Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

democrossian

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    1.954
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    24

democrossian tarafından postalanan herşey

  1. Evrim karşıtlarının diline doladıkları bir konu da fosil kanıt olmadığı şeklinde. Fosil kanıtlar elbette çok var. Ama yaratılışçılar istiyor ki tam bir fosil serisi olacak, aşama aşama canlının dönüşümünü açıkça gösterecek. Böyle bir şeyin ise olanağı yoktur. Çünkü canlılar tamamen petrol, kömür ve doğalgaza dönüşmüş durumda. Bunları yüzyıllardır milyarlarca tonlarla çıkarıyoruz, bitmiyor. Fosilleşme ise son derece ender oluşan bir durumdur. Çok özel koşullarda gerçekleşir. Onu da bulabilirsen. Yerkabuğu hareketlidir ve katmanlaşma vardır. Katmanlar arasında son derece özel şartlarda oluşmuş fosilleri bir de bulma derdi var. O yüzden bir fosil, paha biçilemez, değeri ölçülemez bir hazinedir. Bilgi çağında, bir fosilden daha değerli bir nesne düşünülemez. Dünyadaki toplam mal varlığı, bir tek fosilin değerinin çok altındadır. İnsanlar sanıyor ki fosiller her yerden zibil gibi, toprağı kazdıkça fışkırıyor. Yok öyle bir şey. Canlıların izini tozunu bulmak hiç kolay değildir. Buna rağmen bulunabilmiş fosiller evrimi apaçık kanıtlamaktadır. Soyu tükenmiş bir çok insan fosili vardır. İnsansı hayvan fosilleri vardır. İnsanın pat diye insan olarak ortaya çıkmadığı, hayvanlardan evrimleştiği son derece açık ve nettir. Dahası, genetik kanıtlar fosil kanıtlardan çok çok daha güçlüdür. Bugün gen haritalama yoluyla herhangi iki canlının akrabalığının uzaklık derecesi ölçülebiliyor. İnsan geni ile şempanze genini kıyasladığınızda, en yakın akraba tür olduğu apaçık görülür. Goril geniyle kıyaslayınca mesafe biraz açılır. Kedi geniyle kıyaslayınca mesafe artar, kuş geniyle kıyaslayınca daha da artar. Tüm canlılar birbiri ile akrabadır. Uzak veya yakın. Sonuçta bir bakteri ile de uzaktan akrabayız.
  2. Bundan daha doğru bir belirleme olamazdı. Son derece haklısınız. İnanca dayalı pratikler sadece ve sadece inanç sahibini bağlar. İkinci bir kişiyi bağlamasının hiç bir en küçük yolu yoktur. Kendi pratiğini kendi inancı doğrultusunda kişisel yaşamında uygular. İkinci bir kişiyi bu pratikler zerre kadar ne bağlar, ne de ilgilendirir. Bundan başka bir iddiada bulunmak, insanın en temel hak ve özgürlüklerinden olan inanç özgürlüğüne aykırıdır. Hele hele bir insanı inancına bakıp onunla değerlendirmek ve hakkında yargıya varmak olur şey değildir. Bu insanlık suçudur. İnsan sadece işlediği fiillerle yargılanır. Fikrinden, düşüncesinden, inancından dolayı yargılanması aklın ucundan bile geçirilemez. Kişinin inancını başkasına ifade etme hakkı elbette vardır. Bu asla suç değilse de sevimsiz bir harekettir. Ben şahsen bana inanç anlatılmasına eşiği yüksek bir tepki veririm. Önce inançlarının temelden yanlış olduğunu söylerim. Nedenlerini de açıklarım. Israr eder, korkutma, yıldırma, sindirme taktikleri denerse çok kırıcı olabilirim. Psikolojik baskı uygulamaya kalkışmak, ifade özgürlüğü kapsamından çıkar. Kimse kimseyi dogmatik metinlerde anlatılmış uydurma yakıştırmalarla sindirmeye kalkışamaz. Kalkışırsa göreceği tepkiyi de sineye çekecek. Bu kişilerin insanların inançlarından dolayı sorguya çekileceklerine ve sorgu sonunda inançlarından dolayı cezalandırılacaklarına inanmaları tam bir insanlık felaketi. Bu insanlık erdemine öylesine aykırı ki, en küçük ihtimal verilebilirliği olamaz ve yoktur. Böyle bir inanç kabul etmemek şöyle dursun, karşısında sessiz kalınacak bir durum bile değildir. Bu inancı derhal reddetmek bir insanlık görevidir. Aksi halde inanç suçu diye bir konunun yoktan var edildiği yerde insanlık filan olmaz, yok olur.
  3. Uzun yaz günlerinde oruç tutmak çok tehlikeli olduğu gibi, kısa kış günlerinde de beş vakit namaz kılmanın ciddi tehlikeleri var. Soğuk günlerde insanlar abdest almaktan kaçınmaya çalışır ve gün kısa olduğu için peş peşe ezan okunduğundan, bir aptesle iki mümkünse üç namazı aradan çıkarmaya çalışırlar. Halbuki soğukta terleme çok az olduğundan, su atmanın tek yolu idrardır. Öbür vakti de kılayım diye idrarını tutmak böbrekler için son derece zararlıdır. Mesanenin dolup böbreklere basınç oluşması, böbrek iflası ile sonuçlanır.
