Zıplanacak içerik

democrossian

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

democrossian tarafından postalanan herşey

  1. Kimse evrim tesadüfen oldu demiyor zaten. Hiç bir şey tesadüfen zaten olmaz. Tesadüf sandığımız şeylere, nedensellik hakkındaki bilgisizliğimiz yüzünden bu adı veririz. Gerçekte, tesadüfen olan hiç bir şey yoktur. Kuşlarda parlak tüyler tavus kuşundan çok önce ortaya çıkmıştır. Güvercinlerin bile boyunlarında mor parlak tüyler bulunur. Kuşlar gündüzcül canlılar oldukları için, tüylerinde oluşan mutasyonlardan, ışığı yansıtan yapısal mutasyonlar kuşlara sürü davranışlarında yardımcı olarak yarar sağlamış ve milyonlarca yılda birikimli seçilim parlak tüyler yönünde ilerlemiştir. Parlak tüy oluşturmayan mutasyonlar derhal elenmiş, çünkü yarar sağlayan parlak tüy yönündeki mutasyonlar yarar sağlayarak baskın çıkmıştır. Bir kuşun kuyruk uzunluğunu genleri belirler. Bu genlerde oluşacak bir mutasyon, olasılık dahilinde iki etki yapabilir: Ya daha kısa bir kuyruk, ya daha uzun bir kuyruk. Bu mutasyonla doğan bir kuş, çevre şartları kısa kuyruk için avantajlıysa üstünlük sağlar ve bu mutasyonu yavrularına aktarır. Çevre şartları kısa kuyruk için dezavantajlıysa rekabet edemez ve bu mutasyon ortadan kalkar. Çevre şartları gereği, sürekli yararlı olan mutasyon seçilir. Bir ortamda kuyruğu kısa kuşlar türleşirken, başka bir ortamda kuyruğu uzun kuşlar türleşir ve zamanla iki ayrı kuş türü olurlar. Kuyruğu sürekli kısaltan veya uzatan evrim, yararın maksimum olduğu noktada uzatmayı veya kısaltmayı durdurur. Çünkü o noktada avantaj dezavantaja döner ve kritik uzunluktan mutasyonla ayrılan bireyler hayatta kalamaz. Tavus kuşu, düşmanla karşılaşmadığı ada gibi ortamlarda evrimleşmiştir. Böyle ortamlarda uçmaktan tümden vaz geçen kanatsız kuşlar da evrimleşir. Fazla uzun kuyruk, avcılar karşısında dezavantajdır. Bu dezavantajın bulunmadığı ortamlarda, kuyruk uzunluğu erkek tavus kuşuna yarar sağlamıştır. Parlak, uzun kuyruk sağlık göstergesi olduğundan, dişiler sürekli daha uzun ve parlak kuyruklu erkek tavusları tercih ede ede bu seçilim sürekli uzun ve parlak kuyruk mutasyonlarını öne çıkarmıştır. Diğer mutasyonlar nesilden nesile geçemeyerek yok olmuştur. Doğal seçilime, adalardan tavusları alıp getiren ve korumalı ortamlarda besleyen insanların yapay seçilimi de eklenince, günümüz tavus kuşu ortaya çıktı. Tavus kuşunun evrim öyküsü kısaca bu ve tabii ki tesadüf değil, evrim. Evrim tesadüflerle değil, mutasyon ve seçilim birikimi ile ilerler. Tavus kuşunu tanrı değil, evrim yaratmıştır.
  2. O halde iyi etmemişsiniz... Kadın erkekten evrimsel olarak daha gelişkindir. XX kromozom yapısı XY kromozom yapısına göre daha sağlamdır. Dişi yavrular erkek yavrulardan daha fazla hayatta kalır. Daha dayanıklıdırlar. Genetik hastalıklar kadınlarda daha az görülür. Tennolojik olarak ileri klonlama teknikleri gelişirildiğinde hiç erkek olmadan insan nesli sürdürülebilir. Hiç kadın olmadan insan neslinin sürdürülmesi için ise çok daha ileri teknolojiler gereklidir. Ben İbrani efsanelerini yaratanlardan olsaydım, bu temelde yapardım. Yanlış kurgulamışlar. Ben olsam önce Havva'yı, sonra ondan Adem'i yaratırdım. Cennette yasak elmayı yemeye Adem Havva'yı sürüklerdi. Şeytan önce Adem'i kolaylıkla kandırır, Havva kandığı için değil, ne olacaksak birlikte olalım düşüncesiyle Adem'in günahına ortak olurdu. Tüm günahları ilk Adem başlatırdı. Kadını şeytan hizmetkarı değil, adamı şeytan hizmetkarı olarak gösterirdim. Tüm kötülükler Adem'den ve insanoğullarından kaynaklanırdı. Cehennemin çoğunu adamlar doldururdu. Tümüyle ters ve yanlış kurgulamışlar. Bu İbrani mitolojisinden kaynaklanan üç din de bu yanlış ve gerçeğe ters anlatımlara dayalı oldukları için üçünden de insanlığa bir yarar çıkmaz.
