Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

evrensel-insan

 Saygıyla Anıyoruz
  • Katılım

  • Son Ziyaret

evrensel-insan tarafından postalanan herşey

  1. KAYNAKLAR: [1] Dagobert Von Mikusch, Ghazi Mustapha Kemal (la Résurrection d’un peuple), Gallimard, Paris 1931, sayfa 149. [2] Dagobert Von Mikusch, Ghazi Mustapha Kemal (la Résurrection d’un peuple), Gallimard, Paris 1931, sayfa 164. [3] M. Kemal Atatürk, Nutuk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, 9. Baskı, Milli Eğitim Basımevi, Istanbul 1969, cild 1, sayfa 302. [4] Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, Yakın Tarihimiz Yayınları, Istanbul 1965, sayfa 31, 32. [5] Dagobert Von Mikusch, Ghazi Mustapha Kemal (la Résurrection d’un peuple), Gallimard, Paris 1931, sayfa 164. [6] Stanford Shaw, From Empire to Republic, The Turkish War of National Liberation, cild 1, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2000, sayfa 358, 359. (Ricamız üzerine bu kitabı temin eden Bünyamin A. kardeşimden Allah razı olsun. Kendisine hayır duada bulununuz) Ayrıca bakınız; - J.G. Bennett, Mustafa Kemal, Contemporary Review no 122 (November 1922), sayfa 590 – 594. - J.G. Bennett, Witness: The Story of a Search, Hodder, London 1962, sayfa 22 – 112. - Hüsamettin Ertürk, Iki Devrin Perde Arkası, Yayına Hazırlayan: Semih Nafiz Tansu, Ararat Yayınevi, Istanbul 1969, sayfa 259 – 425. (Hüsamettin Ertürk, Milli Mücadele yıllarında Istanbul’da Anadolu hareketini (örneğin Anadolu’ya silah kaçırmak suretiyle) destekleyen meşhur “Mim Mim” adlı gizli kuruluşun başkanıydı.) - Robert F. Zeidner, The Tricolor over the Taurus: The French in Cilicia and Vicinity, 1918-1922, sayfa 321. [7] Hamza Eroğlu, Türk Inkılâp Tarihi, Yeniden Düzenlenmiş, Genişletilmiş, Yeni Baskı, Savaş Yayınları, Ankara 1990, sayfa 138. Ayrıca bakınız; Bilal N. Şimşir, Türk-Irak Ilişkilerinde Türkmenler, Bilgi Yayınevi, Ankara 2004, sayfa 50, 51. Bilal N. Şimşir, Atatürk ve Cumhuriyet, Ileri Yayıncılık, Istanbul 2006, sayfa 230. [8] belgelerlegercektarih. [9] Price’ın Extra-Special Correspondent (Çok Özel Yazışmalar) adlı kitabından (1957, sayfa 104) aktaran Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile Ilgili Ingiliz Belgeleri, Çeviren: Cemal Köprülü, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991, sayfa 98. [10] M. Kemal Atatürk, Nutuk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, 9. Baskı, Milli Eğitim Basımevi, Istanbul 1969, cild 1, sayfa 53. [11] M. Kemal Atatürk, Nutuk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, 9. Baskı, Milli Eğitim Basımevi, Istanbul 1969, cild 1, sayfa 60′da yer alan Refet Paşa’nın telgrafı. [12] Tevfik Bıyıklıoğlu, Türk Istiklâl Harbi, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara 1962, sayfa 49. [13] M. Kemal Atatürk, Nutuk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, 9. Baskı, Milli Eğitim Basımevi, Istanbul 1969, cild 1, sayfa 51. [14] Yunus Nadi, Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş Yayınları, Istanbul 1978, sayfa 179, 180. [15] Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni – Siyasi Hatıralarım, Truva Yayınları, Istanbul 2004, sayfa 334 – 340. [16] Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni – Siyasi Hatıralarım, Truva Yayınları, Istanbul 2004, sayfa 303, 304. [17] M. Kemal Atatürk, Nutuk, Vesikalar No: 226/a.b. [18] Sabahattin Selek, Anadolu Ihtilali, Kastaş Yayınları, 8. baskı, Istanbul 1987, cild 1, sayfa 333. [19] Dagobert Von Mikusch, Ghazi Mustapha Kemal (la Résurrection d’un peuple), Gallimard, Paris 1931, sayfa 273. [20] M. Kemal Atatürk, Nutuk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, 9. Baskı, Milli Eğitim Basımevi, Istanbul 1969, cild 2, sayfa 643. [21] Nurettin Peker, Istiklal Savaşının Vesika ve Resimleri, Gün Basımevi, Istanbul 1955, sayfa 348. Ayrıca bakınız; - Yusuf Hikmet Bayur, Türkiye Devletinin Dış Siyasası, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1973, sayfa 95. - Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Arşiv III – 7, Dosya 18, Fihrist 84/13. [22] M. Kemal Atatürk, Nutuk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, 9. Baskı, Milli Eğitim Basımevi, Istanbul 1969, cild 1, sayfa 169, 170. [23] M. Kemal Atatürk, Nutuk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, 9. Baskı, Milli Eğitim Basımevi, Istanbul 1969, cild 1, sayfa 169, 170. [24] Daha iyi anlaşılabilmesi için bakınız; belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/06/18/o-kiralik-katil-kimdi-yoksa-m-kemal-ataturk-muydu/ [25] Dagobert Von Mikusch, Ghazi Mustapha Kemal (la Résurrection d’un peuple), Gallimard, Paris 1931, sayfa 224′den aktaran: Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceği İle Hilafet, [İlk Baskı 1993], Sebil Yayınevi, Genişletilmiş Dördüncü Basım, Istanbul 2010, sayfa 232. [26] Prof. Dr. Ş. Teoman Duralı, Omurgasızlaştırılmış Türklük, Dergâh Yayınevi, Istanbul 2010, sayfa 133. [27] Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, Yakın Tarihimiz Yayınları, Istanbul 1965, sayfa 95 – 98.
  2. [22] ve [23] no’lu dipnotlarla ilgili… M. Kemal Atatürk, Nutuk’ta, Ingilizlerin Kuva-yı Milliye’ye müdahale etmeyeceklerine dair verdikleri güvenceden ve Merzifon’daki Ingiliz kuvvetlerinin çekilmesinden böyle bahsetmiştir *** Ingilizler sürekli Kuva-yı Milliye’yi dağıtması için Padişah’a baskı yapmıyor muydu? Öyleyse neden kendileri el altından destek veriyorlar? Bunun cevabını yine biz verelim: Çünkü Padişah’ı Kuva-yı Milliye’nin aleyhindeymiş gibi göstererek halk ve asker nezdindeki itibarını zedelemek istiyorlardı. Kemalistlerin Sultan Vahidüddin’e “hain” diyebilmelerini sağlamak amacıyla yapıyorlardı bunu. Sahi, kemalistler Sultan Vahidüddin’e neden hain diyor? Ingiliz baskısıyla Kuva-yı Milliye aleyhine beyanda bulunduğu için degil mi? Ama gördüğünüz gibi Ingilizler, diğer taraftan M. Kemal’e yardım ediyordu.[24] Von Mikusch, bu hususa dikkat çekerek: “Hakikaten hayret verici bir şey!” diyor ve ilave ediyor: “Galipler, General’e (yani M. Kemal’e) hazırlıklarını yapması için lazım gelen bütün rahatı ve kâfi vakti verdiler ki, bunun neticesi kendi sulh muahedelerinin bozulmasını mucip olacaktı.” Ingiliz siyasetinin zahir görünüşüne zıt düşen bu hadiseler, niçin ve nasıl oluyor da bu tarzda cereyan ediyordu? Dagobert Von Mikusch’a bakarsanız: “M. Kemal’in Ingilizler’le gizli bir anlaşma yapmakta olduğunu ve bu anlaşmanın daima da gizli kalacağını”[25] kabul etmek gerekmektedir. Fakat inşaallah hepsi deşifre olacak. Sonuç olarak diyebiliriz ki; Ingilizlerin M. Kemal Atatürk’e hem siyasi, hem de askeri destek sağladıklarını “Nutuk”ta dahi görüyoruz… Özetle söylemek gerekirse Ingilizler, M. Kemal’in daha sonra Ankara’da -adeta ödüllendirircesine- Başbakan yaptığı Rauf Orbay ile imzaladıkları mütarekeye dayanarak Osmanlı Devleti’nin başkenti Istanbul’u işgal ettiler ve ülkenin tek hakimi yaptıkları M. Kemal Atatürk’e gönül rahatlığıyla teslim edip gittiler. Kaçmadılar… Güle oynaya gittiler… Tıpkı Şerif Hüseyin’e Arabistan’ı teslim edip gittikleri gibi… Bizim kemalistler Şerif Hüseyin’e “hain”; M. Kemal Atatürk’e ise “kahraman” diyorlar. Oysa yaptıkları aynı şey. (Kaldı ki, Ingilizler Şerif Hüseyin’i kandırmışlardı. Ayrıntıya giremiyoruz.) Bu jestlerine mukabil Şerif Hüseyin’den petrol aldılar. Peki M. Kemal’den ne aldılar dersiniz? Prof. Dr. Ş. Teoman Duralı cevaplasın: “Lozan’da bedeninizi geri vereceğiz, buna karşılık ruhunuzu bize teslim edeceksiniz denilmiştir. Ruhun teslim edilmesi teklifinin gerektirdiği bütün öldürücü hamleler (ameliyeler) eksiksizce yerine getirildi: Halifeliğin ilgası, yazı ile dil devrimi ve nihayet köklü bir Islamsızlaştırma hareketi gibi. Işte uğramış olduğumuz ruhi manevi soykırımın serencamı. Peki, bedenimizi kurtarabildik mi? Ruhu uçup gitmiş vücuda ceset diyoruz. O halde kurtarabildiğimiz, cesedimizmiş.”[26] Isterseniz sır perdesini biraz daha aralayalım… Rauf Orbay, Lozan’a giden Türk heyetindeki Hahambaşı Haim Naum efendinin Ingilizlerle arabuluculuk yaparak Ismet Paşa’yı (dolayısıyla M. Kemal Atatürk’ü) Hilafet’i kaldırmaya ikna ettiği kanaatindedir![27] Bunu M. Kemal’in Başbakan yaptığı Rauf Orbay söylüyor… Başka söze gerek var mı?