  4. Şimdi yukarda verdiğim örneği evrime başka şekilde uygulayalım: Dünya yaklaşık 4,5 milyar yaşındadır. Bunun bir milyar yılı canlı olmaksızın geçmiştir. Bir milyar yıldan sonra basit mikroorganizmalar çoğalmaya başladı. Buna göre dünyada canlılığın geçmişi 3,5 milyar yıla dayanıyor. Şimdi yeni filiz veren bir ağacı düşünelim. Çok daha hızlı büyür ama, hesap kolaylığı için yılda her bir dalının iki dala ayrılarak büyüdüğünü varsayalım. 30 yıl sonra ağacın sahip olacağı dal sayısı 230 dur. Yani bir milyarın üzerinde bir rakam. Şimdi: Evrimin bir milyon yılda bir canlı türünden iki canlı türü ortaya çıkardığını düşünelim. İki türe ayrılma 3,5 milyar / 1 milyon = 3500 kez gerçekleşecektir. Canlılığın süresi boyunca ortaya çıkacak canlı türü sayısı 23500 eder. Bu aynen padişahı mat eden ve dileğini soran padişaha şunu söyleyen çobanın örneği gibidir. Satranç tahtasının ilk karesine bir buğday tanesi koyar ve her kareye öncekinin iki katı sayıda buğday koymasını ister. Padişah hemen bir çuval buğday getirmelerini emreder ve çobanın gülümseyen bakışları altında padişah karelere iki, dört, sekiz, onaltı, otuziki tane buğday koymaya başlar. Fakat böyle kolay başlayan işlem kısa sürede çıkmaza girer. Padişah bir matematikçi çağırıp son karede ne kadar buğday olması gerektiğini hesaplamasını ister. Hesap sonucuna göre ülkenin tüm buğdayları toplansa yetmemektedir. 23500 sayısı, binden fazla sıfırlı bir sayıdır. 2 yazıp önüne 1053 tane sıfır yazacaksınız. İsterseniz bir deneyin. Bu yazılabilecek değil, aklın alamayacağı bir sayıdır. İşte evrim böyle çalışır. Bu sadece tür sayısı, toplam canlı sayısı değil. Toplam canlı sayısının akıl değil, havsala almazlığı sayesinde yeraltından milyarlarca ton petrol ve doğal gaz çıkarıyoruz. Bu türleşme, rekabet edemeyen türlerin ortadan kalkması ve başarılı türlerin soyunun devam etmesi ile bugünkü tür sayısı ile sınırlanmıştır. Yaşayan türler en başarılı olmuş ve soyunu sürdürmüş türlerdir. Evrimi aklına sığdıramayanlar tanrı hayalleri kurarlar.
  5. Tweet sahibi aslında yazdıklarıyla kendisi hakkındaki teşhisi koymuş. Nefret ettiği kişiler ayna olmuş, onlara bakınca kendi ruh halini görmüş. Aynadaki korkunç yüz hakkında koyduğu teşhisler doğru. Bu böyledir. Haklarında yoğun duygu hissettiğiniz -bu sevgi de olabilir nefret de- olgular aynadır. Bilinçaltlarında saklı eğilim, dürtü ve güdüleri açığa çıkarırlar. O yüzden insanların yoğun duygular besledikleri kişiler hakkında ne söylediklerine bakmak, kişiliklerini çözümlemenin en kestirme yoludur. Yoksa nötr oldukları kişilere karşı olan davranışları yapaydır, sahtedir, yapmacıktır. Ateistler olarak dinci faşist ve inanç ayrımcı, katliamcı şahıslara ayna tutabildiğimiz için mutluyuz. Onların gerçek yüzlerini ortaya çıkarmak bizim insanlık görevimiz. Bunlar mezarda insanların inancından dolayı sorguya çekildiği gibi paranoyak hayallere sahip kişiler. Bunu karikatür yapmaktan da hiç utanmıyorlar. Böyle bir paranoya ile, inanç sorgusu diye bir şeye inanarak nasıl inanç özgürlüğü olabilir? İnsana nasıl olur da çaldın mı, öldürdün mü, dolandırdın mı değil de neye inandın diye sorulabilir yahu? İnsana nasıl olur da ne yaptığı değil, neye inandığı sorulur? Bu dogmatik inanç suçu mucitleri işte bu yüzden kişileri ölmeden de kendilerinin sorguya çekebileceklerini sanıyorlar. Gezi parkına gelmiş insanlara "ayyaş mısın, çapulcu musun?" gibi ahiret soruları yöneltip copluyor, gazlıyor, satırlıyor, sopalıyor, yaralıyor, öldürüyorlar.
