinletilen su örnekleri kristal oluşturmazken, klasik müzik veya halk ezgileri dinletilen su yumuşak şekilli, güzel kristaller haline geldi. Dua etmenin de olumlu etkisi olduğunu gözlemleyen Emoto, bir gölün dua etmeden önce ve duadan sonra su örneklerini fotoğrafladı. Duadan sonra su kristali daha berrak ve net bir şekil aldı. Mikrodalga fırın – şeytan benzerliği Emoto, televizyon, bilgisayar, cep telefonu, mikrodalga fırın gibi elektromanyetik dalgaların suya verdiği zararı da çektiği fotoğraflarla belgeledi. Çektiği fotoğraflarda çok şaşırtıcı bir benzerlikle karşılaştı. Suyun Gizli Mesajı’nda yazdığı gibi bu benzerlik şöyle: “Mikrodalga fırında ısıtılan damıtılmış su, “şeytan” sözcüğü karşısında elde edilene benzer bir kristal oluşturdu.” Su insan vücudunun da parçası Emoto, “Suyun Gizli Mesajı” kitabında, su ile yaptığı çalışmanın insan dünyasına da ışık tuttuğunu şu sözlerle ifade ediyor: “İnsan bedeninin ortalama yüzde yetmişi sudan oluşur… Başka bir deyişle bizler büyük kısmı sudan oluşmuş varlıklarız…. İnsanın mutlu ve sağlıklı bir hayat sürmesinin yolu bedeninde bulunan yüzde yetmiş oranında suyun saflaştırılmasından geçer…. Sürgit devinim halinde olan akarsular nispeten saf kalmayı başarmıştır. Durgun su ölüdür. Hasta bir bedende suyun – ya da kanın – dolaşımı genellikle durağan hale geçmiştir. Peki ama bedenimizdeki kan akışı neden durağan hale gelir? Bu durumun duygularımızın durağanlaşmasıyla doğrudan ilişkisi var. Bilimsel araştırmalar ruh halimizin ya da zihinsel durumumuzun bedenimizi doğrudan etkilediğini uzun zaman önce ortaya koydu. İçiniz yaşama sevinciyle doluyken, hayattan zevk alırken kendinizi fiziksel olarak da çok iyi hissedersiniz ama üzüntülü ya da kederli olduğunuzda bedeniniz bunu bilir.” “Hastalıklar toplumun yozlaşmasıyla bağlantılı” Gene kitaptaki ifadelere göre, yaşadığımız ruhsal veya bedensel hastalıklar, içinde yaşadığımız toplumla bağlantılı. Aynı, okyanus içindeki bir damla suyun, bütün okyanusu hissetmesi gibi… Emoto’nun sözleriyle: “ Bedenleri ve ruhları yaralanmış insanlarla karşılaştıkça, hastalık dediğimizin aslında kişisel bir şey değil de, bütün bur toplumun yozlaşmasıyla doğrudan bağlantılı bir durum olduğuna giderek daha fazla ikna oluyorum. Bozulan dünyamız için bir şeyler yapmayıp yaralı ruhlarımızı iyileştirmediğimiz sürece fiziksel hastalıklar yüzünden acı çeken insanların sayısında hiçbir azalma olmayacaktır. …. Dünyadaki bozulma aslında ruhun bozulmasıdır ve bu darbe, etkisini bütün evrende gösterir.” Su kaynağına yakın olmak önemli Şehir koşullarında tertemiz bir pınar suyu bulup içmek hayal gibi. Pınarlardan gelen sular plastik kaplarda giriyor evimizden içeri. Bu sorun kitapta şöyle ifade ediliyor: “ Suyun başka maddeleri çözündürüp taşıyıcılık yapmak gibi eşsiz bir özelliği de vardır. Ne kadar çok maddenin suyun içinde çözünebildiğini bir düşünün; tabii suya yeniden o ilk ve saf halini kazandırmanın da ne denli güç olduğunu da düşünün. Yarı iletken teknolojisinde ve kimyasal fabrikalarda, suyu mümkün olduğunca saf, özgün haline dönüştürebilmek için kullanılan özel su arıtıcılarının ne kadar işe yaradığı tartışmalı bir konudur. Buralarda arıtılan su, her koşulda suda çözünecek katışıklı yabancı maddeleri barındıran plastik (ya da farklı maddelerden yapılmış) depolarda tutulur. … Tertemiz görünen içme sularıyla kaynak sularının pek çok katkı maddesi ve mineraller barındırdığını öğrenmek sizi şaşırtmayacaktır.” Yazılanlar gerçekten düşündürücü. Saf su, ancak su kaynağından içilebiliyor. Belki toprak, tahta veya cam kaplarda taşınması da sağlıklı ama çoğu evde satın alınan plastik damacanalar ve pet şişeler su taşımak için uygun malzemeler değil. Su kaynağına yakın olmanın önemini yabancı şirketler çoktan anlamış olacaklar ki, uluslararası gıda üreticileri ülkemizde bulunan su kaynaklarını birer birer satın alıyorlar. Dünya Ticaret Örgütü de yirminci yüzyılın petrol savaşlarıyla başladığını ancak yirmi birinci yüzyılın su savaşlarına sahne olacağını iddia etmişti. “Kirlilik önce