  3. [20] no’lu dipnotla ilgili… M. Kemal Atatürk’ün kendini savunmak amacıyla Nutuk’ta yaptığı izahat *** * ***Ingilizlerin M. Kemal’e verdiği askeri destek*** 1 - Ingilizlerin M. Kemal Atatürk’e cephane yardımı yapmaları 13 Haziran 1921′de Inebolu’ya gelen bir Ingiliz hey’eti, General Harrington’un emriyle M. Kemal Atatürk’e “cephane” getirdi![21] Dikkatinizi çekerim, cephaneyi gönderen General, dokuz no’lu dipnotta belirtildiği üzere, M. Kemal’in G. Ward Price’ı aracı yaparak görüşmek istediği General Harrington’dur. *** 2 - Ingilizlerin Kuva-yı Milliye’ye müdahale etmeyeceklerine dair güvence vermeleri 25 Eylül 1919 tarihinde, yani daha Kuva-yı Milliye’nin kayda değer bir mevcudiyeti görülmeden General Sally Clade, Fuad Paşa nezdine bir Erkân-ı Harb Binbaşısı ile Eskişehir’e, Ingiliz kontrol zabitanından mürekkep bir hey’et göndermişti. Bu hey’et, “Ingilizlerin ahvâl-i dâhiliyeye ve Kuva-yı Milliye’ye kat’iyen müdahale etmeyeceklerine” dair söz vermiştir![22] *** 3 - Merzifon’da bulunan Ingiliz kuvvetlerinin çekilmesi Yine aynı tarihlerde Ingilizler, “Merzifon’da bulunan kuvvetlerinin geriye alınması” halinde, “Kuva-yı Milliye’nin memnun olup olmayacağını” sordular! Kemalcilerin verdikleri “pek memnun oluruz” cevabından sonra hemen Merzifon’daki kuvvetlerini ağırlıkları ile birlikte evvela Samsun’a oradan da Istanbul’a çektiler![23]
  4. Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için bir ara Italya Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunmuş olan Kont Sforça’nın Mondros Mütarekenamesi hakkında söylediklerine yer vermemiz gerekiyor. Bilindiği gibi, Mondors Mütarekenamesi’ni Osmanlı Devleti adına imzalayan Rauf Orbay’dır. Rauf Orbay’ın daha sonra M. Kemal Atatürk tarafından Başbakan yapıldığını aklınızın bir köşesine yazınız, az sonra bu noktaya tekrar temas edeceğiz. Kont Sforça, Mondros Mütarekenamesi’nden bahsederken Ingilizlerin kara ordusuna karşı mutedil davrandıklarını söylüyor. Donanma’nın hemen teslimi istendiği halde kara ordusunun ilgasından veya hemen terk-i silah etmesinden bahsedilmiyormuş. Bilakis sadece seferberliğin ilgası talep olunurken, dahilde asayişin temini ve hududların muhafazası ve bunun için lazım gelen ordu miktarı terhisten istisna ediliyormuş!.. Kont Sforça, bunda bir gizli maksad görüyor ve diyor ki: “Ingiltere Hükümeti, Osmanlı Devleti’nin mirascıları arasında şimdiden bir ihtilaf görüyor ve mutad olan ikiyüzlü siyasetiyle şunu istiyor: Eğer müttefiklerin talebleri Ingilizleri sıkacak bir şekil alırsa, henüz mukavemet kabiliyeti olan Türkler’i kendi menfaatleri için kullanabilir bir mevkiye koyabilsinler.”[1] Bu durumdan anlaşılıyor ki, daha mütarekenin (Ateşkesin) imzası günü yani Padişah’ın Anadolu’da bir kuvvet teşkilini hayalinden bile geçirmediği zamanda Ingilizler, (Kont Sforça’nın fikrine göre) bu kuvvetin teşkilini düşünmeye başlamışlar, hatta bunun için M. Kemal’i, Sultan Vahidüddin’den evvel bulmuşlardır. Sultan Vahidüddin ve Sadrazam Ferid Paşa, M. Kemal’i, “Memlekette büyük şöhreti vardır. Itimad edilecek namuslu bir adamdır!..” diye Ingilizlere karşı müdafaa edip Anadolu’ya göndermeye çalışırken M. Kemal de Istanbul’da Itilaf Hükümetleri ileri gelenleri ile münasebette bulunuyor ve onlardan talimat alıyordu.[2] Bundan başka, Ingilizlerin Istanbul’da hafiye teşkilatını yapan, “Ingiliz Muhibler Cemiyeti”ni kuran hülasa Şark’ta Ingilizlerin siyasi emellerini temine çalışan Rahip Frew, daha evvel M. Kemal ile temasa geçmişti. Hatta M. Kemal, Pera Palas Oteli’nin müdürü, Fransız fakat Ingiliz ajanı Mösyö Martin vasıtasıyla müteaddid defalar vaki olan mülakatlarında Rahip Frew’yu, “insaniyete hadim adalete hizmetkar bir zât-ı faziletkâr telakki etmiş olduğunu” bizzat ifade etmektedir.[3] M. Kemal’in entelijans servis elemanı olan Rahip Frew ile daha Anadolu’ya gitmeden önce görüştüğünü Rauf Orbay da ifade etmektedir: “M. Kemal Paşa’nın Istanbul’da asker arkadaşlarından başka sivillerden ve bilhassa yabancılardan pek tanıdığı yoktu. Yalnız Ismail Canbulat Bey’i vaktiyle hapishaneden kaçırmış olan Italyan uyruklu müteahhid Dinari vasıtasıyla Istanbul’daki Italyan fevkalade murahhası -sonraları Dışişleri Bakanı olan- Kont Sforça ile birkaç defa temas etti. Pera Palas Oteli’nde bulunurken de bu otelin müdürü Mösyö Martin delaletiyle Ingilizlerin sonradan yaman bir entelijans servis elemanı olduğu anlaşılan Papaz Frew ile iki-üç defa görüştü.”[4] M. Kemal’in henüz Istanbul’dan ayrılmadan, Ingiliz istihbaratına mensup bazı kimselerle gizlice görüştüğünü Von Mikusch da doğrulamaktadır.[5] Nitekim Stanford Shaw’un Türk Tarih Kurumu tarafından Ingilizce basılan 6 ciltlik eserinin birinci cildinde, M. Kemal’in, Osmanlı Savaş Bakanlığı’nda Ingiliz Kontrol Subayı olarak görev yapan ve aynı zamanda Ingiliz Istihbaratının (M.İ.G) Istanbul’daki başı olan J. G. Bennett’e, -sıkı durun- şu çarpıcı planı önerdiği yazmaktadır: “Ingiliz kontrolü altında bir Türk ordusu kurmak.”[6] Evet, yanlış okumadınız… M. Kemal Atatürk, “Ingiliz kontrolü altında bir Türk ordusu kurmak” istiyor. Ingilizcesi aynen şöyle: “…to whom he suggested the idea to organize a Turkish army under British officers…” Bu hakikatleri yaklaşık bir asırdır Milletimizden gizlediler. Fakat hakikatin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu olduğu unutulmamalıdır. Ingiliz kontrolünde bir Türk ordusu… Bildiğiniz gibi, Kurtuluş Savaşı’nın hedefi Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmekti[7], ancak bu hedefe ulaşılmadan M. Kemal’in orduya “dur” demesiyle duruldu. Peki ona orduyu “durdur” emrini kim verdi? Lozan’a kim çağırdıysa onlar vermiş olsa gerek.