  6. Son derece haklısınız. Tanrının varlığı ya da yokluğu kesinlikle bir kumar konusu edilemez. Çünkü bu konuda bir tereddüt yoktur. Tanrı olamayacağı için yoktur. Var olması diye bir olasılık yoktur. Bunu söylerken elbette denizin dibinde saklanan ve fırtınalar yaratan bir Poseidon, ya da gökte gizlenen ve yıldırımlar çaktıran bir Zeus gibi bir tanrıdan bahsetmiyorum. Böyle tanrıların olmadığını kanıtlamak olanaksızdır. Ancak boynuzlu ve kanatlı uçan atların, alev soluyan ejderhaların olmadığını da kanıtlamak olanaksız olduğu için, bu bir sorun oluşturmaz. Tüm bu olduğuna dair bir kanıt bulunmayan iddiaların olmadıklarını kanıtlamaya zaten gerek yok. Benim söz konusu ettiğim, evreni yarattığı iddia edilen tanrıdır. Bu iddianın dayandırıldığı argüman, evrenin düzenli ve kompleks bir yapı olduğu ve böyle yapıların tasarlanmadan oluşamayacaklarıdır. Bu iddia bilimsel olarak geçerli değil. Çünkü evrim, değişim ve doğal seçilimle düzenli yapılar üretir. Varlık değişkendir. Değişimler bir yarar sağlamayan yapılar üretirse bu yapılar rekabet edemeyerek yok olur. Ya da cansız bir yapı ise, işlevsiz, ölü yapılar olarak kalır. Yararlı değişim geçiren yapılar ise devamlı ve üretken olur. Sonuç olarak hiç bir düzenli yapı tesadüfen zaten oluşmuyor. Evrim canlılarla sınırlı değil. Evrende sayılamayacak kadar çok gezegen var ve koşullar her birinde farklı. Uygun koşulların bir araya geldiği gezegen ise dünyamız. Bunu şöyle bir örnekle açıklayabilirim: Dünya nüfusunun tamamı hakkında yazı tura attırılıyor. Yazı gelenler kazanıyor. Yazı gelenler için tekrar para atılıyor. Böyle para atıla atıla her seferinde nüfusun yarısı eleniyor. Sonuçta iki kişi kalacak ve son yazı tura dünyanın en şanslı kişisini ortaya çıkaracak. Bu kişi, her seferinde elemeden geçtiği için müthiş bir güç tarafından korunduğuna inanabilir. Yüzlerce elemenin her seferinden kurtuldu ve son elemede de kazandı. İşte dünyamızın diğer gezegenler arasındaki durumu budur. Bir çok gezegende hayat mikroorganizmadan öteye gidememiş olabilir. Bir çok gezegende zeka evrilmemiş olabilir. Dünyamızda ise işler yolunda gitmiş. Bitmedi, evren de biricik evren olamaz. Bu akla aykırıdır. Çoklu evrenler kuramları aklın gereğidir. Bu kuram gereği, çoklu evrenler içinde hiç hayat oluşmamış sayısız evren olabilir. Fakat tanrı, sadece bütün bu söylediklerimden dolayı olanaksız da değildir. Tanrıyı olanaksız kılan asıl şudur: Madem evren düzenli ve kompleks bir yapı olduğu için tasarlanmaya muhtaçsa... Onu tasarlayacak bir gücün ondan daha düzenli ve kompleks bir yapıya veya akla, veya güce her neyse sahip olması gerekiyor. Peki bu güç tasarlanmadan nasıl ortaya çıktı? Evren tasarıma muhtaç, ama ondan daha kompleks ve düzenli olan, tasarıma muhtaç değil!!! Bu nasıl olabilir? Tanrı yok, evrim vardır. Düzenli ve kompleks yapıların nedeni, daha düzenli ve daha kompleks yapılar olamaz. Daha az düzenli ve daha az kompleks yapılar olabilir. Yani karmaşık yapılar daha basit yapılardan evrilmiştir. Yoksa karmaşık yapıları daha karmaşık yapılar yaratmamıştır. En uzak geçmişteki en basit yapı nedir, onu bulmak ise çok zor. Tıpkı bir süperbilgisayarın bile bitmiş bir satrancı geriye doğru analiz edebileceği, fakat beyaz taşların ilk açılış hamlesinin ne olduğunu asla bulamayacağı gibi. Tabii kimse satrancın akıllı insanlar tarafından oynandığını, kendiliğinden oynanmadığını ileri süremez. Sayısız satranç tahtasında sayısız hamleler yapılıyor fakat anlamlı hamle yapılmayan tahtalar ortadan kalkıyorsa, sonuçta oyunun bittiği bir tahta mutlaka olacaktır. Bu söylediklerime rağmen "tanrıya inanmak bana iyi geliyor, inanmak istiyorum" diyene elbette lafım olamaz ve inanmakta özgür olmamasını aklımdan bile geçirmem. İnanç özgürlüğü en temel ve asla vazgeçilemeyecek insan haklarının yaşam hakkından sonra en önemlisidir. Ortadan kaldırılması değil, sınırlandırılması dahi aklın ucundan bile geçmesinin söz konusu bile edilmesi insanlık erdemine ve onuruna aykırıdır.
  7. Ramazanın gelmesiyle birçok yayın organında önceden hazırlanmış standart yazılar yayınlanır. Oruç tutmanın sağlığa ne kadar yararlı olduğu anlatılır. Belli zamanlarda gıda alımının azaltılması elbette çok faydalıdır. Elbette özellikle mide rahatsızlığı başta olmak üzere başka engel rahatsızlığı bulunmayanlar için. Obezite sorununun da giderek ağırlaştığı günümüzde, diyet gerçekten faydalı bir uygulamadır. Ancak diyetin yararlı olabilmesi için su içilmesi, hem de bol içilmesi şarttır. Özellikle terleme yoluyla su kaybının fazla olduğu sıcak ve uzun günlerde mutlaka bol su içilmelidir. Su kaybı ve uzun saatler boyunca yerine konulamaması çok fazlasıyla zararlıdır. Başta böbreklerin çalışması son derece zorlaşır. Böbreklerde kalıcı hasar olabilmesi bile olasılık dahilindedir. Aynı şekilde karaciğerin çalışması için de su şarttır. Bitmedi, kandaki su oranının azalması, yoğunlaşmasına neden olur ve akıcılığını azaltır. Bu da kalbin zorlanması demektir. Beyne bile daha az kan gider ve düşünme