Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

democrossian

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    1.954
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    24

democrossian tarafından postalanan herşey

  1. Müslümanlar yüzde ellibirse nato askerleri kuran filan yırtmamıştır. Müslümanlar yüzde ellibirse camide içki içilmiştir. Yüzde ellibir süt kara, kömür beyazdır derse öyledir. Eeee, şakası yok, koskoca yüzde ellibir bu!!!
  2. Konu direk olarak tanrı. Çünkü yoktan yaratımın olması için yaratıcı gerekiyor. Fiil varsa fail gerek... Hiç bir şey yok. Birden... Pat! Artık var. Niye?
  3. Gözlemleyebildiğimiz olgularda bilim çalışır. Gözlemleyemediğimiz olgular hakkında ise felsefe... Tanrının olmadığı felsefi bir konudur. Bilimsel bir konu değildir.
  4. Yok diye bir şey yoktur... Her zaman bir şeyler vardır...
  5. Çok belgesel var. Nitelikli olan çok az. Hepsini izlemeye kalkarsak işi buluruz. Ben belgesel hastasıyım ama ne izleyeceğimi bilirim. Tanrının olmadığının kanıtı zamanın başlangıcı olması değildir. Zamanın başlangıcı olması olanaksız. Durduk yerde zaman niye çalışmaya başlasın? Niye başka zaman değil de o başladığı zaman çalışmaya karar vermiş? Zaman ve mekan sonsuzdur. Çünkü sınır koyamazsınız.
  6. Kuranı yırtan kız konusu sadece bir muhabbet konusu. Kanıtlanması veya çürütülmesine zaten gerek yok. Ama işin gerçeği şu ki müslümanlar büyük çoğunlukla en olmayacak şeylere inanıyorlar. Bir de çoğunluğa çok önem veren onlar yani, başka da kimse değil. Yüzde ellibir oldular mi, tüm doğruları kendileri biliyor. Yüzde kırkdokuz bir şey bilmiyor oluyor...
  7. Video izlemeyi sevmem. Vakit kaybı... Somut anlatım isterim. Hawking ise tanrıya gerek olmadığını söyledi. Gerek olduğunu söylese de beni ilgilendirmez. Tanrı olamayacağı için yoktur.
  8. Kuranı yırtan kız fareye dönüştüğünde maddenin hayal olduğu kanıtlanır ancak... Niye illa kız, oğlan yırtsa niye olmuyor, onu da anlamış değilim. Bir Kuranı yırtan kız muhabbetidir gidiyor. Bir de allah diyen aslan, allah diyen fıstık, allah diyen kertenkele, allah diyen tirbişon... Alem bu müslümanlar... Kız koymuş videosunu, cart cart yırtıyor Kuranı, ne fare oluyor ne bişey... Bir de yere attığı yırtık sayfalara basıyor ayağını. Eee, hani?
  9. Böyle bir şey yok. Yoktan yaratılış diye bir şey yoktur.
  10. Eğer varlık beyinlerimizdeki elektrik sinyallerinden ibaret olsaydı, bir Matrix sistemi çinde yaşıyor olmamız gerekirdi. Yani fotoğraf makinesini icat ettiğimiz ve makinenin çektiği görüntülerin beynimizde oluşan imajla aynı olduğunu zannetmemiz de bu Matrix sistemi tarafından sağlanan bir imajinasyon olması gerekirdi. Matrix içinde yaşadığımızın ise bir kanıtı yok. Dejavu olaylarının bunu kanıtladığı iddiası vardır ki, temelsizdir. Matrix filmindeki gibi bir karakedinin aynı yerden iki kez geçtiği gibi kesin yansımalar görmemiz lazım ki Matrix içinde sanal yaşadığımızdan şüphelenelim. Ya da Neo gibi bir zıplayışta gükdelenlerin tepesine fırlayabilelim ki bu indeterminist olgudan yola çıkarak determinist bir evrende değil, Matrix evreninde aslında indeterminist bir yaşam sürdüğümüzü düşünelim. Matrix'in kendisine karşı çıkan birini cezalandırarak, onun sabah kalktığında ceza olarak kendini bir domuz olarak bulması filan gerekiyor. Biz de bakalım, "aaa bu akşam yattığında insandı, şimdi domuz olmuş, demek ki Matrix çarpmış bunu" dememiz lazım ki, iddia kanıtlanabilsin.