[8] Bir bilgi daha… M. Kemal Atatürk 14 Kasım 1918 günü, Ingilizlerin Daily Mail Gazetesi’nin muhabiri G. Ward Price’ı aracı yaparak General Harrington’la da görüşmek istemişti. Price, M. Kemal’le Pera Palas’ta yaptığı görüşmeyi hatıralarında şöyle aktarıyor: “M. Kemal, yapmak istediği bir teklif için Britanya resmi makamlarıyla nasıl temas edeceğini” bildirmemi rica etti. “Bu harpte yanlış cephede savaştık, dedi, eski dostumuz Britanyalılarla asla kavga etmek istemezdik… Biliyoruz, partiyi kaybettik… Anadolu’nun Müttefik Devletler tarafından işgal edileceğini tamamen biliyordum… Bu topraklar üzerindeki bir Britanya idaresinden o kadar hoşnutsuzluk gösterilmemesi gerektir.” Anadolu’da Ingiliz idaresinden o kadar da rahatsızlık duyulmaması gerektiğini söyledikten sonra M. Kemal, bu topraklar üzerindeki Ingiliz idaresinde bir vali olarak çalışmaya hazır olduğunu gazeteci aracılığıyla işgalci yetkililere şöyle iletecektir: “Eğer Ingilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya idaresinde bulunan tecrübeli Türk valileri ile işbirliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir selahiyet dâhilinde hizmetlerimi arzedebileceğim münasip bir yerin mevcut olup olmayacağını bilmek isterim…”[9] Dikkat ettiyseniz, G. Ward Price ile yaptığı görüşmede Vali olmak istediğini söylüyor, yani Ingilizlerden “siyasi” makam istemektedir. J. G. Bennett’e yaptığı teklifte ise “askeri” makam talep ediyor. Şimdi, M. Kemal’in Ingilizlerden talep ettiği siyasi ve askeri makamları alıp alamadığına bakalım… * ***Ingilizlerin M. Kemal’e verdiği siyasi destek*** 1 – Ingilizlerin M. Kemal’in adamı için girişimde bulunmaları M. Kemal Atatürk Samsun’a çıktığı sırada Sadrazam Ferid Paşa ve Erkan-ı Harbiye Reisi Cevad Paşa’ya yazarak Samsun Müfettişliği’ne Hamid Bey isminde birini tayin ettirmiştir.[10] Bu zatın daha sonra Dahiliye Nazırı ile arası bozulduğu için azline karar verildiği halde Ingilizler yerinde bırakılması için Istanbul Hükümeti’ne müracaat etmişlerdir.[11] *** 2 – 16 Mart 1920′de Istanbul’un işgali ve Osmanlı Mebusan Meclisi’nin basılıp dağıtılması Yazının hemen başında, Mondros Mütarekenamesi’ni imzalayan Rauf Orbay’ın daha sonra M. Kemal tarafından -adeta ödüllendirilircesine- Başbakan yapıldığını “aklınızın bir köşesine yazmanızı” rica etmiştik. Ingilizler, işte bu Mütarekename’nin 7. maddesine dayanarak Istanbul’u resmen ve fiilen işgal etmişler ve Osmanlı Meclisi’ni basıp dağıtmışlardır.[12] Ingilizlerin Istanbul’daki Osmanlı Meclisini yani “Meclis-i Meb’usan”ı basıp dağıtmaları, mebusların, M. Kemal’in Ankara’da kurduğu Meclis’e gitmelerini ve bu suretle Istanbul’u çökerterek orasının takviyesini temin içindi. Hatta bazı mebusları kendileri götürmüşlerdir. Örneğin Miralay Selahaddin Bey’i Anadolu’ya bir Ingiliz gemisi götürmüştü.[13] Böylece M. Kemal, Ingilizler tarafından siyasi bir aktör olarak ön plana çıkarılmıştır. Bu baskında başta Rauf Orbay olmak üzere birçok meb’us Ingilizlerce tutuklanmıştır. Hiç şüphemiz yok ki, Ingilizler, bu hareketi M. Kemal ve Rauf Orbay ile anlaşarak yapmışlardı. Nitekim Mebusan Meclisi üyesi Yunus Nadi, anılarında, Rauf Bey’in, kaçıp kurtulmasını telkin edenlere şu cevabı verdiğini yazıyor: “Kararımız karar. Ancak biz hadisenin bu kadarını kafi görerek savuşursak Meclis’in alt tarafı panik yaparak dağılır gider. Ben istiyorum ki Meclis dağılmasın, fakat dağıtılsın… Bunu bilhassa kendim için vazife görüyorum…”[14] Rauf Orbay, bu anlaşmayı adeta ifşa ediyor: “Ingilizlerin Meclis’i basmalarını sağlamak için burada kalacağım.”[15] Daha açık bir ifadesiyle; “Istanbul’a, Meclis’e gideceğim ve dediğiniz olmazsa **Anadolu’da milli bir hükümet kurmanız için** Meclis’in ortasında bomba patlatarak kendimi feda edeceğim!”[16] Fevkalade ilginçtir ki M. Kemal, 22 Ocak 1920 tarihinde, şifreli bir telgrafla Konya’daki XII., Sivas’taki III. ve Erzurum’daki XV. Kolordu Kumandanlarına, Ingilizlerin Istanbul’a tecavüzlerini arttırarak bazı nazırları ve meb’usları bilhassa Rauf Beyi tevkif etmeleri ihtimalinden bahsetmiş…[17] 16 Mart’ta vuku bulacak olan hadiseleri 22 Ocak’ta nerden biliyor?? Bunların M. Kemal’in elini güçlendirmeye yönelik önceden planlanmış hamleler olduğu apaçık ortada. Istanbul’un işgali hakkında Atatürkçü Sabahattin Selek şunları yazıyor: “Itilaf Devletleri, 16 Mart 1920 günü Istanbul’u resmen ve fiilen işgal etmek suretiyle Anadolu ihtilalinin başarısına büyük ölçüde yardım etmişlerdir.”[18] Von Mikusch ise bu konuda şunları yazmaktan kendini alamamıştır: “(Ingilizler) M. Kemal’i öyle bir neticeye isal ettiler ki; M. Kemal bizzat kendi dostları vasıtasıyla böyle bir neticeye vasıl olamazdı.”[19] Bu babta yazılacak daha çok şey olmasına rağmen bu kadarla iktifa ediyoruz, ancak şu kadarını söyleyelim ki, M. Kemal’in hayali, Ingilizlerin Istanbul’daki Osmanlı Meclisi’ni basıp dağıtmalarıyla gerçekleşmiştir. Böylece Ingilizler, futbolda “al da at” diye tabir edilen bir pasla M. Kemal’in Osmanlı kalesine gol atmasını sağladılar. Artık M. Kemal’in önünde bir engel kalmamıştır… Devlet içinde Devlet kurmuştur… Sıra Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmaya gelmiştir ve onu da gözünü kırpmadan yapacaktır. *** 3 - Yunanlılara verilen desteğin geri çekilerek M. Kemal’in “kurtarıcı” “kahraman” yapılması M. Kemal Atatürk, Ingilizlerin Yunanlılara verdikleri desteği çekip kendisine yardım edecekleri hakkındaki vaatlerini “Nutuk”ta şöyle anlatıyor: “13 Haziran 1921 de Kuvayi Itilâfiye Başkumandanı General Harrington’un mukarribininden olduğunu ifade eden Binbaşı Henry ve Sturton namında iki zâbit motörle Ineboluya geldiler. Bu zâbitler; General Harrington tarafından şu tebligatta bulundular: Ben, bir torpito ile Ineboludan Istanbulda Boğaziçinde Harrington’un yalısına gideyim. Orada General ile sulh esasatı üzerinde anlaşayım. Ingilterenin istiklâli tanımımızı kabul ettiğini ve Yunanlıların topraklarımızdan çıkarılacaklarını ve mesaili saire üzerinde münakaşanın mümkün olduğunu söylemişler. Bu zâbitlere verilen cevapta, benim Istanbula gitmiyeceğim (Çünkü, kendi hesabına çalıştığı için Ankara’dan ayrılmaya korkuyor. Cepheye bile Başkumandanlık kanunuyla Meclis yetkilerini üzerine alarak gitmişti.) ve General Harrington’un Ineboluya gelip o sırada orada bulunan Refet Paşa ile görüşmesinin münasip olacağı bildirilmişti.”[20] *** M. Kemal Atatürk’ün bu görüşmeyle ilgili Nutuk’ta bahsetmesinin sebebi, kesinlikle kendi ihsanı değildir, bilakis, bu hadisenin başkalarınca duyulması üzerine kendini savunmak amacıyla Nutuk’ta yer vermiş olduğu anlaşılmaktadır. Zira Nutuk’ta bu meseleye; “suitefehhümü mucibolmuş bulunan bir meseleyi zikredeceğim”, yani “yanlış anlaşılmaya yol açmış bulunan bir meseleyi zikredeceğim” diyerek girmiştir. Binaenaleyh, bu görüşmenin Nutuk’ta yer almasının sebebi, kendini savunmak ihtiyacı hissetmiş olmasından kaynaklanmıştır.