yetilerinde de azalma olur. Beyin çok miktarda glikoz tükettiği için açlık da beynin çalışmasını yavaşlatır. Kanın yoğunlaşması tansiyonu da yükseltir. Bütün bunlar susuzluğun bedelleri. Açlık günlerce sürmedikçe zararlı değildir. Bir gün aç kalmanın insana hiçbir zararı olmaz. Fakat susuzluk kesinlikle çok fazla zararlıdır. Fakat açlığın da zararlı olacağı durumlar sıklıkla vardır. Bu da akşama kadar aç durup sonra akşam bir anda o açlıkla gıdalara saldırıldığında ortaya çıkar. Evet gün boyu mide dinlenmiştir ama bir anda yoğun bir tempoya maruz kalır. Gün boyu aç duran bir kişinin yeme dürtüsünü kontrol etmesi oldukça zordur. Bunlar yine de kontrol edilebilecek etkenler. Ama susuzluğun verdiği zararların üzerinde hiçbir kontrol şansı yok. Oruca suyun dahil edilmiş olması kesinlikle çok zararlı. Bunda hiçbir kuşku yoktur. Diğer yandan halkı bu yayınlarla aldatmak ve sağlıklarını riske sokmak doğru değil. Bu propagandalar yapılacağına, orucun bir ibadet olduğu ve başka da bir amacının bulunmadığı anlatılmalı. Oruç insanın kendini zorlaması ve bu yolla sevap kazanması düşüncesine dayalıdır. Evet zor bir ibadet, zararlı da, ama ibadettir denmesi daha dürüstçe olur. Sevap kazanılıp kazanılmayacağı, sevap diye bir şeyin olup olmadığı tamamen ayrı konu. Ama sevaba inananlar için anlatımın bu şekilde olması gerekiyor. Yoksa sağlığınıza yararlı olacak diye anlatmak dürüstçe değildir. Tüm diyetisyenler gün boyu azar azar çok öğün yeyin, böylece üç öğünde yediğinizin toplamından daha az yersiniz, ve kesinlikle bol su için derlerken, ramazan gelir gelmez bu söylemin 180 derece yön değiştirmesi hangi dürüstlüğe sığıyor? Birden aç durup öğün sayısını ikiye indirmek ve gün boyu sıcakta hiç su içmemek nasıl sağlıklı hale gelebiliyor? Bu olanaksız olduğuna göre, ortada bir dürüstlük sorunu var. İnanmak veya inanmamak kişinin kendi vicdanına bağlı bir olaydır. Ama inanan da inanmayan da dürüst olmak, gerçekleri neyse aynen söylemek zorundadır. Gerçeği söyleyemeyen bari susmalı, gerçeğin tersini bari söylememeli.
  8. Yazdıklarımda son derece ciddiyim. Alay etmeyi aklımdan bile geçirmedim. Bir anlatımın alay olabilmesi için, ya gerçek dışı olması gerekir, ya da alay edilenin kendi elinde olmayan nedenlerden dolayı sahip olduğu özelliklere vurgu yapılması gerekir. Benim anlatımımda her ikisi de yok. Anlatımlarımı tamamen Kurana dayandırdım. Herhangi bir doğruluğu şüpheli rivayete dayandırmadım. Kuranı ise İslam dinini yaratan ekip yazmıştır fakat büyük ölçüde değişmediğini düşünebiliriz. Çünkü ibadet amacıyla okunan metinler olarak düzenlendiği için, bunları ezberleyen çok sayıda kişi vardı. Örneğin ashabı Suffa adı verilen hiç bir iş yapmayan ve ibadet, ezber yapıp sadaka ile geçinen adamlar vardı. Bu durumda Kuranın değiştirilmesi çok zor olduğu için yazıldığı şeklini büyük ölçüde koruduğunu düşünmekte sakınca yok. Kuranı yazanların ellerinde olmadan yazdıklarını söylemenin ise bir yolu olmadığına göre alay etmem söz konusu değil. İnsanın göz odakları farklı olur da bu özelliğini vurgularsan, bu kesin alaydır. Kaza sonucu veya doğuştan uzvu eksik olanların bu özelliğini vurgulamak kesin alaydır. Kuranı yazanlar bunu yazmak zorunda olmadıkları için, yazdıklarımın alay olması kesinlikle söz konusu değil.
  9. Elbette ben de rivayetleri baz alarak bir görüş belirtmedim. Burada ben de mecaz yaptım. Çünkü söz konusu ettiğim birtakım rivayetler. Doğruluğunu zaten çoğunluğun şüphe ile karşıladığı anlatımlar bunlar. O yüzden bunlar üzerinden mecazi yorumlar yapmakta sakınca yok. Bunlar zaten kulaktan kulağa gelirken yüzbin kez kılık değiştirmiştir.
  10. Demokrasi, oyunu ver, bir daha oyunu verinceye kadar hiç bir şey yapma olamaz. Politikacıların gizli niyetleri, dış destekleri, lobileri, insanları yanıltma ve uyutma taktikleri hep vardır ve olacaktır. O yüzden tekrar oy verinceye kadar hiç bir şey yapmadan beklemek diye bir şey olamaz. İnsanların çoğunluğu da yanılmış, aldatılmış olabiliyor. O halde bir konu daha gündeme geliyor: En çok oyu alan iktidar istediğini yapar diye bir şey de olamaz. Demokrasi en çok oyu alanın diktası olamaz. "En çok oyu ben aldım, o halde ormanları kökünden kazıyıp rezidans yapacağım, kimse de itiraz etmeyecek. Edenin kafasını kırarım" diye bir demokrasi nasıl olabilir? Tersine demokrasi, çoğunlukların azınlıkların haklarını daha titizlikle koruduğu rejimdir. Çoğunluk zaten çoğunluk. Onlara kimse pek bir şey yapamaz zaten. Önemli olan azınlık haklarını korumak. Unutmayalım, Hitler askeri darbe yapan bir asker değildi. Seçimle gelmiş ve en çok oyu almış bir sivildi. Askerliğini onbaşı olarak yapmış ve herkes gibi terhis olmuştu. General üniforması giydiğine bakmayın, onu sonradan kendisi kendisine giydirdi. Mussolini de asker değildi. Gazeteciydi. Önce askerlikten kaçmış, sonra piyade er olarak askerlik yapmış ve o da herkes gibi terhis olmuştur. Stalin de asker değildi. Sivildi ve sendikacıydı. Diktatörler de seçim yapar. Seçimle yetki aldıklarını iddia ederler.