bilincimizde başladı” Emoto, yağmur sularının dahi kirlendiği bir dünyada yaşadığımızdan bahsediyor: “Aslında kirlilik öncelikle kendi bilincimizde ortaya çıktı. Neye mal olursa olsun konforlu bir yaşam tarzı istediğimizi düşünmeye başladık. Bu bencilliğin bizi çevre kirliliğine götürdüğü aşikardı aka durmak bilmedik ve şimdi en ücra köşesi bile zehrimizden nasibini almış bir gezegende yaşıyoruz. Belki de artık insanı kötücül, şeytansı bir varlık olarak görmekten vazgeçmemizin zamanı gelmiştir. Bana kalırsa içimizdeki o eşsiz yetenekleri fena halde azımsıyoruz. Çevre sorunlarının nasıl bu hale geldiğini, insanların neden böylesine karmaşa içinde yaşadıklarını ve uygarlığımızın bizi nasıl bir sona sürüklediğini düşünmeye başladığımdan beri bu projeyi hayata geçirmek istiyordum. Bütün bunların müsebbibinin öncelikle bilim çevrelerindeki çürüme ve yozlaşma olduğunu düşünüyorum; ayrıca otoritelerin bilinçli olarak böyle bir toplum biçimlendirmekte olduklarını da düşünüyorum.” “Suyun mesajı sevmek ve şükretmektir” diyor Emoto. “Sürgit tekrarladığım gibi, sevgi ve şükran duygularının ışığından sapmamayı öğrenmek zorundayız. Şükretmek, sevgiyle dolu bir yürek yaratır. Sevmekse, şükran duygusunu doğru hedefe yöneltmemizi sağlar. Su kristallerinin açıkça gösterdiği gibi, sevmek ve şükretmek bütün dünyaya yayılabilir. Biz insanların çok önemli bir vazifesi var: suyu yeniden tertemiz hale getirip yaşamaya değer, sağlıklı bir dünya yaratmalıyız. Bunun için de ilk önce kendi ruhumuzu temizlediğimizden emin olmalıyız.”
  3. O aslında kendini uçuyor sanıyor
  4. Sayın yam_yam, Kuran'ın gökten bahsederken uzayı ve evreni kasdettiği açıktır. Günümüz terminalojisinde bile gökler derken uzay anlaşılmaktadır. Nasıl olurda 1400 yıl önce gök deyince başka şey anlaşılır oluyor? Uzay ve evren kelimelerinin arapça karşılıklarını bilmiyorum bilen arkadaşlar varsa paylaşabilirler. Ancak ayette geçen göğü genişletmekteyiz sözü bence mucizevi bir anlatımdır, ister göğü yerden ayırmış olarak adlandırılsın sonuçta evrenin oluşumunda bir ayrışım ve oluşum söz konusudur. Kuran ayrıca evrenin (göklerin) sürekli genişlemekte olduğunu söylediği gibi bir gün dürüleceğini (toplanacağını) da ifade etmektedir. Siz bu dürülme (katlanarak) kelimesinden başka birşey mi anlıyorsunuz, bilimin teorisine görede evren genişlemekte olduğu gibi bir gün yeniden başladığı noktaya dönüşecektir der. İnsan konuşmaya başladığı günden bu yana dil sürekli değişmiş ve gelişmiştir dolayısıyla geçmişin anlatımı ile günümüzün anlatımı yüzde yüz örtüşemez hangi dilde olursa olsun... Buda sözcüklerin dilediği gibi yorumlanmasına imkan tanır...
  5. bundan daha gerçekçi olamam, kıvırmadan, dolandırmadan, ben gibi, kendim gibi gerçekçiyim, onlarla aramızda çok büyük fark var ve onlara öğreteceğimiz çok şey var, işlerine gelmez o ayrı şey...
  6. İşkence görmüş insanların ileriki yaşamları boyunca ölene dek bunun acısını içlerinde duyduklarını biliyorum, ve hepsi bu sebeple ciddi depresyon halindeler, 12 Eylül döneminde işkence gören insanlardan bazılarının sonradan kekeme olduğu, bazılarının akıl sağlığını yitirdiği, bazılarının intihar ettiği biliniyor, 12 Eylül bu ülkenin yüz karasıdır, işkence yapan insanların en az bir seri katil kadar tehlikeli, cani ve ruh hastası olduklarını düşünüyorum... Normal bir insan başka bir insana her ne sebeple olursa olsun işkence yapamaz, bunu devlet eliyle yapanlara söyleyecek çok şey var... Bugün iddia olduğu halde darbe planları yaptıkları varsayılanlar olmadık bir şekilde yargılanıyor, onur kırıcı davranışlara maruz bırakılıyor bir başka çeşit işkence yapılıyor... Fakat nedense 12 Eylül dönemi ve sanıkları yargılanamıyor... Bu faşizan uygulamaların, bu insanlık onurunu zedeleyen davranışların 21. Yüzyılda bu ülkede hala uygulanıyor olması ayrıca üzücü ve korkutucu... Ergenekon tertibince tutuklu yargılanan Sevgi Ererenol onca talebine rağmen hala erkeklerle aynı koğuşta tutulmaktadır ve psikolojik işkence altındadır... İşkencecileri lanetliyorum...
  7. sardunyam