  5. Ilac gibi, geldi; ellerine saglik.
  6. Tesekkurler. Oradaki sorun aslinda "buyutulmezse" hewrkesin kendi ideolojik/inancsal dogrulari ile yani izmleri ile konuya yanasmak. Yalniz onemli olan bu parlementer karsi devrimi onlerme adina, her izm ya da ideolojik inanc burada kendine yer bulur. Mesela benim kendime bireysel olarak buldugum yer; TURKIYE COGRAFYASININ BUTUNLUGU VE TOPLUMUN VE DE FARKLI HALKLARININ CUMHURIYETI DEVLETI.
  7. Bu konuda sana kisaca olan gelismeyi anlatayim. Aslinda ben bunu bloga yazdigim "epistemolojik bilimsellik/bilissellik" yazisinda detayli bir sekilde acikladim. Karl Popper'a kadar; bilim sadece metafizik yani varliksal bir ispata, mutlaka, kanita v.s. dayaniyordu. Yalniz bu durum bilimi sadece "koruyor" ama gelistirmiyor ve ilerletmiyordu. Truth-gercegin ne oldugu olarak, true- "gercek budur" temelli bir AKILCI DETERMINIZM tasir. Yani bir yerde inanctir. False ise- "gercek o degildir" temelli bir KARSI AKILCI DETERMINIZM tasir. Yani inanctir. Karl Popper "empiric falsification" ile bilimin bu iki inanc temelli determinizmine son vermis; ve bilimi bilimsel felsefe temeline oturtarak epistemolojiye tasimistir. Epistemoloji yani bilginin temeli "inanc ile gercegin ne oldugunu dogrulamaktir" iste burada Popper'in ilk modern yanasimi gelir. DOGRULAMANIN AKILCI DEGIL; DENEYSEL, GOZLEMSEL OLMASI. Yani empiric. Falsify- false determinizminin eylemidir. Falsificate- bu eylemin olabilirligidir, falsificatiopn ise olabilmisliktir. Ben false temelini "yanlislama" olarak tercume ediyorum. Yalanlama olarak ta tercume edenler var. Iste bu temelde "empiric falsification" deneysel/gozlemsel yanlislanabilirlik" anlamina gelir. Buradaki en buyuk fark, rational yani akilciligin gozlem vermemesi ve sadece inancin dogrulanmasina dayanmasidir. Halbuki popper, bu yanlislamayi gozlem ve deney ile olguya tasimistir. Yani "rational falsification" sadece AKLICIDIR VE INANCIN DOGRULANMASIDIR. Halbuki "empiric falsification" ise deneysel/gozlemsel olarak true olarak lanse edilenin, yanlislanabilirligini ortaya koymaktadir. Iste bu temelde bilgi felsefesinin "gercegin ne oldugunu inanc ile dogrulamasi" temelini AKILCI DOGRULAMADAN, Bilimsel olan GOZLEMSEL/DENEYSEL YANLISLANABILIRLIK" e tasimistir. Iste bu tasima bilimde felsefe ve bilimsel yontem v.s. olarak yeni bir cig acmis ve o eski metafizik ispatli ve mutlak akilci dogrulama ve onun inancsal/ideolojik temelini tarihe gommustur. Popper'de iki ana nokta vardir, birincisi AKILCILIGIN GOZLEM VERMEMESINI GOZLEME TASIMASI. Ikincisi Truth temelli akilci ispati mutlaki, YANLISLANABILIRLIGIN OLGUSUNA tasimasidir. Iste boylece bilimin bilimsel yontemi; GOZLEMSEL/DENEYSEL temelde ortada olan her turlu olgu teori varsayim v.s. nin sabitligi, mutlaki, ispati v.s. yerine; GOZLEMSEL/DENEYSEL YANLISLANABILIRLIK" temelinde degisime yenilenime ve gelisime acilmistir. Yani TUM BILIMSEL GECERLILIGIN; SABITLIKTEN, MUTLAKLIKTAN, ISPATTAN v.s. KURTARILARAK, GOZLEM ILE YANLISLANABILIRLIK eylemi ile onu acilmistir. Iste bu temelde inancin dogruladigi gercegin ne oldugunun ortaya konmasi bilgisi; akilcilik temelinde bilimsel mi/inancsal/ideolojik mi farkini ortaya koyamazken; bilimsel bilgi, "gozlemin dogruladigi olgu ve bu olgunun yine gozlem ile yanlislanabilirligini" ortaya koymustur. Boylece bilim bilimsel olarak AKIL VE VARLIKTAN/ISPAT VE MUTLAKTAN kurtulup; bilimsel olarak bilginin "GOZLEMSEL/OLGUSAL GECERLILIK/YANLISLANABILIRLIK" ilkesine degismistir. Bu da metafizigi yani varlik ve onun temelli gercek tartismasini bilimselligin disinda birakmis; "bilimsellik varliktan/fenomenden degil; onun gozleminden baslar" yontemini bilimin bilimselligine tasimistir. Iste bu tasiyis, 20. yuzyilin ortalarina rastlar ve bu temelde CONSTRUCTIVE EPISTEMOLOGY, yani YAPILANDIRMACI BILGI metafizik/ontolojik/varliksal her turlu ilk tek mutlak ve ispat tartismasinin "varlik budur, gercek varlik budur" tartismasini; "GERCEKLIK ONTOLOJIK DEGIL; YAPILANDIRILMISTIR" olarak ortaya koyar. Boylece metafizik/varliksal/ontolojik/teolojik tartismaya ilklik, teklik, mutlaklik, ispat v.s. temelli AKILCI DOGRULAMASINA son verir. Bunu ben "varlik tastismasi" basliginda acikladim. Lutfen, sence yeteri kadar acik olmayan bir yer varsa; cekinmeden sor. Cunku onemli olan verildigi gibi algilamaktir. Aksi yorumsal yanlis algilamadir.
  8. Varsa boyle cagri yapan aydinlar, buraya alintilar misin? Sonucta sorunun ozunu gorebilmek ve cozumunu kokten halledebilmek adina, farkli beyinlerin ayni sorunun ozunu farkli bilgi algi bilinc ve farkindalik ile dile getirmesi; bu karsi durusa bir cesni katar.