  3. Bugün suyunu ayağına getirirsen, yarın borç para ister. Verirsen, geç öder. Daha çok ister. Yine verirsen, taksitle öder. Daha fazla ister. Birini ödemeden diğerini ister. Sonunda sana borç takar ve seni sömürür.
  4. Masallarda mucizeler arama çabasının bir sonu olmamıştır. Olacak gibi de görünmüyor. Bu masallarda mucize iddiaları doğru olsaydı, Alice de peygamber olurdu. Şöyle derdik: Kendisi mâna keşfine çıkıp miraç buyurmuşlar, tavşan deliğine girmiş ve mucizelere gözleriyle tanık olmuştur, mübarek. Tanrı onu kutsasın. En büyük ve dikkate değer mucizesi, tavşan deliğinde teneke adamı gördüğünü beyan buyurmasıdır. Bu, apaçık robotlara işaret buyurmaktadır. O devirde robot olmadığı için bu apaçık bir mucizedir. Alice efendimiz hazretlerine selam olsun. Onun apaçık hidayet rehberi olan "Alice harikalar diyarında" kitabı tanrının gönderdiği bir mübarek kitaptır. Her harfinde bin sevap bulunur. İbadet olarak her gün okunması, cennete girmeye, nardan kurtuluşa vesiledir. Tanrı hepimizi, yüce elçisi Alice'in şefaatine nail ede, amin...
  5. İnsanoğlu diye bir şey, yoktur. İnsan türü diye bir şey vardır. İnsanoğlu deyimi, cinsel ayrımcı bir kullanımdır. İnsan türünün kızları da var, onları dışlamaya hakkımız olamaz. Basit gibi görünse de bu kullanımlara dikkat etmeliyiz. Bunlar da bilinçaltımızdaki ayrımcılıkların ipuçları. İnsan türünün aslının Adem'den olduğu, Havva'nın onun parçasından yaratıldığı efsanelerinin bilinç altında saklanan yansımalarıdır bu tür yanlış deyimler. Örneğin yakın zamana kadar "beyaz kadın ticareti" diye bir söylem devam etti. Bu, bilinçsizce kullanılıyordu. Çünkü eskiden beyaz kadın ticareti yasaktı. Siyah kadın ise zaten ticaret metaı olduğu için onun ticareti yasaldı. Kölelik kalktı, yasaklandı, bu deyim uzun süre kalkmadı. Sonra insanlar beyaz siyah ayrımının yanlış olduğunu anladılar, bu kullanım da kalktı. Darısı "insanoğlu" kullanımının başına. En kısa zamanda bu yanlış kullanımın helvasını yeme ümidiyle... Cinsel ayrımcılığı kaldıramamış toplumlar, asla ve asla uygar değildir. Bir uygarlığın üstün olduğunun derecesi ise, hayvanlara davranış biçimi ile ölçülür. Irk, inanç ayrımcılığının zaten sözünü bile etmiyorum. Onlar zaten vahşet, faşizm... Uygarlık dışı değil, çağ dışı değil, insanlık dışı zaten onlar.
  6. Allah ve Muhammed, Arap miti, gerçekte olmayan hayali mitolojik anlatımlardır. Kuran da yoktur. O da mitolojidir. Tarihte İslam diye bir din elbette yaratıldı, o var... Bu dini yaratanlar, o günün Mekke muhalifleri. Muhammed diye bir kişi var mıydı bilemeyiz. Vardıysa o muhalifler bir adamı peygamberleştirmişlerdir. Bu, yine "Muhammed peygamber" diye birinin olmadığı anlamına gelir. Muhammed adlı, veya muhaliflerin bu adı verip kullandığı ve peygamber diye lanse ettikleri gerçek bir adam, yaşamış olabilir. Bu bir şeyi değiştirmez. Zeus ve Apollon da birer insan olup mitolojik kimliğe büründürülmüş olabilir. Bu, mitoloji ürünü, hayali varlıklar oldukları gerçeğini değiştirmez. Peki Kuran diye bir kitap var, o nasıl yok derseniz: Kuran diye bir kitap yoktur. Muhaliflerin Muhammed üzerinden imal ettikleri söylenceler derlenip bir araya getirilip Kuran adıyla ortaya çıkarılmıştır. İbrani mitolojisi baz alınarak bu üretim gerçekleştirilmiştir. Nasıl ki kağıt hurdalığından sayfalar seçip ciltleseniz, cildini de yaldızlarla süsleseniz gerçek anlamda bir kitap olmayacağı gibi, Kuran da aynı bu şekilde gerçek anlamda bir kitap değildir. Aslında Kuran diye bir kitap, yoktur.