  11. Mecaz, kutsal kitaplara inananlar tarafından sıkça kullanılan bir iddia. Bu da gösteriyor ki, bu kitaplarda kabullenilecek, hazmedilebilecek ve insanlık değerleri ile tutarlı bilgi bulmak zor oluyor. Bunlara aykırı bilgiler ise sıklıkla ve çoklukla bulunduğu için, bunların mecazi olduğunu söylemekten başka bir yol kalmıyor. Fakat bu kitaplar edebiyat, şiir kitabı değiller. İnsanlığa bir yön göstermek, bir hukuk kurmak iddiasıyla yazılmış kitaplar. Bu iddialar ile mecazi anlatım, bağdaşır konular olamaz. Çünkü mecazi anlatımların direk söylendiği gibi anlaşılmasının önünde bir engel yok, bu bir. Hatta Kuranda şöyle yazar, mealen yazacağım: Ayetlerin bir kısmının muhkem, bir kısmı müteşabih olduğunu belirtir. Şimdi müteşabih dediği anlamı zor anlaşılabilecek veya anlaşılamayacak kısıma mecazidir diyebiliriz rahatlıkla. Ama anlamı kesin, söylendiği gibi açık olanlar da var demektir bu. Bu nedenle kafamıza göre bu mecaz, bu da mecaz, bu da mecaz dersek bunun bir sınırı olmaz. Bir de şu sorun var ki, böyle diyor ama müteşabih dedikleriyle muhkem dediklerini ayırabilmek için bir ölçüt vermiyor. Herhangi bir ayetin hangi tür ayet olduğunu ayırt edebilmek için bir ölçüt bulunmuyor. İşte dinin tehlikesi, sayılamayacak kadar mezhep üretmesinin ve insanları zaten ayırıyor da, mensuplarını bile parça parça bölmesinin temel nedeni de bu. Herkes kafasına göre istediği ayete müteşabih, mecaz diyor. Birinin müteşabih dediğine öteki mecaz diyor. Bu da dinin karmaşanın kaynağı olmasına yol açıyor. İkinci konu ise şu: Mecaz diyerek içinden çıkılmayacak bir konu yoktur değil mi? Herhangi bir anlatımın mecaz olduğunu iddia ettiğiniz anda, ona her anlamı yükleyebilirsiniz. Sizi sınırlayacak tek etken, hayal gücünüzdür. Bu da içinden çıkılmaz bir karmaşa yaratır. Eğer dinler insanlara mutlaka uymaları gereken, uymazlarsa başlarına çok kötü şeyler geleceğini iddia eden öğretilerdir. Şimdi insanlar karmaşa içinde ve çelişki içinde kalmazlar mı? Bence dini ciddiye alan bir insanın ikilemler içinde kıvranmaması olanaksızdır. "Acaba benden isteneni tam olarak yaptım mı? Direk anlamı mı benden istenen, yoksa mecazi bir istek mi var? Benim yorumum kastedilen anlam mı? Filanca başka türlü yorumluyor. Onun yorumu doğru olabilir mi?" Buna benzer akla hayale gelmeyecek ikilemler. "Ben cehennem mecaz diyorum ama, ya gerçekten orda ateşlerde yanılacağı, deriler yandıkça değiştirilip tekrar yakılacağı, lav ve kaynar su içirileceği, dikenli darı yedirileceği doğruysa?" Diyebilirsiniz ki suçlular bu direk anlamlardan korksun. Ama dinler suçlulara vaad etmiyor bu azapları. Daha doğrusu suçu inanmamak veya başka şekilde inanmak olanları tehdit ediyorlar. İnanç suçu ise olmayan bir şeydir, böyle bir suç icat etmek insanlık suçudur. Dinlerde en ağır suç, söylenenlere inanmamaktır. İkilem çok şiddetlendi. Hadi tanrı direk söyleneni kabul etmediğin, mecaz diye çarpıttığın için çok kızıyorsa? Bunu nerden bileceksin? Tanrı sözde demiş ki "benim dediklerime inanmazsan seni sonsuza kadar yakacağım"!!! Sen ise bu mecaz diyorsun. Ya çarpıtıyorsan? Yakmanın mecaz olduğunu nerden biliyorsun bir, mecazı doğru yorumladığını nerden biliyorsun, iki... Görüldüğü gibi din çıkmazdır, insanları sayısız ayrımlara götüren bir ayrıştırıcıdır. Din baz alınamaz. İnsanların neye inandıklarına değil, ne yaptıklarına bakılır. İnsanları inançları değil, eylemleri sorumluluk altına sokar.
  12. Espri olsaydı berbat olabilirdi ama, espri değil ki! Tamamen gerçek. Peygamber atanmış bir sıfattır. Yani atamaya bağlı. O atamayı kabul etmeyenler tarafından böyle bir sıfatın geçerliliği kabul edilmez. Bu yani, espri filan yapmaya çalışmadım zaten. Düşünmeyi, tartışmayı ve fikir alışverişini sevenler illa ki bazı ortamlarda karşılaşmıştır. Karşılaşmış olmamız sürpriz olmaz...
  13. Dogma masallarını kim dinler... Meydana bak, halka bak, coşkuya bak... Ne salavat ne tayyibat... Her yer taksim, her yer direniş!