  9. Ilk ve ana sorun olarak; bilimsel olarak bilimin de her insanoglunun soyutlamasi gibi, kavrama yonelmesi ve kavrami sorgulamasi ve anlam ve icerigini genisletmesi ve yenilemesi; turkce dilinin buna ayak uyduramamasi ve o klasik "bu budur/bu degildir" dogruluk imanina tutunmasi basta gelir. Iste bu temelde turkiye bunyesinde ya da turkce bunyesinde (benim gibi) cagdaslikla tanisanlar, ya kavramlara yeni anlam ve icerik yuklediler ya da yabanci dillerde gecen kavramlari kendilerince turkceye cevirdiler. Mesela construct kavraminin onemi, once onun ne olarak anlam ve icerik kazanmasi ile paraleldir. Kimi bunu "yapici" kimi "olgucu" kimi "yapilmislik" kimi" olusturulmusluk" kimi "yapilandirma" kimi "olusturma" ve hatta yabanci kelimeyi turkcelestirerek "konstraktif" "konsraktivizm" v.s. yapanlar oldu. Iste bu temelde turkce de fact yani olgu, truth, yani gercegin ne oldugu, real, yani gerceksel, factual, olgusal, reality, gerceklik, realist, gercekci, realizm, gercekcilik v.s. farklari algilanamadi. Bunu ben blogdaki "gercek, hakikat..." basliginda oldukca detayli acikladim. Bunun disinda, varlik, bilgi, bilim, bilimsellik farklari da algilanamadi. Varlik-metafizigin konusudur Bilgi-epistemolojinin konusudur. Bu temelde BILIMIN BILIMSEL FELSEFE tabani metafizik degil; epistemolojidir. Bilgi felsefesi-epistemolojidir BILGININ BILIMSELLIGI KONUSU ISE-metafizik ileyani varlik ve uzantisi gercek ile ortaya konmaz, epistemoloji ile bilgi ve uzantisi olgu ile ortaya konur. Iste nasil metafizik varlik olarak hangi varligin gercek oldugunu kendi ideolojik inanclari ile DOGRUSAL olarak tartisiyorsa; Epistemoloji de bilginin inancin dogrulanarak gerceklesmesi temelinde bilimselligini tartisir. Burada da bilimsel yontemin cagdasligi devreye girer. Yani Fenomenin GOZLEMLENMESI. Gordugun gibi fenomen degil; onun gozlemlenmesi. Halbuki metafizigin tartistigi fenomenin varlik olarak ne oldugu ve gercekligidir. Bence senin takintin son cumlende "dogrulugunu anlamak/ikna olmak" burada bir inanc ya da ideoloji ve de dogru yokki, anlayasin ikna olasin. GOZLEM VEREN BIR FENOMEN VAR VE ONUN ORTAYA KONAN GOZLEMI VAR. Bu tartismasiz senin ya da benim ya da baskasinin iradesinden bagimsiz olarak bir olgu verir. Bu olgu da teorisi olarak test edilir ve gozlem verdigi surece ya da yeni bir gozlem ya da yeni bir teoruinin farkli bir gozlem vermesine kadar gecerlidir. Bu gecerlik ancak yeni bir gozlem ile yanlislanir ve yenilenir. Beyaz kugu ya da parcalanmaz atom orneklerinde oldugu gibi. Bence senin bilincalti olarak kendini varliksal bakmaktan kurtaramaman algilamani onluyor. Ya da soyle sorayim "dogrulugunu anlamak ve ikna olmak" sence ne demektir ve nasil saglarsin. Cunku bu bir cesit bilimsellikten ziyade ideolojik bir dogru bakisinin yine ideolojik dogruluk ile ozdeslesmesi ve senin inanc olarak onun gerceklestigine inanman olarak yansir. Iste bu ideolojin de metafizik tabanli varlik ile ilgili ideolojidir. Ayrica dogruluk, mutlaklik ilklik teklik saglamasina ihtiyac duyar. Kusura bakma belki biraz "uzun" aciklama oldu, ama; onemli olan algilabilir olmasi. Eger yazilanlar senin takildigin kisim degil ise, bildir ki seni yanlis algilamis olmayayim.
  10. Mondros Baris mutarekesinde neler oldugunu ve ingiliz istihbaratinda Mustafa Kemal'in nasil ve neden oyle degerlendirildigini duygusal ve tarafliliga sapmadan ne kadar biliyorsun. Daha henuz ne milliyetcilik ne de cumhuriyet ortada yokken; Ingiliz istihbaratinin M.Kemal ile ilgili "milliyetci ve cumhuriyetcidir" bilgisine sahip oldugunu biliyor musun?
  11. Bilimin temeli sadece bugune kadar dile getirilmis bilgilerin ogrenilmesi ve sunulmasi degildir. Bilimsel bilgi alilda tasarimlanan ve somuta indirgenen bilgi de degildir. Bir kisi ya da kurum bilimsel bilgiyi c/p yapabilir ya da daha once aciklanmis bir bilgiye kendi kisisel yorumunu katabilir ve degerlendirebilir. Ama, 21. yuzyilda bilimsel olmak, bilimsel dusunmek, konulara bilimsel yanasmak ve her seyi bilimsel olgu/gozlem temelinde degerlendirmek, ne bir bilim kisiligidir ne de bir bilimin ortaya attigi bir bilgidir. Bu tamamen dusunce yapisi olarak bireyin beyninde algi, bilgi, bilinc ve farkindalik olarak yer etmis ve her turlu konuya ve kavrama yanasimdaki bir metod, yon ve algidir. O yuzden bir bilginin bilimselligi baskadir, bilimin ortaya koydugu bir bilginin bilimsel olup olmadigini degerlendirmek baskadir ve bilim kisisi olmak ama bilimin ve bilginin ve de herseyin bilgisini bilim kisisinin kendi akilciliginin inanci ve ideolojisi ile degerlerndirmek baskadir. Bilimselligin tarihi cok yenidir ve 21. yuzyilda ancak bir kitlesellik kazanimina yonelmistir. Bu konuda bilimin bilimselligini metafizigin akilciligindan kurtaran bir suru bilim adaminin basini Karl Popper cekerek, bilimin bilimselligini klasik bilim anlayisinin, akilci ya da deneysel ispat, kesinlik, mutlak, degismez v.s. sabitleme ve indirgeme iceriginden alip, bilginin yanlislanabilirligine tasiyan ilk bilim kisisidir. Iste bir seyin bilimsel olup olmadigi onun her turlu degerlendirilmesinin felsefi temelini ortaya koyar. Bilimin bilimselliginde negatif yoktur, yok yoktur, tartisma yoktur, cunku temeli varliga degil, bilgiye dayanir, tasarimciliga degil, gozleme dayanir, spekulasyon vevarsayima degil, test edilmis teoriye dayanir, gercege ya da gerceklige degil; olguya dayanir. Bilimin bilimselliginde ki yanlislanabilirlik, hic bir seyi gozlem disinda birakmaz. Buna her turlu bilim dalinin temel prensipleri, priorileri, postulatlari, maximleri, axiomlari da dahildir. Ayrica bilimsellik bir bakis acisisi olarak bir gozlemdir ve bilimsel olmayan her hangibir degerin, verinin, kavramin v.s. de insanoglu uzerindeki her turlu etik ve toplumsal gozlemini dile getirir. Oyuzden bilim kisisi olmak, bilimin cesitli disiplinlerinden bahsetmek ve bilimin ortaya koydugu seyleri dile getirmek v.s. bunu yapanin bilimsel olup olmadigi anlamina gelmez. Cunku bilimsellik sadece bilim ile sinirli degildir. Bilimsellik bir bakis acisi, her turlu felsefi konu ve temeli gozlem olarak degerlendiren ve bilhassa insanoglu ve her turlu fenomen uzerindeki etkisini ortaya koyan bir yanasimdir. Eger bir bilim kisisi kendi kisisel her turlu duzeyini bilimselligine katiyorsa, ortada bilimsel bir veri yoktur. Eger bilimi degismez ve mutlak bazi verilere oturtuyorsa ortada bilimsellik yoktur. Eger bilimi gozlem ve olgu yerine baska aklinin dogruladigi degerlerle degerlendiriyorsa, ortada bilimsellik yoktur. O yuzden bilim ve bilimselligin ayni olmadigi birinin bir eylem digerinin numenal yeti kullanim ve paylasimi oldugunu ve temelinin bir ....e goreye dayandigini algilayamamak cag disi kalmaktir. Bilimsellikte post modernizmi algilayamamak cag disi kalmaktir. Bilimselligin temelinin insanoglu faktorune dayandigini algilayamamak cag disi kalmaktir. Bilimselligi varlikta ve her turlu metafizigin gercekliginde ve dogrulugunda kesinliginde ve ispatinda mutlakjliginda ve degismezliginde aramak, cag disi kalmaktir. Bilimi bilimsel algilayacak bilinc ve farkindaliga ermemis bir beyin, bilim kisiside olsa bilimsel olarak cagdisidir. Bilime inancsal ve bilimsel her turlu yanasim farkini algilayamamak cagdisidir. Bilime bilimsellin disinda farkli seyler girerse bilim olmaz... Iste yukarida koyulasmis olan bilimselligin farkindaligidir. Onemli olan da bu "farkli seylerin" ne oldugunun ve bilimsel olmadiginin algisi ve bilincidir. Buna olgulasmamis, teoriler, varsayimlar ve bilime kesin olarak, degismez olarak, mutlak olarak her turlu bilginin yenilenebilirligi ve yanlislanabilirli disi her turlu yanasim dahildir. Cunku bu tip yanasimlar, metafizik, varliksal, akilci ve ideolojik/inancsal yanasimlardir. Genelde beyinde tasarimlanir veya dogrusal gozlem versin ve "gerceklessin" diye ugrasilir, ya da somut bir fenomene monte edilir.