  7. Bu da evrimin matematik temeline örnek olmuş oldu.
  8. Mutasyonun canlının genlerini yapılandırıp düzenlediği ve geliştirdiği şeklinde bir iddia yoktur. Mutasyon, yapılandırma ve geliştirme işini seçilimle birlikte yapar. Bir canlının üreme hücrelerine genetik yapısı (çok büyük ölçüde aynen) kopyalanır. Kopyalama sırasında olasılık hesabı dahilinde farklı kopyalamalar olur. Farklı kopyalama, genetik şifreyi değiştirdiği için, yeni oluşan bireyde yapısal bir değişikliğe yol açar. Bu değişiklik zararlı etki yaparsa, bu yeni birey rekabet edemez ve ölür. Mutasyon da onunla birlikte yok olur. Yararsız bir değişime yol açarsa durumunda atasına göre bir değişiklik yapmaz. Ama yararlı bir mutasyonsa, diğer yararsız ve zararlı mutasyonlar geçiren yeni bireylere göre rekabet gücü elde ederek hayatta kalır, ürer, mutasyon kalıcı olur. Bu mekanizmanın sürekli çalışması, yararlı mutasyonların seçilimini sağlar. Milyonlarca yılda birikimli seçilim, türleşmelere yol açar. Dünyada canlılığın başlangıcı olan 3,5 milyar yıl önce tek bir arkaebakteri türü vardı, başka canlı yoktu varsayalım. Her on milyon yılda birikimli seçilimle türleşmenin yeni bir tür ortaya çıkardığını varsayalım. On milyon yıl sonra dünyada iki bakteri çeşidi oldu. Yirmi milyon yıl sonra dört. Otuz milyon yıl sonra sekiz ve kırk milyon yıl sonra onaltı. Her on milyon yılda tür sayısı ikiye katlanıyor. 3,5 milyar yılda oluşacak tür sayısı 3500000000/10000000 sayısının üs olarak yazılacağı 2 dir. Yani 2350. Bu 224349...... ile başlayan 100 basamak daha ilave edilecek bir sayıdır. Yani 106 basamaklı bir sayı. Yani trilyon kere trilyon kere trilyon kere trilyon kere trilyon kere trilyon kere trilyon kere trilyon. Dünyada oluşacak canlı türü sayısı bu kadardır. Bu sadece tür sayısı, canlı bireyi sayısı değil. Bu türler petrol, kömür ve doğal gaza, kirece dönüşmüş durumda. Milyarlarca ton çıkarılıyor, bitmiyor. Evrim sonucu günümüze kalan tür sayısı en başarılı olmuş türler. Diğerleri doğal seçilimle ortadan kalkmış. Evrim, türleri böyle yaratmıştır. Türleri yaratan tanrı değil, evrimdir. Tanrı diye bir şey, yoktur.
  9. Ben bu yabancı bilimcilerden yapılan rivayetlere hiç bir zaman inanmıyorum. Bunlar evangelistler tarafından yapılan sahtekarlıklar ve nurcu, adnancı gibi bazı dış irtibatlı kanallar ile aynı sahtekarlıklar evangelistlerden birebir tercüme edilip burada yayınlanıyor. Tavus kuşunun tüyleri elbette evrimin sonucudur. Birikimli seçilim çok sağlam açıklanmış bir mekanizmadır. Buna hiç bir biyolog aklım ermiyor demez. Bunda akıl ermeyecek bir şey yok. Gri güvercinler yetiştirir ve sürekli olarak daha açık grileri bir tarafa, daha koyu grileri bir tarafa ayırarak üretimi sürdürürsek, kısa süre sonra rasgele mutasyonlar bu yapay seçilimle birikir ve bir tarafta simsiyah, bir tarafta bembeyaz güvercinler elde ederiz. Doğada ise bu seçilim besin, üreme ve düşmanla rekabet konusundaki çok çetin mücadelelerin sonucunda ortaya çıkar. Yalnızca en başarılı olanlar hayatta kalır ve yaralı mutasyonları sonraki kuşaklara aktarırlar. Yararsız mutasyonlar kısa sürede, zararlı mutasyonlar derhal yok olur. Çünkü rekabet şansı yoktur.
  10. Kuran, Mekke'de iktidarı ele geçirmek isteyen o günün muhalifleri tarafından büyük ölçüde derleme yoluyla ortaya çıkarılmıştır. Bu ekipteki adamlar matematik filan bilmezler. Avli hiç bilmezler. Çünkü değişen durumlara göre oranları değiştirmeye kalkışmışlardır. Avl uygulanacak bir durumda, değişen durumlara göre oranlar değiştirilmez. Çünkü avl hesabı, her yeni duruma göre aynı oranlar üzerinden yeniden payda eşitleme demektir. Avli yani payda eşitlemeyi bilselerdi, değişen durumlarda oranları değiştirmeye çalışmazlardı. Kuranı yaratan muhaliflerin hesap bilmediğinin en sağlam kanıtı budur. Bu söylediklerim önceki sayfalarda hep var. Kuran'da hemen hiç bir düzenleme zaten ne akla, ne insan haklarına, ne bilime, hatta ne etiğe uygundur. Çünkü bu muhalifler çağlarının bile çok gerisinde bir bilgi düzeyindelerdi. Ortaya işe yarar doğru düzgün bir eser çıkarmaları zaten beklenemezdi. Tek olan bir tanrıdan vahiy aldığını iddia eden bir insan, sağlığında ne yapar eder okuma yazma öğrenir. Hadi öğrenemedi, sağlığında bu iddiası olan kitabı bilenlere bir araya toplattırır. Bu işi kendi ölümünden sonraya bırakmaz. Taşlara, tahtalara, kemiklere, uyduruk materyale yazdırmaz. Mısır yanı başlarındaydı, papirüs yapılıyordu. Mısır'dan hediye cariye alacağına, bir top papirüs isteseymiş. Cariyeyi tercih etmiş. O zaman ortaya çıkan din de işte bu kadar olur ancak. Hiç bir konuda doğru, yerinde bir hüküm koyamamış. Verdiği her hüküm ayrı bir yanlışlığa imza atan bir kitap çıkmış ortaya...