    1 itiraf 1 davet

    Haziran benim ayım, doğum ayım 26 sı Size uğurlu gelir umarım, düğüne gelmek mi, çok teşekkür ederim, kısmet ya neden olmasın ki?
  8. sardunyam

    Miras Kalan

    Castro ölmeden gidip bir Havana purosu tüttürmek güzel olurdu... İtalya'ya gidecek olursam seni ararım
  9. demokrasi dersi verelim o zaman
  10. Yahu biz temennide bulunalımda vermeyen zenci olsun sayın Taylan,
  11. Bahsetmiş olduğunuz tüm gelişmelere katılıyorum yalnız bir farkla, 1949 yıllarından sonraki gelişmelerdir. DP, Adnan Menderes'le yönetime geçtikten sonra Türkiye'nin politikası değişmiştir. Batı ile özellikle Amerika ile ilişkiler güçlenmeye başlamıştır dolayısıyla o günlerdne itibaren Türkiye batının talimatları ile yönetilmeye başlamıştır. 1980 darbesini yaptıran bizzat Amerika'dır sizinde söylediğiniz gibi, "bizim çocuklar" tabirini Kenan Evren için kullanmışlardır... Devlet denilen şey soyuttur, yöneticisi olanlar değişken kişilerdir Türkiye'nin uzun yıllardır bir dış politikası yok, hatta iç politikası bile yok, o yüzden günü birlik uygulamalarla son derece ilkel bir yol izlemekteyiz. Devlet denilen soyutu ele geçirenlerin zihniyeti, anlayışı ve ideolojileri o devleti şekillendiriyor, Türkiye'nin sorunu bir devlet sorunu değildir, bir yönetim sorunudur, seçilmişler onlara tanınan demokratik hakları kendi çıkarlarına memleket aleyhine kullandıklarında ortaya çıkan manzara bu oluyor... O bakımdan devlet suçludur denilemez, fakat hükümetler suçludur... Üstelik seçilerek suç işlemektedirler...
  12. Müthiş ve yerinde bir mektup, umarım başbakan ciddiye alır. Etik değerler demiş sayın Hakkı Keskin, Türkiye'de uzun zamandır etik değerler, değer bulmuyor... Ve eğer Akp hükümeti bu davalarda tarafsızsa yapılan hukuk dışı uygulamalara önce onların karşı çıkması gerekirdi. Çünkü bunlar onların döneminde olup bitiyor, her hükümet yönetiminden sorumlu olduğu ülkende gelişen her olaydan mesuldür. Deniz Feneri davasını medyaya kapatıp Ergenekon davasında mahkemeler görülmeden kitaplar yazılmasına, manşetler atılıp yargısız infaz yapılmasına yol veren, teşvik eden bizzat Akp hükümetidir.
  13. Hak Taâlâ, yedi göğün her birisini, balıklar gibi binlerce çeşit yaratıkla dopdolu etmiştir. Yedi göğün duvarı olan kaf dağının ötesinde bir büyük yılan yaratmıştır. Yılan, büyük dağı halkı gibi kuşatıp, başını kuyruğu üzerine koymuştur. Kıyamete dek Hak Taâlâ'ya yüksek savtıyle tesbih eder. Bu denizler ortasında yedi yer, bir gemi gibi hareketli ve huzursuz iken, Hak Taâlâ bir büyük melek tayin etmiştir ki, yerlerin etrafını kavrayıp, bir omuzu üzerinde sâki kılmıştı. Sonra Hak Taâlâ, o meleğin ayağı sağlam dursun için yeşil yakuttan bir büyük kare biçiminde kaya yaratmıştır ki; onun en üst düzeyinde bin vâdi yaratıp, her birini bir deniz ile ve her denizi binlerce çeşit yaratıkla doldurmuştur. Daha sonra Hak Taâlâ, o kayayı sabit tutmak içi bir büyük kırmızı öküz yaratmıştır ki, onun kırkbin başı, kırkbin boynuzu, kırkbin ayağı vardır. Her iki ayağı arası bir yıllık yoldur. Kayayı, boynuzları ve sırtı üzerine yüklenmiştir. Bu öküzün adı: Liyunan'dır. Sonra Hak Taâlâ, onun ayaklarını sabitleştirmek için bir büyük balık yaratmıştır ki, yedi deniz onun ağzında bir damla gibidir. Sonra Hak Taâlâ, o balığın altında bir büyük deniz yaratmıştır ki, büyük alık, bu büyük denizde sükûn ve karar etmiştir. Sonra Hak Taâlâ, o denizi altıda, yedi tabaka cehennem yaratmıştır. O büyük deniz, cehennem üzerinde sâkin olmuştur. Sonra Hak Taâlâ, yedi cehennemin altında sert rüzgâr yaratmıştır ki, sair ve sakar (cehennemin iki tabakası) onun üzerinde karar kılmıştır. Daha sonra Hak Taâlâ, o rüzgârın altında karanlık ve onun altında pere yaratmıştır. Yaratıkların ilmi o perdeye dek yetmiştir. Mülkünü ve mülkünde olanları Allah daha iyi bilir. Bence bu bölümü süperdi, bunu senaryolaştırıp İslamik Hanry Potter tarzı filmler çekilebilir... Daha da süper olur kanımca