  12. evrensel-insan şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Bugun farkinda olmadan ve hatta bilincsizce, hem toplum hem farkli haklari basta insan haklari, evrensel hukuk ve hak ve ozgurlukler olarak Parlementer bir yapilanmanin uygulanirliga koydugu ve surekli bir sekilde de planli olarak uyguladigi ve parlementerlestirdigi bir sekilde karsi degisim/donusum ile karsi karsiyadir. Bunu bir ulusalci/milliyetci/Ataturkcu v.s. ile demokratik ozgurlukcu, libos cekismesi olarak almak ve gostermek tam da bu parlementer degisimin istedigidir. Burada artik boyle bir kutuplasma yoktur, TC'nin tarihsel olarak bir osmanli'ya ve onun dini onculugune, ve her turlu cemaat/ummet yapisina olan bir donusum soz konusudur. O yuzden toplum ve farkli halklari ve ulke aydinlari, ilericileri, medyasi, her turlu kitlesel platformu; bunun farkina ve bilincine varamazsa; ulke bu guya politik fark cekismesinde ucuruma dogru suruklenmektedir. O yuzden konu kimin ne oldugu, hangi izmi savundugu degil; ulkenin bu gidisatindan memnun olup olmadigini ortaya koyma ve bu gidisata yonelik ve karsi bir platform olusturma durumundadir. Cunku her turlu ic cekisme ve orgutsuz, ortak noktasiz bir konumsal, bolgesel baskaldiri artik yeterli degildir. O yuzden herkes kendi izmini unutup, bu gidasata karsi olup olmadigina once karar vermek ve bunun bilinc ve farkina varmak durumundadir. Kisaca ya karsi parlementer devrim den yana olunacak, ya da karsi cikilacaktir. Iste byle bir bakis acisi, eminim bir muslumani bile bir sosyalist ile birlestirebilir. O yuzden parlemento eli ile yerlestirilecek bu karsi devrime ya razi olunacak, ya da karsi cikilacaktir. Su andaki tarih Turkiye toplumuna, farkli halklarina, medyasina, aydinina, ilericisine her kim ise ona boyle bir ikilem sunmaktadir. Eger ortak bir noktada orgutlenilemez ve herkes kendi izm inadini birakmaz ve birbiri ile savasmaya devam ederse, kaybeden onlar olacaktir. Ya karsi devrim tarafligi, ya da bertaraflik ve bu karsi devrime karsi cikma, orgutlenme ve planli programli hareket etme, dusunme, davranma taraftarligi. Herkes etegindeki tasi doksun ve bu parlementer gelen karsi devrime karsi, tavrini ortaya koysun. Gun izm kavgasi gunu degildir, gun milliyetciligin v.s. one cikarilacak gunu degildir. Gun, Ulkeyi, toplumunu, farkli halklarini, bu karsi devrime karsi uyarma, bilgilendirme, bilinclendirme ve bu bilinc ve farkindaliga sahip olma ve bunun icin dusunce, davranis ve planli/programli eylemsel davranma gunudur. Gun her koldan gelen karsi devrime karsi cikma gunudur.
  13. Kusura bakma ama, daha bir mesaj once acikladim. Ayni icerikteki onca baslik ve mesajdan sonra; hala senin bu yukarida yazilanlari yazabilmen; demogojiden baska bir sey degildir. AKP'yi kim nerede savunmus! Onemli gormeyen kim/nerede bunu belirtmis! Turkiyeyi tek hakim ust turk inadi ile diger etnik kokenleri algilamak istemeyenler asil bolenlerdir. Konu kimin nerede nasil yasadigi degildir. Siz daha verilmek istenen farkin ne oldugunu algilayamamis gorunuyorsunuz. Iste senin bu kendini kurdlere karsi savunu hak ve ozgurlugun; kurdunde kendini sana karsi savunu hak ve ozgurlugu olarak ayni insan haklari ve evrensel hukuktur. Farkin kabul ediliyorda; ustunlugun hakimiyetin kabul edilmiyor. Bence senin biraz tarih okuman ve okudugun tarihi de objektif degerlendirmen gerekiyor. Turklestirme politikasi 1925 te baslar. Bu da tam Ataturk'un pragmatist olarak oncesinin tamamen tersine dondugu tarihtir. Ulus etik bir ideolojik inanctir; bilim ile bilimsellik ile bir ilgisi yoktur. Sosyal bilgidir. Bakkendin soyluyorsun, "ulus yaratilma cabasi" ni. Ulusu ne turklestirerek ne de turklugu hakim ve ust kilarak yaratamazsin. Zaten geri tepmesinin ve bu geri tepmenin 50 ler le baslayarak 80 lerle hizlanarak 2000 lerle cokuse gecmesi de bu yuzdendir. Cunku yaratilmak istenen ulus politikasi Anadolu gercegi ile uyusmaz ve tutmaz. Turgut ozal ayni ocalan ve F.Gulen gibi 1980 lerde 2000 lerin ve bugununAKP/BDP/PKK temelini atmislardir. Gercekler! hic kimsenin kendine dogruladigi ve kendini inandirdigi ideolojileri ve politikalari gercekler olamaz. ABD'nin "evcillesmemesi" evcillesmenin olamayacagi anlamina gelmez. Farkindaysan Obama beyaz irktan degil.