  11. Sayın Ateş'in yazdıkları dikkate değer bile değil. Ne İbn Miskeveyh, ne İbrahim Hakkı Kuran'ın yazarları arasında değiller. O halde onların kitaplarında yazanlar başlıktaki sorunun cevabı olamaz. Böyle unu ipe serdikten sonra verdiği ayetin ise evrimle uzaktan yakından en küçük bir alakası yok. Eğer bu ayet evrimle ilgiliyse, Kırk Haramiler masalındaki açılan susam da marketlerdeki sensörlü kapılardır. Haramibaşı bu mucize ile allahın elçisi olduğunu kanıtladığı için soygun sünnettir, çok sevaptır. Kırk Haramiler kitabını okudukça her harfinden bin sevap yazılır. Ve dahi Ali Baba denen kafir, mübarek Haramiler'i şehit ettiği için muhakkak alevli ateşte ebedi kalacaktır.
  12. Ailelere bile yasak koymak... TC tarihinde böyle zulüm görmedi. Bu zulüm katillere bile yapılsa insanlık yerle bir olur, değil ki sözde, önce suç atılıp sonra suça göre kanıt yaratılmış insanlara yapılması... Ülkenin insanlık liginden sıfır puan ve tam kayıp puanla küme düşmesi yüz kızartıcı, utançtan yere baktırıcı değil, yerin dibine geçirici de değil, yerin ters tarafından uzaya kaçıracak bir utanç. Ülkemizden utanmaktan bıktık usandık, insan içine çıkmaya yüzümüz kalmadı. Muz cumhuriyeti vatandaşı gelse utançtan yüzüne bakamıyoruz. Çünkü onun bile bir iki beraberlik puanı bari var...
  13. Dünyada birden fazla canlının yaşadığı bir mikrometrekare alanda bile sömürü vardır. Yerinizden kalkmaya üşenip arkadaşınıza "bana bir bardak su getirebilir misin" dediğinizde bile arkadaşınızı sömürüyorsunuz. Suyu içecek olan sensin, o niye kalkıp getiriyor? Senin ayağın kötürüm mü? Sömürü canlılıkla birlikte var olmuştur, canlılar yaşadığı, dünya durduğu sürece hep ve mutlaka olacaktır. Bitkiler bile yanındaki bitki güneşi az alsın, ben daha çok alayım diye yarışır. Doğa böyle evrimleşmiştir. Çok sevdiğim bir öykü vardır. Üç arkadaş yola çıkmışlar. Adları Birisi, Herkes ve Kimse imiş. Mola vermişler. Otururlarken Herkes'in aklına çay içmek gelmiş. "Birisi çeşmeden su getirsin de çay yapalım" demiş. Birisi bu söze içerlemiş. "Niye Kimse getirmiyor da ben getiriyorum?" Bu sefer Kimse kızmış: "Herkes çay içmek istiyor da suyu niye ben getiriyorum? Herkes getirsin!" Bu sefer de Herkes sinirlenmiş: "Herkes çay içecek diye suyu da Herkes'in getirmesi gerekmez!" Birisi bakmış Kimse kalkmıyor, Herkes oturuyor. Kalkmış suyu getirmiş koymuş. O da oturmuş. Bir süre sessizlik olunca Herkes: "Birisi çayı demlesin" demiş. Birisi yine kızmış: "Suyu getirdim, çayı da mı ben demleyeceğim?" İlkine benzer tartışmalardan sonra Birisi söylenerek çayı demlemiş. Herkes afiyetle çayı içmiş. Bulaşık bardaklara Kimse elini bile sürmemiş. Birisi bardaklara bakmış, bakmış, bakmış... Aynı tartışmaların tekrarlanacağını bildiği için sessizce bardakları toplayıp çeşmenin yolunu tutmuş...