  11. Felsefe elbette bilimin anasıdır. Bu bir şey göstermez. Felsefe olmadan zaten hiç bir kültürel olgu olmaz. Zaten bilime ideoloji bulaştırmamak için bilim ve felsefe birbirlerinden bağımsız çalışırlar. Bu bağımsızlığın nedeni ve gerekçesi zaten tam olarak bu.
  12. @@Suheyla, iletinin altını imzalıyorum. Ekleyeceğim yoktur. Söz savunmanın...
  13. Felsefe bilimsel olamaz. Bilim de felsefi olamaz. Ayrı alanlardır. Epistemoloji bunu ihlal etmez. Felsefe bilime elbette önerilerde bulunacak. Zaten görevi bu. Determinizm de "tamam ben bu olayı çözdüm, kesinleşti, başka da bir çözümü yoktur" demez. Gömülü, gizli, ulaşılamamış, erişilememiş nedenler daima vardır ve olacaktır. Araştırmanın sonu olmadığı için hiç bir olgu yüzde yüz zaten kesinleşemez. Hatta determinizm, kendini ortadan kaldıracak indeterminist kanıtları da araştırır. Gerekirliği nedenler yaratır. Nedenlerin gerektirdiği sonuç, ortaya çıkar. Yoktan var edilme diye bir şey olmadığı için, yaratmanın yoktan var etme demek olduğu, dinlerin uydurmasıdır. Ben şu anda bir ileti yarattım. Yolluyorum...
  14. Felsefi bilim ve bilimsel felsefe diye bir şeyler yoktur. Bilim ve felsefe arasında köprüler, geçişler vardır ama birbirlerinden tümüyle bağımsız çalışan alanlardır. İkisi de birbirinin işleyişine kesinlikle müdahalede bulunamaz. Bu bağımsızlıklar herhangi bir yönde ihlal edilirse insanlık kültürü havaya uçurulmuş olur. Ha ama her şeyin bir felsefesi olduğu gibi bilimin de bir felsefesi vardır. Bilim, tüm felsefi önermeler içinden determinizmi felsefesi olarak benimsemiş ve o yönde çalışmaktadır. Heisenberg gibi indeterminist bilime geçişi önerenler elbette yok değil. Fakat ne Heisenberg, ne başkası indeterminist bir kanıt ortaya koyabilmiş değildir. Determinizm bir felsefe olduğuna göre, gözlem yapılamayan, deneyimlenemeyen konularda fikir yürütür. Bilimin determinizmi felsefesi olarak kabul etmesi buna aykırı değildir. Bilim, gözlemlenebilen ve deneyimlenebilen somut olgular üzerinde determinizmi uygular. Yani örneğin bir otun toprakta bitmesinin nedenselliğini araştırır. Bitki neden yeşildir, gökyüzü niye mavidir, kan niye kırmızıdır, bunların nedenselliklerini, yani determinist yasaları bulur. Evren niye var, evrenden önce ne vardı, sonra ne olacak gibi konularda bilim somut veriye ulaşamadığı zaman konu felsefi alan içine girer. Örneğin paralel evrenler, kabarcık evrenler gibi çoklu evren kuramları şimdilik kaydıyla da olsa bilimsel değil, felsefi kuramlardır. Bilim her zaman felsefi alan içindeki bir konu hakkında somut verilere ulaşıp o konuyu felsefeden alıp kendine maledebilir. İzafiyet teorisinin determinizmle çelişen bir yanı yoktur. Tersine ışık hızı gibi determinist yasalar içerir. İndeterminist kanıt bulma iddiası olan teori, kuantumdur. Henüz bulunamadı. Determinizmde amaç yoktur. Gerekircilik vardır. Nedenler sonuçları gerektirir ve bu, zincirleme olarak tüm varlığı örer. Örneğin bizim şartlarımız değişmedikçe, hiç bir gün, güneşin batıdan doğduğunu görme şansımız yoktur. Güneşin batıdan doğmasının da nedenleri olması gerekir. Şartlar değişirse bunu görebiliriz. Örneğin dünyamıza göre ters dönen bir gezegene gideriz. Determinizmde bizim gibi evrilmiş akıldan başka bir ilk akıl kesinlikle yoktur. Bu, determinizmin olmazsa olmaz kesin kuralıdır. Evrenin yaratılmasını söylememin, şu an yazdığım iletiyi yaratmamdan, veya yeryüzünden buharlaşan suyun bulutları yaratmasından, bir heykeltraşın heykelini yaratmasından, bir bülbülün bir melodi yaratmasından hiç bir farkı yok. Sözcüklere dinin yüklediği anlamlarla kısıtlı değiliz. Din bu sözcükleri insanlık kültüründen çalıp, onlara dogmatik anlamlar yükledi. Bu sözcükleri dinden geri alıp dogma esaretinden kurtarmalı ve insanlık kültürüne iade etmeliyiz.