  14. Insanoglunun, dogumuyla gelen ve dogal olan ogeleri ve bu dogal ogelerin neler oldugu; yine insanoglu tarafindan ortaya atilmistir. Bu temel de;insanoglunun kendi icin dogalligi nasil sekillendirdigini gorelim. Insanoglunun dogalliginin; bir gorunumu, bir de ozu vardir. Butun bunlarin algilanabilmesi icinde; monizm ve dualizmin sinirlarini asmak gerekir. Insanoglunun gorunen dogalliginin ogeleri; Beyin, onun fonksiyonu dusunce ve de onun yaratimi kavramdir. Bu goruntu hic bir zaman degismez. Insanoglu; monizm ve dualizm sinirli dogal dusunce kapasitesine sahip oldugu icin; tarihler boyu; once beyin kismini, yani maddeyi; soyut kismi, yani dusuncesiyle; carpistirip durmus ve ikisini bir birine ustun kilmaya ugrasmistir. Halbuki bu carpistirmayi yaparken; carpistirma yaptigi ogeyi de uzun sure gorememis, sonradan bu ogeyide, yarisin teke indirgeme mucadelesinin icine sokmustur. Bu oge de kavramdir. Insanoglu; bu uclu ogesini; bir, algi temelinde; pozitife, iki; dusunce temelinde teke; uc, dilin kulak yapisindan ve noktalama ozelliginden gelen, kavrami da; noktaya indirgemistir. Ozetlersek; Beyin-madde-tek; dusunce-soyut-pozitif ve kavram-soyut-nokta. Bu monizm ve dualizm gereksiz cekismesini, durdurabilmek; seyin; uclemini gorebilmekten gecer. Dogalligin; ozu, yani karakterine gelirsek; bunlarda aslinda, gorunusu veren ogelerin acilimidir. Bu acilim da; tek icin, ikilem; pozitif icin karsitliktir. Yani dogallik; dortlu bir oze ve karaktere sahiptir. Iste tum sorun da; bu 7'li olusturumun; tek bir "sey" de gizlenmesi ve toplanmasidir. Bu 7'li seyi olusturan ogeler olarak gizlidir. Aslinda; seyi tartismanin karsitligi ve ifadenin ikilemi goz onune alinir, tartisma savunusunun tekligi ve tartisan taraflarin; pozitifligi ve sonunda; tartismacilarin, kendi acilarindan, tartismayi noktalamak istemeleri, aslinda gizli olan bu ogeleri ortaya cikarir ve algilatir. Iste dogalligin; bu ic sorunu ve sorunun ic kitlenmesi; ancak; bu dogalligin tum resmini algilayabilmek ve disina notr olarak cikabilmekle mumkundur. Aksi; insanoglunun, dogallik cikmazidir. Dusunurluk, kisaca, yukarida bahsedilen dogalligin; herturlu kaotik, rahatsizlik verici ve insandisi ve insanlik disi iceriginden, kokten; dusunce ureterek ve bu dogalligin tum resmini icinde yer almadan vererek kurtulmak ve alternatini ortaya koymak. Bireyin, bireysel olarak; evrensel-insansal icerigini kazanmasi ve bunun icin dusunce uretmesi, hem onun kendi menfaatine; hem de turu ve de evrenin menfaatinedir. Dogalliktan rahatsiz olan; herkes, bunu basarabilir. Yeterki; kendi kisisel dogalligindan rahatsiz olsun ve dusuncenin, gucunu dusunerek algilasin. Dusunurluk, ozde insan olan gorunusteki insanoglunu, yasam ve iliskide de dusunce ve davranista da insanlastiracak ve insan gibi hayat saglayacak tek kurtulustur. Dogalliligin; en buyuk sorunu; dogal dusuncenin, dusunce olarak "yoklugu ve onemsizligidir". Dogalliligin; ctetolojik kokenine bakarsak; fiziksel uretimin disindaki soyut uretim, durmustur. Bunun bir ayagi; ayrimciligin sonuncusu olan, bireyci akilcilik ve ayristirmanin kalicilastirilma cabasi ve dunyanin; ronesans oncesine cekilme cabasi ve dunyayi; dusunce sahipleri ve uzerine dusunce uygulananlar olarak; iki kalici kutba ayirma cabalaridir. Insanoglunun bu cabasi; hem pozitif bilimde; hem de sosyal bilimde hizla ilerlemektedir. Diger ayagi ise; dusunce "yoklugu ve onemsizliginin" "dogal" ayagidir. Bu da, soyle izah edilebilir. Dusunce kavrami yaratan ve bu kavrami algi ile yaratandir. Bu temelden bakildiginda; dusuncenin islemesi demek; kavram yaratimi demektir. Ama, dogallilik ters islemektedir. Yani yaratilan kavramin; algi ile ifadesidir. Iste bu algi ile ifade; kavram'in ogesi dili ortaya koyar. Kavramin da dahil oldugu uclem; kavram temelli; ifade ve dildir. Algiya gelirsek; alginin da temel olarak dahil oldugu uclem; algi temelli yansi ve sezgidir. Ki yansinin, maddeyi ve sezginin de inanci verdigini daha onceleri cokca isledik. Butun bunlarin sonucu ise; ana uclemimiz, tek, pozitif, nokta olarak; kavramsal algili dusunce olarak belirir. Iste dusuncenin buradaki rolu, yaraticiliktan cikip; kavramsal algi ya donusmustur. Yani; kavram olacak, dil ve ifade temelinde; algi olacak, inanc ve madde temelinde; ondan sonra kavramli algi uzerine dusunce uygulanacak. Iste bu yapilanis; hem dusunceyi yok etmis; hem de kavramsal algiya mahkum etmistir. Yani dusunce kullanimi/paylasimi ve yaratimi yerine; kavramsal algiya dusunsel/davranissal sahiplik ortaya cikmistir. Iste bu da; gunumuz; dogalliliginin; en son tikandigi noktadir. Cunku dusunce dusunmemekte, kullanilmamakta ve paylasilmamakta;sadece dusunceye kavramsal algi olarak sahip cikilmakta ve ifade anlam ve icerik temelli tartisma olarak ta kavram sabitlenmektedir. Iste bu dusunceye olan sahiplik ve kavram sabitligi, kisinin sadece numenal yeti dogalliginin icinde kalarak;inancsal, ideolojik, dogrusalligin bunyesindeki kendi dogrusunu ortaya koymasi ve savunmasi, dolayisiyle de kendi dogrusu disinda kalan dogrularla tartismasi ve onlari distalamasi ve karsisina almasidir. Bu da bilindigi gibi; dogrusalligin, dogrular arasi savasidir. Hem dusunce sahipligi, hem dogru sahipligi ve sabitligi, hem uretken olmayan, hem de taraflidir. Iste bu da; insanoglunu, dusuncenin gercek gorevi olan kavram yaratimindan uzak tutmaktadir. Iste dusuncenin, maalesef; insanoglu eliyle getirildigi nokta burasidir.
  15. E. Kant'tan sonra felsefe hem bilimsel, hem inancsal; hem gozlem, hem akilcilik temelinde bir zihinsel devrim yasamistir. E.Kant'in dusuncesinin farklilastigi ana nokta; Ya, sunum objeyi mumkun kilar; Ya da obje sunumu mumkun kilar. Farklilasmasiydi. Burada hem idealist, hem de materyalist bir fark vardi. Yalniz, bu fark disindaki baska bir fark, gozlem veya akil farkiydi. Once akil farkina bakalim; Eger obje sunumu mumkun kilarsa (materyalizm), burada objeye bir akil yuklenmis olur. Eger sunum objeyi mumkun kilarsa, burada da sunuma bir akil yuklenmis olur. Demekki, yukarda fark gibi gorunen, materyalizm ve idealizm AKILCILIKTA BIRLESMEKTEDIR. Iste bu birliktelik, yuzyillardir, suregelen madde/dusunce tartismasini akilcilik temelinde sona erdirmistir. Ozaman geriye, dusuncenin; bilimsel mi, inancsal mi farkini ortaya konmasi kalir. Bu temelde de Kant, bir cesit ontolojik tabani GOZLEM TEMELINE INDIRGEYEREK, BILIMIN VE BILIMSELLGIN ALANINI FARKLI KILMISTIR. Iste bundan sonra, bilimin alani gozlem olarak saptanmistir. Yani gozlemlenenin ne oldugu konusu, bilim ve bilimsellik adina onemi yitirmis, bilim, bilimsellikte yeni bir cag acilmistir. Gerci, fenomenin ne oldugunu kesin olarak ortaya koyma tartismasi, felsefenin metafiziginin ontolojisinde devam edegelmistir. Iste epistemoloji de, ontolojiden tam burda farklilasir ve felsefe BILIMSEL ve INANCSAL olarak iki farkli dala ayrilir. Ontolojik tabanda, obje ve sunum bir cesit, diyalektik materyalizm ile birlestirilmis; sunum ise idealizme kalmistir ve bilindigi gibi idealizme gore objeyi sunan tanridir, yaraticidir. Iste Kant, bu temelde numeni gelistirememis ve numeni yaraticiya bahsetmistir. Halbuki daha sonra bilhassa bilimin gozlem gelismesi ve konusu, numeni ZIHIN FELSEFESI'ne tasimis ve dusunce ve kavram zihin felsefesinin urunu halini almistir. Peki, bu temelde bilime verilen fenomen tabani ile, yaraticiya verilen numen tabani nasil bir iliski icinde degerlendirilecektir. Metafizigin, ontolojisini