  14. Ülkenin fikir planında bir arpa boyu yol alamamış olması çok üzücü. Söylemler hâla aynı. "Alevilikse, en alevi benim". "Çevrecilikse en çevreci benim". "Vatanseverlikse, en çok ben severim". (Özellikle kaymaklı yerlerini.) "Laikliği kaldırmak gerekirse tabii kaldıracağız". Bu zihniyet her ne varsa en iyisini kendisinin yaptığını düşünüyor. Götürmekse de en iyi kendisi götürüyor, yemekse de en iyi kendisi yiyor. Ceketini assa oy veriliyor. Bu işlerin nasıl olup hep böyle gittiğini, nasıl olup bir arpa boyu yol alınamadığını, telefon, bilgisayar, otomobil kullanan, okul okuyan kişilerin beyninde en küçük bir fikir kıvılcımının nasıl çakamadığını şeytan olsa, o bile anlayamazdı. "Çoğunluk" dediğimiz şey, sadece ve sadece işte bu durumdan ibaret ve korkunç yani, hani var ya "en çok oyu ben aldım, ister asarım, ister keserim" var ya... Dünyada bu kadar dumur bir durum daha göstermek çok zor. Yani olmaz böyle bir şey, bir toplumda bir kavrayış kıvılcımı çakar, bir anlayış değişimi, bir fikir atılımı olur. Böyle eski hamamda eski tasların şıngırdayıp durduğu bir fikir dünyası... Kabustan farksız...
  15. Sorduklarınız ilkokul düzeyi matematik. İlköğretim zorunlu olduğuna göre, dersleri dinlememişsiniz. Benim yapabileceğim bir şey yok.
  16. İzninizle bunu ben şöyle düzelteyim: Bilim, doğrulara ulaşmanın en geçerli yolu, din ise yanlışlara saplanmanın en kestirme yoludur. Nefs, Arapça bir sözcüktür ve "kendi" demektir. Bir kavramın yabancı bir dildeki karşılığını söylemekle o kavrama bir şey yüklemiş olmazsınız. Bu Arapça sözcükler, içeriği tümüyle boş olan tasavvufun içinde bilinmeyen bir şeyler var sanılsın diye kullanılmaktadır. "Nefs" demekle "kendi" nize hiç bir şey katamazsınız. Anlamı derin bir şeyden bahsediyorum zannedip kendinizi avutursunuz. Çünkü bu içi boş tasavvuf anlatıları ile sizi dolduran şeyhler de böyle ağdalı diller kullanarak içi dolu bir şeyden söz ediyormuş gibi hava yaratırlar. Söylediklerinde bir anlam ise yoktur. İnsanları insanlara veya gerçekte varolmayan sözde esrarlı güçlere taptırmak ve sömürmek amacıyla tasavvufu üretmişlerdir.
  17. Matematik alt yapısı olmayan hiç bir "şey" yoktur ki evrim teorisinin olmasın. Elinizi yumruk yapıp bir parmağınızı serbest bırakırsanız bir parmağınız serbest kalmıştır. Bir parmağı daha serbest bırakırsanız iki parmak serbest olur, geriye üç bükülü parmak kalır. Bir tavuk bir yumurta yumurtladığında bir yumurta yumurtlamıştır. Bir daha yumurtlarsa iki yumurta eder. Hidrojen atomunun bir protonu, bir elektronu vardır. İki proton ve elektron olunca helyum olur. Ağaçta 218 elma varsa, 38 i yere düşerse ağaçta 180 elma kalır. Matematik doğanın dilidir. Matematikten ilgisiz hiç bir şeyin olmasının bir yolu yoktur. 48 kromozomumuz vardır, başka canlıların başka sayılarda kromozomları vardır. Her bir el ve ayağımızda beşer parmak vardır. Omurgalılarda beş parmak kural derecesinde yaygındır. Beş parmağı olmayan omurgalı hangisi diye düşünsem, aklıma hiç biri gelmiyor. Kuşların kanadında, balinaların yüzgeçlerinde bile beş parmak kemiği vardır. Hiç bir şeyi matematikten soyutlamanın bir yolu olamaz.