  15. Ateizm zaten bir felsefedir. Bilimsel olması gibi bir şart zaten yok. İnsanlık kültürü bilimden ibaret değildir. İnsanlık kültürü belli başlı üç kültür alanı üretmiştir: Bunlardan en zayıfı dindir. Daha güçlü olanı felsefedir ve en güçlü olanı bilimdir. Bu alanlara sanat, spor, oyun gibi eklemeler yapılabilir. Ateizmin bilimsel dayanakları ise elbette vardır. Felsefe elbette bilimden veri alır. Bilim ile felsefe arasında sağlam köprüler vardır. Felsefe ile din arasında da köprüler vardır. Ama din ile bilim arasında hiç bir köprü ve alışveriş yoktur. Bu bakımdan felsefe insanlık kültüründe bilimden sonra çok önemli bir yeri vardır. Bilim somut verilerle çalıştığı için vardığı sonuçlar da somuttur. Hakkında somut veri üretemediğimiz olgular hakkında felsefeyi kullanırız. Felsefi kuramlar somut verilere dayanmadığı için bağlayıcı değildir. Felsefi akımları ideoloji haline getirmek ve devletin yapılandırılmasında kullanılmasını önermek mümkün değildir. Dini olduğu gibi felsefi inançlar da kişisellikten çıkarılıp toplumsallaştırılamaz. Yasa yapımında, devletin yapılandırılmasında baz alınamaz. Tüm felsefi akımların ahlaksal önerileri vardır. Ahlak da felsefenin tekelinde olamaz. Din de ahlaksal önermelerde bulunur, bilim de etik bilimini elbette geliştirir. Fakat ne dinsel, ne felsefi ahlak önermeleri hiç kimseyi bağlamaz. Sadece inanç sahibini bağlar. Bilimsel etik kurallar ise somut oldukları için bağlayıcıdır. Ahlak deyince sadece cinsel konuları anlamak çok dar ve kısır bir bakış açısıdır. Bu kadar dar bir pencereden bakarak ahlak hakkında konuşmak dar görüşlülük olur. Benim dini inancım yoktur. Felsefi inancım vardır. Bu inanç sadece beni bağlar. Başka kimseyi bağlamasını öneremem. Ana felsefem ateizm değil, determinizm. Ateizm dine, tanrı inancına bakışım hakkındaki felsefemdir. Genel değildir. Teizm olmasa ateizm de olmaz. O yüzden temel inanç olarak ele alınması doğru olmaz. Determinizm ise, indeterminizm kanıtı bulunamadığı sürece geçerlidir ve çok kapsamlı, kapsayıcı bir felsefedir. Determinizm tüm evreni kapsamakla kalmaz, evrenin de başlangıçlı ve sonlu bir varlık olduğunu bilerek çok daha geniş kapsamlara ulaşır. Evreni determinizmin yönettiğini söylemekle kalmaz, evreni determinizmin yarattığını ve evrenin determinizm sürecinin sadece küçücük bir parçası olduğunu söyler.