  14. "Müslümana Haram" çeşmesi Vaktiyle Bursa’ da bir müslüman, eski adı “Yahudilik Yolagzi”, bugünkü adi Arap Sukru olan muhitte çesme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemis: “Her kula helâl, Musluman’a haram!..” Bursa başkent, tabii Osmanlı karısmıs, bu nasil fitnedir diye... Gitmisler Kadıya şikâyete, adam yakalanip yaka-paça huzûra getirilmis. “Bu nasıl fitnedir, dîni Islâm, ahâlisi Müsluman olan koca devlette sen kalk, hayrattir, sebildir diye ceşme yap, ama suyunu Musluman’a yasakla!.. Olacak is midir, nedir sebebi, aklını mi yitirdin?..” diye cıkışmışlar adama. Adam: - “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin isbat ister, delil şarttir…” dedikce kadı kizmis: - “Ne delili, ne isbatı?.. Sen fitne çıkardın, Müslüman ahâlinin huzûrunu kaçirdın, katlin vâciptir!” demiş. Demiş ama, bir yandan da merak edermiş: - “Nedir gerekçen?..” diye sormus. Adam: - “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalik yine karışmış. Söz Sultan’a gitmis, adam yaka paça saraya götürülmüş.. .Padisah da sinirlenmis ama, diger yandan o da meraklanirmiş: - “De bakalim ne diyeceksen. Bu nasil iştir ki, hem çesmeyi yaparsin, hem de her kula helâl, Müslüman’a haram yazarsin?..” Adam, başi önünde konuşur: - “Delilim vardır, lâkin isbat ister.” - “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?..” - “O zaman boynum, hukme kıldan incedir Sultânim…” - “Eeee?!..” - “Sultânim, herhangi bir havradan (sinagog) rastgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…” Dedigi yapılmış adamın. Bütün azinliklar bir olmuş, baslarinda Mûsevîler, “ne oluyor, bu ne zulum?.. Bizim din adamimiza biz kefiliz, ne gerekirse soyleyin yapalim, o masûmdur, gerekirse kefâlet odeyelim...” Cevre ulkelerden bile elciler gelmis, elciler mektup ustune mektup getirmis… Bir hafta dolunca, adam: - “Sultânim, artik birakmak zamanidir” demis. Haham birakilmis, azinliklar mutlu, bu sefer Sultan’a tesekkurler, hediyeler… Az zaman gecmis ki, adam: - “Ayni isi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz icinyaptiriniz Sultânim” demis. Ayni sekilde bir papaz derdest edilip yaka-paca alinmis Pazar âyininden ve ayni tepkiler artarak devam etmis. Haftasi dolunca da serbest birakilmis. Mutlulukk ve sevinc gosterileri daha bir fazlalasmis, tesekkurler, sukranlar... Levantenler din adamlarina kavusmanin mutluluguyla daha bir sarilmislar birbirlerine. .. Sultan: - “Bitti mi?..” demis adama. - “Sultânim son bir is kaldi, sonra hukum zamanidir izninizle” demis. - “Simde nedir istegin?..” - “Efendim, pâyitahtimiz Bursa’nin en sevilen, en sozu dinlenilen, itimad edilen âlimini aliniz minberinden…” Adamin dedigini yapmislar, Ulucâmi imamini Cuma hutbesinin ortasinda almislar, yaka-paca goturmusler. .. Ve ne olmus bilin bakalim?.. Bir Allah’in kulu cikip da, “ne oluyor, siz ne yapiyorsunuz? .. Hic olmazsa va’zi bitene kadar bekleseydiniz” , gibi tek bir kelâm etmemis, imamin pesinden giden, arayan-soran olmamis... Gecmis bir hafta, “nerde imam” diye gelen-giden yok!.. Aptal ve câhil bir imam tâyin edilmis yerine, ne konustugunu kendi kulagi duymayan tam yobaz cinsinden biri… Halk hâlinden memnun, baslamis bir dedikodu, o gecen hafta derdest edilen koca âlim icin: - “Biz de onu adam bilmis, hoca bellemistik…” - “Kimbilir ne halt etti de tevkif edildi!..” - “Vah vaah!.. Acirim arkasinda kildigim namazlara…” - “Sorma, sorma...” Padisah, kadi ve adam izliyorlarmis olup-bitenleri. Sonunda Padisah cesmeyi yaptirana sormus: - “Eee, ne olacak simdi?.. Adam: - “Birakma zamanidir. Bir de ozur dileyip helâllik almak lâzimdir hocadan.” “Haklisin” demis padisah, denilenin yapilmasi icin emir buyurmus ve adama donmus. Adam basi onunde konusmus: - “Ey buyuk Sultânim, siz irade buyurunuz lûtfen, boyle Muslumanlar’a su helâl edilir mi?..” Sultan aci aci tebessum etmis: - “Hava bile haram, hava bile!..” demis... H. IKBÂL
  15. sardunyam