  18. E iyi işte, ben de onu diyorum. Bana kalsa şu iletiyi de ben yaratıyorum dedim. Benim için sorun yok. İslam inancı açısından içine düştüğünüz açmazı gösterdim, açık bir şekilde. Eğer incir ve zeytine yemin eden Cebrail ise, devamında gelen ifadelerde insanı yaratanlar da Allah ile Cebrail olur. Allah bir nümune yarattı, Cebrail de klonladı mı nasıl oldu? Anlamıyorsunuz, ben yaratmak tanrıya mahsustur, Cebrail'in yaratması da nerden çıktı demiyorum. Sizin bu fikrinize de itiraz etmiyorum. Ama siz kişisel düşüncenizi islam adına açıklıyorsunuz. O zaman dayanak göstermelisiniz. Kuran'da Cebrail'in konuştuğu bölümler var. Örneğin Meryem ile konuşuyor. Cebrail'e ait olan sözler "dedi ki şöyle şöyle... vs" diye veriliyor. Sözlerin Cebrail'in olduğu belli. İncir ve zeytine nasıl olup da kendi sözü olduğunu belirtmeden yemin edebiliyor? Kendini Allah'ın yanına koyup "biz insanı yarattık" demesini hangi müslümana kabul ettireceksiniz? Bunu sizden başka kabul edecek bir müslüman hiç gördünüz mü, hayalinizde olsun canlanabiliyor mu? Bakın Kuran'da açıkça yazmayan konuları eğip bükerek Kuran'ı savunamazsınız. Ezoterik diye isim koymakla da efsaneler gerçek olmaz. Masal kültürü masal kültürüdür. Masal olarak kaldığı sürece de güzeldir, etkileyicidir, anlamlıdır. Güzel duygular hissedebilir, hayal aleminde dolaşabilir hatta gerçek hayatla ilgili çıkarımlara da varabilirsiniz. Ama masal olarak kalır. Alice masalını okuyup harikalar alemi var mı diye tavşan deliğini kazmazsınız. Hansel ile Gratel masalı okuyup ormanda çikolata ev aramazsınız. Kırk Haramiler masalı okuyup ağzı taşla kapalı bir mağara görünce açıl susam açıl demezsiniz. Alaaddin masalını okuyup cin çıksın diye lambayı ovuşturmazsınız. Sinbad'ın sihirli halıya binip uçması nasıl masalsa, Burak'a binip uçarak mescidi Aksa'ya gidip gelmek de masaldır. O masal da bu gerçek olmaz. Allahın ruhundan üflediğini söyleyen ayetin canlıların taşıdıkları iddia edilen ruh ile ilgisi yok. Bu sözde çamurdan yaptığı heykeli canlandırma anlamında. Bir tür hokus pokus iddiası. Üflediği ruhun bedene yerleştiği, ölümde çıktığı ile ilgili ayet istemiştim. Benim bir ruh taşıdığım ve bunun öldüğümde çıkacağı ile ilgili ifade istiyorum, yoktur. Bulamazsınız. Kuran'da ruh Cebrail anlamında kullanılır. "Erselna ileyha ruhena" (ona ruhumuzu gönderdik) gibi. Bu da ayrı bir konu ama burada girmeyeyim. Kısacası sizin dediğiniz anlamda ruh, Kuranda geçmez.
  19. Sayın Süheyla, yürütülen mantıklar akla zarar değil mi? Hangi akıl, inancı kendisininki gibi olmayana hakaret eder? Küfür olmadığı iddia edilen sözcüklere bir bakalım, ne anlama geliyorlar: Mağdub. Bu kendisine gazap edilmiş anlamına geliyor. Gazap demek basit bir öfke kabarması değildir. Cezalandırma eğilimi taşıyan ve saldırganlığa sevkeden şiddetli bir öfke patlamasıdır. Düşmanlık duygusu beslemek, zarar verme isteği duymaktır. Bir kişiye sana gazap ediyorum demek şiddetli bir sözel saldırıdır. Bu sana düşmanım, elime geçtiğinde seni bir kaşık suda boğarım demektir. Dallin: Bu da sapkın, sapık anlamına gelir. Ağır bir hakarettir. Bir kişiye sapık deseniz de mahkemeye verse, tazminat alır. Peki bu ağır suçlamalar niye, hangi sebeple yapılıyor? İnançları kendi inançlarından farklı olduğundan dolayı. Böyle bir şey olabilir mi? İnanç suçu diye bir suç icat etmek kadar zalimce bir davranış var mıdır? İnsanlara inançlarından dolayı düşmanlık beslemek, hakaret etmek, tehdit etmek hangi insanlığa sığar? Ve söylediğiniz gibi bu hakaret ve suçlamaları ölülere okumak, ibadet kastıyla okumak! Akıl alır gibi değil... Eklemek isterim ki "andolsun" sözcüğü meal kullanımıdır. Kuranda geçen şekli şudur: Vav yemin harfidir. Vallahi deyince allaha yemin edilir. Yemin edilecek sözcüğün başlangıç harfine göre şeddeli bağlantı yapılabilir. Vettini vezzeytuni gibi. Yani Kuranı yazan ekip yemin ediyorlarmış. Bunu kendilerinin yazmadıklarına, Allah'tan geldiğine inandırmak için çokça yemin etmişler. Görünen sağda solda hangi nesne varsa hemen hepsine yemin etmişler. Üstelik Kuran'da çok yemin edeni aşağılayan ve yeren bir ifade de vardır. O ifadeyi buraya alsam da Kuran'da çokça yemin geçtiği anlatımımın arkasına eklesem... Kızılca kıyamet kopar. 1400 sene önce yaşamış bir Arap oldun mu hakaret etmen suç olmuyor. Bize ise yasak ama olmalı da, yakışmaz tabii zaten...