  16. Bir kez daha tekrar edeyim o halde: Kurandaki tevbe adı verilen suredeki "haccı ekber gününde" ifadesi, Mekke'nin müslümanlar tarafından ele geçirildikten sonra bu müşrikleri öldürme emrinin verildiğinin kanıtıdır. İşgal altındaki bir halkın saldırma gücü olamaz. Zaten böyle bir güçleri olsa işgale direnirlerdi. Hicret etmekten kaçınanların bile açıkça öldürülmesi 4/88 nolu pasajda emredilirken bu mızrağı çuvala sokup gizlemenin hiç bir yolu olmadığı apaçık. Ben sadece tevbe suresinin tamamını değil, Kuran adı verilmiş kitabın tamamını inceledim ve tek kelimesinin allah adı verilmiş bir tanrıdan gönderildiğine inanılabilecek bir belirti görmedim. Tam tersine bunu eski Arapların yazmış oldukları net kanıtlarıyla son derece kesindir.
  17. Sadece "söylediklerin doğru değil" demek kuru itirazdır. İtirazın somut dayanakları olması gerek. Ben hiç bir söylediğimi kanıtsız, ezberden söylemedim. Her söylediğimi kanıtladım. Bunlara doğru değil demenin tek yolu var, kendi kanıtlarını ortaya koymak. Tevbe suresinde müşriklere iki seçenek verilir: "Ya ölecek, ya gideceksiniz. Burada müşrik yaşamasına izin vermiyoruz." Müslümanlar haram ayların çıkmasıyla nerde müşrik görürlerse öldürecekler. Anlaşmaları haram ayların süresinden uzun olan müşrikler de anlaşmaları bitince aynı duruma maruz kalacaklar. Yok eğer müslüman oldum diyen öldürülmekten kurtulacak. Eğer öldürmeye kıyamadıkları birileri olursa onları da sürgüne gönderecekler. O şartlarda sürgün de bir çeşit ölümdür. Kaynakların kıt olduğu bir bölgede gittikleri hiç bir yerde tutunamaz, yaşayamazlar. Meşru savunma diye bir şey olamayacağını defalarca tekrar edeceksem bu artık normal durumu aşar. Tevbe suresi "haccı ekberde müşriklere duyuru" diye başlar. Yani Mekke işgali sonrasıdır. Mekke ise işgale direnemedi ki müslümanlara nasıl saldırsınlar? Öyle bir güçleri olsa direnirlerdi. Saldıran, işgal eden ve inanç baskısı yapan müslümanlar. Benim kanıtlarım son derece açık ve net. Tevbe suresi başka bir şey söylüyor diyen kim varsa ayetleri kelime kelime çözümler, söylediğimin doğru olduğunu kesin biçimde kanıtlarım. Ama bunun için, itiraz edenin Tevbe suresinde benim söylediklerimi demiyorsa ne dediğini bir açıklaması gerek ki hangisi doğru anlayalım. Çok basit yani, her türlü kaynak internette elimizin altında. "Faktulul muşrikune haysu vecedtumuhum" demek, eğer "müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün" demek değilse, nasıl oluyor da "saldırırlarsa öldürün" demek oluyor? Bu açıklanmazsa anlamı yanlış aktardığım iddiası havada kalır. Ben islama inanmadığım için bunları söylüyor değilim. İslam bunları söylediği için islama inanmıyorum.