  14. Şimdi rivayete göre Cebrail bu Muhammedi tutmuş göğsünde sıkıştırmış ya. Bence bu duruma göre Cebrail'in göğsünde dövmeyle yazılmış bir yazı olmalı. Fakat Cebrail çok fazla sıkıştırdığı için Muhammedin gözleri kararmış, dövmeyi okuyamamış olmalı. Ya da bu Cebrail, Türk polisinin üstadı, piriymiş. Türk polisi de zanlılara itiraf ettirmek için "oku bakalım" diye türlü baskılar yaparlar. Dağlarda mağaralarda yalnız başına dolaşmanın riskleri işte. Karşına Cebrail mebrail çıkar, ne arıyorsun burada oku bakalım diye sıkıştırır. "Ergenekoncu musun, mühimmat mı gömeceksin mağaraya, law silahlarını nereye gömdün, ne zaman darbe yapacaksınız", bir sürü ahiret suali. İstediğin kadar law dediğin plastik borudur, hani bunun roketi nerde diye oku dur. Ne okursan oku, adamlar karar vermiş baştan suçlusun.
  15. İslam dinini ahlakın kaynağı olarak gösterebilmek için türlü çeşitli asılsız uydurma icat edilmiştir. Bunlardan en yaygını, artık buna şehir efsanesi mi, kasaba efsanesi mi yoksa köy efsanesi mi diyeceğiz bilmiyorum ama şudur: "Kuranda Allah kul hakkıyla karşıma gelmeyin demiştir"! Bu ifadenin kaç numaralı Kuran bölümünün kaçıncı pasajında geçtiğini ise hiç kimse bilmez. Çünkü Kuranda böyle bir ifade yoktur ki yerini bilsinler. "Kuranda var mı var. Neresinde boşver, işte bir yerlerinde. Kuran ahlakın kaynağı olduğuna göre, böyle yazması gerekir mi, gerekir. O halde bir yerlerinde mutlaka yazıyordur. Araştırmaya gerek yok. Yazması gerektiğine göre yazıyordur"! Bu kadar ezbere ve kafadan atmacılığa dayalı başka bir din daha olacağını sanmıyorum. Müslümanlar kafalarından attıkları her düşüncenin Kuranda yazdığını iddia ediyorlar. Daha iddiaları bitmiyor: "Kuranda Allah eline diline beline sahip ol demiştir"! Tabii bunun da hangi Kuran pasajında geçtiğini bilen bir allahın kulu yok! Bilemezler, olmayan şey bilinmez çünkü. Şimdi bu kadar yaygın yalanlar üzerine kurulu bir dinden ahlak nasıl beklenecek? Kuran bütün ifadelerini inanma - inanmama üzerine kurmuştur. Ahlak üzerine kurmamıştır. Tam tersine, Fetih adı verilmiş bölümde Muhammed'e Mekke işgalini sağladığı için geçmiş gelecek tüm günahlarının bağışlandığı söylenir. (Pasaj no:2) Yani bu fetihi sağladın ya, artık istediğin günahı işle, hepsi peşinen affoldu. Gerçi kullanılma amacı zaten Mekke'nin ele geçirilmesi olan ve kendisine bu nedenle ayet ürettirilen Muhammed, yeterince kullanıldığı ve kendisine gerek kalmadığı için tahminimce zehirlenerek öldürülmüştür. Onu kullanan ekibin en güçlü üyesi olan Ömer, ölürken kağıt kalem getirilmesini istemesi üzerine getirmelerini engellemiştir. Ölüsünü de öylece kokmaya bırakıp halifenin kim olacağını tartışmaya başlamışlardır. Böylece serbest bırakıldığı, peşinen affedilen günahları, suçları da daha fazla işleyememiştir. Kullanılanların sonu hep böyle olur. Bitmedi, arkadan gelen pasajda inananlara cennet vadedilir. Niye? İnandılar diye. İnanmak yeterli. İnandın mı, tamamsın. Cennete kapağı atarsın. Empoze bu. Günahların mı var, suç mu işledin, önemli değil. İnsanlık suçları da işlesen inandın ya, allah affeder. Kuran ifadesi aynen bu şekilde. İşte Arapçası: "Ve yükeffire anhum seyyiatihim". Onların günahlarını, kötülüklerini örter, gizler anlamına gelir. Tabii inanmayanlara ise cehennem diğer pasajda. Sebep? İnanmadılar. Cehenneme layık görülmelerinin tek nedeni bu. İnanmamak. İfadeler son derece açık. Öyle öfkelerini alamamışlar ki Kuranı yazan işgalciler, bir de üstelik inanmayanları lanetlemişler. İnanmayan açar okur. Bu ifadeler korkunç bir ahlak dejenerasyonu, bölücülük, hem de sonsuza kadar bağdaşmayacağı iddia edilen dehşetli bir bölücülüktür. Bunların ahlakın kaynağı olmasını bir kenara bıraktık, bunlar en büyük ahlaksızlıkların, insanlık suçu katliamların, soykırımların, cinayet ve yağmaların, köleleştirmenin baş kaynağıdır.
  16. Gezi direnişi sayesinde dinin nasıl korkunç bir ayrıştırıcı ve düşmanlaştırıcı olduğunu apaçık gördük. Kadınlara pala ile saldırana bizden diye aferin çeken, ilişmeyen polisler gördük. Manzara tek kelime ile korkunç ve laikliğin bir kenara bırakılmasının, dinin siyasete karıştırılmasının korkunç sonuçları. Bir an önce dinin siyasetten kovulması ve laikliğin derhal, şartsız sağlanması bir insanlık görevi haline gelmiştir. Yarım yamalak laiklikle işlerin yürümeyeceği, toplumun düşmanlaşacağı ve korkunç insanlık dışı canavarların türeyeceği apaçık anlaşıldı. Bu canavarların türedi gibi deliklerinden çıkması değil, bunların teşvik ve koruma görmesi işin en korkunç tarafı. Bu katiller cinayetler işlediler. Silahla, sopayla, arabayla cinayetler işlediler. Ayrıca gaz kapsüllerini ateşli silah olarak insanların başlarına nişan alarak kullanmakla doğrudan cinayete teşebbüs, kasten yaralama ve şiddet uygulama, işkence suçları işlediler. İnsan olduğunu iddia edenler, bu insanlık suçlarına derhal dur demelidir. Yoksa insanlık ortadan kalkacaktır. Gözlerimizin önünde insanlık suçu işleniyor. Bizim katilimiz, bizim dolandırıcımız, bizim cukkacımız iyidir ahlaksızlığı toplumun ve insanlığın yolunu kesmiş, insanlığa geçit vermemek ve insanlığı yoketmek istiyor.