    1 itiraf 1 davet

    ne kadar içten ne kadar güzel ne kadar sıcak ne kadar hoş duygular barındıran bir yazı bu, yürekle ve samimiyetle yazıldığı ne kadar belli, seni tanıdığım ilk günden beri seni düşününce aklıma ilk gelen "lafı evirip çevirmeyen adam" geliyor... bu yazıda öyle, duygularını ve seni kutlarım, eczacı kızceğizide kutlarım, umarım umutların ve hayata dair küçük büyük beklentilerin vuku bulur, her zaman şansın bol olsun... yazı muhteşem... te o kaa..
  16. sardunyam

    Miras Kalan

    Ben olsam Küba'ya giderdim Rusya ya da Srilanka'da olabilir... O kadar uzaklar olmazsa, Avrupa'da İsviçre'yi görmek isterdim, belki İtalya'yı da, Yunanistan'da olabilir belki... Ama Küba önce gelirdi...
  17. sardunyam

    Rekor İşsizlik!

    Dünya Ekonomik Krizi sonrasında, tüm dünya açlık çekerken Türkiye’de başta tarımsal ürünlerin artışı... Yoklar içindeki bir ülkede, yanmış, yıkılmış savaşlardan bitkin düşmüş Anadolu insanından bir ulus yaratılmış, 1929 yılından itibaren kendi ürettiğimiz ürünlerin tüketilmesinin teşviki için yerli malı kullanma haftaları düzenlenmiş “Yerli Malı Yurdun Malı, Her Türk Bunu Kullanmalı” sloganı ile tüm yurtta kutlanmıştır. 1929 yılında yaşanan Dünya Ekonomik Krizi sonrasında, tüm dünya açlık çekerken, Türkiye’de başta tarımsal ürünlerin verimliliğinin artırılmasına başlanmış, 1935 yılından itibaren başta Nazilli Dokuma fabrikası olmak üzere, Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası ve Zonguldak kömür tesislerinin temelleri atılmıştır. Yabancılar tarafından işletilen İstanbul telefon şebekesi de hükümet tarafından satın alınmıştır. Kendi üretebildiğimiz birkaç ürün olan şeker, dokuma ve kömür ile 1929 yılında görülen dünya ekonomik krizi sonrasında Türkiye Cumhuriyeti kendi kendine yeten bir ülke imajını tüm dünyaya duyurmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, her açıdan geri kalmış bir ülkeyi sanayisi olan ve ekonomisinin ağırlığını sanayi ürünlerinin oluşturduğu bir ülke haline getirecek önlemleri hızla yürürlüğe koymuştur. Tekstil, demir-çelik ve daha birçok sanayi kolunda kurulan fabrikalar peş peşe faaliyete geçmiştir. Bunun sonucunda 1929-1939 yılları arasında Türkiye'nin sanayi üretimi artış hızı dünya ortalamasının kat kat üstüne çıkmıştır. Bu döneme ait istatistikler Türkiye'nin sanayileşme yolundaki dev hamlesini gözler önüne sermektedir. Üstelik bunlar dış yardım ve borçlanma yoluna gidilmeden, sadece milli kaynaklara dayanılarak gerçekleştirilmiştir. 3 Nisan 1929'da Yerli Malı Toplantısı'nda biraraya gelen gençler yerli malı kullanacaklarına hep bir ağızdan yemin etmişlerdir.