  18. Atatürk emperyalizme karşı dünyanın en büyük kurtuluş savaşını vermiş liderdir. Osmanlıdan kurtulmak ise elbette şarttı, çünkü bu köhnemiş yapı yıkılmadan devrim gerçekleşmezdi. Çağdaş uygarlık düzeyi bu yapıdan kurtulmadan olanaklı değildi. Atatürk'ün işgalcileri kovmasından daha büyük hizmeti, Osmanlıyı ortadan kaldırmasıdır. Bunun için kendisine minnettarız. Hâla o köhnemiş yapı içinde yaşıyor olmak kabusun ta kendisi olurdu. Bunu ondan başka yapabilecek çapta bir lider olmadığı için de dünyanın en büyük devrimcisidir. Tam tersine emperyalistler hâla Osmanlı hayalleri kuruyor, Türkiye Cumhuriyetini tekrar Osmanlılaştırmak için tertipler düzenliyorlar. Atatürkçü aydınlara düzenlenen suikastler, Atatürkçüleri sindirmek için kurulan tertipler, hep bu planın parçaları. Sevr'i Osmanlıya dayatamadılar, çünkü önlerine Atatürk gibi bir deha çıktı. Şimdi Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetini adım adım Osmanlıya, ABD neoconlarının deyimiyle New Ottoman'a dönüştürecekler ki Sevr'i hortlatıp yeniden dayatsınlar. Kürt ve cemaat kartları bu nedenle masaya sürülüyor. Atatürk devrimi başlattı, ama sonuca elbette ulaştıramadı. Bir insanın elinden gelebileceğin kat kat fazlasını başardı. Ama bir insan nihayetinde belli bir yere kadar işler başarabilir. Tabii ki Atatürk öldüğünde ne demokrasi, ne laiklik oluşamamıştı. Onun yaptığı çok büyük başlangıcın devam ettirilmesi gerekirdi. Bu yapılamadığı için devrim önce durdu, sonra da geriye gitti. Atatürk hilafeti kaldırdı, Şeriye Vekaletini kaldırdı. Dini yasaları kaldırdı, yerine çağdaş yasalar getirdi. Yaptığı devrimler olağanüstüdür. Ama elbette yeterli olamaz. Bir insanın sihirli değnekle dokunup her şeyi mükemmele çevirmesi zaten beklenemez, böyle bir şey doğaya aykırı. Hitler'leri, Mussolini'leri, Stalin'leri üreten bir dönemde süperman olsa mükemmeli bir sihirli dokunuşla sağlayamazdı zaten. Onun başlattığı büyük devrim hız kesmese, devam ettirilse, bugün Avrupa standartlarından daha yüksek bir demokrasimiz olurdu. Atatürk heralde "aman ölmeyeyim, bu devrim yarım kalır yoksa" deyip yüz yıl yaşamaya karar veremezdi. Elbette varislerinin devrimi ileri götürmesi gerekirdi. Yoksa öyle müslüman iddiası gibi asrı saadet iddiası Atatürkçülerde yoktur.
  19. Araplar İslam dinini ve onun tanrısı Allahı, çıkar amaçlı yaratmışlardır. Çünkü o bölgede bir gelenek vardır. Yahudilerin bütün kralları peygamber olduklarını iddia ediyorlardı. Peygamberlik babadan oğula geçiyordu. Kuranda adı geçen peygamberlerin hemen hepsi baba oğul şeklinde gider. Bu tabii olmayacak, kabul edilemez bir durum ama, konumuz burada bu değil. Araplar da buna bakarak biz de bir peygamber çıkarabiliriz dediler. Bunu Yahudiler binyıllardır yapmış da onlar niye yapmasın? Zaten aynı coğrafyayı tarih öncesinden beri paylaşıyorlar. Ama Yahudiler güçlü ve zengindiler. Araplar kumda yatarlarken Yahudiler kaleler inşa ediyorlardı. O günün Mekke iktidarı ise hac ticareti ile zenginleşmişti. Yahudilerle bir alıp veremedikleri yoktu. O günün Mekke muhalefeti ise daha büyük düşünüyordu. Zengin Yahudileri yağmalamayı planlıyorlardı. Bunu da ancak tüm Arap kabilelerini bir otorite altında toplayarak yapabilirlerdi. Aynı Mısır firavunu Akhenaton'un yaptığını yaptılar. 