  20. Karıştırmış olmayasın. Dolores'in ipek sesiyle okuduğu Cranberries'in müthiş unutulmaz şarkısına göre; "Zombie in your head"
  21. Başlıkları karıştırdınız ama zararı yok. Ben müslümanlara artık şaşırmıyorum. Ben de bu ülkede doğan çoğusu gibi müslümandım. Fakat ben Kuran'ı bilmiyordum. Bilmediğim için müslümandım. Bir gün merak ettim ve okudum. İlk aklıma gelen şey bu dinden bir an önce çıkmak gerektiğiydi. Fakat tabii bu bir anda olacak şey değil. Belki yanlış anlıyorum, belki yanlış anlatılıyor gibi olasılıkları elbette gözden geçirmek gerekiyor. Önce Arapça yazı okumayı bilmeden bu işin olamayacağını anladım. Arapçayı okumayı öğrendim. Sonrası geldi. Kuran'ın herhangi bir tanrıdan gelmediğine hiç kuşkum kalmadı. Bu kitap kendi çağlarının bilgi düzeyinin bile gerisinde adamlar tarafından kaleme alınmıştır. Konuyu anlayamamışsınız. Benim hiç şaşırdığım filan yok. Ben zaten tanrıya inanmıyorum, neden şaşırayım? Sizin olmayan tanrıya ortak atamanız beni hiç rahatsız etmez. Elbette tanrıya inanmadığıma göre, yaratmayı tanrıya has görmem de söz konusu olamaz. Tabii Dolly'yi insanlar yarattı. Ben bu iletiyi şu anda yaratıyorum. Ama dikkat edin, kendinizi ele vermişsiniz. "Dolly'yi insanlar kopyaladı" demişsiniz. "Dolly'yi insanlar yarattı" demeye korkmuşsunuz. Tanrıya şirk koşmaktan korkuyorsunuz ama ateistleri ikna için içinizden tanrıdan aflar dileyerek takiye yapıyorsunuz. Kusuruma bakmayın. Görünen manzaranız bu. Eğer gücendiyseniz ve takiye yaptığınızı reddediyorsanız, açıklamanız gerek. Madem Kuran'ın Allah sözü olduğuna inanıyorsunuz, neresinde Cebrail'in örneğin neyi yarattığı söyleniyor göstereceksiniz. Bir şey daha gösterin. Kuran'da nerde Allah'ın canlılara ruh verdiği ve ruhunu aldığı yazar? Bunlar tümüyle kişisel öne sürümleriniz. Kuran'da böyle şeyler yazmıyor maalesef. Yazmasını ben de isterdim. Hiç olmazsa Kuran'ı yazan Araplar İbrani efsanelerinden başka bir şeyler de duymuşlar derdim. Ama Kuran yazarları dediğim gibi çağlarının çok gerisinde bir bilgi düzeyi ile bunu yazmışlar. O yüzden bunlar elbette Arap mitolojisi. Özgün Arap mitolojisi de değil. Kökende İbrani mitolojisi. Aynı Roma mitolojisinin kökeninin Yunan mitolojisi olması gibi. İbrani mitolojisinin kaynağı da Mısır mitolojisidir. Böyle zincirleme gider.
  22. İncire ve zeytine yemin edenin Cebrail olduğu iddiasına önce müslümanlar itiraz eder. Çünkü islam inancına göre Kuran "kelamullah" tır. Başkasının sözünün karıştığı iddiası, başta islam inancını zor durumda bırakır. Gerçi ben bu tür iddialara alışkınım. Müslümanların bir ayeti savunmakta zorlandıklarında "bu ayeti Kuran'a Emevi halifeleri eklemiş" dediklerini bile duymuşumdur. "İslamda tüm tarihi boyunca uygulandığı halde Kuran'da recm niye yazmıyor" sorununa bulunan çözüm ünlüdür: Ayetin yazıldığı sayfayı keçi yemiş! Bu iddia tarihe geçmiştir. Bu tür iddiaları müslümanlar aralarında asla konuşmazlar. Bunlar ancak bir ateisti ikna için ortaya atılan palyatif iddialardır. Müslümanlara göre tebliğ için her şey meşrudur. Bir alkoliğe tebliğ yapabilmek için meyhaneye girmen şartsa gireceksin. İçki masasına oturmak şartsa oturacaksın. İlla bir kadeh içmende ısrar ederse, içmezsen seni dinlemeyecekse içeceksin. Müslümanlardaki anlayış budur. Tabii bu etik değil. Doğru, kişiye ve ortama göre değişen bir olgu ve kavram değildir. Doğru her zaman ve her ortamda, herkes için doğrudur. Bu, deyim yerindeyse balık oltaya hele bir takılsın, yavaş yavaş çekeriz nasılsa gibi bir anlayıştır. Böyle uç iddialar hakkında akla gelenler ister istemez bunlar oluyor. Bir iddianın bir dayanağı olması gerekir. Yemin edenin Cebrail olduğuna dair en küçük bir belirti yok. İbareler şunlar: (*) "incir ve zeytine sina turuna (**) emin beldeye yemin olsun insanı en güzel biçimde yarattık...." vs... böyle gidiyor. Eğer yemin eden Cebrail olursa "yarattık" diyen de Allah ile Cebrail olur. İkisi el ele verip insanı yaratmışlar. Bunu kabul ediyorsanız mesele yok. Yemin eden Cebrail olsun. (*) Kuran 52 (**) Sina'daki Tur dağı kastedilmiştir. İnanca göre Musa ailesiyle yolculuk ederken gece orada bir ışık görüp ısınmak için ateş almak üzere dağa yönelince kutsal Tuva vadisine girmiş ve yanan bir çalının ardından tanrının sesini duymuş. Sûre adını bu İbrani efsanesinden almıştır.