  17. Ahlakın dini olmadığının, nedensel olduğunun kanıtı olan insanlık kültürüne malolmuş deyişler vardır. Bunlardan bazıları çalma kapımı çalarlar kapını, etme bulma dünyası, kılıç çeken kılıçla ölür gibi deyişlerdir. Bu deyişler, iyiliğin de kötülüğün de nedensellik örüntüsü içinde yayıldığını, etkileşim içine girdiğini ve bir şekilde mutlaka geri yansıdığını gösterir. İnsan sadece kendini değil, başta ailesini, sonra yakınlarını, sonra toplumunu ve sonra tüm insanlığı, hatta tüm canlıları, hatta tüm dünyayı, hatta tüm evreni düşünür. İnsan böyle bir varlıktır. Sosyal bir varlıktır. Bu yüzden cezaları bir öbür dünyaya ertelemek son derece yersiz, yararsız, anlamsız bir düşüncedir. Ki bunu sadece insanlığa ve doğaya karşı suç işleyenleri öbür dünyada cezalandırmayı öngören bir din varsayarak söylüyorum. Halbuki mevcut dinlerin büyük çoğunluğu, ki en çok bilinen üç ortadoğu dini, cezalandırmayı sadece kendilerine inanmayanlara öngörmekteler. Bu dinlere göre kendilerine inanmamak en ağır suçtur. Tanrı bir tek bunu affetmez. İşte bu durum son derece korkunçtur. Bir kere insanlara inanç suçu diye olmayan bir suçu dayatmak ve bunu en büyük suç olarak empoze etmek. İkincisi, çok ağır insanlık suçlarını tanrı adına işlendiği için ya affedilir görmek, ya da daha korkuncu, teşvik etmek. Örneğin müslümanların sanki çok matahmış gibi övünerek anlattıkları bir hadis vardır. Sözde bir müslüman, savaşta bir adamı şehadet getirdiği halde öldürmüşmüş, peygamber niye öldürdün deyince kurtulmak için inanmadan söyledi demişmiş, peygamber de kalbini mi yardın baktın demişmiş. Bu hikaye korkunç derecede vahim. Bunu matahmış gibi övünerek anlatmak ondan daha korkunç. Bu bir cinayet ve islama göre bile cezası kısas. Öyle azarlayarak filan geçiştirilecek durum değil. Hemen kısas etmesi gerekirdi. İşin daha korkunç olan yanı da var: Demek şehadet getirmese öldürmek tamamen serbest. Kendin gibi inanmayanı öldürmek gerek. Şimdi denebilir ki bu bir savaş. Savunma savaşı meşrudur. Hayır bu bir saldırı savaşıdır. Dini yaymak için müslüman olmayanlara saldırmak meşru sayıldığı gibi görev kabul edilmiştir. Savunma savaşı olmadığının kanıtı şu Kuran pasajıdır: "içinizde hastalar bulunacak bir kısmınız allahın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde yol tepecekler diğer bir kısmınız da allah yolunda çarpışacaklardır" (Kuran 73/20) Şimdi saldırıya uğrayan bir toplumun bir kısmı rızık aramak için yola çıkıp bir kısmı savaşmaz. Topyekün seferberlikle savunmaya geçilir ve herkes savunma yapar. Saldırı bertaraf edilir, ondan sonra yola çıkacak olan çıkar. Bu pasaj gösteriyor ki müslümanların bir kısmı ticaretle, bir kısmı yağmacılıkla geçiniyormuş. İslamda savaşın görev olduğu ise şu pasajda belirtilir: "din allahın dini oluncaya kadar savaşın" (Kuran 2/193) Bu demektir ki allaha tapmayan herkesle savaşılıp allaha tapmaları sağlanacak. Zaten Neml adı verilmiş bölüm de bunu destekler. Süleyman güneşe tapan bir kavim olduğunu öğrenince hemen orduların hazırlanmasını emreder. Savaş açılma nedeni allaha değil güneşe tapılması! Başka neden belirtilmez. Sonuç olarak dinler, senin tanrın benim tanrım diye insanları bölme, savaştırma ve insanlık suçlarının kaynağıdır. Ahlakın kaynağı olmalarına hiç bir yol yok. Toplumları toplumlara düşman etmekle kalmaz, toplumları böler, kardeşi kardeşe bile düşman ederler. Gül gibi karıncayı incitmeyen kız kardeşinin allaha inanmadığı ve bu yüzden örtünmeyi reddettiği için sonsuz yanacağına, kendisi ise namaz kıldığı için sonsuza kadar o yanarken zevk süreceğine inanan bir insandan ne ahlakı beklenebilir?
  18. Peygamber diye bilinen tek şey var, peygamberdevesi. Bu da bir böcek türü. Kendi türü dahil tüm böcekleri yer. Sahi tanrı nedir? Tanımına göre bakalım var mı yok mu...