300 küsür tanrıyı teke indirip adına Allah dediler. Bu allaha bir de resulü lazımdı tabii. Gözlerine Muhammed'i kestirdiler. Muhammed yetimdi, başta bir acıma, koruma hissi uyandıracaktı. Tıpkı bugün başörtülü kızları mazlum olarak empoze edip insanların acıma duygularını amaçlarına alet ettikleri gibi. Ayrıca Muhammed'in çocukluğu uzakta, süt anne elinde geçmişti. Kimse küçüklüğünü, burnundan sümük aktığı, altına kaçırdığı, bir oyuncak için ağladığı, kendinden küçük bir çocuğu dövdüğü filan gibi doğal çocukluk hallerini görmemişti. Dolayısıyla kutsal biri olduğu iddiasında bulunmaya uygun biriydi. Üstelik muhtemelen epilepsi veya otizm hastasıydı. Bunu nerden anlıyoruz, vahiy alıyor diye idddia edilen hallerin anlatımı epilepsi nöbetlerine benziyor. Mağaralarda vakit geçirmesi de otistik olduğunu düşündürüyor. Ya da tanı konulabilecek bir hastalığı yoktuysa da en azından asosyal bir kişiydi. Kendinden büyük bir dul kadınla evlenmişti ve onun kızlarına kızım diyordu. Her yönüyle biçilmiş kaftandı. Mekke muhalif ekibi ihtiyaç duydukları ayetleri bu adama ısmarlayabilirler ve o da allahtan geldi deyip bu ayetleri üretebilirdi. Karşılığında ganimet, cariye, köle ve çok sayıda kadın alacaktı. İşte İslam ve onun peygamberi Muhammed ve tanrısı Allah, Araplar tarafından böyle yaratıldı. Amaçlarına da ulaştılar. Tüm Arap kabileleri birleşince Yahudilerin buna karşı koyması olanağı yoktu. Soykırıma uğradılar, adamları öldürülüp malları ganimet, kızları cariye, oğlanları köle yapıldı. Önceden nüfusları birbirine yakınken Yahudiler soykırımla yok edilerek yarımada Araplaştırıldı. Yahudiler bin seneden fazla zaman sonra zorlukla anavatanlarına geri dönebildiler. İki kez daha Arapların birleşerek toplu yoketme saldırısına uğradılar ama kazın ayağı bu kez öyle gelmedi. 1967 ve 1973 savaşlarında Araplar tarihi birer bozgun yaşayıp Kudüs'ü kaybettiler. Küçücük İsrail, tüm Arap birleşik ordularını ağır hezimetlere uğrattı. İslam tarihinin çok kısa özeti budur.
  20. Müslümanların "allahın dili dönmemiş, aslında şöyle demek istiyor" diye allaha tercümanlık yapmaktan vazgeçmeleri gerekiyor. Kuranda yazanlar açık ve seçik. Çarpıtmaya hiç yer vermeyecek biçimde apaçık. Allaha tercümanlık yapmaya kalkan müslümanlar, kendi inandıkları allah kavramına kendileri hakaret ediyorlar. Allahlarını bir meramını düzgün anlatamaz, iki lafı bir araya getirip bir maksadını açıklayamaz bir zavallı gibi gösteriyorlar. Onun yapamadığı lafı toparlama ve maksadı ifade etme işini üstleniyorlar. Böylece "allah işte, anlatamamış, bakın aslında şöyle demeye çalışıyor, ben anlatayım" diye açıklamaya girişiyorlar. Halbuki Kuranı yazan eski Araplar o kadar da ne dediklerini anlatamayacak kadar de değiller. Başka türlü inananları öldürmek, köleleri, kadınları öldürmek konusunda ne dediklerini söyleyecek kadar ağızları laf yapıyor. Hoş, taş devri düzeyinde bilgiye sahip değiller ama bu, ağızları hiç laf yapamıyor anlamına gelmez. Bir lafın belini doğrultacak kadar konuşmayı elbette biliyorlar.