  18. Atatürk’ü yargılamak Oktay Ekşi TESADÜF bu kadar olur... Evde birikmiş bazı belge ve dosyaları Basın Konseyi’ne göndermek amacıyla dolapları, kutuları karıştırırken Süddeutsche Zeitung gazetesinin o tarihte Türkiye muhabiri olan Wolfgang Koydl’ın Kemalizm aleyhindeki bir yazısı elimize geçti. Yazının bize fakslandığı tarih 13 Nisan 1999 imiş. O yazıya aşağıda değineceğiz. Dün bir başka 13 Nisan’ın, yani 31 Mart 1909 tarihli İrtica Ayaklanması’nın 100’üncü yıldönümüydü. Ve bugünün "31 Mart"çılarına karşı Atatürk ilkelerini savunan "Kemalist"lerin Türk polisi tarafından evlerinden, işyerlerinden alınıp İstanbul’a götürüldüğü, evlerine baskın yapılıp neleri var neleri yok arandığı gün de takvimler 13 Nisan 2009’u gösteriyordu. Bu sütunu izleyenler bilirler: "Bir soruşturma" devam ederken, o konuda yazılmış tek satırımız yoktur. Ama dün, dördü üniversite rektörlüğü yapmış, kalanlardan önemli bir kısmı profesör unvanıyla üniversitelerde ders veren, hepsinin ortak özelliği "Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin temel değerlerine bağlılık" olan tanınmış aydınların evlerinin, işyerlerinin "uyuşturucu imalathanesi basar gibi" basılması itiraf edelim ki içimizde "isyan" duygusu yarattı. Adaletin soracağı hesaba kimse karışmaz. Ama adaletin de "hukuk devleti" kuralları içinde görev yapması beklenir. Peki Ergenekon diye bilinen bu soruşturma sürecinin "hukuk devleti" ilkelerine bağlı kalınarak sürdürüldüğü söylenebilir mi? Söyleyenlere Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun 22-23 Ocak ve 11 Şubat 2009 tarihli Cumhuriyet’lerde çıkan makalelerini bulup okumalarını tavsiye ederiz. O nedenle bu soruşturmanın artık "hukuk" sürecinin dışına çıktığına inanıyoruz. Ve işte o noktada, Süddeutsche Zeitung gazetesi muhabiri Wolfgang Koydl’ın 19 Ocak 1998 tarihli yorum-haberinde dedikleri geliyor akla. Biliyorsunuz Batılı dostlarımızı(!) en çok "Kemalizm" rahatsız eder. Çünkü "Kemalizm" bu ülkedeki "ulus-devlet"in mimarıdır. Atatürk devrimlerinin dayanağıdır. O da, "uysal" bir Türkiye isteyenlerin ikide bir karşısına çıkar. Wolfgang Koydl onlara sözcülük yaparak "Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve Şah’ın İran’ı, en az Türklerin Kemalist modelleri kadar dayanaklı görünüyorlardı. Ancak hepsi de dinsel veya etnik çekişmeler yüzünden yıkıldılar. (...) Lenin’in devleti 73 yaşındaydı, Yugoslavya 74 ve Atatürk’ün Cumhuriyeti, bu kritik yıl, 75 yaşına ulaştı" diyordu. Koydl’a göre "Türkiye her şeyden önce, her toplumsal ve politik gelişimini engelleyen taşlaşmış Kemalizm’i kırmalı" idi. Avrupa Parlamentosu’nun Liberal Demokrat (İngiliz) milletvekili Andrew Duff, Eylül 2005’te: "Türkiye, (...) klasik milliyetçi Kemalizm’le mücadele etmelidir. Devletin gücü azaltılmalıdır. Kemalizm reforme edilmeli ve bu eski liderin fotoğrafları kamu binalarının duvarlarından indirilmelidir. Türkiye, artık Kemalizm’de değişme gereğiyle yüzleşmeli. Sadece yasalar, anayasa değil, Kemalizm kültürü ve felsefesi de değişmeli" diyordu. Müjdeler olsun, çünkü artık sanıkları değil, Atatürk’ü yargılıyoruz.
  19. Bir insanın ölümüne (ailesi ve sevenleri adına) üzülmek başka şey aynı kişinin geçmişini konuşmak başka şey... Mecliste hala oturmakta olan bir sürü zanlı var hadi yargılanmalarını talep edelim var mısınız?
  20. sardunyam