ve teolojisini bir tarafa birakip, sorumuza epistemolojik bir cevap ararsak; fenomen numen bagini da cok acik olarak algilamis oluruz. Gozlem bilimin temelidir ve gozlemlenen fenomendir, peki bu gozlemin ortaya cikardigi, soyutlama, yani teori, tez v.s. nedir? Iste burada numen devreye girer. Yani bilimin soyutu. Burada da bilindigi gibi en son bilimin soyutu olan yasalari, kanunlari Hawking, Tanriya baglamistir. Yani Kant'in obje sunumunun yaraticisini bulmustur. Halbuki taban ister ontolojik, ister teolojik, ister epistemolojik alinsin; eger insanoglu olarak alinirsa, hem yaratici varligini kaybeder, hem fenomen gozlemleyen ve gozlemlenen olarak farklilasir, hem de numenin bir insanoglu zihin urunu oldugu ortaya cikar. Yani fenomen gozlem verendir ve neomen gozlemi olmayandir, yani tum zihin felsefesinin kapsamina giren ogelerdir. Bunlarin basinda, dusunce, algi, bilinc, farkindalik ve buna paralel olarak kavramsal ogeler (dil, felsefe, bilimin tum soyutlari, etik kurgular, inanclar, hayal gucu, idealler v.s.) ortaya cikar. Iste eger her turlu taban insanoglu olarak algilanirsa, hem fenomen (insanin kendisi ve algiladigi hersey), hem gozlem, hem de numen temelli bilimin her turlu soyutu (teori v.s.) ortaya cikar. Zaten sonucta, felsefeyi de, metafizigi de, onun dallari ontoloji, teolojiyi de, etigi de, epistemolojiyi de, felsefenin diger dallarini da, bilimi ve dallarini da, inancsallari da, bilimselleri de, dili de ve akla gelen her seyi de ortaya koyan insanogludur. Insanoglu da, diger hersey gibi fenomen olarak gozlem verir. Buradaki fark; insanoglunun sadece gozlem veren fenomen degil; ayni zamanda soyutlamayi veren numen de olmasidir. Iste o yuzden farklardan olusan insanoglu soyutlamasi(numen) ile hem kendini fenomen olarak gozleme tabi tutar,hem de algiladigi diger her turlu fenomeni. Iste akilciligin birlestirdigi ontoloji, epistemolojinin gozleminde tam da insandisina cikar. Cunku akil, gozlemi dusunceye tasimak yerine, aklin inandigi dogrusunu dusunceye tasir ve bunu da sistem ve duzen haline getirmeye ve somutlamaya yonelir. Bu da hem metafizik, hem de etik olarak insanoglu turunun kendi bunyesindeki ayrismasi, tartismasi ve bir biriyle dogruluk mucadelesi demektir. Iste bilimsellik, aklin bu ayrimciligini; gozlemi test edilebilir ve yine gozlem ile yanlislanabilirlige tasiyarak, hem aklin tartismasini onler, hem surekli suregelen gozlem sureci temelinde bilimselligin ufkunu ve onunu, aklin yaptigi gibi, kapatmaz, sabitlemez. Iste bu temelde, fenomenin ne oldugunun da bir onemi kalmamaktadir. Onemli olan numenin, soyutlamanin bilimsel mi, inancsal mi; akilci mi, gozlemci mi oldugu farkidir. Eger bu fark yeteri kadar algilanmazsa, epistemolojinin bilim ve bilimselligi inancla bezenmis olur. Eger bilim, bilimsellik ve bilimsel metoddan yana isek; o zaman epistemolojik olarak neyin bilimsel, neyin inancsal oldugunu iyi algilamak ve bu konuda bilinclenmek ve farkina varmak gerekir. Yoksa, epistemoloji de yuzyillardir metafizigin ve etigin inancsalligina mahkumiyeti gibi, bilimsellige degil de; inancsalliga mahkum olur. Cunku akil genelde bencildir ve her zaman merakli ve tatmin olmak pesindedir. Bu da ister istemez inancsalligin ve aklin bir dogruya kendini inandirmasinin bir kapisidir. Oyuzden aklimizi, dusuncemizi, tum soyutlamamizi, numenal olarak insanlastirmak ve evrensellestirmek istiyorsak; bilim, bilimsellik ve bilimsel metodun disinda bir soyutlama yapmayalim. Yapilirsa bile, bunun askida olacagini ya gozlem ile olgulasacagini, ya da yanlislanabilecegini ve olgulasmadan da, bilimsel olamiyacagini bilincli olarak algilayalim. Yoksa inancsallik her an kapimizi calar. Boyle bir inancsalligin tuzagina dussek bile, bunu bir an evvel bilimin gozlemine tasiyalim ve dogruluguna inandigimiz hipotezin, teori olarak test edimini gerceklestirelim. Yine bilelim ki bu teori yanlislanabilir. Aksi, BILIMIN SABITLENMESIDIR VE INANCA MAHKUMIYETIDIR.
  16. Henuziddia makaminin bile aciklayamadigi ve orgut ya da uyesi olarak kimseye ceza veremedigi bir konuda, sen bazi seyler biliyorsun; galiba. Delilleri ile, aciklasan su "orgutu" de biz de ogrensek! Ya TSK'nin icindeki cemaati ne yapmali? TSK her turlu zararli unsurundan temizlenirse, belki guclenir ve huzur bulur.
  17. Nasil olmus o? Aciklasan da ogrensek! Sen hic ruzgarin yapragi oynattigini gormedin mi? Ya da yapragin sarardigini, kurudugunu, yeserdigini v.s. ?
  18. Ya su an acaba beyinlerne ile "yikaniyor?" Simdi de emperyalist zihniyetin bir onayi olmadan AKP nefes alamaz. Ya sen kendini mi kandiriyorsun?
  19. Turkiye bolgenin su an itibari ile emperyalist zihniyetin her turlu cikarini yerine getiren bir emir kuludur. Turkiye hic bir zaman tek bir etnisitenin ulkesi olamamistir ve olamayacaktir. Turkiye'yi AKP degil; AKP'yi yonlendiren emperyalist zihniyet bu gidisle bolecek.
  20. evrensel-insan şurada cevap verdi: sedelina başlık Forum Oyunları
    Isleyen beyin isildadigindan zaten uyuyamaz.
  21. Ben Buyuk Britanya'yi baz aliyorum. Eger 20. yuzyildan bahsediyorsak, bugun ile arasinda emperyalist ulkeler acisindan pek bir fark yok. 20. yuzyil oyle veya boyle emperyalist ulke ve toplumlarin kendi ic celiskisini gorunurde cozmus oldugu cagdir. Ben sekuler laiklikten bahsediyorum. Sonucta laiklik seculer dusunce ve davranis temelinde sekillenmedikce, o laiklik layik bir laiklik degildir. Ayrica diyanetin kurulmasi devletin dini kontrol altina almis olmasi anlamina gelmiyor. Ustelik din de degil; sadece sunnilik ve dini ogretim de degil, dini egitim. Nitekim 1950 ler ile birlikte kontrol altina alinamadigi ortaya cikti. Ayrica turkiyede devlet sadece iktidar politikalarina hizmet eden bir arac olarak vardir. Bu da saglikli nesillerin degil; her iktidar ile yonlenen kafasi karisik nesillerin yetismesidir. Misak-i Milli ne idi? Her emperyalist guclere karsi verilen savas antiemperyalist midir? "idealistik durum!?" Peki sen "karistirma" da farkini acikla. Ayrica su sosyalist ekonomi eger yerine geldi ise SSCB de onu da acikla. O konuya aciklik getirmistim. Yani nihilizmin kitlesellesmesi olarak. Bilmem sizce SSCB neden parcalandi, ya da yugoslavya? Bakin size buraya bir alinti yapacagim. Ziya Gökalp,Türkçülüğün Esasları adlı eserinde şu bilgileri vermiştir: Bu milletin yakın zamana kadar kendisine mahsus bir adı yoktu. Tanzimatçılar ona: 'Sen yalnız Osmanlısın. Sakın başka milletlere bakarak sen de milli bir ad isteme! Milli bir ad istediğin dakikada Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasına sebep olursun' demişlerdi. Zavallı Türk, vatanımı kaybederim korkusu ile, 'Vallahi Türk değilim. Osmanlılıktan başka hiçbir içtimai zümreye mensup değilim' demeye mecbur edilmişti.(s.34) Yukaridaki alintiyi bugun itibari ile Kurdlere ve kurdculuge yoneltsek, bir fark olur mu? Yani turk gecen yere kurd koymak. Tarih tekerrur mu ediyor, acaba. Yoksa "alma mazlumun ahini, cikar aheste aheste" mi demek gerekiyor? Sonucta toplumuna ve farkli halklarina uyum saglamayan hic bir zorlama ustelik bilinc vermeye yonelmeden, maalesef kalici olmuyor.
  22. evrensel-insan şurada cevap verdi: sedelina başlık Forum Oyunları
    Ne yapayim halen dusunce ve bilgi paylasiyoruz. Dusunce ve bilgi paylasimi sozkonusu olunca "akan sular durur"
  23. evrensel-insan şurada cevap verdi: sedelina başlık Forum Oyunları
    Bu gece sabahladim.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.