  21. Konu gereksiz gerginliklerle tatsızlaştı ama her şeyin telafisi sanırım vardır. Ben konuyu açmayı sürdüreyim. Atatürkçülüğün dogma olduğu tabii ki emperyalistlerin bir empozesi. Bunu daha önceki iletilerimde açıkça ortaya koydum. Amaçlarını, araçlarını hep açıkça belirttim. Bu konuda şüphe olmaması gerekiyor. Bu kesinlikten hâla şüphe eden varsa, bilemeyeceğim. Kendini gözden geçirsin demekten başka ne diyebilirim? Diğer yandan, dogmanın hası, padişahı dindir. Hiç bir başka dogma bunun eline su bile dökemez. O yüzden, eğer bir ideoloji temeline ateizmi koymuyorsa, neyi koyacak mecburen, dini. Bunu ateizmi eleştirmek için söylemiyorum, çünkü ben de ateistim. Ama ateizm de din gibi ideoloji haline getirilemez. Getirilirse dogma olur. Ben de ateizmi ideoloji yaparsam, beni de dogmatik olarak tanımlayın. Ama ben ateizmimi asla ideoloji yapmam. Atatürk de yapmamıştır. Devletler laik olmak zorundadır. Bu demokrasinin olmazsa olmazıdır. Kimseye inan veya inanma diye bir dayatmayı bırakın, empozede bile bulunulamaz. Dogmanın siyasal sigortası budur. Kişisel olarak ise inancı ne olursa olsun, tamamen serbest, hürdür. İnanca kota koyulamaz. Neyse, konuya dönelim: Bir ideoloji temeline dini de koysa ateizmi de koysa dogma olur. Atatürkçülük her ikisini de koymadığı, laik bir sistem öngördüğü için, dogma olması hiç bir şekilde olanaklı değildir. Zaten size ayet, dogma bırakmıyorum, çağdaş uygarlık düzeyini hedefliyorum, tek yol gösterici bilimdir, şeyhler dervişler müritler ülkesi olmayacaktır, benim naçiz vücudum elbet toprak olacaktır gibi söylenmesi gereken her şeyi söylemiş, daha nasıl dogma olsun? Zaten ideolojiler mutlaka ya dini, ya ateizmi dogmatik olarak ele alır. Hitler haçı gamalı yapmıştır. Tanrıdan çok kez bahseder. Tanrının Alman ırkını en üstün ve yetkin yarattığını söylerdi. Stalin ise ateizmi dogma yapmıştır. Atatürkçülük bunlardan uzaktır. Ben kimsenin müslüman, ateist olmasına bakmam. Bu siyasetten bağımsız bir konudur. Bir müslüman ile laiklik üzerinde siyaseten uzlaşabilirim. Konu din olunca ateistim, o ayrı. Onu siyasete asla karıştırmam. Ne ben ateistliğimi siyasete getiririm, ne onun müslümanlığını siyasete getirmesine hoş bakarım. İkisine de karşı çıkarım. Siyaseten laik olunacak, bu savsaklanamaz bir temel demokrasi gereğidir, olmazsa olmazıdır.
  22. Eğer bir tanrı varsa, o da bizim gibi evrim sonucu ortaya çıkmıştır. Biz de teknolojimiz geliştikçe kendi çapımızda tanrı olabiliriz. Bunun dışında, dinlerde anlatıldığı şekliyle tanrı kesinlikle olamayacağı için, yoktur. Eğer evren karmaşık bir yapıya sahip olduğu için kendiliğinden oluşamaz, o halde tasarlanmıştır derlerse, bu da olanaksızdır. Çünkü madem karmaşık olanın tasarlanmış olması gerekiyorsa... Karmaşık bir yapıyı tasarlayanın ise o yapıdan daha karmaşık olması gerekiyorsa... Bu durumda tanrı evrenden daha çok tasarım gerektiriyor demektir. O halde tanrıya da bir tasarımcı gerek. Giderek daha karmaşık tasarımcılar varsayamayacağımız için tanrı olanaksızdır. Giderek daha az karmaşığa doğru geçmişe gidilir. Bu evrimdir. En başa ulaşamayacağımız kadar çok uzakta, çok basit bir neden kalır. Bir kuantum dalgalanma, kuantum çarpışma gibi çok basit bir neden. Buna ulaşmak çok zor, belki de olanaksızdır. En gelişmiş bilgisayarın bile, bitmiş bir satranç oyununun geriye doğru analizini yapabileceği, ama ilk açılış hamlesinin ne olduğunu asla bulamayacağı gibi. 64 kare üzerinde 32 taşla oynanan bir oyun bile böyleyse, evrenin ilk nedenini bulmanın ne kadar zor olduğu açık. Ama evrim kesindir. Varlık karmaşıktan gelmedi. Basitten başlayıp karmaşığa evrildi. Evrimin en son en karmaşık ürünü şu an bilinç... Buna kadar evrildi yaşam. Daha basit formlardan evrilerek evreni, varoluşunu sorgulayacak düzeye kadar evrildi ve şu an bunu yapıyor.