    Vakit'ten Türkan Saylan Yorumu

    Ama yakında tecavüzü suç olmaktan çıkarır bunlar merak etme sen... Hırsızlık, zimmete para geçirme, organize hortumlama, dernek kurup para toplama sonra kendi çıkarına kullanma gibi adi suçlarda suç olmaktan çıkar, zaten Vakit ve o zihniyeti savunanlar bunlara karşıda çıkmıyorlar... Yeter ki Atatürkçü olma... Bu en büyük suç oldu bu ülkede... Evlenme yaşınıda 9 indirdilermi değmeyin keyiflerine...
  21. DİKİŞ TUTMAZ BU SENSİZLİK.. Kendimi hep suçlu yakalıyorum... Senden düşler sürüyorum ve içinde sen olduğun için mutluluk kokuyorum... Bu kentte yağmur hep kendini ağlıyor.. Ben her gidişinde durağa yaslanıyorum, sonra bir kente... Ve sen gidiyorsun, ben kanıyorum.. Oysa gel desen gelirim biliyorsun.. Ağzımdaki uykuları hep öp... Gözlerim yalnızlıklara ihbar olmasın, kendimi buldukça sana geleyim emi.. Sen yar; melekleri bile kıskandıracak kadar kendinsin bende.. Hiç içini acıtma uzaklarda, dikenleri olsa da, güller kendine batamaz bil.... Benim gözlerim sevdamızın bekçisi, her gün ve hep, dünden ve senden kalmayım.. Her gece sensizken odamda, intihar acemisi bir şairin delilik provalarını yapıyorum.. Ağlamamaya çalışarak, yokluğunu kokluyorum, yokluğunu yokluyorum.. Senin kirpiklerin, sen yanımda olmayınca bana darağacı.. Geceyi asıyorum, sensizliği asıyorum ve yazıyorum... Kalemim bitiyor, şiirlerim şuurunu yitiriyor.. Ve kanımdaki mürekkep balığı intihar ediyor.. Ama hemen gözlerin geliyor aklıma.. Yaşamak için geç değil, ama ölmek için çok erken diyorum... Offff yine yasadışıyım, hadi tutukla beni gözlerimden.. Müebbetlere mahkum et.... Hücremde sen, ranzamda sen, soluduğum puslu ve tozlu mahpus damında bile sen olduktan sonra.. Bin yıl paşa paşa yatmayan ****** olsun yaaar.... Bırak da üstü kalsın yalnızlığımın, sen sadece gel de geleyim... Kaç cenaze var içimde, namazını tek başına kıldığım... Gömüyorum, yine buluyor beni yalnızlık.. Dokuz canlımı bilmem ama, kaç dokuz oldu aldığım can, onu yine hiiç sayamadım.. Horlak bir yalnızlık peşimi bırakmayan... Hep karanlıklarda yürüyordum yosun gözlüm... Şimdi ise tüm siyahlarla aram bozuk.. Gökyüzüne diktim gözlerimi, güneşe ilerliyorum.. Ellerimde ve yüreğimde daima sen.. Ömrümden düşürdüğüm acıları yollara döktüm.. Sevinç dolu kamyonlar geçti üzerlerinden.... Bir de sevenler ölüdür derler.. Küfrettim hepsine, senden olmayan her şeye... Derinlerde yüzmeyi bilmeyenler, bir gün mutlaka boğulur... İşte bundandır gözlerine hep temkinli bakışım.. Kim yar saçının bir telinden kendine gurbet yapmış ki.. Ben yaptım işte yar... Her gün sabah oluyorsun, akşam oluyorsun.. Alnından süzülerek, ellerime damlıyorsun... Teninin tuzunu içiyorum, bahar yağmuru olup iniyorsun yaşadığım kente... İşte gözüme çiğ kaçtı yine bu akşam.. Az kullanılmış intiharları geri çevirdim.. Kimsenin içi görünmez, ama sen benimkini hep gör emi.. Sözü namluya sürdüm, tüm sensizliğimi vurdum... Düşmeyi göze aldım seni ilk gördüğümde ve yüreğine uçtum... Şimdi düşmeyecek kadar bağlıyım sana.. Tüm kirli dünlerimi temize çektim, uzaklığına uzandım... Sensizken ben hiç yokmuşum, anladım... SENİ SEVİYORUM... alıntıdır.... bende sevda yarası derdin dermanı sende bende bahtın karası aşkın fermanı sende neyim var ise aldın meçhul bir derde saldın varım yoğum sen oldun artık can yok bedende var ise bu can yoluna kurban hazırım her an gel de sana geleyim yar ol de senin olayım yar sende beni bulayım yar canın olayım U. ışılak
  22. sardunyam