  19. TDK demedim, Translate... Ha yani bu sözcükler arasında uçurumlar var, birini öbürünün yerine kullanırsan kıyametler kopar, domino taşları patır patır yıkılır diyorsun. Ne yapalım öyle olsun... Seni mi kıracağız şurda...
  20. Doğrusu tuhaf. Her önüne gelene inanmışsın ama Pastafaryanizme gelince inanmıyorsun. Bu çok tuhaf. Halbuki Pastafaryanizm adı geçen dinlerin hepsinden daha iyi. En azından USC ye şirk koşanları öldürün demiyor. Bu arada: @@Suheyla haklıymış. Allah Molek'ten gerçekten korkuyormuş. Çünkü Molek'e kurban kesenlere çok fena öfkelenmiş. Öfke, korku belirtisidir.
  21. Ben Google Translate'in yalancısıyım. Yazıyorum öyle çıkıyor. Yapabileceğim bir şey yok...
  22. Zaten Lat, Uzza ve Menat da Allah'ın kızları idi. Allah koltuğunda otururken ona doğru ikramlarla gelen kızları olarak kabartmaları yapılmıştı. Sonra müslümanlar yok ya dediler allahın kızları olmasın. Allah tek olsun ki allah dedi diye herkesi teokratik faşizm altında ezelim. Kimse dediğimizden çıkamasın. Bu karar üzerine Lat Menat Uzza emekliye sevkedildi. Boşalan kadrolara melekler atandı. İslam da çok tanrılı bir dindir. Hiç farkı yoktur. Allahtan başka bir sürü cin, şeytan, melek, ifrit gibi tanrıcıklar uydurmuştur. Bunların da eski tanrılardan bir farkları yoktur. Eskiden de bir büyük efendi tanrı ve alt tanrılar vardı. islam da aynısıdır.
  23. Onu demiyorum, manevi burunu söylemeyi niye unutmuş diyorum. Kutsal kitapların manevi kokusunu almak için! Hani normal burun cilt bezi ve tutkal ve mürekkep kokusundan başka koku alamıyor kutsal kitaplardan da, o bakımdan. Kalbin bakmak, anlamak filan gibi işlevleri olduğu da en ilkel bir yanlış bilgidir. Kuranı yazan ekip bu işlerden de hiç anlamıyormuş. Hayır yani beyin deseler, manevisine filan da gerek olmayacak. Maddisiyle manevisiyle bu işler beyinde olur. Ama işte 1400 yıl önce o çağın bile bilgisinden haberin olmadan kitap yazıp din kurmaya kalkınca böyle oluyor. İslamcılar Kuranda beyinden bahsetmediğini gizlemek ve bahsediyormuş gibi göstermek için nerde "sufeha" kelimesini görseler "beyinsizler" diye tercüme etmişler. Güya Kuranda beyinden bahsediyormuş olacak sözde! Halbuki ilkel insanlar beyin kanı üretir zannederlerdi. Düşünme kalpte olur sanırlardı. Kuran da bu ilkel yanlış bilgi doğrultusunda yazılmıştır. Sufehanın beyinle filan tabii hiç bir alakası yok. Bu sefih sözcüğünün çoğulu. Düşkün, düşük, değersiz filan gibi bir anlamı vardır, ya da her neyse, ama beyinle bir ilgisi yok.
  24. 33/53 Kuran cümlesi dine elbette aykırı değil. Hiç bir dinin kutsal saydığı kitabında o dine aykırı bir şey bulunur mu? İslam dini Muhammed'in isteklerinden oluştuğu için elbette misafirlere hadi artık gidin, Muhammed'in işi gücü var diyecek. Muhammed evlatlığının karısını çok beğenince evlatlığına kadını boşattıracak, Muhammed alacak. Kuzenler helal, kendini hibe de kadınlar da gelsin derken kalabalıklaşan harem nüfusunu kontrol etmek zorlaşınca tabii gelenlere kapıyı gösterecek. Yine kontrol edemeyecek, bu kez bak hepinizi boşar, başka hatunlar veririm ona diye tehdit etmek yine allaha düşecek. Herkesi zina yaptı diye taşlattırıp öldüren Muhammed, kendi genç eşi gerdanlığımı kaybetmiştim diye kafileyi bırakıp sonra genç bir adamla birlikte gelince birden allahın aklına taşlama yerine sopa atmak gelecek. Ya dört şahit getirirsiniz zinayı gören, ya yüz sopayı yersiniz diye herkesi susturacak. Dört şahit getirebilirseniz tamam bu ikisine vururum yüz sopayı diyecek. E tabii sopa bu. Vay peygamber eşine iftira ha! diye verirsen var gücünle, adam yüz değil on sopada ölür. Ama şahit mahit tabii bulunmaz, çölde şahit ne gezer de, ola ki Ayşe yanılır yenilir itiraf filan ederse tabii İslam dinini yaratan ekibin üyesinin kızına sopa okşar gibi vurulacak. Tabii bu ayetleri allah bu amaçla yazdı derken kastım islamı yaratan ekip. Yoksa allah da nasıl ayetler indirmiş filan demiyorum. Müslümanlara belli olmaz, açıklamakta fayda var. Bu ayetler tabii ki islamı yaratan ekip tarafından yazılıyor. Onlar da işte bildiğimiz Ebubekir, Ömer, Osman, Ali zevatı. Ekip, yani Allah, yani Kuranı yazanlar bunlar. Bunlar Muhammed'i bizim ısmarladıklarımızdan başka bir ayet yaratırsan senin gırtlağını keseriz diye de tehdit etmişlerdir. "eğer bize isnat ederek sözler uydursa, mutlaka onun şah damarını keserdik kimse de engel olamazdı" (Kuran 69/45-47) Nasıl bir allah bu? Kasap allah olur mu hiç?
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.