  23. Durumun kesinlikle böyle olmadığı öyle açık ki... Bir kere zaten başta eğer durum böyle olsa, sizin söylediğiniz gibi söylerdi. Saldırırlarsa karşılık verin demekten kolay ne var? Gördüğünüz yerde ile saldırırlarsa ifadesi arasında bir ilinti kurmanın hiç ama hiç bir yolu yok. Bu ayeti müslümanlar Mekke'yi işgal ettikten sonra yazmışlardır. Bunun kanıtı "haccı ekber gününde" ifadesidir. Tevbe suresini iyi okumadığınızı yine maalesef belli ettiniz. Mekke işgal edilmiş. Hitap işgal edilen Mekke halkına. Müslümanlara bir saldırı olması söz konusu değil, zaten o güçleri olsa Mekke'yi savunurlardı. Muhammed bütün kabileleri toplayıp Mekke üzerine yürümüş ve bu kalabalığa karşı koymanın aptallık olduğunu gören Ebu Süfyan Mekke'yi teslime razı olmuş. Bu insanlara bu tehdit yapılıyor. "Namazı kılar, zekatı verirlerse salıverin" ifadesi apaçık inanç baskısı iken söylediklerinizin bir geçerliliği olması mümkün değil.
  24. Sayın Süheyla, başlık bana ait değil ama yine de bir şeyler söyleyeyim. Tabii söyleyeceklerimi size yanıt olarak söylemiyorum. Madem konuya katkı yaptınız, ben de katkı yapayım bakımından yazıyorum. Tanrının olup olmadığı söz konusu edildiğinde nasıl bir tanrı tanımlandığına göre yanıt veririz. Eğer Pan gibi ormanda saklanan veya Poseidon gibi denizin dibinde yatan veya Zeus gibi yıldırım çaktıran bir tanrıdan bahsediliyorsa, yani sınırlı güçleri olan bir tanrıdan bahsediliyorsa, bunun olmadığını kanıtlamak zaten gerekmez. Çünkü kanıtlamak gerekse, tek boynuzlu kanatlı atların olmadığını da kanıtlamak gerekirdi ki, işi bulmuş olurduk. Ejderhalar, devler, cinler derken sonsuz adet olmadığı kanıtlanacak şey çıkardı başımıza. Ama tanrı deyince sonsuz güçlü bir varlık kastedilir genellikle. Bu ise olamazdır. Çünkü sonsuz bir güç, kendinin aynısı güçte bir güç daha yaratıp sonra tekrar yok edebilir mi diye sorarız. Yaratamazsa sonsuz güçlü değildir. Bunu yaratmaya gücü yetmedi. Yaratır tekrar yok ederse, hani yarattığı da kendisi gibi sonsuz güçtü, nasıl yok edildi, demek sonsuz güç değilmiş. Demek tanrı olanaksızdır. Sınırsız veya sınırlı güçte de tanımlansa, hiç bir biçimde tanrı yoktur.
  25. Sayın Süheyla, çok haklısınız. Ben şöyle bir örneklemede bulunmak isterim: Bir insan tek kelime Almanca bilmese, Karl Marks'ın Das Kapital adlı kitabını hiç anlamadan bir sağa bir sola sallanarak nağmelerle okusa ve dese ki "ben sosyalistim"! Buradaki acayipliği ve absürdlüğü anlatmak için kelimeler yetersiz gelir değil mi? Ama aynı şeyi müslümanım diyen biri hiç anlamadan ve içinde ne yazdığını bilmeden Kuranı okuyup yaptığı zaman bu gayet normal oluyor. Bu nasıl oluyor? İşte dogmanın özelliği budur. En olmayacak şeyi olur diye kabul ettirmesi. Üstelik bağlı inanırlarını, bu en olamayacak şeyleri en olur şeyler diye gösterme konusunda sınırsız bir fanatizme sürüklemesi. Fakat dogmanın bir zayıf yanı var. Bir kez içyüzü anlaşıldı mı çok yüksekten uçtuğu ve desteksiz gittiği için düşüşü ölümcül oluyor. Hayatında hiç düşünmemiş kişiler elbette bir gün bir sebeple dogmatik olabiliyor. Bunda bir enteresanlık yok. Zaten o güne kadar düşünmemiş, yine düşünmüyor. Ama dogmadan aklını çalıştırıp bir kez kurtulan, ondan sonsuza kadar kurtuluyor.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.