    Vakit'ten Türkan Saylan Yorumu

    Fethullah Gülen'in ışık evlerinide bir arasalar... Oralarda yetiştirilen çocuklara neler öğretiyorlar, nasıl yetiştiriyorlar...
  23. sardunyam

    Erbakan 83'ünde geri döndü

    Erbakan hocaya islam düşmanlarına savaş açtı o Fakat o islam düşmanları nedense hiç Irak'ta, Filistin'de olmadı, hepsi Türkiye Cumhuriyetindeydi.. Erbakan geri döndü, yaşasın bir o eksikti, artık oturduğu yerden milli gömleği hepinize giydirir...
  24. Bir insan uyuyorsa uyandırmak kolaydır fakat uyumuyorda uyuyor taklidi yapıyorsa imkansız (Gandi) Bu ülkede şuan üç tip insan grubu var birinci grup çeşitli siyasi görüş farkılıkları olsada ortak paydada bir araya gelebilenler, ortak paydaları Mustafa Kemal ilkeleri ve laik Cumhuriyet olanlar, okur yazar kesimin, düşünen, sorgulayan ve bağımsız yaşamak isteyenler bunlar ve hepsinin ortak görüşü ülkemizin bir uçuruma sürüklendiği gerçeği. Bu insanlar durum gereklilik arzettiğinde vazifeye atılmak için hiç bir şart gözetmezler, mevzu bahis olan vatandır... Bir ikinci grup herşeyi izleyen fakat anlayamayanların grubu, bunlar genellikle hayatı hafife alırlar, günlük yaşantılarına devam ederler, kendileri ile ilgilenirler, olan bitene aldırmazlar, bazen yorum yaparlar, ki genelde bilgiye dayalı olmadığı için söyledikleri yanlıştır. sorunlardan kaçarlar, yüzleşemezler, sorunlardan bahsedenleride sevmezler, bunların ciddi idrak sorunları vardır... Üçüncü grup tamamen kayıp vaka, nefret ve öfke ile dolular, amaçları var ve bu amaçlar belli gruplara yönelik, kendileri gibi olmayanları yok sayarlar, saplantılı inançları vardır ki çoğunun özgür düşüncesi yoktur, başkalarından icazet alırlar, kul olmak için yaratılmış gibidirler, din ve etnik ayrım gözetirler.
  25. Hitler'in de ardında yüzbinler vardı... Bir zamanlar Saddam'ında ardında yüzbinler vardı... yüzbinler bazen hiçbirşeydir!
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.