  23. Aydınlanma derken dogmatik düşüncelerden özgürlük ve bilimin aydınlığı kastedilir. Dinin işlevi aslında bitmiştir fakat bitmemesi için son çabaları ile çırpınanlar olduğu için bitemiyor. Bu çırpınanları da emperyalistler destekliyor. Bu da sürüp gitmesine neden oluyor. Çünkü din, iktidarlar için en kullanışlı araçtır. Tarih boyunca iktidarlar dinden daha etkili bir baskı aracı icat edememişlerdir. Din, büyük bir çoğunluğun sözlerini boğazında düğümleme ve yutkunmak zorunda bırakmanın en kestirme ve en kolay yoludur. Aydınlanma yayılmadığı sürece de ne yazık bu durum böyle gidecektir. Gerçeklerin ortaya çıkması için beklemek, son derece sakıncalı bir durumdur. Beklemekle hiç bir iş olmaz. Zaten müslümanları bitiren beklemek olmuştur. Moğol akınları başlayınca kıyamet alameti olan Yecüc Mecüc'un çıktığına inandılar. Bu fitne ile Mehdi'den başkasının başa çıkamayacağına inandıkları için boyun eğdiler. İnançlarına göre islam tamamen silinecek hale gelince Mehdi ve ona yardımcı İsa gelecek, yerden de dabbetül arz çıkacaktı. Bu üç süper kahraman kafirleri silip süpürecekler, islam iktidarı son kez yeryüzüne hakim olduktan sonra artık kıyamet kopacaktı. Bu inançlar islam alemini bitirdi. Moğollar ciddi bir direnişle karşılaşmadan çekirge sürüsü gibi her yeri yağmaladılar. Bu felaketten sonra da bir daha islam dünyası belini doğrultamadı. Türklerin islamı kabul etmeleri yeni bir taze kan verme gibi islamı yok olmaktan kurtardı. Türkler böyle fikirlere rağbet etmediler ve yeni bir islam yarattılar. Deyim yerindeyse islama format çektiler ve harddiski kurtardılar. Yoksa ne harddisk kalmıştı, ne bilgisayar. Arap mitolojisini din kabul etmek son derece sakıncalıdır. Ülkemizde son yıllarda tekrar Araplaştırma misyonerlik çalışmaları başlatıldı. Bu misyon başarı kazanırsa felaket olur. Başkasının mitolojisine esir olmak kimseye bir hayır getirmemiş, felaket getirmiştir.
  24. Böyle bir durumun hiç olasılığı yok. Din insanlık kültüründe en zayıf halkadır. Aslında sözü edilirliği bile yoktur ama, aydınlanma tamamlanmadığı için sözü ediliyor, biz de etmek zorunda kalıyoruz.
  25. Yoo, hiç alakası yok. Ben de genel anlamda ele alıyorum. Ülkeye göre diye bir şey kesinlikle yok. Ali, Ahmet, Gökhan, Kaya, sokakta yürüyen her sıradan vatandaş elbette laik olabilir. Bunun önünde en ufak engel yok. Çok açık ve net de açıkladım. Bu vatandaş oy vermeyecek mi? Oyunu dini kaygılar gütmeden, siyasi verilere göre verirse, işte laik bir vatandaş. Yok eğer siyaseten partilerin ne yaptığına hiç bakmadan ağızlarından Allah lafı düşmüyor diye oy verirse, al sana laik olmayan bir vatandaş. Başka bir örnek vereyim: Siyaset sohbeti yapılıyor. Gökhan siyaset sohbetine hiç dinini inancını karıştırmıyor. Enflasyondan, cari açıktan, ihalelerden, yolsuzluklardan, kayırmacılıktan bahsediyor. Başbakanın kapı açarken bile ya allah bismillah demesi ile hiç ilgilenmiyor. İlgileniyorsa da bunu din istismarı olarak görüyor. İşte laik bir vatandaş. Ahmet ise siyaset sohbetine aralıksız iki lafta bir din sokuşturuyor. Yolsuzluk var diyorsun, "allaha inanıyor, yolsuzluk yapmamıştır" diyor. Cari açık diyorsun, "allah adaletle emretmiştir" diyor. Ne alaka diyorsun, "Kuranda her şey yazar" diyor. Nerde yazıyor göster diyorsun, "hocalar büyükler bilir, ben sadece yazdığını biliyorum, geçen cuma hoca da yazar dedi" diyor. İşte laik olmayan bir vatandaş. Bunu anlamayacak ne olduğuna hiç bir anlam veremedim. Son derece açık ve net bir konu. Kişi laik olmaz diyenlerin hangi tip vatandaşın oylarından beslendiğini düşünürsek konu son derece açık ve net. Tabii ki kişi laik olmaz, biz sizin adınıza laik oluruz diyecekler. Siz laikliği bize bırakın, onu biz hallederiz diyecekler. Zamanında "memlekete komünizm lazım olsa onu da biz getiririz, siz karışmayın, siz bize oy verin yeter" diyorlardı.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.